Bir Nefeste Matematik, Chris Waring Maya Kitap
Çevirmen: İnönü Korkmaz Baskı: 2019 Sayfa Sayısı: 192
Bir Nefeste Matematik, Chris Waring Maya Kitap
Çevirmen: İnönü Korkmaz Baskı: 2019 Sayfa Sayısı: 192
Temel Matematik testi
Ortaöğretim kurumlarının son sınıfında okuyan öğrencilerin TYT Matematik Net ortalaması: 6,080 nettir. Bu ortalamaya liseden mezun olmuş olan adaylar da dahil edildiğinde, tüm adayların TYT Matematik Net ortalaması: 5,672 net olmuştur.
AYT Matematik testi
Ortaöğretim kurumlarının son sınıfında okuyan öğrencilerin AYT Matematik Net ortalaması: 5,266 nettir. Bu ortalamaya liseden mezun olmuş adaylar da dahil edildiğinde tüm adayların AYT Matematik Net ortalaması 4,775 net olmuştur.
YKS 2018-19 sınavına ait TYT ve AYT testlerinin matematik ortalamaları aşağıdaki grafikte verilmiştir.
TYT-2019 MATEMATİK | Adet |
Temel Kavramlar, Basamak Çözümleme | 4 |
Rasyonel Sayılar | 1 |
Basit Eşitsizlikler ve Sıralama | 1 |
Mutlak Değer | 1 |
Üslü İfadeler | 1 |
Köklü İfadeler | 1 |
Oran-Orantı | 1 |
Denklem Çözme | 1 |
Problemler | 11 |
Bölme ve Bölünebilme | 1 |
Fonksiyonlar | 2 |
Kümeler | 1 |
Permütasyon, Kombinasyon | 1 |
Olasılık | 1 |
İstatistik-Grafikler | 2 |
Üçgenler | 2 |
Dörtgenler | 2 |
Çokgenler | 1 |
Çember ve Daire | 2 |
Nokta ve Doğru Analitiği | 1 |
Katı Cisimler | 2 |
TOPLAM | 40 |
2019 AYT MATEMATİK | |
Temel Kavramlar, Sayı Basamakları | 1 |
Asal Sayılar, Asal Çarpanlar | 1 |
Bölme ve Bölünebilme | 1 |
Mutlak Değer | 1 |
Kümeler | 1 |
Fonksiyonlar | 2 |
Perm-Komb-Binom-Olasılık | 2 |
Polinomlar | 2 |
2.Dereceden Denklemler | * |
Eşitsizlikler | 1 |
Parabol | 1 |
Mantık ve İspat Yöntemleri | 1 |
Modüler Aritmetik | 1 |
Trigonometri | 3 |
Karmaşık Sayılar | 1 |
Logaritma | 3 |
Diziler | 1 |
Limit ve Süreklilik | 2 |
Türev ve Uygulamaları | 4 |
İntegral | 4 |
Üçgenler | *** |
Dörtgenler-Çokgenler | 2 |
Çember ve Daire | 2 |
Doğrunun Analitik İncelemesi | 1 |
Dönüşümler Geometrisi | 1 |
Katı Cisimler | 1 |
Toplam | 40 |
Sınav Sorularına ÖSYM sitesinden ulaşabilirsiniz.
Sınav Sorularına ÖSYM sitesinden ulaşabilirsiniz.
Mal sahibinin halleri şunlardır:1) Sahibi olduğu maldan istifade etmek. Çünkü malı elde etmek için vakit harcamıştır.2) Malı istemek ve toplamak. Bu itibarla zengin olur.3) Kendisi için harcama iştiyakı. Bu hâliyle menfaat sahibi olur.4) Başkasına vermek. Başkasına vermek suretiyle kişi cömert ve fazilet sahibi olur. Bu sonuncusu hâllerin en şereflisidir.
Bu on hasletin her birinden on tane başka rezalet doğar. Biz bunların hepsini teker teker sayarak konuyu uzatmak istemedik. Meselâ herbirinden şu rezaletler doğar: Kendini müdafaa etmek gayreti, öfke, tamah, buğz, rütbe ve mal isteme ihtirası, hasmına galip gelmekten dolayı düşülen gurur, nimeti inkar etmek, ifrata kaçmak, zenginlere ve sultanlara hürmetkår olmak, onlarla sıkı münasebetlere girişmek, onların haram yollardan elde ettiği şeylerden almak, atlarla, bineklerle ve mahzurlu elbiselerle süslenmek, kibir ve azametinden dolayı herkesi hakir görmek, mâlâyani hususlara dalmak, çok konuşmak, korkuyu kalpten çıkarmak, kalbindeki rahmet duygusunu söküp atmak, ifrat derecesinde gaflete düşüp bir namaz içinde ne kadar namaz kıldığını, neyi okuduğunu ve kime münacaatta bulunduğunu tefrik edememek, münazarasında kendisine yardım eden ilimler üzerinde bir ömür tükettiği halde kalbinde haşyet hissinin teşekkül etmemesi -ki böyle ilimlerin âhirette hiçbir faydası yoktur- ibareleri güzel okumak, kelimeleri kafiyeli sarfetmek, olması ender hådiseleri ve hikâyeleri ezberlemek gibi saymakla bitmeyecek kadar felâketler doğurur.
Âlimler üç sınıfa ayrılır:1. Hem kendilerini ve hem de başkalarını helak edenler. Bunlar açık bir şekilde dünya nimetlerini isterler ve onlara dalarlar.2. Hem kendilerini ve hem de başkalarını saadete erdiren âlimler. Bunlar bâtın ve zâhirde insanları Allah'a dâvet, ederler.3. Kendilerini helâk eden ve fakat başkalarının kurtuluşuna, vesile olan âlimler. Fakat bunlar, halkın kalbini kazanmak, halkın gözüne girmek, şan ve şöhret kazanabilmek için uğraşırlar. Bu nedenle ey Müslüman! Hangi zümreden olduğunu düşün ve bul! Kime düşmanlık yaptığını idrâk etmeye çalış! Allah'ın, kendisi için yapılan amelden başkasını kabul edeceğini hiçbir zaman aklına getirme...
Zayıf bir insanın, ışıkların ancak güneş doğduktan sonra etrafı aydınlattığını görmesi, karıncanın şu hâline ne kadar benzer: Bir kağıdın üzerinde bulunan karıncaya akıl ihsan edilse de o kâğıdın üzerindeki yazıları okuma kabiliyeti kazandırılsa dahi; yazıların arka arkaya kâğıt üzerinde sıralanışını kalemin işi zanneder. Çünkü o kağıt üzerine yazıyı yazan olarak, karınca yalnız kalemi görmüştür. Kalemin daha üstüne bakıp, onu tutan parmakları karınca göremez. Hele hele parmakların yukarısında bulunan eli ve o eli idare eden iradeyi hiç göremez. O iradeyi taşıyan yazarın' varlığını, o yazara bu kabiliyet ve hassasiyeti veren hakikî kudret ve kuvvet sahibini, hiçbir şekilde idrâk edemez. İşte tıpkı bu karınca misâlinde olduğu gibi, halkın dikkati çoğu zaman enginlerde ve yakın sebeplerde kalır. Bu sebepleri aşıp, sebeplerin asıl müessirine varmaya muvaffak olamaz. İşte yıldızların ilmine dalmayı yasaklayan sebeplerden biri budur.
Rivayet olunduğuna göre, halktan biri doktara giderek hanımının çocuk yapma özelliğinin olmadığından (kısır oiduğundan) şikayet eder. Doktor, kadının nabzını yoklayarak şöyle der: "Tedavi edilmeye muhtaç değil; zira kırk gün sonra vefat edecektir. Nitekim nabzının durumu buna işaret ediyor' der. Doktorun ağzından çıkan bu sözleri dinleyen kadın dehşete kapılır, hayatı perişan olur. Varını yoğunu fakir fukaraya vererek vasiyetini yazar. Kırk gün yemek yiyemez, su içemez. Kırk gün dolduktan sonra adam, doktora gelerek karısının ölmediğini bildirir. Bunun üzerine zeki doktor "Ölmeyeceğini biliyordum. Hemen eve git ve karınla cinsi münasebette bulun, gebe kalacaktır' der. Doktorun bu cevabına hayret eden koca 'Bu nasıl olur?' diye sorar. Doktor meseleyi şöyle izah eder: "Muayene neticesinde kadının şişman olduğunu ve bu sebeple rahim ağzının kapalı bulunduğunu gördüm. Bu yağları ancak ölüm korkusu eritebilirdi. Bunun için onu böyle bir korkuya sokmak gerekiyordu. Ben de öyle yaptım. Şu anda maksat hasıl olmuş, eşinin rahim ağzını kaplayan yağlar erimiştir. Onun için çocuk yapmaya hazır bir vaziyete gelmiştir" diyerek doktor durumu izah eder. İşte bu hikâye sana bazı ilimlerin tehlikesini haber vermekte, hatta sadece bunu haber vermekle kalmamakta, aynı zamanda Allah'ın Rasûlü Hz.Muhammed Mustafa'nın (s.a) şu sözünün mânâsını da açıkça ve eksiksiz bir şekilde bildirmektedir: "Fayda vermeyen ilimden Allah'a sığınırız." (ibn AbdilBerr) İşte bu hikâyeden ibret al. Şeriatın zemmettiği ilimlere dalma ve onlardan şiddetle kaçın. Ashabın eteğine yapış. Sünnet-i Seniyye yolundan bir an olsun ayrılma. Zira din ve dünyanın selâmeti ancak sahabe-i kirâmın yolundan gitmeye bağlıdır. Tehlike ise, kendi başına birtakım şeyleri araştırmak ve sahabenin görüşünden ayrılıp müstakil bir görüşe sahip olmaktadır. Sakın zannını delilinle, aklınla ve kişisel görüşünle inat göstererek insanlarla çokça tartışma.
İlmin durumu aynen bedenin hâline benzer. Bedene ait bazı haller vardır ki azı da, çoğu da güzeldir. Meselâ, sıhhat ve güzellik gibi... Diğer bir kısmı ise, mûtedil davranıldığı zaman güzel, haddi aşıldığı zaman çirkindir. Meselâ malını Allah yolunda vermek gibi. Haddi aşarak verilen şey sadakadır, fakat güzel değildir. Çünkü israftır. Meselâ şecaatın bir dalı olan tehevvür gibi. Tehevvür (çok öfkelenme, öfkeden köpürme, çok kızma), şecaatın bir bölümüdür ama güzel değildir. Halbuki şecaat güzeldir. İşte ilim de aynen böyledir. Azı da, çoğu da kötü ve çirkin olan ilim, ne ahirete ve ne de dünyaya bir faydası dokunmayan ilimdir. Ne dünyaya, ne de âhirete yaramayan ilmin faydasından çok zararı dokunacağı herkesin kabul edeceği bir gerçektir. Sihir, tılsım ve yıldız ilimleri gibi...Bu ilimlerin bir kısmında hiçbir fayda yoktur. Dolayısıyla bu ilimlerle meşgul olmak insanın en kıymetli sermayesi olan ömrünü boşuna harcamak demektir ki değerli bir sermayeyi boşuna harcamak çirkin ve kötü bir harekettir. Bu ilimlerin bir kısmının zararı, dünyaya yaradığı zannedilen kısmından daha ağır basmaktadır. Zira bu kısmında geçici bir menfaat varsa da verdiği zarara nispeten bu menfaat hiç denecek kadar azdır. Bu duruma göre sen iki halden birine talip ol. Yâni ya nefsinle veya nefsini ıslah ettikten sonra da başkasıyla meşgul ol! Sakın kendi nefsini ıslah etmeyip, başkalarıyla meşgul olan kimselerden olma! Nefsinle meşgul olan bir kimse isen, sadece sana farz olan ve durumunun şartlarına uygun düşen ilmi tahsil etmeye çalış! Namaz, taharet, oruç ve sair ibadetler gibi. Zâhirî amellerinle ilgili ilmi elde etmeye gayret et!
Bu mükâşefe ilmi sıddıkların ve Allah'a yakın olanların ilmidir. Bu ilim, kalp temizlendiği, bütün kötü sıfatlardan soyunup nûra döndüğü zaman elde edilen bir ilimdir. O nûrlu halden birçok hususlar inkişâf eder. Kişi daha önce o şeylerin isimlerini işittiğinden icmalen mânâlarını tahmin eder, fakat kalbi nûr hâline geldiğinde, bütün bu mânâları idrâk eder. Allah'ın zât-ı ulûhiyetini, sıfatlarını, fiillerini, dünya ve ahireti yaratmasının hikmetini, ahireti dünyaya tercih edişinin hikmet ve sebeplerini eksiksiz bir şekilde anlamış olur. Aynı zamanda peygamberliğin, peygamberin, vahyin, şeytanın, melâike lâfzının ve seytanlar sözünün anlamını da bihakkın bilir. Yine meleğin peygamberlere nasıl göründüğünű, vahyin peygamberlere ne şekilde indiğini ve bunların keyfiyetini bütün inceliklerine kadar anlar. Yer ve gök âlemlerinin sırrına vákıf olur. Kalbin hallerini ve kalpteki şeytan ve melekler arasında geçen mücadeleyi bütün açıklığı ile görür. Melekten gelen ilham ile, şeytanın vesvesesini ayırdedecek hassayı elde eder. Ahiretin, cennetin, cehennemin, kabir azabının, sırat köprüsünun, mizanın ve hesab gününde olacakların keyfiyetini de apaçık bir şekilde bilir. 'Oku kitabını! Bugün sana hesab görücü olarak nefsin yeter!' (Isra/14) ve 'Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurdu ise, işte o gerçek hayattır, eğer bir bilselerdi...' (Ankebût/64) ayetlerinin mânâsını hakkıyla anlar. Allah'ü Teala ile karşılaşmanın, O'nun cemal-i ilâhisine bakmanın ve O'na manen yakınlaşmanın ne demek olduğunu da anlar. En yüce cemaatin arkadaşlığı ile hasıl olacak saadetin, melekler ve peygamberlerle beraber olmanın anlamını da idrak etmiş olur. Cennet ehlinin derecelerinin farkını -ki bu fark bazı cennet ehli arasında o denli büyüktür ki; gökte parlayan yıldızlara biz nasıl bakıyorsak, bir kısım cennet ehli de yüksek derecedeki diğer cennet ehlinin durumlarına öylece hayran hayran bakacaktır" ifadesini hakkıyla bilir ve inanır. Daha sayılması çok uzun sürecek neler neler... Zira insanlar bu hakikatlerin esasını tasdik ettikten sonra, mânâlarda çeşitli kanaatlere sahip olurlar.
İkinci bölüm ise Muamele İlmi'ne aittir. Bu muamele ilmi; kalbin ahvalinden, bu hallerin sabır, şükür, korku, ümid, riza, zühd, takvâ, kanaat, cömertlik ve bütün bu hallerde Allahü Teala'ya minnettar olduğunu bilmek; ihsan, hüsn-ü zan, iyi ahlâk, güzel muaşeret, doğruluk ve ihlâs gibi güzel hasletlerden ibarettir. Bütün bu hallerin hakikatlarını bilmek, hududlarını anlamak ve vesilelerini idrâk etmek, meyvelerini devşirmek, cılız ve zayıf taraflarını tedâvi ederek kuvvetlendirmek ahiret ilminden sayılır. Bu hallerin kötülerine gelince; fakirlik korkusu, takdir olunana razı olmamak, hile, düşmanlık, hased, doğru hareket etmemek, riyaset peşinde koşmak, halkın kendisini övmesini beklemek; dünyadan daha fazla lezzet almak kasdıyla uzun zaman yaşamayı dilemek; kibir, riya, gazab, haksız yere böbürlenmek, düşmanlık hisleri taşımak, insanlara buğzetmek, tamahkår olmak, cimrilik, nüfuz sahibi olmaya çalışmak, iyi konuşan bir insan oluşu dolayısıyla bundan kendisine iftihar payı çıkarmak, oburluk, şehvetlerinin emrinde hareket etmek, zenginlere hürmet göstermek, fakirlerle istihza (alay) etmek, nefsine güvenmek, böbürlenmek, akranlarına üstünlük taslamak, servetle mağrur olmak, hakkı bildiği halde kabul etmemek, mâlâyani (boş ve değersiz) şeylere dalmak, boş ve çok konuşmayı sevmek, şaşkın olmak, halkın görmesi için görülebilecek yerlerini süslemek, dininden tâviz vermek, kibir ve gurura sapmak, nefsindeki ayıpları bırakıp başkalarının ayıplarıyla meşgul olmak, üzüntü duyma hissini kalbinden söküp atmak, hiçbir şeyden korkmamak, nefsine dokunana hücum etmek, hakkın yardımına koşmamak, düşman olduğu halde düşmanlığını gizleyerek insana dostluk göstermek, Allah'ın vermiş olduğunu geri almak hususunda Allah'ın azabından emin olmak, ibadetlerine güvenmek, hilekârlık ve hâinlik yapmak, kandırmak, tûl-i emel (uzun istek ve hayaller), kalp katılığı, dünya varlığı ile sevinmek, dünya varlığını kaybettiği için üzülmek, mahlûkata gönül vermek, merhametsiz olmak, hafiflik yapmak, aceleci olmak, az hayâ ve az merhamet hissine sâhip olmak...
İlmin faziletini ve büyüklüğünü anlatan şu misal nasıl ibretliktir. Sâlim b. Ebî Elca'd şöyle anlatır: 'Efendim beni üç yüz dirheme satın aldı ve sonra da azad etti. Azad olduktan sonra ne iş yapacağım diye kendi kendime düşünmeye başladım. Neticede ilimle uğraşmaya karar verdim. Aradan bir sene geçmeden içinde yaşadığım şehrin valisi beni ziyarete geldi ve fakat ben müsait olmadığım için içeri girmesine izin vermedim, o da çekip gitti".
"Hiç şüphesiz Allah Teâlâ verdiği ilmi insanların göğsünden söküp almaz. Ancak âlimlerin gitmesiyle (ölmesiyle) ilim gider. Çünkü her giden âlim, kendisiyle birlikte kendinde var olan ilmi de götürür. Bu öyle bir durum meydana getirir ki, halkın içinde sadece cahil kişiler öne geçerler. Bunlardan birine ilmî bir mesele sorulduğu zaman, ilimleri olmadığı halde fetva verirler. Kendileri dalâlette oldukları gibi, verdikleri fetva (cevap)larla halkı da dalâlete sevkederler." (Süneni Nesai, İbn Mace, Tirmizi)
Muaz b. Cebel ilmi öğrenmenin ve öğretmenin fazileti hakkında şöyle demiştir: "İlmi öğrenin; zira ilmi Allah için öğrenmek, öğrenene Allah korkusu verir. İlmi talep etmek ibadettir. İlmi müzakere etmek tesbihtir. İlmî araştırma yapmak en büyük cihaddır. İlmi, bilmeyen bir kişiye öğretmek sadakaların en makbûlüdür. İlmi, ehlini bulup vermek ise, Allah'a en çok yaklaştırıcı davranıştır. İlim, yalnız kaldığı zaman âlimin en yakın arkadaşıdır; tenha yollarda ise en emin yoldaşdır. Dinde delildir. Genişlikte ve darlıkta sabrı öğretendir. Dostlar yanında yardım eden bir vezirdir. Yabancılar yanında ise sana en büyük destektir. Cennet yolunun nişanesidir. Allah Teâlâ, ilim sayesinde birtakım toplumları yükseltir ve onları hayırda, lider ve izlerinde gidilen rehberler yapar. Onlar hayır hususunda herkese örnek teşkil ederler. Eserlerine ve gösterdikleri yollara herkes bağlanır, hareketleri ise herkes tarafından tâkip edilir. Melekler bunlarla arkadaşlık yapmaya can atar ve kanatlarıyla onları okşarlar. Dünyadaki bütün yaş ve kuru nesneler onlar için Allah Teâlâ'dan af dilerler. Denizlerdeki balıklar, karadaki yabanî ve evcil hayvanlar; gök ve yıldızlar onlar için Allah Teâlâ'dan af talebinde bulunurlar. Çünkü ilim insanların kalplerini körlükten kurtaran bir nimettir. Gözleri zulmetten nûra kavuşturan bir ışıktır. İnsan bünyesini kuvvetlendiren bir kuvvet kaynağıdır. Kul ancak ilmi sayesinde Allah yolunda olanların mertebesine varır, yüce derecelere ulaşır. İlim ve tefekkür oruçla eşittir. İlim müzakeresi, tüm ibadetlere denktir. Allah'a ancak ilimle itâat edilebilir ve yine ancak ilimle ibadet mümkün olur. Allah'ın birliği ancak ilimle bilinir. Allah'ı ancak âlimler güzelce tesbih edebilirler. Kişi ancak ilim sayesinde takvâ ehli olabilir. İlim sayesinde sıla-i rahim yapabilir. Haram ve helâl yalnız ilimle bilinir. İlim imandır. Amel ise ilmin izinden gitmeye memur bir emir eridir. Allah Teâlâ ilmi said kullarına ihsan eder, ondan ancak şakîleri mahrum bırakır." (Ebu Nuaym, Ebu Talib El Mekki)