Anne-Baba olma içgüdüsü

İnsanların fıtratında var alan ebeveyn olma içgüdüsü, tarifi imkânsız bir duygudur. Her insan, içindeki bu duyguyu yaşatmak için, elinden ne geliyorsa yapmak ve bu emeline ulaşmak için doğal olarak çaba gösterir. Kimileri doğal yollardan çocuk sahibi olarak, kimileri de evlatlık alarak veya daha başka yollarla bir bebek sahibi olma ihtiyacı hissederler. Kalbinde en küçük bir sevgi parıltısı olan her insan, bebekleri görünce neşelenir ve onlara fıtri olarak sevgisini gösterir. Bebeklerin gülüşünde, yaptıkları pek çok davranışta, bir komiklik ve insana huzur veren anlam veremediğimiz bir yaratılış vardır. Bebekler, kimilerine göre anlamsız gelen pekçok hareketleriyle, aslında bizlere mesaj verir. Dertlerini, sıkıntılarını, ihtiyaçlarını, bir-iki kelime ile anlatmak için çabalarlar ve bizler de onların dilini anlayamayınca da kızgınlıklarını türlü türlü yaramazlıklarla başımızı ağrıtarak ifade ederler. 
Bebek sahibi olmak, aile olmanın olmazsa olmaz temel koşulu gibidir. Evlendikten sonra insanlar, yaratılışlarında olan ebeveyn olma içgüdüsü sebebiyle bebeklerinin olup olmayacağını merak ederler, arayış içinde olurlar, doktorlara giderler, sağlıklı bireyler gibi bebek sahibi olmak için, gerekirse tedavilere başvururlar, eninde sonunda bu büyük beklentilerine kavuşmak için, ellerinden gelen her şeyi yaparlar. Bazıları da Allah tarafından çok aradıkları bu bebeklerle imtihan edilirler. Kimileri bebek sahibi olamazken kimileri de dünyaya gelen bebeklerin çeşitli sıkıntılarıyla baş etmek durumunda kalırlar. Her iki durum da fani dünya hayatı için bir ibret vesikasıdır. Son zamanlarda sıklıkla artan kısırlıklar, yemek alışkanlıkları, radyasyon ve diğer teknolojik hastalıklar gibi değişen dünya şartları sebebiyle çocuk sahibi olamayan insanların durumları, esasında insan için büyük bir sabır vesilesidir. Çocuk sahibi olmakla olmamak arasında hangi durumun insan için daha hayırlı olacağı asla bilinemez. Yıllarca çocuk sahibi olmak için uğraşan insanların o çocuklarla imtihan olmaları, onlar sebebiyle türlü eza ve cefalara maruz kalmalarına çokça şahit olmuşuzdur. Kur'an-ı Kerim'de evlat ve eşlerin bile insana düşmanlık edebileceği ifade edilmiştir. "Ey iman edenler! Eşlerinizden ve evlatlarınızdan size düşman olanlar çıkabilir; onlara karşı dikkatli olun! Bununla beraber eğer affeder, hoş görür ve kusurlarını örterseniz bu sizin için bir fazilettir. Hiç şüphesiz Allah da, çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir. Mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan vesilesidir. Allah’ın sevgi ve taatini mal ve evlat sevgisine tercih edenleri Allah katında büyük bir mükâfat beklemektedir." (Teğabün Suresi-14,15) Bu nedenle her zaman Allah'tan hayırlı olanı istemek bizim için en doğru olan seçimdir. Bu durum Enfal suresinde açıkça beyan edilmiştir. "İyi bilin ki, mallarınız ve evlatlarınız sizin için ancak birer imtihan sebebidir. Büyük mükâfatın ise yalnız Allah’ın yanında olduğunu unutmayın." (Enfal Suresi-28) Dünya, aklımıza gelen gelmeyen her durumla insanın imtihan edilip, sabırla davrananların kurtuluşa ereceği büyük mükafatlar elde edeceği bir imtihan yurdudur. Bu nedenle önemli olan, fani alemde kurtuluş beraatimizi alabilmenin yolları için sabır göstermektir. Çocuk nimeti de her haliyle bu sabırların başında gelmektedir. Bu sabrın en güzel hali de dünyaya yeni gözlerini açmış masum bebeklerdir. 
Peki her insana mutluluk veren, tarifi imkânsız bir coşkuya neden olan masum bir bebek, insan için acaba ne ifade eder? Bebekler, bir ebeveyn için o kadar çok şey ifade eder ki, bunu kelimelere dökmek de bir o kadar zordur. Bir bebek en başta aile için mutluluktur. Aileyi birbirine bağlayan kuvvetli bir bağ, sıkıntılı zamanlarda neşe kaynağı olacak ulvi bir huzur kaynağı, günün bütün stresini üzerinden attıracak kadar muhteşem doğal bir terapi, insanın kendi soyunu devam ettireceğinin resmi, kişinin dünyadan yok olup gideceği kaygısının ardından bırakacağı eser, ailelerin kendi elleriyle şekillendireceği bir nimet, kendi özünden bir şeyler katarak bırakacağı bir miras, küçük bir kopyalarını meydana getireceği güzide işlenmemiş bir hammadde ve hepsinden önemlisi de her insanın büyük bir itina ile işleyerek kendisinden sonraya bırakılmak üzere attığı imzadır. Anne ve babalık, içgüdüsel bir davranış olduğu için, her insan evlenip çocuk sahibi olmak veya evlat edinerek kendi elleriyle yetiştireceği bir yavrusunun olmasını ister. Ebeveyn olmak bazen insanın kendi ellerinde değildir. Yaratıcı, annelik ve babalığı kimi zaman herkese nasip etmeyebilir. İnsanın sabır derecesini ölçmek ve yüksek mertebelere insanı ulaştırmak maksadıyla, çoğu zaman bebek sahibi olamamak da bir imtihan vesilesi olur. İnsan, bu zorlu ilahi sınavı çoğu zaman içinden gelen anne ve babalık içgüdüsünün verdiği şevkle maalesef hakkıyla eda edemez. Hatta bazı anlarda insan, kendini Yaratıcısına karşı isyana bile yeltenebilir. İsyan gibi büyük hareketler, imtihana muhatab insanlardaki tasvip edilmeyecek hareketlerdir. Bu hallerde sabır etmekten başka çaremiz yoktur. Hz. Zekerriya (a.s) Kuran-ı Kerim'de anlatıldığı üzere çok ileri yaşlarında çocuk sahibi olmuştur. Bu durum ayetlerde şu şekilde aktarılmaktadır. 
"Kâf Hâ Yâ Ayn Sâd. Bu sana okuyacağımız âyetler, Rabbinin kulu Zekeriyya'ya olan rahmetini bir anıştır. Bir zamanlar Zekeriyya, Rabbine gizlice (içinden) yalvarmıştı. Şöyle demişti: "Ey Rabbim! Şüphesiz (artık öyle bir durumdayım ki) benim kemiğim zayıflayıp gevşedi ve başımın saçı bembeyaz alev gibi tutuştu. Sana dua etmekle de ey Rabbim, hiçbir zaman bedbaht olmadım. Doğrusu, benden sonra yerime geçecek yakınlarımın iyi hareket etmeyeceklerinden korkuyorum. Karım da kısırdır. Katından bana bir oğul bağışla ki, bana ve Yakub oğullarına mirasçı olsun. Rabbim! Onun, rızanı kazanmasını da sağla. (Allah, şöyle dedi:) “Ey Zekeriyya! Haberin olsun ki biz sana Yahya adlı bir oğul müjdeliyoruz. Daha önce onun adını kimseye vermedik.” Zekeriyya, “Rabbim!” “Hanımım kısır ve ben de ihtiyarlığın son noktasına ulaşmış iken, benim nasıl çocuğum olur?” dedi. (Allah yahut Cebrail ona şöyle) dedi: "Dediğin gibidir, (fakat) Rabbin buyurdu ki, bu işi yapmak bana kolaydır. Nitekim bundan önce seni yarattım. Halbuki sen hiçbir şey değildin." Zekeriyya, “Rabbim, öyleyse bana (çocuğumun olacağına) bir işaret ver”, dedi. Allah da, “Senin işaretin, sapasağlam olduğun hâlde insanlarla (üç gün) üç gece konuşamamandır” dedi. Derken Zekeriyya ibadet yerinden halkının karşısına çıktı. (Konuşmak istedi, konuşamadı) ve onlara “Sabah akşam Allah’ı tespih edin” diye işaret etti. (Yahya, dünyaya gelip büyüyünce onu peygamber yaptık ve kendisine) “Ey Yahya, kitaba sımsıkı sarıl” dedik. Biz, ona daha çocuk iken hikmet ve katımızdan kalp yumuşaklığı ve ruh temizliği vermiştik. O, Allah’tan sakınan, anne babasına iyi davranan bir kimse idi. İsyancı bir zorba değildi. Doğduğu gün, öleceği gün ve dirileceği gün ona selam olsun. (Meryem Suresi, 1-15) 
Çocuk sahibi olma hususunda sabırlı olmalı ve Zekeriyya (a.s) durumunda olduğu gibi, hakkımızda hep hayırlısını istemeli ve Allah'a daima dua içinde olmalıyız. Çevrenin verdiği telkinler, bazı anlarda başımızı hakikaten ağrıtabilir. “Evleneli ne kadar zaman oldu, hala bir bebeğiniz yok”, “Ne zaman bebeğiniz olacak”, “Her halde bir probleminiz var”, “Şu doktora gidin belki çareniz olur” gibi sözler, aileyi yıkacak kadar ileri gidecek seviyede şiddetle beyinlerde tekrarlanır. Evlendikten hemen bir sene sonra aileye, defalarca “ne zaman bebeğiniz olacak” diye, sorular yöneltmeler, kişileri büyük üzüntülere sürükler. Unutmayalım ki, bebeği veren de, canını alacak olan da Yüce Yaratıcıdır. Bu durumlarda, bireyler birbirlerine karşı saygılı olmalı, bütün bunların takdir-i ilahi olduğunu akıldan çıkarmamalıdır. 
Her şeyin hayırlısını daima Yaratıcıdan istemeli ve eğer içimizde çocuk sahibi olamamak gibi üzüntülermiz varsa bunun bir imtihan olduğunu bilmeli ve çocuksuzluğu bir sorun olarak görmeden, bu durumun sebebi olarak kadın veya erkek suçlanmadan, bu konudaki tüm takdirin sadece Cenab-ı Mevla’da olduğunu aklımızdan çıkarmamız gerekir. Bu vesile ile Allah çocuklarımızı en güzel şekilde yetiştirebilmeyi, onları ilim ve irfanla donatabilmeyi, hepimize nasip etsin. Evlat sahibi olamayanlara da, bu güzel duyguyu hayırlısı ile nasip etsin.
08/09/2008 
Kadir PANCAR


Ana babaya itaat farzdır. Günah işlemekte veya farzlardan birisini terketmekte; anne ve babaya itaat olunmaz. İtaat ancak mübah olan emirlerde geçerlidir. Bir kimse üzerine; fakir oldukları müddetçe gayr-i müslim bile olsalar, anne ve babasına nafaka vermesi, onlara bakması vacip olur.


1) Anne ve babaya "öf" bile denmez. Buradaki "öf" kelimesinden maksad; kızgınlık ve hoşlanmamayı açığa vurmaktır. Mırın-kırın edip, homurdanmak da aynı mahiyettedir.
2) Onlar azarlanmaz. "Sen bilmiyorsun, sus, konuşma gibi kalblerini kıracak cümleler kullanılmaz.
3) Onlara güzel ve tatlı söz söylenir. Ta'zim ve hürmet ifade eden "anneciğim, babacığım, ne emredersiniz gibi" güzel sözler söylenmelidir.
4) Onlara merhametle muamele edilir. Darb ve şiddet uygulanmaz.
5) Anne ve babaya her zaman hayır dua edilir.

“Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine «of!» bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.” (İsra suresi, 23. ayet)

“Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır.” (Lokman suresi, 14. ayet)

“Biz insana, ana-babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Taşınması ile sütten kesilmesi, otuz ay sürer. Nihayet insan, güçlü çağına erip kırk yaşına varınca der ki: Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve razı olacağın yararlı iş yapmamı temin et. Benim için de zürriyetim için de iyiliği devam ettir. Ben sana döndüm. Ve elbette ki ben müslümanlardanım.” (Ahkaf suresi, 15. ayet)

“Biz, insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak banadır. O zaman size yapmış olduklarınızı haber vereceğim.” (Ankebut suresi, 8. ayet)

“De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin…” (Enam suresi, 151. ayet)

“Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.” (Nisa suresi, 36. ayet)

Şurası muhakkaktır ki; anne babanın hakkını ödemek göründüğü kadar kolay değildir. Özellikle annenin hakkı, hiçbir zaman ödenemez. Bir kimse anne ve babasının Şer'an günah olan, örfte ayıp ve ar (utanma sebebi) olan bir fiili işlediklerini gördüğünde onlara bu fena fiili bırakmalarını emreder, kabul etmeleri için ısrarcı olur. Güzellikle iyilikle tebliğ görevine devam eder. Bu tebliğ vazifesinde  kötü davranışlardan, şiddetten uzak durur. Bu kadar çabaya rağmen halen vazgeçmezlerse, emri hoş görmezlerse sükût eder ve onlar için daima dua ve istiğfar eder.

“Anne ve baba cennete orta kapıdan girmeye vesile olur veya insanı cennete ulaştıracak en iyi şey ana babaya iyilik etmektir.” (Hadis-i Şerif, Tirmizi)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Fayda vermeyen ilimden Allah'a sığınırım. “Allah'ım; bana öğrettiklerinle beni faydalandır, bana fayda sağlayacak ilimleri öğret ve ilmimi ziyadeleştir."

İlim; amel etmek ve başkalarıyla paylaşmak içindir. Niyetimiz hayır, akıbetimiz hayır olur inşallah. Dua eder, dualarınızı beklerim...