Elif-lâm-mîm. Rumlar (edna-en alçak yerde) yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Fakat onlar bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip gelecekler. Önce olduğu gibi sonra da Allah’ın dediği olur. O gün müminler Allah’ın yardımı sebebiyle sevinecekler. O dilediğini muzaffer kılar. O çok güçlüdür, engin merhamet sahibidir. Bu Allah’ın vaadidir. Allah vaadinden caymaz; ama insanların çoğu bunun bilincinde değildirler. (Rum Suresi/1-6)
Elif-lâm-mîm. Rumlar (edna-en alçak yerde) yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Fakat onlar bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip gelecekler. Önce olduğu gibi sonra da Allah’ın dediği olur. O gün müminler Allah’ın yardımı sebebiyle sevinecekler. O dilediğini muzaffer kılar. O çok güçlüdür, engin merhamet sahibidir. Bu Allah’ın vaadidir. Allah vaadinden caymaz; ama insanların çoğu bunun bilincinde değildirler. (Rum Suresi/1-6)
Ayetlerin tefsirini, Şeyhülislam EbusSuud Efendi şöyle yapmıştır. "Rivâyet olunuyor ki, iranlılar, Rumlara karşı savaş açtılar; nihayet Ezriat ve Busrâ'da, Diğer bir görüşe göre ise, el-Cezıre'de onlarla karşılaştdar ve Rumları mağlup ettiler. Bu haber Mekke'ye ulaşınca, müşrikler sevindiler ve müslümanlara "Siz ve hıristiyanlar, ehl-i kitabsiniz; biz ve İranlılar ise, putperestiz, işte bizim kardeşlerimiz, sizin kardeşlerinize galip geldiler; biz de mutlak ve muhakkak size galip geleceğiz. Bunun üzerine Hazret-i Ebubekir onlara dedi ki: "Allah, sizin gözlerinizi aydın kılmasın! Vallahi, Rumlar, birkaç yıl içinde Iranlılara karşı mutlaka galip geleceklerdir."
O zaman melun Übeyy b. Halef, Hazret-i Ebubekir'e (radıyallahü anh) dedi ki: "Yalan söylüyorsun; aramızda bir süre tayin et; bunun için sertinle bahse girerim." Hazret-i Ebubekir de, her iki taraf için on cins deve yavrusu üzerine, bahse girdi. Ve süreyi de üç yıl olarak tayin ettiler. Sonra Hazret-i Ebubekir, bunu Resûlüllah'a anlattı. Resûlüllah buyurdu ki: "Âyette bu süre, tibid' olarak ifâde edilmektedir. Bici ise, üçten dokuza kadardır. "Siz, bahse konu malı arıtırın ve süreyi de uzatın." Bunun üzerine bahse konu deve yavrularının sayısını yüze çıkardılar ve süreyi de dokuz yıla uzattılar. Bu arada Übeyy, (Bedir Savaşında) Resülullah'ın elinden aldığı yaradan öldü ve hicretin yedinci yılının başında Rumlar, İranlılara galip geldiler. Bu galibiyet, Hudeybiyye antlaşmasının yapıldığı tarihe rastlamıştı. Diğer bir rivâyete göre, bu galibiyet tarihi, Bedir Savaşının olduğu güne rastlamıştı; hem müslümanlar, hem de Rumlar, o gün zafer kazanmışlardı. Bunun üzerine Hazret-i Ebubekir, üzerinde bahis yapdan deve yavrularını Übeyy'in çocuklarından aldı ve onları Resûlüllah'a getirip: "Bunları sadaka olarak dağıt" dedi. Bu bahis, henüz kumar yasaklanmadan önce idi.
İşte bu âyetler de, Peygamberimizin peygamberliğinin doğruluğunu ve Kur’ânin Allah katından nazil olduğunu ispatlayan apaçık mucizelerdir. Zira bu âyetler, alîm (her şeyi bilen) ve habîr (her şeyden haberdar olan) Allah'tan başka hiç kimsenin bilmediği gaybi haber vermiştir. Diğer bir kırâete göre, ikinci âyetteki galibiyet fiili, malûm kipiyle ve üçüncü âyetteki fiil ise, meçhul kipiyle okunmaktadır. Buna göre mânâ şöyledir: Rumlar, Şam arazisine galip geldiler; ileride müslümanlar da, onlara galip geleceklerdir. Nitekim müslümanlar, bu âyetlerinin nüzulünün dokuzuncu yılında Rumlara karşı savaştılar ve memlekederini fethettiler." (EbusSuud, El-İrşad, Rum Suresi/3)
Hıristiyan olan Bizanslılar'ın, putperest bir toplum olan Persler karşısında çok ağır bir yenilgiye uğramasından yaklaşık 7 sene sonra, M.S. 620 civarında indirilen Rum suresi ayetlerinde Bizans'ın çok yakında galip geleceği haber veriliyordu. Oysa o sırada Bizans o kadar büyük kayıplara uğramıştı ki, değil tekrar galip gelmesi, ayakta kalması bile imkansız görülüyordu. Yalnız Persler değil Avarlar, Slavlar ve Lombardlar da Bizans devletine karşı büyük tehdit oluşturmaktaydı. Avarlar İstanbul önlerine kadar gelmişlerdi. Bizans Kralı Heraklius, ordunun masraflarını karşılayabilmek için kiliselerdeki altın ve gümüş süs eşyalarının eritilip paraya çevrilmesini emretmişti. Hatta bunlar da yetmeyince bronzdan heykeller bile para yapımı için eritilmeye başlanmıştı. Pek çok vali Kral Heraklius'a isyan etmiş, İmparatorluk parçalanma noktasına gelmişti. Önceden Bizans toprağı olan Mezopotamya, Kilikya, Suriye, Filistin, Mısır ve Ermenistan, putperest Persler'in işgali altına girmişti.(Warren Treadgold, A History of the Byzantine State and Society, Stanford University Press, 1997, s. 287-299.)
"Bizans İmparatoru Konstantinos’un 311 yılında Hıristiyanlığı kabul etmesi üzerine Sâsânî İmparatorluğu sınırları içinde yaşayan hıristiyanlar Bizans’ın dostu ve Sâsânî Devleti’nin düşmanı sayılmaya başlanmış, Ermenistan da Hıristiyanlığı kabul edince eski ihtilâflar canlanmıştı. Böylece İranlılar’la Bizanslılar arasındaki çatışmalar yeni bir boyut kazanmış oldu. Uzun zamandır İranlılar’la Bizanslılar arasında süregelen savaşlar milâdî VII. yüzyılın başlarında Bizanslılar aleyhine bir gelişim seyri gösteriyordu. 590 yılında İran tahtına çıkarılan II. Hüsrev 601’de Bizans’a yöneldi ve onlarla yapılan savaşı kazandı. Bizans karışıklıklar içindeydi. İmparator Phokas’ın tedhiş rejimine karşı ayaklanan Kartaca Valisi Herakliyus (Herakleios), kendisiyle aynı adı taşıyan oğlunu Kuzey Afrika birliklerinden oluşan bir filonun başında İstanbul üzerine gönderdi. 3 Ekim 610’da İstanbul’a ulaşan oğul Herakliyus Bizans tahtına çıktı. Phokas idam edildi. Bu sıralarda devlet ekonomik açıdan çökmüş vaziyette idi. Bu ve benzeri sebeplerle Bizans İmparatoru Herakliyus ilk yıllarda Sâsânîler’in imparatorluk topraklarını istilâsını önleyemedi. 613’te İrmîniye ve Suriye’ye girerek Dımaşk’ı işgal eden Sâsânîler, ertesi yıl Kudüs’ü zaptederek burada günlerce katliam yaptılar ve Mukaddes Mezar Kilisesi’ni yakarak Hristiyanlarca kutsal kabul edilen haçı da alıp Medâin’e (Ktesiphon) götürdüler.
615 yılında Anadolu’ya yeniden Sâsânî akınları başladı. Sâsânîler 619 yılında Mısır’ı da işgal ettiler. "(Diyanet- Kuran Yolu Tefsiri/Rum Suresi) Başkent Konstantinopolis'te kalabalığı beslemek verimli Mısır'dan gelen tahıl gönderilerine dayandığı için, bu ülkenin kaybı Bizans imparatorluğu'na şiddetli bir darbe oldu. Önceki zamanların Roma'da yaşayanlara verilen hububat yardımının benzeri Konstantinopoli'deki bedava tahıl oranı, 618'de kaldırıldı. Bizans, askeri alanda olduğu gibi ekonomik anlamda da sıkıntılara maruz kalmıştı. Sasaniler ise her bakımdan daha da güçlenmiş ve Anadolu içlerine kadar ilerlemişlerdi. Kısacası, herkes Sasaniler karşısında, Bizans'ın tamamen yok olmasını bekliyordu. Ama tam bu dönemde, Rum Suresi'nin ilk ayetleri vahyedildi ve Bizans'ın dokuz yıl geçmeden yeniden galip geleceği haber verildi. Bu galibiyet öylesine imkansız gözüküyordu ki, Arap müşrikleri bu ayetleri alay konusu yapacak kadar ileri gittiler. Kuran'da haber verilen bu zaferin, asla gerçekleşmeyeceğini düşünüyorlardı. Fakat Kuran'ın tüm haberleri gibi bu da hiç kuşkusuz gerçekti. Hristiyan Bizanslılar karşısında ateşperest İranlılar’ın savaş galibiyetleri, putperest Mekkeliler’de büyük bir sevinç meydana getirmişti. Mekke müşriklerinin bu gelişmeyi müslümanlara karşı böbürlenme aracı olarak kullanması üzerine Yüce Allah, müminlerin mâneviyatını yükseltecek bir müjde olarak, Rum suresinin zikrolunan ayetlerini vahy olarak Rasülüllah'a bildirdi.
Rum Suresi'nin ilk ayetlerinin indirilmesinden yaklaşık 7 yıl sonra, M.S. 627 yılının Aralık ayında, Bizans ve Pers İmparatorlukları arasında Ninova harabeleri yakınında büyük bir savaş daha oldu. Ve bu kez Bizans ordusu, Persler'i yenilgiye uğrattı. Birkaç ay sonra da Persler işgal ettikleri yerleri Bizans'a geri veren bir anlaşma imzalamak zorunda kaldılar.(Warren Treadgold, A History of the Byzantine State and Society, Stanford University Press, 1997, s. 287-299) Böylece Allah'ın Kuran'da bildirdiği "Rum'un zaferi", mucizevi bir şekilde gerçek oldu.
Bu ayetlerde yer alan bir başka mucize de, o dönemde kimsenin tespit etmesinin mümkün olmadığı coğrafi bir gerçeğin haber verilmesidir. Rum Suresi'nin 3. ayetinde, Rumlar'ın "Dünyanın en alçak yerinde" yenildikleri belirtilir. Arapçası "Edna el ard" olan bu ifade, bazı meallerde "yakın bir yer" olarak da tercüme edilir. Ancak bu tercüme, orijinal ifadenin tam karşılığı değil, mecazi bir yorumudur. "Edna" kelimesi Arapça'da "alçak" demek olan "deni" kelimesinden türemiştir ve "en alçak" anlamına gelir. "Ard" ise yeryüzü demektir. Dolayısıyla "Edna el ard" ifadesi de "Yeryüzünün en alçak yeri" manasına gelmektedir. Ne ilginçtir ki, Bizans İmparatorluğu ile Persler arasındaki savaş, yeryüzünün gerçekten en alçak noktasında gerçekleşmiştir. Söz konusu savaşın yeri, Suriye, Filistin ve şimdiki Ürdün topraklarının kesiştiği bölgede yer alan Lut Gölü havzasıdır. Ve bilindiği gibi deniz seviyesinden 395 metre aşağıda olan Lut Gölü çevresi, yeryüzünün "en alçak" bölgesi kabul edilmektedir. Yani Rumlar, tam ayette belirtildiği gibi, "yeryüzünün en alçak yeri"nde yenilmişlerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Fayda vermeyen ilimden Allah'a sığınırım. “Allah'ım; bana öğrettiklerinle beni faydalandır, bana fayda sağlayacak ilimleri öğret ve ilmimi ziyadeleştir."
İlim; amel etmek ve başkalarıyla paylaşmak içindir. Niyetimiz hayır, akıbetimiz hayır olur inşallah. Dua eder, dualarınızı beklerim...