Hucurât Sûresi, Mushaf’ta yer alma sırasına göre 49. suredir. Medine-i Münevvere’de inen surelerden olduğunda İslam alimleri arasında ittifak vardır. Sûre, adını dördüncü âyette geçen “Hucurât” kelimesinden almıştır. Hucurât ise, odalar demektir. Burada Peygamber Efendimiz’in aile efradıyla birlikte ikamet ettiği odalar kastedilmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v)’in aile efradıyla birlikte ikamet ettiği odaların dokuz adet olduğu ve Velid b. Abdilmelik zamanında yıkılarak mescide katıldığı bildirilmektedir. Sure, Medine döneminde inmiştir. 18 âyettir. Sûrede mü’minlerin, gerek Peygamber Efendimiz'e karşı, gerek kendi aralarında uymaları gereken bazı görgü ve ahlâk kuralları konu edilmektedir.
Hucurât sûresi, Tahrîm sûresinden önce ve Mücâdele’den sonra Medine’de, hicretin 9. yılında nâzil olmuştur. Bu sûrenin ilk âyetinin, sözde veya davranışta Peygamber Efendimiz'in önüne geçerek veya onun sözünü keserek edebe aykırı davrananları uyarmak için geldiği nakledilmiştir (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, IV, 1712).
Sûrede, müslümanların Allah’a ve Rasulüne karşı riayet etmeleri gereken edep, kendi aralarında ve başkalarıyla ilişkilerinde takınmaları gereken ahlâkî tavır konularında buyruk ve tavsiyelere yer verilmiş, müminler arasında çıkacak ihtilâfların nasıl çözüleceği açıklanmış, insanların kök birliği ve eşitliği etkili bir üslûp içinde ilân edilmiş, üstünlüğün fırsat eşitliği içinde yapılacak yarışla elde edileceği vurgulanmış, iman ve islâm kavramlarıyla ilgili önemli açıklamalar yapılmıştır.
Fahruddin Râzî’nin, sûrenin ana konularıyla ilgili olarak yaptığı sistematik açıklama ilgi çekicidir: Bu sûrede müminler, güzel ahlâk kurallarına yönlendirilmektedir. Riayet edilmesi gereken edep ve ahlâk kuralları ya Allah ya Resulü ya da başkalarıyla ilgilidir. Başkaları ya iman, ibadet ve güzel ahlâk yolunu tutanlardır yahut yoldan sapanlardır (fâsıklardır). Doğru yolda olanlar da ya bir arada bulunurlar veya ayrı yerlerde. Böylece ahlâk ve davranış bakımından müminin karşısında beş farklı muhatap vardır. Sûrenin 1, 2, 6, 11 ve 12. âyetlerine “Ey iman edenler” diye başlanmış ve her birinde yukarıda sıralanan muhataplardan biriyle ilgili ahlâk, edep ve davranış kurallarına yer verilmiştir.
Hucurât Sûresi, özetle müslümanların, Allah’a ve Hz. Peygamber (s.a.v)’e karşı yerine getirilmesi lazım olan saygı ve hürmeti; mü’minlerin kendi aralarında uymaları gereken bazı görgü, edeb ve ahlâk kurallarını ve ancak inancında samimi ve en ufacık bir şüphe taşımayan imanın geçerli olduğunu; hiç kimsenin Allah’ı minnet altında bırakmasının söz konusu olamayacağı gibi hususları içermektedir.
Hucurat suresinden çıkarılacak derslerle ilgili olarak konu ile ilgili bir yazıyı, paylaşıp istifadenize sunmak istiyorum.
Allah ve Rasulünün Önüne Geçmeyin...
Müminlere yönelik olarak yapılan ilk hitapta Allah ve Rasulünün önüne geçilmemesi emri, söz söylerken, bir iş yaparken veya bir konuda hüküm verirken, acele edilerek Allah ve Rasulünün o konudaki emir ve uyarıları gözetilmeden ileri çıkmak anlamını ifade etmektedir. Nitekim, böyle bir uyarının gelmesine sebep olarak, sahabeden bir kısmının “şöyle veya böyle bir ayet inseydi daha doğru olurdu” diyerek –haşa- Allah’a ve Rasulüne akıl verircesine sözler sarfetmiş olmaları, böyle bir ayetin inmesine sebep olmuştur, denilmiştir.
Bu gün ayetin bize yansıyan tarafı, kendi kanaat ve düşüncelerimizi ortaya koymadan önce Allah ve Rasulü o konuda neler söylüyor, neler öneriyor ona bakarak hareket etmemizdir. Bu ayetten sonradır ki, Sahabe en iyi bildikleri bir konu dahi olsa, Allah Rasulünün o konuda ne diyeceğini öğrenmeden fikir beyan etmezlerdi.
Sesinizi Peygamber’in Sesinin Üstüne Yükseltmeyin!
Zaman zaman Allah’ın Rasulünün de bulunduğu ortamlarda yüksek sesle konuşan, herhangi bir akranına hitap ediyormuş gibi ulu orta Peygamber (as)’ın ismini telaffuz ederek, kendilerine muhatap olmasını isteyen edeb erkan yoksunu bazı sahabenin, Allah Rasulünü inciten bu tavırları nedeniyle Cenab-ı Hak Hucurât Sûresinin 2-5 ayetlerini inzal buyurmuştur.
Bu ayetlerde Allah Rasulünün huzurunda iken, onu rahatsız edecek şekilde yüksek sesle konuşmak yasaklanmıştır. Bu yasaktan maksat, Hz. Peygamber’in huzurunda münasebetsiz bir şekilde bağırıp çağırmayı ve yüksek sesle konuşmayı önlemektir ki bu Efendimizin kabri ziyaretinde de geçerlidir. Nitekim bir gün Mescid-i Nebevi’de, Peygamberimizin kabrinin yanında yüksek sesle konuşan iki kişiyi duyan Hz. Ömer Efendimiz, onlar tarafına koşarak gelmiş ve sizler nerede olduğunuzu biliyor musunuz? diye çıkışmış ve nereden geldiklerini sormuş. Taifli olduklarını öğrenince de “Medine’li olsaydınız sizi ne şekilde döveceğimi ben bilirdim” demiştir. Bu sebeptendir ki, alimlerimiz “Hayatında Peygambere hurmeten nasıl yüksek sesle konuşmak haram idiyse, kabrinde de yüksek sesle konuşmak doğru değildir” buyurmuşlardır."
Bu ayette anlaşılan mananın yanında mecazi olarak düşündüğümüz zaman Rasulüllah'ın sesi hükmü üzerine söz söylemeyin sesinizi ondan daha çok yükselterek onu incitmeyin. Ulu-orta oturup kafasına göre peygamberimizin sözlerini eleştirenler,onun sözlerini sıradan bir söz gibi değerlendirip rahatlıkla eleştirenler, incitici sözleri hiç çekinmeden kullananların bu hallerinin nasıl red edildiğini ayet güzelce izah eder.
Haber Fasıktan Gelirse araştırın...
Fasık, Allah’ın emirlerini tanımayan, sapkın, günah işleyen, fesatçı, kötülük eden demektir. Toplum içinde bu özellikleri ile bilinen bir insandan veya bir haber kaynağından sadır olan bir haber birimize ulaşırsa, hemen o haberi ele alıp yola koyulmamak gerekir.
İlgili ayetlerde, bize ulaşan haberlerin iyi bir tedkik ve tahkikten sonra değerlendirmeye tabi tutulması, aksi takdirde pişman olunacak neticelere ulaşılabileceği, daha da kötüsü, iman, amel ve güzel ahlak konularında onulmaz yaralar alınabileceği, doğru ve haktan uzaklaşılabileceği ve nimetlerin en büyüğü olan iman nimetinden mahrum kalınabileceği gibi hakikatler anlatılmaktadır. Bu gün gündelik hayatımızda bir çok olayları dinliyor ve kimden ne maksatla üretildiğini bilmediğimiz bir yığın bilgi kirliliği içinde boğulup gidiyoruz. Malum ayetler, belki de hayatında bir defa, o da kendince mazur sayılabilecek bir konuda yalan söylemiş bir Peygamber ashabı hakkında indirilmiştir.
Rivayete göre, Hz. Peygamber, Velid b. Ukbe’yi Beni Müstalik kabilesine zekat memuru olarak göndermiş. Bu kabile ile önceden var olan bir husumetten dolayı korkuya kapılan Velid, yoldan dönmüş, Hz. Peygamber’e gelerek, onların irtidat ederek, zekat vermediklerini söylemiş. Bu haber üzerine Hz. Peygamber, bu kabileye kızmış, savaşmayı bile tasarlamış, bu arada bir kısım sahabe asalım keselim kabilinden sözler sarfetmiş. Ancak Peygamberimiz, ihtiyaten Halid b. Velid’i durumu incelemek üzere göndermiş. Halid, incelemeleri sonunda Beni Mustalik’in ezan okuyup, namaz kıldıklarını ve zekatlarını da teslim ettiklerini Hz. Peygamber’e bildirmiş, durum vuzuha kavuşmuş, ayetler de bu olay üzerine inmiştir.
Bir enformasyon çağında yaşadığımız bir dönemde, yalan haberlere dayalı olarak çıkarılan son harpleri ve insan hakkı ihlallerini görünce ayetlerin ne kadar önemli sosyal mesajlar içerdiğini anlıyoruz. Hatta yalan haberler özellikle uyduruluyor; insanlar şöyle dursun, devletler adeta tuzaklara düşürülüyor ve bir yığın mal, can, ırz, namus gibi değerler ayaklar altında heba olup gidiyor. Yalan haberler sebebiyle insanlar bazan en yakınları ile yaka paça olabiliyor, yıllarca küsülü kalmaları yetmezmiş gibi, bazan canlara bile kıyıldığı oluyor. Öyle ise, Kur’an’ımıza ve onun tebliğcisi ve uygulayıcısı olan Peygamber Efendimizin uygulamalarına müracaat edeceğiz ve aldığımız bir haber hakkında kılı kırk yararak bir kanaat oluşturmaya çalışacağız. Aksi takdirde canımız yanmaya veya birilerinin canlarını yakmaya devam ederiz.Bu ayette anlaşılan mana iyice tetkik edilirse; sosyal medyada durmadan birşeyler paylaşanlar, doğru ya da yanlış incelemeden irdelemeden bir fikrin savunuculuğunu yapanlar bin kere değil milyon kere düşünmesi gerekir. Nice insan var ki sosyal alanda birbirini hiç tanımadığı halde yalan haberleri doğruymuş gibi o kadar rahatlıkla yayma görevi üstleniyorlar ki hallerine şaşılır. Bir gazetede, dergide sosyal medya araçlarında bir yazı okuyorsunuz bir resim görüyorsunuz köşede paylaş butonu var hemen arkadaşlarınızla paylaşıyorsunuz.Doğru mu yanlış mı araştırma yok. yanlışa aynen ortak olma değil de nedir bu? Biraz ayetler ışığında düşünün.
Ya Husumet Müminler Arasında Cereyan Ederse?
Aslolan barış içinde bir hayat yaşamaktır. Barışı bozan şeyler arızi sebeplerdir. Aynı inancı paylaşan insanlar arasında ise, kabili mümkün olmayan bir halettir, düşmanlık, husumet. Ama olabiliyor. Bizim bu sözümüz, bir kabulün ifadesi değil, sadece vakıayı tesbittir.
Tefsirlerimizde Hucurât Sûresi’nin 9-10 ayetlerinin inzaline sebep teşkil eden bir çok olay anlatılmıştır.Hepsinin de ortak olduğu taraf, ayakkabı, terlik ve ince hurma çubuklarıyla sahabeden bir kısmının diğer bir kısmı ile küçük çaplı kavga yapmış olmalarıdır. Durumdan haberder olan Efendimiz (as)’ın daha olay büyümeden grupların arasına girerek, yatıştırıcı ve teskin edici ifadelerle onları barıştırmış olmasıdır.
“Sulh en hayırlısıdır” buyuran Rabbimiz haramı helal kılan bir sulhün haricinde her alanda barıştırmayı överken, Peygamber Efendimiz (s.a.v) de “Hükümlerin efendisi sulhtür” buyurarak insanların arasını barış yoluyla bularak anlaştırma ve bir hükme bağlamanın önemini vurgulamıştır.
Yukardaki ayetlerde görüldüğü gibi Efendimiz (as), barıştırma işleminin sadece sözünü etmemiş, aynı zamanda tatbikatını da göstermiştir.
Sulhün ve barışın, kardeşler arasının ıslahı için, bir güç ve otoritenin olması da gerekir. Yani taraflar üzerinde madden ve manen yaptırım gücüne sahip olmak da lazımdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir otoritesi söz konusu idi. Bu sayede ashabı ve tebaası arasında oluşabilecek problemlere derhal müdahele ediyor ve netice de alıyordu. Ama bu gün öyle mi? Özelde ve genelde müslümanlar kendi problemlerini kendi aralarında çözme kudretini gösteremeyince, başkalarının insafına terkediliyorlar. Bunun dünya çapındaki acı yansımalarını son otuz seneden bu tarafa üzülerek seyrediyoruz. Müslümanların başında “veliyü’l emir” olarak bulunan otoriteler, bir müddet sonra kendi diktalarını ilan ediyorlar ve yıllarca hakkı ifade etmek ve yaşamak isteyen kendi öz kardeşlerine yapmadıkları zulüm ve işkence bırakmıyorlar. Bir müddet sonra da müslüman milletler “denize düşen yılana sarılır” vecizesinde olduğu gibi, daha koyu ve katı düşmanların kucağına düşüyorlar.
Ayetlerde, ileri giderek hududu aşan grup hem ayıplanıyor hem de bu aymazlığında devam ederse, gadre uğrayan grubun yanında yer alınması isteniyor; ta ki saldırganlar, bu saldırganlıklarından vazgeçinceye kadar. Saldırganlık sona erdikten sonra ise, hemen kardeşlikler hatırlatılıyor ve her ne kadar arada husumet te olsa inanan insanların kardeşler oldukları çok çarpıcı ifadelerle dile getiriliyor: “Müminler ancak kardeştir.” Yani eğer bir kardeşlik mefhumundan bahsedilecekse, bu kardeşlik, nesep, sıhriyet, mal, mülk kardeşliği ve ortaklığı olamaz, en güçlü, en sağlam kardeşlik, din, inanç bağı ile oluşacak kardeşliktir. (M. Hulusi Ünye Eylül/2011)
Hucurat Suresinin mealini okumak için bağlantıya tıklayınız. (Bkz. Hucurat Suresi Meali)
1 Kurtubi, El-Cami’ li-Ahkami’l Kur’an, C. 19, Shf. 352 ,
2 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, C. 6, Shf. 4453,
3 Hucurât, 49:1,
4 Sözlük, Ferid Devellioğlu, Fısk Maddesi.,
5 El-Cami Li-Ahkami’l Kur’an, Kurtubi, C. 16. Shf. 205,
6 El-Cami Li-Ahkami’l Kur’an, Kurtubi, C. 16. Shf. 207-208,
7 Nisa, 4:128,
8 Şerhu’n-Nîl ve Şifau’l-Alîl, C.27, Shf. 304z.
9 www.hayatonline.eu/m-hulusi-unye/hucurat-suresi-ve-bazi-ahlak-kurallari/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Fayda vermeyen ilimden Allah'a sığınırım. “Allah'ım; bana öğrettiklerinle beni faydalandır, bana fayda sağlayacak ilimleri öğret ve ilmimi ziyadeleştir."
İlim; amel etmek ve başkalarıyla paylaşmak içindir. Niyetimiz hayır, akıbetimiz hayır olur inşallah. Dua eder, dualarınızı beklerim...