Gelenbevi İsmail Efendi

Meşhur Osmanlı matematik âlimlerinden. 1730 senesinde Aydın vilâyetinin Saruhan sancağında bulunan Gelenbe kasabasında dünyâya geldi. Adı İsmâil olmasına rağmen doğduğu yerden dolayı Gelenbevî olarak tanınmıştır. 1791 (H.1206)de Yenişehir’de vefât etti. Ataları Gelenbe kasabasında müftî ve müderrislik yapmışlardı. Kendisi ise küçük yaşta yetim kaldığından tahsîline başlayamamıştı. “Çok yazık! Ata ve ecdâdın büyük âlim ve ilim sâhibiyken, sen sokaklarda dalgınlık ve başıboşluk içinde oyun oynuyorsun!” demesi üzerine, oyunu terk ederek o günden îtibâren ilim tahsîline başlamıştı. Önce, kendi çevresindeki bilginlerden ilk bilgilerini almıştır. Daha sonra, öğrenimini tamamlamak üzere İstanbul'a gitmiştir. Burada, çok değerli ve kültürlü öğretmenlerden yararlanıp matematik bilgisini oldukça ilerletmiştir. Müderrislik sınavını kazanarak 33 yaşında 1763 senesinde müderris olmuştur. Aynı zamanda hocası ayaklı kütüphâne ismi ile anılan Müftîzâde Mehmed Efendinin evinde araştırma tarzında tahsile devâm etmiştir. Bundan sonra kendisini tümüyle ilme verip çalışmalarına devam ederek İstanbul’da Yâsinzâde ve diğer âlimlerden ilim tahsîlini tamamlamış, bütün gayret ve çalışmalarını insanların yükselip, kemâl sâhibi olmaları için harcamıştır. 
On iki-on üç yaşlarında bulunduğu sıralarda bir gün sokakta çocuklarla ceviz oynuyordu. Bunu gören baba dostlarından biri;
Sultan Üçüncü Selim zamânında Kağıthâne’de askerî bir eğitim merâsiminde humbara atışı gösterileri yapılmıştı. Fakat yapılan atışların hiç birinin isâbet etmemesi üzerine bâzı yakınlarının aracılığıyle Gelenbevî İsmâil Efendi, Sultanın huzûruna çıkarıldı. Hesaplarının yapılıp yeniden atılması emrini alınca, hemen gerekli hesaplamaları yapıp humbarayı düzelttikten sonra atışları yaptırdı. Üç defâ tekrarlanan atışın üçü de hedefe tam isâbet etmişti. Pâdişâh bu durumdan çok memnun olarak kendisini mükâfatlandırdı. 
Gelenbevi, eski yöntemle problem çözen son Osmanlı matematikçisidir. Sadrazam Halil Hamid Paşa ve Kaptan-ı Derya Cezayirli Hasan Paşa'nın istekleri üzerine, Kasımpaşa'da açılan Mühendishane-i Bahrî-i Hümâyûn'a altmış kuruşla matematik öğretmekle vazifeli olarak atandı. Bu atama ona parasal yönden bir rahatlık getirdi. 
Gelenbevî’nin İstanbul’da bulunduğu sırada, Fransa’dan bir mühendis gelerek logaritma cetvelini Bâbıâlî’ye takdim etmişti. İstanbul’da bu ilmi kimsenin bilmediğini iddiâ etmesi üzerine Gelenbevî İsmâil Efendinin evine gönderildi. Evdeki durumu gören Fransız, Gelenbevî’yi hiç yerine koyarak, logaritmayla ilgili bir mesele bırakıp; “Falan vakte kadar cevâbını isterim.” dedi. Fransız, Hocanın evine tekrar netîceyi öğrenmek için geldiğinde cevap yerine İsmâil Efendi, yazdığı logaritma risâlesini takdim etti. Çok şaşıran Fransız, Bâbıâli’de Gelenbevî İsmâil Efendinin zekâ ve kâbiliyetine hayran olduğunu beyân etti. Reîsülküttâb Efendiye; “Şu adam Avrupa’da olsaydı ağırlığınca altın ederdi.” demesi samîmi bir ifâdesiydi. 
Ömrünün sonunda yazdığı Cebir kitabı, çok kıymetli olup, tek başına, Gelenbevî’nin adının dillerde kalmasına fazlasiyle kâfidir.Eserleri, kıymetini meydana çıkardığı gibi, şöhret bulmasına da sebeb olmuştur. Padişah tarafından Yenişehir’e vazîfeyle gönderildi. Orada âni bir üzüntüden dolayı felç oldu ve 1791 senesinde vefât etti. 
Eserleri: Bıraktığı eserler onun mantık, matematik ve kelâm ilmindeki üstünlüğünü açıkça ortaya koyar. İsmâil Efendi, medresenin yetiştirdiği ve ilmî değerini Osmanlı Devletinin sınırları dışına taşıran son âlimlerdendir. 
Gelenbevî’nin yazdığı eserler, matematik ve astronomi; mantık, felsefe ve âdâb; kelâm ve tasavvuf ile öteki eserleri olmak üzere, dört gruba ayrılır: a. Matematik ve astronomiyle ilgili eserler: 1) Cebir Kitabı: Kaynaklarda Hesâb-ul-Küsûr veya Küsûrât-ı Hesâb adlarıyla bilinen bu eser, en önemli kitâbıdır. 2) Risâle-i Azla’i Müsellesât: Türkçe yazılan eser, bir üçgenin açıları ve kenarları arasındaki bağıntıların hesap açısından incelenmesine dâir olup, 79 sahîfeyi bulmaktadır. 1805 senesinde Dârüttıbâa’da da basılmıştır. 3) Şerh-i Cedâvil-i Ensâb: Logaritma cetvellerinin kuruluş biçimi ve kullanılışına dâir bir risâledir. Akıcı bir Türkçeyle yazılmıştır. Fransız mühendisinin sorularını cevaplamak için yazmıştır. 4) Risâle alâ Rub-il-Mukantarât ve Risâle alâ Rub-il-Müceyyeb: Arapça yazılan ve basılmayan eser, astronomi ile ilgilidir. 5) Risâlet-ül-Kıble: Dekâik-ül-Beyân fî Kıblet-il-Büldân: Bu eser astronomi ve trigonometriyi ilgilendirmektedir. 
b. Mantık, felsefe ve âdâb ilmiyle ilgili eserler: 1) Gelenbevî alâ Îsâgûcî Şerhi: Arapca yazılmıştır. 2) El-Burhan fî-İlm-il-Mîzân: Mantıkla ilgilidir. Mîzân-ı Gelenbevî veya kısaca Burhân isimleriyle de tanınır. 3) Kıyâs Risâlesi: Mantık ilmine dâirdir. 4) Risâlet-ül-İmkân: Arapça olanbu eser, Miftâhu Bâb-il-Müveccehât adıyla bilinir. 5) Ta’lîkât alâ Mir-ül-Âdâb: Münâzara ilmi veya münâzara sanatı ile ilgilidir. 6) Risâletü İlm-il-Âdâb: Âdâb Risâlesi veya Gelenbevî alâ Âdâb adıyla bilinir. 
c. Kelâm ve tasavvufla ilgili eserler: 1) Hâşiye alâ Tehzîb-ül-Mantık vel-Kelâm, 2) Hâşiye alâ Şerh-ül-Celâl el-Adûdiyye: El-Mevâkıf adlı eserin hâşiyesidir. Kısaca Celâl Hâşiyesi ve Gelenbevî alel-Celâl adlarıyla anılan eser, 1817 senesinde basılmıştır. Kelâm ilmine dâirdir. 3) Risâle fî Tahkîki Mezhebi Ehl-is-Sünne fî Usât-il-Mü’minîn: Bozuk mûtezile mezhebine cevap için yazılan bu eser de Arapçadır. 4) Vahdet-i Vücûd Risâlesi. 
d. Diğer eserleri: 1) Risâle fî Beyânı İsm-ül-Ma’nâ ve İsm-ül-Ayn: Nahiv ilmiyle alâkalıdır. 2) Risâle fî Şerhi Târîfi Sıdk-il-Haber ve Kizbihî, 3) Risâle fit-Tekaddüm.

Ebu el-Vefa ve Matematik

İsmi ve künyesi 'Ebu el-Vefa Muhammed bin Muhammed bin Yahya bin İsmail bin el-Abbas el-Büzcani' olan alim, 940 yılında İran'da bulunan Buzgan kasabasında doğmuştur. Bu yüzden 'Ebul Vefa Büzgani' diye meşhur olmuştur. Hem pozitif ilimlerde hem de zamanın marifet ilimlerinde tahsil görmüş ve bir yetkinliğe ulaşmış önemli bir isimdir. İlim tahsiline amcası Ebu Amr Mugazili ve Ebu Yahya bin Kimib'in yanında başlayan Ebul Vefa, 959 yılında Bağdad'a gitti. Ölümüne kadar (998 Bağdat vefat etmiştir) burada bilimle meşgul oldu. Bilim sahasında, matematik bilimini tahsil etti ve özellikle trigonometri üzerinde çalışmalar yaptı. Bu alanlarda çok fazla çalışma yaptığı ve eserler yazdığı bilinmesine rağmen günümüze kadar bu eserler muhafaza edilememiştir. Batlamyus'un ve Diophantos'un eserlerini inceleyip açıklamış, astronomi sahasında ise Ay'ın hareketleri üzerine çalışmalar yapmıştır. Matematik ve astronomideki hizmetleriyle bilim tarihinde önemli bir yer tutmuştur.
Ebu'l Vefa, yıldızların eğimlerininin kesin ve doğru bir şekilde ölçülebilmesi için bir duvar oktantı geliştirdi. Bundan başka trigonometri çizelgelerinde hesaplamalar yapmak için gelişmiş metotlar üretti ve küresel trigonometrideki bazı problemlerin çözümü için yeni yöntemler keşfetti. Astronomik gözlemler için sinüs (ceyb) ve tanjant (zıl-gölge) değerlerini gösteren çizelgeleri on beşer dakikalık açı aralıklarıyla hesapladı. Bu dönemde gök bilimi inceleme çalışmaları çok yaygınlaştığından bu alanda devrin islam alimleri tarafından sürekli çalışmalar yapılmış ve günümüzden çok seneler önce bu çalışmalar hassas ölçümlerle bilinebilmiştir. Ünlü matematikçi El-Mervezi'nin de buna benzer çizelgeleri olduğu bilinse de onun çizelgeleri tanjant ve kotanjantı yayın fonksiyonu olarak vermediği gibi, Ebu'l Vefa'nın çizelgeleri kadar sağlıklı değildir.
Ebu'l Vefa, matematik sahasında özellike trigonometri üzerinde çalışmalar yapmıştır. Trigonometrinin altı esas oranı arasındaki trigonometrik ilişkileri ilk defa ortaya koymuştur. Bu oranlar günümüzde aynen kullanılmaktadır. Trigonometri alanında iki açının trigonometrik fonksiyonlar altındaki toplam ve fark formülleri, yarım açı formülleri Ebul Vefa tarafından günümüzde kullanıldığı haliyle keşfedilmiş ve astronomi çalışmalarında sıklıkla bu formülleri kullanmıştır. Cos ve sinüs fonksiyonlarının yarım açı formüllerini bulmakla birlikte küresel trigonometriye dair sinüs teoremini de ortaya koymuştur.
Ebu'l Vefa, Habeş el Hasib ve El Mervezi gibi önemli matematikçileri izleyerek tanjant ve sekant fonksiyonlarını birim çember üzerinden yararlanarak tanımladı. Sekant kaşifi olarak genellikle Kopernik bilinirse de ünlü bilim tarihçilerinden Monte Candon ve Carra de Vaux'un araştırmaları sonucu bu buluşun Ebu'l Vefa'ya ait olduğu tespit edilmiştir. Trigonometrinin yanında cebir ilmi üzerinde derinlemesine çalışmalarda bulunan Ebu'l Vefa o zamana dek bilinmeyen dördüncü dereceden denklemlerin çözümünü gerçekleştirdi. Eski Yunanların ve Hintlerin çözemediği birçok problemi geometrik yollarla çözmeyi başardı. Dördüncü dereceden bir bilinmeyenli denklemlerin çözümünde konikleri keşfini buldu ve bugünkü anlamda hiberbol, elips ve parabole ait konik özelliklerinin keşfini sağladı. 
Ebul Vefa, Battani, Mervezi ve Harezmi'nin matematik ve geometrideki buluşlarını önemli ölçüde geliştirmiştir. Matematik alanında yaptığı çalışmalar astronomi alanınında da ilerlemesini sağladığından Ay üzerindeki bir kratere O'na ithafen Abul Wafa adı verilerek bilim alanındaki saygınlığı tescillenmiştir.Ünlü bilim tarihçisi Plorian Cajori 'History of Mathematics' adlı eserinde onun hakkında şöyle demiştir: Ebul Vefa şüphesiz ki Harezmi'nin matematik ve geometrideki buluşlarını önemli ölçüde geliştirdi. Özellikle de geometri ile cebir arasındaki münasebetler üzerinde durdu. Böylece, bazı cebirsel denklemleri geometri yoluyla çözmeyi başardı ve diferansiyel hesap ve analitik geometri'nin temelini kurdu. Bilindiği gibi, diferansiyel hesap insan zekasının bulduğu mühim ve pek faydalı bir mevzu olup, ilim ve teknolojik muasır gelişmelerin temel kaynağını teşkil etmektedir. Ayrıca Battani'nin trigonometriyle ilgili eserlerini inceleyerek girift ve anlaşılmayan yönlerini açıklığa kavuşturdu. demektedir.(Yeni Rehber Ansiklopedisi; C:6,S:148-149)

Bilinen Eserleri:
Kitab'ul Kamil: Trigonometri ve astronomiden bahseden meşhur eseridir. Birinci bölümde yıldızların hareketinden önce bilinmesi gereken meseleler, ikinci bölümde yıldızların hareketlerinin incelenmesi, üçüncü bölümde yıldızların hareketlerine arız olan şeyler anlatılmaktadır. Eserin yazma bir nüshası Paris National Kütüphanesi'nde 1138 numarada kayıtlıdır. Eser Sedilot tarafından tercüme edilerek basılmıştır.
Kitab'un fi Amel-il Mistarati ve'l Pergar vel Gunye
Kitabab ma Yahtacu-İleyh-İl-Küttab vel Ummal min İlm-il-Hisab
Kitabün Fahirün bil Hisab
Kitab'ün fi'l İlmi Hisab'il Musellat
Kitab'ün fi'l Felek (Astronomiye ait hesapların incelendiği eserdir.)
Kitab'un Zic-iş Şamil (Astronomiye ait trigonometri ölçümlerin cetveli durumundaki eserdir.)
Kitab'un fi'l Hendese (Geometri alnında yazılmış eserdir..)
Kitab'ul Medhal ila Aritmetik Tefsir-ii Harezmi fi Cebri ve'l Mukabele (Harezmiye ait denklemlerin çözüm kümelerinin bulunması alnında yapılan çalışmaları içerir.)

ibn Yunus (ö. 399/1009)

Tam künyesi Ebü'l-Hasen Alî b. Abdirrahmân b. Ahmed b. Yûnus es-Sadefî dir. Doğum tarihiyle ilgili bir kayıt bulunmamakta, ancak Fâtımîler'in Mısır'ı zaptederek 358'de (969) Kahire'yi kurdukları sırada gençlik çağında olduğu bilinmektedir. Fustat’ta yetişmiş ve hayatını orada geçirmiştir. Ünlü bir aileden gelir; Dedesi, İmam-ı Şafii hazretlerinin yakınlarından ve ilmi meclisinde bulunan bir zat ve babası da meşhur bir hadis âlimi ve tarihçidir. İbn-i Yunus, küçük yaşta ilim tahsiline başladı. Naklî ilimlerde tanınmış bir aileye mensup olmasına rağmen aklî ilimlere, özellikle astronomi ve matematiğe ilgi duyan İbn Yûnus'un tahsili ve hocaları hakkında bilgi yoktur. Kişiliği üzerine açıklama yapan kaynaklar, onun astronominin yanı sıra astrolojiyle de yoğun şekilde uğraştığını, vaktinin çoğunu astrolojik kehanetlerle geçirdiğini ve şiir yazdığını kaydetmektedir.
Müsebbihî Târîhu Mışr adlı eserde; İbn Yûnus'un dalgınlığı, toplum tarafından tuhaf karşılanan kıyafeti ve davranışlarıyla ilgi çektiğini belirterek 399 Şevvalinde (Haziran 1009) Fustat’ta aniden vefat ettiğini, evinin civarına gömüldüğünü, kitaplarının da oğlu tarafından tartıyla satıldığını kaydedilmiştir. Babasının da onu daima bir "müneccim ve sâhir" olarak gördüğü, hatta kendisinden hadis rivayet edilemeyeceğini söylediği bilinmektedir. Dönemlerinde yaşadığı Fatımî halifeleri Azîz-Billâh ile Hâkim- Biemrillâh'ın astronomiye olan ilgileri, İbn Yûnus'un onların destek ve himayelerini kazanmasına yol açmıştır. Mısır’da hüküm süren Fatımi Sultanlarından El-Aziz ve oğlu Hakim bi-Emrillah devirlerinde ibn Yunus iyice tanındı. Fatımi hükümdarları, ilmi çalışmalarını teşvik ederek, Kahire civarında Cebel-i Mukattam Dağında onun için bir rasathane yaptırdılar. Astronomi çalışmaları yapmasını sağladılar. Kendisine o devrin en mükemmel aletlerini temin ettiler. İbni Yunus İbn-i Yunus, 978 senesinde Kahire’de yaptığı gözlemler neticesinde ay ve güneş tutulmalarını en ince hesaplarla tespit etti. Böylece büyük bir şöhrete erdi. Zira bu şekilde hassas ve dakik hesaplama,o zamana kadar yapılmamıştı. Yaptığı rasatlar sonunda büyük ve mükemmel bir zic hazırladı. Bu eseri dört cilt olup, Zic-ül-Hakemi adıyla meşhurdur. İbn-i Yunus, eserinde kendinden önce gelen astronomi alimlerinin ay ve güneş tutulmalarıyla ilgili yaptıkları hesaplamaları ve yıldızların hareketleriyle ilgili bilgileri ele alıp, mukayese etti. İyice tetkik ederek, kendi rasatlarıyla elde ettiği sonuçlarla karşılaştırdı.Böylece ayın hareketinin giderek değiştiğini ortaya koydu. Burçlar dairesinin meylini, güneşin paralaksını(güneşin merkezinden dünyanın yarıçapını gören açı) itidal noktalarını(ilkbahar ve sonbahar noktaları) en doğru şekilde tespit etti. İlmî şahsiyeti ve ortaya koyduğu başarı, Azîz-Billâh'ın teşvikiyle başlayıp 365-393 (976-1003) yılları arasında kesintisiz sürdürdüğü gözlem ve incelemelerin sonunda kaleme aldığı ve Azîz-Billâh'ın 996 yılında ölümü üzerine tahta çıkan Hâkim-Biemrillâh'a ithaf ettiği ez-Zîcü 'l -Hâkimiyyü'l-kebîr'den hareketle belirlenebilmektedir. İslâm dünyasında hazırlanmış en kapsamlı astronomi cetvellerinden biri olan ez-Zîcü'l-Hâkimî İslâm astronomisinin standart konularıyla uğraşmakta, ancak öteki zîclerden hem müellifin hem de seleflerinin yaptığı gözlemlerin listesini vermekle ayrılmaktadır. Ancak İbn Yûnus, gözlem kayıtlarındaki titiz tutumuna rağmen kendi gözlemlerinde ne tür astronomi aletleri kullandığına dair yeterli açıklama yapmamıştır. Meselâ Fustat'ın enlemini tayin ederken ve gündönümlerinde güneşin meridyen yüksekliği yardımıyla ekliptik eğimini hesaplarken halife tarafından sağlanan bir aletten faydalandığını söylemekte, fakat hakkında, her dakikalık yayı gösteren derecelendirilmiş bir ölçeğin bulunduğundan başka bilgi vermemektedir. Bu alet muhtemelen büyük bir meridyen halkası idi; yaptığı atıflardan, basit gözlemler için kullandığı öteki aletlerin de bir usturlapla bir gnomon olduğu sonucu çıkarılabilir.
İbn Yûnus, ez-Zîcü'l-Hâkimî'nin mukaddimesinde Yahya b. Ebû Mansûr el-Müneccim'in kendisinden yaklaşık iki yüzyıl önce Bağdat'ta Halife Me'mûn için hazırladığı ez-Zîcü'l-mümtehan’ı Mısır coğrafî bölgesi için uyarlama niyetinde olduğunu söylemektedir. Zîc’in mukaddimesinden ve dört, beş, altıncı bölümlerinden anlaşıldığı kadarıyla İbn Yûnus, ez-Zîcü'l-mümtehan’ın yanı sıra Habeş el-Hâsib Bettânî ve Neyrîzî'nin zîclerini de incelemiştir; ancak Habeş el-Hâsib'e nisbet ettiği gözlemler ez-Zîcü'l-mümtehan’ın mevcut nüshalarında bulunmamaktadır. Eserde bunların yanı sıra Bağdatlı ünlü aile Benî Amâcûr ile Ahmed b. Muhammed en-Nihâvendî, İbnü'l-Ademî, Benî Mûsâ, Ebû Ma'şer el-Belhî, İbnü'l-A'lem, Abdurrahman es-Sûfî ve Muhammed es-Semerkandî gibi astronomların zîclerinden de yapılmış iktibaslar yer almaktadır. İbn Yûnus'un gerçekleştirip tanımladığı gözlemler, gezegenlerin birbirleri ve ekliptiğe en yakın noktada bulunan Aslan takım yıldızındaki Regulus yıldızı ile kavuşumları, güneş ve ay tutulmalarıyla ekinoksun belirlenmesi, ekliptiğin eğiminin ölçülmesi ve ayın en büyük enlemine dair ölçümler üzerinedir.
İbn-i Yunus’un gayesi, kendinden önce gelen alimlerin ortaya koyduğu bilgileri tashih edip, mükemmel bir hale getirmekti. Vardığı sonuçlar ve yaptığı hesaplamalar, günümüzdekilere çok yakındır. Bu yüzden ilim tarihçileri onu Battani ve Ebü’l-Vefa Buzcani’den sonra, en büyük astronomi alimi bilirler.
Zic-ül-Hakemi adlı eserinin bir bölümü matematiksel coğrafya ile ilgilidir. Trigonometride söz sahibi oldu. O devirlerde trigonometri henüz daha başlı başına bir ilim dalı halinde değildi. İbn-i Yunus, bu ilmin başlı başına bir ilim haline gelmesi için esaslı çalışmalar yaptı ve bu yolda başarılı adımların atılmasını sağladı. Birçok bilginin çalışmalarına ışık tuttu. 0 ve 1°nin sinüsünü son derece dikkatle hesapladığı gibi tanjant ve kotanjant cetvellerini de muntazam bir şekilde hazırladı ve çalışmalarında kolay bir hesaplama metodu geliştirdi. Bu metodla bütün hesaplar süratle yapılıyordu. Böylece logaritmanın keşfine giden ilk adımları attı ve haklı olarak ilim tarihçileri tarafından kabul edildi. Çünkü o, logaritma’nın temel prensibi olan çarpmayı, bölmeye çevirme usulünü bulmuş ve ilk defa kullanmıştı. Trigonometri için büyük önemi olan dönüşüm formüllerini ilim dünyasına ilk defa o kazandırdı. Onun bu formülleri kullanarak hesap yapması, ortaçağ bilginlerini şaşkına çevirdi. İbn-i Yunus, trigonometri üzerindeki araştırma ve çalışmalarında, özellikle kürevi trigonometride birçok zor problemleri çözmeyi başardı.
Batılı bazı bilim tarihçileri, logaritmanın kaşifi olarak 1550–1617 seneleri arasında yaşayan İskoçyalı bilgin John Nepier’i kabul ederler. Halbuki onun bulduğu formül, kendisinden tam yedi asır önce İbn-i Yunus tarafından kullanılan formüllerden ibarettir. İbni Yunus John Napier, buradan hareketle, İbn-i Yunus’un bulduğu logaritmik formülleri geliştirmiştir. İbn-i Yunus, ömrünün büyük bir kısmını yıldızlar ve özellikle gezegenleri tetkik etmekle geçirdi. On sekiz yıldızın gökküresindeki koordinat değerlerini buldu. Onların hareket ve faaliyetleri üzerinde durdu. Yıldızların gözlenmesinde kullanılan ve görünüp kaybolma periyotlarının tespitine yardımcı olan rakkas, yani sarkaç aletini keşfetti. Batılılar, bunu ünlü İtalyan bilim adamı Galile’ye (1564–1642) mal ederlerse de yapılan araştırmalar, iddialarını çürütmektedir. İbn-i Yunus, sarkacı Galile’den tam yedi asır önce keşfederek ilmi çalışmalarında kullanmıştır. Saatlerde sarkacı kullanan da yine İbn-i Yunus’tur. Fransız bilim tarihçisi Sedillat, Histoire Generale des Arabes adlı eserinde bu hususları belgelendirmiştir. Nallino da araştırmaları neticesinde aynı sonuca ulaşmış ve bu hakikati itiraftan geri kalmamıştır.
ESERLERİ
1)Kitab-uz-Zıll: Sinüs ve kosinüs ile ilgilidir.
2)Zic-ül-Hakemi: En meşhur eseri olup, dört cilttir. Eser, seksen bir bölümden meydana gelmiştir. Asırlar boyunca sahasında müracaat kaynağı olarak kaldı. Gerek ilmi seviyesi, gerekse üslubunun açıklığı dolayısıyla 1804 senesinde Fransızcaya tercüme edilmiştir. Eserin bir bölümü ise 1822 senesinde Leiden’de basılmıştır. Bir nüshası Kahire Kütüphanesinde mevcuttur.
3)Kitabu Gayet-il-İrtifa: Namaz vakitlerinin hesaplanmasıyla ilgilidir.
4)Kitab-ül-Meyl:
5) Tarihu A’yani Mısır, Kitab-ut-Ta’dil-il-Muhkem: Ay ve güneş tutulmalarının tetkikiyle ilgilidir.
6)El-Ukud ves-Su’ud fi Evsaf-il Ud, Kitabun anir-Rakkas: Nasırüddin Tusi gibi birçok astronomi alimleri, İbn-i Yunus’un eserlerinden faydalandı. Kopernik ve Fransız bilgin Laplace de, İbn-i Yunus’un eserlerini inceleyerek çok istifade ettiler.
Kaynakça:
TDV İslam Ansiklopedisi, Ebü’l-Hasen Abdirrahmân b. Ahmed b. Yûnus es-Sadefî yıl: 1999, cilt: 20,  sayfa: 450-452
http://islamsci.mcgill.ca/RASI/BEA/Ibn_Yunus_BEA.htm

Kürenin Alan ve Hacim Bağıntıları ve İspatları

Uzayda bir noktadan eşit uzaklıktaki noktaların geometrik yerine küre yüzeyi denir. Küre yüzeyinin sınırladığı cisme küre adı verilir. Sabit noktaya kürenin merkezi, merkezin küre yüzeyine uzaklığına da kürenin yarıçapı denir.Bir küre merkezinden belli bir uzaklıkta bir düzlemle kesildiğinde kesit alanının daire şeklinde olduğu görülür. Kesilip çıkarılan kısma küre kapağı denir.  Elektriğin kullanıma girmesine 2100 yıl, penisilinin icadına 2150 yıl, bilgisayar haberleşme ağlarının yayılmasına ise yaklaşık 2200 yıl vardır. Roma-Kartaca savaşları hala sürmektedir. Nitekim bu savaşlarda taraf tutmak zorunda olan Sicilya krallığı ölümcül bir yanlış yapıp Kartaca’nın tarafını tutar. Roma donanmasının uzun süren kuşatmasından sonra Sicilya düşer ve o karışıklıkta bir asker Arşimet’i öldürür. Vasiyeti üzerine mezar taşına silindir içine sokulmuş bir küre çizilir. Çünkü Arşimet’in en çok gurur duyduğunu söylediği gelişmesi budur; bir kürenin hacminin, içine tam olarak sığacağı silindirin hacmine oran. 
 Bu oranı Arşimet üçte iki olarak bulur ve silindirin hacmi bilindiği için kürenin Hacmi tam olarak hesaplanmış olur. Arşimet’in mezarı daha sonra kaybolur. Yaklaşık üçyüz yıl kadar sonra Sicilya’da konsil yardımcılığı görevi sırasında Çiçero üzerinde bir silindir ve küre şekli bulunan bir mezar taşı bulur ... Bugün bu mezar taşı yine kayıp. Meraklı bir turistin Arşimet’in mezarından bir hatıra almak isteyip işin biraz aşırısına kaçtığı sanılıyor. Arşimet’in bunca gurur ve coşku duyduğu bu hacim hesabi gıpta edilecek sadeliktedir ve mutlaka çağdaşlarına “ben niye akil edemedim?” dedirtmiştir. Bu konunun matematiksel içeriği dışında bizi ilgilendiren bir başka yönü de bu hesapları içeren Arşimet’in Metotlar adli eserinin iki bin yıl ortadan kaybolduktan sonra bu yüzyılın başında İstanbul’da ortaya çıkmasıdır. (Sinan Sertöz-Arşimet Küreleri-Bilkent Üniversitesi)
 
Kürenin hacmi bulunurken kürenin yarıçapının tam olarak bilinmesi gerekir. Bunun için küreyi oluşturan en büyük çemberinin yarıçapının verilmesi gerekir.

İki kürenin hacimlerinin oranı, yarıçaplarının küpleri oranına; alanlarının oranı da yarıçaplarının kareleri oranına eşittir.Kürenin bir çapından geçen iki farklı yarım düzlemin arasında kalan parçasına küre dilimi denir. Küre diliminin hacmi bulunurken tüm kürenin hacmi bulunduktan sonra daire diliminin merkez açısı kadar oran orantı yardımıyla, dilimin hacmi bulunur.


Bir küre yüzeyinin iki paralel düzlemle kesilmesiyle düzlemler arasında kalan yüzeye küre kuşağı adı verilir. Küre kuşağında paralel iki düzlem arasında kalan dik uzaklığa küre kuşağının yüksekliği denir. Küre kuşağının yüzey alanı küre yarıçapı R ise kürenin en büyük çemberinin çevresi ile yüksekliğinin çarpımına eşittir. Yüzey alanı:2.π.R.h formülü ile bulunur.

Bir küre yüzeyinin bir düzlemle kesilmesiyle elde edilen yüzeye küre kapağı adı verilir.Küre kapağının yüzey alanı küre yarıçapı R ise kürenin en büyük çemberinin çevresi ile küre kapağının yüksekliğinin çarpımına eşittir. Yüzey alanı:2.π.R.h formülü ile bulunur.
Küre kapağının hacmi hesaplanırken küre kapağının yüksekliği bulunduktan sonra, kürenin yarıçapı ile küre kapağının hacim formülü kullanılarak hacim hesaplanır.

Küre parçasının hacminin bulunmasına bir örnek vermek gerekirse; yukarıdaki formül kullanılarak hacim hesabı aşağıdaki gibi yapılır.
Bir daire  diliminin kendi eksenini kesmeyen bir çap etrafında döndürülmesiyle elde edilen cisme küre kesmesi adı verilir. 

Küre kesmesinin hacmi taban alanı bilindiğinde yükseklik de verilirse (veya bulunabilirse) yukarıda ispatı verilen formül kullanılarak hacim hesabı yapılır.

Nasreddin Tusi ve İlmi Çalışmaları

Nasreddin Tusi Muhammed ibn Muhammed ibn Hasan 17.2.1201'de Güney Azerbaycan'ın Tus şehrinde doğmuş, 25.6.1274'te Bağdat'ta ölmüştür. Nasiruddin Tusi, 1201 ile 1274 yılları Moğol istilası sebebiyle Bağdad'da, bir yandan karanlık bir dönem bir yandan da önemli düşünce okullarının kurulduğu ve İslam bilim kurumlarının açıldığı bir dönem oldu. Nasîrüddin Tûsî de bu dönemde yetişmiş Şiî dünyasının tanınmış bir bilgesi olmuştur.
Nasîrüddin Tûsî, babasının ve dayısının etkisiyle erken yaşlardan itibaren kelâm, felsefe ve matematik ile ilgilenmeye başladı. Felsefi gelişmesinin belirli bir evresinde İbn-i Sina'nın İşârât'ını okudu ve uzun yıllar bu metinle uğraştı. Bu uğraşmaların ardından en önemli eserlerinden biri sayılan Şerh-i İşârât´ı kaleme aldı. Tûsî çifti. Kemalûddin Hâsip'ten matematiği ve Burhanüddin Hamedanî'den hadisleri öğrendi. Pek çok bilgi dalıyla ilgilendi ve derinleşmeye çalıştı; tanınmış bilginler yetiştirdi (Allâme Hillî, Kutbüddin Şirvanî gibi). İsmaili mezhebinden olmakla birlikte  edebiyat, tasavvuf ve felsefe ilgilisi nedeniyle Nasîrüddin Ebu'l-Feth b.Mansûr'nin sohbet meclislerinde yer aldı. Abbâsî hâlifesi Ebû İshâk "el-Mu`tasım bi’l-Lâh" `Abbâs bin Hârûn er-Reşîd'i öven bir kaside yazdıktan sonra araları açıldı ve sürgüne gönderildi. Hasan bin Sabbah'ın yedinci halefi II. Muhammed aracılığıyla Alamut Kalesinde saklandı. Daha sonra, 1247'ye kadar, yarı tutuklu olarak Meymûn Daye kalesinde tutuldu. Moğolların kaleleri ele geçirmesiyle serbest kaldı. Moğol hükümdarı Hülâgu'nun müşaviri olarak görev aldı ve bütün bilimsel ve felsefi çalışmalarında ondan destek aldı. Ünlü Marâgâ Rasathanesini bu sırada kurdu ve bu kurum en büyük islam bilim kurumlarından biri olarak yer aldı. Rasathanenin yanında büyük bir kütüphane kurulması da gerçekleştirildi, burada dört yüz bin kitabın toplandığı sanılmaktadır. Hûlagü Han bir yandan Bağdat'ı yakıp yıkan bir yandan da orada yeniden bilim kurumlarının kurulmasını destekleyen bir kişi oldu. Daha sonraki hükümdar Abaka Han tarafından da destek gördü ve yaşlılığında bu destek sayesinde önemli eserlerini üretti. 1274 yılında Maraga' dan Bağdat’a yaptığı bir sefer sırasında hayatını kaybeden Tûsî, Bağdat' da defnedildi.
Matematik, Felsefe ve Astronomi Çalışmaları:
Nasîrüddin Tûsî, matematik alanında özellikle trigonometri alanında kapsamlı çalışmalar yapmış ve bunları astronomik gözlemlerinde kullanmıştır.Tusi, trigonometriyi astronominin bir dalı olmaktan çıkararak, başlı başına bir ilim haline getirdi ve bu hususta bir eser yazdı. Geometride söz sahibi olan Tusi’den sonra gelenler, onun nazariyeleri ve görüşleri üzerine fazla bir şey ilave edemediler. Sinüs cedvellerinin yeni hesaplama metodlarını bulan Ebü’l-Vefa’nın ulaştığı noktaya, Avrupa asırlar sonra ulaşabildi. Ebü’l-Vefa’nın ulaştığı bu yüksek noktayı daha da geliştiren
Nasirüddin Tusi oldu. Nasîrüddin Tûsî'nin yazdığı, bir astronomi şaheseri olan “Astronomi Teskeresi”(Al Tadhkira fi’ilm Hay’a) adlı eserinde, Batlamyus'çu (Ptelamaios) gezegen modelinin eksikliklerini şiddetle eleştirir. Ve daha sonra kendi ismiyle anılacak modeli yaratır; “Tûsî-couple”(Tûsî Bileşkesi). Bu model, tek-biçimli dairevi hareketlerin bir terkibi olup itiraz edilmez niteliktedir. Dini otoritelerin, astrolojinin gelecekten haber verdiği düşüncesiyle oluşturdukları muhalefete rağmen bu bilim yüzyıllar boyu İslam medeniyetinin her köşesinde uygulanmış, zamanın ünlü Müslüman bilginleri tarafından ciddi incelemeler yapılmıştır. Üstelik, zamanın hükümdarlarının astrolojiye özel ilgi duymalarını, bu bilimin ilerlemesi için bir fırsat olarak değerlendiren alimlerin arasında Gazneli Mahmut için hizmet veren Biruni ve Hülagu için de Nasîrüddin Tûsî bulunmaktadır.Nasîrüddin Tûsî çok yönlü bir bilgindir ve pek çok bilim alanında eserler vermiş ve bilim adamları yetiştirmiştir. Öyle ki, matematikteki çalışmaları ve Öklid (Euklides) geometrisi ile ilgili şerhleri dolayısıyla bazı matematik kitaplarında kendisinden ‘Türk Öklidi’ diye bahsedilmektedir. Özellikle Avrupalı ve Sovyet bilim adamları tarafından son yüz yıl içinde hakkında en çok araştırma yapılanTûsî’nin uygarlık tarihinde en büyük hizmetlerinden biri, Meraga gözlemevini kurdurmuş ve devrinin önde gelen bilginlerini etrafına toplamış ve onların çalışması için uygun koşulları sağlamış olmasıdır.Meraga kısa zamanda astronomik cihazları ve zengin kütüphanesi ile büyük bir ilim merkezi haline gelmiştir. Onun rehberliği ile bilimin çeşitli alanlarında bir çok kıymetlieserler ortaya konmuştur. Bunların başında Tûsî’nin Zic-i İlhani ( İlhanlı Gökçizimleri Çizelgesi) adlı eseri gelir. Zic-i İlhani’de çok sayıda matematik, astronomik ve coğrafi cetveller yer alır. En önemlileri sinüs ve tanjantın 60’lık sayı sisteminde üç rakamlı trigonometri cetvelleri ve XIII. asırda meşhur olan 256 şehrin coğrafi koordinatlar cetvelidir. Ayrıca Meraga rasathanesinde gök cisimlerine ait yapılan astronomi cetvelleri Keplerin 1627’de yayınladığı astronomi cetvellerine kadar 368 yıl Avrupa rasathanelerinde kullanılmıştır. Zic-i İlhani’de takvimler, gezegenlerin hareketleri ve astronomiye dair tatbiki bilgiler yer alır. Eserin başlangıç bölümünde Cengiz Han’dan Hülâgü’ye kadar Moğol tarihinin çok kısa bir özeti de verilmektedir. Meraga gözlemevini yöneten büyük astronam Nasîruddin Tûsî Al Tadhkira (fi’ ilm Hay’a) kitabında, gökkürenin hareketlerini açıklamak için yeni modeller önerdi: Gezegenlerden herbirinin hareketi, A ve B dairelerinin kullanılışı sayesinde tekbiçimli, yani benzer ya da aynı hareketlerin bir uyuşumuyla açıklanır; Buna daha sonra, A dairesinin yarıçapına eşit yarıçapıyla içeriden A’ya teğet geçen B ile birlikte Couple de’at-Tûsî (Tûsî Çifti, Bileşkesi) adı verildi. O aynı zamanda B’nin dönüş hareketinin, A’nınkinin ters yönünde ve onun çifte , yani iki kat hızına eşit olduğunu ileri sürüyordu. El-Tûsî’nin 1261’de yazmış olduğu bu astronomik yapıtında gezegen hareketleriyle ilgili Ptelamaios’unkinden çok farklı bir yeni model sunmuştur. Bu model döngüsel/dairesel hareketin linear (çizgisel, doğrusal) harekete dönüşebileceğini ispatlamıştı.
Günümüzde de Tûsî Couple adıyla biliniyor. Kopernik astronomisinin matematiksel yapısının kuruluşunda iki teoreme gereksinim vardı ve Kopernik bunları kullandı. Bu iki teorem de ilk kez Meraga rasathanesinin bilim adamları tarafından ortaya atılmıştı. Bunlar Tûsî’nin Bileşkesi (Couple) ile El Urdi’nin Urdî Lemma’sıdır. Ancak Kopernik(ö.1543) bu teoremleri kullandığı halde ispatını göstermemiş ve kimlere ait olduğunu da söylememiştir. Bu yüzden Kepler (ö. 1630) bunları niçin ispatlamadığını sorgulamıştır. Bu durumun nedeni olarak, Kopernik'in İslam'a karşı olumsuz tavır takınması gösterilebilir.
Nasîrüddin Tûsî, İslam felsefesinde yeni bir felsefe ekolü ortaya koymamıştır, ancak yine de felsefi çalışmaları derinlik ve kapsamıyla etkili olmuş bir bilge olarak yer edinmiştir. Daha çok meşşai filozoflarının yolundan gitmiş olduğu söylenebilir, onların felsefi tezlerini Şiiliğin prensiplerine uyarlamaya çalıştı. İslam dünyasında ilk defa bir sistematik etik kitabını yazan kişi oldu. Sisteminde Aristoteles'in ahlak ilkeleriyle Gazâli'nin mistik ve tasavvufi ahlak düşünceleriyle bir arada değerlendirmeye çalıştı. Bir tür sentez arayışında oldu. Bu ahlak felsefesinin bir bölümünü de eğitim konusundaki düşünceleri oluşturmaktadır. Ona göre çocuğun doğumundan itibaren ona uygun bir ad verilmeli (çünkü adlar kader üzerinde etki yapar), iyi bir sütanneye sahip olmalı ve yetişme döneminde çocuk kötü huy edineceği ortamlardan korunmalıdır. Bu süreçte ona aklını kullanmasını ve akıl yoluyla elde edilen erdemleri sevmesini öğretmek gerekir. Arzularına hakim olmanın ve kendini tutmanın bir erdem olarak öğretilmesi gerekir. Bundan sonra ise çocuk hangi sanata ya da ilgiye yetenekli ise ona yönlendirilmeli ve özendirilmelidir.

Nasirüddin Tusi, çeşitli ilim dallarına ait bir çok eser yazdı. Eserlerin sayısının altmış dörde ulaştığını kaynaklar bildirmektedir. Eserlerinden bazılarının açıklamaları şunlardır:  
Ez-Zic-ül-İlhani: Bu eseri Hülagu’nun isteği üzerine on iki senede hazırlamıştır. Aslı Farsça olan eser dört ciltten meydana gelmektedir. Birinci ciltte, Çin, Yunan, Arap ve Fars takvimleri; ikinci ciltte gezegenlerin hareketi; üçüncü ciltte ise yıldız hareketleri izah edilmektedir. Eser, önce Şihabüddin Halebi, sonra da 1527 senesinde Ali bin Rifai tarafından Hall-uz-Zic adıyla Arapçaya çevrilmiştir.  
Tezkire fi İlm-il-Hey’e: Tusi’nin en önemli eseridir. Astronomi ilminin kısa ve öz olarak yazılmış bir özeti olup anlaşılması çok zordur. Bunu, yapılan açıklamaların çokluğu göstermektedir. Eser, dört bölümden meydana gelmiştir. Birinci bölümde geometrik ve kinematik bir giriş ve hareketsizliğin, basit ve karmaşık hareketlerin açıklanması; ikinci bölümde: Genel astronomik kavramlar, ekliptikte meydana gelen değişmelerin, İbn-ül-Heysem tarafından ileri sürülen ve çapları farklı kürelerden ibaret olduğu görüşü ele alınmıştır. Bu bölümün diğer kısmında Almagest; özellikle aydaki düzensizlikler, Merkür ve Venüs’ün hareketleri yönünden ilgi çekici bir şekilde tenkit edilmiştir. Karmaşık Batlemyüs sistemi yerine, yeni bir sistem öne sürülmektedir. Üçüncü bölümde: Yer küresi ve diğer gök cisimlerine yaptığı etkiler, bazı astronomi alimlerinden nakledilen jeodezi bilgileri, Kusta bin Luga ve Biruni’nin jeodezisi, denizler, deniz rüzgarları hakkında bilgiler; Dördüncü bölümde ise, gezegenlerin büyüklükleri ve mesafeleri ele alınmıştır. Tezkire’ye birçok alim tarafından şerhler yapılmıştır. Ayrıca eser Fransızca ve Farsçaya da tercüme edilmiştir.
Tansuh Name-i İlhani: Önemli eserlerinden biri olup Farsçadır. Hülagu’nun isteği üzerine 1256 ile 1259 seneleri arasında yazılmış olup; mineraloji, özellikle kıymetli taşlar hakkındadır. Tusi, eseri yazarken, hangi kaynaklardan istifade ettiğini bildirmemekte, sadece kendinden önceki alimlerin ve kendisinin müşahedelerine dayandırıldığını yazmaktadır. Dört bölümden meydana gelen eserin birçok yerinde Biruni’ye atıflar yapılmıştır.usi’ye göre bütün taşlar başlangıçta kil olup, hava şartlarına bağlı olarak, daha sonra taşa dönüşürler. Onun izahı, kilin aşırı sıcağa maruz bırakılmasının toprak meydana gelmesine yol açacağı, aşırı sıcağın bazan topraklaşmış bir maddeyi taşa çevirebileceği şeklindedir. Onun bu görüşleri zamanımızın jeologları tarafından da kabul edilmektedir. Taşların renklerindeki çeşitliliği açıklarken, esas olarak siyah ve beyaz olmak üzere iki rengin olduğunu söyleyen Tusi, toprağın çeşitli renklerde olabileceğini, bu yüzden taşların da toprak rengine bağlı olarak, değişik renkler alabileceğini anlatır. Tansuh Name’de otuz kadar kıymetli taş, bunların menşeleri, teşekkül etme şekilleri, kullanılışları vb. konuları anlatılmıştır.
Kitabu Şekl-il-Katta: Trigonometriyle ilgili bir eserdir. Beş ciltten meydana gelmektedir. Üçüncü ve dördüncü ciltleri düzlem ve küresel geometri hakkındadır. İlk defa bu eserde trigonometri astronomiden ayrı olarak verilmiştir. Bu yüzden orta çağın en büyük eserlerinden biridir. Sinüs teoremi iki isbatı ile açıkça verilmiştir. Ayrıca dik açılı küresel üçgenlerin çözümü için altı temel bağıntı açıklanmıştır. Diğer üçgen çeşitlerinin çözümü de bunlara bağlanarak verilmiştir. Eser 1891 senesinde İstanbul’da Alexandre Caratheodory Paşa tarafından Traife du quadrilatere ismiyle Fransızcaya tercüme edilmiştir.
Ahlak-ı Nasıri: En önemli ahlak ve feslefe kitabıdır. Eser, Risale fi-Tahkik-il-İlm ismiyle Arapçaya tercüme edilmiş ve günümüze kadar ulaşmıştır. J.Stephenson tarafından 1923’te İngilizceye ve M.Plesener tarafından 1928’de Almancaya tercüme edilmiştir. Ahlâk-ı Nasîri’yi İngilizce’ye çeviren Wickens, çeviri için yazdığı ‘Giriş’ bölümünde yaşadığı yüzyıl itibariyle onun dini bir tutum sergilediğini ve heterodoks bir Müslüman, hem de Şiiliğin aşırı kolu İsmaililiğin önemli bir temsilcisi olduğunu belirtir. Fakat Tûsî’nin Zic-i İlhani’nin önsözünde İsmaililerle olan ilişkisinin sebepli olduğundan bahsetmesi bu iddiayı tartışmalı hale getirmektedir.Tûsî’nin (son dönem İ.K.) siyasi tutumunda Oniki İmam öğretisine karşı bağlılığın etkisi olmuştur. Şiilik onun tesiriyle Moğol istilası devrinde belli bir himaye görmüş ve Güney Mezapotamya’daki mukaddes makamlar muhafaza edilmiştir.  

Kitab-ul-Mutevassitat Beynel-Hendese vel-Hey’e,
Muhtasar bi-Cam-il-Hisab bit-Tahti vet-Türab,
Tahrir-i Öklides (Öklid çalışmalarını içerir)
Kitab-ül-Cebr vel-Mukabele, (Cebir ve denklemlere dair)
Kavaid-ül-Hendese,  (geometri kurallarını içerir)
Risalet-i Bist Bab der Ma’rifeti Usturlab,
Zübdet-ül-Hey’e,
Kitab-üt-Teshil fin-Nücum, (Yıldızlar hakkında)
Muhtasar fi İlm-it-Tencim ve Ma’rifet-it-Takvim,
Tahriru Kitab-il-Menazir (optiğe dairdir),
Mebahis fi İn’ikas-iş-Şu’a’at (Kırılma ve yansıma üzerinde araştırmalar).
Kitab fi İlm-ül-Musiki, (müzik ilmi hakkında)
Kitabu Suret-il-Ekalim,
Kitab-üt-Tecrid fi İlm-il-Mantık,
Tecrid-ul-Akaid (Kelam ilmiyle ilgili bir eserdir.)
Şerh'i İşârat (Felsefe hakkında),
Esas-ül-iktibas (Mantık kitabı),
Tezker-i hayat,
Tahrir-ül-Macestî,
Esraf-ül-eşraf,
Fusul El-Mesail,
El-Hayriyat,
Bahnâme

Avrupa ve İslam aleminde ciddi tesirleri görülen Nasirüddin Tusi, bu kadar ilmine rağmen  Ehl-i sünnet alimleri tarafından itikadi durumu sebebiyle eleştirilmiş fakat ilmi cihetinden de faydalanılmış bir alimdir.Tûsî’nin Dinsel, Toplumsal ve Siyasal Görüşü konusunda Erciyas Üniversitesi İlahiyat Doçentlerinden Dr. A. Vahap Taştan’ın “Nasreddin Tûsî : Hayatı, Eserleri, Din ve Toplum Görüşü” isimli makalesinde özellikle Azeri yazarlardan yararlanarak derlediği bilgileri kendi yorumlarıyla sunulmuştur.

Nasreddin Tusi'nin görüşlerini daha iyi anlamak içn Vahap Taştan'ın konuyla ilgili eserinden bazı bölümleri aktaralım.
“Şüphesiz ki Tûsî, İmamlık kurumunu ve masum imamın vasıflarını felsefi açıdan ele alan eserler yazmış, Allah’ın varlığı, adalet, irade hürriyeti, ahiret ve ölümden sonra dirilme problemleriyle ilgili Şii kelâmında önemli bir yer tutan görüşler ortaya koymuştur. Bununla birlikte yeniden canlandırıcı ve uzlaştırıcı tavrı onu Sünni-Şii çekişmesinin bir bakıma dışında tutmuştur denilebilir. Örneğin, felsefe ve kelâma dair Tecrid adlı eseri Sünni medreselerin de klâsik kitapları arasında yer almıştır. Metafizik problemlerle de yakından ilgilenen Tûsî, Allah’ın varlığı hususunda rasyonel ispat usullerinin yetersiz kaldığını ileri sürer. Ona göre, Allah kozmik mantığın a priori, temel, zorunlu ve apaçık ilkesidir ve O’nun varlığı isbat edilmekten çok zorunlu olarak kabul edilir. Ahlâki hayatın tetkikinden de benzer bir sonuca ulaşır ve modern çağda Kant’ın yaptığı gibi, Allah’ın varlığını ahlâkın temel bir önermesi olarak görür. Yoktan yaratma ile ilgili olarak, İsmaililer döneminde yazmış olduğu Tasavvurat’ında âlemin, onu ikmal eden Allah’ın kudretiyle birlikte ezeli, fakat kendi hakikati ve kudreti bakımından yaratılmış olduğuna işaret eder. Daha sonra yazılmış olan metafizikle ilgili meşhur eseri Fusul’de yukarıdaki görüşünü bütünüyle terkeder ve hiçbir itiraz kaydı koymaksızın Ehli Sünnet akaidinin yoktan yaratma öğretisini destekler. Ölümden sonra dirilme problemiyle ilgili olarak cismani haşri kabul etmekle Meşşai filozoflarından tamamen farklı düşünen Tûsî, irade hürriyetine büyük önem verir, peygamberlik ve manevi liderliğin (İmamet) gerekliliğini savunur. ”
“Tûsî, dini toplumlar için gerekli bir kurum olarak görür. O, insanı yaratıcısıyla, kendisiyle, toplumsal ve ekolojik çevresiyle ve hatta tüm evrenle bir uyum süreci içinde olgunluğa eriştirmek çabasındadır. Ahlâk-ı Nasiri’ye insanın yaratılışı ve konumuyla ilgili ayet ve hadislerden deliller getirerek başlar. Fakat o, dinin ideolojik anlatımından yana değildir. Bu fikrini, daha önce de belirttiğimiz gibi, Ahlâk-ı Nasiri adlı eserinin herkes tarafından okunmasını bir dini tebliğ ya da tenkit kaygısının üstünde olmasına bağlar.Tûsî, Ahlâk-ı Nasiri’nin üçüncü makalesini sosyo-ekonomik ve siyasi problemlere ayırmıştır. Makale hayatta karşılaşılan bir takım değişmeleri ele alarak başlar ve bu değişikliklerin gelişmeye sebep olması için mutlak bir yardıma ihtiyaç olduğunu vurgular. İnsanların birbirlerinin yardımına niçin muhtaç olduğunu şu şekilde izah eder:
‘...Demek lazımdır ki, herkes kendi yiyeceğini, elbisesini, evini ve silahını hazırlamak durumunda olsaydı, mesela önceden marangozluğu ve demirciliği öğrenmesi gerekirdi. Bundan başka diğer sanat ve meslekleri de öğrenecek sonra kendi hayatına sıra gelecekti ki bu müddet zarfında o, yemeksiz yaşayamayacağı için helak olur; bütün ömrü sıkıntı ve ıstıraplar içinde geçer ve bu gibi görevlerin hiçbirini gereği gibi yerine getirmeyi de başaramazdı. Lakin birbirine yardım edince onların her biri bu işlerden birini yerine getirdiğinden kendilerine yetenden çok üretirler, artanı bir başkasına vermek veya almak yoluyla bir denge kurmayı başarırlar, hayatın gereklerini temin eder, kendini ve hem cinsini koruma işini düzenler, sistem yaratır, nitekim yaratmıştır da...’
“Toplum içindeki iş bölümünün gerekliliğini bu şekilde temellendirdikten sonra Tûsî, toplumsal gerçeklik üzerinde durur ve şöyle yazar:
‘Dünyanın intizamı geçim kaynaklarının düzenli çalışması ile meydana geldiğinden, insan cinsi ise çalışmadan yaşayamayacağından çalışma yardımsız, yardım ise birleşmeksizin olmaz. Yani, insan hem cinsi ile yaşamaya muhtaçtır.
“Sosyal işbirliği ve yardımlaşmayı temin, üretim sürecinde ferdiyetçilik ve keşmekeşliğe yol açmamak için belli tedbirler almaya ihtiyaç doğar ki, Tûsî’nin ifadesi ile bu tedbirlere siyaset adı verilir, bunların çeşitleri zikredilir ve tasnifleri yapılır. Tûsî, Aristoteles’e dayanarak siyaseti dört şekilde ele alır: ‘Ülke, zafer, şeref ve toplum siyaseti.’ Sonra bu siyasetlerin muhtevasını açarak tariflerini verir. Nihayet ülke siyasetini, ‘siyasetlerin siyaseti’ olarak adlandırır...”

Kaynaklar: http://www.ismailkaygusuz.com/419/550/291.... (Nasreddin Tusi Maddesi)
 https://tr.wikipedia.org/wiki/Nas%C3%AEr%C3%BCddin_T%C3%BBs%C3%AE
 http://www.bilgitimi.com/unlu-turk-islam-matematikcileri-kimlerdir.html
 http://tusi.yasar.edu.tr/nasreddin-tusi-kimdir/

Bursalı Kadızade Rumi

Bursalı Kadızâde Rumi, soyca ilim sahibi bir aileden gelmiş olup, çağının bilim otoritelerinden Bursa kadısı Mehmet Çelebi’nin oğludur. Bursa ve çevresinde daha çok "Kadızade" olarak tanındı. Matematik, astronomi ve Hanefî mezhebî fıkıh âlimi. İsmi, Mûsâ Paşa bin Mehmed bin Kâdı Mahmûd Efendi’dir. Dedesi Mahmûd Efendi, uzun zaman Bursa kâdılığı yapması sebebiyle Koca Kâdı adıyla tanınmıştı. Babası Mehmed Efendi de genç yaşta Bursa kâdılığına getirildi. Fakat kısa bir süre sonra vefât etti. Ailenin büyük oğlu olması hasebiyle, adının sonuna paşa kelimesi eklenerek, Mûsâ Paşa denilen Kâdızâde’ye, Selâhaddîn lakabı verildi. Dede ve babasına nisbetle Kâdızâde, Anadolu’dan Semerkand’a gittiği için de Rûmî denildi. Doğumu Bursa'da olup doğum tarihi muhtemelen 1364'dur. Ölümü ise Uluğ Bey Rasathanesi ve Uluğ Bey Medrese'sinde çalışmakta olduğu için Semerkantta 1436 ya da 1437 olduğu sanılmaktadır. İlk öğrenimini Molla Fenari gibi değerli bilimadamlarının eğitim verdiği medresede tamamladı. Daha sonra matematik ve astronomi bilgilerine yenilerini katmak için, Horosan ve Maveraünnehir bölgelerine gitti. Burada uzun yıllar bölgenin ve çağının ünlü bilgini Seyyid Şerif Cucani’den din derslerini aldı. Hocasının “Mevakif (duraklar)” adlı eserini inceleyip, eserde birtakım eksiklik ve yanlışlıklar tespit etmesi üzerine, hocası Seyyid Şerif Curcani ile arası açıldı. Bu sebeple Curcan’dan ayrılarak Bursa’da okuduğu yıllarda kendisinden ders aldığı hocası Molla Fenari’den şöhretini duyduğu Maveraünnehir Bölgesinin Semerkant şehrine geldi ve Semerkant Rasathanesi olarak bilinen gözlemevinde çalışmaya başladı. 
Yine bu şehirde evlenip, Şemseddin Mehmet Adında bir oğlu oldu. Kadızâde Ruminin adında geçen Rumi mahlası esasında "Anadolu" anlamında kullanılan bir kelimedir. ve bu kelime Semerkant’ta bu şekilde tanınmasıyla ortaya çıkmıştır. Çağının ünlü astronomi ve matematik bilginleri ile temasa geçip, kendini tamamıyla bilimsel çalışma ve araştırmalara verdi. Kısa bir sürede çevresinde en çok sevilen ve sayılan bir bilgin olarak tanındı.
Matematik alnındaki en büyük çalışmaları genel anlamda trigonometri ve astronomi kaynaklı olmuştur. Astronomi gözlemlerini daha hassas bir şekilde yapabilmek için sinüs fonksiyonun özelliklerini inceleyerek 1 derecenin sinüsünün en hassas değerini elde etmeyi başarabilmiş ve bu sayede astronomi hesapları geçmişte bulunan ölçüm değerlerine kıyasla daha net bilgiler sunmuştur. 
Uluğ Bey tarafından önemli bir astronomi kitabı olan Nasreddin Tusi tarafından kaleme alınmış “Zic-i İlhani” de gerekli düzeltmeleri yapmakla görevlendirilen Kadızâde Rûmi, birlikte çalıştığı Gıyaseddin Cemşid’in ölümünden sonra Semerkant şehirindeki Uluğ Bey Rasathanesi ve Uluğ Bey Medrese'si (bugünkü anlamıyla üniversite) yöneticiliklerine getirildi ve ölümüne dek bu görevlerini sürdürdü.Uluğ Bey Medresesi’ne başmüderris olan Kâdızâde, medresesinin ortasında bulunan kare şeklindeki sahaya müderrisleri toplar, ders verirdi. Bu müderrisler de kendi dershânelerinde talebelerine anlatarak îzâhta bulunurlardı. Hatta Uluğ Bey de Kâdızâde’nin derslerini dinlerdi. Bu sırada, Uluğ Bey’in sebebsîz yere bir müderrisi azletmesi, Kâdızâdenin evine kapanarak derse gitmemesine sebeb oldu. Onun bu davranışı üzerine Uluğ Bey hatâ işlediğini anladı ve bizzat Kâdızâde’nin ziyaretine giderek niçin ilimden el çektiğini sordu. Kâdızâde de; “Biz ilmi mukaddes biliriz. Onu şahıslar üstü bir değer olarak takdir ederiz, ilmin, insanların merhametine muhtaç duruma düşmesine üzüldük. Bir sultânın sözüyle âlimler ilimden alıkonuluyor. Bunun üzerine ilimden el çekmeyi tercih ettik. İlme hürmetimiz sebebiyle, ona leke kondurmamak için böyle yaptık” deyince, sultan Uluğ Bey özür dilemekten başka çâre bulamadı. Görevden aldığı müderrisi tekrar vazifesine tâyin ederek, bir daha ilme ve âlimlere müdâhalede bulunmayacağına dâir söz verdi.Kadızade´nin Câmi-il-Mahmûd Adlı Eseri: Harezmî’nin El-Mülahhas fil-hey’e adlı astronomiye dâir eserinin şerhi olup, Osmanlı medreselerinin temel kitaplarındandır. Çeşitli kütüphânelerde bir çok yazma nüshası olan eser, üç-dört defa basılmıştır.Kâdızâde’nin yetiştirdiği Ali Kuşçu ve Fethullah Şirvânî isimli iki meşhur talebesi sayesinde yüksek matematik ilmi, batı Türkleri arasında (Anadolu’da) da yayıldı. Kâdızâde ve talebeleri, gök cisimlerinin kendi etrafındaki hareketlerini incelerken, zamanında bilinen yüksek matematiğin en son geliştirilen kaidelerini daha da geliştirip uyguladılar. Astronomi ile ilgili fizik kurallarını da, astronomiye ilk olarak tatbik ettiler.

Orta Çağ’ın en büyük matematik ve astronomi bilginleri arasında yer alan Kadızade-i Rûmî, gökcisimlerinin hareketlerini incelemiş ve o çağın en yetkin astronomi cetvelleri olan Zic-i Gürgâni’nin hazırlanmasına katkıda bulunmuş; ayrıca gök mekaniğini matematik temellere oturtmaya çaba harcamıştır. Kâşî’nin bir kitabı için yazdığı Risale fi Istıhrâc-il-Ceyb Derece-i Vahide adlı şerhte bir derecelik yayın sinüsünün yarıçap 1 olarak alındığında 0,017452406437 olacağını göstermiştir.
Astronomi ve matematiğin yanı sıra felsefeyle de uğraşan Kadızade-i Rûmî, gerçek bilginin gözlem ve deneye dayanan bilgi olduğunu, inanç alanına giren konularla bilim alanına girenlerin birbirlerinden ayrılması gerektiğini savunan görüşleri yüzünden öğretmeni Seyyid Şerif Cürcâni tarafından eleştirilmiştir.
Anadolu’ya dönmediği için Osmanlıların bilimsel yaşamına doğrudan katkıda bulunamayan Kadızade-i Rûmî, bu görevini, öğrencileri Ali Kuşçu ve Fethullah Şirvani kanalıyla yerine getirmiştir denebilir.
1- Muhtasar fil-Hisâb: Muhtasar bir aritmetik kitabıdır ve allâme Selâhaddîn Mûsâ imzasını taşımaktadır.(Hesap Özeti): Matematik üzerine yazılmış bir eserdir.
2- Câmi-il-Mahmûd: Harezmî’nin El-Mülahhas fil-hey’e adlı astronomiye dâir eserinin şerhi olup, Osmanlı medreselerinin temel kitaplarındandır. Çeşitli kütüphânelerde bir çok yazma nüshası olan eser, üç-dört defa basılmıştır
3- Şerhu Eşkâl-it-Te’sis fil-Hendese: Muhammed bin Eşref Semerkandî tarafından Oklid’in Kitâb-ül-usûl’ünde bahsedilen mevzulara dâir yazılan ilk geometri çizimleri ve üçgenlerin niteliklerine dâir Eşkâl-i Te’sis adlı eserin şerhidir. Bu eser de Osmanlılarda çok meşhur olup, pek çok yazmaları mevcuttur ve baskısı da yapılmıştır.Geometrik öncüller dair bir eserdir. Euclides’in Elementler adlı eseri üzerine bir yorumdur.
4- Risale fî istihrâc-il-ceyb derece vahide: Gıyâseddîn Cemşid’in bir eserinin şerhidir. (Bir Derecenin Sinüsünü Elde Etme Üzerine Bir Risale Bu Eserde 1 derecelik yayın Sinüs değerini elde etmek üzerine bir yöntem geliştirilmiştir.) Bu eserde, bir derecelik yayın sinüsünü bulma usûlünü, kitabın aslından daha iyi ve basit bir şekilde, devrinde bilinen matematik kaidelerinden daha ileri bir seviyede hesap şeklini ortaya koyarak açıklamıştır. Bu kıymetli eserde, bir derecelik yayın sinüs değerinin, yarıçap bir birim alındığında; 0,017452406437 olduğu gösterilmiştir ki, bugünkü ile aynıdır.
5- Şerhu kitabi mulahhas fîl-hendese,
6- Şerh-ut-tezkire,
7- Haşiye alâ-şerh-il-Hidâye.
8- Şerh-ul-mulahhas fîl-hey’e. Astronomi ile ilgili bir eserdir. Çağmini’nin el-Mülahhas Fi’l-Hey’e adlı astronomi eseri üzerine bir yorumdur. 

Kaynak:
https://tr.wikipedia.org/wiki/Bursal%C4%B1_Kad%C4%B1zade_Rumi
http://bursalikadizaderumi.kimdirkimdir.com/ 
http://tatkavakliortaokulu.meb.k12.tr/meb_iys_dosyalar/16/10/708941/icerikler/ulug-bey-kadzade-rumi-ali-kuscu_302861.html