Namaz; İslam dininin olmazsa olmaz şartlarından biridir. İslamın beş şartını sayarken Kelime-i şehadet ile iman ettikten sonra sayılan ikinci ve en temel şart namazdır. Namaz ibadeti; peygamber efendimizin (s.a.v) hadis-i şeriflerinde dinin direği, göz nuru, kalp aydınlığı, dünya ve ahiret güzelliği, bela ve musibetlere karşı bir korunma, kulun Rabbine en yakın olduğu an gibi ifadelerle tanımlanmıştır. Namaz; kulun miracıdır. Peygamber Efendimize (s.a.v) büyük bir mucize olarak sunulan miraç hadisesinde emredilen beş vakit namaz ile, aslında her kul kendi miracını gerçekleştirerek, Rabbine daha da yakın olmanın iç huzurunu yaşar. Namazda kul kendini yaratan Allah'a en yakın olduğu anın hazzını yaşar.
Namaz ibadetinde; kul bütün yalnızlıklarını, çaresizliklerini bir kenara bırakarak, kendinden ve dünyadaki her şeyden daha kudretli, bütün isteklere cevap verebilecek bir varlık olan Allah'a boyun eğmenin güvenini hisseder. Namaz, bir kavuşmadır. Namaz, Allah'tan kulun bütün benliği ile dertlerine derman aradığı, kalbini nur ile doldurduğu, ruhunu dinlendirdiği, bütün istek ve arzularını azamet sahibi Rabbine sunduğu, kulun kendisini bir ur gibi kaplayan kibri ve gururu bir kenara bırakıp Rabbi olan Allah karşısında secde ve rükularla eğilerek dua ve niyazlarla iltica ettiği eşsiz bir ibadettir. Namaz, ruhun dinlenmesidir. Namaz, yalnızlıkların ve huzursuzlukların ilacıdır. Namaz, müminde sekinet halidir. Namaz, bütün vücudun ahenkle hareket ettiği en güzel ibadettir. Namaz, dünyadaki tüm saatlerini günah içinde geçiren insanlar için bir temizlenme ve arınma vaktidir. Namaz, gönül huzuru ve yüz güzelliğidir. Namaz, dünyadaki hiçbir maddi menfaatle elde edilemeyecek mutluluk kaynağıdır.
Namaz ibadeti hakkında pek çok ayet-i celile ve hadis-i şerif vardır. Bunlardan önemine binaen bazılarını istifadenize sunalım.
"Ey iman edenler, rüku edin, secde edin, Rabbinize kulluk edin ve hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz." (Hac Suresi, 77)
“Sana vahyedilen kitabı oku ve namazı kıl. Şüphesiz ki namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir.”(Ankebut Suresi, 29/45)“İslâm beş temel üzerine bina kılınmıştır: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğuna şahitlik etmek. Namazı dosdoğru kılmak, zekâtı hakkıyla vermek, Allah’ın evi Kâbe’yi haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak" (Buhârî, Îmân 1)
"Namaz amellerin en faziletlisidir. Resul-ü Ekrem Efendimize İbn Mesud Hangi ameller daha faziletlidir? diye sorunca, – “Vaktinde kılınan namaz” buyurdu.– Sonra hangisi? dedim.– “Ana babaya iyilik etmek” cevabını verdi. – Daha sonra hangisidir? diye sordum. – “Allah yolunda cihâd etmektir” buyurdular. (Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 1076)
Ebû Hüreyre ra’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.v)’i şöyle buyururken işittiğini söyledi:– “Ne dersiniz? Birinizin kapısının önünde bir nehir olsa da, o kimse her gün bu nehirde beş defa yıkansa, kirinden bir şey kalır mı?” Sahâbîler:– O kimsenin kirinden hiçbir şey kalmaz, dediler. Resûl-i Ekrem (s.a.v):– “Beş vakit namaz işte bunun gibidir. Allah beş vakit namazla günahları silip yok eder” buyurdular. (Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 1044)
Peygamber Efendimiz (s.a.v) namazı bir şükür vesilesi olarak görmüştür. Hz. Aişe (r.a.) Annemizden şöyle bir hadis bizlere aktarılmaktadır.
Resûl-i Ekrem (s.a.v) geceleyin kalkıp ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Bunun üzerine ona:
- Yâ Resûlallah! Senin geçmiş ve gelecek bütün hataların bağışlandığı halde niye böyle kendini yoruyorsun? dedim.
Bana cevâben:
- “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurdu. (Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 1162)
“Kulun rabbine en yakın olduğu hâl secdede bulunduğu hâldir. Siz secdelerinizi artırarak duayı çok edin” (Müslim, “Salât”, 215)
"Beş vakit namazı terk eden, Allahü teâlânın hıfz ve emanından mahrum olur." (İbni Mace)
"İman ile küfür arasındaki fark, namazdır. "(Tirmizi)
Zikrolunan daha pek çok ayet ve hadis-i şeriflerde, namaz ibadetinin İslam dini için ne kadar önemli olduğu belirtilmiştir. Namazsız bir İslam kabul edilemez. Şimdi buradan hareketle farklı bir bakış açısına değinmek istiyorum. Geçmişte defaatle var olduğu halde, günümüzde tekrar ortaya çıkan kendini tasavvuf hareketleri olarak niteleyen cemaat(!) kisvesi altına bürünmüş topluluklarda, 'iman kurtama' gayesi ile 'şeyhe, mürşide bağlılık' çok büyük bir önem arzederken, namaz kılma ikinci plana atılarak bazılarında ise tamamen namaz ibadeti yok sayılarak, ibadetin muhtevası zorlama yorumlarla değiştirilerek, İslam'ın esasından bir kopma meydana getirilmeye çalışılmaktadır. Günümüzde pek çok yerde karşılaşabileceğimiz Müslüman gruplarında, şeyhin-mürşidin her sözü emir telakki edilirken, Yüce Allah'ın defalarca kez Kitab-ı Kerim-inde zikrettiği Namaz emri hafife alınmakta gerektiği gibi üzerinde durulmamaktadır. Namaz kılmak bu kişilerde zor bir davranış haline dönüşmüş olmakla beraber mürşidin emirleri ve verdiği hizmetleri ise daha kolay yapılabilir bir hale gelmiştir. Tasavvuf ve tarikat İslam şeriati olmadan bir anlam ihtiva etmez. Meşhur Cibril hadisinde geçen; (Bkz. Cibril Hadisi) İslamın şartları, iman esasları, ihsan ve kıyamet hakkındaki beyanlardan anlaşıldığı üzere öncelikli olarak iman ve akaid konularında tam bir yetkinliğe ulaştıktan sonra amel boyutu öğrenilmeli ve bunların uygulamasına geçildikten sonra da sabır ve tam bir teslimiyetle ihsan boyutuna gidilmelidir. Burada bu merhaleleri sırasıyla geçemeden tam bir kemalata ermek mümkün olamaz. Buradaki namaz ibadeti; kuru bir şekil ve beden hareketleri anlamında değil, daima Allah'ın huzurunda bulunduğunu bilerek ve düşünerek ve Allah'a bir kulluk vazifesi olduğunun bilincinde olarak ihsan ile yapılan bir ibadetin göstergesidir. Tasavvuf, bu ihsanın oluşması için gerekli nefis terbiyesini ifade eden bir İslam kavramıdır. Tasavvuf, bir hal ilmidir. Yani öğrenilen hüküm ve esasların samimiyetle yaşanmasıdır. İşte bu yaşayışın olabilmesi için kişinin önce ilim sahibi olması, Kitab ve Sünnetten İslam esaslarını öğrenmesi ve bundan sonra da öğrendikleri ile sabırla amel etmesi gerekir. İbadet olmadan tek başına tasavvuf ve nefis terbiyesi anlayışı Hint ve uzak doğu kültürlerinde yer alan İslam ile hiçbir alakası olmayan teslimiyet ve arınma fikrinin tezahürüdür. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bizlere İslam'ın esaslarını açıkça tebliğ etmiştir.
İbadet edebilmek, Allah'a şükür borcunun yerine getirilmesidir. İbadetsiz nefis temizleme ve terbiye, ancak şeytan işi uydurma yolların kişiye hoş gelen bir oyunundan ibarettir. Unutmayalım ki, İslam dininde imandan sonra en büyük esas, samimiyetle kılınan namazdır. Namazın farz, vacip ve sünnet hükümlerini öğrenip bununla amel etmek, her Müslümana Allah tarafından farz olarak yüklenen kati bir emir ve sorumluluktur. Bu emir, ölüm gelinceye kadar insan üzerinden düşmez. (Ve sana ölüm gelinceye kadar Rabbine kulluk et!) (Hicr Suresi-99) Bu geçici alemde, Yaratıcının emirlerini dinlemek, Müslümanım diyen her insanın asli görevidir. Kendini İslam cemaati olarak niteleyen toplulukların, Namaz ibadeti konusunda aşırı hassas davranması; bu ibadetin hükümlerini, amel etmenin güzelliklerini mensuplarına aktararak bu konuda titizlikle Allah'ın emirlerine riayet etmesi, en büyük dini vazife olacaktır. Bir topluluğun namazla bağı yoksa veya zayıfsa o cemaatin İslam dininin temel esasları ile uyuşmadığı bilinmeli ve hemen o topluluğun içinden uzaklaşılmalıdır. Her işimizde samimi olmak esastır.
Dîn ve dünyâ işlerinde sakınılacak şeylerden sakınıp ihtiyâtlı, tedbirli ve uyanık hareket ederek, İslam görünümü altında batıl fikirlere hizmet eden, münafık ve cehalet yüklü ortamlardan, gruplardan, topluluklardan ve cemaatlerden uzak duralım ki gaflet içerisinde kalıp dünya ve ahiret saadetimizi yok edip perişan ve hüsran içinde kalmayalım. Allah; biz inanan kullarını her türlü şer fikirden, nifak, fitne ve fesattan muhafaza etsin. (amin)
İman ile başlayan süreçte temelini attığımız binada, ibadet etmek esasların içerisinde adeta bu binanın kolonları mesabesindedir. Nafile ibadetler de; bu binayı çevreleyen duvarlar ve süsler gibi bizi dışarıdan gelebilecek her türlü tehlikeye karşı muhafaza edecek, bizi güzel ve estetik gösterecek bir yapının simgesi durumundadır. Bu misalden anlaşıldığı üzere bir binanın tam ve mükemmel bir görüntüye kavuşması için bu üç temel ayağının olması elzemdir. İman, ibadet ve ihlas olmadan din tam bir kemalatta yaşanamaz.Nitekim İmâm-ı Rabbânî Hazretleri bu hususta şöyle buyurmuşlardır: “Şerîatın üç temel husûsiyeti vardır: İlim, amel ve ihlâs. Bunlar tam olarak îfâ edilmedikçe şerîatın îcâbı yerine getirilmiş olmaz. Tasavvufî bir hayatı elde etmekten maksat, şerîatı ikmâl etmektir. Yoksa tasavvuf, asla şerîatın dışında bir şey değildir.” (İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, I, 206/36) İmam Mâlik Hazretleri’nin şu ifadeleri de bu hususta dikkat çekici niteliktedir. “Kim fıkıhla (dînî ilimlerle) meşgul olur da, tasavvufî terbiye görmezse fâsık olur. Kim tasavvufla meşgul olur da dînî ilimleri bilmezse zındık olur. Her kim de bu ikisini cem ederse, hakikate nâil olur.” (Ali el-Kārî, Mirkātü’l-Mefâtîh, Beyrut, 1422, I, 335)
İbadet edebilmek, Allah'a şükür borcunun yerine getirilmesidir. İbadetsiz nefis temizleme ve terbiye, ancak şeytan işi uydurma yolların kişiye hoş gelen bir oyunundan ibarettir. Unutmayalım ki, İslam dininde imandan sonra en büyük esas, samimiyetle kılınan namazdır. Namazın farz, vacip ve sünnet hükümlerini öğrenip bununla amel etmek, her Müslümana Allah tarafından farz olarak yüklenen kati bir emir ve sorumluluktur. Bu emir, ölüm gelinceye kadar insan üzerinden düşmez. (Ve sana ölüm gelinceye kadar Rabbine kulluk et!) (Hicr Suresi-99) Bu geçici alemde, Yaratıcının emirlerini dinlemek, Müslümanım diyen her insanın asli görevidir. Kendini İslam cemaati olarak niteleyen toplulukların, Namaz ibadeti konusunda aşırı hassas davranması; bu ibadetin hükümlerini, amel etmenin güzelliklerini mensuplarına aktararak bu konuda titizlikle Allah'ın emirlerine riayet etmesi, en büyük dini vazife olacaktır. Bir topluluğun namazla bağı yoksa veya zayıfsa o cemaatin İslam dininin temel esasları ile uyuşmadığı bilinmeli ve hemen o topluluğun içinden uzaklaşılmalıdır. Her işimizde samimi olmak esastır.
İslam; Müslümanlara bir ve beraber olmayı emrederken, toplum içerisinde onlarla berabermiş gibi görünüp de toplumdan ayrılmış derecede kendi içinde bir 'birliği' kendi içinde bir 'kardeşliği veya cemaati' emretmemiştir. Yani grup ve cemaatlere bölünerek İslam kardeşliği oluşamaz. Müslümanların Allah'ı birdir. Peygamber'i Birdir. Kitabı Birdir. Kabe'si Birdir. O halde İslam milletinin farklı cemaatler adı altında pek çok gruplara ayrışması nedendir? "Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz." (Al-i İmran-103) “Şeytan insanın kurdudur. Tıpkı sürüden ayrılan koyunu kapan kurt gibi. Sakın gruplara bölünmeyin. Cemaatten, toplumdan ve mescidlerden ayrılmayın.”(Ahmed, II, 400; V, 335; Hâkim, I, 73/59) ayet ve hadisleri konumuzu aydınlatacak mahiyette açıktır.Müslümanların gruplara ayrılması esasında; yok olmalarının parça parça olarak küfrün boyunduruğu altına girmelerinin işareti olacaktır. İslam; müminlerin kardeşliğini emreder, birbirlerinden ayrılıp parçalanarak cemaat ve gruplar oluşturup, kendilerine birer farklı önder ve mürşidler bulup, Allah'ın emirlerini hafife alacak derecede hareket etmelerini asla caiz görmez. Para ve menfaat ilişkilerine dayanarak cemaat ve grupların çoğaltılması, İslam'ın temel kaide ve presiplerinden uzaklaşmaya sebep olarak, ancak küfrün emellerine hizmet eder. Namaz kılmayan, oruç tutmayan, zekatı sadece kendilerine bir menfaat ve çıkar aracı olarak gören topluluklar/cemaatler İslamı bilerek ve bilmeyerek yanlış anlamış gruplardır. Bu tip teşkilatlardan uzak durulması, bunlarla beraber hareket edilmemesi imani ve vicdani bir sorumluluktur. Siyasi çıkarlar peşinde koşan, para ve mülk gibi dünyevi menfaatleri kovalayan, bunun elde edilmesi için İslam'ın emirlerine ve yasaklarına aykırı olsun ya da olmasın her türlü davranışı meşru bir hak gibi gören anlayışlar İslam olamaz. Müslüman uyanık olmalıdır, nerede durduğunu ve nasıl hareket ettiğini bilmelidir. Geçmişte pek çok kere kafir milletlerin tuzaklarına yakalanarak çok büyük eza ve cefalar çeken Müslümanların artık tuzaklara karşı uyanık olup, kendilerini koruması gerekmektedir."Mü'min aynı delikten iki defa sokulmaz, ısırılmaz." (Buhârî, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63) düsturunu müslüman kendine rehber edinmeli ve her hareketini-davranışını sorgulayarak bilinçli hareket etmesi gerektiğini unutmamalıdır.Müslüman kimlerin oyununa geldiğini, kimlere hizmet ettiğini, ibadet ve iman konularında neye inandığını bilmekle yükümlüdür. Temel akideden uzaklaşmış, İslamın tasavvuf gibi güzide anlayışını kendi fikir ve inançları doğrultusunda yorumlayarak her alana çekilebilecek şekilde hareket eden, kalp ve gönülleri İslam gibi gözüküp de zehirli inançlarla dolduran topluluklar, hem bu dünyada hem de beka aleminde kişiye bir külfet olup yarardan çok zarar getirir. Para ve menfaat ilişkisi kurmadan, ömürlerini İslam yoluna vakfederek, ilim eserleri hazırlayan, müctehid talebeler yetiştirmek için gecesini gündüzüne katan alimlerimizden, İslamın temel akidelerini ve ibadet hükümlerini öğrenmemizin bir sorumluluk olduğunu unutmayalım. Para ve menfaat karşılığında istenileni yazan, İslam'ın hükümlerini kendi emelleri doğrultusunda yorumlayıp kitaplar neşreden, meşhur olmak için eser çıkaran günümüz alim görünümlü yazarlarından imanımızı muhafaza etmek için uzak duralım.
Dîn ve dünyâ işlerinde sakınılacak şeylerden sakınıp ihtiyâtlı, tedbirli ve uyanık hareket ederek, İslam görünümü altında batıl fikirlere hizmet eden, münafık ve cehalet yüklü ortamlardan, gruplardan, topluluklardan ve cemaatlerden uzak duralım ki gaflet içerisinde kalıp dünya ve ahiret saadetimizi yok edip perişan ve hüsran içinde kalmayalım. Allah; biz inanan kullarını her türlü şer fikirden, nifak, fitne ve fesattan muhafaza etsin. (amin)
Kadir PANCAR
13/05/2012
13/05/2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Fayda vermeyen ilimden Allah'a sığınırım. “Allah'ım; bana öğrettiklerinle beni faydalandır, bana fayda sağlayacak ilimleri öğret ve ilmimi ziyadeleştir."
İlim; amel etmek ve başkalarıyla paylaşmak içindir. Niyetimiz hayır, akıbetimiz hayır olur inşallah. Dua eder, dualarınızı beklerim...