Din
felsefesi, din adına sadece kuru bir felsefe yapmaktan ibaret olmayıp, din
alanında ciddi sorgulamalar yaparak en doğruya ulaşmak için yapılan sistemli
düşünme biçimlerinin bütününü ifade eder. Felsefe özel anlamda akıl yürütme, doğru biçimde kullanıldığında
iyi bir cevap bulma işlemidir. Kişinin hakikati bulmasında önemli olan kalp’ten
gelen ses olduğundan, akli muhakemelerin hepsi, yetersiz kalarak bir yerde tıkanacaktır. Bu
nedenle felsefe sayesinde yapılan bütün düşünmeler, hakikate ulaşmada bize
fikirler verse de varılan hakikatin kalpte yeşermesi en doğru eylem biçimi olacaktır.
Zira kalp, fiilin mekanıdır. Kalbe uğramadan yapılan iş ve işlemler, çok sığ
kalacaktır. Bizim buradaki amacımız; akli muhakeme ve felsefe eşliğinde yapılan
sorgulamaları, dini inançları ret eden kişiler kapsamında doyurucu bilgiye
ulaştırmaktan ve onların da iman nurundan faydalanmalarını sağlamaktan başka
bir şey ifade etmemektedir.
Din felsefesi kullanarak ateizm ve ateistlere
verdiğimiz cevaplarda, Batılı filozofların çalışmalarından yararlanarak, aslında
ortaya çıkan Batı kaynaklı inançsızlık mekanizmalarına da bir nevi kendi
içlerinden cevap vermiş olacağız. Kendi doğrularımızı ayet ve hadisler
eşliğinde zikretmek, bir ateist için bir anlam ifade etmediğinden, onların kendi
silahları ile konuşmak daha doğru olacaktır. İşte bu nedenle inançsızlık
kavramına evrensel bir düşünme biçimi olan Din felsefesinden cevaplar sunmaya
çalışacağız.
[Bu yazıda, genel anlamda ateizm ve inançsızlık kavramı incelenmiş olup, özelde Deizm ve Agnostizm gibi benzeri inançsızlık türlerine fazla detaya inmeden değinilmiş ve Deizm/Agnostizm kavramları, geniş kapsamlı bir inceleme olmadan yüzeysel olarak incelenmiştir.] detaylı bir yazı için (Bknz. Deizm kıskacındaki gençlik) İman; her
şeyden önce bir kalp işidir. Kalbin bir nedene bağlı olarak veya olmadan herhangi bir fikre, düşünceye veya bir var oluşa inanması kelime olarak imanı temsil eder. Akıl ise bu "iman" eylemine sebepler bulmaya yardımcı bir vasıtadır. İman ile akıl birbirine zıt iki kavram da değildir. İman ve akıl ilişkisi, birbirini destekler mahiyette, yalnız herbiri kendi içerisinde sınırlar ihtiva eden iki kavramı bizlere sunar. İman, kalbi bir fiil olmakla beraber bazı halleri akılla izah edilebilir. Ama her imanın akılla izah edilmesi mümkün değildir. Bu nedenle herhangi bir inancı ne kadar akılla
anlamak için uğraşsak da çabamız yetersiz
kalacaktır. Çünkü aklın sınırları vardır. İman ise gönül ve kalp işidir.
Mesela aynı iman gibi sevme eylemi de kalbi bir duygudur ve bazen akılla izahı son derece zor olur. Örnek olarak, aşık olduğunuz birini, "neden sevdiğinizi, neden O'na aşık olduğunuzu" bazen hiç kimseye mantıklı cümlelerle açıklayamazsınız. Aklınız artık bu noktada yetersiz kalmıştır. Sadece "seviyorum" gibi basit bir cümle ile iktifa edersiniz. İşte
bu misaldeki sevgi gibi, iman da bir kalp eylemidir. Ancak kalp, bir iman için yeterli
olabilir. Saf ve temiz bir kalb size ancak iman anlamında doğruyu söyleyecektir.
İman ve imansızlık arasında çıkan onca
tartışmanın kaynağında, günümüzde genellikle Hıristiyanlık ve Pagan kültürünün ve bunların rasyonalist filozoflarının etkisi
vardır. Kilisenin baskısından bunalan ve Hıristiyanlıkta mevcut olan "trinity" (teslis)
kavramı, Pagan kültüründeki putlaştırma ve mitler gibi saçma inanışları sorgulayan düşünürler; kendi inanç ve dinlerindeki yetersizlikleri görmüşler ve
önceleri kendilerince "teist gelenek" içerisinde iken, daha sonraları "deizm ve agnostisizme" ve
daha sonraları da "ateizme" doğru meyl etmişlerdir. Bazen de bu kavramların arasında kalan insanlar, yönlerini şaşırmış bir açıklama bulamadan yetersizlikler içinde bocalayıp durmuşlardır.
Burada bahse konu olan bazı kavramları kısaca açıklayalım: Deizm:
Yaradancılık veya ilahçılık olarak adlandırılır. Bununla birlikte tek bir tarif
söz konusu olmaz. Deizmdeki Tanrı tasavvuru: Evrenin
yaratıcısı olan, fakat bir kez yarattıktan
sonra ona bir daha müdahale etmeyen bir Tanrı’nın var
olduğuna inanmaktır. Nübüvvet ve vahiy olayı deizmde anladığımız manada yoktur. Ateizm ise yaratan bir tanrının olmadığına inanma
biçimidir. Agnostisizm ise tam bir şüphe halidir ve yaratıcının olup olmadığının
bilinemeyeceğini söyler. Konumuza benzerliği açısından, deizm ve tezim esasında birbirinden çok farklı olsa da aralarında genel olarak iki temel fark vardır. Bunlar:1-Tanrı evrenin varlık nedeni olmuş daha sonra ona bir daha müdahalede
bulunmamıştır. Teizmde ise yaratıcı mutlak hâkim her şeye gücü yeten ve herşeyi bilen bir konumdadır.
Ve her zaman evrene müdahale etme gücüne sahiptir. 2-Deistlerin bir kısmı,
mucizeleri, vahyi ve peygamberliği de inkâr
etmiştir. Dolayısıyla İslam ve Hıristiyanlık
dinlerini inkâr etmişler ve vahyi dışlayan
sadece akılla bulunan bir Tanrı’ya inanmışlardır.(Örnek:
Aristoteles, Ebu Bekir er-Razi, Voltaire, Rousseau ve Newton)
Hıristiyan gelenek içerisinde inanmışların, kendi dinlerine karşı çok sayıda eleştiri ve itirazları olması hasebiyle, Avrupa menşei olan pek çok filozofun düşüncesi, zamanla inandıkları dinlerinden bağımsızlaşarak farklı arayışlar sonucunda git gide hakikate yaklaşmaya başlamıştır. Bu serüven içerisinde inandıkları dinleri sorgulayan filozoflar, tutarsızlıklar içerisinde boğuştuktan sonra bir düşünce bunalımı yaşamışlar ve çeşitli dinlerin görüşlerini merak ederek akıllarında oluşan sorulara cevap bulmak için ciddi uğraşlar vermişlerdir. Bu bağlamda
filozofların çoğu inandıkları dinlerinden vazgeçerek, iç dünyalarında şüpheleriyle besledikleri mevcut sorularına cevaplar bulabildikleri yeni dinlerin öğretilerine ve fikir alt yapılarına kendilerini teslim etmişlerdir. Tarihsel anlamda bazı dini inanışlara değinerek akıl ve iman ilişkisi çerçevesinde konumuzu daha da genişletmek istiyorum.
Hıristiyanlık düşüncesinde önemli bir yer teşkil eden Thomas Aquinas’ın savunduğu iman anlayışı, akıl ve iman ilişkisine
iyi bir örnektir. Ona göre; "iman etmek bir şeye inanmayı gerektirir ki bu bağlamda söz konusu olan
Tanrı’ya inanmak, yani Tanrı’nın var olduğuna inanmaktır. Böyle bir imanı önermesel kılan da onun önermesel bir doğruluğu,
örneğin, ‘Tanrı vardır’ şeklindeki bir önermenin doğruluğunu
öngörmesidir. Dolayısıyla, iman eden bir kimse ‘Tanrı vardır’
şeklindeki bir önermenin doğruluğu hususunda teorik açıdan ikna olmuş bulunmalıdır." Hıristiyan teologlardan bazıları Hıristiyanlık dinindeki akla ve mantığa
yatmayan ifadelerden dolayı Tertullian gibi düşünürler "saçma olduğu için
inanıyorum" gibi sözlerle durumu kurtarma yoluna gitmişler fakat bu yol, teizmin
önünü kapadığı gibi, agnostizm ve ateizm gibi fikirlerin yolunu daha da genişletmiştir. Batı dünyasındaki şüphe ve ateizme doğru kayan
inanış biçimi, çeşitli felsefi sorular etrafında iyice artmış ve sonunda farklı gruplar
tarafından her fikrin savunucuları ortaya çıkmıştır.
20. asırda Agnostisizm ve
felsefe arayışları çerçevesinde, Tanrı’ya inanmanın rasyonel
olduğunu ispatlamanın üç yolu tercih edilmiştir;
1.Kantçı ve Hume'cu
bakış açısına karşı Tanrı’ya inanmak için
doğru sebepler ve delillerin var olduğunu iddia
etmişlerdir. Her iki düşünürde farklı delillerle Tanrının varlığını
ispatlamışlardır. Kant'a göre âlemin üzerindeki ahlaki yasaların varlığı bir
varlık delilidir. Hume ise akılla Tanrının varlığını ispatlamanın gereksizliği
üzerinde durmuştur.
2.William James; Tanrı’ya inanmak için pragmatik sebeplerin
inancı rasyonel yapmak için yeterli olduğunu ileri
sürmüştür.
3.Plantinga gibi bazı
filozoflar, Tanrı’ya inanmanın delille doğrulanan
bir inanç olmaktan ziyade temel inançla doğrulandığı için
rasyonel olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Daha sonraki zamanlarda da eski Yunan düşüncesi, Putperestlik kalıntıları, Uzakdoğu'nun Asya'nın Afrika'nın mistik düşünce yapıları, Yahudilik ve Hıristiyanlık
dini eleştirilmeye ve bu dinlerin içindeki saçmalıkları ortaya konulmaya başlayınca dinsizliğe karşı, özellikle Avrupa'da Frankfurt ve
Viyana ekolleri gibi imanın farklı özellikleri göz önüne alınarak, mantıki
formları izah edilmiş ve bu sayede ateizmden ciddi anlamda kopmalar başlamıştır. Batı dünyasında son dönemlerde Kozmolojik,
ontolojik ve tasarım delili gibi deliller tekrar canlanmış, bu
deliller Tanrı’nın varlığını ispatlamaktan ziyade bir Tanrı’nın var olduğunu
güçlendiren deliller olarak görülmüştür. Tanrı varlığının ontolojik deliline günümüz
filozoflarından Malcolm ve Platinga şöyle savunur. N. Malcolm’a
göre: "Eğer Tanrı yok ise sonradan var
olamaz. Aksi halde, Tanrı’nın varlığı bir
nedene bağlı olacaktır. Dolayısıyla Tanrı sınırlı olacak zorunlu olmayacaktır
Yine aynı nedenle, Tanrı varsa, sonradan yok olamaz. Varlığı sona ermez.
Buradan şu sonuca ulaşılır: Tanrı’nın varlığı ya imkânsızdır ya da zorunludur.
Sonuç olarak, tıpkı ilâhî sıfatlar gibi, ‘zorunlu varlık’ sıfatı da Tanrı’nın
zorunlu (özsel) bir sıfatıdır."
Plantinga’nın ontolojik delil Formülüne göre de Tanrı varlığı; 1-Maksimum büyüklüğün gerçekleştiği bir mümkün dünya vardır. 2-Bir
varlığın maksimum büyüklüğe sahip olabilmesi
için her dünyada maksimum mükemmelliğe sahip olması
zorunludur. 3-Bir varlığın maksimum mükemmelliğe
her dünyada sahip olabilmesi için onun
her dünyada her şeyi bilmek, her şeye gücü yetmek ve ahlâkî
mükemmellik [niteliklerine] sahip olması zorunludur. Maksimum
büyüklüğün bir dünyadaki imkânı bütün dünyalardaki
maksimum mükemmelliği gerektirmektedir. Maksimum
mükemmellik de her şeyi bilmek, her
şeye gücü yetmek ve ahlâkî mükemmellik gibi nitelikleri
gerektirdiğine göre, böyle bir mükemmelliğe ancak Tanrı sahip olabilir.
Kozmolojik delil, Kindi ve Gazali gibi Müslüman
filozoflar tarafından savunulmuşsa da günümüzde William L. Craig tarafından 1)
“Âlemde zamansal hadiseler vardır. 2) Bunlar başka zamansal hadiseler
tarafından nedenlenmiştir. 3) Zamansal hadiseler dizisi sonsuzca tekerrür
edemez. 4) Öyleyse, [bu] diziler ezelî olanda son bulmalıdır.” Bu ezelî olan
varlık ise Tanrı’dır. Şeklinde tekraren formüle edilmiştir. Bu düşünce İslam akaid kitaplarında "teselsül" (zincirleme) olarak isimlendirilmiştir.
Yine meşhur Hilbert oteli düşüncesi ile de kozmolojik delil
dile getirilmiştir. Hilbert Oteli: Bilfiil sonsuz sayıda odaları bulunan fakat
bütün bu odaları dolu olan bir otel düşünelim. Bu otele yeni müşteriler
alınabilir mi? Şimdi böyle bir otel bil-kuvve sonsuz odalara sahip olsaydı,
otel sahibi mevcut müşterilerin odalarını birer numara kaydırarak yeni bir
müşteri alabilirdi. Fakat bu odalar bilfiil
sonsuz ve hepsi de dolu ise, öyle
görünüyor ki, otele yeni bir oda
eklenemeyeceğinden yeni bir müşteri de alınamaz. Öyleyse, bilfiil
sonsuzluğa bir şey eklenemeyeceğine göre
âlemin bilfiil sonsuz bir geçmişi olamaz. Çünkü
ona her günle yeni bir şey eklenmiş olmaktadır. Öyleyse, âlemin zamansal bir
başlangıcının olması gerekir.
Âlemin başlangıcına ilişkin
bu apriori gerekçeler, ampirik bir
takım kanıtlarla da destekleniyor görünmektedir. Yani görünen kainat ekseninde yapılan araştırma ve incelemeler neticesinde elde edilen bulgulara göre bir Yaratıcı varlığı zorunlu olarak kabul edilmiştir. Astronomi ve
astrofizik alanında ileri sürülen; a)Genişleyen evren anlayışı b)Termodinamiğin ikinci yasasının öngördüğü bir takım düşünceler de evrenin bir başlangıca sahip olması gerektiğini göstermektedirler. Bütün bu bilimsel açıklamalar bir yaratıcı fikrinin doğrudan tezahürü olarak karşımıza çıkar.
Alemin sonradan yaratılmışlığı ve zorunlu varlık açıklamalarına ilişkin ortaya atılan Teleolojik Varlık delilinde de 1- “Evrenin bütün unsurlarıyla insanın varlığı
ile oradaki bütün mevcutların varlığına uygundur. 2-Bütün unsurlarıyla bir fiil için uygun bulunan
her şey birdir ve tek bir amaca yönlendirilmiş olup, zorunlu olarak
yaratılmıştır. Ve doğal olarak bu iki
ilkeden evrenin yaratılmış olduğunu ve bir
yaratıcısının olduğu sonucu çıkar” Günümüze yakın filozoflardan W. Paley’ tarafından
bu delil savunulmuş ve Âlemi basit, tek biçimli bir taş gibi bir varlıktan
ziyade parçaları belli bir amaç için düzenlenmiş bir saate
benzeten Paley bu yüzden onun açıklanmaya
muhtaç olduğunu, bunun da ancak bir faille
(tasarımcıyla) açıklanabileceğini fikrini ileri sürmüştür. Ayrıca yine bu
teolojik delili destekler mahiyette, M. J. Behe Canlı organizmalardaki bu moleküler
yapıya dikkat çeken alanda gözlemlenen karmaşık biyolojik sistemlerin
Darwin’ci bir indirgemecilikle açıklanamayacağını savunmuştur.
Aklın sınırlarını en ince detaylarına kadar
zorlayan Kant; Tanrı’nın varlığı için ileri sürülen diğer delilleri
reddettiği halde, ahlâk metafiziğinin temellendirilmesi için Tanrı’nın varlığını
kaçınılmaz görmüştür. Kant’a göre âlemde ‘iyi niyet’ten başka kayıtsız şartsız
bir şekilde ‘iyi’ olarak adlandırılabilecek bir şey yoktur. İyi niyet
‘mutluluğa layık’ olmanın ve dolayısıyla ahlâkın vazgeçilmez koşuludur.
Tabiatta her şey yasalara göre
işlerken, ilkelere göre hareket etmek
ancak akıl sahibi bir varlığın yapabileceği şeydir. Ona
bu imkânı tanıyan da sahip olduğu iradedir.
Kant için ‘en yüksek
iyi (summum bonum)’nin gerçekleşmesi ahlâk
yasasıyla belirlenmiş iradenin ‘zorunlu nesnesi’dir. Fakat ahlâk
yasasının bu idealine bu dünyadaki herhangi bir insanın kavuşması söz konusu
değildir. Ahlâk yasasının bu en yüksek
iyinin gerçekleşmesi ideali de pratik
açıdan zorunlu olduğuna göre, Kant’a göre,
böyle bir şey ancak ahlâk metafiziğinin
diğer iki postulatı olan ruhun ölümsüzlüğü
ve Tanrı’nın varlığıyla gerçekleşebilir.
Dolayısıyla, “Tanrı’nın
varlığı” ahlâkın zorunlu kıldığı bir şeydir. Böylece,
Kant’a göre, ancak her şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve ahlâkî
mükemmelliğe sahip bir iradenin varlığı (Tanrı) sayesinde, yani ilâhî
iradenin eşliğinde en yüksek iyinin gerçekleşmesini umabiliriz. Kant'a
göre Tanrı’nın varlığı konusundaki inancın doğruluğu, tecrübeye dayanan
(teorik) bilginin konusu olamaz, böyle bir
inancın, dünyaya ilişkin teorik bilgimizce
zorunlu olarak öngörüldüğü söylenemez. Dolayısıyla
Tanrı’nın varlığı ancak pratik aklın, ahlak metafiziği bağlamında
öngörmek/varsaymak zorunda olduğu bir şeydir. Bir
başka deyişle, böyle bir inancın kesinliği
öznel bir temele dayandığından mantıksal değil, ahlâkîdir.
Ahlâkın kaynağıyla ilgili
benzer yaklaşımlara A. E. Taylor, H.
Rasdall ve H. J. Newman gibi düşünürlerde de
rastlanmaktadır. Bu düşünürlerde ince sorgulamalardan sonra Tanrı varlığının
kesinliğine hükmetmişlerdir. Yine farklı bir varlık delili olan dini tecrübe
delilinde; Gale’in işaret ettiği gibi, 1.Dinî tecrübenin gerçekten
meydana geldiğinin, 2.Böyle bir tecrübenin tecrübeye konu olan varlık
(Tanrı) için bir delil teşkil ettiğinin ve sonuçta 3.Tanrı’nın varlığına
bu yolla inanmak için delil olduğunun bir şekilde gösterilebilmesi gerekir.
Swinburne, "bir rasyonellik ilkesi olarak gördüğü ‘Safdillik
İlkesi’ne dayanarak dinî tecrübenin" Tanrı’nın varlığı
için bir delil olacağını iler sürer.
Burada yazılan ve yazılamayan pek çok delil üstün
bir yaratıcının varlığını ve tekliğini Batı Dünyası özelinde dile getirmektedir. Yaratıcı fikri, insana sonradan kazandırılmış bir şey değildir. Pascal'ın ifade ettiği gibi
olasılık ve bahse de konu olamaz. "Tanrı varlığı" aklımızdan daha kesin bir
gerçekliktir. Bunu kabul etsek de etmesek de bu vardır ve gün gibi apaçık
ortadır. Tarihte Batı Dünyası, yaşadığı hezeyanlardan sonra kilisenin
saçmalıklarından kurtularak, fıtri gerçeği kabul etmiş ve Allah'ın varlığına -özel olarak da İslam
dinine yönelmeye- başlamıştır. Avrupa'daki İslam'ın önündeki onca baskı ve
engellemelere rağmen "Allah indinde tek din olan İslam'a rücu etme" ilkesini, İslam dinini seçenlerin sayısını tarafsız olarak gözlemlersek ne demek
istediğimiz ortaya çıkar.
Yukarıda yazılan felsefi akımlarla birlikte
dünyada Agnostizm ve Ateizm fikri zayıflayıp -hatta yok olma sürecine
girerken-, bir olan yaratıcıya dönme eğilimi artarken, bizim coğrafyamızda daha yeni
bulunmuş bir gerçeklik gibi yeniden filizlenmeye ve tekrardan
parlamaya başlamıştır. Ateizm fikri adına dernekler kurulmaya, bir olan
yaratıcı fikri eleştiri yağmuruna tutulmaya ve bu sayede inançsızlık yayılarak,
özellikle gençlerimizin zihinleri bulandırılmaya başlanmıştır. Din bilgisi
hakkında okumayan, felsefi inançları sorgulamayan, dini nitelikte fazlaca bilgi
öğrenmemiş gençlerimiz, bu tür ateist fikirlerin doğru olduğu düşüncesi ile
bunlara kapılmakta ve var olan imanlarını kaybetmektedirler.
Yaşanılan çağdaki Müslümanların durumundan yola
çıkarak, onların davranışlarının İslam dinine yüklenmiş olması, İslam'ı bilmemekten
kaynaklanmaktadır. Çatışmaların terörün savaşların kaynağında İslam'ı görmek
büyük bir saygısızlığın neticesidir. İslam; bütün zorbalıkları, haksız cana ve ırza saldırmayı yasaklamış ve bu değerleri korunmak üzere teminat altına almıştır. İslam; her zaman gözümüzün içine sokulurcasına gösterilen Afganistan, Pakistan, Hindistan, İran vb yerlerde, hep savaşı hatırlatan eli silahlı, pespaye kılıklı erkeklerle, yüzleri/elleri kapalı, toplumdan uzaklaştırılmış, ezilmiş, savaş esiri olmuş burkalı kadınlardan oluşan bir
görüntü dini değildir. İslam, Afrika ve Ortadoğu'da yaşanan savaş, terör ve sadece kandan oluşan, bir
görüntü dini de değildir. Bütün bu görüntüler, İslam'ı seçen/meyleden milyonlarca insanı bu dinden vazgeçirmek adına İslam düşmanları tarafından ortaya atılan suni görüntüler
ve olaylardan ibarettir. Bugün Afrika'da ve Avrupa'da misyonerlerin yıllarca
yapamadıklarını, Müslümanlar dini inanışları sayesinde kolay bir şekilde yapabilmiş, paylaşma-yardımlaşma
ve sevgi mesajları ile Müslümanların sayısı bu coğrafyalarda her geçen gün artmıştır. Bu
durumdan endişelenen İslam düşmanları, hazırladıkları çeşitli türdeki göz boyama oyunları ve tuzakları ile İslam'ın
önüne set olabileceklerini düşünmüşler ve türlü engeller kurmuşlardır. Evet, o İslam düşmanlarının bir tuzağı ve oyunları varsa, Allah'ın da bir planı ve hazırladığı bir kaderi vardır.
Değerleri kardeşlerim! İnançsızlık düşüncesini, Avrupa-Amerika aşalı çok oldu. Bize yeni gelmiş olan bu sorunlar, yıllardan beri
felsefi kitaplarında yazıldı ve hepsine de imanlı kişilerce doyurucu cevaplar verildi. Her
seferinde kaybeden inançsızlık oldu. İman etmek için "nasıl var olduğumuza bakmak" ve yaşadığımız hayatın bir gün bu dünyada son bulacağı "ölüm" düşüncesini akla getirmek" yeterli olacaktır.
İnançsızlık deryasında yüzmeye devam etmek isteyenlere tüm kalbimle şu soruyu soruyorum. "Ben bu dünyada
sadece şu anki hayatı yaşıyor ve ölünce tamamen yok olacaksam, âlemdeki her şey
bir tesadüf ve zorunluluk icabı ise, dünyada çekilen bunca zahmet, bunca
yapılan işler ne diye? Tekrar dirilme ve yaşantım yoksa, ben bu dünya için
neden bu kadar çaba gösteriyorum? Bu dünyada bile kanuna aykırı bir hareketin
cezası varsa, nasıl olur da benim fiillerimin hiçbir sorumluluğu olmaz?" Buna
benzer pek çok soru sorabilirim. Bütün bu sorulara karşı, insanı cevapsız halde aciz bırakan bir kavram olarak "ölüm" karşımıza çıkar. İmam Gazâlî'nin el-Munkızu Min'ed Dalâl kitabında Peygamberimizin sözü olarak naklettiği: "İnsanlar uykudadırlar, öldükleri vakit uyanırlar." sözüyle de belirtildiği üzere; 'ölüm' iman etmek için yeterli sayıda cevabı içersinde ihtiva eder. Var ve tek olan; noksan sıfatlardan münezzeh, kemal sıfatlarla muttasıf olan tek bir
yaratıcının olmasının en büyük delili, dünyada 'ölüm' denen bir gerçeğin
olmasıdır. Çünkü ölüm, akılda oluşacak bütün şüpheleri gideren bir kavramdır. Ölümle birlikte yeni bir yaşamın var
olması hakikati, ortaya çıkınca, kalpte şüphe içeren her soru bir cevap
bularak yok olur ve iman etmek mecbur hale gelir.
Yukarıda da anlatılan pek çok delil ve görüşlerle, Allah'ın varlığı ispatlanabilir lakin İmam Gazali'nin ifadesiyle "Bin tane delille Allah'ın varlığını ispat eden bir kimsenin kalbinde, o kadar sayıda şüphe vardır." ilkesi gereği bir yerde durmak ve kalben inanmak lazım gelir. En başta da dediğim gibi, marifet soru sormak değil, iyi bir cevap verip bu cevabı kalpten tasdik edip dinlemektir. İman, kalp fiilidir demiştim yazımın en başında.
İşte Allah'a iman etmek, kalbin bütün serinliklerinden gelen içten bir duygudur.
Eğer imanınız üretilen şüpheci sorularla yıkılıp gidiyorsa, zaten "sağlam bir imanınız
yoktur" demektir. Ateizm adına sorulan her sorunun bir cevabı vardır. Senin
akılla ürettiğin soru ne kadar iyi olursa olsun, senden daha zeki olan biri buna
mutlaka bir cevap üretir. Bugün o cevap üretilmese bile yarın mutlaka o cevabı görürsün.
Belki de senin ömrün, o cevabı görmeye yetmez ve bu cevapsızlıklar içinde bocalarken, kendini ebedi pişmanlıklara batmış bir halde bulursun.
Sevgili kardeşlerim! Varlığından en küçük bir
şüphe duymadığımız Allah'a, tüm kalbimle inanıyor ve inanç mutluluğunu sizlerin de
tatması için bu yazıyı sizlerle paylaşıyorum. Kalplerimizde
iman tomurcuğunu yeşertmek kolay değildir ama bir yeşerdi mi onu durmadan bir
bitki gibi sulamak ve korumak gerekir. Aksi halde İslam düşmanları tarafından
ustaca hazırlanmış şeytani sorular karsısında, şüphelerle o iman fidanı kurur gider. Kalbinizin
sesini dinleyin. Saf ve temiz niyetle vereceğiniz kararlar, kalbinizin içinden gelen bir vicdani
ses olacaktır.
İmansızlık, kişiyi her defasında kor ateşi gibi
yakan içten içe üretilen bir sürü soruya cevap verememekten başka bir şey değildir. İmansızlık, karanlık bir kuyuya düşüp bir şey arıyormuş gibi hareket etme timsali, anlamsız bir boşluğu ifade eder. İman etmek ise çok basit, fakat anlamı ve heyecanı itibariyle büyük
bir olaydır. İman ettiğiniz bir şeyde yakıcı sorulara muhatap olma ve içinizi
kemiren evhamlardan uzaklaşırsınız. Bütün inançsızlık sorularına "sadece ben böyle inanıyorum" demek büyük bir cevap olarak muhataba kafi gelir.
Son söz olarak; "La ilahe
illallah Muhammedür-Rasulüllah" demeniz halinde bile,
kalbinizde bir ışıltı, bir ferahlama oluşacaktır. Dünya ve ahiret hayatı için iman etmek, bütün sorulara cevap bulmaya yetecektir. Buna inanın ve bunu düşünün. Laf burada tükenmiştir. Vesselam!
اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلهَ اِلاَّ اللهُ وَاَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ
Kelime-i Şehadet: "Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Rasulühü"
Kelime-i Şehadetin Anlamı: "Şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur ve yine şahitlik ederim ki Muhammed (s.a.v), O'nun kulu ve Rasûlüdür."
Kaynaklar:
Tehâfütü'l-Felâsife (Filozofların Tutarsızlığı), İmam Gazali, Klasik Yayınları,Çev.Mahmut Kaya,İstanbul,2014.
El Munkız Min ed Dalal ve Tasavvufi İncelemeler, İmam Gazali, Kayıhan Yayınları, Çev. Salih Uçan, 2008.
Tanrının varlığına dair Argümanlar (Ateist Din Felsefesi Eleştirisi), Adnan Aslan, İSAM Yayınları, 2006.
Din Felsefesi, Mehmet Sait Reçber, Recep Kılıç, Engin Erdem, Zikri Yavuz, Editör: Recep Kılıç, Ankara Üniversitesi UZEM Yayınları, Ankara, 2013.
Pratik Aklın Eleştirisi, İmmanuel Kant, T.Felsefe Kurumu Yayınları, 2002
Allahın Varlığı, Yusuf El Karadavi, Çev. M. Recai Gündüz,Nida Yayınları, 2014.
Din Felsefesi: Seçme Metinler, Philosophy of Religion, Selected Readings, Bruce Reichenbach, David Basinger, Michael Peterson, William Hasker, Çev.Hümeyra Özturan , Küre Yayınları, İstanbul, 2013.
Yaşayanlara Çağrı, Roger Garaudy, Pınar Yayınları, Çev.Cemal Aydın, 2013.
Felsefe Tarihi, Prof. Dr. Murtaza Korlaelçi, Prof. Dr. Celal Türer, Editör:Prof. Dr. Murtaza Korlaelçi, Ankara Üniversitesi UZEM Yayınları, Ankara, 2012.
Modern Bilim Felsefe ve Tanrı, Caner Taslaman, İstanbul Yayınevi, 2013.
Din Feslefesi ve İman Üzerine Rasyonel Düşünme, Stephan Evans,Zachary Manis, Elis Yayınları, 2010.
David Hume ve Din Felsefesi, Mustafa Çevik, Dergah Yayınları, 2006
yegitek.meb.gov.tr/aok/Aok_Kitaplar/AolKitaplar/Felsefe_2/4.pdf Erişim Tarihi: 25.04.2014
http://www.canertaslaman.com/tag/din-felsefesi/ Erişim Tarihi: 13.03.2014
Kadir PANCAR
26/04/2014
İyi bir felsefi derleme olmus ellerinize saglik
YanıtlaSil