İlim, hiçbir surette salt ilim olması bakımından çirkin (mezmum) olmaz. Fakat üç sebebe binaen bazı kullar hakkında çirkin ve mezmum addedilir.
1. Sahibini veya başkalarını kötüye sevkeden ilimdir. Sihir ve büyü ilmi buna örnek olarak verilebilir. Çünkü bu ilimler birer ilim kabul edildiği halde kötülenmiştir. Bu ilimlerin var olduğunu Kur'an-ı Kerim tasdik etmektedir. Yine Kur'an bu ilmin eşlerin arasını açtığını bile zikretmektedir. "Onlar, Süleyman’ın hükümranlığı hakkında şeytanların uydurup söylediklerine uydular. Gerçek şu ki Süleyman kâfir olmadı, fakat şeytanlar kâfir oldular; çünkü insanlara sihri, Bâbil’de iki meleğe, Hârût’la Mârût’a indirileni öğretiyorlardı. Hâlbuki bu iki melek, “Biz ancak imtihan vasıtasıyız; sakın küfre sapma!” demedikçe hiç kimseye bilgi vermezlerdi. Fakat onlar bu iki melekten, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa Allah’ın izni olmadıkça onunla hiç kimseye zarar veremezlerdi. Yine de kendilerine fayda sağlayanı değil zarar vereni öğreniyorlardı. Andolsun onlar, bunu (sihri) satın alan kimsenin âhiretten nasibi olmadığını çok iyi biliyorlardı. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür, bir bilselerdi!" (Bakara Suresi/102) Aynı zamanda Hz. Peygamber'e sihir yapıldığı ve bu sihirle hastalanarak yatağa düştüğü, bilinen gerçeklerdendir. Bunu bizzat Cebrail söylemiş ve sihri orada bulunan bir kuyunun derinliklerindeki taşın altından çıkarmıştır.
["Bir gün Rasulullah (s.av), Hz. Aişe (r.a)'nin evindeydi. O gün Allah'a tekrar tekrar dua etmişti. Bu sırada uykuya daldı. Uyandığında Hz. Aişe (r.a)'ye "Ben Allah'a sorduğum sorunun cevabını aldım." dedi. Hz. Aişe (r.a) "O nedir?" diye sordu. Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: "İki kişi (yani melekler iki insan şeklinde) bana geldi. Birisi başımın, diğeri ayaklarımın tarafında durdu. Birincisi diğerine sordu. 'O'na ne oldu?' Öbürü cevap verdi: 'Buna sihir yapılmış.' Birincisi sordu: 'O'na kim sihir yaptı?' Öbürü cevap verdi: 'Lübeyd b. Asım.' Birincisi sordu: 'Ne içinde?' Öbürü cevap verdi: 'Tarak ve saçlar, bir erkek hurma içinde.' Birincisi sordu: 'O nerede?' Öbürü cevap verdi: 'Beni Züreyk'in kuyusu Zervan (Zî-ervan) içinde, bir taşın altında.' Birincisi sordu: 'Ne yapmalı?' Öbürü cevap verdi: 'Kuyunun suyunu boşaltarak onu taşın altından çıkarmalı.'" Rasulullah (s.a.v); Hz. Ali (r.a), Ammar b. Yasir ve Zübeyr'i gönderdi. Onlarla birlikte Cübeyr b. Iyaz el-Zurkî'yi ve Kays b. Muhsin el-Zurkî'yi de kuyuya gönderdi. (Yani Beni Züreyk'in iki mensubunu da onlarla birlikte gönderdi.) Rasulullah (s.a.v) daha sonra kendisi de birkaç sahabe ile kuyunun oraya geldi. Kuyunun suyu boşaltılarak taşın altındaki kılıf çıkarıldı. Kılıfın içinde tarak ve saçlarla birlikte, bir ip üzerinde on bir düğüm ve mumdan bir putçuk buldular. Bu putçuğun üzerine de iğneler batırılmıştı. Cebrail (a.s) gelerek Rasulullah (s.a.v)'a "Muavvizeteyn'i (Felak veNas sureleri) oku" dedi. Rasulullah (s.a.v)'ın her ayeti okuyuşunda bir düğüm çözülüyor, putçuk üzerindeki iğnelerden bir tanesi de çıkıyordu. Son ayete gelindiğinde tüm düğümler çözülmüş ve bütün iğneler çıkmıştı. Rasulullah (s.a.v) sihrin tesirinden kurtulduğu için, kendisini bağlardan kurtulmuş gibi hissetti. Daha sonra Lübeyd'i çağırarak sorguya çekti. Lübeyd suçunu itiraf etti. Rasululllah (s.a.v) da Lübeyd'i cezalandırmadan serbest bıraktı. Çünkü kendi kişisel meselesi için kimseden intikam almazdı. Ayrıca olayı duyanlar Lübeyd'i öldürmesinler diye çevresindekilere bu olayı yaymamalarını da tenbih etti."] (Buhârî, tıbb 47, 49, 50; bed'u'l-halk 11; cizye 14; edeb 56; daavât 58; Müslim, selâm 43; İbn Mâce, tıbb 45; Ahmet b. Hanbel, el-Müsned, 6/57, 63-64)
Sihir ilmi, cevherlerin özelliğinden, yıldızların doğuş merkezlerini hesap etme inceliklerini bilmekten elde edilen bir ilimdir. Bu ilimde bilinenler sadece halka ve diğer insanlara zarar vermeye vesile olur. Şerre vesile olan elbette şerr olur ve böylece mezmum sayılır. Sözgelimi biri, bir veliyi öldürmek kasdıyla tâkib eder. Veli ise görünmeyecek şekilde kapalı bir yere gizlenir. Onu tâkib eden zâlim, velinin yerini sorduğu zaman, ona velinin yerini söylemek çok çirkin bir hareket olur. Çünkü böyle bir hareket, o zâlimin veliyi öldürmesine sebep olabilir. Dolayısıyla burada zâlimi, velinin tam tersi istikamete yöneltmek vâcibdir. Fakat burada zâlime yardım etmek; yâni bildiği şeyi söylemek bir ilim ise de, şerre yol açtığı için çirkin ve mezmûmdur.
2. Sahibine kârdan fazla zarar veren ilimdir. Astronomi gibi... Bu ilim, ilim olmak hesabıyla zararlı bir ilim değildir. Çünkü ikiye ayrılır:
a) Hesab İlmi: Allah Teâlâ Kur'an'da güneşin ve ayın bir hesab ile seyrettiğini söylemektedir. "Güneş ve ay (kendi menzillerinde) bir hesap iledir" (Rahman Suresi/5) "Aya da menziller (miktarlar) takdir ettik. Nihayet kurumuş eski hurma dalı gibi oldu."(Yâsin Suresi/39)
b) Ahkâm İlmi: Bu ilmin özeti hadiselerin oluşunu sebeplere bağlamaktır. Doktorun nabız yoklamasıyla muhtemel hastalığı keşfetmesine benzer. Bu ilim, Allah'ın kendi yarattığı varlıklar hakkındaki sünnet ve adetinin cereyan tarzını bilmektir. Fakat bu ilmi, şeriat bir hikmete binaen kötülemiş ve zemmetmiştir. Hadis-i şeriflerde; "Kader zikredildiği zaman, kadere dalmaktan kendinizi alıkoyun. Yıldızlar zikredildiği zaman, kendinizi sakının. Ashabım zikredildiği zaman (onların arasındaki hådiseleri kurcalamaktan) sakının!" (Taberani; Hatib, Kitab-ul kavm fi ilmin nücum) "Benden sonra ümmetim hakkında üç şeyden korkuyorum: 1.İdarecilerin zulmü, 2. Yıldızlara inanmak, 3. Kaderi yalanlamak." (Ibn Abdilberr ve İbn Asakir) buyrulmuştur.
Hz. Ömer şöyle demiştir: "Yıldızlardan ancak karada ve denizde size varayacak kadarını öğrenin, gerisinden ise sakının." Hz. Ömer'in bizi yıldız ilminin kara ve denizlerde işimize yarayacak kısmından başkasını elde etmekten alıkoyması üç sebebe dayanır:
a) Yıldız ilmi halkın çoğuna zarar verir. Çünkü halka 'Şu olaylar falan yıldızın hareketinden meydana geliyor dendiğinde, halkın kalbinde yıldızların tesir edici ve tasarruf sahibi birer ilâhi kuvvet (ilah) oldukları kanaati yerleşmektedir. Özellikle yıldızların semavî birer cevher oldukları hususu da bu kanaati iyice desteklemektedir. Böyle olunca yıldızların tesiriyle insanların zihinleri çeliniyor ve insanlar onlara bağlanıyorlar. O kadar ki hayrı ve şerri; ümit veya ümitsizliği onlardan beklemeye başlıyorlar. Böylece Allah'ın zikri kalplerden siliniyor. Çünkü zayıf olan kimseler, daima vasıtalara bakar;
her türlü o vasıtanın esas müessirine bakmaya gücü yetmez. Güneşin, ayın ve yıldızların Allah Teâlâ'nın birer teşhir edilmiş mahlûku olduğunu sadece ilimde derinleşmiş âlimler bilebilirler.
Zayıf bir insanın, ışıkların ancak güneş doğduktan sonra etrafı aydınlattığını görmesi, karıncanın şu hâline ne kadar benzer: Bir kağıdın üzerinde bulunan karıncaya akıl ihsan edilse de o kâğıdın üzerindeki yazıları okuma kabiliyeti kazandırılsa dahi; yazıların arka arkaya kâğıt üzerinde sıralanışını kalemin işi zanneder. Çünkü o kağıt üzerine yazıyı yazan olarak, karınca yalnız kalemi görmüştür. Kalemin daha üstüne bakıp, onu tutan parmakları karınca göremez. Hele hele parmakların yukarısında bulunan eli ve o eli idare eden iradeyi hiç göremez. O iradeyi taşıyan yazarın' varlığını, o yazara bu kabiliyet ve hassasiyeti veren hakikî kudret ve kuvvet sahibini, hiçbir şekilde idrâk edemez. İşte tıpkı bu karınca misâlinde olduğu gibi, halkın dikkati çoğu zaman enginlerde ve yakın sebeplerde kalır. Bu sebepleri aşıp, sebeplerin asıl müessirine varmaya muvaffak olamaz. İşte yıldızların ilmine dalmayı yasaklayan sebeplerden biri budur.
b) Yıldızlara bakarak netice çıkarmak tahminden başka birşey değildir. Ne zan ve ne de yakîn olarak insanlar tarafından açık birşey bilinmemektedir. O halde yıldızların doğuşu sebebiyle ortaya atılan hüküm, cahilâne bir hükümdür ki, böyle bir hükmün hiçbir değeri yoktur. Cehalete yol açtığı için zemmedilmiştir. Yoksa mücerred olarak kötülenmiş değildir. Bu ilimle elde edilen mårifetlerin Hz.Idris (a.s)'in mucizesi olduğu kuvvetle rivayet olunmaktadır. Fakat Hz. İdris (a.s)'in meşgul olduğu yıldız ilmi, günümuzde tamamen inkiraza uğramış ve yok olup gitmiştir.
Müneccimin yapmış olduğu tahminlerin bazen doğru çıkması, sadece bir tesadüften ibarettir. Zira müneccim, bir kısım sebeplere muttali olur. Muttali olduğu sebeplerden meydana gelen şartların arkasından bakar, birçok şartların gelmesiyle ancak müsebbeb meydana gelir. Bu şartların hakikatine muttali olmak beşerin kudreti dışında bir keyfiyettir. Kazara ve tesadüfen Allah Teâlâ'nın bütün bu sebeplerin geri kalan kısımlarını takdir ettiği bir âna, müneccimin hükmü tesadüf ederse, müneccim hükmünde isabet etmiş ve doğrulanmış sayılır, tesadüf etmediği takdirde ise müneccim yanılmış sayılır. Müneccimin bu durumu tıpki bulutların toplandığını görerek, yağmurun yağacağına hükmeden bir insanın durumuna benzer. Fakat çoğu zaman bulutlar dağılarak yağmurun yağacağı sonucuna varan kimseleri yanıltır. Bazı zamanlar bunun aksi de olur ve yağmur yağar. İşte nasıl sadece bulutların bir araya gelmesi yağmurun yağmasına kâfi gelmiyor ve daha bilinmeyen sebepler de gerekiyorsa; bir kaptanın esintiye bakarak bir tehlike görmemesi, bir gemicinin tecrübelerine dayanarak vermiş olduğu 'gemi batmaz' hükmü de tıpkı bunlar gibidir. Zira bu esintilerin daha nice nedenleri vardır ki, gemici bunlara bazen muttali olur, bazen ise vakıf olamaz. Hele bir kısmına hiçbir zaman nüfuz edemez. Onun için bazen hükümlerinde isabet eder, bazen de yanılır. İşte bu sebeplerle idrak yeteneği kuvvetli insan da zayıf insan gibi bu yıldız ilminden sakındırılır ve menedilir.
c) Yıldız ilminde fayda yoktur. Zararlarından en azı fuzulî bir iş yapmış olmaktır. Fuzulî bir iş yapmış olmak da en değerli hazine olan hayatı boşa harcamaktır ki bu zararların en dehşetlisidir. Hadis-i şerifte "İlim ancak bir ayet veya kâim (nesh edilmemiş) bir sünnet veya (mirasçılar arasındaki taksim ile ilgili feraiz) adaletli bir farizadan ibarettir." (Ebu Dâvud, ibn Mâce) buyrulmuştur. Astroloji ve benzeri ilimlere dalmak tehlikeli olduğu gibi faydasızdır ve bu ilimle meşgul olmak vakit kaybetmekten başka birşey değildir. Allah'ın takdir ettiği şeyden kaçınmak hiç kimsenin elinde değildir. Ama tıb ilmi böyle değildir, çünkü o ilme insanların ihtiyacı vardır. Tıb ilminin delillerinin bir çoğuna insan vakıf olabilir. Tıb ilmi gibi rüya tâbiri ilmi de her ne kadar tahmine dayalı bir ilim ise de; yıldız ilminden farklıdır. Rüya tâbirinde faydalar vardır. Zira tâbir ilmi, nübüvvetin kırkaltı parçasından bir parçadır ve bu ilimde herhangi bir tehlike yoktur.
3. Üçüncü sebep ise, faydasız bir ilme dalmaktır. Faydasız ilme dalmak, kötülenmiş ve zemmedilmiştir. İlimlerin temellerini, zahirini ve açık olanını bilmeden, o ilmin inceliklerini, esaslarını öğrenmeden gizli taraflarını öğrenmeye çalışmak, ilimlerin müteşabih ve kapalı taraflarını bilmeye gayret göstermek ve ilâhî ilimlerin sırlarını araştırmak, zahir yerine batıni yorumlara dalmak gibi ilim öğrenmek kötülenmiştir. Felsefeciler ve kelâmcılar bu ilimlere her ne kadar vakıf olmak istemişlerse de; tek başlarına bu ilimleri kavramaktan uzaktırlar. Bu ilimlere tek başına vakıf olmak ve bir kısım yollarını elde etmek sadece peygamberlere ve onların izinden giden velilere mahsustur. O halde insanların böyle ilimlerden sakınması ve bütün bunları şeriatın ölçülerine döndürmesi ve tanzim etmesi gerekir. Zira şeriatta Allah'ın tevfikine mazhar olan kimseler için ikna edici deliller mevcuttur. Nice kişiler vardır ki, gizli ilimlere dalmışlar, fakat dalmış oldukları ilimlerden çok zararlı çıkmışlardır. Şayet bu ilimlere dalmamış olsalardı, dinî durumları ve inançları çok daha iyi olurdu. Bu kısım ilimlerin bazı kimselere zarar verdiği açık gerçeklerden biridir. Nitekim helal olan kuşların etinin ve bir kısım tatlıların süt çocuklarına zarar verdiği gibi bu durum da malûmdur. Birçok kimsenin, bazı hususları bilmemeleri, bilmelerinden daha hayırlıdır.
Rivayet olunduğuna göre, halktan biri doktara giderek hanımının çocuk yapma özelliğinin olmadığından (kısır oiduğundan) şikayet eder. Doktor, kadının nabzını yoklayarak şöyle der: "Tedavi edilmeye muhtaç değil; zira kırk gün sonra vefat edecektir. Nitekim nabzının durumu buna işaret ediyor' der. Doktorun ağzından çıkan bu sözleri dinleyen kadın dehşete kapılır, hayatı perişan olur. Varını yoğunu fakir fukaraya vererek vasiyetini yazar. Kırk gün yemek yiyemez, su içemez. Kırk gün dolduktan sonra adam, doktora gelerek karısının ölmediğini bildirir. Bunun üzerine zeki doktor "Ölmeyeceğini biliyordum. Hemen eve git ve karınla cinsi münasebette bulun, gebe kalacaktır' der. Doktorun bu cevabına hayret eden koca 'Bu nasıl olur?' diye sorar. Doktor meseleyi şöyle izah eder: "Muayene neticesinde kadının şişman olduğunu ve bu sebeple rahim ağzının kapalı bulunduğunu gördüm. Bu yağları ancak ölüm korkusu eritebilirdi. Bunun için onu böyle bir korkuya sokmak gerekiyordu. Ben de öyle yaptım. Şu anda maksat hasıl olmuş, eşinin rahim ağzını kaplayan yağlar erimiştir. Onun için çocuk yapmaya hazır bir vaziyete gelmiştir" diyerek doktor durumu izah eder. İşte bu hikâye sana bazı ilimlerin tehlikesini haber vermekte, hatta sadece bunu haber vermekle kalmamakta, aynı zamanda Allah'ın Rasûlü Hz.Muhammed Mustafa'nın (s.a) şu sözünün mânâsını da açıkça ve eksiksiz bir şekilde bildirmektedir: "Fayda vermeyen ilimden Allah'a sığınırız." (ibn AbdilBerr) İşte bu hikâyeden ibret al. Şeriatın zemmettiği ilimlere dalma ve onlardan şiddetle kaçın. Ashabın eteğine yapış. Sünnet-i Seniyye yolundan bir an olsun ayrılma. Zira din ve dünyanın selâmeti ancak sahabe-i kirâmın yolundan gitmeye bağlıdır. Tehlike ise, kendi başına birtakım şeyleri araştırmak ve sahabenin görüşünden ayrılıp müstakil bir görüşe sahip olmaktadır. Sakın zannını delilinle, aklınla ve kişisel görüşünle inat göstererek insanlarla çokça tartışma.
'Ben bazı şeyleri bilmek için araştırıyorum. Öyleyse ilmi düşünmekte ne zarar vardır? deme; zira mūstakil şekilde, olur olmaz ilmi meselelere
dalışının zararı, kârından fazladır. Çok şeyler vardır ki, ona vakıf olduğun zaman elde ettiğin şey, seni tehlikelere sūrükler ve âhiretini berbat eder. Allahü Teala'nın rahmeti sana yetişmediği takdirde bu felåketten kurtulamazsın ve helak olur gidersin! Bilmiş ol ki, nasıl ehliyetli bir doktor tedavi usûllerinde kimsenin kestiremediği ince usûllere müracaat etmesini biliyorsa; kalplerin hekimi sayılan, ahiret hayatının vesilelerini bilen peygamberler de aynı şekilde bu sahada başkalarının bilmediği usûllere vâkıftırlar. Bu bakımdan, sen kendi aklına güvenerek onların mesleği üzerinde düşünüp mesleklerini değiştirme durumuna düşme. Böyle yaparsan seni felâketten hiçbir şey kurtaramaz.
Birçok kimseler vardır ki, parmakları yaralandığı zaman kendi kendilerine o yarayı birtakım merhemler sürerek iyileştirmeye çalışırlar. Halbuki hekim, merhemin elin başka tarafına sūrülmesi icabettiğini söyleyebilir. Damarların bedene yayılışını, köklerini ve bedeni nasıl çevrelediklerini bilmeyen kimseler doktorun bu tavsiyesini akla yakın bulmaz; 'Nasıl olur da yaranın üzerine değil de başka tarafa sürülür diyerek itiraz ederler. İşte âhiret yolunda şeriatın inceliklerinde, âdâbında,insanların bilmekle mükellef oldukları inançlarında ve lâtifelerinde de durum böyledir. Akıl bu meseleyi tek başına halletmeye muktedir değildir ki kendi gücüyle bunu ihâta edebilsin. Nitekim madenlerin yapılarında birtakım acâip özellikler vardır ve bu özellikler sanat erbabının bilgisi dahilinde değildir. Sözgelimi hiçbir sanat erbabı; demirdeki mıknatıs çekiminin mahiyetini bilmez. Bunun gibi inanç ve amellerdeki gariplikler de kalplerin saffeti, temizliği, tezkiyesi ve ıslahı için kulların, Allah'ın manevi komşuluğunda yükselmelerini temin eder.
İlmin durumu aynen bedenin hâline benzer. Bedene ait bazı haller vardır ki azı da, çoğu da güzeldir. Meselâ, sıhhat ve güzellik gibi... Diğer bir kısmı ise, mûtedil davranıldığı zaman güzel, haddi aşıldığı zaman çirkindir. Meselâ malını Allah yolunda vermek gibi. Haddi aşarak verilen şey sadakadır, fakat güzel değildir. Çünkü israftır. Meselâ şecaatın bir dalı olan tehevvür gibi. Tehevvür (çok öfkelenme, öfkeden köpürme, çok kızma), şecaatın bir bölümüdür ama güzel değildir. Halbuki şecaat güzeldir. İşte ilim de aynen böyledir. Azı da, çoğu da kötü ve çirkin olan ilim, ne ahirete ve ne de dünyaya bir faydası dokunmayan ilimdir. Ne dünyaya, ne de âhirete yaramayan ilmin faydasından çok zararı dokunacağı herkesin kabul edeceği bir gerçektir. Sihir, tılsım ve yıldız ilimleri gibi...Bu ilimlerin bir kısmında hiçbir fayda yoktur. Dolayısıyla bu ilimlerle meşgul olmak insanın en kıymetli sermayesi olan ömrünü boşuna harcamak demektir ki değerli bir sermayeyi boşuna harcamak çirkin ve kötü bir harekettir. Bu ilimlerin bir kısmının zararı, dünyaya yaradığı zannedilen kısmından daha ağır basmaktadır. Zira bu kısmında geçici bir menfaat varsa da verdiği zarara nispeten bu menfaat hiç denecek kadar azdır. Bu duruma göre sen iki halden birine talip ol. Yâni ya nefsinle veya nefsini ıslah ettikten sonra da başkasıyla meşgul ol! Sakın kendi nefsini ıslah etmeyip, başkalarıyla meşgul olan kimselerden olma! Nefsinle meşgul olan bir kimse isen, sadece sana farz olan ve durumunun şartlarına uygun düşen ilmi tahsil etmeye çalış! Namaz, taharet, oruç ve sair ibadetler gibi. Zâhirî amellerinle ilgili ilmi elde etmeye gayret et!
Herkesin ihmal ettiği ilim, kalbin özelliklerini ve bunların güzelini ve
çirkinini bildiren ilimdir. Yeryüzünde yaşayan hiçbir insan çirkin sıfatlardan arınmış değildir, Kötü sıfatlar; hırs, hased, riya, kibir, ucûb ve benzeri sıfatlardır. Bunları terk etmek ve kalpten uzaklaştırmak vâcibdir. Bütün bu kötü sıfatlarla malûl olduğu halde zâhirî amellerle meşgul olan bir kimsenin durumu, uyuz bir kimsenin durumuna benzer. Uyuz olan bir kimse, kendisini bu uyuz hastalığından kurtaracak ilâçları ihmal ederek zâhirde görünen yaralarına merhem sürerse, hiç kuşkusuz saçma bir iş
yapmış olur. Bir meselenin dış yüzüyle ilgilenen âlimler, yol kenarında oturarak, gelene geçene zâhirî merhem tavsiye eden doktorlara benzerler. Âhiret ålimleri ise, ancak bâtının temizlenmesine, kötülükleri ve şerri bütün şekilleriyle ortadan kaldırmaya ve kötülükleri kalplerden söküp atmaya bakarlar. Kalp amellerinin zorluğu, buna mukabil zâhirî amellerin kolaylığı bircok kimseleri ürkütmüş, onları kalbi temizlemeye çalışmaktan ise zâhirî amellere sarılmaya sevketmiştir. Bu gariplerin durumu, tıpkı hastalığı kökünden söküp atacak olan acı ilâçları almaktan çekinip, zâhirî yaralara merhem sürmeye rıza gösteren hastaların durumuna benzer.Bu hastalar bir yandan dıştaki yaralara merhem sürmek için yorulurken, diğer yandan o yaraların kökü daha da derinlere gitmekte ve hastalık gittikçe azmaktadır. Şayet âhireti ister ve kurtulmayı murad edersen; ebediyyen helâk olmaktan kaçar saadeti elde etmeye çalışırsan, herşeyden önce hastalıkları derinliğine bildiren ve o hastalıkların ilâcını tavsiye eden ilimleri öğren! Bu ilmi öğrenirsen öğrendiğin bu ilim seni yüce makamlara çeker ve bu şekilde kesin bir bilgiye, ebedi saadete ulaşmaya namzed olursun. Zira kalp kötü sıfatlardan kurtulunca, o sıfatların yerini övülmüş olan sıfatlar doldurur. Aynen toprağın yabanî otlardan temizlenerek, fideleri ve gülleri yetiştirmeye hazırlanışı gibi olur.
Şayet kalp, kötü sıfatlardan temizlenmezse, oraya iyi sıfatların girmesine imkån kalmaz.
Halk tabakası arasında farz-ı kifâye olan ilimlerle meşgul olan kimselerin çok olduğu bir zamanda, farzı kifâyelerle değil, kalp ilimleriyle meşgul ol. Zira başkasının salâhı için kendisini helâk eden kimse ahmak sayılır. Elbiselerinin cepleri yılanla, akreple ve daha başka öldürücü yaratıklarla dolu olan kimsenin kendi hayatını düşünmeyerek, başkasının yüzüne konmuş sineklerle meşgul olması ne büyük bir hamakat örneğidir! Zira başkasının yüzündeki sinekleri kovması,kendisini akrep ve yılanların sokup öldürmesine mâni olmaz.
Eğer nefsini ıslâh ederek kötülükleri tasfiye etmiş isen, günahın açık ve kapalı bütün şekillerini terketmeye gücün yetiyor ise ve bu hal sende bir tabiat halini almışsa -ki bu sıfatın elde edilmesi çok uzak bir ihtimâldir- o zaman farz-i kifâye olan ilimlerle meşgul olabilirsin, Fakat bu ilimlerde yine de tedricî bir şekilde yürümeyi asla unutma!
Kalplere Allah'ın yüce faziletinden, maddi ilaçlardan daha fazla ve daha büyük faydaların teminine vesile olduğu bir hakikattır. Nasıl akıllar, ilâçların faydalarını birdenbire çözemez ve hangi ilâcın hangi hastalığa iyi geleceğini kestiremez ve bunu ancak birtakım deneylerden sonra anlayabilirse; aynı akıllar, âhirette insana fayda verecek şeyleri de kendi başlarına bulmaktan âcizdirler. Bu âcizliklerini bu konuda deneme yoluyla telâfi imkânı da yoktur. Keşke bazı ölüler dünyaya dönselerdi de, bizlere Allah'a nasıl yaklaşılır, hangi fiillerin Allah'a yaklaştırıcı ve hangilerinin Allah'tan uzaklaştırıcı olduğunu söyleselerdi. Çünkü ancak onlar amellerin ve inançların hangisinin insana yararlı olduğunu bilebilir ve açıklayabilirler. Fakat bir ölüden bütün bu soruların cevabını almak hiç kimsenin harcı değildir.
Peygamber Efendimizin (s.a.v) doğruluğuna ve işaretlerinin hakikatına vâkıf olmak bakımından aklın rehberliği ve menfaati sana yeter. Ondan sonra aklın vazifesi biter ve kendisi için en yararlı yol; Hz. Peygamber' in(s.a.v) yolunu tâkip etmektir. Sen ancak bu yolu tâkip ettiğin zaman selâmete erersin.
Kaynakça:
İmam Gazali, İhya Ulumiddin, Kitabül İlim-III, Çev. Ali Arslan, Cilt:1, Hikmet Neşriyat, İstanbul, 1992
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Fayda vermeyen ilimden Allah'a sığınırım. “Allah'ım; bana öğrettiklerinle beni faydalandır, bana fayda sağlayacak ilimleri öğret ve ilmimi ziyadeleştir."
İlim; amel etmek ve başkalarıyla paylaşmak içindir. Niyetimiz hayır, akıbetimiz hayır olur inşallah. Dua eder, dualarınızı beklerim...