İnsanlarla dostluk kurulurken samimi olmak gerekir. Onlara yalaka tavırlar içinde yaklaşmak, yağcılık yapmak dostlukların zedelenmesine sebep olur. Müdârâ: Zâhiren dostluk göstererek güler yüzlü olmak, sulh ve salâh üzere olmak, insanlara güzel ve iltifâtkârâne muâmelede bulunmaktır. İyi geçirmenin yolu müdârâdır. Sözlükte “kandırmak, aldatmak” anlamındaki dery kökünden türeyen müdârâ kelimesi “hoşgörülü olma, insanlarla iyi geçinme” mânasına gelir. Terim manası olarak müdârâ kelimesi; Lisânü’l-ʿArab lügatinde şöyle geçer: "taşkın hareketleriyle huzursuzluğa yol açmasından endişe edilen veya aşırı alıngan olan kişilere karşı nazik davranarak onların kötülüğünü önlemeyi yahut gönlünü almayı amaçlayan davranışları ifade eder." (Lisânü’l-ʿArab, “dry” md.; Tâcü’l-ʿarûs, “dry” md.; İbn Hacer, XXII, 330; Ahmed Rifat, s. 320-321).
Müdârâ, insan ilişkilerinde huzura ve muvaffakiyete vesiledir. Lüzumsuz müdâra ise müdâheneden, yani yağcılıktan, dalkavukluktan sayılır ve kişinin diğer insanlar gözünde kadrinin düşmesine sebep olur. Müdâhene; Çıkar sağlama veya hoş görünme amacına yönelik söz ve davranış anlamında ahlâk terimidir. Türkçe’deki kelime karşılığı “yağcılık” olan müdâhene, insanların birine yaranmak, basit menfaatler elde etmek gibi gayri ahlâkî sebeplerle onlara karşı aslında içlerinde sakladıkları gerçek niyetleriyle çelişen ve ikiyüzlülüğü ifade eden bir terim haline gelmiştir. (Lisânü’l-ʿArab, “dhn” md.; Tâcü’l-ʿarûs, “dhn” md.; Kāmus Tercümesi, IV, 620; Ahmed Rifat, s. 321-322).
Müdâhene, dalkavukluk ile yüze gülmek, yalan yere muhabbet göstermek, birinin yüzüne karşı kalbindekinin zıttına olarak muhabbet ve samimiyet göstermektir. Sözlüklerde “yumuşaklık, uyumluluk, yapmacık tavır, olduğundan başka türlü görünme” gibi mânalara gelen "müdâhene" kelimesinin “yağ” anlamındaki dühnden türediği belirtilmiştir. Yağın asli özelliği olarak nesneleri yumuşatması gibi bazı söz ve davranışların da insanları yumuşatmasından, onların tepkilerini önlemesinden ve onları memnun etmesinden dolayı bu tür yalaka davranışlara mecaz yoluyla müdâhene denmiştir.
İbn Ebü’d-Dünyâ’ya göre müdâhene, bir kimsenin başkalarıyla ilişkilerinde güzel gördüğü davranış biçimlerini ortaya koyarken karşı tarafın hoşuna gitmek için bu davranışlara Allah’ın hoşlanmayacağı söz ve hareketleri ilave ederek yapmacıklık sergilemesidir. (İbn Balabân, II, 190). Seyyid Şerîf el-Cürcânî ise müdâheneyi çok farklı bir manada tarif ederek şöyle demiştir: Müdâhene; “bir kimsenin, kötülüğü görüp de önlemeye gücü yettiği halde kötüden veya başka birinden çekindiğinden ya da dinî duyarsızlığından dolayı kötülüğü engellememesi” dir. (et-Taʿrîfât) Bu tanımlara göre müdâhene kavramında, “temel inanç ve ilkelerden ödün verecek derecede sahte davranışlar sergileme”, samimiyetten uzaklaşma anlamının bulunduğu anlaşılmaktadır. Müdârâ, kendisine kötü davranılması halinde kişi hakkında asılsız iddialar ve iftiralarla fitne yapma ve değişik sorunlar çıkarma potansiyeli olan, aklı ve ilmi az, bencil, kötü niyetli, düşük ahlaklı kişilere karşı sabırlı olmak ve iyi davranmak demektir. Sonuçta bu müsamahakâr ve hoşgörülü davranışlarla, o kötü ahlaklı kişilerle arada zahiren bir dostluk ve ülfet tesis edilir ki bu şekilde hem o kişinin kötülüğü önlenir, hem gönlü alınır, hem de umulur ki o kişinin ilerde istikametini düzelterek iyilerden olmasına vesile olunur.
İbn Battâl el-Kurtubî, müdârânın asıl hedefinin ülfet olduğunu ve farklı karakterdeki insanlara karakterlerine uygun biçimde davranmayı gerektirdiğini belirtir (Şerḥu Ṣaḥîḥi’l-Buḫârî, VII, 294-295). İbn Hacer el-Askalânî de müdârâyı “bilgisiz kişiyi eğitmek, günahkârı kötü fiilinden vazgeçirmek gibi faaliyetlerde bulunurken muhataba karşı yumuşak davranmak” şeklinde tanımlamıştır (Fetḥu’l-bârî, XXII, 330). Kaynaklarda, müdârânın bir zararın önlenmesi veya bir hayrın gerçekleşmesi gibi Allah rızâsına uygun amaçlara dayandığına dikkat çekilerek meşru nitelikte bir davranış olduğu belirtilirken böyle bir gaye taşımayan, sadece çıkar ve menfaat sağlama ve mevki kazanma gibi sebeplerle insanlara karşı hoş görünmeye, yalakalık yapmaya sebep olacak davranışlara “müdâhene” denildiği ifade edilmiştir.
Buhari'de geçen bir hadise göre Resûlullah kendisini ziyaret etmek isteyen bir kimsenin gıyabında, “O adam kabilesi içinde çok kötü biridir ama bırakın gelsin” demiş, adam huzuruna geldiğinde onu sıcak karşılamış, daha sonra bu tutumunun sebebini soran Hz. Âişe’ye, onu kendi huzurunda yüz bulamamış insan durumuna düşürüp kıyamet gününde Allah’ın huzurunda daha da kötü bir hale gelmesini istemediği için böyle davrandığını söylemiştir. Bu hadis müdârânın meşrû ve mendup olduğuna dair en önemli delil sayılmıştır.
Müdâhene ile müdâra arasındaki fark: Müdârâ, insanın, nefsini ıslâh için sermayesi olan vaktini, dininde herhangi bir kınamaya maruz kalmayacak surette insanlarla güzel geçinerek geçirmesidir. Müdâhene ise insanın fiillerine, Cenâb-ı Hakk’ın razı olmayacağı huyları karıştırmasıdır. Kaynaklarda müdâhene ile “müdârâ” kavramları arasındaki bu farklılıktan dolayı müdârânın meşrû bir davranış, müdâhenenin ise insanlar tarafından sevilmeyen bir davranış olarak Allah tarafından haram kılındığı belirtilmiştir.
İbn Hibbân, akıllı insanın birlikte yaşamak zorunda olduğu kişilere karşı müdârâ etmesi gerektiğini asla müdâheneye kalkışmamasının lüzumunu hatırlattıktan sonra müdârânın sadaka değeri taşıdığını, müdâhenenin ise kişiyi günaha sokan bir davranış olduğunu söylemiştir. (İbn Hibbân, Ravżatü’l-ʿuḳalâʾ ve nüzhetü’l-fużalâ) Hasan-ı Basrî (rah.), “İnsanlara, sana nasıl dost olmalarını istiyorsan öyle arkadaşlık yap.” buyurmuştur. Hazret-i Ali (r.a.) “Hile ile iş görme! Çünkü o, fena kimselerin ahlâkıdır. Kardeşine, iyi ya da kötü hangi hâlde olursa olsun samimi olarak nasihatte bulun ve yardımcı ol. Onu bir hata etmiş bulursan yalnız bırakma, doğru yola davet et.” buyurmuştur. Hazret-i Ali’nin (r.a.) oğlu Muhammed İbnü’l-Hanefiyye (r.a.) bu hususta “Hoşlanmadığı hâlde aynı mecliste bulunmak mecburiyetinde kaldığı kimselere, Cenâb-ı Hak, onlardan kurtarıncaya kadar yahut bir çıkış yolu gösterinceye kadar, dinin hoş gördüğü surette idare ile davranmayan hikmet sahibi değildir.” buyurmuştur.
Gazzâlî de müdâhene ile müdâra arasındaki farkı anlatırken; kişilerin davranışlarındaki samimiyetin ölçüsünde ve kişinin birine karşı yumuşaklık gösterip onu idare etmeye çalışmasının arkasındaki niyette görmüştür. Buna göre eğer birine karşı dinin selâmeti için veya o kişinin halini düzeltmesini sağlamak ümidiyle yumuşak ve hoşgörülü davranılırsa bunun müdârâ, çıkar sağlamak, arzularını tatmin etmek, mevkiini korumak gibi bencil düşüncelerle aynı davranışlar ortaya konursa bunun da müdâhene olacağını belirtmiştir. (Gazali, İḥyâʾ, II, 182)
İmâm-ı Gazâlî aynı konu hakkında insanların davranışlarını özetlerken; “İnsanlar üç kısımdır: Bir kısmı, gıdâ gibidir. Herkese, her zamân lâzımdır. İkinci kısmı, ilâc gibidirler. İhtiyâç zamânında lâzım olurlar. Üçüncü kısmı, hastalık gibidir. Bunlara ihtiyâç olmaz. Fekat, kendileri insanlara müsallat olurlar, bulaşırlar. Bunlardan kurtulmak için, müdârâ etmek lâzımdır.” buyurmuştur.
Şehâbeddin es-Sühreverdî'nin kaydettiğine göre aile, çocuklar, komşular, dostlar ve bütün insanlara karşı müdârâ göstermek sûfi kimselerin anlayışındandır. Kişinin gerçek karakteri sıkıntılara katlanma derecesiyle ortaya çıkar. İnsanın aklının güçlü, ilminin ve hilminin zengin olduğunu müdârâdan daha iyi gösterecek bir erdem yoktur. Çünkü bu erdem sayesinde nefsin bencilliği kırılır, nefret duygusu yatıştırılır. (Sühreverdi, Avari-fü'l-ma'ârif, V, 136-137)
Tasavvuf literatüründe ahlâk terbiyesi bakımından büyük değer verilen müdârâ konusu genellikle uhuvvet, sohbet, sabır, ülfet gibi kavramlar çerçevesinde ele alınarak insanlara karşı güler yüzlü, tatlı dilli ve hoşgörülü olmanın, onlardan gelebilecek sıkıntılara katlanmanın önemi üzerinde durulmuştur. İnsanların bazı kusurlarını görmezden gelerek onları idâre etmeyen ve yaptıkları iyilikleri takdir etmeyen kimse kederli yaşar, insanların dostluğunu kazanmak yerine düşmanlık ve buğzunu kazanır. Hakîkî dostunu idare ettiği gibi fena arkadaşını idare edemeyen kimse akıllı değildir. Bir kimse, herhangi bir arkadaşında bir kusur görüp de onu hemen terk ederse arkadaşlık kuracak kimse bulamaz. İmandan ve İslam ahlakı ve ahkâmından asla taviz vermeden insanlarla, onları kazanmak ve gelebilecek kötülüklerden korunmak adına, iyi ilişkilere girmek veya hiç olmazsa şerlerini def etmek amaçlı “Müdârâ” denilen hoşgörülü davranma formunda davranışları sürdürmek Müslümana lazım gelen bir ahlaktır. Bu ahlak hem İslam’ın, hem aklın, hem de ilmin bir gereğidir. Kötü bir davranış olan müdâhene yağcılığına düşmeden, müdârâ ahlakı ile insan ilişkilerini sürdürmek, bir peygamber ahlakı ve Allah dostlarının tavırdır.
Çağımızın vebası olan yağcılıktan, dalkavukluktan sakınmak, şahsiyetli bir duruşla sadece Allah Teâlâ’ya kulluk ederek yalakalık, riyakarlık gibi türlü zilletlere düşmeden ciddi bir karakter ve kişilik kazanmak gerekir. Bu vesile ile davranışlarımızda samimi olarak aklıselim şekilde davranmalı, müdâhene yağcılığına düşmeden müdârâ ahlakı ile davranarak karakterimizi ve insan ilişkilerindeki duruşlarımızı düzenlemeliyiz.
Ayeti Kerime'de Allah “Bir kötülüğün karşılığı ona denk bir davranıştır; ama kim bağışlar, düzeltme yolunu tutarsa onun mükâfatını Allah verir. Hiç şüphe yok ki O haksızlık edenleri sevmez.” buyurmuştur. Allah, insana hakkını tam olarak almak ve kötülüğe karşı koymak hakkını vermişse de, bağışlamanın bundan daha faziletli olduğunu bildirmiştir. İyi bilinmeli ki bütün işler dönüp dolaşır Allah’a varır. Hiç şüphe yok ki O haksızlık edenleri sevmez. Çünkü Allah zulmü sevmez. Zulüm, bir şeyi ait olmadığı yere koymaktır. Almaya hakkı olmadığı bir şeyi alan insan da zâlimdir.