Cumanın Edasının Şartları
196- Cumanın
edası için şu altı şart vardır:
1) Cuma namazını bulunulan yerdeki
idarecinin veya onun göstereceği kimsenin kıldırmasıdır. Şöyle ki: Cuma namazını
en büyük idareci veya onun izni ile diğer bir şahıs kıldırmalıdır. İdareci veya
onun görevlendirdiği bir şahıs bulunmayan bir yerde, müslüman cemaatın tayini
ile içlerinden biri cuma namazını kıldırabilir. İslam hükümlerinin uygulanmadığı
(daru'l-harb gibi) yerlerde cuma namazı böyle kılınır.
2) Hutbe okumaya
izin, namaz kıldırmaya da izindir. Aksi de böyledir. Bu her iki görevi yapmaya
yetkili olan zat, bir özür olsun, olmasın, yerine başkasını tayin edebilir.
Başkasını tayin için kendisine yetki verilmemiş olsa da yine yapabilir. Fakat
hatibin huzurunda izin almaksızın başkasının hatiblik görevini yapması caiz
değildir.
3) Genel izindir. Belli bir yerde müslümanların toplanıp cuma
namazını kılmaları için idareci tarafından müsaade edilmiş olmalıdır. Bazı
şahıslara özel bir şekilde tayin edilen ve kapısı başkalarına kapatılan yerlerde
cuma namazını kılmak caiz olmaz. Fakat mabedin kapısı açık bırakılarak
insanların girmesine izin verildiği takdirde, başkaları gelmemiş olsa da, cuma
namazları sahih olur.
4) Vaktin devamıdır. Şöyle ki: Cuma namazını
kılabilmek için öğle vakti devam etmek üzere olmalıdır. Bu vakit çıktı mı, artık
cuma namazını kılmak veya kaza etmek caiz olmaz. O günün öğle namazı da
kılınmamış ise, yalnız onu kaza etmek gerekir.
Daha cuma namazı
kılınmakta iken vakit çıkacak olsa, yeniden öğle namazını kaza olarak kılmak
gerekir. (İmam Malik'e göre, cuma namazı öğle vakti çıktıktan sonra da
kılınabilir. İmam Ahmed'den bir rivayete göre de, cuma namazı zeval vaktinden
önce de kılınabilir.)
5) Cemaat bulunmasıdır. Şöyle ki: Cuma namazı için
cemaatın en az mikdarı, imamdan başka üç kişidir. İmam Ebû Yusuf'a göre, imamdan
başka iki kişidir. (İmam Malik'den bir rivayete göre otuz, İmam Şafiî
ile İmam Ahmed'in mezheblerine göre de kırk kişidir.)
Cemaatın aklı yerinde ve erkek olması ve en az bu üç kişinin birinci secdeye kadar hazır bulunması da İmam-ı Azam'a göre şarttır. Buna göre yalnız kadınların veya çocukların cemaatiyle veya birinci secdeden önce dağılıp da azınlıkta kalan cemaatle cuma namazı kılınamaz.Cemaatın huzuru, iki İmama göre tahrimeye kadar şarttır. İmam Züfer'e göre, hiç olmazsa ka'dede teşehhüd mikdarı duruncaya kadar cemaatın hazır bulunması şarttır. Cemaat bundan önce dağılacak olsa, geriye kalan bir veya iki kişinin öğle namazını kılması gerekir. Cemaatın mukim veya hür olmaları şart değildir. Öyle ki, misafir veya köle olan bir müslüman cuma namazını kıldırabilir.
6) Cumanın farz olan namazından önce hutbe
okumaktır. Şöyle ki: Vaktin girmesinden sonra mevcut cemaatın huzurunda bir
hutbe okunması gerekir. Bunun içindir ki, hutbe okunurken cemaat bulunmayıp da
sonradan namazda bulunacak olsalar, namazları caiz olmaz.
Cemaatin hutbeyi işitmesi şart değildir. Sadece hazır
bulunmaları yeterlidir. Hutbe esnasında bir mükellef erkeğin, misafir olsa dahi,
bulunması yeterli görülmektedir.
Cuma hutbesinin rüknü, İmamı Azam'a
göre, Allah'ı zikirden ibarettir. Onun için hutbe niyeti ile yalnız: "Elhamdü
lillah" yahut "Sübhanallah" yahut "La ilahe illalah" denilecek olsa, yeterli
olur. İki İmama (İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e) göre, hutbe denilecek
derecede uzunca bir zikirden ibarettir. Bunun en az olan derecesi, Tahiyyat
mikdarı hamd ve Salavat ile müslümanlara duadır.
Hutbenin vacibleri,
hatibin taharet üzere bulunması, avret sayılan yerlerin örtülü olması ve hutbeyi
ayakta okumasıdır.
Hutbenin sünnetleri de, hutbeyi iki kısma ayırmak ve
bunlar arasında bir tesbih veya üç ayet okunacak kadar bir zaman oturmaktır. Bu
bakımdan buna iki hutbe denir. Bu iki hutbeden her biri hamdi, kelime-i
şehadeti, salât ve selâmı kapsamalı. Birinci hutbe, bir ayetin okunması ile
insanlara öğüt vermeyi, ikinci hutbe de müslümanlara duayı kapsamalıdır. Ayrıca
imamın sesi, ikinci hutbede olan birinci hutbedekinden daha hafif olmalıdır.
İşte bunlar hutbenin sünnetlerindendir.
Her iki hutbeyi uzatmamak da sünnettir. Hatta hutbeyi "Hücurat" süresi ile "Büruc" süresine kadar olan sürelerin herhangi birinden uzunca okumak, özellikle kış mevsiminde, mekruhtur. Cemaatı bıktırmak uygun değildir. Cemaatın acele görülecek işleri olabilir. Onları camide fazla tutmak, cuma namazlarına devamlarına engel olacağından yersiz bir iş olur. Hatib olan şahıs bunları düşünmelidir. Sözlerinin sonu, önceki sözleri unutturacak ve kıymetten düşürecek şekilde hutbesi uzun olmamalıdır. Hutbenin kısa ve cemaata faydalı bir tarzda hazırlanması, hatibin ehliyet ve faziletine delildir. Bu konudaki bir hadisi şerifin anlamı şöyledir:
"Namazının uzun, hutbesinin kısa olması bir kimsenin anlayışlı bir din alimi olduğunun alametidir. Artık namazı (cemaata ağır gelmeyecek şekilde) uzatınız, hutbeyi de kısa okuyunuz. Gerçekten bazı sözler, sihir gibi kalbleri etkiler"
İşte böylece hutbeler, belâgat ve mana
bakımından ruhları kazanacak bir halde bulunmalıdır.
Ashabı kiramdan
(Câbir bin Semüre'den) rivayet edildiğine göre, Peygamber efendimizin namazı da,
hutbesi de orta bir halde idi. Çok kısa ve çok uzun olmaktan beri idi.
*
Hatib, ezan okunup tamamlanıncaya kadar minberde oturur. Sonra ayağa kalkar.
Sonra gizlice "Euzü" çekerek aşikâra hamd ve sena'da bulunur. Hutbesini cemaata
karşı söyler. Savaşla alınmış bir beldede hatib sol elinde tutacağı bir kılıca
dayanarak hutbesini okur. Bu durum İslamın gücünü, İslam mücahidlerinin
dayandıkları kuvveti hatırlatır. Milletin kahramanlığını arttırır. Hutbe bitince
ikamet yapılır. Bunlar da hutbenin sünnetlerindendir. Hatibin hutbe sünnetlerini
gözetmemesi veya dünyalık konuşmalarda bulunması mekruhtur.
7) Cuma
namazının bir beldede veya belde hükmünde bulunan bir yerde kılınmasıdır.
Beldeden maksad, valisi, hakimi, yolları ve mahalleleri bulunan herhangi bir
şehirdir. Bu beldeye bitişik olup asker toplamak, at bağlamak, silah atmak,
cenaze namazı kılmak, ölüleri gömmek gibi beldenin ihtiyaçlan için hazırlanmış
olan yerler de, belde hükmündedir. Bu yerlere "Fina-i belde" denilir. Onun için
bir belde camilerinde cuma namazı kılınabileceği gibi, böyle yerlerde de
kılınabilir. Önceleri şehirlerin dışında böyle namaz kılma yerleri (Musallâ)
vardı. Halk cuma ve bayram günlerinde orada toplanarak namazlarını kılarlardı.
Böylece beraberliklerini, güçlerini ve hakka olan bağlılıklarını göstermeye
çalışırlardı. Öyle ki, İmamı Azam'a göre, bir beldede yalnız bir camide veya bir
Musallâ'da cuma namazı kılınır, birkaç camide kılınmaz.
Fakat İmam
Muhammed ve İmamı Azam'dan diğer bir rivayete göre cuma namazı, bir beldede
bulunan birçok camilerde kılınabilir. Doğru olan da budur. Uygulama da böyle
yapılmaktadır. İmam Ebû Yusuf'dan bir rivayete göre, şehirde ancak iki
yerde cuma namazı kılınabilir. Diğer bir rivayete göre de, aralarında bir ırmak
bulunmadıkça iki yerde de cuma namazı kılınmaz.
Cuma namazının birçok
camide kılınmasını caiz görmeyenlere göre, bir beldede kılınan birçok cuma
namazlarından hangisine daha önce tekbir alınarak başlanmışsa o namaz sahih
olur, diğerleri olmaz.
İşte böyle bir ihtilaftan kurtulabilmek içindir ki, cumanın dört rekat son sünnetinden sonra "Zühri ahîr" adı ile dört rekat namaz daha kılınmaktadır. Şöyle ki: "Vaktine yetişip henüz üzerimden düşmeyen son öğle namazına" diye niyet edilir ve tam öğle namazının dört rekat farzı veya dört rekat sünneti gibi, dört rekat namaz kılınır. Daha iyisi sünnet namazı şeklinde kılmaktır. Çünkü cuma namazı sahih olmamışsa, bu dört rekat ile o günün öğle namazı kılınmış olur. Bu namazın son iki rekatına ilave edilen sure ve ayetler, farzın sıhhatine zarar vermez. Eğer cuma namazı sahih olmuşsa, bu dört rekat kazaya kalmış bir öğle namazı yerine geçer. Kazaya kalmış böyle bir namaz bulunmayınca da nafile bir namaz olur.
Sonuç: Bu şekilde namaz kılınması ihtiyata uygun olduğundan, alimlerin çoğu tarafından güzel görülmüştür. Şafiî alimlerinden bir çokları da bunu uygun görmektedirler. Çünkü İmam Şafiî'ye göre de, bir beldede ilk kılınmaya başlanan cuma namazı geçerlidir, diğer cuma namazları sahih olmaz. O halde cuma namazına daha sonra başlamış olanların öğle namazını kılmaları gerekir. Bununla beraber bu uygulama bir içtihad meselesi olduğundan İmam Şafiî Hazretleri, Bağdad'da birçok camide cuma namazının kılındığını gördüğü halde buna itiraz etmemiştir.
197— Birçok köylerde Cuma namazı kılınmasına öteden beri
izin verilmiş olduğundan beldelerde olduğu gibi köylerde de Cuma namazı kılına
gelmiştir.
198— Bir köylü, cuma günü bir şehre gidip Cuma vaktine kadar orada
durmak niyetinde bulunsa kendisine Cuma namazı farz olur. Fakat Cuma vaktinden
evvel şehirden çıkmaya niyet ederse farz olmaz. Cuma vaktinin girmesinden sonra
şehirden çıkmaya niyet ederse —muhtar olan kavle göre— yine Cuma farz
olmaz.
199— Cuma günü zeval vaktinden sonra Cuma namazını kılmadan sefere
çıkmak mekruhtur. Zeval vaktinden evvel çıkmak ise mekruh değildir.
200— Ma'zur veya mahpus olanların Cuma günü şehirde öğle namazını
Cuma namazından evvel veya sonra cemaatla kılmaları mekruhtur. Bunların öğle
namazlarını Cuma namazı kılındıktan sonra kılmaları müstehaptır. Çünkü o vakte
kadar özürlerinin zevali umulur.
201— Bir kimse, Cuma günü özrü bulunmadığı halde Cuma namazını
kılmadan öğle namazını kılacak olsa bu namazı sahîh olursa da Cuma namazını terk
ettiğinden dolayı günaha girmiş olur. Fakat böyle bir kimse, bilâhare Cuma
namazını kılmak için —daha Cuma namazı kılınmadan— camiye yönelse kıldığı öğle
namazı batıl, yani nafileye münkalip olur. Cuma namazına ister yetişsin, ister
yetişmesin ve ister gitmeden sarfı nazar etsin ve ister etmesin. Binaenaleyh
Cuma namazına gidip yetişmezse o öğle namazını yeniden kılması lâzım
gelir.İmameyne göre gidip Cuma namazına başlamadıkça kılmış olduğu öğle
namazı batıl olmaz.
202— Cuma için tekbir almak, yıkanmak, misvak kullanmak, güzel
elbiseler giyinmek, güzel kokulu şeyler sürünmek müstehaptır. Minarede
ezan
okununca da başka şeyler ile uğraşılmayıp hemen camiye gidilmesi
vaciptir.
203— Cuma günü camiye erkence gitmek, Tahiyyetülmescid olmak üzere
iki rek'at namaz kılmak, Kehf suresini okumak veya dinlemek
menduptur.
204— Cuma günü camiye giden kimse başkalarına eziyet vermemek ve hutbeye henüz başlanılmış olmamak şartile hatibe yakın yere kadar gidebilir ve illâ bulabildiği yerde oturur. Fakat yer bulamaz, ileri saflarda da boş yer bırakılmış olursa bizzarure bu boş yerlerden birine kadar gidebilir.
205— Hatip minbere çıkınca cemaatin konuşmayıp sükût etmesi, selâm alıp vermemesi, nafile namaz kılınmaması icap eder. Hattâ hutbede Resulü Ekrem, Sallâlahü aleyhi ve sellem Efendimizin mübarek isimleri zikredilince cemaatin Salâtüselâmda bulunmaksızın yalnız dinlemekle iktifa eylemesi efdaldir. İmam Ebû Yusuftan bir kavle göre bu halde gizlice Salâtüselâm okunur.
206— Cumanın başlanılmış ilk sünneti, hatibin minbere çıkması
halinde uzatılmaksızın hemen —vâciplerine riayet etmek üzere— ikmal
edilmelidir.
207— Cuma namazını, hutbeyi okuyan zatın kıldırması
evlâdır.
208— Cuma namazı henüz bitmeden imama uyan kimse, bu namazı ikmal
eder, velev ki İmama teşehhüdde veya secdei sehvde yetişmiş olsun, İmam
Muhammede göre ikinci rek'atın rükûundan sonra gelip imama uyan kimse, Cuma
namazını değil öğle namazını ikmal eder.
Kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sad. Ali Fikri Yavuz,Ravza Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Fayda vermeyen ilimden Allah'a sığınırım. “Allah'ım; bana öğrettiklerinle beni faydalandır, bana fayda sağlayacak ilimleri öğret ve ilmimi ziyadeleştir."
İlim; amel etmek ve başkalarıyla paylaşmak içindir. Niyetimiz hayır, akıbetimiz hayır olur inşallah. Dua eder, dualarınızı beklerim...