BEKLEYEN
Sen, kaçan ürkek ceylânsın dağda,
Ben, peşine düşmüş bir canavarım!
İstersen dünyayı çağır imdada;
Sen varsın dünyada, bir de ben varım!
Seni korkutacak geçtiğin yollar,
Arkandan gelecek hep ayak sesim.
Sarıp vücudunu belirsiz kollar,
Enseni yakacak ateş nefesim.
Kimsesiz odanda kış geceleri,
İçin ürperdiği demler beni an!
De ki: Odur sarsan pencereleri,
De ki: Rüzgâr değil, odur haykıran!
Göğsümden havaya kattığım zehir,
Solduracak bir gül gibi ömrünü,
Kaçıp dolaşsan da sen, şehir şehir,
Bana kalacaksın yine son günü.
Ölürsün... Kapanır yollar geriye;
Ben mezarla sırdaş olur, beklerim.
Varılmaz hayale işaret diye,
Toprağında bir taş olur, beklerim...
NECİP FAZIL KISAKÜREK-1930
*****
BEKLENEN
Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?
NECİP FAZIL KISAKÜREK-1937
"Bekleyen" ve "Beklenen" şiirleri üzerine, çeşitli yazarlar tarafından pek çok inceleme makaleleri yazılmıştır. Şiire ek olarak yazılan bu makalelerden birini, yazarın olumlu/olumsuz bakış açısıyla burada yorumsuz olarak paylaşalım.
[Bekleyen’den Beklenen’e Necip Fazıl Kısakürek’te Değişen Şair Ve Sevgili İmajı, Ferhat Çetinkaya, Mecmua Dergisi, Güz 2019, Yıl: 4, Sayı: 8, ss. 24-33] (Tüm metin için Bknz. Bekleyen’den Beklenen’e Necip Fazıl Kısakürek’te Değişen Şair ve Sevgili İmajı)
"1930 yılında kaleme alınan Bekleyen şiiri ile 1937 yılında kaleme alınan Beklenen şiiri, Necip Fazıl Kısakürek’in Çile eserinin Kadın bölümünde yer almaktadır. Şiirlerin yazılış tarihlerinden de anlaşılacağı üzere Bekleyen şiiri Abdulhakim Arvasi ile tanışmadan önce; Beklenen şiirini ise tanışmadan birkaç yıl sonra kâğıda dökmüştür. Fırtınalı geçen gençlik dönemlerinde yazdığı Bekleyen şiirinde ilk göze çarpan durum karşılıksız aşktan kaynaklı sevgiliye duyulan hırsken; Beklenen şiirinde beklemekten ümidini yitirmiş ve sevgiliyi yoklukta bulmuş bir âşık göze çarpar.
Şairin fikir ve düşünce dünyasına ait çilesini anlattığı Çile adlı şiiri bir başyapıt niteliğine sahiptir. Çile şiiri, mutlak hakikati arama yolunda çektiği ıstırapların ve benliğindeki ruhi didişmelere verdiği fikir mücadelesinin sonucudur (Karatekeli,2008: 142-143). Şair bu safhada kalemini mutlak gerçeği bulmak için araçsallaştırmanın yanında, artık ona bir amaç da yüklemiştir. Şairin Abdülhakim Arvasi ile tanışmadan önceki ilk dönemi arayış içinde geçen, bohem bir süreçtir.(Kısakürek, 2017: 117-147). İkinci dönem şiirlerinde olduğu gibi, bu dönemde de yazdığı ilk şiirlerinde metafizik ve mistik arayışın izleri görülür. 1924 yılında yazdığı Serseri başlıklı şiirinde, bir başıboşluk, bir umutsuzluk vardır. 1925 yılında yazdığı Boş Odalar başlıklı şiiri ise hayalet ve cinleri konu eden ve her mısraı metafizik motiflerle kaplı bir yapıttır (Karatekeli, 2008: 18-37). Şair, “ilk şiirlerinde kendi çocukluğuna ait korkunç anılarına yer verdiği gibi ölüm ilgili düşüncelerini de dile getirmiştir.” Özellikle küçük yaşlarda kız kardeşi Selma'yı kaybetmesi şairde derin etkiler bırakmıştır (Haksal, 2012: 8).
Şairin çocukluk döneminde geçirilen bireysel kayıplar,
krizler, sarsıntılar kişinin hayata bakış açısını, karakterini, duyuş tarzını kuşkusuz
etkilemektedir. Dolayısıyla şairin kız kardeşine düşkünlüğü ve sonrasında onu
kaybedişi, onun sanat anlayışına kısmen yön vermiştir. Şairin bu dönemde kaleme
aldığı şiirlerin temalarına bakıldığında ölüm, korku, yalnızlık gibi temalar ortaya
çıkar. Kadınları da genellikle bu temalar zemininde işlemiştir. Kadınları
genelde sevgili sıfatıyla şiirlerine konu eden Necip Fazıl, genel manada ümitsizlik,
korku, sevgiliye kavuşamama izlekleri görülür ve dolayısıyla şiirlerinde sevgilinin
farklı halleri bulunur. İlk döneminde kaleme aldığı aşk, kadın, sevgili temalı
şiirleri, ikinci döneminde bu temalarla yazdığı şiirlerinden farklıdır. Hatta kadın
temalı bazı cüretkâr şiirlerini kendi hazırladığı Çile yapıtına dâhil
etmemiştir(Kısakürek, 2008). Gençliğin vermiş olduğu bohem havadan yavaş yavaş
çıkmaya başlayıp dönüm noktası olan Abdulhakim Arvasi ile tanışma yılına
yaklaşırken, artık şiirlerinde sevgiliye yönelik maddesel yaklaşımların yanında
manevi yönden ele alışlar da görülmektedir. Bunun en güzel örneği Bekleyen
şiiridir. Bu şiire bakıldığında ruhu ve metafizik unsurları işlediğini görülür.
İkinci döneminde kaleme aldığı Beklenen’de ise bu unsurlar şiirin gövdesini
oluşturmuştur.
Bekleyen şiirinde sevgili ceylan metaforundan
tanımlanmıştır. Ceylan denilince ilk akla gelen ceylanın büyülü ve derin
gözleri ile uysallığıdır. Dünyada yalnız başına ürkek bir şekilde kaçan güzel
bir ceylan olan sevgili, aynı zamanda kimsesiz ve yalnızdır. Bu masumane
varlığın etrafı korku unsurlarıyla örülü; çaresiz ve zavallıdır. Canavarlaşan
aşığın nesnesi haline gelmiş, kıta kıta sarmallar oluşturan, birbirini takip
eden tehditkâr ifadelerin bitmesini sessiz bir şekilde bekleyen, özneliğini yitiren
bir sevgilidir. Şairin bu tavrı karşısında eylemsel olarak sevgilinin korkular
içinde şehir şehir kaçmaktadır. Aynı zamanda “İstersen dünyayı çağır imdada”
diyen şair, sevgiliyi isyana teşvik ettirmesine rağmen sevgilinin pasif bir direniş
sergilediği görülür. Böylesine savunmasız bir canlı karşısında saldırılar ancak
“hırs” kelimesiyle açıklanabilir.
Şairin hırsı, merkezileşen korkuların sebebidir. Zaten
şiirin ilk yazılışında, son kıtanın hırs kelimelerinden oluştuğunu şairin daha
sonra düzeltme yapıp şiirinde bu kelimeleri çıkarttığı bilinir: “Hırsım gibi
sonsuz yaşarsan sen de, ben ölümle sırdaş olur beklerim. Hırsıma toprağı rakip
etsen de, mezarında bir taş olur beklerim.” Değiştirilen bu kıtayı da dikkate
aldığımızda sevgilinin ölümü dahi göze alarak şaire dönmeyeceğini ifade
etmektedir. Ayrıca “Bana kalacaksın yine son günü” dizesindeki “yine”
kelimesinden, sevgilinin şairle tekrardan beraber olacağını göstereceği gibi,
şairle beraberlik yaşadığı ve sonrasında ayrıldığı anlaşılmaktadır.
Sevgilinin bu “belalı” aşığın tehditkâr üslubuna nelerin neden olduğunu bilinmemektedir. Bu noktaya kadar şair sevgiliyi kendisine dönmesi için ne olursa olsun bekleyeceğini ifade etmektedir. Yukarıdaki şiirden yedi yıl aradan sonra yazdığı Beklenen şiirinde ise sevgilinin dönmediğini ve bu bekleyişten de şairin artık çaresiz bir şekilde pes ettiği görülür. Fakat bu pes ediş bir vazgeçiş değildir. Şairde sevgiliyi yoklukta bulan bir Mecnun tavrı vardır (Hancıoğlu, 2013: 274). Ayrıca şairin ruhi dünyasına ve geçtiği keskin dönemeçlere istinaden burada beklenenin Allah olduğunu belirten ayrıntılı bir çalışma bulunmaktadır. (Osman Eroğlu, “Yapısökücülük ve Necip Fazıl’ın ‘Beklenen’ Şiirine Bir Uygulama Denemesi”,Turkish Studies, Volume 7/1, Winter 2012, p. 1095 – 1106, Turkey) Fakat bu çalışmada, beklenen kişiyi sevgili olarak ele alınacaktır. Çünkü Necip Fazıl Kısakürek’in bizzat hazırlığını ve tasnifini yaptığı Çile adlı yapıtında şiirlerini bölümlere ayırırken, Beklenen şiirini Allah bölümü yerine Kadın bölümüne eklemiştir. Dolayısıyla bizim buradaki kavrayışımız sevgili imajı üzerinedir. İki şiir karşılaştırıldığında sevgilinin aşığına karşı pasif suskunluğuyla kazandığı bir zafer olduğu gözlemlenebilir. Öte yandan iki şiirde de sevgilinin şaire karşı duyduğu en ufak bir sevgi belirtisi yoktur. Şair, sanatını icra edip ruhi dünyasını şiirine bazen net bir şekilde aksettirirken bazen de örtük bir şekilde verebilir. Bu durum, şairin tasarrufunda olduğu kadar, onun ruh haline ve sanat anlayışına da bağlıdır.
Bekleyen şiirinde Necip Fazıl Kısakürek, o yıllardaki bohem
hayatını ve serkeş halini şiire gayet güzel bir şekilde işlemiştir. Şairin
Bekleyen şiirinin her dizesinde derin bir ihtiras söz konusudur. Hırsıyla yoğurduğu
bu şiirinde kendi karakterine ait olan bazı duyguları, özellikle korku ve ölüm
gibi bazı unsurları sevgiliye vermiş ve kendisini korkusuz yarı tanrısal bir
özne olarak oluşturmuştur. Beklenen de ise bu yarı tanrısallık tavır ve duruş
yerine, derin sitem ve gurur söz konusu olmakla beraber şairin korkusuzluğundan
da artık eser yoktur.
İlk şiirde şair, kendisini bir canavara benzetmiştir. Şiirin
geneline bakıldığında bu canavar korkusuz, sürekli takipte ve nefesi ateş olan,
göğsünden havaya zehir saçan ve kış gecelerinde korkular salan bir yaratıktır.
Canavar, genelde masallarda adı geçen, şekil yönünden masalına göre farklılık
gösteren korkunç ve yırtıcı bir varlıktır. Nefesi ateş olan bir canavar
düşünüldüğünde ise akla ilk gelen canavar, ejderhadır. Bir tarafta şairin aşkını
istemeyen masum ve ürkek bir sevgili, diğer tarafta yarı tanrısal güçleriyle
bir ejderha olarak sevdiğine tahakküm uygulayan şair. Şairin sevdiğine
uyguladığı orantısız güç, onun ne kadar saplantılı bir kişi olduğunu da
göstermektedir. Sevgiliyi korku ile gerilimli ortamlar yaparak kendisine bağlatmaya
çalışır. Ne var ki, bu tahakküm biçimi ne kadar sert olursa olsun, masal tadında
başlayan bu şiirin sonucuna bakıldığında sevgiliyi elde ettiğini söyleyemeyiz.
Fakat şair, sevgilinin yine kendisinin olması için “son güne” kadar bekleyeceğini
ifade etmektedir. Yukarıda sözü edilen canavar imgesi, aynı zamanda şairin ne
kadar kararlı olduğunu ne kadar hırslı ve ihtiras sahibi olduğunu gösterir.
Şair, sevgilinin peşinde sürekli koşan, kovalayan ve asla hedefinden şaşmayan,
aynı zamanda dünyaya meydan okuyan bir âşıktır. Sevgilinin onu sürekli
yakınında hissetmesini ister: ayak sesi, vücudu saran belirsiz kollar, enseyi
yakan ateş nefesi… Bu tamlamalar aynı zamanda şairin içgüdüsel bir enerjiyle
cinsel isteğini de imgelerle ifade etmiştir. Necip Fazıl’ın kadına bu tarz
yaklaşımları, ilk dönemin diğer şiirlerinde de görülür. Buna mukabil ikinci
şiirinde bu tarz ifadeler yoktur. Kendisine dönmesi için sevgiliye korkular
vererek böylesine ilkel bir anlayış ve yaklaşımla onu elde etme çabası, onun
gençlik döneminin ruh haline yorumlanabilir. Fakat kıta kıta değişen bu
korkuların yanında şairin iç sıkıntılarını da görmek mümkündür. Havaya saldığı
yüreğindeki zehri ile sevgiliyi bir gül gibi soldurmak isteyen şair,
yüreğindeki katmerleşmiş acıların sevgilinin ölümüne mal olacağını dile getirmektedir.
Aynı zamanda “nefesimle havaya kattığım zehir” dizesi, düz anlamda şairin
sigara tiryakiliğine işaret edilebilir. Şair bu şiirinde kararlıdır. Fakat
böylesine kararlı bir aşığın yedi yıl sonra yazdığı Beklenen şiirinde aynı
atmosferi görememek, şairin hayatındaki, özellikle manevi hayatındaki
değişimlerle açıklanabilir.
1928 yılından sonra Anadolu’nun farklı yerlerinde bankacılık
sektöründe tecrübe edinen Kısakürek, nihayetinde Ankara İş Bankası memuru
olarak düzenli bir hayata geçer (Kısakürek, 2017: 93). 1934 yılında ise şair,
inanç dünyasına doğrudan etki edecek Abdülhakim Arvasi ile tanışır. Bu süre
zarfında Kısakürek sık sık Arvasi ile görüşür, fikir alışverişinde bulunur
(Haksal, 2012 10-16). Şair, “Her zaman ruhçu alanda gezinmiş sanatını tamamen
Allah'a bağlamıştır artık” (Okay, 2009: 25). Necip Fazıl’ın Abdulhâkim Arvasi
ile tanışması, kuşkusuz onun ruhi dünyasını değiştirdiği gibi yaşayışını,
çevreyle ilişkilerini ve sanatını da etkilemiştir. Şairin bohem hayatı kısmen
sona ermiş ve buhranlı sürdürülen “arayış”ları İslami bir duyarlılıkla yeniden ele
alınmıştır (Haksal, 2012: 89-95). İslam mistisizminin yoğun bir şekilde hissedildiği
şiirlerinde, başta ölüm gerçeği olmak üzere dünyevi birçok unsuru aşarak şiiri
mutlak hakikate ulaşma yolunda araçsallaştırmıştır. İkinci döneminde kaleme
aldığı Beklenen şiirinde de dünyevi unsurlar aşılmıştır.
Beklenen’de beklemeye ait sıra dışı örnekler vererek ne
kadar beklediğini sitem dolu dizelerle vermiştir: “Ne hasta bekler sabahı, ne
taze ölüyü mezar, ne de şeytan bir günahı, seni beklediğim kadar”. Önceki
şiirindeki o asabiyet ve gerilimli dizeler yerine, sevgiliye; sitemkâr, asil ve
gururlu dizeler dayatılmıştır. Sevgiliden umudunu kesmiş, onu yoklukta
bulmuştur. “Yokluğunda buldum seni” derken bunun tasavvufi yönü olduğu kadar
şairin yenilgiyi kabul etmeme durumu da söz konusudur.
İki şiirin en can alıcı ortak noktası, beklemedir. Bu
bekleme ilk şiirde ölüm düşüncesini de içine alarak şairin “son güne” kadar
bekleyeceğini, mezarla sırdaş olacağını, ölümün bile engel olamayacağı görülür.
Şiirin son dizesi metafizik unsurla örülmüş, şairin ebedi hayatta da sevgiliyi
bekleyeceği açıklanmıştır. Ömrünün tamamını sevgilinin kendisine dönmesi için
gerilimli ortamlar üretip tehditkâr üslup geliştirmiş ve sonuç olarak elde
edemediği sevgili için bir mezar taşı misali ümitli bir şekilde beklemeye
koyulmuştur. Yedi yıl aradan sonra yazılan diğer şiire bakıldığında beklemenin
şairi olgunlaştırdığı, halim selim fakat gururlu bir karaktere dönüştürdüğü
görülür. Sevgiliye korku vesveselerinde bulunmayı bırakmış, daha şefkat kokan,
daha acıma hissi uyandıran bir yol tutmuştur. Cüretkâr tavrından ve kendisi
için oluşturduğu canavar imajından eser yoktur. Şair, beklemenin getirdiği özlem,
sitem, gurur ve usanmışlık gibi duygular eşliğinde öfkeye kapılmadan az ama öz
bir şekilde bekleneni şiire yoğurmuştur. Istırap dolu bu bekleyişlerin ardından
sevgilinin hâlâ gelmemesi, şairi aşkından vazgeçirmemiştir. İlk döneminden
sonra hakikat algısı ve tasavvufi yönü gelişmiştir. Necip Fazıl, artık aşkı
“hakikat”te bulanlardandır. Sevgiliyi yoklukta bulmuştur.
Sonuç: Türk şiirinin zirvesinde yer alan Necip Fazıl Kısakürek, Bekleyen şiiri ile Beklenen şiirini tahlil edilerek sevgiliyi hangi yönlerinden ele alıp nasıl değerlendirdiği ortaya konulmaya çalışıldı. Dolayısıyla şairin dönemsel farklılığı, benzerliği ve 1930'dan 1937'ye kadar nasıl bir süreç geçirdiği de doğal olarak ortaya çıkmıştır. Şairin Bekleyen'de sevgiliyi korkutmaya çalışarak sonsuza dek onu bekleyeceğini ve bu dünyada sevgiliye kavuşamasa bile öteki âlemde mutlaka kavuşacağını imgelerle belirtmiştir. Hafakan ve korku unsurları şairin hayatında önemli bir yere sahip olduğu birçok çalışmayla ortaya konulmuştur. Çocukluğundan beri peşini bırakmayan bu korkular, eserlerine de derinlemesine etki etmiştir. Söz konusu unsurları da Bekleyen şiirine katmış, sevgilinin gözünü korkutmuştur. Kendisindeki mevcut vesveseleri sevgiliye atfetmiştir. Yedi yıl aradan sonra yine sevgiliye yazılmış Beklenen şiirinde sevgiliyi korkutma yoktur, fakat şairin kuruntularını, vesveselerini hissetmek yine de mümkündür. Bunun yanında beklediği sevgilinin gelmeyişinden kaynaklanan hayal kırıklığı ve hayattaki uç noktalarla kıyaslayarak beklemenin ne kadar çileli olduğunu ortaya koymuştur. Bekleyen'de bir ömür boyu sevgiliyi bekleyeceğini söyleyen şair, yedi yıl aradan sonra yazdığı Beklenen'de sevgilinden ümidini kesmiş; sitem ve gurur dolu bir âşık olarak kalmıştır. Sevgiliye dünyayı dar eden, nefesini her daim sevgilinin ensesinde hissettiren, sevgilinin solduğu havayı zehreden o ürkütücü âşık gitmiş; yerine sevgilinin hayaliyle teselli bulan mahzun, garip, beklemekten tükenmiş bir âşık gelmiştir.
Metafizik unsurlar şairimizin hayatında ve sanatında önemli
bir yere sahiptirler. İki şiirde de bu durumu görmek mümkündür. Bu kıyaslamayla
ortaya çıkan bir başka cihet; Kısakürek'in ilk dönem hayatıyla ikinci dönem
hayatının arasında aslında kalın bir çizgi olmadığını, sanatındaki ve
hayatındaki değişikliğin çocukluğundan başlayarak yavaş yavaş meydana
geldiğidir."
Kaynakça: Bekleyen’den Beklenen’e Necip Fazıl Kısakürek’te Değişen Şair Ve Sevgili İmajı, Ferhat Çetinkaya, Mecmua Dergisi, Güz 2019, Yıl: 4, Sayı: 8, ss. 24-33.