Bekleyen-Beklenen Şiiri

BEKLEYEN

Sen, kaçan ürkek ceylânsın dağda,

Ben, peşine düşmüş bir canavarım!

İstersen dünyayı çağır imdada;

Sen varsın dünyada, bir de ben varım!

 

Seni korkutacak geçtiğin yollar,

Arkandan gelecek hep ayak sesim.

Sarıp vücudunu belirsiz kollar,

Enseni yakacak ateş nefesim.

 

Kimsesiz odanda kış geceleri,

İçin ürperdiği demler beni an!

De ki: Odur sarsan pencereleri,

De ki: Rüzgâr değil, odur haykıran!

 

Göğsümden havaya kattığım zehir,

Solduracak bir gül gibi ömrünü,

Kaçıp dolaşsan da sen, şehir şehir,

Bana kalacaksın yine son günü.

 

Ölürsün... Kapanır yollar geriye;

Ben mezarla sırdaş olur, beklerim.

Varılmaz hayale işaret diye,

Toprağında bir taş olur, beklerim...

NECİP FAZIL KISAKÜREK-1930


*****


BEKLENEN

Ne hasta bekler sabahı,

Ne taze ölüyü mezar.

Ne de şeytan, bir günahı,

Seni beklediğim kadar.

 

Geçti istemem gelmeni,

Yokluğunda buldum seni;

Bırak vehmimde gölgeni,

Gelme, artık neye yarar?

NECİP FAZIL KISAKÜREK-1937



"Bekleyen" ve "Beklenen" şiirleri üzerine, çeşitli yazarlar tarafından pek çok inceleme makaleleri yazılmıştır. Şiire ek olarak yazılan bu makalelerden birini, yazarın olumlu/olumsuz bakış açısıyla burada yorumsuz olarak paylaşalım. 

[Bekleyen’den Beklenen’e Necip Fazıl Kısakürek’te Değişen Şair Ve Sevgili İmajı, Ferhat Çetinkaya, Mecmua Dergisi, Güz 2019, Yıl: 4, Sayı: 8, ss. 24-33] (Tüm metin için Bknz. Bekleyen’den Beklenen’e Necip Fazıl Kısakürek’te Değişen Şair ve Sevgili İmajı)

"1930 yılında kaleme alınan Bekleyen şiiri ile 1937 yılında kaleme alınan Beklenen şiiri, Necip Fazıl Kısakürek’in Çile eserinin Kadın bölümünde yer almaktadır. Şiirlerin yazılış tarihlerinden de anlaşılacağı üzere Bekleyen şiiri Abdulhakim Arvasi ile tanışmadan önce; Beklenen şiirini ise tanışmadan birkaç yıl sonra kâğıda dökmüştür. Fırtınalı geçen gençlik dönemlerinde yazdığı Bekleyen şiirinde ilk göze çarpan durum karşılıksız aşktan kaynaklı sevgiliye duyulan hırsken; Beklenen şiirinde beklemekten ümidini yitirmiş ve sevgiliyi yoklukta bulmuş bir âşık göze çarpar.

Şairin fikir ve düşünce dünyasına ait çilesini anlattığı Çile adlı şiiri bir başyapıt niteliğine sahiptir. Çile şiiri, mutlak hakikati arama yolunda çektiği ıstırapların ve benliğindeki ruhi didişmelere verdiği fikir mücadelesinin sonucudur (Karatekeli,2008: 142-143). Şair bu safhada kalemini mutlak gerçeği bulmak için araçsallaştırmanın yanında, artık ona bir amaç da yüklemiştir. Şairin Abdülhakim Arvasi ile tanışmadan önceki ilk dönemi arayış içinde geçen, bohem bir süreçtir.(Kısakürek, 2017: 117-147). İkinci dönem şiirlerinde olduğu gibi, bu dönemde de yazdığı ilk şiirlerinde metafizik ve mistik arayışın izleri görülür. 1924 yılında yazdığı Serseri başlıklı şiirinde, bir başıboşluk, bir umutsuzluk vardır. 1925 yılında yazdığı Boş Odalar başlıklı şiiri ise hayalet ve cinleri konu eden ve her mısraı metafizik motiflerle kaplı bir yapıttır (Karatekeli, 2008: 18-37). Şair, “ilk şiirlerinde kendi çocukluğuna ait korkunç anılarına yer verdiği gibi ölüm ilgili düşüncelerini de dile getirmiştir.” Özellikle küçük yaşlarda kız kardeşi Selma'yı kaybetmesi şairde derin etkiler bırakmıştır (Haksal, 2012: 8).

Şairin çocukluk döneminde geçirilen bireysel kayıplar, krizler, sarsıntılar kişinin hayata bakış açısını, karakterini, duyuş tarzını kuşkusuz etkilemektedir. Dolayısıyla şairin kız kardeşine düşkünlüğü ve sonrasında onu kaybedişi, onun sanat anlayışına kısmen yön vermiştir. Şairin bu dönemde kaleme aldığı şiirlerin temalarına bakıldığında ölüm, korku, yalnızlık gibi temalar ortaya çıkar. Kadınları da genellikle bu temalar zemininde işlemiştir. Kadınları genelde sevgili sıfatıyla şiirlerine konu eden Necip Fazıl, genel manada ümitsizlik, korku, sevgiliye kavuşamama izlekleri görülür ve dolayısıyla şiirlerinde sevgilinin farklı halleri bulunur. İlk döneminde kaleme aldığı aşk, kadın, sevgili temalı şiirleri, ikinci döneminde bu temalarla yazdığı şiirlerinden farklıdır. Hatta kadın temalı bazı cüretkâr şiirlerini kendi hazırladığı Çile yapıtına dâhil etmemiştir(Kısakürek, 2008). Gençliğin vermiş olduğu bohem havadan yavaş yavaş çıkmaya başlayıp dönüm noktası olan Abdulhakim Arvasi ile tanışma yılına yaklaşırken, artık şiirlerinde sevgiliye yönelik maddesel yaklaşımların yanında manevi yönden ele alışlar da görülmektedir. Bunun en güzel örneği Bekleyen şiiridir. Bu şiire bakıldığında ruhu ve metafizik unsurları işlediğini görülür. İkinci döneminde kaleme aldığı Beklenen’de ise bu unsurlar şiirin gövdesini oluşturmuştur.

Bekleyen şiirinde sevgili ceylan metaforundan tanımlanmıştır. Ceylan denilince ilk akla gelen ceylanın büyülü ve derin gözleri ile uysallığıdır. Dünyada yalnız başına ürkek bir şekilde kaçan güzel bir ceylan olan sevgili, aynı zamanda kimsesiz ve yalnızdır. Bu masumane varlığın etrafı korku unsurlarıyla örülü; çaresiz ve zavallıdır. Canavarlaşan aşığın nesnesi haline gelmiş, kıta kıta sarmallar oluşturan, birbirini takip eden tehditkâr ifadelerin bitmesini sessiz bir şekilde bekleyen, özneliğini yitiren bir sevgilidir. Şairin bu tavrı karşısında eylemsel olarak sevgilinin korkular içinde şehir şehir kaçmaktadır. Aynı zamanda “İstersen dünyayı çağır imdada” diyen şair, sevgiliyi isyana teşvik ettirmesine rağmen sevgilinin pasif bir direniş sergilediği görülür. Böylesine savunmasız bir canlı karşısında saldırılar ancak “hırs” kelimesiyle açıklanabilir.

Şairin hırsı, merkezileşen korkuların sebebidir. Zaten şiirin ilk yazılışında, son kıtanın hırs kelimelerinden oluştuğunu şairin daha sonra düzeltme yapıp şiirinde bu kelimeleri çıkarttığı bilinir: “Hırsım gibi sonsuz yaşarsan sen de, ben ölümle sırdaş olur beklerim. Hırsıma toprağı rakip etsen de, mezarında bir taş olur beklerim.” Değiştirilen bu kıtayı da dikkate aldığımızda sevgilinin ölümü dahi göze alarak şaire dönmeyeceğini ifade etmektedir. Ayrıca “Bana kalacaksın yine son günü” dizesindeki “yine” kelimesinden, sevgilinin şairle tekrardan beraber olacağını göstereceği gibi, şairle beraberlik yaşadığı ve sonrasında ayrıldığı anlaşılmaktadır.

Sevgilinin bu “belalı” aşığın tehditkâr üslubuna nelerin neden olduğunu bilinmemektedir. Bu noktaya kadar şair sevgiliyi kendisine dönmesi için ne olursa olsun bekleyeceğini ifade etmektedir. Yukarıdaki şiirden yedi yıl aradan sonra yazdığı Beklenen şiirinde ise sevgilinin dönmediğini ve bu bekleyişten de şairin artık çaresiz bir şekilde pes ettiği görülür. Fakat bu pes ediş bir vazgeçiş değildir. Şairde sevgiliyi yoklukta bulan bir Mecnun tavrı vardır (Hancıoğlu, 2013: 274). Ayrıca şairin ruhi dünyasına ve geçtiği keskin dönemeçlere istinaden burada beklenenin Allah olduğunu belirten ayrıntılı bir çalışma bulunmaktadır. (Osman Eroğlu, “Yapısökücülük ve Necip Fazıl’ın ‘Beklenen’ Şiirine Bir Uygulama Denemesi”,Turkish Studies, Volume 7/1, Winter 2012, p. 1095 – 1106, Turkey) Fakat bu çalışmada, beklenen kişiyi sevgili olarak ele alınacaktır. Çünkü Necip Fazıl Kısakürek’in bizzat hazırlığını ve tasnifini yaptığı Çile adlı yapıtında şiirlerini bölümlere ayırırken, Beklenen şiirini Allah bölümü yerine Kadın bölümüne eklemiştir. Dolayısıyla bizim buradaki kavrayışımız sevgili imajı üzerinedir. İki şiir karşılaştırıldığında sevgilinin aşığına karşı pasif suskunluğuyla kazandığı bir zafer olduğu gözlemlenebilir. Öte yandan iki şiirde de sevgilinin şaire karşı duyduğu en ufak bir sevgi belirtisi yoktur. Şair, sanatını icra edip ruhi dünyasını şiirine bazen net bir şekilde aksettirirken bazen de örtük bir şekilde verebilir. Bu durum, şairin tasarrufunda olduğu kadar, onun ruh haline ve sanat anlayışına da bağlıdır.

Bekleyen şiirinde Necip Fazıl Kısakürek, o yıllardaki bohem hayatını ve serkeş halini şiire gayet güzel bir şekilde işlemiştir. Şairin Bekleyen şiirinin her dizesinde derin bir ihtiras söz konusudur. Hırsıyla yoğurduğu bu şiirinde kendi karakterine ait olan bazı duyguları, özellikle korku ve ölüm gibi bazı unsurları sevgiliye vermiş ve kendisini korkusuz yarı tanrısal bir özne olarak oluşturmuştur. Beklenen de ise bu yarı tanrısallık tavır ve duruş yerine, derin sitem ve gurur söz konusu olmakla beraber şairin korkusuzluğundan da artık eser yoktur.

İlk şiirde şair, kendisini bir canavara benzetmiştir. Şiirin geneline bakıldığında bu canavar korkusuz, sürekli takipte ve nefesi ateş olan, göğsünden havaya zehir saçan ve kış gecelerinde korkular salan bir yaratıktır. Canavar, genelde masallarda adı geçen, şekil yönünden masalına göre farklılık gösteren korkunç ve yırtıcı bir varlıktır. Nefesi ateş olan bir canavar düşünüldüğünde ise akla ilk gelen canavar, ejderhadır. Bir tarafta şairin aşkını istemeyen masum ve ürkek bir sevgili, diğer tarafta yarı tanrısal güçleriyle bir ejderha olarak sevdiğine tahakküm uygulayan şair. Şairin sevdiğine uyguladığı orantısız güç, onun ne kadar saplantılı bir kişi olduğunu da göstermektedir. Sevgiliyi korku ile gerilimli ortamlar yaparak kendisine bağlatmaya çalışır. Ne var ki, bu tahakküm biçimi ne kadar sert olursa olsun, masal tadında başlayan bu şiirin sonucuna bakıldığında sevgiliyi elde ettiğini söyleyemeyiz. Fakat şair, sevgilinin yine kendisinin olması için “son güne” kadar bekleyeceğini ifade etmektedir. Yukarıda sözü edilen canavar imgesi, aynı zamanda şairin ne kadar kararlı olduğunu ne kadar hırslı ve ihtiras sahibi olduğunu gösterir. Şair, sevgilinin peşinde sürekli koşan, kovalayan ve asla hedefinden şaşmayan, aynı zamanda dünyaya meydan okuyan bir âşıktır. Sevgilinin onu sürekli yakınında hissetmesini ister: ayak sesi, vücudu saran belirsiz kollar, enseyi yakan ateş nefesi… Bu tamlamalar aynı zamanda şairin içgüdüsel bir enerjiyle cinsel isteğini de imgelerle ifade etmiştir. Necip Fazıl’ın kadına bu tarz yaklaşımları, ilk dönemin diğer şiirlerinde de görülür. Buna mukabil ikinci şiirinde bu tarz ifadeler yoktur. Kendisine dönmesi için sevgiliye korkular vererek böylesine ilkel bir anlayış ve yaklaşımla onu elde etme çabası, onun gençlik döneminin ruh haline yorumlanabilir. Fakat kıta kıta değişen bu korkuların yanında şairin iç sıkıntılarını da görmek mümkündür. Havaya saldığı yüreğindeki zehri ile sevgiliyi bir gül gibi soldurmak isteyen şair, yüreğindeki katmerleşmiş acıların sevgilinin ölümüne mal olacağını dile getirmektedir. Aynı zamanda “nefesimle havaya kattığım zehir” dizesi, düz anlamda şairin sigara tiryakiliğine işaret edilebilir. Şair bu şiirinde kararlıdır. Fakat böylesine kararlı bir aşığın yedi yıl sonra yazdığı Beklenen şiirinde aynı atmosferi görememek, şairin hayatındaki, özellikle manevi hayatındaki değişimlerle açıklanabilir.

1928 yılından sonra Anadolu’nun farklı yerlerinde bankacılık sektöründe tecrübe edinen Kısakürek, nihayetinde Ankara İş Bankası memuru olarak düzenli bir hayata geçer (Kısakürek, 2017: 93). 1934 yılında ise şair, inanç dünyasına doğrudan etki edecek Abdülhakim Arvasi ile tanışır. Bu süre zarfında Kısakürek sık sık Arvasi ile görüşür, fikir alışverişinde bulunur (Haksal, 2012 10-16). Şair, “Her zaman ruhçu alanda gezinmiş sanatını tamamen Allah'a bağlamıştır artık” (Okay, 2009: 25). Necip Fazıl’ın Abdulhâkim Arvasi ile tanışması, kuşkusuz onun ruhi dünyasını değiştirdiği gibi yaşayışını, çevreyle ilişkilerini ve sanatını da etkilemiştir. Şairin bohem hayatı kısmen sona ermiş ve buhranlı sürdürülen “arayış”ları İslami bir duyarlılıkla yeniden ele alınmıştır (Haksal, 2012: 89-95). İslam mistisizminin yoğun bir şekilde hissedildiği şiirlerinde, başta ölüm gerçeği olmak üzere dünyevi birçok unsuru aşarak şiiri mutlak hakikate ulaşma yolunda araçsallaştırmıştır. İkinci döneminde kaleme aldığı Beklenen şiirinde de dünyevi unsurlar aşılmıştır.

Beklenen’de beklemeye ait sıra dışı örnekler vererek ne kadar beklediğini sitem dolu dizelerle vermiştir: “Ne hasta bekler sabahı, ne taze ölüyü mezar, ne de şeytan bir günahı, seni beklediğim kadar”. Önceki şiirindeki o asabiyet ve gerilimli dizeler yerine, sevgiliye; sitemkâr, asil ve gururlu dizeler dayatılmıştır. Sevgiliden umudunu kesmiş, onu yoklukta bulmuştur. “Yokluğunda buldum seni” derken bunun tasavvufi yönü olduğu kadar şairin yenilgiyi kabul etmeme durumu da söz konusudur.

İki şiirin en can alıcı ortak noktası, beklemedir. Bu bekleme ilk şiirde ölüm düşüncesini de içine alarak şairin “son güne” kadar bekleyeceğini, mezarla sırdaş olacağını, ölümün bile engel olamayacağı görülür. Şiirin son dizesi metafizik unsurla örülmüş, şairin ebedi hayatta da sevgiliyi bekleyeceği açıklanmıştır. Ömrünün tamamını sevgilinin kendisine dönmesi için gerilimli ortamlar üretip tehditkâr üslup geliştirmiş ve sonuç olarak elde edemediği sevgili için bir mezar taşı misali ümitli bir şekilde beklemeye koyulmuştur. Yedi yıl aradan sonra yazılan diğer şiire bakıldığında beklemenin şairi olgunlaştırdığı, halim selim fakat gururlu bir karaktere dönüştürdüğü görülür. Sevgiliye korku vesveselerinde bulunmayı bırakmış, daha şefkat kokan, daha acıma hissi uyandıran bir yol tutmuştur. Cüretkâr tavrından ve kendisi için oluşturduğu canavar imajından eser yoktur. Şair, beklemenin getirdiği özlem, sitem, gurur ve usanmışlık gibi duygular eşliğinde öfkeye kapılmadan az ama öz bir şekilde bekleneni şiire yoğurmuştur. Istırap dolu bu bekleyişlerin ardından sevgilinin hâlâ gelmemesi, şairi aşkından vazgeçirmemiştir. İlk döneminden sonra hakikat algısı ve tasavvufi yönü gelişmiştir. Necip Fazıl, artık aşkı “hakikat”te bulanlardandır. Sevgiliyi yoklukta bulmuştur.

Sonuç: Türk şiirinin zirvesinde yer alan Necip Fazıl Kısakürek, Bekleyen şiiri ile Beklenen şiirini tahlil edilerek sevgiliyi hangi yönlerinden ele alıp nasıl değerlendirdiği ortaya konulmaya çalışıldı. Dolayısıyla şairin dönemsel farklılığı, benzerliği ve 1930'dan 1937'ye kadar nasıl bir süreç geçirdiği de doğal olarak ortaya çıkmıştır. Şairin Bekleyen'de sevgiliyi korkutmaya çalışarak sonsuza dek onu bekleyeceğini ve bu dünyada sevgiliye kavuşamasa bile öteki âlemde mutlaka kavuşacağını imgelerle belirtmiştir. Hafakan ve korku unsurları şairin hayatında önemli bir yere sahip olduğu birçok çalışmayla ortaya konulmuştur. Çocukluğundan beri peşini bırakmayan bu korkular, eserlerine de derinlemesine etki etmiştir. Söz konusu unsurları da Bekleyen şiirine katmış, sevgilinin gözünü korkutmuştur. Kendisindeki mevcut vesveseleri sevgiliye atfetmiştir. Yedi yıl aradan sonra yine sevgiliye yazılmış Beklenen şiirinde sevgiliyi korkutma yoktur, fakat şairin kuruntularını, vesveselerini hissetmek yine de mümkündür. Bunun yanında beklediği sevgilinin gelmeyişinden kaynaklanan hayal kırıklığı ve hayattaki uç noktalarla kıyaslayarak beklemenin ne kadar çileli olduğunu ortaya koymuştur. Bekleyen'de bir ömür boyu sevgiliyi bekleyeceğini söyleyen şair, yedi yıl aradan sonra yazdığı Beklenen'de sevgilinden ümidini kesmiş; sitem ve gurur dolu bir âşık olarak kalmıştır. Sevgiliye dünyayı dar eden, nefesini her daim sevgilinin ensesinde hissettiren, sevgilinin solduğu havayı zehreden o ürkütücü âşık gitmiş; yerine sevgilinin hayaliyle teselli bulan mahzun, garip, beklemekten tükenmiş bir âşık gelmiştir.

Metafizik unsurlar şairimizin hayatında ve sanatında önemli bir yere sahiptirler. İki şiirde de bu durumu görmek mümkündür. Bu kıyaslamayla ortaya çıkan bir başka cihet; Kısakürek'in ilk dönem hayatıyla ikinci dönem hayatının arasında aslında kalın bir çizgi olmadığını, sanatındaki ve hayatındaki değişikliğin çocukluğundan başlayarak yavaş yavaş meydana geldiğidir."

Kaynakça: Bekleyen’den Beklenen’e Necip Fazıl Kısakürek’te Değişen Şair Ve Sevgili İmajı, Ferhat Çetinkaya, Mecmua Dergisi, Güz 2019, Yıl: 4, Sayı: 8, ss. 24-33.

| | Devamı... 0 yorum

Kaldırımlar

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında; 
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum. 
Yolumun karanlığa saplanan noktasında, 
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum. 

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık; 
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar. 
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık. 
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar. 

İçimde damla damla bir korku birikiyor; 
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler... 
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor; 
Gözüne mil çekilmiş bir ama gibi evler. 

Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi; 
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır. 
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi; 
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır. 

Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta; 
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum! 
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta; 
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum! 

Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin; 
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler. 
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin; 
Yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler. 

Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim; 
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları! 
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim; 
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları. 

Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya; 
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi. 
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir kuyuya, 
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi..


II 
Başını bir gayeye satmış bir kahraman gibi, 
Etinle, kemiğinle, sokakların malısın! 
Kurulup şiltesine bir tahtaravan gibi, 
Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın! 

Fahişe yataklardan kaçtığın günden beri, 
Erimiş ruhlarınız bir derdin potasında. 
Senin gölgeni içmiş, onun gözbebekleri; 
Onun taşı erimiş, senin kafatasında. 

İkinizin de ne eş, ne arkadaşınız var; 
Sükût gibi münzevî, çığlık gibi hürsünüz. 
Dünyada taşınacak bir kuru başınız var; 
Onu da, hangi diyar olsa götürürsünüz. 

Yağız atlı süvari, koştur, atını, koştur! 
Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları. 
Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur... 
Ne senin anladığın kadar, kaldırımları... 

III 
Bir esmer kadındır ki, kaldırımlarda gece, 
Vecd içinde başı dik, hayalini sürükler. 
Simsiyah gözlerine, bir ân, gözüm değince, 
Yolumu bekleyen genç, haydi düş peşime der. 

Ondan bir temas gibi rüzgâr beni bürür de, 
Tutmak, tutmak isterim, onu göğsüme alıp. 
Bir türlü yetişemem, fecre kadar yürür de, 
Heyhat, o bir ince ruh, bense etten bir kalıp. 

 Arkamdan bir kahkaha duysam yaralanırım; 
Onu bir başkasına râm oluyor sanırım, 
Görsem pencerelerde soyunan bir karaltı. 

Varsın, bugün bir acı duymasın gözyaşımdan; 
Bana rahat bir döşek serince yerin altı, 
Bilirim, kalkmayacak, bir yâr gibi başımdan...
Necip Fazıl Kısakürek


Necip Fazıl Maarif Vekâleti tarafından yapılan sınav sonucunda, Paris'te Sorbonne Üniversitesi'ne eğitime gönderilir. Paris'te Sorbonne Üniversitesi'nde bir süre eğitim alan Necip Fazıl Fransız yazar ve şair Charles Baudelaire’den etkilenir. Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Attila İlhan, Necip Fazıl gibi ne kadar Fransa’da/Paris’te eğitim almış, şairimiz varsa Charles Baudelaire’den etkilenmişlerdir. Charles Baudelaire, çağında yer alan egemen düşünceye karşı isyanı ile bilinen ve zaman zaman yazıları yasaklanan bir şairdir. Necip Fazıl, Paris'te kendisini sonradan kendisinin de hiç hazetmediği bir bohem hayat tarzına kaptırır ve burada tüm parasını kumarda harcar. Necip Fazıl, gecenin geç saatlerinde parasız pulsuz Paris'in sokaklarında kaldığı böyle bir günde, (Kaldırımlar) şiirini yazar. 

''Kaldırımlar'' şiiri ile Necip Fazıl "Şairlerin Sultanı" unvanını almıştır. Kaldırımlar şiirinin basılı ilk hali, Hayat Dergisi'nin 19 Nisan 1928 tarihli sayısında (Hayat Degisi, Sayı; 73, sayfa; 3) yer alır.  Necip Fazıl yazdığı Kaldırımlar şiirinde, Edebiyat çevreleri tarafından yanlış anlaşıldığını düşünmektedir. O; yirminci yüzyılın ruhunu, amacını yitirmiş, toplumda bunalım yaşayanların şiirini yazmıştır. Ancak şiiri okuyanlar, kaldırımlarda geceleyen, evsiz barksız serseri birisinin ruh halinin ustalıkla anlatıldığını düşünmüşlerdir. Kaldırımlar şiiri üç bölümdür. En popüler olanı, herkes tarafından bilineni, 1. Bölümdür.

"Kaldırımlar"’ şiiri, Necip Fazıl Kısakürek’in Abdülhakîm Arvâsî ile tanışmadan önceki zamanlarında, 22 yaşlarında iken yazdığı bir şiirdir. Necip Fazıl, 1934 yılına kadar bohem bir hayat sürerken,  Abdülhakîm Arvâsî ile  tanışınca İslam tasavvufuna yönelir ve bir anlamda hayatında büyük bir değişim gerçekleştirir. Necip Fazıl, İslam tasavvufu döneminden önce yazdığı bazı şiirlerini yeni düşünce dünyasına göre düzenler, bazılarını ise yok sayar. 
Necip Fazıl, hayatının bilinçsiz geçen ilk dönemlerini, aşağıdaki  dizelerle şiirinde şöyle ifade eder:
Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum, 
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum
Necip Fazıl, hayatındaki yaşadığı değişimi, mürşidi Abdülhakîm Arvâsî ile karşılaşmalarını ve tasavvufa yönelik hatıralarını, "O ve Ben"’(Büyük Doğu Yayınları, 2013) isimli kitabında anlatmıştır. Abdülhakim Arvasi ile tanışmasından sonra, Necip Fazıl Kısakürek artık başka bir insan olmaya karar vermiş ve geçmişine tevbe ederek kendisine temiz bir sayfa açmıştır. Yaşadığı dönemde, eski yaşamını yüzüne vuran kişilere: "Geçmişimi kurcalayanlara! Ben geçmişimi buruşturup çöpe attım, çöpü karıştıranlar ise kedi ve köpeklerdir." nükteli bir şekilde cevap vermiştir.
Necip Fazıl, edebi eserlerinde yazdıklarının yanına, Abdülhakim Arvasi'den öğrendiği tasavvuf yolculuğunu da gençlere aktararak onlara yol gösterir. Necip Fazıl, hayatındaki bu değişimden sonra eserlerinde Batı hayranlığının olumsuzluklarını dile getirip; Doğu kültürünün inceliklerini, İslam tasavvufunun güzelliklerini ve Allah sevgisini özellikle şiirlerinde sıklıkla işleyerek edebiyat dünyasında farklı bir bakış açısı kazandırmıştır.
| | Devamı... 0 yorum

En Çok Okunan Yazılar

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!