Abdülhamid ibn Türk (Ebu Berze)

Tam adıyla Ebü'l-Fazl Abdülhamîd bin Vâsi' bin Türk el-Huttelî el-Hâsib (ö. Bağdat, 27 Ṣafar 298), dokuzuncu yüzyılda yaşamış Türk asıllı Müslüman matematikçidir.  Halife Al-Maʾmūn zamanında Maveraünnehir'de doğan 9. yüzyılın ilk yarısında yaşayan ibn Türk (Abdülhamid İbni Vasi İbni Türk Ebu Fazl) ( ? - 847) Ceyl kentinden olduğu için el-Ceyli veya matematikçi anlamına gelen el-Hasip de denmektedir. Adından da anlaşıldığı gibi Türk oğlu olan bu bilim adamı sayılar teorisi ve cebir konularında çalışmalar yapmıştır. İbn el-Kefti onun adını ʿAbd al-Hamid ibn vase ibn Türk Gili (Gilan) olarak zikretmiştir. Buradaki Gilan lafzından Amu Derya'nın batısındaki bir köy olan Gilan doğumlu olduğu anlaşılır. Farslı ibni Nedim ise Abd-ul-Ḥamīd b. Türk ibn Turk al-Khuttalî  olarak ismini zikretmiştir. 
Eserlerinden Bazıları:
1. Kitāb al-Jāmeʿ fi’l-ḥesāb ("Kapsamlı hesap kitabı") altı kitap halindedir; İbn el-Nedīm  tarafından Ebu Barza'ya atfedilir.
2. Kitāb al-M'āmalāt ("İşlemler kitabı) İbn el-Nedīm  tarafından Ebu Barza'ya atfedilir.
3. Kitāb al-Mesāḥa ("Ölçme kitabı")  İbn el-Nedīm  tarafından Ebu Barza'ya atfedilir.
4. el-Fihrist, İbn el-Kefti tarafından Ebu Barza'ya atfedilir.
5. Nev'ı vāder al-ḥesāb va ḵavāṣṣ al-aʿdād (“Hesaplama ve Sayıların özellikleri çeşitleri kitabı”), İbn el-Kefti tarafından Ebu Barza'ya atfedilir.
6. Kitāb al-Cebr va’l-mukabele (“Katışık Denklemlerde Mantıki Zaruretler”) İbn el-Kefti tarafından Ebu Barza'ya atfedilir.
Abülhamid İbn Türk’ün eserlerini inceleyen Aydın Sayılı’ya göre İbn Türk, üç tip ikinci derece denklemini sistemli bir yaklaşımla ve geniş açıklamalar yaparak ayrıntılı biçimde çözmektedir. Çözüm için seçtiği yöntem, geometrik yoldur ve Mezopotamya geleneğini devam ettirmekte, formül kullanmadan sözlü anlatımla sonuca varmaktadır. Denklemleri incelemesi, kendinden önce gelenlerden biraz farklı ve sonrakilere yol gösterecek biçimdedir. Aydın Sayılı'ya göre;  Yapıtları "Kitab-ül Cami fi'l hisap" (altı kitap halindedir),"Kitab'ül muamelat", "Kitab'ül Mesaha" (Ölçme işleri)'dir. Onun erken dokuzuncu yüzyılda Bağdat'ta yaşadığı ve çalıştığı ve matematik eserleri yayımladığı kesindir.. O cebir üzerine bir çalışma yazmış, "Katışık Denklemlerde Mantıki Zaruretler" olarak adlandırılan karesel (ikinci dereceden) denklemlerin çözümü üzerine sadece bir bölümü geriye kalabilmiştir. Abdülhamid İbn Türk'ün, "Kitāb al-Cebr va’l-mukabele" başlıklı el yazması, el-Harezmi'nin el-cebir kitabına çok benzemekle birlikte, zamanlama konusunda farklılıklar bulunmaktadır. Abdülhamid İbn Türk bu kitabı Harezmi ile aynı zamanda veya belki ondan daha erken de yayımlanmış olabilir. Bu konuda tam bir kesinlik yoktur.
Ebû Kâmil’in bir kitabı ile Harîzmi’nin iki kitabının Arapça asılları ve çevirileriyle birlikte bugüne kadar ulaşmış olmalarına karşılık, Aydın Sayılı’nın yayımladığı kısa bir yazısı dışında, ne Abdülhamîd b. Vâsi’nin, ne de Ebû Berze’nin eserlerinin elde olmayışı, cebir konusunda ilk kitapları yazanın kim olduğunun tesbitini güçleştirmektedir. Salih Zeki’ye göre, Abdülhamîd b. Vâsi’nin, Harizmî’den önce yaşadığı kesin olarak bilinmektedir. Aydın Sayılı ise, konuyu genişçe inceledikten sonra, ikisinin aşağı yukarı çağdaş olduklarını ve belki Abdulhamîd b. Vâsî’nin biraz daha önce yaşamış olduğunu, Harizmî’nin bu bilim dalında öncü olduğu savında bulunmayışının da, Ebû Berze’ye hak verdirebileceğini, ancak bugün için yine de kesin bir şey söylenemeyeceğini ifade etmektedir.  Özel tipler halinde gruplandırılmış ikinci derece denklemlerinin çözümlerini,Abdülhamid İbn Türk,  Hârizmî'nin çözümlerinden daha ayrıntılı olarak vermiştir. Mesela x² + c = bx denkleminin, diğer denklem tiplerinden farklı olarak iki çözüm kümesi  olduğunu Abdülhamid ibn Türk ayrı ayrı şekillerle göstermiş olduğu halde, Hârizmî bir tek şekil ile göstermekle yetinmiştir. Abdülhamid ibn Türk, bu ikinci derece denklemde bazı durumunda çözümün yapılamayacağını da yine şekil yardımıyla kanıtlamıştır. İbn Türk'ün söz konusu cebir kitabı, Hârizmî'nin ilk cebir kitabı yazarı olma özelliğini şüpheli bir hale getirmektedir. Kâtip Çelebi de, “Keşfü z-zünun”da, Abdülhamîd b. Vâsi'nin torunu Ebû Berze'nin dedesi hakkında verdiği, onun cebir biliminin kurucusu olduğuna ve bu konuda Muhammed b. Musa el-Harîzmi’den önce geldiğine dair bir bilgiyi aktarmakta, arkasından da, Abdülhamid ibn Türk’den biraz daha sonra yaşadığı sanılan Ebû Kâmil eş-Şüci el-Eslem’in, Abdülhamid ibn Türk'ü gerçekleri saptırıcı olmakla suçlayan ve cebir bilimini asıl kuranın Harizmî olduğunu öne süren bir takım sözlerini de kaydetmektedir.
Kitabü’l-Cebr vel-mukabele”de aynı konuyu işleyen Harizmî’nin ise denklemleri, Abdülhamid b. Vâsi kadar sistemli biçimde ele almadığı ve ayrıntıya girmeden çok kısa bir açıklamayla çözüme vardığı görülmektedir. Aydın Sayılı, bu duruma Harizmî’nin konuyu bilinmeyen olarak saymamış, bu nedenle de ayrıntılara girmeye gerek görmemiş olabileceği biçiminde bir yorum getirmektedir. Onun ilk cebir kitabını, İslâm dünyasında da, Batı dünyasında da cebir biliminin kurucusu olarak kabul edilen Harizmi’den önce yazmış olabileceği olasılığını pek zayıf sayılamayacağı sonucuna varmaktadır. Bilinenler ışığında yaşadığı yıllar göz önüne alındığında, Harezmiden daha önceleri Abdülhamid ibn Türk'ün cebir konusunda çalışmalar yaptığını ve bu alanda ilk eserleri kaleme aldığını söyleyebiliriz.
İbn-i Haldun, Mukaddime’sinde, yalnız Harizmî ile Ebu Kâmil’den söz etmekte ve olasılıkla Ömer Hayyam’a da atıfta bulunmaktadır. İbn Haldun’un zikretmemesine karşın, İbn-ün Nedim ve İbn-ul Kıfti’nin ondan övgüyle söz etmeleri ve Ebu Kâmil’in de Ebu Berze’nin iddiasını şiddetle reddedip, onu Harizmî’ye rakip gördüğünü belli etmesi, Abdulhamid b. Vasi’nin o dönemin büyük bir matematikçisi olduğunu kesin olarak ortaya koymaktadır.
Kaynakça: Aydın Sayılı, Abdülhamit İbni Türk'ün Katışık Denklemlerde Mantıki Zaruretler Adlı Yazısı ve Zamanın cebri. TTK Ankara 1962.
Sâlih Zeki / Âsâr-ı Bâkiye (II, s. 246, 1913), 
Prof. Dr. Aydın Sayılı / Abdülhamid İbn Vâsî İbn Türk'ün Cebir Konusundaki Bir Yazısı (VI. Türk Tarih Kongresi Bildiriler, s. 95-100, 1967), 
Ülkü Kumral / Müslüman Bilim Adamları (Akit, s.16-18), TDV İslam Ansiklopedisi (c. I, s. 297, 1988). 

Pisa Sınavları

PISA nedir? Açılımı “Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı” olan PISA, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından üçer yıllık dönemler hâlinde, 15 yaş grubundaki öğrencilerin kazanmış oldukları bilgi ve becerileri değerlendiren bir araştırma projesidir. PISA Projesi’nin amacı nedir? PISA’nın temel amacı, gençlerimizi daha iyi tanımak; onların öğrenme isteklerini, derslerdeki performanslarını ve öğrenme ortamları ile ilgili tercihlerini daha açık bir biçimde ortaya koymaktır. 
PISA Projesi neyi ölçmektedir? PISA Projesi’nde zorunlu eğitimin sonunda örgün eğitime devam eden 15 yaş grubundaki öğrencilerin; Matematik okuryazarlığı, Fen Bilimleri okuryazarlığı ve Okuma Becerileri konu alanlarının dışında, öğrencilerin motivasyonları, kendileri hakkındaki görüşleri, öğrenme biçimleri, okul ortamları ve aileleri ile ilgili veriler toplanmaktadır. PISA projesinde kullanılan “okuryazarlık” kavramı, öğrencinin bilgi ve potansiyelini geliştirip, topluma daha etkili bir şekilde katılmasını ve katkıda bulunmasını sağlamak için yazılı kaynakları bulma, kullanma, kabul etme ve değerlendirmesi olarak tanımlanmaktadır. 

PISA Projesi kimler tarafından yürütülmektedir? PISA Projesi; kısa adı OECD olan “Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü”nün bir eğitim projesidir. Bu proje, OECD Eğitim Direktörlüğü’ne bağlı olan PISA Yönetim Kurulu tarafından yürütülmektedir. Projede kullanılan testlerin ve anketlerin geliştirilmesi, analizlerinin yapılması, uluslararası raporun hazırlanması gibi işlemler, PISA Yönetim Kurulu gözetiminde belirlenen bir konsorsiyum tarafından yapılmaktadır. PISA’nın ulusal düzeyde çeviri ve uyarlama işlemlerinin yapılması, projenin uygulanması, analizlerin yapılması ve ulusal raporun hazırlanması gibi işlemler ise projeye katılan her ülkede belirlenen ulusal merkezler tarafından gerçekleştirilmektedir. 
PISA Projesi hangi okullarda uygulanmaktadır? PISA Projesi kapsamında geliştirilen başarı testleri ve anketleri, ülkemizde Nisan ayı içerisinde uygulanmaktadır. Projeye katılan ülkelerde; örgün öğretimde kayıtlı olan 15 yaş grubu öğrencilerin bulunduğu tüm okullar (İlköğretim, Genel Lise, Anadolu Lisesi, Fen Lisesi, Meslek Lisesi, Anadolu Meslek Lisesi, Çok Programlı Liseler, Özel Okullar vb.) PISA Projesi’ne katılabilir.  
Ülkemizin bu projeye katılma amacı nedir? Küreselleşen dünyamızda, eğitim alanında yapılan ulusal değerlendirme çalışmalarının yanı sıra, uluslararası düzeyde konumumuzu belirlemek amacıyla eğitim göstergelerine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu nedenle belirli referans noktalarına göre ülkemizin eğitim alanında hangi düzeyde olduğunun, giderilmesi gereken eksikliklerin ve alınması gereken tedbirlerin belirlenmesidir. Ülkemiz de OECD üyesi olarak, eğitim düzeyinin yükseltilmesi amacıyla bu projeye katılmaktadır. PISA Projesi ne zamandan beri uygulanmaktadır? Ülkemiz bu Projeye hangi yıldan beri katılmaktadır? PISA Projesi 2000 yılında uygulanmaya başlamıştır. Üçer yıllık dönemler hâlinde uygulanan projeye ülkemiz, ilk kez 2003 yılında katılmıştır. 
PISA Projesi’nde hangi soru türleri kullanılmaktadır? PISA Projesi’nde; çoktan seçmeli, karmaşık çoktan seçmeli, açık uçlu, kapalı uçlu gibi değişik soru türleri kullanılmaktadır. PISA Projesi’ne katılan okul ve öğrencilerin seçiminde hangi yöntemler kullanılmaktadır? PISA Projesi’ne katılacak olan okul ve öğrencilerin seçim işlemi, OECD tarafından tesadüfi (seçkisiz) yöntemle belirlenmektedir. PISA Projesi nasıl uygulanacaktır? Öğrenciler, Bilgisayar Tabanlı Değerlendirme uygulamasının ardından anket uygulamasına katılacaktır. PISA Projesi’nin sonuçları nerede ve nasıl kullanılacaktır? PISA Projesi’nden elde edilen sonuçlar ulusal bir rapor hâlinde düzenlenmektedir. Bu sonuçlar, eğitim-öğretim programlarının geliştirilmesinde karşılaşılan eksiklerin giderilmesinde ve eğitim alanında yapılan araştırmalara kaynak olarak kullanılmaktadır.
Kaynaklar: 
* http://pisa.meb.gov.tr/?page_id=18&lang=tr         
* http//www.pisa.oecd.org

Ahmed Fergani ve Çalışmaları

9. yüzyılın başlarında dünyaya geldiği kabul edilen ünlü matematik ve astronomi bilgini Ahmet Ferganî, çağının bilim ve kültür merkezlerinden olan Türkistan'ın Fergana bölgesindendir. Bilim ve kültür tarihimizin birinci elden kaynakları olan tezkireler (biyografik eserler)de doğum tarihi ile ilgili bir bilgi bulunmamakla birlikte kendisi gibi bir astronom olan babasının adının Muhammed, dedesinin ise Kesir olduğu kayıtlıdır. Ahmet Ferganî, ilk öğrenimini ünlü bilginlerin yetiştiği Fergana'da yaptı ve büyük bir ihtimalle astronomi konusundaki bilgilerini babasından aldı.İlim tahsilini zamanın kültür merkezi olan Fergana'da yaptı. Sonra, Bağdat'a gitti. Kısa sürede kendisini tanıtan Fergani, astronomi ve matematik alanında kendisini kabul ettirdi. Abbasi halifeleri Memun, Mutasım, el-Vasık ve el-Mütevekkil devirlerinde önemli ilmi araştırmalar yaptı ve birçok eser yazdı. Halife Mütevekkil, konusunda söz sahibi olan Fergani'yi 861 yılında Nil kıyısındaki ölçümleri yapabilmek için, Ravda adasında bulunan nilometrenin inşasını yönetmesi ve yapılan ölçüm işlerine nezaret etmesi için Mısır'a gönderdi. Belli bir seviyeye geldikten sonra da mevcut bilgilerine yeni bilgiler katmak amacıyla da, çağının bilim, kültür ve aynı zamanda halifelik merkezi olan Bağdat'a geldi. Ömrünün yarısına yakınını burada geçiren Ferganî, kısa sürede matematik ve astronomi konularındaki bilgisini Bağdat bilim çevresine kabul ettirip, bilimin gelişmesine olan katkılarıyla bilim tarihinde adlarından övgüyle bahsedilen Abbasi halifelerinden Me'mun ve el-mütevekkil döneminin en ünlü bilginleri arasına girdi.
Ahmed Fergani, Aklın prensiplerine uygun olmayan astronomiyi ilk defa tenkid edenler arasında yer aldı. Gök cisimlerinin, Batlamyus ve izindekilerinin iddia ettiği gibi bazı akıl dışı ruhi cisimler olduğunu kabul etmedi. Onların, akli, kati, homosentrik ve eksantrik daireler şeklinde hareketlere sahip olduklarını ispatladı. Kainatın ve gezegenlerin hacim ve büyüklükleri ile birbirine uzaklıklarını inceledi. Yaptığı hesaplamalar, Kopernik'e kadar Batı astronomisinde değişmez ölçüler olarak kabul edilerek asırlarca kullanıldı. Fergani, Güneş'in yarıçapının uzunluğunun 3250 Arap mili olduğunu söyledi. Bu da 6.410.000 metre ve 3990 İngiliz miline eşittir. Fergani, Güneş'in de kendine göre hareketli olduğunu, ilim tarihinde ilk defa keşfeden alimdir. Kendi devrine kadar gök cisimlerinin hareketi biliniyordu. Ancak, Güneş'in de bir yörügesinin bulunduğunu kendi etrafında batıdan doğuya doğru döndüğünü ilk defa keşfeden alim Ferganidir. Ayrıca 41 yıl devam eden astronomi incelemelerinde enlem (paralel)ler arasındaki mesafeyi hesapladı. 
Ahmed Fergani, Güneş tutulmasını önceden tespit eden bir usul de buldu. Bu usulle, 842 yılında bir Güneş tutulması olacağını önceden tespit etti ve o gün bu konuda rasatlarda bulunup incelemeler yaptı. Dünya'nın yuvarlak olduğu konusunda yeni deliller gösterdi. Fergani, 856 yılında Kahire'ye gitmiş ve Usturlab Yapımı Üzerine adlı bir eser yayınlamıştır. Astronominin Unsurları (Elements of Astronomy), Fergani'nin astronomi üzerine yazdığı en önemli eserlerinden biridir. 833 yılında yazıldığı tahmin edilen kitap, Batlamyus'un Almagest adlı kitabının betimleyici ve yeterli bir özeti niteliği taşımaktadır. Bu kitap, 12. yüzyıl'da Gerardo Cremonesse tarafından "Liber de Aggregationibus Scientie Stellarum et Principiis Celestium Motuum" adıyla Latince'ye çevirlmiş ve Regiomontanus devrine kadar, Avrupa'da çok popüler bir eser olmuştur. Eser üçüncü defa Latince'ye Jacob Christmann tarafından "Muhammedis Alfragani Arabis Chronologia et astronomica elementa" adıyla çevrilmiştir 1590 ve 1618 yıllarında Frankfurt'ta basılmıştır. Bu çeviride eserin Jacob Anatoli tarafından yapılan İbranice çevirisi esas alınmıştır. Jacob Anatoli'nin İbranice çevirisi Qizzur Almagesti adıyla 1231-1235'lerde yapılmıştır. Bu çeviride büyük olasılıkla Gerardo Cremonesse'nin çevirisi kullanılmıştır. Anatoli'nin çevirisi Fergani'ninkinden 3 bölüm fazladır. Bunlardan sonuncusu (33. Bölüm) coğrafya ile ilgilidir ve yeryüzündeki yerlerin konumları ve gün uzunlukları yer alır. Eser, son olarak Hollandalı oryantalist Jacob Golius tarafından, 17. yüzyıl'da Leiden nüshası temel alınarak "Muhammedis Fil. Ketiri Ferganensis. qui Vulgo Alfraganus Dicitur. Elementa Astronomica. Arabice & Latine. Cum Notis ad Res Exoticas sive Orientales, quae in iis Occurrunt" adı ile Latince'ye çevrilmiş ve 1669'da Amsterdam'da basılmıştır. Bu eser, astronomi alanında 13.yüzyıl bilim adamı Sacrobosco'nun kaleme aldığı Yer Küresi adlı astronomi kitabına kadar bir el kitabı olarak kullanılmıştır. Sacrobosco, kendi kitabını yazarken bu eserden faydalanmıştır. Ayrıca Dante'nin ünlü eseri İlahi Komedya'daki evren görüşü Fergani'den alınmadır.

Fergani, fizik ve mekanik alanlarında da çalışmalarda bulunmuştur. Çizimini kendi hazırladığı ve yapımına nezaret ettiği Nil nehri sularının hızını ve seviyesini ölçen Mikyas ül-Cedid adında bir alet yapmıştır. Fergani, astronomi ve mekanikten başka matematik ve matematiki coğrafya alanlarında çalışmalar yapmıştır. Fergani, halife el-Memun'dan başlayarak, el-Mütevekkil zamanına kadar El Cezire (Mezopotamya)'de yaptığı araştırmalar, yazdığı eserler ve bulduğu ölçüm aletleriyle zamanın önde gelen alimleri arasında yer aldı. O'nun astronomi, matematik, coğrafya ve mekanik sahasındaki çalışmaları bu ilim dallarıın gelişmesine önemli ölçüde yardımcı oldu. Onların temellerini güçlendirdi ve yeni gelişmelere yol açtı. Daha sonraki devirlerde aynı konularla ilgilenen alimler, Fergani’nin eserlerinden istifade ettiler. Fergani’nin tesirleri o devirdeki bütün Türkistanlı alimlerin üzerinde görülmektedir. Fergani’nin tesiri, Avrupalı bilginler üzerinde de görülmektedir. Latince'ye tercüme edilen eserleri, asırlarca Avrupa üniversitelerinde okutuldu. Hazırladığı zicler, Fransız matematikçisi D.Alembert ve Laplace’nin en çok faydalandığı eserler arasında yer aldı.

861 yılında halife el-Mütevekkil tarafından Nil ırmağı kıyısında yapılan ölçüm işlerini yürütmesi için Mısır'a gönderilen Ferganî'nin, bundan sonraki yaşamını Mısırda sürdürüp burada 861'de vefat ettiği sanılmaktadır.
Eserleri: 
1) Usulü ilm-in-Nücum: Yıldızlarla ilgili bir eserdir. 
2) EI-Medhal ila ilm-i Hey'et-il-Ef­lak, 
3) Kitab-ül-Füsul-is-Selasin, 
4) Astronominin Unsurları, 
5) El-Kamil fil-Usturlab, 
6) Fi San’at-il-Usturlab. 
Kaynakça: http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/26/1613/17367.pdf 

Ahmed Fergani'nin astonomi ve matematik çalışmaları ile ilgili detaylı araştırma sonuçlarını incelemek isterseniz konu ile ilgili yazılmış makaleye göz atabilirsiniz. (Bkz. Astronominin Özeti ve Göğün Hareketleri) 

Sabit b. Kurra

Tam künyesi Sabit b. Kurra b. Mervan b. Sabit b. Kereyan b. İbrahim b. Kereyan b. Marinus b. Salamuyos b. Malagrius el-Harranî, es-Sabiî, Ebu’l-Hasan, el-Feylesof, et-Tabib’dir. Trigonometrinin, Batı'da yaygınlaşmasını sağlayan, aynı zamanda cebiri geometriye uygulayanların matematik önderlerindendir. Sabit Bin Kurra matematik, astronomi ve tıp alanlarında uzman bir rivayete göre Sabii geleneğinden bir bilgindir. Kendisi soy kütüğünden de görülebileceği üzere Sabiî bir aileye mensuptur. Bazı araştırmacılar hayatının sonlarına doğru müslüman olduğunu ileri sürselerde bu konuda açık bir delil yoktur. Çağının çok ilerisinde çalışmalar yapmış, tüm bu alanlarda büyük gelişmelere öncülük etmiştir. Özellikle geometri ve cebir konusunda bir çok yeniliğe imza atmıştır. Diferansiyel hesabını Newton’dan önce belirlemiş, geometriyi aritmetiğe ilk uygulayan kişi olmuştur. Doğum tarihi tam olarak bilinmemekle beraber 821 yılında Urfa Harran’da doğduğu sanılmaktadır. Harran’ın bilgin yetiştiren köklü bir ailesinden gelmektedir. Ailesinin varlıklı olması bilimsel araştırma ve çalışmalarını kolaylaştırmıştır. Gençlik yıllarında ailesinin işi olan sarraflıkla meşgul olmuştur. Devrinde matematik çalışmaları ile üne kavuşmuş Beni Musa ailesinden Muhammed b. Musa ile karşılaşması hayatında dönüm noktası oldu. Muhammed b. Musa Sabit b. Kurra'nın zeka ve yeteneklerini fark edince onu himayesine alarak medrese çalışmalarına katılmasına ikna etti. Böylece Sabit b. Kurra Bağdat'ta kalmasıyla birlikte Halife'nin (Mutazıd) huzuruna çıkarak kendini gösterebilmiştir. Sabit bin Kurra, Batlamyus’un ünlü eserini Arapçaya “Algamesti” adıyla çevirmekle birlikte kendi görüşü ile zamanı için yeni olan trigonometri ve astronomi bilgisini bu eserde zikretmiştir.  Arapça ve Farsça'dan Latince'ye tercüme ederek üne kavuşan Gerard (1114-1185), Batlamyus'un ünlü eserini 1136 yılında Sabit bin Kurra'nın Arapça olarak yazdığı bu matematik cebiri eserinden Latince'ye tercüme etmiş ve bu Latince tercüme, 1515 yılında yayınlanmıştır.
Sabit b. Kurra, çalışmalarını genellikle Bağdat ve çevresinde sürdürmüştür. Arapça'nın yanında Süryanice ve Yunanca dillerine de hakim olması bu dillerde yazılı kaynaklardan da istifade edebilmesine imkan tanımıştır.  Tercüme işleri de yapan Sabit b. Kurra’nın çalışma alanı astronomi, matematik ve fizik olarak genellenebilir. Resmi bir görev olarak Halife el- Mutadıd’ın sarayına gökbilimci olarak astonomi çalışmaları yapmak üzere olarak alınmıştır. Burada Sabii geleneğinin önemli bir temsilcisi konumunda olduğu rivayet edilmiştir.  Sabit b Kurra; bulunduğu konumun verdiği güçle, Irak ta sabiîleri yüksek mevkilere getirmiş, bu şekilde Sabiilerin sosyal ve siyasal statülerini üst seviyelere çıkarmıştır. Nitekim Sâbit b. Kurra sayesinde, Sabiîler Bağdat ta sarayda ve bürokraside önemli görevler üstlenmişlerdir. Bununla birlikte onun takipçileri ve akrabaları, devlet özel katipliği, saray doktorluğu ve heyetşinaslık, müneccimlik gibi stratejik mevkilerde bulunmuşlardır. Süryanice olarak yazdığı “Hermes’in Kitabı” adlı eseri, Arapçaya çevrilince Hermesçi düşüncenin yayılmasına hizmet etmiştir. O, özellikle Aristo’nun “Organon” adlı eseri üzerinde durmuştur. Eflatun’un “Devlet”ini incelemiş ve bu eserle ilgili olarak “Remzlerin (işaretlerin) İzahı” adlı bir eser yazmıştır. İslâm filozofu Kindî ve ünlü çevirmen Kusta b. Luka ile çağdaş olan Sabit b. Kurra'nın, İslâm dünyasında mantığın gelişmesindeki katkısı büyüktür. Büyük çevirmen Huneyn b. İshak’ın okulunda da çalışan Sabit b. Kurra, burada bir nevi danışmanlık yapmıştır. Bunun yanında, Huneyn b. İshak’ın felsefî ve matematiksel çevirilerinin düzenleyerek bu eserde yeniden bir sıralama yapmış ve eksik olan kısımları düzeltmiştir. Çağının en büyük matematikçisidir. Bu nedenle batılı bilginlerin bir kısmı O’na “Arapların Öklid’i” derler.
Bağdat Darü’l- Hikme’sinde göreve başlar başlamaz, başta Lemmata, Temas Eden Çemberler Üzerine, Üçgenler Üzerine, Apollonius Konikleri, Nikomachos’un Aritmetiğe Girişi olmak üzere Matematikle ilgili çok kıymetli eserleri Grekçeden Arapça’ya çevirdi. O olmasaydı, bugün orijinal dilleri de bulunmayan Arşimet’in çalışmalarından bilim âlemi haberdar olmayacaktı. Sabit’in diğer önemli bir yönü de bazı eserlere şerhler ve yorumlar yazmasıydı. O’nun şerhleri olmasaydı, Eucklides’in Elementer Geometrisi ve Batlamyus’un Almagest’si belki de anlaşılamayacaktı.
Sabit b. Kurra’nın çalışmalarından bazıları kısaca maddeler halinde şöyledir:  Cebiri geometriye uygulamıştır. Nikomachos’un matematikle ilgili eserini tercüme etmekle, aynı zamanda İslam dünyasına Pythagorascı sayı ve aritmetik anlayışını da getirmiştir. Pisagor teoreminin genel bir ispatını yapmıştır. Küresel trigonometri ve ileride integrale dayalı yüzey alanı ve cisim hacim hesapları yöntemini geliştirmiştir. Sinüs teoreminin tanımını yapmış ve bunu astronomiye uygulamıştır. Ekinoksun salınım hareketini açıklayabilmek için Batlamyus modeline dokuzuncu bir taşıyıcı küre eklemiştir. Güneş’in yere en yakın noktasının yer değiştirmesinden bahsetmiştir. Parabol ve paraboloidler üzerinde yoğun olarak çalışmıştır. 
Matematik dünyasında çokça bilinen Pisagor teoreminin; Sabit b. Kurra tarafından yapılan ispatı aşağıda yapboz biçiminde gösterilmiştir. (Görseller: Yavuz Demirhan)


Öklid’in Elementler’indeki 36 ile uyuşan tam sayıların bulunması(bölenlerin toplamına eşit sayılar), kalanların hesabı, hatalı sayılar (bölenlerin toplamından büyük ve küçük olan sayılar) ve ilk olarak Sabit’in çözdüğü “dost sayılar problemi”nin (birinin bölenlerinin toplamı diğerine eşit olan sayı çiftleri) çözümü teoremlerini geliştirmiştir. Sayılar teoreisinde “Dost Sayılar” kuramını ele almıştır. Dost sayıların tanımını şu şekilde yapmıştır. Eğer, p=3.2n –1, q=3.2n-1 –1 ve r=9.22n-1-1 asal sayılar ise m=2n .pq ve N=2n.r dost sayılardır.
“Kamus’ul Alam” adlı eserde belirtildiğine göre; matematiğin bir kolu olan “kalkulus”un keşfi de ona aittir. Kalkulusa “tefadul” adını Sabit b. Kurra vermiştir. Paraboller üzerine yaptığı çalışmalar integral kalkulusu keşfine giden yolu açtı. Parabol parçasının alanının, yükseklik ve taban çarpımının 2/3’üne eşit olduğunu göstermiştir. Kendi çalışmalarıyla x değişkenine bağlı ve köklü sayıların integralini hesaplamayı başarmıştır. İntegral hesabını; Riemann Toplamı olarak matematik literatürüne geçmiş ve bu şekilde bilinen eğrinin altında kalan alanların (alt ve üst toplamlar) toplamından yararlanarak hesaplamayı Riemann'dan çok önceleri göstermiştir. Sayılar teorisinde, Öklid’in geride bıraktığı mirastan hareket ederek, değişik bir sonsuz sayılar dizisinin parçası bir sonsuz sayılar kuramı geliştirdi.
Öklid'in 5 postülatını teker teker incelemiş ve 5. postülatının her zaman doğru olamayacağını ifade ederek küresel geometriye giriş niteliğinde çalışmalar  yapmıştır. Geometrideki menelaus teoreminin farklı bir ispatını karma oranlar kullanarak vermiştir.  Geometri problemlerini oluşturma ölçme ve ispatlama teknikleri  hakkında eser kaleme almıştır. Dairesel eğik silindirin düzlem kesitlerini inceyip bu silindirlerin iki kesen düzlem arasında kalan yanal alanlarını hesaplamıştır.Elips ve diğer konik özelliklerine değinerek, elips parçalarının alanlarının kendilerine karşılık gelen daire parçalarının alanlarına eşit olduğunu ispatlamıştır. Kesişen iki düzlem arasında kalan silindir parçasının yan yüzeyinin, silindirin küçük kesiti olan elipsin çevresi ile silindirin aksının iki düzlem arasında kalan parçasının uzunluğu ile çarpımına eşit olduğunu ispatlamıştır. Bu önerme, elipsin çevre uzunluğunu veren genel eliptik entegrali, daha basit şekilde ifade eden formüle tekabül eder. Kuadratik  ve kübik denklemlerin çözüm kümelerini ifade eden genel çözümler bulmuştur.  Anlık hız kavramını, maksimum hız kavramı hakkında çalışmalar yapmıştır. 
Pisagor’un “ikiz kenar dik üçgenle ilgili teoreminin” ispatını incelemiş ve bu teoremin genel hali için üç yeni ispat vermştir: Birincisinde; hipotenüs üzerine kurulan kare, verilen üçgene eşit ve karenin iki komşu kenarı üzerine kurulan iki üçgen çıkartılmakta ve karenin diğer kenarlarına eklenmektedir. Böylece elde edilen şekil, dik üçgenin dik kenarları üzerinde kurulmuş karelerden oluşur. İkinci ispatta; dik üçgenin dik kenarları üzerine kurulan karelerin, hipotenüs üzerine kurulan kareden ayrılarak parçalara bölünmesi söz konusudur. Üçüncü teorem; Öklid’in Elementlerve Pisagor Teoremi’nin geliştirilmesini içeren benzer üçgenlerden yararlanarak yapılan ispattır.
Bir parabol parçasını ekseni etrafında döndürerek elde edilen düzgün, çıkıntılı ve ezilmiş tepeli parabolik kubbeler ve tabanı etrafında döndürerek elde edilen kubbe ve küreleri ortaya atmış ve hacimleri arasındaki ilişkiyi göstermiştir.
Uzay Geometrisinde cisimlerin hacimlerinin gerek yüzey, gerekse uzay şekillerinin alanlarının hesaplanması üzerine metotlar bulmuştur. Kesik piramit ve koni cisimlerinin hacimlerinin hesaplanmasıyla ilgili farklı bir kural belirlemiştir. Trigonometride sinüs ve cosinüs teoremlerini bulup bunların doğruluğunu ispatlayarak göstermiştir.
Güneş ve Ay’ın hareketlerindeki problemleri incelemiş ve Güneş saatleri üzerine bir kitap yazmıştır. Dağların oluşumu, güneş ve ay tutulması, kızamık ve çiçek hastalığı gibi konular hakkında da eserleri bulunmaktadır. Sabit’in çağında yaptığı keşif ve buluşlar üzerine, Halife Me’mun tarafından dünyanın yarıçapını ölçmekle görevlendirimiştir. Onun ve öteki bilginlerin ortaya koyduğu ölçümler sonraki yıllarda Endülüs yoluyla Avrupa’ya geçti. Kristof Kolomb gibi denizcilerin bunlardan yararlanarak yollarını buldukları söylenir. Sabit, dünyanın çapını ve iki meridyen arası uzaklığı doğru olarak hesaplayan ilk bilginlerdendir. Sabit, dünyanın çapını ve iki meridyen arası uzaklığı doğru olarak hesaplayan ilk bilginlerdendir. 
Sabit Bin Kurra özellikle geometri konularındaki çalışmaları ile ünü günümüze kadar ulaşmış değerli matematikçilerden biridir. Menalaus, Apolonyos, Pisagor, Archimed, Euclides ve Theodosus’un eserlerini Arapça olarak açıklayarak, o dönem geometriye, yepyeni bilgiler kazandırmıştır. Geometrinin güncel yaşamda kullanılabilir özelliklerini uygulamaları ile ifade etmeye çalışmıştır. Sabit b. Kurra, trigonometrinin Avrupa’da yayılması konusunda da en etkin kişilerden biri olmuştur. Doğu Bilimci Georges Rivoire, Sabit Bin Kurra’nın geometri sahasındaki katkısından şöyle bahseder: “Cebirin geometriye uygulanmasını, Müslümanlara borçluyuz. Bu da 900 yılında vefat etmiş olan Sabit Bin Kurra’nın eseridir.”
Abbasi devletinde bir nevi ilim hareketinin merkezi konumunda olan Beytü’l-Hikme’nin en önemli dört çevirmeninden biri olan Sabit b. Kurra'nın yaptığı çevirilerin çok fazla olduğu görülür. Bu nedenle Kâtip Çelebi: “Sabit bin Kurra’nın çevirileri olmasaydı, kimsenin hikmete (felsefeye) dair kitaplardan yararlanamayacağı söylenebilirdi.” demiştir. Harran Sabiîlerinin İslâm düşünce tarihinde felsefe, matematik, tıp, astronomi ve doğal bilimler alanında çeviri ve telif faaliyetindeki çok önemli rolü, Sabit b. Kurra ile ortaya çıkmıştır.  Matematik ve diğer alanlarda yazılı 79 eseri olduğu bilinmektedir. Bunlardan 21 eser tıp, 2 eser müzik ve 25 eser ise felsefe, matematik ve astronomi ile ilgilidir. Bu değerli matematikçi ve İslam bilgininin 900 yıllarında Bağdat’ta vefat etmiştir.
ESERLERİ: Kindî’ye Reddiye (Süryanice), Mefrüdat, Algamesti, Kamus-ul Alam, Kitap fî Te’lif en-Nisab,Risale fî Şekl el-Kettâ, Kitap fî Misahat Kat’el-Mahrut ellezî Yüsemma el-Mükafî,Makale fî Misahât el-Mukassamet el-Mukâfiye, Kitap fî Misâhat elEşkâl el-Musattaha ve’l-Mücesseme,Kitap fî’l-Te’etti li İstihrac Amel el-Mesâil el-Hendesiyye, Risâle fî’l-Hüccet el-Mensûbe ilâ Sokrat fî’l-Murabbâ ve Kutrihî, Kitap fî Amel Şekl Mücessem zî Erba‘ Aşere Kaide Tuhitu Bihî Küre Malu‘me,Kitap fî Kutû’l-Ustûvane ve Basîtihâ,Kavl fî Tashih Mesâ’il-el-Cebr bi’l-Barahin el-Hendesiyye, Mes’ele fî-Amel elMütevassiteyn ve Kısmet Zâviye Ma’lume bi-selâs Aksm Mütesâviye
Deniz Suyunun Tuzlu Oluşunun Sebebine Dair, Calinus’un Gıdalar Üzerine Olan Kitabının Özeti, Ay Tutulmasının Belirtileri Üzerine, Güneş ve Ay Tutulmasının Nedeni Hakkında, Süryanice ve Arapça’nın Grameri Hakkında, Ölülerin Tekfini Hakkında, Sabiîler’in İtikadı Hakkında, Taharet ve Necaset Hakkında, İbadetlerin Vakitleri Hakkında.Kitap fî İbtâ el-Hareke fî Felek el-Haric el-Merkez,Kitab fî Âlât es-Sa’at Elletî Tüsemmâ Ruhâmât,
SABİİLİK: Kur ân-ı Kerim de, yahudi ve hristiyanlarla birlikte zikredilen bir topluluk. "Şüphesiz iman edenler, yahudiler, hristiyanlar ve sabiîler den Allah a, ahiret gününe iman edenler ve salih amel işleyenlerin Rableri katında mükafatları vardır..." (el-Bakara. 2/62; Ayrıca bk. el-Maide, 5/69; el-Hac, 22/17). Âyetlerde, sabiûn, şeklinde çoğul kalıbındadır. Müfredi, "sabiî"dir. Âyetlerde zikredilen sabiîlerin kimler olduğu hakkında müfessirler değişik görüşler ileri sürmüşlerdir: Sabiîler; hristiyanlar, yahudiler ve mecusîler arasında bir topluluk olup hiç bir dine sahip değillerdir; Ehl-i kitap olup Zebur u okumaktadırlar; Yahudiler ile mecusîler arasında bir topluluktur. Onların dini yoktur; Sabiîlik diğer dinler gibi bir din olup mensupları sadece "Lailahe illallah" derler ve hiç bir şekilde ibadet etmedikleri gibi bir kitapları ve tanıdıkları bir peygamberleri yoktur. Ceziretul-Mevsil bölgesinde yaşarlar; Meleklere tapınan bir topluluk olup, bir kıbleye yönelerek namaz kılarlar ve Zebur u okurlar; Irak taraflarında yaşayan bir topluluk olup, peygamberlerin tamamına iman ederler, her sene otuz gün oruç tutup, Yemen e doğru yönelerek günde beş defa namaz kılarlar (Taberî, Camiul-Beyan an Te vil-i Âyâtil Kur ân, Mısır 1969, I, 318-320; İbn Kesir, Tefsirul-Kur ânil-Azim, İstanbul 1984, I, 148-149). Fahruddin er-Razî diğer görüşleri zikrettikten sonra sabiîlerin, yıldızlara tapan bir topluluk olduğu görüşünü doğruya en yakın olarak kabul etmektedir (Tefsir-i Kebir, II, 105).
Kaynakça: 
Hilmi Ziya Ülken / Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü (s. 84, 1997), 
Şinasi Gündüz / Son Gnostikler Sâbiîler (1999) - Anadolu’da Paganizm Antik Dönemde Harran ve Urfa (s. 43-44, 2005), 
Doç. Dr. Bayram Ali Çetinkaya (Somuncu Baba Dergisi, Ağustos 2006, s. 36-39), 
İhsan Işık / Ünlü Bilim Adamları (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, c. 2, 2013) -  Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (C. 12, 2015).
Mehmet Çelik, Şükran Yaşar,  Sabii Bilgin Sabit b. Kurra, Fırat Üni Sosyal Bilimler Fakültesi, Elazığ, 2008
www.suryaniler.com/forum.asp?fislem=cevaplar&kategoriid=4&ustid=2845
http://www.biyografya.com/biyografi/11290
web.firat.edu.tr/sosyalbil/dergi/arsiv/cilt18/sayi1/279-289.pdf

Salih Zeki Bey

1864 yılında İstanbul’da yoksul bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. Babası Boyabatlı Hasan Ağa, annesi Saniye Hanımdır. Dört yaşında iken annesini, altı yaşındayken babasını kaybetti. Bakımını üstlenen büyükannesi onu önce mahalle mektebine göndermiş, ancak yaramazlığından ötürü öğretmeninin isteğiyle okuldan alınıp bir esnafın yanında çıraklığa başlamıştı. 1874 yılında, on yaşındayken yetimlerin okuduğu Darüşşafaka’ya kaydoldu. Bu okulda Mehmet Nadir Bey'den matematik dersi aldı. Mehmet Nadir Bey, onun ileride iyi bir matematikçi olacağını anlayarak kendisiyle özel olarak ilgilendi ve o mezun olana kadar Darüşşafaka'dan ayrılmadı Salih Zeki, Darüşşafaka'yı 1882 yılında birincilikle bitirdi. Aynı yıl Posta ve Telgraf Nezareti Telgraf Kalemi (Fen Şubesi)'ne memur olarak atandı. 1884 yılında Nezaretin Avrupa’da uzman telgraf mühendisi ve fizikçi yetiştirme kararı üzerine birkaç arkadaşıyla birlikte Paris'e gönderildi ve burada Politeknik Yüksekokulu’nda elektrik mühendisliği öğrenimi gördü. "Zeki" lakabı, bu okulda eğitim görürken arkadaşları tarafından kendisine verildi, böylece Salih Zeki olarak anılmaya başladı. Okulda kalıp doktora yapmak istediyse da bakanlık tarafından çağrılınca İstanbul'a geri döndü.
Posta ve Telgraf Fen Kaleminden arkadaşı Ahmed Fahri;Salih Bey'in Zeki mahlasının öyküsünü (Muallimler Mecmuası Mayıs/1924) sayısında şöyle anlatır: Salih’in Zeki lakabı tarafımdan verilmiştir. Politeknik talebesinden bir arkadaşımızla bir diferansiyel ifadenin integralini bulmak bahis konusu olmuştu. Politeknikli, eski hatırladıkları bilgilere göre uğraşıyrdu. Netice alamadık. Mesele bizi dostça münakaşaya götürdü. Salih, dersten alınan bir düsturdan [formülden] yararlanarak integrali buldu ve netice hasıl oldu. O vakit, “Salih sen zekisin!” dedim. Bunun üzerine arkadaşlar bu lakabı almasını teklif ettiler; Salih'de kabul etti. [Salih Zeki Bey Hayatı ve Eserleri, Celâl Saraç, Yay. haz. Yeşim Işıl Ülman, s.155]. 
Salih Zeki 1912’de Maarif müsteşarlığına, 1913’de Darülfünun Umumî Müdürlüğü’ne yani, atanır. Yaşamının son yıllarını akıl hastalığının tedavisi nedeniyle Şişli La Paix Fransız Hastanesi’nde geçiren Salih Zeki, 2 Temmuz 1921’de 57 yaşında ölmüştür.
Asâr-ı Bâkiye Muhteviyatının bazı kısımları Darülfünun-u Osmaniye’de konferans suretinde verilmiştir. Salih Zeki’nin meşhur yapıtının birinci ve ikinci ciltleri. İstanbul'da basılmıştır.(1913) Bu kitapta Salih Zeki,  Doğunun Matematiğe yaptığı katkıları ve bu konuda yazılan eserleri tanıtmıştır.. ilk cilt düzlemsel ve küresel trigonometri, ikinci cilt cebir üzerinedir. Kitabın önsözüne göre Salih Zeki’nin matematik tarihine ilgisi arkadaşı Crédit Lionnais bankası müdürü Le Moine’ın yönlendirmesiyle başladığını belirtmiştir. Doğulu bilim adamlarının eski Yunan matematiğinin üstüne neler kattıklarını ve Batıya hangi düzeyde ulaştırdıklarını ortaya koymaya çalışmıştır. Kitap, adını El Birunî’nin Asâr-ül Bakiye an kurun-il Haliye adlı, astronomi ve tarih konularını içeren kitabdan almıştır.
Salih Zeki, bilim felsefesi ile uğraşmış, Henri Poincaré ve Alexis Bertrand'ın eserlerini çevirerek bilim felsefesinin Türkiye'de tanınması ve yaygınlaşmasına katkıda bulunmuştur.Salih Zeki Bey, 1901'de ilk eşi Vecihe Hanım'dan boşandıktan sonra öğrencisi Halide Edip ile evlendi. Bu evlilikten sonra Halide Salih olarak anılan eşi Halide Hanım, ona Kamus-u Riyaziyat (Matematiksel Bilimler Sözlüğü) adlı eserini yazarken asistanlık ve çevirmenlik yaptı. Kamus Eseri, matematik ve astronomi bilimlerinde kullanılan bütün terimleri açıklamak ve Doğulu ve Batılı bütün matematikçilerle astronomların hayat öykülerini ve eserlerini tanıtmak maksadını taşıyordu. 12 ciltlik eserin yalnız iki cildi basılabildi. 1903'te büyük oğulları Ayetullah (ö. 1985), 1904'te ikinci oğulları Hikmetullah Togo dünyaya geldi. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin görüşlerine yakın olan Salih Zeki Bey, II. Meşrutiyetin ilanından (1908) sonra Tanin Gazetesi'nde bilimsel makaleler yazmaya başladı ve Maarif Nezareti Meclis-i Maarif üyeliğinde bulundu.
Auguste Comte hayranı olan Salih Zeki, onun öğretisini tanıtmak için Halide Hanım ile birlikte Auguste Comte Felsefe-i Müsbetesi adlı bir makale yayımladı. 1908- 1909 yıllarında yoğun bir çalışma dönemine girerek Darülfünun'da çok sayıda ders verirken değişik alanlarda ve seviyelerde pek çok ders kitabı yayımladı.Salih Zeki Bey'in ikinci bir evlilik yapmak istemesi üzerine Halide Hanım ile dokuz yıllık evliliği sona erdi. Salih Zeki Bey, Münevver Hanım (ö. 1973) ile 1910'da evlendi ve bu evliliğinden Tarık ve Faruk adlı iki oğlu dünyaya geldi. 1910 -1912 yılları arasında Türkiye'de çağdaş fiziğin temel konularını ayrıntılı biçimde tanıtan çok sayıda ders kitabı yayımlayarak fizik alanında da öncü oldu.1912'de Türk matematikçilerine yabancı olan "Öklit dışı Geometriler" ile "Sanal Nicelikler Üzerine Kurulmuş Çeşitli Alanlar" konularını ayrıntılı biçimde tanıttı.1913 yılında yayımlamaya başladığı Asar-i Bakiye adlı yapıtında Ortaçağ İslam Dünyası’nda yapılan matematik ve astronomi çalışmalarını sergiledi. Eserin birinci cildinde Trigonometri tarihini, ikinci cildinde hesap ve cebir tarihini, üçüncü cildinde Astronomi Tarihini ve dördüncü cildinde de geometri tarihini konu edindi. Dört cilt olarak tasarlanan üçüncü ve dördüncü ciltleri yazma halinde kalmıştır.Salih Zeki, önde gelen son dönem Osmanlı matematik bilginlerindendi. İkdam, Darüşşafaka ve İktisadiyat gazeteleri ile Darülfünun dergisine sayısız katkıda bulundu. Dönemin ünlü bilginleriyle matematik ve fen bilimleri konusunda yazılı tartışmalara girdi ve bu konularda bir kısmı ders kitabı olmak üzere çok sayıda yapıt verdi.
Eserleri: Hendese (Geometri) - Lise ders kitabı Hikmet-i Tabiiye (Fizik) - Lise ders kitabı Mebhas-ı Savt (Fonetik) Mebhas-ı Elektrik-i Miknatisi (Elektro Magnetizma) Mebhas-ı Hararet-i Harekiye (Termodinamik) Mebhas-ı Cazibeyi Umumiye (Genel Çekim) Mebhas-ı Elektrikiyet ve Şariyet (Elektrik ve Kılcallık) Hesab-ı İhtimali (İhtimaller Hesabı) Mebhas-ı Hareket-i Seyalat (Akışkanların Hareketi) Hendese-i Tahliliye (Analitik Geometri) Mebhas-ı Nazariye-i Temevvücat (Dalga Teorisi) Heyet-i Riyaziye (Matematik Astronomi) Kamus-u Riyaziyat (Matematik Ansiklopedisi) –Asar-ı Bakiye (Ölmez Eserler) –Henri Poincaré’den çevirdiği dört kitap basılmamıştır.
Kaynakça: 
Haluk Oral, Salih Zeki, Matematik Dünyasi Sayı: 2003-1 Sayfa:46-49 
Remzi Demir, Salih Zeki Bey (1862-1921) Hayatı-Eserleri ve Türk Bilim Hayatındaki Yeri, Bilim ve Ütopya
 www.darussafaka.k12.tr/salih-zeki-matematik-arastirma-projeleri/

Kaside-i Bürde ve Türkçe anlamı

Kaside-i bürde’nin yazarı olan İmam-ı Busayri hazretleri, Sofiyye-i aliyyenin büyüklerindendir. Bir gün felç oldu, bedeninin yarısı hareketsiz kaldı. Resulullah’a tevessül edip, insanların en üstününü öven meşhur kasidesini hazırladı. Rüyada Resulullah’a okudu. Çok beğenip, arkasından mübarek hırkasını çıkarıp İmam’a giydirdi. Bedeninin felçli olan yerlerini mübarek eliyle sığadı. Uyanınca bedeni sağlamdı, hırka-i saadet de arkasındaydı. Bunun için, bu kasideye Kaside-i bürde denildi. Bürde, hırka, palto demektir. İmam-ı Busayri sevinerek sabah namazına giderken, zâhid bir zata rastladı. İmam-ı Busayri’ye, (Kasideni dinlemek isterim) dedi. (Benim kasidelerim çoktur. Hepsini herkes bilir) dedi. (Kimsenin bilmediği, bu gece Resulullah’a okuduğunu istiyorum) deyince, (Bunu hiç kimseye söylemedim. Nereden anladın?) dedi. O zat da, rüyasını olduğu gibi haber verdi.
Bu kaside, hastalara okununca, hastaların iyi oldukları, okunan yerlerin dertlerden, belalardan emin olduğu görüldü. Faydalanmak için, inanmak ve halis niyetle okumak gerekir. Kaside-i bürde, aşağıya İslam harfleriyle konulmuştur. Her satırı sonuna kadar okumalı, önce sağ sütun aşağı kadar okunup sonra sol sütuna geçilirse yanlış olur. Hepsini bir sütun kabul ederek okumalıdır. 
Kaside-i Bürde Türkçe Okunuşu için tıklayınız.








Kaside-i Bürdenin Türkçe Anlamı
Selem ağaçlarını mı, ordaki dostları mı andın ki birden
Gözbebeğin kanlandı, gözyaşın aktı kırmızı kırmızı..
Yoksa bir yel mi esti Kâzime yönünden;
Yoksa Eden Dağı’nın üstünde, kapkaranlık gecede
Şimşek mi çaktı?..
Gözlerine ne oldu ki, “dur ağlama” desen çoşar ırmak olur;
Ya kalbine ne dersin, “yetiş huzur” dedikçe artar acısı gamı..
Aşk gizli kalır mı kimseden, niçin aldatır kendini insan?
Gönül yanıp dururken, gözden akarken çeşme gibi gözyaşı..
Aşk olmasaydı döker miydin gözyaşını böyle taze toprağa?..
Gözün uykudan kaçar mıydı, andığında Ban Ağacını, Alem Dağını..
Âşık inkar etse ne çıkar, gerçek şahitler var:
Yaşa batık gözler, sararmış yüz, zayıf ten ve göz çukurları…
Aşktan değil de neden bu peki, bir yanağında kırmızı gül;
Bir yanağında sarı gül döküntüsü, izi;
Kızılırmak, Yeşilırmak yatağı..
Evet, yârin hayali gelip beni birden uyandırdı;
Sevgi, zaten gelir gamlarla, mahveder vücut hazlarını..
Aşkım sebebiyle bana dil uzatan, utanır mıydın ki bilseydin,
Yanık aşklarıyla meşhur Özr oymağı gençlerinden daha mazurum, beterim hakçası…
Gizlenir gibi değil ki bu sır, işte sen de öğrendin;
Şimdi, de diyeceğini, kat by derde bir dert de sen..
Zaten yok sonu yok başı..
Öğüdünü esirgemedin sağol benden ama;
Tutamadım onları, çünkü tutuktur zaten sevenin kulakları..
Yaşlı adama, ağarmış saça, utanmadan; “yalan söylüyorsun” dedim..
Nasıl inkâr, itham edilebilir oysa, ağaran saçın beyazlığı?..
Günaha batık nefs, öğüt mü dinler!
Kendi karanlığına gömülmüş ak saç, nasıl ışıtsın bu karanlığı?..
Güzel fiillerle bir şölen hazırlayamadı nefsim;
Misafirse sessiz, ihtişamsız apak çıkageldi, karşılayan bile olmadı..
Bilseydim ki, yok bende bir karşılama gücü bile,
Siyaha boyadığım bir panonun ardına saklardım kendimi ve bu sırrı..
Kim çeker benim nefsimi bu hoyratlık alanından?..
Çılgın atları zaptedip dört döndüren süvariler gibi tıpkı..
Günah işleye işleye günahı bitireyim dersin belki içinden..
Boş hayal! Yemek vücudu arttırır, günah da günahı…
Nefs memedeki çocuktur, vaktinde kesmezsen sütten,
Koca adam olur da, hâlâ emzik ister, arar sütü mamayı..
Nefsine sen hâkim ol! O olmasın sana hâkim;
Çünkü nefs neye hâkim olursa, onu ya öldürür, ya soldurur hâsılı..
Nefs sürüsü bırakırsan yayılır her yöne; görmeli gözetmeli;
Otu çok tatlı gelen yaylalara yaymazlar koyunları..
Nefsin tattırdığı hazzın çoğu semm-i katildir;
Ağuyu altun tasta bal içre sunarlar, bunlar onun suç ortağı..
Açlığın ve tokluğun hilelerinden koru kendini,,
Evet açlığın da.. Çok açlık, tokluktan da zararlı..
Gözünden yaşlar boşalt ki, ne haramlar doldurmuştun vaktiyle..
Ve sığın tövbe gölgelerine, odur en serin hurma altı..
Şeytana ve nefsine uyma! Baş kaldır, isyan et!..
En akla yakınmış gibi gelen sözlerini bile dinleme, deş ve bul püf noktalarını..
Bazan hasım kılığındadır, bazan hısım, bazan hakem,
Düpedüz hilekârdırlar, ne hakemi, ne hasımı, ne hısımı!
Allah’ım sen affet bizi!.. Bizzat söyleyip te tutamadığımız sözlerden..
Ki andırır kısırların nesliyle öğünmesini tıpkı…
Sana “yap!” dedim ama ben yapmadım onu;
Sana “yol işte bu yoldur” dedim ama nefs, beni o yola bırakmadı..
Üstüme borç olan namazı kıldım, orucu tuttum; ama o kadar..
Ölüm, evet ölüm göz önündeyken bir parçacık arttırmadım onları..
Kendime zulmettim, ihmal ettim geceleri ihya sünnetini..
Can verdi gecelere namazla O, öyle ki, şişerdi ayakları..
Boş midesinin üstüne taş kor, derisini büzüp düğümler,
Çekilen karnına kuşak bağlardı; yine azalmazdı açlığa sabrı…
Altundan ulu dağlar nefsine sundular da kendilerini,
Reddetti O, gösterdi onlara gerçek ululuğu ve gerçek altını…
Zühd ve takvasını arttırdı, eksiltmedi o dağlarca zarûret..
Ne denli olsa da yok edemez ihtiyaç, insandaki temizliği, pırıltıyı…
Dünya ne oluyor ki, O ona muhtaç olsun..
Dünya O’na muhtaç ki, onun için değil midir varoluşu, yokluktan çıkışı?..
Bu dünyanın ve öte dünyanın, göze görünür- görünmez yaratıkların,
Acemin, Arabın, bölük bölük bütün insanlığın Hz. Muhammed’dir başı..
Bir eşi yoktur O’nun emir ve nehiy peygamberliğinde;
“Evet” i tam evetti, “hayır” ı tam hayırdı…
Her yönden hücum eden korkunun türlüsünden
Ancak O Sevgili kurtarabilir bizi, O’nun merhameti, O’nun şefaati…
Kim döndüyse sesine, koşup yapıştıysa O’nun eteğine,
Yapışmış oldu kopmaz bir ipe, hiç kopmaz ve tam kurtarıcı…
İçiyle ve dışıyla, ahlak ve yaradılışta üstündür,
öbür peygamberlerden bile;
Hiçbirinin ilmi, keremi O’nu geçemedi, O’nunkine ulaşamadı..
Ve hepsi umar ve bekler, Allah’ın Resûlundan;
Denizinden bir avuç su;
Yağmurundan bir damla su yollamasını..
Dururlar huzurunda hepsi yerli yerinde..
Kimi ilminden bir nokta,
Hikmetinden bir hareke bir kısmı..
Peygamber ruhu alıp peygamber vücudunu,
mükemmel peygamber olunca,
O’nu Sevgili edindi seve seve insan yaratan, insan ören Rabbi..
Üstünlüğünde eşit ve ortak yoktu O’na kimse;
Güzelliğiyse parçalanmaz bölünmez bir bütündü, ne çıkacak,
ne eklenecek bir şey vardı…
Hristiyanların kendilerine gelen Resûl için dediklerini dememek şartıyla,
Öğ öğebildiğin kadar.. Yücelt yüceltebildiğince O Hakk Kahramanını..
Korkmadan istediğin ölçüde şerefi bağla O’na;
İstediğin ölçüde O’nun değerlilik hakkını tanı..
Erginliğine yok son ki, orada durup,
Dil, cesaretini bulsun, O’nu anlatmayı..
Mucizeleri bile gerçeğinin yanında sönük kalır;
Yoksa ismi anılınca çürüyen kemikler bile canlanıp ayağa kalkmalıydı..
Aklın yetişmeyeceği tekliflerle etmedi bizi imtihan;
Bizi sevdiğinden elbet.. Biz de hemen inandık O’na..
En ufak şüphe bize yaklaşmadı..
O’nun gerçeğine ermekte cümle âlem âciz kaldı;
Uzak âciz kaldı, yakın âciz kaldı, acz çepçevre sardı dört yanı..
Güneş küçük sanılır uzaktan bakılınca;
Göz dayanmaz amma, çıplak gözle bakıldı mı..
İnsan nasıl bu yerde anlar O’nun gerçeğini,
Ki rüyada görsen O’nu, sana yeter ömür boyu
Bu mutluluk ve O’nun nurdan bakışları..
İnsanlığın bilip bileceği şu, bilgilerinin sonu şudur ancak;
O insandır ve yaratılmışların en iyisi, en güzeli, en hayırlısı..
Ve Peygamberlerin halka gösterdiği mucizeler,
O’ndandı, O’nun nurundandı, O’nun habercisi, O’nun öncü ışıklarıydı..
Çünkü O erdemlik güneşi, öbür peygamberlerse yıldızlardır,
O yıldızlar ki; Güneşten aldıklarıyla aydınlatırlar karanlıkları..
Gel gör ki, Rabbim O’na neler verdi, nasıl süsledi O’nu..
Ahlâkını güzellikle sardı, müjdeyle, güler yüzlülükle benek benek noktaladı..
Latifliği bir çiçek, dolunay şeref ve değeri..
Cömertliği bir deniz, yardımı zamandır tıpkı..
Tek başına bir yerde, O’nu görsen, heybetinden
Sanırsın arkasında asker, asker,asker.. bir ordu gizli, bir ordu saklı..
O’nun tebessümünden ve konuşmasındandır sanki;
Sedefte saklı inci, İnciler hep sedefte saklı..
O’nun toprağının kokusundan daha güzel var mı koku?
Ne mutlu o kişiye ki koklamış, öpmüş ola o toprağı!
Doğuşu açıklar bize her yönden her açıdan O’nu..
Başlangıcı da iyi O’nun, sonu da..
Hoştur doğuşu ve batışı..
O doğum günü ki, iyi farkına vardı İran, indiğinin
Kendisi için korku, kendisi için ceza, kendisine cehennem âzabı..
Göçtü, darmadağın oldu Kisra’nın saray duvarları o gece..
Devleti de, bu duvardan başlayarak yarıldı, çatladı ve dağıldı..
Son nefesini verdi, korkudan mecûsi meş’alesi..
Ve Yahudi nehri, bilinmeyen bir yere alıp gitti,
Dert yuvası başını..
Ve sapık Save halkı, her günkü gibi
Su aldıkları göle gittiklerinde;
Bu da nesi?.. Kurumuş kül olmuş!
Döndüler elleri boş,
Kızgın kudurmuş ve çatlamış dudakları..
Sanki doğmuştu ateşte su,suda ateş duygusu!..
Tabiat, o gün yoldan çıkmışları, tabiatından çıkararak karşıladı..
Sanki, çarpıkların ateşi sıkıldı terledi de sulanıp söndü üzüntüden;
Sularıysa hüzünlerinden ateş gibi kızdı, buharlaştı..
Cinler çığlık atarlar, Nurlar, saçarlarken havaî fişeklerini
Hak böyle tantanayla çıkıyordu ortaya, Hakk’ın sesi ve ihtişâmı..
Kör oldular, sağır oldular, felç oldular, muştuları duymadılar,
Haberleri almadılar; görmediler korkutuş yıldırımlarını..
“Bundan sonra o eğri dinimiz belini doğrultup ayağa kalkamaz”
Dediler, haberini verdiler kâhinleri, ozanları..
Gökte yıldızların aktığı görülürdü
Ve aynı anda yerde putların devrildiği, yıkıldığı..
Ve vahy yolundan çekilip gitti bozgun
Şeytanların şahı; bozgun askeri yerinde kala kaldı..
Nasıl ki, Ebrehe’nin ordusu dağılmıştı;
İki avuçtan atılanla bir ordu kör olmuş, yere saplanmıştı..
Allah dedikten sonra o taşların atılışı
Rabbine yalvarır yalvarmaz balığın karnından atılanın çıkışını andırmıştı..
Yemin ederim ikiye bölünen aya,
O’nun kalbiyle ilgili aya..And içerim aya karşı!..
Ve o hayrı, keremi içine alan mağaraya..
And içerim ki, Kafirlerin gözleri içerdeki Işıktan kör oldu bakamadı..
And içerim ki, Muhbir-i Sadık mağaradaydı ve Sıddık mağaradaydı..
Görmediler ve sandılar ki, orda, kimsecikler yoktu ve olamazdı..
Ne bilsinler ki, örümcek O’nun için örmüş ağını..
Güvercin, O’nun için yuva yapmış, yumurta bırakmış uçup durmaktaydı..
Allah isterse bir güvercin, bir örümcek ağıyla da korur,
Kat kat zırhı ve yüksek kaleleri aratmaz,
onlardan müstağni kılar insanı..
Ve bir örnek daha:
Çağırınca Peygamber, Ağaçlar geldi, eğildi huzurunda;
Dallarıyla, kökleriyle yürüdüler; Çünkü yok ayakları..
Çizgiler çekerek yol ortasına, yazılar yazarak
Güzel yazılar yazarak; dalları budakları…
O bulut gibi ki, O nereye giderse üstünde o da oraya gider,
O’na, gün ortasında yakan güneşe karşı gölge yapardı..
Dünyanın sıkıntısı binince boğazıma
Hemen sarılır, sığınırım O’na..
O hemen kurtarır bu zavallıyı..
İki dünyaya ait hiçbir şey yok ki, o hayır saçan elden
İstemiş olayım da almamış olayım, olmadı..
Aklın ermeyince hemen inkâra kalkma rüya vahiylerini;
Belki gözleri uyurdu O’nun ama, kalbi uyumazdı..
Nübüvvetiyle O gerçeğin doruğuna çıkmıştı
Nasıl inkâr olunabilir erginlerin rüya durumları..
Allah’ın alanı bu. Ne vahiy çalışmakla olur
Ve ne de bir suçtur Peygamberin gâibi çizip anlatışı..
Bir dokunmakla nice hastayı iyi etti eli
Nice çılgınlık zincirini kırıp mahkûmlarını kurtardı..
Kara kıtlık yılları oldu, O’nun duasıyla canlı ve ak
Sanki gecenin oratasında ansızın bir dolunay çıktı..
Bulut akıttı durdu suyu öylesine ki, o kurak vâdilerde;
Oldu her sel bir arim seli, her ırmak bir deniz ırmağı..
Bırak konuşayım, anlatayım o mûcizeleri:
Geceleri dağlarda yakılan şölen ateşleri gibidir âşikârlıkları..
İnciyi işlersen değerlenir şüphesiz;
Ama işlemesen de inci incidir; incilikte farksızdır işlenmişi, hamı..
Ama nasıl uzanabilir hayali övüşün o yüceliklere
Ki orda hüküm sürer o davranış ve ahlâkın hârikalar mantığı..
Biri Kur’an Âyetleri: Haktır, Allah’tan gelmedir,
Ezelî ve ebedîdir, sonradandır, fakat yoktur öncesi başı..
Zamanla kayıtlı değil getirdiği kutsal haber
Son saatten, Addan, İremden haber…
Odur mutlak haberlerin saltanatı..
Devam edip gidiyor O’nun hükmü. Üstündür
Öbür peygamber mûcizelerine ki, tesirleri ve hükümleri ebedî olmadı..
Öyle muhkemdir ki, hamlede yıkar inkârı ve şüpheyi
Tartışma kabul etmez; hâkime hakeme yok ihtiyacı..
Kimse karşı çıkamadı O’na. Yeltenmediler değil ama.
Düşmanı, en düşmanı bile O’na sığınmakta buldu var olmayı..
Belâgatı, düşmanının davasını uzaklara fırlatır:
Kötü niyetlinin elini hareminden ırakta tutmaktır zaten yiğide yaraşanı..
Kemmiyette anlamlar deniz dalgalarından büyük;
Keyfiyetse, güzellikte ve değerde cevahirden üstün ve san’atlı..
Madem okuyunca gözün, gönlün nur doldu, aydınlandı;
Zafer buldun her vakit. Öyleyse bu sağlam ipe iyi yapış, sarıl sıkı..
Okuyuşun, korkusundansa alev alev yanan cehennem ateşinin
İtfaiyesi budur yalnız ateşin: Yanık yürekle çağırmaktır tek şartı..
Sanki O şöyle bir pınar: Yüzü simsiyah olan
Gelip bir yıkanmakla bembeyaz olur; budur nur pınarı..
Ve O, adalette sırat gibi kıldan ince; hak ve eşitlikte de,
Hassas ve ayarlı mizan gibi, insanlar ve kâinatlar arası..
Bakma bilmezlikten gelişlerine, inkarlarına yüreği karaların
Onlar öyle bilir, öyle anlarlar ki… Ama ya kıskançlıkları?..
Eh! Öyleyse kalksın ağrıyan göz inkâr etsin, göremiyor ya,
Güneşi, gün ışığını; yaralı ağız da, alamadığından suyu, suyun lezzetini, tadını..
Çölde hızlı hızlı giden yoksullar; develeri
İz bırakarak giden dilek sahipleri görürsün. Yön tektir; O Hayr kaynağının evi alanı..
Sen ey, anlayanlar için, bizzat varoluşunla ne büyük işaret ve mûcize,
Nimetin kadrini bilenler için ne büyük nimetsin, ne büyük Hakk armağanı..
Ne hesabı mümkün, ne kitabı harikalarının
Ve yine de usanmaz insan bir bir anmaktan onları..
Kalktın bir gece, kutsal bir yerden kutsal bir yere gittin,
Kapkaranlık gecelerde dolunay nasıl ilerlerse
Alımlı alımlı..
Çıktın, boyuna çıktın.. Yükseldin Kâbe Kavseyne kadar,
Ki, daha önce ne kimse çıkmıştı oralara,
Ne de hayal ve ümit etmişti; bırak çıkmayı..
Seni öne geçirdi her yerde peygamberler, resuller,
Seni öne geçirip arkada durdular kendileri, hizmet geleneği icabı..
Delip yedi kat göğü geçip gittin Sen o üstün insanlarla alay alay;
Başlarında Sendin, başlarında sallanan sancak Senin sancağındı..
Öyle çıktın, yükseldin ki, yarışanlar kaldı yarı yolda;
Yakınlıkta ilerisi, daha ötesi kalmadı..
Bütün makamlar geride kaldı Makamından
Çağrıldığın o an, Tektin artık nasıl tekse; gök ve kale sancakları…
Devşirmek için yemişlerini gözlerden saklı
Bir buluşmanın ve gizliden gizli sırrı..
Topladın öğülesi gök çiçekleri, üstünlükleri tek başına;
Aştın bütün menzilleri yalnız, ıssız kalabalıksız, hızlı hızlı..
Tayin edildiğin iş nice ulu;
İdrakse ne kutlu sana mahsus nimetler alanını..
Günler geçer, geceler geçerdi; gün ne, gece ne bilmezlerdi
Ancak haram ayı geceleri yaparlardı uyku bayramı..
Yüzen atlar denizinin üstünden akar asker denizi,
Atlar dalga dalga deniz ileri, çoşkun kahramanları..
Onlar ki, koşar Allah’a doğru, yaşar Allah için;
Mahveder, kökünden söküp atar küfrü, şimşekten kılıçları..
Ne mutlu sana bana Ulu İslam Milleti, şuurların örgüsü;
Bize Yaratan verdi o sağlam, o yıkılmaz yapıyı..
Allah, bizi kendisine çağıranı, çağırınca kendisine,
O Peygamberlerin oldu, bizse ümmetlerin başı..
Bir arslanın nasıl ürkerse koyunlar sesinden, heybetinden,
Öyle perişan etti. O’nun çıkış haberi, inkar yobazlarını..
Peygamber terketmedi savaş alanını; düşman,
Çevrilinceye dek göğdelere, kasap çengellerine asılı..
Düşmanların gözü hep kaçışta olurdu savaşlarda;
Kol ve bacakları kıskanırlardı, kargaların kapıp kaçtığı..
Onlarla kurtuldu yalnızlıktan İslam Milleti, Dini;
Sanki yadellerden döndü, yurdunu buldu, sıla yaptı..
Allah, ordusuyla koruyacak, varlık var oldukça O’nu;
O, dul ve yetim, babasız ve sahipsiz olmadı..
Her biri bir dağdır savaşta, onlara çarpan, onlarla çarpışanlara
“Savaş meydanında ne gördün?” diye sor, düşmanlarına sor onları..
Bedire sor, Huneyne sor, Uhuda sor.. Sor bütün savaş alanlarına;
Kesin sonuç alışta, zaferde onlar mı üstündü,
yoksa kendi işinde veba mı?..
Kıpkırmızı çıkaranlardır kapkara vücutlara sokup
Yıldırımdan da çabuk, bunlar ak çelik kılıçları..
Onlar sanki kâtip, süngüler de kalemleriydi
Ve vücutlarda bir tek harfi bile noktasız bırakmazlardı..
Silahla donanmışlardır ve yüzlerinden tanınırlar
Seçilirken ilk bakışta nasıl hemen seçilirse ağaçlar içinde gül ağacı..
Her biri silahları içinde saksı içindeki gonca gibi;
Zafer rüzgarları sana armağan eder kokularını…
Dağlarda fışkıran çamlar gibi birden zuhur ederler atlar üstünde;
Kolanların ilmeklerin sıkılığı değil dimdik tutan onları, yüreklerin, bileklerin sağlamlığı..
Kalpleri, dudakları uçukladı korkudan düşmanların
Ayıramaz oldular kahramanı koyundan, kardan karanlığı,
kargadan kartalı..
Onlara bir ormanda rastlayan aslan bile uslanırdı,
Çünkü beraberlerindeydi Peygamberin zaferi ve duası..
Yok dostundan tek kişi yardımını görmesin,
Düşmanından tek kişi yemesin tokadını..
Dinin kanatlarını gerdi ümmet üstüne;
Gözlerden saklar orman aslan yuvalarını..
Ne felsefe, ne mantık durup dayanabildi,
Kur’an’ın karşısında. Fikir gecelerini ışıttı aydınlığı..
Yeter sana peygamber mucizesi, okumamışken bilgisi;
O “cahiliyet” çağında, öksüzlük de üste, terbiye ve ahlâkı..
O’nu öğer öğerim, yorulmam ve usanmam. Affa sebep umarım;
Şairlikle, devlet memurluğuyla geçen ömrün bütün suçlarını..
Boyna bir boyunduruk bunlar: Korkulu son hazırlar.
Sürüklediler beni; sanki ben kurbanlık bir deve, onlar ipi halkası..
Ah! Çocukluk etmişim; harcamışım kendimi bir ömür boyu:
Bir ömür boyu, toplamış, devşirmişim suç ve pişmanlıkları..
Bir de düşün nefsimin ticaret zararını,
Bir an duraklamadan din satıp alan dünyayı..
Ismarlama yerine hazır eşya düşkünü;
Parayı peşin alıp yiyen, malı boyuna borçlanan imalatçı..
Gerçi günah işliyorum ama dönmüş değilim O’na verdiğim sözden,
Kopar cinsinden değil gönlümün bağı..
Söz vermiştir kurtaracaktır, adıyla çağrılanı..
Ve beni O’nun adıyla çağırırlar..
Ve insanlık içinde kim olabilir, O’ndan çok sözünde duranı..
Yarın hesap gününde tutmazsa O elimden:
Sen benim için de: Vay sana!
Hey sonsuz kayan adam, uçurumlar kurbanı..
Haşa! O, mahrum etmez yardımından isteyeni;
Koğmaz konu komşuyu, soğuk karşılamaz kendine sığınanı..
Düşüncemi, şiirimi O’nu öğme yoluna koyduğum günden beri,
O oldu benim için koruyucular koruyucusu, kurtarıcılar kurtarıcısı..
Lütfunu esirgemez en dar elden bile O.
Çünkü: Yağmur ihmal etmez çiçeklerle süslemekte
su tutmaz yalçın dağ uçlarını..
Gözüm yok, bu dünyanın parasında pulunda, zerresinde.Bu türlü zehirleri..
İki avucunu açıp toplar ancak, Herem’in öğücüsü şair Züheyr takımı.
Ey insanların en iyisi!. En üstünü! Yalnız sana sığınılır,
Herkes için geçerli, kimsenin kurtulamadığı vakit kapıyı çaldı mı..
Allah’ın Resûlü, beni de bürümeye, örtmeğe yeter kurtaran örtün..
Göründüğü o gün, öç alan adıyla Yaratıcı..
Bu dünya ve öte dünya, senin bağış bolluğundan örnekler;
Levh ve kalem bilgisinin bilgindedir kaynağı..
Nefsim! Düşme umutsuzluğa büyük günah işlemişlik yüzünden..
Mutlak bağışlayan yanında, değil büyüğü küçüğünden farklı..
Nefsim! Düşme umutsuzluğa büyük günah işlemişlik yüzünden..
Mutlak bağışlayan yanında, değil büyüğü küçüğünden farklı..
Günahların büyüklüğüne göre gelir, o ne kadar büyükse o daha da büyük olur,
Umulur ki, dağıtılırken kullara Yaratanın acıyışı..
Rabbim! Yalvarışlarımı döndürüp çevirme bana geri;
Rahmetinden elverir bir rakam eklemeden, kapama hesabımı.
Rabbim! Bu kuluna yardım et, bu dünya ve öte dünyada.
Korkulu olaylar ve durumlarda yok bir parçacık olsun dayanıklığı..
Rabbim! İzin ver çözülsün ebedî salavat bulutları bir kez daha..
Boşansın Resûl üstüne sel sel, sicim sicim “Selam! Selam” yağmurları..
Ailesi üstüne, arkadaşları ve bağlıları üstüne bir kez daha.
Yaşasın bir kez daha, o sana en yakın, eli açık, gönlü ipekten yumuşak, içleri pırıl pırıl yolunun uluları..
Ban ağacının yaprağını, göğdesini titrettikçe tiril tiril Bad-ı Sâba,
Kızgın çöllerde ürpettiği sürece develeri devecinin şarkıları..