Kaside-i bürde’nin yazarı olan İmam-ı Busayri hazretleri, Sofiyye-i aliyyenin büyüklerindendir. Bir gün felç oldu, bedeninin yarısı hareketsiz kaldı. Resulullah’a tevessül edip, insanların en üstününü öven meşhur kasidesini hazırladı. Rüyada Resulullah’a okudu. Çok beğenip, arkasından mübarek hırkasını çıkarıp İmam’a giydirdi. Bedeninin felçli olan yerlerini mübarek eliyle sığadı. Uyanınca bedeni sağlamdı, hırka-i saadet de arkasındaydı. Bunun için, bu kasideye Kaside-i bürde denildi. Bürde, hırka, palto demektir. İmam-ı Busayri sevinerek sabah namazına giderken, zâhid bir zata rastladı. İmam-ı Busayri’ye, (Kasideni dinlemek isterim) dedi. (Benim kasidelerim çoktur. Hepsini herkes bilir) dedi. (Kimsenin bilmediği, bu gece Resulullah’a okuduğunu istiyorum) deyince, (Bunu hiç kimseye söylemedim. Nereden anladın?) dedi. O zat da, rüyasını olduğu gibi haber verdi.
Kaside-i Bürdenin
Türkçe Anlamı
Selem ağaçlarını mı, ordaki dostları mı andın ki birden
Gözbebeğin kanlandı, gözyaşın aktı kırmızı kırmızı..
Yoksa bir yel mi esti
Kâzime yönünden;
Yoksa Eden Dağı’nın üstünde, kapkaranlık gecede
Şimşek mi çaktı?..
Gözlerine ne oldu ki,
“dur ağlama” desen çoşar ırmak olur;
Ya kalbine ne dersin, “yetiş huzur” dedikçe artar acısı gamı..
Aşk gizli kalır mı
kimseden, niçin aldatır kendini insan?
Gönül yanıp dururken, gözden akarken çeşme gibi gözyaşı..
Aşk olmasaydı döker
miydin gözyaşını böyle taze toprağa?..
Gözün uykudan kaçar mıydı, andığında Ban Ağacını, Alem Dağını..
Âşık inkar etse ne
çıkar, gerçek şahitler var:
Yaşa batık gözler, sararmış yüz, zayıf ten ve göz çukurları…
Aşktan değil de neden
bu peki, bir yanağında kırmızı gül;
Bir yanağında sarı gül döküntüsü, izi;
Kızılırmak, Yeşilırmak yatağı..
Evet, yârin hayali
gelip beni birden uyandırdı;
Sevgi, zaten gelir gamlarla, mahveder vücut hazlarını..
Aşkım sebebiyle bana
dil uzatan, utanır mıydın ki bilseydin,
Yanık aşklarıyla meşhur Özr oymağı gençlerinden daha mazurum, beterim
hakçası…
Gizlenir gibi değil ki
bu sır, işte sen de öğrendin;
Şimdi, de diyeceğini, kat by derde bir dert de sen..
Zaten yok sonu yok başı..
Öğüdünü esirgemedin
sağol benden ama;
Tutamadım onları, çünkü tutuktur zaten sevenin kulakları..
Yaşlı adama, ağarmış
saça, utanmadan; “yalan söylüyorsun” dedim..
Nasıl inkâr, itham edilebilir oysa, ağaran saçın beyazlığı?..
Günaha batık nefs,
öğüt mü dinler!
Kendi karanlığına gömülmüş ak saç, nasıl ışıtsın bu karanlığı?..
Güzel fiillerle bir
şölen hazırlayamadı nefsim;
Misafirse sessiz, ihtişamsız apak çıkageldi, karşılayan bile olmadı..
Bilseydim ki, yok
bende bir karşılama gücü bile,
Siyaha boyadığım bir panonun ardına saklardım kendimi ve bu sırrı..
Kim çeker benim nefsimi
bu hoyratlık alanından?..
Çılgın atları zaptedip dört döndüren süvariler gibi tıpkı..
Günah işleye işleye
günahı bitireyim dersin belki içinden..
Boş hayal! Yemek vücudu arttırır, günah da günahı…
Nefs memedeki
çocuktur, vaktinde kesmezsen sütten,
Koca adam olur da, hâlâ emzik ister, arar sütü mamayı..
Nefsine sen hâkim ol!
O olmasın sana hâkim;
Çünkü nefs neye hâkim olursa, onu ya öldürür, ya soldurur hâsılı..
Nefs sürüsü bırakırsan
yayılır her yöne; görmeli gözetmeli;
Otu çok tatlı gelen yaylalara yaymazlar koyunları..
Nefsin tattırdığı
hazzın çoğu semm-i katildir;
Ağuyu altun tasta bal içre sunarlar, bunlar onun suç ortağı..
Açlığın ve tokluğun
hilelerinden koru kendini,,
Evet açlığın da.. Çok açlık, tokluktan da zararlı..
Gözünden yaşlar boşalt
ki, ne haramlar doldurmuştun vaktiyle..
Ve sığın tövbe gölgelerine, odur en serin hurma altı..
Şeytana ve nefsine
uyma! Baş kaldır, isyan et!..
En akla yakınmış gibi gelen sözlerini bile dinleme, deş ve bul püf
noktalarını..
Bazan hasım
kılığındadır, bazan hısım, bazan hakem,
Düpedüz hilekârdırlar, ne hakemi, ne hasımı, ne hısımı!
Allah’ım sen affet
bizi!.. Bizzat söyleyip te tutamadığımız sözlerden..
Ki andırır kısırların nesliyle öğünmesini tıpkı…
Sana “yap!” dedim ama
ben yapmadım onu;
Sana “yol işte bu yoldur” dedim ama nefs, beni o yola bırakmadı..
Üstüme borç olan
namazı kıldım, orucu tuttum; ama o kadar..
Ölüm, evet ölüm göz önündeyken bir parçacık arttırmadım onları..
Kendime zulmettim,
ihmal ettim geceleri ihya sünnetini..
Can verdi gecelere namazla O, öyle ki, şişerdi ayakları..
Boş midesinin üstüne
taş kor, derisini büzüp düğümler,
Çekilen karnına kuşak bağlardı; yine azalmazdı açlığa sabrı…
Altundan ulu dağlar
nefsine sundular da kendilerini,
Reddetti O, gösterdi onlara gerçek ululuğu ve gerçek altını…
Zühd ve takvasını
arttırdı, eksiltmedi o dağlarca zarûret..
Ne denli olsa da yok edemez ihtiyaç, insandaki temizliği, pırıltıyı…
Dünya ne oluyor ki, O
ona muhtaç olsun..
Dünya O’na muhtaç ki, onun için değil midir varoluşu, yokluktan çıkışı?..
Bu dünyanın ve öte
dünyanın, göze görünür- görünmez yaratıkların,
Acemin, Arabın, bölük bölük bütün insanlığın Hz. Muhammed’dir başı..
Bir eşi yoktur O’nun
emir ve nehiy peygamberliğinde;
“Evet” i tam evetti, “hayır” ı tam hayırdı…
Her yönden hücum eden
korkunun türlüsünden
Ancak O Sevgili kurtarabilir bizi, O’nun merhameti, O’nun şefaati…
Kim döndüyse sesine,
koşup yapıştıysa O’nun eteğine,
Yapışmış oldu kopmaz bir ipe, hiç kopmaz ve tam kurtarıcı…
İçiyle ve dışıyla,
ahlak ve yaradılışta üstündür,
öbür peygamberlerden bile;
Hiçbirinin ilmi, keremi O’nu geçemedi, O’nunkine ulaşamadı..
Ve hepsi umar ve
bekler, Allah’ın Resûlundan;
Denizinden bir avuç su;
Yağmurundan bir damla su yollamasını..
Dururlar huzurunda
hepsi yerli yerinde..
Kimi ilminden bir nokta,
Hikmetinden bir hareke bir kısmı..
Peygamber ruhu alıp
peygamber vücudunu,
mükemmel peygamber olunca,
O’nu Sevgili edindi seve seve insan yaratan, insan ören Rabbi..
Üstünlüğünde eşit ve
ortak yoktu O’na kimse;
Güzelliğiyse parçalanmaz bölünmez bir bütündü, ne çıkacak,
ne eklenecek bir şey vardı…
Hristiyanların
kendilerine gelen Resûl için dediklerini dememek şartıyla,
Öğ öğebildiğin kadar.. Yücelt yüceltebildiğince O Hakk Kahramanını..
Korkmadan istediğin
ölçüde şerefi bağla O’na;
İstediğin ölçüde O’nun değerlilik hakkını tanı..
Erginliğine yok son
ki, orada durup,
Dil, cesaretini bulsun, O’nu anlatmayı..
Mucizeleri bile
gerçeğinin yanında sönük kalır;
Yoksa ismi anılınca çürüyen kemikler bile canlanıp ayağa kalkmalıydı..
Aklın yetişmeyeceği
tekliflerle etmedi bizi imtihan;
Bizi sevdiğinden elbet.. Biz de hemen inandık O’na..
En ufak şüphe bize yaklaşmadı..
O’nun gerçeğine
ermekte cümle âlem âciz kaldı;
Uzak âciz kaldı, yakın âciz kaldı, acz çepçevre sardı dört yanı..
Güneş küçük sanılır
uzaktan bakılınca;
Göz dayanmaz amma, çıplak gözle bakıldı mı..
İnsan nasıl bu yerde
anlar O’nun gerçeğini,
Ki rüyada görsen O’nu, sana yeter ömür boyu
Bu mutluluk ve O’nun nurdan bakışları..
İnsanlığın bilip
bileceği şu, bilgilerinin sonu şudur ancak;
O insandır ve yaratılmışların en iyisi, en güzeli, en hayırlısı..
Ve Peygamberlerin
halka gösterdiği mucizeler,
O’ndandı, O’nun nurundandı, O’nun habercisi, O’nun öncü ışıklarıydı..
Çünkü O erdemlik
güneşi, öbür peygamberlerse yıldızlardır,
O yıldızlar ki; Güneşten aldıklarıyla aydınlatırlar karanlıkları..
Gel gör ki, Rabbim
O’na neler verdi, nasıl süsledi O’nu..
Ahlâkını güzellikle sardı, müjdeyle, güler yüzlülükle benek benek noktaladı..
Latifliği bir çiçek,
dolunay şeref ve değeri..
Cömertliği bir deniz, yardımı zamandır tıpkı..
Tek başına bir yerde,
O’nu görsen, heybetinden
Sanırsın arkasında asker, asker,asker.. bir ordu gizli, bir ordu saklı..
O’nun tebessümünden ve
konuşmasındandır sanki;
Sedefte saklı inci, İnciler hep sedefte saklı..
O’nun toprağının
kokusundan daha güzel var mı koku?
Ne mutlu o kişiye ki koklamış, öpmüş ola o toprağı!
Doğuşu açıklar bize
her yönden her açıdan O’nu..
Başlangıcı da iyi O’nun, sonu da..
Hoştur doğuşu ve batışı..
O doğum günü ki, iyi
farkına vardı İran, indiğinin
Kendisi için korku, kendisi için ceza, kendisine cehennem âzabı..
Göçtü, darmadağın oldu
Kisra’nın saray duvarları o gece..
Devleti de, bu duvardan başlayarak yarıldı, çatladı ve dağıldı..
Son nefesini verdi,
korkudan mecûsi meş’alesi..
Ve Yahudi nehri, bilinmeyen bir yere alıp gitti,
Dert yuvası başını..
Ve sapık Save halkı,
her günkü gibi
Su aldıkları göle gittiklerinde;
Bu da nesi?.. Kurumuş kül olmuş!
Döndüler elleri boş,
Kızgın kudurmuş ve çatlamış dudakları..
Sanki doğmuştu ateşte
su,suda ateş duygusu!..
Tabiat, o gün yoldan çıkmışları, tabiatından çıkararak karşıladı..
Sanki, çarpıkların
ateşi sıkıldı terledi de sulanıp söndü üzüntüden;
Sularıysa hüzünlerinden ateş gibi kızdı, buharlaştı..
Cinler çığlık atarlar,
Nurlar, saçarlarken havaî fişeklerini
Hak böyle tantanayla çıkıyordu ortaya, Hakk’ın sesi ve ihtişâmı..
Kör oldular, sağır
oldular, felç oldular, muştuları duymadılar,
Haberleri almadılar; görmediler korkutuş yıldırımlarını..
“Bundan sonra o eğri
dinimiz belini doğrultup ayağa kalkamaz”
Dediler, haberini verdiler kâhinleri, ozanları..
Gökte yıldızların
aktığı görülürdü
Ve aynı anda yerde putların devrildiği, yıkıldığı..
Ve vahy yolundan
çekilip gitti bozgun
Şeytanların şahı; bozgun askeri yerinde kala kaldı..
Nasıl ki, Ebrehe’nin
ordusu dağılmıştı;
İki avuçtan atılanla bir ordu kör olmuş, yere saplanmıştı..
Allah dedikten sonra o
taşların atılışı
Rabbine yalvarır yalvarmaz balığın karnından atılanın çıkışını andırmıştı..
Yemin ederim ikiye
bölünen aya,
O’nun kalbiyle ilgili aya..And içerim aya karşı!..
Ve o hayrı, keremi
içine alan mağaraya..
And içerim ki, Kafirlerin gözleri içerdeki Işıktan kör oldu bakamadı..
And içerim ki,
Muhbir-i Sadık mağaradaydı ve Sıddık mağaradaydı..
Görmediler ve sandılar ki, orda, kimsecikler yoktu ve olamazdı..
Ne bilsinler ki,
örümcek O’nun için örmüş ağını..
Güvercin, O’nun için yuva yapmış, yumurta bırakmış uçup durmaktaydı..
Allah isterse bir
güvercin, bir örümcek ağıyla da korur,
Kat kat zırhı ve yüksek kaleleri aratmaz,
onlardan müstağni kılar insanı..
Ve bir örnek daha:
Çağırınca Peygamber, Ağaçlar geldi, eğildi huzurunda;
Dallarıyla, kökleriyle yürüdüler; Çünkü yok ayakları..
Çizgiler çekerek yol
ortasına, yazılar yazarak
Güzel yazılar yazarak; dalları budakları…
O bulut gibi ki, O
nereye giderse üstünde o da oraya gider,
O’na, gün ortasında yakan güneşe karşı gölge yapardı..
Dünyanın sıkıntısı
binince boğazıma
Hemen sarılır, sığınırım O’na..
O hemen kurtarır bu zavallıyı..
İki dünyaya ait hiçbir
şey yok ki, o hayır saçan elden
İstemiş olayım da almamış olayım, olmadı..
Aklın ermeyince hemen
inkâra kalkma rüya vahiylerini;
Belki gözleri uyurdu O’nun ama, kalbi uyumazdı..
Nübüvvetiyle O
gerçeğin doruğuna çıkmıştı
Nasıl inkâr olunabilir erginlerin rüya durumları..
Allah’ın alanı bu. Ne
vahiy çalışmakla olur
Ve ne de bir suçtur Peygamberin gâibi çizip anlatışı..
Bir dokunmakla nice
hastayı iyi etti eli
Nice çılgınlık zincirini kırıp mahkûmlarını kurtardı..
Kara kıtlık yılları
oldu, O’nun duasıyla canlı ve ak
Sanki gecenin oratasında ansızın bir dolunay çıktı..
Bulut akıttı durdu
suyu öylesine ki, o kurak vâdilerde;
Oldu her sel bir arim seli, her ırmak bir deniz ırmağı..
Bırak konuşayım,
anlatayım o mûcizeleri:
Geceleri dağlarda yakılan şölen ateşleri gibidir âşikârlıkları..
İnciyi işlersen
değerlenir şüphesiz;
Ama işlemesen de inci incidir; incilikte farksızdır işlenmişi, hamı..
Ama nasıl uzanabilir
hayali övüşün o yüceliklere
Ki orda hüküm sürer o davranış ve ahlâkın hârikalar mantığı..
Biri Kur’an Âyetleri:
Haktır, Allah’tan gelmedir,
Ezelî ve ebedîdir, sonradandır, fakat yoktur öncesi başı..
Zamanla kayıtlı değil
getirdiği kutsal haber
Son saatten, Addan, İremden haber…
Odur mutlak haberlerin saltanatı..
Devam edip gidiyor
O’nun hükmü. Üstündür
Öbür peygamber mûcizelerine ki, tesirleri ve hükümleri ebedî olmadı..
Öyle muhkemdir ki,
hamlede yıkar inkârı ve şüpheyi
Tartışma kabul etmez; hâkime hakeme yok ihtiyacı..
Kimse karşı çıkamadı
O’na. Yeltenmediler değil ama.
Düşmanı, en düşmanı bile O’na sığınmakta buldu var olmayı..
Belâgatı, düşmanının
davasını uzaklara fırlatır:
Kötü niyetlinin elini hareminden ırakta tutmaktır zaten yiğide yaraşanı..
Kemmiyette anlamlar
deniz dalgalarından büyük;
Keyfiyetse, güzellikte ve değerde cevahirden üstün ve san’atlı..
Madem okuyunca gözün,
gönlün nur doldu, aydınlandı;
Zafer buldun her vakit. Öyleyse bu sağlam ipe iyi yapış, sarıl sıkı..
Okuyuşun,
korkusundansa alev alev yanan cehennem ateşinin
İtfaiyesi budur yalnız ateşin: Yanık yürekle çağırmaktır tek şartı..
Sanki O şöyle bir
pınar: Yüzü simsiyah olan
Gelip bir yıkanmakla bembeyaz olur; budur nur pınarı..
Ve O, adalette sırat
gibi kıldan ince; hak ve eşitlikte de,
Hassas ve ayarlı mizan gibi, insanlar ve kâinatlar arası..
Bakma bilmezlikten
gelişlerine, inkarlarına yüreği karaların
Onlar öyle bilir, öyle anlarlar ki… Ama ya kıskançlıkları?..
Eh! Öyleyse kalksın
ağrıyan göz inkâr etsin, göremiyor ya,
Güneşi, gün ışığını; yaralı ağız da, alamadığından suyu, suyun lezzetini,
tadını..
Çölde hızlı hızlı
giden yoksullar; develeri
İz bırakarak giden dilek sahipleri görürsün. Yön tektir; O Hayr kaynağının
evi alanı..
Sen ey, anlayanlar
için, bizzat varoluşunla ne büyük işaret ve mûcize,
Nimetin kadrini bilenler için ne büyük nimetsin, ne büyük Hakk armağanı..
Ne hesabı mümkün, ne
kitabı harikalarının
Ve yine de usanmaz insan bir bir anmaktan onları..
Kalktın bir gece,
kutsal bir yerden kutsal bir yere gittin,
Kapkaranlık gecelerde dolunay nasıl ilerlerse
Alımlı alımlı..
Çıktın, boyuna çıktın..
Yükseldin Kâbe Kavseyne kadar,
Ki, daha önce ne kimse çıkmıştı oralara,
Ne de hayal ve ümit etmişti; bırak çıkmayı..
Seni öne geçirdi her
yerde peygamberler, resuller,
Seni öne geçirip arkada durdular kendileri, hizmet geleneği icabı..
Delip yedi kat göğü
geçip gittin Sen o üstün insanlarla alay alay;
Başlarında Sendin, başlarında sallanan sancak Senin sancağındı..
Öyle çıktın, yükseldin
ki, yarışanlar kaldı yarı yolda;
Yakınlıkta ilerisi, daha ötesi kalmadı..
Bütün makamlar geride
kaldı Makamından
Çağrıldığın o an, Tektin artık nasıl tekse; gök ve kale sancakları…
Devşirmek için
yemişlerini gözlerden saklı
Bir buluşmanın ve gizliden gizli sırrı..
Topladın öğülesi gök
çiçekleri, üstünlükleri tek başına;
Aştın bütün menzilleri yalnız, ıssız kalabalıksız, hızlı hızlı..
Tayin edildiğin iş
nice ulu;
İdrakse ne kutlu sana mahsus nimetler alanını..
Günler geçer, geceler
geçerdi; gün ne, gece ne bilmezlerdi
Ancak haram ayı geceleri yaparlardı uyku bayramı..
Yüzen atlar denizinin
üstünden akar asker denizi,
Atlar dalga dalga deniz ileri, çoşkun kahramanları..
Onlar ki, koşar
Allah’a doğru, yaşar Allah için;
Mahveder, kökünden söküp atar küfrü, şimşekten kılıçları..
Ne mutlu sana bana Ulu
İslam Milleti, şuurların örgüsü;
Bize Yaratan verdi o sağlam, o yıkılmaz yapıyı..
Allah, bizi kendisine
çağıranı, çağırınca kendisine,
O Peygamberlerin oldu, bizse ümmetlerin başı..
Bir arslanın nasıl
ürkerse koyunlar sesinden, heybetinden,
Öyle perişan etti. O’nun çıkış haberi, inkar yobazlarını..
Peygamber terketmedi
savaş alanını; düşman,
Çevrilinceye dek göğdelere, kasap çengellerine asılı..
Düşmanların gözü hep
kaçışta olurdu savaşlarda;
Kol ve bacakları kıskanırlardı, kargaların kapıp kaçtığı..
Onlarla kurtuldu
yalnızlıktan İslam Milleti, Dini;
Sanki yadellerden döndü, yurdunu buldu, sıla yaptı..
Allah, ordusuyla
koruyacak, varlık var oldukça O’nu;
O, dul ve yetim, babasız ve sahipsiz olmadı..
Her biri bir dağdır
savaşta, onlara çarpan, onlarla çarpışanlara
“Savaş meydanında ne gördün?” diye sor, düşmanlarına sor onları..
Bedire sor, Huneyne
sor, Uhuda sor.. Sor bütün savaş alanlarına;
Kesin sonuç alışta, zaferde onlar mı üstündü,
yoksa kendi işinde veba mı?..
Kıpkırmızı
çıkaranlardır kapkara vücutlara sokup
Yıldırımdan da çabuk, bunlar ak çelik kılıçları..
Onlar sanki kâtip,
süngüler de kalemleriydi
Ve vücutlarda bir tek harfi bile noktasız bırakmazlardı..
Silahla donanmışlardır
ve yüzlerinden tanınırlar
Seçilirken ilk bakışta nasıl hemen seçilirse ağaçlar içinde gül ağacı..
Her biri silahları içinde
saksı içindeki gonca gibi;
Zafer rüzgarları sana armağan eder kokularını…
Dağlarda fışkıran
çamlar gibi birden zuhur ederler atlar üstünde;
Kolanların ilmeklerin sıkılığı değil dimdik tutan onları, yüreklerin,
bileklerin sağlamlığı..
Kalpleri, dudakları
uçukladı korkudan düşmanların
Ayıramaz oldular kahramanı koyundan, kardan karanlığı,
kargadan kartalı..
Onlara bir ormanda
rastlayan aslan bile uslanırdı,
Çünkü beraberlerindeydi Peygamberin zaferi ve duası..
Yok dostundan tek kişi
yardımını görmesin,
Düşmanından tek kişi yemesin tokadını..
Dinin kanatlarını
gerdi ümmet üstüne;
Gözlerden saklar orman aslan yuvalarını..
Ne felsefe, ne mantık
durup dayanabildi,
Kur’an’ın karşısında. Fikir gecelerini ışıttı aydınlığı..
Yeter sana peygamber mucizesi,
okumamışken bilgisi;
O “cahiliyet” çağında, öksüzlük de üste, terbiye ve ahlâkı..
O’nu öğer öğerim,
yorulmam ve usanmam. Affa sebep umarım;
Şairlikle, devlet memurluğuyla geçen ömrün bütün suçlarını..
Boyna bir boyunduruk
bunlar: Korkulu son hazırlar.
Sürüklediler beni; sanki ben kurbanlık bir deve, onlar ipi halkası..
Ah! Çocukluk etmişim;
harcamışım kendimi bir ömür boyu:
Bir ömür boyu, toplamış, devşirmişim suç ve pişmanlıkları..
Bir de düşün nefsimin
ticaret zararını,
Bir an duraklamadan din satıp alan dünyayı..
Ismarlama yerine hazır
eşya düşkünü;
Parayı peşin alıp yiyen, malı boyuna borçlanan imalatçı..
Gerçi günah işliyorum
ama dönmüş değilim O’na verdiğim sözden,
Kopar cinsinden değil gönlümün bağı..
Söz vermiştir
kurtaracaktır, adıyla çağrılanı..
Ve beni O’nun adıyla çağırırlar..
Ve insanlık içinde kim
olabilir, O’ndan çok sözünde duranı..
Yarın hesap gününde
tutmazsa O elimden:
Sen benim için de: Vay sana!
Hey sonsuz kayan adam, uçurumlar kurbanı..
Haşa! O, mahrum etmez
yardımından isteyeni;
Koğmaz konu komşuyu, soğuk karşılamaz kendine sığınanı..
Düşüncemi, şiirimi
O’nu öğme yoluna koyduğum günden beri,
O oldu benim için koruyucular koruyucusu, kurtarıcılar kurtarıcısı..
Lütfunu esirgemez en
dar elden bile O.
Çünkü: Yağmur ihmal etmez çiçeklerle süslemekte
su tutmaz yalçın dağ uçlarını..
Gözüm yok, bu dünyanın
parasında pulunda, zerresinde.Bu türlü zehirleri..
İki avucunu açıp toplar ancak, Herem’in öğücüsü şair Züheyr takımı.
Ey insanların en
iyisi!. En üstünü! Yalnız sana sığınılır,
Herkes için geçerli, kimsenin kurtulamadığı vakit kapıyı çaldı mı..
Allah’ın Resûlü, beni
de bürümeye, örtmeğe yeter kurtaran örtün..
Göründüğü o gün, öç alan adıyla Yaratıcı..
Bu dünya ve öte dünya,
senin bağış bolluğundan örnekler;
Levh ve kalem bilgisinin bilgindedir kaynağı..
Nefsim! Düşme
umutsuzluğa büyük günah işlemişlik yüzünden..
Mutlak bağışlayan yanında, değil büyüğü küçüğünden farklı..
Nefsim! Düşme
umutsuzluğa büyük günah işlemişlik yüzünden..
Mutlak bağışlayan yanında, değil büyüğü küçüğünden farklı..
Günahların büyüklüğüne
göre gelir, o ne kadar büyükse o daha da büyük olur,
Umulur ki, dağıtılırken kullara Yaratanın acıyışı..
Rabbim! Yalvarışlarımı
döndürüp çevirme bana geri;
Rahmetinden elverir bir rakam eklemeden, kapama hesabımı.
Rabbim! Bu kuluna
yardım et, bu dünya ve öte dünyada.
Korkulu olaylar ve durumlarda yok bir parçacık olsun dayanıklığı..
Rabbim! İzin ver
çözülsün ebedî salavat bulutları bir kez daha..
Boşansın Resûl üstüne sel sel, sicim sicim “Selam! Selam” yağmurları..
Ailesi üstüne,
arkadaşları ve bağlıları üstüne bir kez daha.
Yaşasın bir kez daha, o sana en yakın, eli açık, gönlü ipekten yumuşak,
içleri pırıl pırıl yolunun uluları..
Ban ağacının yaprağını,
göğdesini titrettikçe tiril tiril Bad-ı Sâba,
Kızgın çöllerde ürpettiği sürece develeri devecinin şarkıları..
Lütfen ilgili yazıların altında, yorumlarınızı bizimle paylaşınız. Kırık bağlantıları ve hatalı içerikleri mutlaka bildiriniz. Bizlere güzel dualar ederek destek olunuz...
KADİR PANCAR...