İslam'da Selâ

"Diyanet, geçen hafta yaşadığımız darbe girişimi sırasında bütün camilerde sabaha kadar selâ verdirdiği için bir kesim rahatsız oluyor...Bu yüzden birkaç yerde küçük hadiseler çıktı ama tepkilerin utanmazı İzmir’de yaşandı: Selâdan hoşlanmayan ikisi kadın biri erkek üç genç Narlıdere ilçesindeki Kutlu Yalmaç Camii’ni basıp belki babalarından da yaşlı olan müezzini tartakladılar ve sonra da gözaltına alındılar...Sosyal medyada yapılan yorumlarda bazı kişilerin tepelerinde uçan F-16’ların sesinden değil de selâdan rahatsız olduklarını herhalde farketmişsinizdir...


Üstelik “Diyanet selâ okunması talimatını hangi akla hizmet için verdi?” diyenler sadece bunlardan ibaret değildi, bazı gazetelerin internet sitelerinde de “Nereden çıktı bu selâ?” tarzında haberler vardı...Bir gazeteci olarak ifade etmem zor ve belki de ayıp olacak ama söylemeden edemeyeceğim: Basınımızın günümüzdeki en önemli özelliklerinin başında, Türkiye’nin Müslüman bir memleket olduğunun bir türlü farkına varamamış olması gelir!Camilerin cuma namazı cemaatine dar gelmesi yüzünden namazın asırlardır sokaklara taşması basınımızı sanki yeni bir hadise imişcesine şaşırtır, ezanın hoparlörle okunması bazı hassas kulakları rahatsız eder, hele Kurban Bayramı geldi mi bir “kan” ve “katliam” tartışmasıdır başlar...

15 Temmuz 2016

İstanbul'daki Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nün  ordu içinde kümelenmiş bir güruh olan darbe taraftarı (FETÖ/PDY) rütbeli ve rütbesiz askerleri tarafından kapatılması ile başlayan karanlık darbe girişimi sürecinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi içerisinde milletvekillerinin de bulunduğu bir sırada, havadan uçaklarla bombalanmış; darbeciler tarafından kaçırılaran helikopter ve tanklarla masum halkımızın ateş altına alınmasıyla da vatandaşlarımız vatanını milletini savunurken şehit olmuş veya yaralanmıştır.

Tıkandı Baba Hikayesi

Bir nükte olarak söylenen "Vermeyince Mabud neylesin Mahmud" sözünün hikayesi hakkında şöyle bir hal nakledilir. Osmanlı devleti zamanında Sultan Mahmud kıyafet değiştirip, beraberinde sadrazam ve birkaç muhafız ile halkı teftişe çıkmış. Dolaşırken bir kahvehaneye girip ot urmuşlar. Bakmışlar müşteriler kahvehaneciye seslenip duruyor: "Tıkandı Baba, çay getir"; "Tıkandı Baba kahve getir". Tıkandı Baba lakabı Sultan Mahmud'a ilginç gelmiş. Merak edip kahvehaneciyi çağırmış. Kahvehaneci gelince:
- Baba sana neden "Tıkandı Baba" derler? Hele otur da anlat, demiş. Tıkandı Baba başlamış anlatmaya:
- Ben bir gece, bir rüya gördüm. Rüyamda tanıdığım tüm insanların bir çeşmesi vardı ve hepsinin çeşmesinden oluk oluk su akıyordu. Benim de bir çeşmem vardı fakat benim çeşmemdeki su ip gibi akıyordu. Sonra ben; "Keşke benim çeşmem de onlarınki kadar aksa" diye içimden geçirdim. Sonra yerden bir çomak alıp suyun geldiği oluğu dürtmeye başladım. Ben oluğu dürterken çomak kırıldı ve ip gibi akan suyum damlamaya başladı. Bu sefer ben; "Keşke çeşmem diğerlerininki kadar olmasa da, bari eskisi kadar aksa" diye içimden geçirdim ve oluğu kurcalamaya devam ettim. Ben uğraşırken suyun geldiği oluk tamamen kırıldı. Az önce damlayan suyum, tamamen kesildi. Ben yine uğraşmaya devam ediyordum ki, o sırada bir melek göründü; bana "Su Tıkandı artık, Artık uğraşma!" dedi. O gün bu gündür bu rüyamı kime anlattıysam adım "Tıkandı Baba'ya çıktı. Hangi işe elimi attıysam olmadı. Şimdi de burada çaycılık yapıp zar zor geçinmeye çalışıyorum.
Tıkandı baba'nın anlattıklarından etkilenen Sultan Mahmud, muhafızlarına; "Bundan sonra her gün bu adama bir tepsi baklava getirin; her baklava diliminin altına da bir altın koyun." diye emir vermiş. Hemen ertesi gün askerler ilk tepsi baklavayı getirip, Tıkandı Baba'ya teslim etmişler. "Padişahımızdandır" diyerek...
Tıkandı Baba baklavaya sevinmiş. "Ne zamandır tatlı yemişliğim de yoktu" diye içinden geçirmiş. Almış tepsiyi tutmuş evinin yolunu. Yolda düşünmüş kendi kendine; "Yahu ben bir canıma nasıl yerim bir tepsi baklavayı? En iyisi ben buna hiç dokunmadan satayım."
Tıkandı Baba işlek bir yol kenarına kurmuş tezgâhını başlamış; "Taze baklava! Taze baklava!" diye bağırmaya... Bu sırada yoldan geçen bir Yahudi baklavaya talip olmuş. Üç aşağı beş yukarı anlaşmışlar, Yahudi baklavayı alıp gitmiş... Tıkandı Baba baklavadan kazandığı ile ihtiyaçlarının bir kısmını karşılamış.
Yahudi baklavayı evine götürmüş. Bir dilim atmış ağzına... Fakat dişine bir şey değmiş... Bu nedir diye bir bakmış ki; altın. Ve baklavanın her diliminin altında bir tane altın... Yahudi bu duruma anlam veremese de ertesi gün tekrar aynı yere gitmiş ki; aynı adamı görür müyüm diye... Bakmış ki adam orada... Demiş ki; "Sen her akşam burada olacaksan, biraz indirim yap da ben her akşam alayım bu baklavaları senden." Tıkandı Baba kabul etmiş ve her akşam baklavayı Yahudi'ye satmaya başlamış.

Sultan Mahmud, bir ay baklava gönderdikten sonra; "Bakalım Tıkandı Baba şimdi ne durumda?" deyip adamlarıyla beraber tutmuş kahvenin yolunu. Fakat bu kez kıyafet değiştirmeden... Sultan Mahmud bakmış ki; Tıkandı Baba aynı tas aynı hamam. Ne uzamış ne kısalmış. Yine aynı kahvehanede, ekmek kavgasında... Sultan Mahmud, Tıkandı Baba'yı yanına çağırtıp sormuş: - Tıkandı Baba sana yolladığım baklavaları almadın mı? Tıkandı Baba biraz mahcup: 
- Geldi hünkârım, demiş. Ben de satıp ihtiyaçlarımı giderdim. Duacınızım.
Sultan Mahmud, bunu duyunca tebessüm etmiş. "Anlaşıldı Tıkandı Baba, sen gel bakalım benimle" demiş. Birlikte sarayın yolunu tutmuşlar. Saraya varınca Sultan Mahmud, Tıkandı Baba'yı doğruca hazine odasına götürmüş. Sultan Mahmud, Tıkandı Baba'nın eline bir kürek tutuşturup:
- Baba daldır bakalım küreği istediğin yere... Küreğin üzerinde ne kalırsa senindir, demiş.
Bunu duyan Tıkandı Baba öyle heyecanlanmış ki; küreği ters tuttuğunu fark etmemiş bile... Hızla küreği daldırıp çıkarmış ama ne çare? Kürek ters olunca üzerinde bir tanecik altın kalmış o da düştü düşecek... Derken o da düşmüş.
 
Sultan Mahmud: - Baba, demiş. Senin buradan nasibin yok! Sen şu bizim askerleri takip et. Onlar ne derse yap. Tıkandı Baba boynunu büküp düşmüş askerlerin önüne... Sultan Mahmud askerlerden birini yanına çağırmış:
- Bu adamı alın Üsküdar'a götürün, demiş. Deyin ki; baba bir taş seç. Seçtiği taşa karışmayın. Sonra deyin ki; seçtiğin taşı fırlat. Tıkandı Baba taşı ne kadar uzağa atarsa; durduğu yerden taşı attığı yere kadar ona verin.
Askerler Tıkandı Baba'yı alıp Üsküdar'a götürmüş. Demişler ki baba bir taş seç. Tıkandı Baba sormuş "Ne için ki?" diye ama askerler bir şey söylememiş. Tıkandı Baba; şu büyüktü, şu küçüktü, şu yamuktu derken kocaman bir kayaya sarılmış demiş ki seçtiğim taş budur. Askerler demiş ki; "Baba sen şimdi bu taşı fırlat, ne kadar uzağa atarsan o kadar yer senindir." Bunu duyan Tıkandı Baba heyecanla seçtiği taşa atılmış, güç bela yerden kaldırmış. Fakat taşın ağırlığını direyemeyip elinde taş olduğu halde sırtüstü devrilmiş. Taş da üzerine düştüğünden oracıkta can vermiş.
 Askerler gidip durumu Sultan Mahmud'a anlattıklarında, Sultan Mahmud o meşhur sözünü söylemiş:
- Vermeyince Mabud, neylesin Mahmud?

Osmanlı Türkçesi olarak da "Tıkandı Baba" Hikayesini aşağıdaki bağlantıdan okuyabilirsiniz.

Tatil Nedir?

Tatil kavramı; ekranların başında vakit öldürmek, boş boş gezmek ve sadece oyun/eğlence anlamında bir kavram değildir. Elbette uzun yaz tatil dönemleri ve ara tatiller, kişilerin bedenen ve zihnen dinlenme zamanıdır.  Lakin bu "dinlenme" vakitlerin boşa harcanmasına, amaçsız bir şekilde heba edilmesine sebep olmamalıdır. Esasında herşeyi vaktinde ve düzenli olarak yaptığımız zaman, stres ve kaygıdan uzaklaşarak yaratılış amacımıza uygun bir hayata sahip olabiliriz. İslam dini, asla boş kalmayı ve tembelliği kabul etmez. Kur’ân-ı Kerîm’de Peygamber efendimize hitaben: “O halde önemli bir işi bitirince hemen diğerine koyul!” [İnşirah Suresi/7] buyrulmaktadır. Âyet-i Kerime, bir iş tamamlandığında boş kalarak dinlenilmesini değil, bilakis insana fayda veren farklı bir işle meşgul olunmasını emrediyor. Kur’an-ı Kerim'de zikredilen ve tavsiye edilen dinlenme çeşidi bu şekildedir. Kur’an-ı Kerim'in "insanın başıboş olarak dünyaya gönderilmediğini" [Kıyamet Suresi/36] ifade ettiği biçimiyle, kamil insanın “tembellik ve boşluk” anlamlarına gelen "tatil" (عطله) kelimesi ile bağdaştırılabilecek herhangi bir yönü yoktur. Bir işi bitirdiğiniz zaman eğer dinlenmek istiyorsak; boş ve âtıl kalarak değil, iş değişikliği yaparak veya başka bir işle meşgul olarak ancak kamil manada dinlenebiliriz
 

Daha Kur'an ne desin!

Ey insan! Yaşıyorken, hem de Kur’ân çağında;
Çırpınıp duruyorsun, cehâlet batağında.
Kalbin katı, gözün kör, başın kibir dağında
    Kur’ân sana gel diyor, bak bendedir adresin,
    Ey eşref-i mahlûkat ! Daha Kur’ân ne desin !

Özgürce seçmen için, iki yoldan birini;
Apaçık bildiriyor, bütün âyetlerini.
Ya Peygamber, ya şeytan.. Seç diyor rehberini;
    Öyle seç ki; sırattan rüzgar gibi geçesin,
    İlle şeytan diyorsan.. Daha Kur’ân ne desin !


Ya Cennet bahçesidir, ya ateştir o mezar,
Mekân var mı dünyada, öyle derin, öyle dar?
Hiçbir şey yakın değil, insana ölüm kadar.
    Diyor ki; hesabı var, aldığın her nefesin;
    Mezarlar konuşurken..Daha Kur’ân ne desin !

Malın, mülkün, şöhretin, dünyada herşeyin var;
Ya dünyadan Rabb’ine, götürecek neyin var?
Bana yeter diyorsan, şu üç günlük îtibar;
    Bir dördüncü gün var ki; çok çetindir bilesin,
    Bunlar masal diyorsan.. Daha Kur’ân ne desin !

Âyet diyor ki; eğer, dağa inseydi Kur’ân;
Paramparça olurdu.. Dağ Allah korkusundan.
Hangi insan durup da, ibret almaz ki bundan?
    Sen ki, bir dağ yanında, ne kadar da cücesin,
    Haddini bilmen için.. Daha Kur’ân ne desin !


O münezzeh ruhundan, ruh vermekle insana;
Erişilmez bir şeref, bahşetti Allah sana,
Ne kadar sevdiğini, buradan anlasana !
    Sen ki; taparcasına, kendine kul kölesin,
    Nefsini put yapana.. Daha Kur’ân ne desin !
Bir gün var ki; çok yakın, dağların yürüdüğü,
Göklerin, güneşleri önünde sürüdüğü,
Kâinatı toz duman, dehşetin bürüdüğü;
    Kıyâmet senaryosu, oyun değil bilesin;
    Hâlâ ürpermiyorsan.. Daha Kur’ân ne desin !


O büyük mahkemede, bütün diller susacak;
Konuşacak bu defa, göz, kulak, el, kol, bacak.
Uzuvlar birer birer, haramları kusacak;
    Açılacak önünde, defterleri herkesin;
    Kendine gelmen için.. Daha Kur’ân ne desin !

O gün, buyruk verenler, buyruğa baş eğecek,
Cehennem öfkesinden, köpürüp kükreyecek,
Ve doldun mu dedikçe, daha yok mu diyecek;
    Yandıkça o deriler, değişecek bilesin;
    Hâlâ secde yok ise.. Daha Kur’ân ne desin !

Gör ki, dünya sırtında, nice insan taşıyor;
Kimi yaşarken ölmüş, kimi ölmüş yaşıyor.
Kimi Arş-ı Âlâ’ya dolu dizgin koşuyor;
    İşte Cennet.. İşte sen.. Gayret et ki giresin;
    Ey Eşref-i mahlûkat ! Daha Kur’ân ne desin !

 Cengiz NUMANOĞLU-2002