İslam'da Selâ

"Diyanet, geçen hafta yaşadığımız darbe girişimi sırasında bütün camilerde sabaha kadar selâ verdirdiği için bir kesim rahatsız oluyor...Bu yüzden birkaç yerde küçük hadiseler çıktı ama tepkilerin utanmazı İzmir’de yaşandı: Selâdan hoşlanmayan ikisi kadın biri erkek üç genç Narlıdere ilçesindeki Kutlu Yalmaç Camii’ni basıp belki babalarından da yaşlı olan müezzini tartakladılar ve sonra da gözaltına alındılar...Sosyal medyada yapılan yorumlarda bazı kişilerin tepelerinde uçan F-16’ların sesinden değil de selâdan rahatsız olduklarını herhalde farketmişsinizdir...


Üstelik “Diyanet selâ okunması talimatını hangi akla hizmet için verdi?” diyenler sadece bunlardan ibaret değildi, bazı gazetelerin internet sitelerinde de “Nereden çıktı bu selâ?” tarzında haberler vardı...Bir gazeteci olarak ifade etmem zor ve belki de ayıp olacak ama söylemeden edemeyeceğim: Basınımızın günümüzdeki en önemli özelliklerinin başında, Türkiye’nin Müslüman bir memleket olduğunun bir türlü farkına varamamış olması gelir!Camilerin cuma namazı cemaatine dar gelmesi yüzünden namazın asırlardır sokaklara taşması basınımızı sanki yeni bir hadise imişcesine şaşırtır, ezanın hoparlörle okunması bazı hassas kulakları rahatsız eder, hele Kurban Bayramı geldi mi bir “kan” ve “katliam” tartışmasıdır başlar...

ÇOK ÖRNEĞİ VAR!
Hem basının, hem de halkın dar bir kesiminin hissettiği rahatsızlıkların sebebi işte budur, yani Türkiye’nin dininin ne olduğunun pek hatıra gelmemesidir.Aynı tuhaflık ve rahatsızlık camilerde selâ verilmesi sırasında da yaşandı ve arkasından da mâlûm tepkiler geldi...Dolayısı ile bazı çevrelerin pek anlamadıkları “selâ”nın ne olduğunu ve minarelerden devamlı şekilde selâ verilmesinin geçmişteki birkaç örneğinden sözedeyim:

Arapça aslı “salâ” olan “selâ”nın ilk mânâsı “namaz”dır, dua anlamına da gelir, zamanla Hazreti Muhammed’in övülüp şefaatinin istendiği dinî bir musiki hâlini almıştır. Selâ bayram sabahlarında, cuma gecelerinde, cuma namazlarının öncesinde, kandillerde ve cenazeler kaldırılmadan verilmiştir ve verilmektedir.
Selânın bir diğer özelliği halkı önemli olaylardan, özellikle de büyük hadiselerden haberdar etme vasıtası, yani bir gelenek olmasıdır. Ânî hadiseler, felâketler yahut büyük zaferler halka sadece bizde değil, bütün İslâm dünyasında asırlar boyunca selâ ile duyurulmuş, millet birşeyler olduğunu minarelerden verilen selâlar sayesinde öğrenmiş ve selâ “şevki canlı tutma” vazifesi de görmüştür.
İşte, daha eski devirlere uzanmadan, son iki-üç asırda günler boyunca verilen ve tarih kitaplarında ayrıntıları ile anlatılan birkaç selâ: 1703’te patlayan ve İkinci Mustafa’nın tahttan indirilmesi ile neticelenen “Edirne Vak’ası” sırasında Edirne ile İstanbul camilerinin minarelerinden günlerce selâ verilmiş, aynı selâlar 1730’da yaşanan Patrona İhtilâli’nin başlamasından itibaren işitilmişti...

GÜNLERCE DEVAM ETMİŞTİ...
Bundan 25-30 sene öncesine kadar hayatta bulunan nesil gayet iyi hatırlardı: 1914’te ve 1919’da günlerce aralıksız selâlar verilmişti: Birinci Dünya Savaşı’na girişimizin hemen ardından çıkartılan cihad fetvasının 14 Kasım 1914 günü Fatih Camii’nde okunması sırasında sadece İstanbul’un değil, imparatorluğun haber verilebilen hemen her yerinde minarelerden yirmi dört saat boyunca selâlar yükselmiş, aynı selâlar İzmir’in işgal edildiği 15 Mayıs 1919’da yine gün boyunca işitilmiş ve halk Yunan işgalinden selâlar vasıtasıyla haberdar olmuştu.1974 Temmuz’undaki Kıbrıs Harekâtı’nın başlamasının ardından minarelerden yine selâların yükseldiğini gayet iyi hatırlarım!Bağdat’ı da öyle... Amerikan birliklerinin 3 Nisan 2003’te havaalanı üzerinden Bağdat’a girmelerinin hemen ardından, şehirde tank, top ve makineli tüfek tarrakaları ile beraber selâlar da işitilmişti. Ama bu selâların niçin, yani “Saddam’dan çok şükür kurtulduk” mu yoksa “Devlet elden gitti, işgale uğradık” maksadıyla mı verildiğini o zaman da anlayamamıştım, bugün de bilemiyorum.
Bütün bu tatsızlıkların son bulmasının tek bir yolu vardır: Basının ve milletin bir kesiminin uzayda yahut Kafdağı’nın arkasında değil, Türkiye’de yaşadığımızı hatırlaması!"
Murat BARDAKÇI-20/07/2016
http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/1269057-sela

15 Temmuz 2016

İstanbul'daki Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nün  ordu içinde kümelenmiş bir güruh olan darbe taraftarı (FETÖ/PDY) rütbeli ve rütbesiz askerleri tarafından kapatılması ile başlayan karanlık darbe girişimi sürecinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi içerisinde milletvekillerinin de bulunduğu bir sırada, havadan uçaklarla bombalanmış; darbeciler tarafından kaçırılaran helikopter ve tanklarla masum halkımızın ateş altına alınmasıyla da vatandaşlarımız vatanını milletini savunurken şehit olmuş veya yaralanmıştır.
Bu karanlık gecede milletimiz; imanından aldığı kuvvetle olanca gücüyle darbecilere karşı direnmiş ve emsali görülmemiş bir direnişe ve dirayete imza atmıştır. İnsanlıktan nasipsiz darbeciler de pervasızca kendi halkına ateş etmişler, tanklarla arabaları ve insanlarımızı ezerek öldürmüşlerdir. Böyle büyük acıların yaşandığı bu gece hafızalarda silinmez izler ve acılar bırakmıştır. Onca şehitin acısı yurdun pek çok yerine bir kor ateşi gibi düşmüştür. Halkımızın; darbeye destek vermeyen ordumuzun şanlı askerleri ve bu vatanın evlatları olduğunu unutmayan polislerimizle birlikte eşsiz bir mücadele ile püskürttüğü bu acımasız darbe ve işgal girişimi, tüm dünyada büyük bir yankı uyandırmıştır. Türk milletinin bir ve beraber olma iç güdüsünün, nasıl büyük bir duygu olduğu bir kez daha tüm dünya tarafından görülmüştür. Cumhurbaşkanımızın çağrısıyla, Aziz milletimizin meydanlara çıkarak gösterdiği metanetli duruş sayesinde, halkımız; iradesine ve demokrasiye sahip çıkarak darbecilere karşı bu milletin kolay kolay teslim alınamayacağı göstermiştir.
 
Yüce Allah bir daha bu ve buna benzer acıları güzel vatanımızda yaşatmasın. Arkamızdan tuzak kuran, hileye başvuran, türlü türlü oyunlar kuranları da kahr-u perişan etsin. Bizimle birlikte gözüküp de arkamızdan iş çeviren hainlere, münafıklara, teröristlere, fitne ve fesat tohumları ekenlere fırsat vermesin. Beraber yaşama duygumuzu, birliğimizi ve dirliğimizi asla bozmasın. Bize karşı oynanan tüm oyunları ve tuzakları boşa çıkarsın inşallah. Unutmayalım ki; "Hani bir vakitler, o kâfirler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı da, onlar tuzak kurarken Allah da karşılığında tuzak kuruyordu. Öyle ya, Allah tuzakların en hayırlısını kurar."(Enfal/30) buyuran Rabbimiz bizi bu desiselere ve oyunlara karşı yalnız bırakmayacak ve bizde bu iman olduğu müddetçe nusretini ve yardımını bizden esirgemeyecektir. Bu vesile ile "15 Temmuz 2016 günü akşam saatlerinde başlayan menfur darbe ve işgal teşebbüsü neticesinde,  ülkesine ve tüm değerlerine ihanet eden darbeci hainler tarafından açılan ateş sonucunda hayatını kaybeden ve şehitlik mertebesine erişen tüm kardeşlerimize, Allah'tan rahmet diliyorum. Allah bu kardeşlerimizin şehadetlerini kabul etsin inşallah. Yüce Yaradan; bir daha böyle acı bir günü ülkemize göstermesin. (Amin)

 
 



Tıkandı Baba Hikayesi

Bir nükte olarak söylenen "Vermeyince Mabud neylesin Mahmud" sözünün hikayesi hakkında şöyle bir hal nakledilir. Osmanlı devleti zamanında Sultan Mahmud kıyafet değiştirip, beraberinde sadrazam ve birkaç muhafız ile halkı teftişe çıkmış. Dolaşırken bir kahvehaneye girip ot urmuşlar. Bakmışlar müşteriler kahvehaneciye seslenip duruyor: "Tıkandı Baba, çay getir"; "Tıkandı Baba kahve getir". Tıkandı Baba lakabı Sultan Mahmud'a ilginç gelmiş. Merak edip kahvehaneciyi çağırmış. Kahvehaneci gelince:
- Baba sana neden "Tıkandı Baba" derler? Hele otur da anlat, demiş. Tıkandı Baba başlamış anlatmaya:
- Ben bir gece, bir rüya gördüm. Rüyamda tanıdığım tüm insanların bir çeşmesi vardı ve hepsinin çeşmesinden oluk oluk su akıyordu. Benim de bir çeşmem vardı fakat benim çeşmemdeki su ip gibi akıyordu. Sonra ben; "Keşke benim çeşmem de onlarınki kadar aksa" diye içimden geçirdim. Sonra yerden bir çomak alıp suyun geldiği oluğu dürtmeye başladım. Ben oluğu dürterken çomak kırıldı ve ip gibi akan suyum damlamaya başladı. Bu sefer ben; "Keşke çeşmem diğerlerininki kadar olmasa da, bari eskisi kadar aksa" diye içimden geçirdim ve oluğu kurcalamaya devam ettim. Ben uğraşırken suyun geldiği oluk tamamen kırıldı. Az önce damlayan suyum, tamamen kesildi. Ben yine uğraşmaya devam ediyordum ki, o sırada bir melek göründü; bana "Su Tıkandı artık, Artık uğraşma!" dedi. O gün bu gündür bu rüyamı kime anlattıysam adım "Tıkandı Baba'ya çıktı. Hangi işe elimi attıysam olmadı. Şimdi de burada çaycılık yapıp zar zor geçinmeye çalışıyorum.
Tıkandı baba'nın anlattıklarından etkilenen Sultan Mahmud, muhafızlarına; "Bundan sonra her gün bu adama bir tepsi baklava getirin; her baklava diliminin altına da bir altın koyun." diye emir vermiş. Hemen ertesi gün askerler ilk tepsi baklavayı getirip, Tıkandı Baba'ya teslim etmişler. "Padişahımızdandır" diyerek...
Tıkandı Baba baklavaya sevinmiş. "Ne zamandır tatlı yemişliğim de yoktu" diye içinden geçirmiş. Almış tepsiyi tutmuş evinin yolunu. Yolda düşünmüş kendi kendine; "Yahu ben bir canıma nasıl yerim bir tepsi baklavayı? En iyisi ben buna hiç dokunmadan satayım."
Tıkandı Baba işlek bir yol kenarına kurmuş tezgâhını başlamış; "Taze baklava! Taze baklava!" diye bağırmaya... Bu sırada yoldan geçen bir Yahudi baklavaya talip olmuş. Üç aşağı beş yukarı anlaşmışlar, Yahudi baklavayı alıp gitmiş... Tıkandı Baba baklavadan kazandığı ile ihtiyaçlarının bir kısmını karşılamış.
Yahudi baklavayı evine götürmüş. Bir dilim atmış ağzına... Fakat dişine bir şey değmiş... Bu nedir diye bir bakmış ki; altın. Ve baklavanın her diliminin altında bir tane altın... Yahudi bu duruma anlam veremese de ertesi gün tekrar aynı yere gitmiş ki; aynı adamı görür müyüm diye... Bakmış ki adam orada... Demiş ki; "Sen her akşam burada olacaksan, biraz indirim yap da ben her akşam alayım bu baklavaları senden." Tıkandı Baba kabul etmiş ve her akşam baklavayı Yahudi'ye satmaya başlamış.

Sultan Mahmud, bir ay baklava gönderdikten sonra; "Bakalım Tıkandı Baba şimdi ne durumda?" deyip adamlarıyla beraber tutmuş kahvenin yolunu. Fakat bu kez kıyafet değiştirmeden... Sultan Mahmud bakmış ki; Tıkandı Baba aynı tas aynı hamam. Ne uzamış ne kısalmış. Yine aynı kahvehanede, ekmek kavgasında... Sultan Mahmud, Tıkandı Baba'yı yanına çağırtıp sormuş: - Tıkandı Baba sana yolladığım baklavaları almadın mı? Tıkandı Baba biraz mahcup: 
- Geldi hünkârım, demiş. Ben de satıp ihtiyaçlarımı giderdim. Duacınızım.
Sultan Mahmud, bunu duyunca tebessüm etmiş. "Anlaşıldı Tıkandı Baba, sen gel bakalım benimle" demiş. Birlikte sarayın yolunu tutmuşlar. Saraya varınca Sultan Mahmud, Tıkandı Baba'yı doğruca hazine odasına götürmüş. Sultan Mahmud, Tıkandı Baba'nın eline bir kürek tutuşturup:
- Baba daldır bakalım küreği istediğin yere... Küreğin üzerinde ne kalırsa senindir, demiş.
Bunu duyan Tıkandı Baba öyle heyecanlanmış ki; küreği ters tuttuğunu fark etmemiş bile... Hızla küreği daldırıp çıkarmış ama ne çare? Kürek ters olunca üzerinde bir tanecik altın kalmış o da düştü düşecek... Derken o da düşmüş.
 
Sultan Mahmud: - Baba, demiş. Senin buradan nasibin yok! Sen şu bizim askerleri takip et. Onlar ne derse yap. Tıkandı Baba boynunu büküp düşmüş askerlerin önüne... Sultan Mahmud askerlerden birini yanına çağırmış:
- Bu adamı alın Üsküdar'a götürün, demiş. Deyin ki; baba bir taş seç. Seçtiği taşa karışmayın. Sonra deyin ki; seçtiğin taşı fırlat. Tıkandı Baba taşı ne kadar uzağa atarsa; durduğu yerden taşı attığı yere kadar ona verin.
Askerler Tıkandı Baba'yı alıp Üsküdar'a götürmüş. Demişler ki baba bir taş seç. Tıkandı Baba sormuş "Ne için ki?" diye ama askerler bir şey söylememiş. Tıkandı Baba; şu büyüktü, şu küçüktü, şu yamuktu derken kocaman bir kayaya sarılmış demiş ki seçtiğim taş budur. Askerler demiş ki; "Baba sen şimdi bu taşı fırlat, ne kadar uzağa atarsan o kadar yer senindir." Bunu duyan Tıkandı Baba heyecanla seçtiği taşa atılmış, güç bela yerden kaldırmış. Fakat taşın ağırlığını direyemeyip elinde taş olduğu halde sırtüstü devrilmiş. Taş da üzerine düştüğünden oracıkta can vermiş.
 Askerler gidip durumu Sultan Mahmud'a anlattıklarında, Sultan Mahmud o meşhur sözünü söylemiş:
- Vermeyince Mabud, neylesin Mahmud?

Osmanlı Türkçesi olarak da "Tıkandı Baba" Hikayesini aşağıdaki bağlantıdan okuyabilirsiniz.

Tatil Nedir?

Tatil kavramı; ekranların başında vakit öldürmek, boş boş gezmek ve sadece oyun/eğlence anlamında bir kavram değildir. Elbette uzun yaz tatil dönemleri ve ara tatiller, kişilerin bedenen ve zihnen dinlenme zamanıdır.  Lakin bu "dinlenme" vakitlerin boşa harcanmasına, amaçsız bir şekilde heba edilmesine sebep olmamalıdır. Esasında herşeyi vaktinde ve düzenli olarak yaptığımız zaman, stres ve kaygıdan uzaklaşarak yaratılış amacımıza uygun bir hayata sahip olabiliriz. İslam dini, asla boş kalmayı ve tembelliği kabul etmez. Kur’ân-ı Kerîm’de Peygamber efendimize hitaben: “O halde önemli bir işi bitirince hemen diğerine koyul!” [İnşirah Suresi/7] buyrulmaktadır. Âyet-i Kerime, bir iş tamamlandığında boş kalarak dinlenilmesini değil, bilakis insana fayda veren farklı bir işle meşgul olunmasını emrediyor. Kur’an-ı Kerim'de zikredilen ve tavsiye edilen dinlenme çeşidi bu şekildedir. Kur’an-ı Kerim'in "insanın başıboş olarak dünyaya gönderilmediğini" [Kıyamet Suresi/36] ifade ettiği biçimiyle, kamil insanın “tembellik ve boşluk” anlamlarına gelen "tatil" (عطله) kelimesi ile bağdaştırılabilecek herhangi bir yönü yoktur. Bir işi bitirdiğiniz zaman eğer dinlenmek istiyorsak; boş ve âtıl kalarak değil, iş değişikliği yaparak veya başka bir işle meşgul olarak ancak kamil manada dinlenebiliriz
 
Zaman, en kıymetli hazinemizdir. Peygamber efendimiz (s.a.v), "İnsanın en çok aldandığı iki şeyin, sağlık ve boş vakit olduğunu" bildirmiştir. (Bkz. Zamanı Verimli Kullanmak) Zamanın ve sağlığın kıymetini bunları kaybettiğimizde ancak anlarız. Zaman, biz insanlar için büyük bir hazinedir. Bu nedenle asla boş geçirilmemeli ve her anı iyi ve güzel hasletlerle doldurulmuş olarak yaşanmalıdır. Tatil dönemleri de zamanın değerlendirilmesi açısından oldukça önemli günlerdir. Kendimizi her alanda yetiştirebilmenin yollarını, tatil dönemlerini fırsat bilerek, iyi bir programlama ile sağlayabiliriz. Tatil zamanlarında, kendimizi maddi ve manevi olarak geliştirici faaliyetlerde bulunarak, beyin tembelliğine düşmemiş oluruz. Tatil dönemlerinde; geçmiş konularımızı/derslerimizi tekrar edebiliriz. Çeşitli alanlarda kendimizi daha çok geliştirebilmek için farklı kitaplar okuyabiliriz. Bedensel sağlığımızı koruyabilmek için sportif faaliyetler yapabiliriz. Allah'ın emrettiği (sıla-ı rahim) akraba ziyaretlerini gerçekleştirebiliriz. Dünyanın çeşitli yerlerinde yaratılmış güzellikleri müşahede edebilmek için  tefekkür seyahatleri düzenleyebiliriz. Manevi anlamda ruhen sağlıklı kalabilmek için her zaman hayatımızda öncelikli olması gereken, dini terbiye ve dini eğitim gibi faaliyetlere daha çok ağırlık verebiliriz. Böylece yeni çalışma dönemine-öğrenciler için yeni ders dönemine- tatil sonrası daha donanımlı, bedensel ve ruhen daha zinde olarak başlayabiliriz. 
Tatil; aynı zamanda yoğun bir çalışma temposundan sonra insanların dinlenip yeni çalışma dönemine hazır olarak girmesi için gezme ve yeni birikimler elde etmek amacıyla önceden veya anlık olarak planlanıp yapılan etkinlik ve fırsatları değerlendirme organizasyonudur. Tatilin bu anlamına binaen her insan yoğun iş temposundan sonra tatil yapmayı ister. Ülkemizde de genellikle tatil denilince okulların kapanması ile birlikte yaz dönemi akla gelir. Yaz sezonu gelince tatil planları yapılıp, sahil kentlerine doğru büyük bir göç başlar. Elinde parası olan veya olmayan herkes bir şekilde bu düzene ayak uydurup ne pahasına olursa olsun tatilini yapmak için çaba gösterir. Tatil için yollara düşüldüğünde, küçücük tatil beldelerinde haddinden fazla nüfus patlaması olur. Yollar tatilcilerin arabaları ile dolup taşar.

Böyle bir ön girişten sonra bu yazımızda tatilin ne anlama geldiğini, tatilden anladığımız yanlışlıkları göstermeye ve tatilciler olarak tatil anlayışımızda var olan eksikliklerimizi yüzeysel fotoğraf kareleri ile irdelemeye çalışacağız.

Trafik Meselesi: Öncelikle yollarda trafik sıkıntısını çekerek tatiline adım atan  tatilcilerimizle işe başlayalım. Trafik çilesi, zaman zaman insanları tatile çıktığına pişman eder hale getirir. Yollarda hoş olmayan trafik çilesi ve görüntüleri oluşturabilir. Araçlar, gelişigüzel park edilerek başkalarının yolu kullanma hakları, bu vesileyle gasp edilebilir, çoğu zaman tatil yolları ulaşımı aksatır hale gelir.


Konaklama meselesi: Malum otel ve pansiyon fiyatları bütçelere göre pahalı olunca kalınacak yer bulmakta epey sıkıntı yaşanıyor. Tatilde kalma sorununa çoğu tatilcimiz kendi imkanları ile çare arayıp orijinal fikirler üretebiliyor. Park ve bahçeler, tatilciler vasıtasıyla kamp alanı haline getirilerek, çadırlar eşliğinde hoş olmayan görüntülere eşlik edebiliyor. Çadırları olmayanlar da ulu-orta yollara ve parklara serilerek, açık hava otellerine dönüşen garip görüntüler sergiliyorlar.



Çevre ve Temizlik: Tatilde konaklama planlarını halleden tatilcilerimiz, maalesef çevreye de gereken önemi gösteremiyorlar. Etrafa yedikleri içtikleri malzemelerin çöplerini atarak, büyük çevre kirliliğine sebep oluyorlar. Bu kirlilik konusunda tatil için gittikleri bölgelerin yerel gazetelerinde ve yerel/ulusal TV bültenlerinde haber olmakla, hafızalarda kötü bir şekilde yer ediniyorlar.


Örnek Basın Haberi: Bu sabah saatlerinde uyanıp denize gitmek için sahile inen Alanyalı vatandaşlar gördüklerine inanamadı. Sahilde karşılaştığımız ve bu rezilliği gören bazı Alanyalı vatandaşlar sorularımız karşısında şunları söyledi; "Biz bırakın yüzmeyi gördüklerimiz karşısında deliye döndük. Alanya şehir merkezi pislik içinde, o pislikte halen içmeye ve pisliklerini yaşamaya devam eden yerli tatilciler var." Bir diğer vatandaşımız ise; "Milli eğitim bakanlığından özel ricamdır. Okullarda artık temizlik , tatil adabı ve insan olma dersi verilmeli." dedi.     http://www.alanyagazetesi.com/gundem/yerli-tatilciler-alanya-yi-mahvetti-h4067.html] 


Sahiller: Havaların aşırı sıcak olması tatil için gelen vatandaşları öyle bunaltıyor ki doğal olarak denizlere ve havuzlara akın ediliyor. Denizlerde adım atacak bir yer bulmak bazı zamanlarda gerçekten de zor olabiliyor. Tabi denizlere yüzmenin yanında gözlerini haram ile meşgul etmek için gidenler de oldukça fazla maalesef. Oysa Kuran-ı Kerim'de "Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır." (Nur Suresi-30)  buyrularak aslında nasıl bir anlayışla hareket edilmesi gerektiği bizlere ifade ediliyor. Yüzmek, çok önemli ve vücuda çok da faydası bulunan bir spordur. Bu sporu yapmak için, gözlerimizi haram ile meşgul etmek, hiç şüphe yok ki ebedi hayatımızı tehlikeye atacaktır.



İsraf Boyutu: İşin bir de yeme içme boyutu var ki, bu durum akıllara zarar hale gelebiliyor. Otellerde kalan şanslı tatilciler, 'herşey dahil' uygulaması gereğince açık büfe olarak sunulan yemekleri, maalesef israf boyutuna varan bir uygulamaya dönüştürüyorlar. 
"Ey Âdemoğulları! Her mescitte ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin). Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez." (Araf Suresi-31)

Yukarıdaki Ayet-i Celile'nin hiç muhatabı olmamış veya hiç böyle israfla ilgili toplumsal uyarıları hiç dikkate almayan bazı tatilciler, israfta öyle ileri gidiyorlar ki çok vahim boyutlarda müsriflik yapıyorlar. Alttaki fotoğrafta yer alan iki farklı masa, aynı otelde bulunan farklı yemek masalarından çekilmiştir. İsraf edenlerin fotoğraf karesi, dünyada açlık içerisinde olan insanlar düşünüldüğünde ibretlik durumumuzu net olarak anlatıyor. Otellerde ve lokantalarda, aşağıdaki fotoğraflara benzer şekilde, her gün gerçekleşen israfın maalesef haddi hesabı yoktur.



Son olarak; tatilin sınırsız bir eğlenme, haz ve zevk aracı olarak görülmesi biçiminde olan bencil yapısal anlayışı,  derhal ve kati surette terkedilip, tatilin esas amacı olan dinlenme, yenilenme, ataletten uzaklaşma, farklı yetenekleri geliştirme ve enerji depolama hüviyetlerine dönüştürülmesi gerektiğini hatırlatmak istiyorum. 
"Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki; Allah, onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır."(Nur Suresi-30) "İnsan, kendisinin başı boş bırakılacağını mı sanır?" (Kıyamet Suresi-36)  
Haram fiilleri işleyerek, vücut dinlenip rahatlayamaz. Bu nedenle gerçek manada tatil için Allah'ın koyduğu emir ve yasaklara göre hareket edilip, haddi aşmadan eğlenme boyutunda tatilimizi geçirmeliyiz. Herkese bu düşünceler eşliğinde iyi tatiller diliyorum.

08/07/2016
Kadir PANCAR

Daha Kur'an ne desin!

Ey insan! Yaşıyorken, hem de Kur’ân çağında;
Çırpınıp duruyorsun, cehâlet batağında.
Kalbin katı, gözün kör, başın kibir dağında
    Kur’ân sana gel diyor, bak bendedir adresin,
    Ey eşref-i mahlûkat ! Daha Kur’ân ne desin !

Özgürce seçmen için, iki yoldan birini;
Apaçık bildiriyor, bütün âyetlerini.
Ya Peygamber, ya şeytan.. Seç diyor rehberini;
    Öyle seç ki; sırattan rüzgar gibi geçesin,
    İlle şeytan diyorsan.. Daha Kur’ân ne desin !


Ya Cennet bahçesidir, ya ateştir o mezar,
Mekân var mı dünyada, öyle derin, öyle dar?
Hiçbir şey yakın değil, insana ölüm kadar.
    Diyor ki; hesabı var, aldığın her nefesin;
    Mezarlar konuşurken..Daha Kur’ân ne desin !

Malın, mülkün, şöhretin, dünyada herşeyin var;
Ya dünyadan Rabb’ine, götürecek neyin var?
Bana yeter diyorsan, şu üç günlük îtibar;
    Bir dördüncü gün var ki; çok çetindir bilesin,
    Bunlar masal diyorsan.. Daha Kur’ân ne desin !

Âyet diyor ki; eğer, dağa inseydi Kur’ân;
Paramparça olurdu.. Dağ Allah korkusundan.
Hangi insan durup da, ibret almaz ki bundan?
    Sen ki, bir dağ yanında, ne kadar da cücesin,
    Haddini bilmen için.. Daha Kur’ân ne desin !


O münezzeh ruhundan, ruh vermekle insana;
Erişilmez bir şeref, bahşetti Allah sana,
Ne kadar sevdiğini, buradan anlasana !
    Sen ki; taparcasına, kendine kul kölesin,
    Nefsini put yapana.. Daha Kur’ân ne desin !
Bir gün var ki; çok yakın, dağların yürüdüğü,
Göklerin, güneşleri önünde sürüdüğü,
Kâinatı toz duman, dehşetin bürüdüğü;
    Kıyâmet senaryosu, oyun değil bilesin;
    Hâlâ ürpermiyorsan.. Daha Kur’ân ne desin !


O büyük mahkemede, bütün diller susacak;
Konuşacak bu defa, göz, kulak, el, kol, bacak.
Uzuvlar birer birer, haramları kusacak;
    Açılacak önünde, defterleri herkesin;
    Kendine gelmen için.. Daha Kur’ân ne desin !

O gün, buyruk verenler, buyruğa baş eğecek,
Cehennem öfkesinden, köpürüp kükreyecek,
Ve doldun mu dedikçe, daha yok mu diyecek;
    Yandıkça o deriler, değişecek bilesin;
    Hâlâ secde yok ise.. Daha Kur’ân ne desin !

Gör ki, dünya sırtında, nice insan taşıyor;
Kimi yaşarken ölmüş, kimi ölmüş yaşıyor.
Kimi Arş-ı Âlâ’ya dolu dizgin koşuyor;
    İşte Cennet.. İşte sen.. Gayret et ki giresin;
    Ey Eşref-i mahlûkat ! Daha Kur’ân ne desin !

 Cengiz NUMANOĞLU-2002