Bu yazı, uzun içerikli bir yazıdır; isterseniz yazının PDF halini görüntülemek için bağlantıya tıklayabilirsiniz. "Zalimleri Çarpan Müthiş Sayha" - Kadir PANCAR"
Sayha kelimesi hakkında daha detaylı bir fikir sahibi olabilmek için, Semud ve Medyen halklarının helakinden söz eden ilgili ayetleri, çeşitli tefsirlerden incelemeye çalışalım. Öncelikle Semud kavmi hakkında biraz bilgi verelim.
Semud kavmi, Arabistan’ın Ad kavminden sonra gelen ve Hz. Salih’in peygamber olarak gönderildiği eski bir Arap toplumunun adıdır. Nuh’un oğlu Sam’ın soyundan gelen ve dedeleri Semud’un adıyla anılan kavim, Suriye ile Hicaz arasında, Hicaz demiryolunun da geçtiği sarp kayalıklara sahip vadinin olduğu, Medine ve Tebük şehirleri aralığında bulunan muhkem dağlarla çevrili, Hicr bölgesinde yaşamışlardır. Kur’an-ı Kerim’de ‘Ashabü’l-Hicr’ şeklinde geçen tanımlamanın, Semud kavmini işaret ettiği tefsir alimleri tarafından rivayet edilmiştir.[1] Ashab-ı Hicr halkının, Semud kavmiyle Hicr suresinde 80-83. ayetlerinde zikredilen yaşayış benzerliği de rivayetin sahihliğini göstermesi açısından önemlidir. “Kuşkusuz Hicr halkı da peygamberleri yalancılıkla suçladılar. Oysa onlara ayetlerimizi de gönderdik, fakat bunlara sırt çevirdiler. Onlar, güvende olmak üzere dağları oyarak barınaklar yaparlardı.” (Hicr suresi/80-83) Peygamber efendimizin Tebük Seferi’ni anlatan hadislerde de Hicr bölgesinin Semud toprakları diye tanımlanması (Buhari, “Enbiya”, 17; Müslim, “Zühd”, 40), ve Hicr’den geçerken, eskiden burada yaşayan insanların cezalandırılmış olmaları sebebiyle burada bulunan harabelere girilmemesini ve kuyularından su alınmamasını istediği rivayet edilmesi, (Buhari, “Meġāzî”, 81; Müslim, “Zühd”, 39, 40) o dönemde bu bölgenin Semud kavminin yaşadığı yer olarak bilindiğine de bir işaret niteliğindedir.
Deve
mucizesinde dikkat edilecek bir husus vardır. Hz. Salih'in (a.s.) mucizesi dişi
deveyi yalnızca bir kişi öldürdüğü halde (Nisa Suresi/27-29, Şems Suresi/12-14)
bütün kabile, bu öldürme suçunun ortağı sayılmıştır. Çünkü bütün kabile, öldüren
kişiye arka çıkmış, bu olayı desteklemiştir. Bir kişi tarafından işlenmiş olsa
bile, "emri bil maruf ve nehyi anil münker" ilkesinden hareketle, bir toplum tarafından
tasvip edilen veya bir toplumun iradesini yansıtan her suç, cemiyetin suçu
olarak görülmüş olup, halk bir bütün olarak cezalandırılmıştır.
Salih
peygamberin (a.s) tebliğ ile vazifeli olduğu halkın, deve ile olan imtihanını
kaybetmesi karşısında halkın maruz kalacağı azabı, Kur’an-ı Kerim aktarırken
farklı bir detay daha verir. Burada kavmin azap karşısında nasıl bir durumda
kalacağı, azabın hemen bir anda gelmeyeceği, onlara üç gün gibi bir mühlet
verildiği ifade edilerek, kavmin inkarı ve peygambere zulümleri karşılığında
katlanacakları netice ifade edilir.
“Ey
kavmim! İşte size mucize olarak Allah’ın gönderdiği deve. Onu bırakın Allah’ın
mülkünde otlasın. Ona kötülük etmeyin; sonra sizi, yaklaşan bir azap
yakalar." Fakat Semud kavmi, o deveyi hunharca öldürdü. Salih de, "Yurdunuzda
üç gün daha yaşayın!" dedi. Bu, asla yalan olamayacak bir tehdit idi. Emrimiz
gelince Salih’i ve onunla beraber iman edenleri, bizden bir rahmet olarak,
helâk olmaktan ve o günün zilletinden kurtardık. Şüphesiz rabbin kuvvetlidir,
üstündür. Zulmedenleri de o korkunç ses yakaladı, yurtlarında diz üstü çöküp
kaldılar. Sanki orada hiç oturmamışlardı. İşte böyle, Semud kavmi rablerini
inkâr etti. Vay Semud’un haline! (Hud Suresi/64-68)
Semud
kavminin helâkin üç günlük bir süre ile ertelenmesiyle ilgili olarak,
insanların vücutları üzerinde, birtakım değişikliklerin olduğu ve bu
değişikliklerin günlere göre; birinci gün inkârcıların yüzlerinin sarardığı,
ikinci gün kızardığı, üçüncü gün karardığı ve bu şekilde içeriden bir
bozulmanın ortaya çıktığı, üç gün tamamlandığında âsi kavmin tamamen yok olduğu
ibn Arabi tarafından belirtilmiştir. (İbn Arabî, s. 125).
İbn Kesir, mühlet süresi ve felaket ile biraz daha ayrıntıdan bahseder: “Onlar kararlaştırıp sözleşerek, Allah'ın peygamberi Salih'i öldürmek üzere geceleyin geldiklerinde; Allah Teala onların üzerine bir taş gönderdi ve Onlar Salih peygamberi öldüremeden önce bu taş, onların başlarını ezdi. Bekleme günlerinden ilki olan perşembe günü; Semud’un yüzleri, Salih (a.s.) in kendilerine vadettiği gibi sapsarı oldu. İkinci gün olan Cuma günü; yüzleri kıpkırmızı oldu. Faydalanma günleri olan üçüncü gün cumartesi idi, yüzleri karardı. Pazar gününe çıktıklarında, hepsi hareketsiz kaldılar ve Allah'ın intikamım ve azabını bekleyerek oturdular. Kendilerine ne yapılacağını, azabın nasıl geleceğini bilmiyorlardı. Güneş doğdu ve gökten üzerlerine bir sayha, altlarından da şiddetli bir sarsıntı geldi. Canları çıktı ve bir saat içinde hepsi helak oldu. (İbn Kesir Tefsiri, Hud/A’raf Suresi)
Salih
peygamberi yalanlayan kavim, başlarına gelecek azabı anladıklarında artık çok
geçti. Bu nedenle, Semud halkından bazıları Salih peygamberi verilen süre
dolmadan acilen öldürerek azaptan kurtulacakları varsayımına kapıldılar İnkarcıların
planları ve karşılaştıkları bu son, Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde nakledilir: "O
şehirde eşraftan dokuz kişi vardı ki, bunlar yeryüzünde fesat çıkarıyorlar,
iyilik etmiyorlardı. Onlar "Allah'ın adıyla" yeminleşerek dediler ki:
"Salih'i ve ailesini bir gece baskını ile öldürürüz. Sonra da yakınlarına:
"Biz onlar öldürülürken orada değildik; emin olun doğru söylüyoruz,
deyiveririz.” (Neml Suresi-49) "Onlar bize bir tuzak kurdu. Biz de
onların haberleri olmadan hilelerini alt üst ettik. İşte bak, onların
tuzaklarının sonu ne oldu? Onları da kavimlerini de, hepsini birden helak
ettik.” (Neml Suresi/50-51) Salih (as) ve inanan müminlerin, azap gelmeden
önce bu bölgeden Allah'ın rahmetiyle kurtularak, Musa Dağı diye bilinen bir
bölgeye geldikleri ve burada yaşamaya devam ettikleri rivayet edilir.
Semud
kavminin helâk ediliş biçimleriyle ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de; sarsıntı (الرَّجْفَةُ
) “recfe” (A’raf suresi-78), (الصَّيْحَةُ) sayha (Hûd suresi-67; Hicr
suresi-83; Kamer suresi-31) ve (صَاعِقَةُ) saika (Fussılet suresi-17;
Zâriyât suresi-44) kelimeleri kullanılmış ve bu şekilde cezalandırıldıkları
ve üç günün sonunda (Hûd suresi-65) toptan helâk oldukları
belirtilmektedir.
Kur’an-ı
Kerim’de “sayha (الصَّيْحَةُ ) kelimesi farklı
ayetlerde marife ve nekre olarak geçmektedir. Hûd/67, Hûd/94,
Hicr/73, Hicr/83, Mü’minûn/41, Ankebut/40, Yâsîn/29, Yâsîn/49, Yâsîn/53, Sâd/15,
Kâf/42, Kamer/31 surelerinde “sayha” kelimesi helak ile irtibatlı olarak
zikredilmiştir. Meal ve tefsirlerde genellikle yüksek ses, azap, eziyet, nara,
gürültü, kükreme, feryat, korkunç ses, bağırma, çığlık, haykırış, gibi
anlamlarda çevrilen sayha kelimesi, genellikle kavimlerin helaki ve kıyamet ile
ilişkilendirilmiştir. Özellikle Hud Kıssası, Semud Kıssası, Medyen ve Eyke
Halkı kıssalarında, kavimlerin helak edilmesinde “sayha” kelimesi
zikredilmiştir. ‘Sayha’ kelimesi, klasik tefsir alimleri tarafından genellikle
deprem, gök gürültüsü ve Cebrail (a.s) sesi olarak açıklanmıştır
Semud
kavmi ile ilgili ayetlerde geçen “sayha (الصَّيْحَةُ) kelimesi için mana: “Semud
kavmi şiddetli bir gürültüyle yok olup gitti.” şeklinde çevrilmekle
birlikte, A’raf suresinde kullanılan ve “deprem ve zelzele” anlamına gelen
“recfe” (الرَّجْفَةُ) kelimesinden dolayı mananın: “Semud halkı ‘çok
gürültülü bir deprem’ ile yok edildi” şeklinde de olabileceği de ifade edilmiştir. (Kur'an Yolu Tefsiri,
Hud Suresi-66) Helak sebebinin şiddetli bir deprem olması ya da
bulundukları bölgenin volkanik dağlara elverişli olması sebebiyle yanardağ
patlaması da olabileceği, çeşitli tefsir kitaplarında nakledilmiştir. Depremle
beraber deprem öncesinde büyük uğultulu bir sesin çıkmış olması da muhtemeldir.
Bütün bunlardan anlaşılan ansızın gelen bir ses azabının, bir patlama sesinin
karşılığında, korkunç bir sarsıntıyla, yerlerin/yurtlarının un ufak olup
yıkılması, kalplerinin parçalanıp oldukları yere yığılıp kalmaları ile devam
eden bir azap biçimi bizlere bildirilmiştir. Ayetlerde geçen “recfe” ve “sayha”
kelimelerinin aynı olay karşısında, farklı kelimeler olarak zikredilmesini, Fahreddin
Razi: “Çünkü sayha, "recfe" nin bir sebebi olmuştur. Buradaki sayha,
yer sarsıntısının sebebi olmuştur; çünkü, Cebrail (a.s)'in bir nara atıp, onun narasından
da yerlerin sallandığı söylenmiştir; ya da başka bir izahla bu ses, kalplerin
yerinden oynamasının bir sebebi olmuştur.” şeklinde yorumlamıştır. (Fahreddin
Razi, Hud Suresi)
İsmail
Hakkı Bursevi, ilgili ayetlerdeki aynı olayı helak sebebini de anlatarak, şu
şekilde nakletmiştir: “Rivayete göre, deveyi öldürdüklerinde yavrusu dağa kaçtı.
Salih (a.s.) onlara dedi ki: "Allah'ın azabını ve cezasını bekleyin." Kavim; "Bunun alâmeti nedir?" dediklerinde: "Perşembe günü sabahı
yüzleriniz sararmış; cuma günü kızarmış, sonra cumartesi kararmış olarak
sabahlayacaksınız. Sonra da pazar gününün erken saatlerinde size azap
gelecektir." şeklinde cevap verildi. Azap durumu, onlara peygamberlerinin açıkladığı gibi aynen olmuştur.
Derken onlara semadan, içinde her yıldırımın ve sese sahip olan her şeyin
sesinin bulunduğu bir çığlık, yerden de bir sarsıntı geldi ve göğüslerindeki kalpleri
parçalandı; onlardan büyük-küçük hiçbir şey kalmayarak helak oldu.
(Ruhul Beyan, İsmail Hakkı Bursevi, Hud Suresi) Buradaki tanımlamada, ‘Sayha’ kelimesi için sadece çığlık demekle
yetinilmeyerek, ‘içinde ses sahibi olan her şeyin sesinin mevcut olduğu bir
ses’ olarak nitelendirilmiş olması, ilgi çekici farklı bir yorumdur.
Ömer Nasuhi Bilmen tefsirinde helak edici sesin Cebrail’in (a.s) sesi olduğunu ifade ederek, ayette geçen ‘casimin’(جَاثِم۪ينَۙ) kelimesine de dikkat çekerek şöyle izah yapmıştır: “Ya Cibril (a.s)'ın yaptığı bir ses ile o inkarcı kavim hep birden helak oldular veya onlara sema tarafından müthiş bir ses gelmekle kalpleri parçalanarak hepsi de birden ölüp gittiler. (Artık yurtlarında dizleri üstüne çöküp bitmiş kimseler oldukları halde sabahladılar) hareketten, hayattan mahrum kaldılar, bu suretle dünyevî cezalarına kavuştular. “Cüsûm” lügatte sükûnet, hareketsizlik uyurken göğsü yere koymak manasınadır. “Câsimin” de: Yüzleri üzerine düşmüş, kimseler demektir. Sonra bu kelime ölürken hiçbir harekette bulunmamak yerinde kullanılır olmuştur. O halde "Câsimin" demek sanki hiç hayat sahibi değillermiş gibi ölürken bir harekette bulunamaz olan ve yüzleri, dizleri üzerine düşüp yıkılan kimseler demektir. (Ömer Nasuhi Bilmen Tefsiri/ Hud Suresi-67)
Fahreddin
Razi Tefsiri Kebir’de, Hud Suresindeki ilgili ayetleri tefsir ederken,
“zalimleri çarpan müthiş sayha” başlığı altında, çok geniş biçimde, farklı
nakilleri birleştirerek şu açıklamaları yapar: “Alimler, burada
bahsedilen sayhanın ne olduğu hususunda şu iki izahı yapmışlardır: 1) İbn Abbas
(r.a): "Bununla yıldırım kastedilmektedir" demiştir. 2) Sayha,
onların işitip de, böylece hepsinin kendisi sebebiyle öldüğü ve evlerinde,
meskenlerinde yüzüstü yıkılmış ölüler haline geldikleri büyük bir sestir,
çığlıktır. Ayette bahsedilen “câsimîn” tabirinin manası, onların diz üstü ve
yüz üstü düşmeleri anlamındadır. Rivayet olunduğuna göre Allah Teala
Cebrail'e (a.s), onların ölümüne sebep olacak bir nara atmasını emretmiştir. Bu
sayhayı bilfiil Allah'ın yaratmış olması da caizdir. “Sıyah (صيه)” kelimesi ise
ancak, ağızda ve boğaz içinde meydana gelen sese denilir. Eğer bu bizzat
Allah'ın yaratmasıyla ise, Cenâb-ı Hak bunu, bir canlının boğazında yaratmış
demektir. Yok, eğer bunu Cebrail (a.s) yapmış ise, bu onun, ağzında ve
boğazında meydana gelmiş demektir. Bunun böyle olduğunun delili; gök
gürültüsünün her türlü naradan daha kuvvetli ve tonlu olup, ne
"sayha" ne de "surâh" diye adlandırılmasıdır. Şimdi şayet,
"O sayhanın ölüme sebebiyet vermesinin sebebi nedir'?" denilirse biz
deriz ki, bu hususta şu izahlar yapılabilir:
1)Büyük bir nara ancak, havanın dalgalanmasını gerektirecek büyük bir şey bulunduğu zaman meydana gelir. Bu şiddetli dalga çoğu kez, insanın kulağını delerek geçer ve beyin zarını paramparça ederek ölüme yol açar. 2)Bu, çok korkunç bir şeydir; meydana geldiğinde, çok büyük bir dehşet hasıl olur. Ruhî hastalıklar şiddetlendiği zaman, ölüme sebebiyet verir. 3)Bu büyük sayha, buluttan neşet ettiğinde mutlaka onunla birlikte, yakıcı olan çok şiddetli bir şimşek de bulunur. İşte İbn Abbas (r.a)'ın "saika" dediği de budur. Daha sonra Cenâb-ı Hak "yurtlarına diz üstü çökenler oluverdiler..." buyurmuştur. Cüsûm kelimesi, dinmek, sükûnete ermek temektir. Nitekim kuş, yuvasına gecelediğinde denilir. Daha sonra Araplar bu kelimeyi, ölümden dolayı hareket edememe manasında kullanmışlardır. Böylece Allah Teala, helak olan kimseleri, helak oldukları andaki o hareketsizlikleri ile vasfetmiştir ki, buna göre sanki onlar hiç diri değillermiş manası kastedilmiştir. Cenâb-ı Hak "Sanki orada hiç olmamışlardı..." buyurmuştur. Yani, "Sanki onlar, orada hiç bulunmamışlardır" demektir. Bu fiilden iştikak etmiş olan kelime, canlının kendisinde ikamet ettiği yer demektir.” (Fahreddin Razi Mefatihul Gayb-Hud Suresi)
Büyük
Kur’an Tefsiri Hülasatül Beyanda, Mehmed Vehbi Efendi, aynı ayetin tefsirinde:
“Peygamberlerine iman etmedikleri sebebiyle nefislerine zulmeden kimseleri,
dehşetli sayha tuttu. Binaenaleyh; onlar sabah vakti evlerinde ölü olarak
bulundular…Velhasıl Semud kavminin sayhayla helakleri nass-ı Kur'an'la sabit
olup lâkin helakin keyfiyeti ihtilaflıdır. Bu ayet-i celile Semud kavminin,
kemâl-i süratle helak olduklarını beyan eder. Zira; bir gece içinde o beldede
hiç ikamet etmemiş gibi ölüvermek şiddetle ve tez vakitte helak olduklarına
açıktan delâlet eder.” (Hülasatül Beyan, Mehmed Vehbi Efendi, Hud Suresi/66-68)
izahını yaparken, ortaya çıkan sesin
mahiyeti konusunda tam bir birlikteliğin olmadığını vurgulamıştır.
Ayette
geçen (صَاعِقَةُ) “saika” kelimesine de kısaca değinmek yararlı olacaktır.
“saika” kelimesi sözlüklerde; “yıldırım”, “semadan gelen şiddetli ses”, “helak
edici bir azap”, “ölüm”, “nüzul ateşi”, “bulutları sevke vazifeli bir melek”, “sevk
eden”, “sürükleyip bir yere götüren hal ve sebep” gibi değişik manalarda yer
almaktadır. Kur'an-ı Kerim’de (صَاعِقَةُ) “saika” kelimesi; Hz. Musa kavminin
inançsızlıklarının ve zulümlerinin karşılığı olarak “…Bize Allah'ı apaçık
göster” demişlerdi. Zulümleri sebebiyle hemen onları yıldırım çarptı.” (Nisa
Suresi-153, ayrıca Bakara suresi-55) ve Semud halkının kibir ve
isyanlarının bir neticesi olarak “Onlar Rablerinin emrine karşı büyüklük
tasladılar. Bunun üzerine kendilerini, bakıp dururlarken yıldırım yakalayıp,
çarptı.” (Zariyat Suresi-44) şeklinde elim azabı belirtmek için
kullanılmıştır.
Ses
ile helak edilme akıbetine uğrayan kavimlerden biri de Medyen halkıdır. Medyen
şehri; Midyânîler denilen halkın Kuzey Arabistan-Suriye çölü civarlarında yaşadığı
bölgenin adıdır. Medyen isminin, Mısır’daki bir yer veya kabilenin adından
türetildiği de rivayet edilmiştir. Kur’an-ı Kerîm, Medyen’in işlek bir yol
üzerinde (Hicr suresi-79) olduğunu bildirmiştir. Medyen halkı,
ticaret, hayvancılık ve madencilik gibi alanlarda dünyalık işlerini yürütmüşlerdir. Medyen ve Eyke halkına peygamber olarak
gönderilen güzel ve tatlı dili ile ön plana çıkan Hatibül Enbiya Şuayb (a.s),
kavmini tevhid inancına, Allah’a inanmaya davet etmiştir. Şuayb (a.s), ayrıca
halkını, ölçü-tartıda adaletli olmak, alışverişte haksızlık yapmamak, ülkede
bozgunculuk çıkarmamak, tehditle insanları Allah yolundan alıkoymamak gibi (A’raf
suresi-85-86; Hûd suresi-84-87) tutum ve davranışlar konusunda da
uyarmıştır. Şuayb peygamber, bütün bu emir ve yasakları umursamayan halkını da
şiddetli bir azabın, yakın zamanda geleceği konusunda ikaz etmiştir. Uyarıları
dinlemeyen Medyen kavmi, “şiddetli bir deprem” (A’raf suresi-91; Ankebut
suresi-37) ve “şiddetli bir ses” (Hûd suresi-94), Eyke halkı ise
“gölge günü azabı” (Şuara suresi-189)” ile yok edilmiştir.
Medyen
halkı da birçok eski kavim gibi kendilerine tebliğ edileni inkar ettiler. “Eğer
onlar (inkarcılar) seni yalanlıyorlarsa, onlardan önce Nuh'un kavmi, Ad, Semud,
İbrahim'in kavmi, Lut'un kavmi ve Medyen halkı da (peygamberlerini)
yalanladılar. Musa da yalanlanmıştı. İşte ben o kafirlere süre tanıdım, sonra
onları yakaladım. Nasıl oldu benim onları reddim (cezalandırmam)! (Hac Suresi/42-44)
ayeti ile azgın kavimlerin akıbetleri ifade edilirken, Allah-ü Teala’nın bu
kavimlere zulmetmediği, bilakis bu halkların inkarları sebebiyle kendilerine
zulmettikleri, “Onlara kendilerinden evvelkilerin, Nuh, Ad ve Semud
kavimlerinin, İbrahim kavminin, Medyen halkının ve altüst olan şehirlerin
haberi ulaşmadı mı? Peygamberi onlara apaçık mucizeler getirmişti. Demek ki,
Allah onlara zulmedecek değildi, fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekte
idiler.”(Tevbe Suresi/70) ifade edilmiştir.
Medyen
halkı, Hud Suresi 94.ayette geçen, “sayha” kelimesi ile helak olmuştur. Medyen halkı, Şuayb (a.s) ile alay
ettiklerinde; bir sayha gelmiş ve onları tamamen susturmuştur. Medyen kavminin
helak edilişi, Kur’an-ı Kerim’de şöyle nakledilir. “Vakta ki emrimiz geldi.
Hem Şuayb, hem onun beraberinde iman etmiş olanları bizden bir rahmet olarak
kurtardık. Zulmedenleri ise korkunç bir ses yakaladı ve onlar yurtlarında diz
üstü çökekaldılar. Sanki onlar orada hiç
oturmamışlardı. Haberiniz olsun ki Semud rahmet-i ilâhiyyeden nasıl
uzaklaştıysa, Medyen'e de öylece bir uzaklık verildi" (Hud suresi-94-95)
Hz.
Abbas’tan ayetin tefsiri ile ilgili rivayet edilen yorumları incelediğimizde de
şu açıklamaları görürüz: “Zulmedenleri
ise korkunç bir ses/gürültü yakaladı" (Hûd Suresi/94) denilmiştir. Burada
onları yakalayan şey Cebrail'in (a.s) sesidir ve belki de o, şiddetli bir
depremin başlangıcıdır. Helâk olmaları, bazen yakın bir sebebe, bazen da uzak
bir sebebe isnad edilmiştir. Yer onları sarstı ve onlara şiddetli bir sıcaklık
isabet etti. Böylece üzerlerinde bir bulut yükseldi, ona doğru gidip ondan
rahmet istediler. Altına geldiklerinde Cebrail'in (a.s) narasıyla birlikte
onların üzerine azap akıttı." (Ruhul Beyan, İsmail Hakkı Bursevi, Hud
Suresi)
Elmalılı
Hamdi Yazır ilgili ayetin tefsirinde “sayha” kelimesini büyük bir depremle
ilişkilendirip, “Demek ki, müthiş bir çığlık ile zelzeleye yakalandılar.
Veya zelzeleye yakalandıkları için çığlıklar kopardılar. Diyarlarında,
oldukları yerde bir çöküntü gibi yığılıp kaldılar. Sanki o diyarda hiç
yaşamamış gibi oldular. Evet, o Medyen halkı defolup gitti, Semud'un defolup
gittiği gibi, zira Semud kavmi de böyle bir çığlık ve zelzele ile helak
edilmişti. Ancak deniliyor ki, Semud'un çığlığı üstlerinden, Medyen'in
çığlığı altlarından gelmişti.” şeklinde tefsir etmiştir.
Hicr
Suresinde Hicr halkı için de zikredilen: “Ama sonunda sabaha girerlerken
korkunç ses onları da yakaladı! Aldıkları tedbirin kendilerine hiçbir faydası
olmadı.” (Hicr Suresi/83-84) ayetinde geçen ‘sayha’ kelimesini, Elmalılı
Hamdi Yazır; aynı şekilde depremle irtibatlandırmış ve şöyle izah etmiştir: “Derken
bir sabah kendilerini o çığlık hemen yakaladı, azabın vaad olunduğu dördüncü
günün sabahı tepelerinde patlayan yok etme çığlığı ki, onu bir
deprem takip etmişti.” şeklinde ‘sayha’ kelimesini ‘depremden önce gelen farklı
bir ses’ olarak tefsir etmiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an
Dili, Hud Suresi)
Ayetteki
‘Vaktaki emrimiz geldi’ (Hud suresi-94) cümlesinden anlaşılan mana ile
ilgili olarak Fahreddin Razi, daha detaylı bir açıklama yapar:
"Meleklerden birine bu müthiş sesi çıkarma emrini yereceğimiz zaman
gelince" Keza "emir", burada "ceza" manasına da
gelebilir. Her iki manaya göre de, Cenâb-ı Hak, Hz. Şuayb'ı ve onun beraberindeki
inananları katından bir rahmet ile kurtardığını haber vermektedir. Bu hususta
şu iki izah yapılabilir: 1)Allah Teala, Hz. Şuayb'ı ve inananları; kullara
gelen her nimetin Allah'ın fazlı ve rahmeti ile olduğuna dikkat çekmek için, o azaptan
sırf rahmeti ile kurtardığını belirtmiştir. 2)Ayetteki "rahmet" ile, Cenâb-ı Hakk'a iman, taat ve diğer
sâlih ameller kastedilmiştir ki, bunlar da ancak Allah'ın muvaffak kılmasıyla
tahakkuk eden şeylerdir. "Zulmedenleri ise korkunç bir ses
yakaladı" buyurarak anlatmıştır. Cenâb-ı Hak, "Sayha" (ses)
kelimesini, daha önce bahsedilmiş malum bir sese işaret olmak üzere elif-lamlı
olarak, marife biçimde zikretmiştir. O belli sayha da, Cebrail (a.s.)'in sayhasıdır. (Fahreddin Razi Mefatihul Gayb-Hud Suresi)
İlahi
azabın bir neticesi olarak azaba uğrayan kavimlerin helaki için Kur’an-ı
Kerim’de “casimin” (جَاثِم۪ينَۙ) kelimesi kullanılmıştır. “casimin” kelimesi,
diz üstü çökme, olduğu yerde hareketsiz halde kalma, ölü olarak yığılma (A’raf
Suresi/78-91; Hud Suresi/67-94; Ankebut Suresi/37) gibi anlamlarda ve aynı
kökten gelen bir kelime olarak (جِثِيًّا) şeklinde inkarcı zalim
ve kafirleri cehennemdeki hallerini ifade etmek için “Sonra biz, Allah'tan
sakınanları kurtarırız; zalimleri de diz üstü çökmüş olarak cehennemde
bırakırız.” (Meryem Suresi/68-72) şeklinde ayetlerde geçmektedir.
Fahreddin Razi tefsirinde Semud ve Medyen halklarını birbiriyle
ilişkilendirerek bu “casimin” (جَاثِم۪ينَۙ) kelimesini şöyle açıklamıştır. "Onlar
yurtlarında diz üstü çökekaldılar!' cümlesinde geçen "câsim" (جَاثِم۪ينَۙ)
"yerine, ayrılmayacak şekilde yapışıp kalan" demektir. Yani
Cebrail (a.s.), onlara o narayı attığında, her birinin canı oldukları yerde
çıkıverdi "Sanki onlar orada hiç oturmamışlardı" yani "sanki
onlar, o yurtlarında, alıp-satan, gidip-gelen diriler değillerdi. Cenab-ı Allah
daha sonra; Semud, rahmet-i ilâhiyyeden nasıl uzaklaştıysa, Medyen'e de
öylece bir uzaklık verildi. (Hud Suresi-95)" buyurmuştur. Şuayb'ın
kavmine de; tıpkı Semud'unki gibi bir azapla helak ettiği için, onların
durumunu Semud’un haline kıyas etmiştir. (Fahreddin Razi Mefatihul Gayb-Hud
Suresi)
Salih
(a.s) ve Şuayb (a.s) kavimlerinin helak
edilmelerini, Kur'an-ı Kerim sayha kelimesi ile zikrederken, buradaki azap
biçimlerinin birbirinden farklı olacağını, Kelbî; Tefsiru’l Kur’an
eserinde belirtmiş ve İbn Abbas (r.a)’dan nakille şu şekilde rivayet etmiştir:
"Allah-ü Teala Şuayb (a.s) ile Salih (a.s)'in kavmi hariç, hiçbir zaman
iki ümmete aynı azabı vermemiştir. Salih (a.s)'in kavmini yerin altından; Şuayb
(a.s)'ın kavmini ise üstten gelen bir korkunç ses yakalayıvermiştir. (Kelbi, Tefsirul Kuran; Fahreddin
Razi Mefatihul Gayb-Hud Suresi)
Eyke
halkı da kendilerine tebliğle vazifeli peygamberi yalanlamalarından dolayı,
büyük bir azaba çarptırılmıştır. Eyke halkı, Hicr Suresi'nin 78-84. Ayetlerinde
kısaca Kur'an-ı Kerim’de zikredilmiş ve “Eyke halkı da gerçekten bir
zalimler topluluğu idi. Biz onların da cezasını verdik. (Hicr Suresi/78-79)”
buyrularak zalim bir topluluk olduğu nakledilmiştir. "el-Eyke" sedir ve
buna benzer ufak ağaçların yetiştiği sık ağaçlık yer demektir. (el-Halil,
ibn
Abbâs, Kurtubi Tefsiri, Şuara Suresi) Medyen yakınlarında bir
bölgede yer aldığı müfessirler tarafından ifade edilmiştir.
Medyenliler'le
Eykeliler'in iki farklı kabile mi, yoksa aynı kavim mi olduğu konusunda, müfessirler arasında tam bir görüş birliği yoktur. “Bir grup müfessir, A’raf Suresi'nde Hz. Şuayb'a (a.s)
"Medyenliler'in kardeşi" (A’raf Suresi/85) dendiği halde, Şuara
Suresinde Eyke halkıyla ilgili olarak böyle bir şey denmediğinden hareketle,
bunların ayrı kavimler olduğunu savunurken diğer grup müfessir de, Medyenliler
hakkında A'raf ve Hud Surelerinde sözü edilen ahlâkî hastalıklar ve
özelliklerle, Eykeliler hakkında verilen bilgilerin aynı olduğundan hareketle,
bunların aynı kavim olduğu görüşündedir.” (Tefhimul Kur’an, Mevdudi, Şuara
Suresi-176)
Nesefi,
Medârikü’t-Tenzîl tefsirinde bu konuyu incelemiş ve şu şekilde bir açıklama
yapmıştır. “Ashabu'l-Eyke; sıcaklık kendilerine vurduğunda ormana sığınan
Medyen halkıdır.” Doğru olanı ise, onların, ağaçlarının çoğu “ak günlük”
bitkisi olan, çöldeki ormana inen Medyen halkından başkaları olmasıdır. Bunun
delili de “kardeşleri Şuayb'ı” defnetmiş olmalarıdır. Çünkü Şuayb (a.s),
onların soyundan değildi. Medyen halkının soyundandı. Hadis-i Şerifte: Şuayb
(a.s)’ın, Medyen halkından olduğu ve onlara ve Ashabu'l-Eyke'ye peygamber olarak gönderildiği
bildirilmiştir.” (Nesefi, Tefsirul Medarik, Şuara Suresi) Şuayb (a.s),
Ashab-ı Medyen ve Ashab-ı Eyke denen iki ümmete birlikte peygamber olarak
gönderilmiştir. Medyen ve Eyke halklarının aynı olup olmadığı, nerede
yaşadıkları konusu önemli değildir. Burada dikkat edilmesi gereken husus;
Medyen ve Eyke halklarının tıpkı Ad ve Semud kavimleri gibi inatçılıkları,
inkarları ve büyüklenmeleri sebebiyle yok edilmiş olmalarıdır. Eyke halkı azabı
hakkında, Semud ve Medyen halkının azabından daha farklı bir betimleme söz
konusudur. Allah Teala; burada onlara, gölgelikli günün azabının isabet
ettiğini haber vermektedir.
Allahü Teala; Şuara suresinde de Eyke halkından haber verirken: "Eyke ashabı
da, elçilerini yalanladı. O zaman onlara Şuayb dedi ki: 'Sakınmıyor musunuz?’
Muhakkak ben, size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah'tan korkup-sakının
ve bana itaat edin!”(Şuara suresi/176-179) ve Şayet doğru sözlü isen, Gök'ten
üstümüze bir kütle düşür.(Şuayb) dedi ki: 'Rabbim, yaptıklarınızı daha iyi bilir.’
Arkasından onu yalanladılar. Böylece, 'gölge gününün azabı' onları
yakaladı. Muhakkak o, büyük bir günün azabıydı." (Şuara suresi/187-189)
Gölgeli
günün azabı (عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِۜ) konusunda, müfessirler arasında tam
birliktelik yoktur. Kelimenin manası hakkında, yıldızlardan, göktaşlarından ve güneş
tutulmasından kaynaklı şiddetli bir sıcaklık azabı olabileceği fikri gibi değişik görüşler de ifade
edilmiştir. Hatta bu konuda müneccimlerin (ehl-i nücumun), Eyke halkının
azabının yıldızlar arası alakalar ve yakınlaşmalar sebebiyle olduğu konusunda
ittifak etmişlerdir. Fahreddin Razi, müneccimlerin bu olayın sebebi olarak;
yıldızları, burçları veya bunların etkilerini göstermelerini delille red
ettikten sonra, itirazlara cevap olarak şunları söylemiştir: “Bu delâlet,
yıldızların zatları ve karakterleri gereği müessir olmadıklarını gösterir.
Ancak ne var ki, bu o yıldızların üzerinde bulundukları adete göre müessir
olmadıklarını göstermez. Binâenaleyh Cenâb-ı Hak yıldızların birbirlerine
bitişmesi, yaklaşması ve dönüşlerinin peşinden hususi birtakım tesirlerin
meydana gelmesine dair ilahi yasasını icra ettiğinde, bu tesirlerin meydana
gelmesinden "Allah-ü Teala onları kâfirleri alıkoymak, men etmek için
yaratmıştır" denilmesi gerekmez. Tam aksine Cenâb-ı Hak onları, o adetleri
tekrar etmek için yaratmıştır. Allah en iyi bilendir.” (Fahreddin Razi
Mefatihul Gayb-Şuara Suresi-191)
Gölge
günü azabı ile ilgili olarak, müfessirlerden bazıları farklı açıklamalarda bulunmuştur.
Bu konuda kesin bir yargıya varmanın ihtimal dışı olmasına rağmen örneğin; “Kur’an
Yolu” tefsirinde, terkibin manası için mecazi bir anlatım kullanıldığını belirten şu şekilde bir açıklama ile karşılaşırız: “Ayette
belirtilen gölge gününden maksat; bir deprem sebebiyle gökte oluşan toz ve duman
tabakasının güneş ışınlarını engellediği gündür. “Gölge gününün azabı”
tamlamasının mecazi anlamda “geç kalınmış bir pişmanlıkla birlikte baş gösteren
ruhsal bir karanlığa ve kasvete işaret” olarak da yorumlanabileceği şeklinde çok farklı bir anlatım dikkat çekmektedir. (Kur'an Yolu Tefsiri C:4/171, Esed, II, 757; İbn Âşûr, VIII,
239)
Eyke
halkının helaki ile ilgili olarak ibn Kesir, tefsirinde şu izahı yapar. “Önce
onlara gölgelikli günün azabı isabet etmiştir. Bu, onları gölgeleyen bir
bulut olup içinde ateşten şerareler, yalazlar ve yakıcı alevler vardı.
Sonra onlara gökten bir sayha, altlarından da yerden şiddetli bir sarsıntı
gelmiştir. Canları çıkmış, nefesleri uçmuş ve cesetleri sönmüş biçimde “Yurtlarında
dizüstü çökenler” olmuşlardır. Sonra Allah Teala: “Zaten yurtlarında hiç
oturmamış gibi oldular.” buyuruyor ki; sanki onlar, azap kendilerine isabet
ettiğinde peygamberleri (Hz. Şuayb'ı) ve peygambere inanan arkadaşlarını yurtlarından çıkarmak istedikleri
ülkelerinde sanki hiç oturmamış gibi oldular.” (İbn Kesir Tefsiri, Hud Suresi)
Eyke
halkının diz üstü helâk olmalarıyla ilgili olarak İbn Abbas: "Allah,
onlara karşı cehennemden bir kapı açtı ve buradan üzerlerine şiddetli bir
sıcaklık gönderip nefeslerini kesti. Evlerin içine girdiler, ancak onlara ne
su, ne de gölge fayda verdi. Sıcaklık onları pişirdi. Bunun üzerine Allahü Teala,
içinde temiz bir hava bulunan bir bulut gönderdi. Havanın serinliğini ve
temizliğini, bulutun gölgesini hissettiler. Bu sebeple "ona gidiniz"
diye bağrışarak buluta doğru gittiler. Erkekler, kadınlar ve çocuklar onun
altına toplandıklarında, Allahü Teala, onların üzerine bir ateş tutuşturdu, yerden onları sarstı da, kızarmış çekirgenin yandığı gibi yandılar, kül oldular. Bu azap,
gölgesine sığındıkları bulutun üzerlerine çöküp helâk etmesidir." (Ruhul
Beyan, İsmail Hakkı Bursevi, Hud Suresi)
Eyke
halkının felaketi, kendilerinin gökten bir parça istemeleri sebebiyle, gökten
gelen bir azap ile helak edildikleri çeşitli kitaplarda açıklanmıştır. Buradaki
açıklamaların kesin bir doğruluğu yoktur. Başlarına gelen azabın mahiyeti
konusunda tam net bir bilgi de söyleyemeyiz. Bazı müfessirler, "gölge gününün
azabı" konusunda yukarıda da bahsettiğimiz şekillerde açıklamalarda
bulunmuşlarsa da, bu bilgilerinin doğruluğu konusunda tam olarak net bir
yorumda bulunamayız. En doğrusunu Allah bilir. Bu konuda ibn Cerir, Hz. Abdullah İbn
Abbas'tan (r.a) şöyle bir rivayette bulunur: “Alimlerden size Gölge Günü'nün
azabıyla ilgili açıklamada bulunacak biri olursa, bunu doğru olarak saymayın.”
(Tefhimül Kur'an, Mevdudi) Doğru olan Peygamberi yalanlama konusunda
büyük bir zalimlik sergileyen Eyke halkı, kavurucu bir sıcaklıkla imtihan olmuş
ve mahiyeti belirsiz bir şekilde gölgelendirilerek helak edilmiştir. Ayetlerden
bu mevzuda çıkarabileceğimiz husus şudur ki: Eyke halkı da Semud ve Medyen
halkları gibi, azgınlıklarının, zulümlerinin ve inkarlarının cezasını, yer
yüzünden silinerek, korkunç bir şekilde görmüşlerdir. Onların başlarına gelen
bu felaket, bizler için bir ibret vesikasıdır. Bu konuda maddi ve manevi olarak
kendimize çeki düzen vermeli ve özellikle inkar ve küfürden sakınma konusunda
azami gayret göstermeliyiz.
Mesele, Eykelilerin yaşadığı yerin ne olduğu, ne şekilde yok edildikleri meselesi
değildir. Allah bu kavimleri bizlere Kitab-ı Kerim’de zikrederek, onların
azgınlık ve inkarlarının nasıl sonuçlandığını bizlere bildirir ki bizler de
kendi çapımızda ders ve ibret alalım aynı hatalara düşmeyelim. Kibir ve
büyüklenme duygusuna kapılan, geçici dünya hayatına aldanan, inat ve küfür
bataklığına saplanıp kalan, kendimizi ve toplumumuzu heder edip ebedi helake
götüren her türlü davranış ve hareketten uzak kalalım.
Sayha
kelimesinin geçtiği bir başka sure olan Hicr suresinde, daha önceleri eşi
benzeri görülmemiş bir hareket sergileyen[2] azgın
Lut kavminin helaki anlatılmış ve o lanetli kavmin pis eylemlerinin karşılığı
olarak, insanların hiç beklemedikleri bir saatte, daha ortalık yeni aydınlanırken
dehşetli bir sesin onları yakalayıverdiği ve ardından yaşadıkları yerlerin üzerlerine
pişmiş çamurdan taşlar yağdırılarak bir anda harap edildiği zikredilmiştir. “Nihayet ortalık
aydınlanırken korkunç ses onları yakalayıverdi! Ardından yurtlarının altını
üstüne getirdik, üzerlerine taşlaşmış çamur yağdırdık! (Hicr Suresi/73-74) “Elçilerimiz
kendisine geldiğinde Lut, onlardan dolayı huzursuz oldu ve ne yapacağını
şaşırdı. Ama onlar "korkma, tasalanma!" dediler; "Biz seni ve
karın dışında bütün aileni kurtaracağız; karın ise geride kalanlar arasında yer
alacak. Biz, yoldan çıkmalarının cezası olarak bu memleket halkının üzerine
gökten alçaltıcı bir belâ indireceğiz! İşte o memleketten geriye, aklını
kullananların yararlanabileceği açık bir ibret vesikası bıraktık. (Ankebut
Suresi/33-35) Ayette felaketin başlangıcı ile birlikte zikredilen sesi,
müfessirlerin çoğunluğu Cebrail (a.s) olarak çevirmiş olmalarına karşılık,
ilgili ayetin tefsirinde Fahruddin Razi; sesin kaynağının Cebrail (a.s)
olabileceği iddiası hakkında şu dikkat çekici açıklamayı yapar: “Dil alimleri
şöyle demişlerdir: "Ayette o sayhanın, Cebrail'e ait olduğunu gösteren
açık bir şey yoktur. Eğer bu, kuvvetli bir delil ile sabit olursa, kabul
edilir. Aksi halde, ayette, onların başına büyük ve helak edici bir sayhanın
gelmiş olmasından başka bir mana yoktur.” (Fahreddin Razi Mefatihul
Gayb-Hicr Suresi) Açıklamadan da anlaşılacağı üzere sayha konusunda,
Cebrail (a.s) sesinden farklı bir nitelemenin de olabileceği akla gelmektedir.
Doğrusunu Allah Bilir. Hakikat şudur ki: Allah-ü Teala Lut kavmini, inkarları
ve iğrenç fillerinin bir karşılığı olarak şiddetli bir şekilde
cezalandırmıştır. Büyük felaketin ardından Lut kavminin yaşadığı mamur şehir
bir anda yerin dibine çökmüş ve yaşadıkları dönemde bir övünç kaynağı olan
mal-mülk ve kendilerine ait ne varsa, onların ardından birer harabe olarak
bırakılmıştır.
Lut
(a.s) kavminin yaşadığı ve helâk oldukları topraklar, benzer toplumların
uğradığı akıbetlerde kastedilerek Kur’an-ı Kerim’de “El-mü’tefikât” (الْمُؤْتَفِكَاتُ)
kelimesi ile “Altı üstüne getirilmiş şehirleri de O helâk etti. Onları
üzerlerine yağan felâketlere gömdü!” (Necm Suresi/53-54) şeklinde nazil
olmuştur. “El-mü’tefikât” (الْمُؤْتَفِكَاتُ) yalan/batıl, günah, iftira
anlamlarındaki “efk” (أفك) kökünden türetilmiş
çoğul isim olup, alt-üst olan memleket anlamında kullanılmıştır. Müfessirler,
bu kelimenin delâletine ilişkin farklı görüşler zikretmiştir. Birinci görüşe
göre; mü’tefikât, Lut kavmiyle birlikte helâk edilen Sodom, Sa‘be, Omre, Dûma
ve Sa‘ve şehirlerine delâlet etmektedir. (Taberî, Târîḫ, I, 183;
İbnü’l-Esîr, I, 122; Âlûsî, XXVII, 71)
İkinci
görüşe göre; mü’tefikât ile geçmişte yaşamış tüm inkarcı ve sapkın kavimler
kastedilerek, ilâhî azapla yok edilen tüm yurtlara işaret edilmiştir. (Zemahşerî,
II, 162; Fahreddin er-Râzî, XXIX, 24) Mü’tefikât kelimesiyle
işaret edilen şehirlerin bugün İsrail’de bulunan Lut gölünün çevresinde kaldığı
tahmin edilmektedir. Lut kavminin yaşadığı yer olarak kabul edilen bu
bölge, alt-üst olduktan sonra yer altından kaynar sular fışkırarak acı, tuzlu ve iğrenç kokulu bir göl hâline gelmiştir. Yahudi
kaynaklarında ise bu yerleşim yeri "Sodom" ismiyle geçmektedir.
Kur’an’ı
Kerim “sayha” kelimesi ile helak edilmeyi tanımlarken, bu kelime ile birlikte
bazı sıfatları da zikretmiştir. Müfessirlerin çoğunun görüşüne göre, Ad kavmi
ve Hûd (a.s.)'a ait bir kıssa olarak (Zemahşerî, III, 47; Râzî, XXIII, 97) nakledilen,
bazı eski tefsir alimlerine göre de, Semud kavmi ve onlara gönderilen Sâlih peygamber
için zikredildiği rivayet edilen Mü’minun Suresi 31-41. ayetlerinde “sayha”
kelimesi şu şekilde geçmektedir: “Nitekim
kaçınılmaz bir akıbet olarak onları o
müthiş "sayha" yakalayıverdi; böylece sel süprüntüsüne ‘ğuseen’(غُثَٓاءً))
çevirdik onları! Zalimlerin canı cehenneme!” (Mü’minun Suresi-41) Kur’an-ı
Kerîm’e göre; belirtilen bu kavim saraylara, mallara, sürülere, eşsiz bağ ve
bahçelere (Şuara suresi/128-134) sahipti. Mal varlıkları yüzünden gurur
ve kibre kapılmış olan kavim putlara tapmaya başlamış, insanlara zulmederek
azgınlık ve taşkınlıkta bulunarak peygamberleri yalanlamıştır. (Hûd suresi/59;
Şuara suresi/130)
Fahreddin
Razi, Mü’minun Suresi 31-41. ayetlerinde yer alan "sayhanın ne olduğu
hususunda da şu izahları yapmıştır: 1) Cebrail (a.s.) onlara bağırdı. Bu
bağırma çok şiddetli olduğu için, işte onlar o zaman, hemen anında öldüler. 2) İbn Abbas: Sayha, "recfe"
(sallantı, sarsıntı) anlamında demektir" der. 3) "Sayha" azabın ve
ölümün bizzat kendisidir. 4) Bu sayha, insanların kökünü kazıyan bir azaptır.
Nitekim şair "Zaman, Bermek oğullarına öyle bir çığlık attı, o çığlığın
şiddetinden dolayı onlar çeneleri üzere, yüzükoyun düşüverdiler" demiştir.
Bunlardan birinci madde, daha uygundur. Zira kelimeye hakiki mana verilmiştir. (Fahreddin
Razi-Müminun Suresi)
“Sayha”
ile neticesinde gerçekleşen ‘ğuseen’(غُثَٓاءً) birbiriyle irtibatlı olarak
tefsirlerde açıklanmıştır. ‘ğuseen’(غُثَٓاءً) kelimesi lügatte, sel
köpüğü, sularının getirdiği ve ırmak kenarlarında kalıp çürüyen süprüntü, çöp, pislik,
yığın, kusmuk, gibi anlamlara gelmektedir. Bu kelimeyi, Ebu Ubeyde; “Selin
üzerinde sürüklenen ve yararlanılmayan şey”, İbn Kuteybe; “dağılıp giden köpük,
kırpık”, Zeccâc; “selin köpükle sürükleyip götürdüğü ağaç yaprakları”, Mücâhid;
“sel suyuyla taşınıp gelen kül yığını”, İbn Cerîr; “ağaçlardan düşen ve işe
yaramayan yaprak” olarak tanımlamışlardır. Fahreddin Razi de, “ğuseen (غُثَٓاءً)”
kelimesini ‘Yeşil
bitkileri çıkartan, sonra onları kapkara bitki kalıntısı haline getiren’ (A'la
Suresi/4-5) ayetinin delil göstererek “selin getirmiş olduğu çürümüş ve siyahlaşmış
yaprak ve kütükleri” şeklinde tanımlar. (Fahreddin Razi, Mefatihul
Gayb-Müminun Suresi) Kadı Beydavi tefsirinde “sayha” ile birlikte manayı şu
şekilde izah eder: “sayhanın karşı koyulamaz olması, Allah-ü Teala tarafından
adil bir ceza olması, hak ve doğru bir vaat olması sebebiyle ‘hak bir sesle” o
zalimleri “kıskıvrak kalpleriyle
parçalayan dehşetli bir sayha’ ile Hz. Cebrail (a.s) yakalayıp, onların
selin geride bıraktığı süprüntü/çerçöp yığını haline getirmiştir.” (Kadı
Beydavi Tefsiri, Müminun Suresi)
Konyalı
Mehmet Vehbi Efendi; “Taberi ve Hâzin'in beyanları üzerine; “ğuseen (غُثَٓاءً)”
kelimesi için, “sel suyunun üzerinde giden yaprak ve ot kurularının
kırıntılarından hâsıl olan hafif ve menfaatten ari değersiz şey” tanımlaması
yaptıktan sonra ayete şu manayı vermiştir: “Yani ‘onları bihakkın sayha
ahzedince biz onları helak ettik ve asla menfaat olmayan ufacık toz ve
toprak gibi kıldık’ demektir.” (Hülasatül Beyan, Mehmed Vehbi Efendi,
Müminun Suresi) Elmalılı Hamdi
Yazır; “Sonra da onları kapkara bir sel köpüğüne çevirdi, gübre ve kömür
haline getirdi ki bunların en belirgin kabiliyetleri yanıp tutuşarak ateşe
hizmet etmektir. İşte hakka karşı tuzak kurma peşinde koşan kâfirlerin ve
insanlığın bedensel zevklerinden öte kıymet ve değerini tanımayan bedbahtların
sonu da bundan daha kötü olarak, aşağıda geleceği gibi sonsuz büyük ateşe odun
ve çıra olmaktan ibarettir.” şeklinde farklı bir mana vererek “ğuseen (غُثَٓاءً)”
kelimesini değersiz çer çöp yığınından sonra arta kalan gübre ve kömüre
dönüşmüş başka bir madde olarak açıklamıştır.
Kur’an-ı
Kerim’de kavimlerin helak edilişi ile ilgili başka bir ayette de ‘sayha’
sonunda ortaya çıkan netice; kuru ot (هَشٖيمِ الْمُحْتَظِرِ) tabiri ile ifade
edilmiştir. Kur'an-ı Kerim’de “Şüphesiz biz, onların üzerine tek bir korkunç
ses gönderdik de hayvan ağılına konan kuru ot gibi oluverdiler.” (Kamer
Suresi-31) buyrulmuştur. "Heşim" (هَشٖيمِ) kelimesi lügatte; kırılmış,
ufalanmış çer-çöpe dönmüş ot, kuru çalı çırpı, gazel, çürümüş
ahır kazıkları, çöp kırıntısı anlamlarında kullanılmıştır. Celaleyn tefsirinde
bu terkip şu şekilde açıklanır: “Ayette geçen "muhtezir", davarlarını kurt ve
yırtıcı hayvanlardan korumak maksadıyla, kuru ağaç ve dikenlerden ağıl yapan kişidir.
Bu ağaç ve dikenlerden yere dökülüp ayakların altında ezilip ufalanan şeylere
de ‘heşim’ denir.” (Celaleyn Tefsiri/Kamer Suresi-31) Ayetteki ‘Heşîm"
(هَشٖيمِ) kelimesinin “hayvan ağılındaki kuru ot ve çalılar gibi” diye çevrilmiş
olması, (“arkasından rüzgârın savurduğu çer-çöp haline gelmiştir.” Kehf
Suresi-45) ayeti de dikkate alınarak, bu tamlamayı oluşturan kelimelerin
değişik anlamlarından dolayı, çeşitli müfessirler tarafından bu kelime terkibi “çöp
kırıntıları, ağılı çeviren çubukların döküntüleri, yanmış kemikler, köhnemiş
duvardan dökülen topraklar” gibi çeşitli manalarla açıklanmıştır (Taberî,
XXVII, 103-104).
Fahreddin
Razi ayette geçen ‘Heşîm" (هَشٖيمِ)
kelimesinin ne demek olduğunu açıklarken, inkarcıların cehenneme odun olduğunu
ifade edecek şekilde güzel bir benzetme olduğundan söz etmiştir. Cenâb-ı Hak bu
teşbihle, onların, bir zamanlar ölüp gidenler arasındaki kuru otlar gibi,
kupkuru oluşlar ile ilgili bir teşbih olduğunu ifade etmiştir. Buna göre Hak Teala
sanki, "Onlar o narayı duydular ve günlerce evvelden ölüp gitmiş kimseler
gibi oluverdiler. Bu teşbihin şundan ötürü olması da muhtemeldir. Korku
esnasında eş ve dostların birbirlerine girip, âdeta bir yığın teşkil etmeleri
gibi, bunlarda birbirlerine kenetlenip, öylece öldüler. Onların bu hali,
böylece bir oduncunun müşteri tarafından görülsün diye, odunlarını üst üste
yığması gibi oldu. Çünkü çok odunu bulunan kişi, onları âdeta bir ağıl gibi,
dizer. Bu teşbih, onların cehennemdeki hallerini anlatmak için de olabilir.
Buna göre mana, "Onlar, yakıt için olan kuru odunlar gibi oldular"
şeklinde olur ve bu mecazi değil de hakiki mana olur. Çünkü Hak Teala, Kur'an-ı
Kerim’de "Siz ve Allah'ı bırakıp taptıklarınız, cehennemin
kütüğüdürler" (Enbiya, 98), "Böylece cehenneme odun oldular"
(Cin, 15) ve "Boğuldular ve cehenneme sokuldular" (Nuh, 25)
buyurmuştur. İşte onlar da aynen böylece öldüler ve sırf yakıt olarak
kullanılan odunlar gibi oldular. Mana böyledir. Çünkü heşim denen odunlar, bina
yapımında kullanılmaya değil, yakılmaya elverişlidirler. (Fahreddin Razi
Mefatihul Gayb-Kamer Suresi)
Sayha
kelimesi, Yasin Suresinde üç farklı ayette nekre olarak geçmektedir. “(Onları
helâk eden) korkunç sesten başka bir şey değildi. Birdenbire sönüverdiler.”
(Yasin Suresi/29) “Onlar, birbirleriyle çekişip dururken kendilerini ansızın
yakalayacak korkunç bir sesi bekliyorlar.” (Yasin Suresi/49) “Sadece korkunç
bir ses olur. Bir de bakarsın, hepsi birden toplanıp huzurumuza
çıkarılmışlardır.” (Yasin Suresi/53)
Ashab-ı Karye kıssası olarak bilinen ve Yasin Suresinde 13-32. ayetlerinde
anlatılan belde halkı, kendilerine üç peygamber gönderilmesine rağmen
inkârcılıkta direnmiş ve peygamberlere iman eden kişiyi öldürmüşlerdir. Bu
azgın kavmin helaki için de 29.ayette “sayha” kelimesi geçmektedir. İnanmış bir
kulun- Habib-i Neccar olduğu rivayet edilir- peygamberin tebliğine uyması ve bu
davete kavmini çağırması üzerine bu kişinin kavmi tarafından öldürülmesi
anlatılmaktadır. “Ondan sonra onun kavmi üzerine gökten bir ordu indirmedik,
indirmeyiz de.(Cezaları) korkunç bir sesten ibaretti; sönüp gidiverdiler.
(Yasin Suresi/28-29) ayeti nazil olmuş ve bu ayeti kerimede ‘üzerine
ordu gönderilmeden bir anda yok olup gitme’ manasında “sayha” kelimesi
kullanılmıştır.
Ashab-ı
karye kıssasında, şehrin bir köşesinden koşarak gelen ve kavmini peygamberlerin hak
olan sözüne davet eden mümin kişinin, o zalim halk tarafından taşlanarak öldürülmesinden
sonra, gökten herhangi bir ordu indirilmeden Allah tarafından helak edildiği
zikredilmiştir. Zalimlerin küçümsedikleri o mümin kulun Allah nezdinde ne kadar
değerli olduğu bildirilmiştir. O zalim kavim, mümin kulu nasıl küçümseyerek bir
anda işkencelerle öldürdülerse, Allah-ü Teala da o zalim kavmi hor ve hakir
kılarak, gökten bir ordu indirmeden sadece bir çığlıkla yok edivermiştir.
Şeyhülislam Ebussuud olayı teşbihle açıklar: “Hz. Cebrail tarafından
gerçekleştirilen o sesi, duydukları anda cansız düşmüşlerdi. Onların ölümü,
sönen ateşe benzetilmiştir. Ancak canlı insan, hareket ve alevlenmede yanan
ateş gibidir. Ölü insan ise, ateşin külü gibidir. Nitekim şair Lebîd de şöyle
demektedir: "İnsan, ancak ateş alevi ve ışığı gibidir; bir süre
patladıktan sonra küle dönmektedir.” (İrşad, Ebussuud Tefsiri, Yasin Suresi-29)
Fahreddin
Razi hadiseyi açıklarken şu şekilde bir izah yapar: “Cenâb-ı Hakk'ın "Artık
hemen sönüverdiler" ifadesinde, bu helakin çok hızlı olduğuna dair bir
işaret vardır. Çünkü onların sönüp mahvolmaları, o sayha ile anında ve derhal
meydana gelmiştir. Onların halinin "sönme" olarak anlatılması, anlatım biçimi açısından çok
güzeldir. Çünkü canlı olanda, çokça hararet vardır. Ne zaman bu harareti fazla
olursa, gazap ve şehvet de o nispette artar ve ileri olur. Onlar da böyle
ateşli idiler, öfkeli oluşları, kendilerine nasihat eden mümin bir kimseyi
öldürmelerinden de anlaşılmaktadır. Şehvetli oluşları da, o andaki bazı dünya
lezzetlerini elden kaçırmama gayretiyle, devamlı olan (ahiret) azabını hesaba
katmamalarından anlaşılmaktadır. Binâenaleyh onlar, cayır cayır yanan ateş
gibi, hararetli İdiler. Bir de, onlar tıpkı ateş ve ateşten yaratılan varlıklar
gibi, zorba ve kibir taslayan kimselerdi. Bundan dolayı Cenâb-ı Hak, "Onlar
hemen sönüverdiler" buyurmuştur. Burada, şöyle bir başka izah da
yapılabilir: Dört ana unsurun bazısı, varlığın, Cenâb-ı Hakk'ın yarattığı
şekildeki tabiatından kaynaklanır, bazıları ise, Allah'ın iradesiyle oluşur.
Binâenaleyh taşlar, su olabilir, sular taş olabilir. Aynen bunun gibi,
kaynadığında su, hava olur, hava da soğuduğunda su olur. Fakat bu, bir müddet
için adeten böyle olur. Ama hava, ateş; ateş de kısa zamanda yanıp-sönme ile
hava hâlini alır. İşte bu sebeple, Allah-ü Teala, "onlar o sayha
sebebiyle söndüler" demiştir. Binâenaleyh hız bakımından büyük bir
ateşin sönmesi, bir kandilin ve alevin sönmesi gibi olur. (Fahreddin Razi
Mefatihul Gayb-Yasin Suresi)
Kavmin
helak edilmesinde sadece bir sesin yeterli olduğunu bir orduya gerek olmadığı
hususunda el-Hasen ve ibn Mesud benzer biçimde şu açıklamayı yapmıştır: "Ordudan
kasıt peygamberlere vahiy indiren meleklerdir. Ordunun askerler olduğu da
söylenmiştir. Yani ‘Ben onları helâk etmek için ne ordu, ne de asker göndermeye
ihtiyaç duydum. Aksine onları tek bir çığlık ile de helâk ederim.’ anlamında
bir söz kastedilmiştir. (Kurtubi Tefsiri, Yasin Suresi-28)Bedir gününde,
Allah-ü Teala’nın savaşın başlangıcında bir müddet yağmur yağdırması ile
müminlerin hem su ihtiyacını karşılamış hem de savaşta kafirlere karşı her
anlamda avantajlı duruma geçmelerine yardım etmiştir. Yağmurun ardından Allah-ü
Teala: “O zaman inananlara şöyle diyordun: "Rabbinizin, indirilen üç
bin melekle size yardım etmesi sizin için yeterli değil mi? Evet, eğer siz
sabır gösterip disiplinli davranırsanız, onlar şu anda süratle üzerinize
gelseler bile rabbiniz size nişanlı beş bin melekle yardım edecektir.” (Al-i
İmrân suresi/124-125) buyurarak peygamber efendimizi ordularla desteklemiştir.
Bu hadisenin burada helak olan kavim için tekrar hatırlatılması, kavmin ordu
gönderilmeye değecek bir şey olmadığını ifade etmek içindir.
Sayha
kelimesi, Kur’an-ı Kerim’de bazı ayetlerde de kabir ve kıyamet anını ifade
etmek için kullanılmıştır. Bu kullanıma örnek olarak: “(İşte o zaman:)
Eyvah, eyvah! Bizi kabrimizden kim kaldırdı? Bu, Rahman’ın vadettiğidir.
Peygamberler gerçekten doğru söylemişler! derler. Olan müthiş bir sayhadan
ibarettir. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurumuzda hazır bulunurlar.”
(Yasin suresi/52-53) Kurtubi, ilgili ayetin tefsirinde: “kıyametin
kopuşu yalnız bir göz kırpması gibidir.” (Nahl Suresi/77) ayetini hatırlatarak;
“Bu sayha, bütün canlıları öldüren ölüm üfürüğüdür.” şeklinde bir tanımlama
yapar ve “kâfirler, cehennemdeki türlü azapları görecekleri vakit,
kabirlerindeki azapları, cehennemdeki azaplarına kıyasla bir uyku gibi
gelecektir.” ifadesini de izahlarına ilave eder. (Kurtubi Tefsiri, Yasin
Suresi-52)
İbn
Kesir’e göre Yasin suresi/53 ayetinde geçen sayhadan maksat;
Taberi'nin de tercihi olan korku üfürüğüdür. Zemahşerî ise ayetin tefsiri için:
“o sayha, sadece bir üfürüştür. O, ne ikilenir, ne de tekrarlanır. Katâde de aynı kelime için; “O, her türlü
gürültüden daha şiddetli olan bir sayhadır.” şeklinde mahiyetini anlayamayacağımız
belirsizlikte bir ses tanımlaması yapmıştır. Kur’an-ı Kerim, insanların yeniden
diriltileceği, hızlı bir şekilde mahşer yerinde toplatılacağı ve kafirlerin
derin bir pişmanlık içinde, peygamberlerin dünyada iken bildirdiklerinin hak
olarak çıktığını itiraf edecekleri günü, tasvir ederken açıklamalardan da görüldüğü
üzere “sayha” kelimesi kullanmıştır. Kıyamet günü sura üfürüldüğü zaman, tek
bir sesle ölmüşlerin hemen hepsi mahşer yerinde, Allah-ü Teala’nın huzuruna
hesap vermek için kabirlerinden kalkarak toplanırlar. Bütün bunlar yeniden
dirilmenin ve mahşerde toplanmanın bir anda oluverecek bir hadise olduğuna
işaret eder. O günde hiç kimseye haksızlık edilmez. Hiç kimse hesaba
çekilmekten kurtulamaz. Kıyamet günü, herkes dünyada işlediği ne varsa,
zerre kadar ameli zayi olmadan kazandıklarının karşılığını alır, kimseye en
küçük miktarda bile olsa zulüm ve haksızlık yapılmaz. Dünyada salih amel
işleyenler mükâfatını, kötü amel işleyenler de Allah’ın iradesiyle cezasını
görürler.
Kıyametin
kopması, Sûr’a üflenmesiyle başlayacaktır. Buradaki “Sûr”(الصور) ile
tam olarak ne kastedildiği de meçhul bir kavramdır. Sözlükte “İsrafil (a.s)
üfüreceği boru, seslenmek, ses çıkarmak, kıyamet borusu, kale duvarı, hisar,
düğün, ziyafet, eğmek, boynuzdan yapılan düdük” gibi anlamlara gelmektedir.
Terim olarak da kıyametin kopuşunu belirtmek ve kıyamet koptuktan sonra bütün
insanların hesap vermek üzere mahşerde toplanmalarını gerçekleştirmek için
İsrafil (a.s) tarafından üfürülen boynuz şeklinde tabir edilmiş mahiyeti
bilinmeyen boruya denir. Hadis-i şerifte: “Sûr, boynuz suretinde bir
borudur. (Kıyamet gününde) ona üfürülür.” (Ebu Davud, Sünnet; Tirmizi, Kıyamet)
şeklinde bir tasvir vardır. Erzurumlu İbrahim Hakkı kıyamet ahvaline dair
geniş bir takım malumat verdikten sonra, Sûr hakkında şöyle bir tanımlama
yapar: “Allah-ü Teala, son üfürüş öncesi İsrafil (a.s) tekrar yaratır ve bu
üfürüşle birlikte, Sûr içinde sakin olan bütün ruhlar yayılarak kendi
nefsini bulur ve mahşer yerinde toplanır” (Marifetname-1, Erzurumlu
İbrahim Hakkı) Açıklamadan da anlaşılacağı üzere İbrahim Hakkı Sûr’u "ölen
bütün canlıların ruhlarının kabzedildiği boru biçimli mahiyeti kavranamayan bir
şeye" benzetmiştir. Allah-ü Teala’nın emriyle İsrafil tarafından Sûr
üfürüldüğünde ruhlar hemen kendi bedenlerini bulur ve bir anda mahşer yerinde
hesap vermek için Allah’ın huzuruna toplanırlar. Dağlarda ölmüş olan, denizlerde
boğulmuş vahşî hayvanların ve kuşların yemiş olduğu insanların ruhları bile kendi
cesetlerini bulur. Kur'an-ı Kerim ayetlerinde kıyamet ve Sûr hakkında çokça
bilgiye rastlamak mümkündür. “Sûr’a üflenince, Allah’ın diledikleri müstesna
olmak üzere, göklerde ve yerde ne varsa hepsi ölecektir. Sonra ona bir daha
üflenince, bir de ne göresin, onlar ayağa kalkmış bakıyorlar!” (Zümer
suresi/68) “Birinci üflemenin (kâinatı) sarstığı, onu ikinci üflemenin takip
ettiği gün, işte o gün yürekler şiddetli kaygı sebebiyle yerinden oynar,
gözlerini korku bürür.” (Nâziât suresi/6-9) Müminlerin ruhlarının kıyamette
eziyet ve cefa görmeden mahşerde toplanacağı hadis-i şerifte: “Mü'minin ruhu,
cennet ağacında beslenen bir kuş olur. Yeniden dirilme gününde Allah onu
cesedine döndürünceye kadar orada beslenir.” (Muvatta, Cenaiz; Nesai, Cenaiz;
İbn Mace, Zühd) olarak ifade edilmiştir.
Sûrun
üflenme zamanı ve kıyametin ne zaman kopacağı konusunda, net bir zaman dilimi
zikredilmez, bunlar tamamen gaybi meselelerdendir. Allah-ü Teala’dan başka hiç
kimse bu vakti bilemez. Peygamber efendimiz (s.a.v) kıyamet vakti ile ilgili
olarak sadece birtakım alamet ve emarelerden söz etmiştir. Mevzu ile ilgili
olarak Rasülüllah (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Kıyamet
öyle bir zamanda gelir ki iki kimse bir elbiseyi alım satım yapmak üzere yere
sererler. Alım satım yapmadan, içmek üzere devenin sütünü sağarlar, içmeden,
bir kimse havuzunu sıvar, içine su koymadan, yemek için lokmayı eline alır,
ağzına koymadan elbette kıyamet kaim olur, kimsenin haberi dahi olmaz» buyurduğu (Buhârî,
Rikāk, 40; Ahmed, II, 369. Bkz. Müslim, Fiten 140, Îman 248)
“Binaenaleyh;
insanlar için kıyametin vaktini ta'yin etmek mümkün değildir. Zira; kıyametin
zamanının ilmi Allah-ü Teala’ya mahsus olan beş şeyden birisidir. Şu halde
kıyametin zamanını ta'yin etmekten âlem-i beşeriyet âcizdir, ancak enbiya-yı
kiram hazaratı bazı alâmetlerini beyan etmişlerdir ki o alâmetler kıyametin
yakın olduğuna emaredir. Hulâsa; kâfirlerin istihza yoluyla kıyamet ne
zamandır? dedikleri ve onlara cevap olarak “Kıyamet ansızın zuhur edecek bir
sayhadan ibarettir. O sayhayı gözetin” manasında bir hitabın denildiği, o sayhanın geleceği
zamandan hiç kimsenin haberi olmayıp ancak herkes birbiriyle muhaseme ederken
ve her biri bir işle meşgul oldukları zamanda gelivereceği bu ayetten müstefad
cümlesindendir.” (Hülasatül Beyan, Mehmed Vehbi Efendi, Yasin Suresi)
şeklindeki açıklamalardan da görüleceği üzere bir anda ansızın yakalayıveren
bir ses anlamında kullanılan dehşet veren bir “sayha” mahiyeti meçhul bir
kavram olarak, kıyamet zamanını ifade eden “Sûr” ile irtibatlı olarak, Kur’an-ı
Kerim’de ayrıca zikredilmektedir.
Sayha kelimesinin Kur’an-ı Kerim’de kıyamet anını ifade etmek için kullanımına bir başka örnek şöyle verilebilir: Peygamber efendimizin davetine yüz çeviren kimseler kastedilerek: “Bunlar da (müşrikler de) ancak (vakti gelince) asla geri kalmayacak korkunç bir ses bekliyorlar.” (Sad Suresi/15) buyrulmuştur. Şeyhül İslam EbusSuud; bu ayeti: “Hakka karşı birlik oluşturan, hakir ve yakın zamanda hezimete mahkûm oldukları bildirilen kâfir gurupların azabı beyan edildikten sonra şimdi de Mekke kâfirlerinin azabı beyan edilmektedir. Zira Mekke kâfirleri, eski kâfir gurupların suçları gibi ağır suçlar işlemişler ve işledikleri bu suçları, en ağır cezaları gerektirmektedir ki bu suçların kötü sonuçlarıyla henüz karşılaşmamışlardır. Yani küfür ve hakkı tekzipte o geçmişte helâk edilen taifeler gibi olan şu Mekke kâfirleri, ancak Sûr'a üfürmeyi beklemektedirler.” şeklinde izah etmiştir. (İrşad, Ebussuud Tefsiri, Sad Suresi) Bu ayetin hemen öncesindeki, “Bunlardan önce Nuh kavmi, Âd kavmi, kazıklı Firavun, Semud kavmi, Lut kavmi ve Eyke halkı, bütün bu topluluklar ısrarla gerçeği yalanlamışlardı. Hepsi de elçileri yalancılıkla suçladılar, bu yüzden de kendilerini cezalandırmam hak oldu.” (Sad Suresi/12-14) ayetteki “sayha” ile mana olarak ne kastedildiği konusunda ihtilaf vardır. Burada, inkar ve azgınlıkları sebebiyle helak edilen eski kavimlerin kastedilmiş olabileceği şeklinde bir anlayış olmakla birlikte, peygamber efendimizin (s.a.v)’in muhatabı olan Mekkeli müşriklerden söz edildiği yönünde başka bir yorum da mevcuttur. İlk yoruma göre “geri dönüşe imkân bırakmayacak olan korkunç ses”, kıyametin kopması sırasındaki Sûrun üflenmesi üzerine çıkacak olan sestir. İkinci yoruma göre de “geri dönüşe imkân bırakmayacak olan korkunç ses” ile putperest Araplar’ın Müslümanlar karşısındaki nihaî yenilgileri için kullanılan mecazi bir ifade kastedilmiştir. (İbn Âşûr, XXIII, 223-224) Kadı Beydavi, ayeti tefsir ederken; “Senin kavmin yahut o hizipler beklemiyorlar; çünkü onlar zihinde hazır oldukları için huzurda gibidirler, yahut Allah'ın ilminde hazırdırlar, “ancak iki sağım aralığı kadar sürecek” -iki sağım arasında sütün birikeceği ya da dönüp geleceği kadar bir zaman içinde- bir tek haykırış -Sûra ilk üfürme-bekliyorlar” şeklinde her iki yorumu da içine alan bir açıklama yapmıştır. (Kadı Beydavi, Sad Suresi)
"Devenin
iki sağımlığı kadar dahi gecikmesi olmayan” (Sad Suresi-15) anlamında
kısa bir süreyi ifade eden “fevg”(فَوَاقٍ) kelimesini, İbn Abbâs; "tekrarlanma"
anlamında açıklamıştır. Mücahid; “dönüşü olmayan”, Katade; “ikinci defa meydana
gelmesi söz konusu olmayan”, Ferrâ; “bir rahat ve ayılma olmaması”, İbn Kuteybe;
“istiare yolu ile eğleşme ve bekleme”, el-Hasen; “dünyaya dönüşün olmaması”, Cevheri;
“iki sağımlık arasındaki süre”, İbn Cerir; “gevşeme ve kesilmenin olmaması” şeklinde
izah etmişlerdir. “fevg” (فَوَاقٍ) kelimesi, Hadîs-i şerifte de, kısa bir zaman
manasında “Hasta ziyareti dişi devenin iki sağımlığı arası süre kadardır.”(Bezzar,
Müsned, II, 255, el-Kudai, Müsnedu'ş-Şihab, II, 218) şeklinde ifade edilmiştir.
Kurtubi; ayette anlatılmak isteneni, “bu sürenin arada kesinti olmaksızın
devam edip gittiği” şeklinde özetlemiş ve bir hadis-i şerifi görüşüne delil
olarak göstermiştir: “Ebu Hüreyre rivayetle dedi ki: Rasülüllah (s.a.v)
bizlere -bir grup ashabı ile birlikte iken- anlattı. "Yüce Allah İsrafil'e
birinci defa Sûra üfürmesini emreder. O’na: “Korku ve dehşet üfürüşünü”
üfür, der. Göklerdekiler ve yerdekiler -Allah'ın diledikleri müstesna- dehşete
kapılırlar. Sonra O’na, emir verir, O da bunu uzatıp sürdürür ve devam ettirir.
Yüce Allah da: "Bunlar devenin iki sağımlığı kadar dahi gecikmesi olmayan
bir çığlıktan başkasını beklemiyorlar" diyerek hitap eder. (et-Tezkire,
Kurtubi, Ali b. Mabed)
Bir
kişi nerede ölürse ölsün veya dünyanın neresinde ölüm ona yetişirse yetişsin, ister
cesedi olsun, ister cesedi paramparça olup kaybolsun o kimseye Allah'ın
münadisinin sesi ulaşacaktır. Bu sesle bulunduğu yerden, yeryüzünün köşe
bucaklarından, denizin diplerinden dirilip kalkan insanlar mahşer yerinde hesap
vermek için toplanacaklardır. Bu ses öyle bir ses ki insanlar tarafından sanki
çok yakından gelen bir ses gibi duyulacaktır. Herkes aynı anda bu ilahi emre
uyarak aynı anda huzurda toplanacaktır. “Seslenenin yakın bir yerden
sesleneceği güne kulak ver. O gün insanlar bu sesi gerçekten işiteceklerdir.
İşte bu, çıkış günüdür.” (Kaf Suresi/41-42) Kabirlerden, bulundukları
mekanlardan çıkıp hesaplarının görüleceği ve buna göre cennete veya cehenneme
gideceklerini bildiren ve hakka çağıran o sayha, müminler için bir bayram günü,
kafirler için ise bir azap günü olacaktır. Kıyametin kopmasıyla birlikte
yeryüzü yarılır yarılmaz insanların, kabirlerinden süratle çıkarak mahşere
koşacaklarını beyan etmektedir. Allah-ü Teala; insanları öldükten sonra tekrar
dirilteceğini, diriltme işinin kendisi için zor bir şey olmadığını, nasıl ilk
defa yaratırken sadece ‘ol’ demesi kafi geldiyse öldükten sonra yeniden
diriltmenin de bir o kadar kolay olacağını Kur'an-ı Kerim’de, bizlere
bildirmiştir. “Şüphesiz
biz diriltir ve öldürürüz. Dönüş de ancak bizedir. O gün yer yarılır, onların
üzerinden süratle yarılıp açılır. Bu, bize göre kolay olan bir haşirdir.” (Kaf
Suresi/43-44)
Çeşitli
tefsir alimlerinin görüşleri doğrultusunda; “ses” ve “sayha” ile ilgili
ayetleri inceledikten sonra, kavimlerin felaketlerini, ayette geçtiği gibi şu
şekilde tasnif edebiliriz. “İşte biz, her birini günahı sebebiyle yakaladık.
Kiminin tepesine bir kasırga gönderdik, kimini korkunç bir sayha yakaladı,
kimini yere batırdık, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyordu. Fakat
onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı." (Ankebut, 40). Allah-ü Teala,
bu ayette dört çeşit azaptan bahsetmiştir: 1)
Kasırga ile azap. Bunun, kızdırılmış taşlar olup, üzerine düştüğü
herkesin tepesinden girip aşağıdan çıktığı da söylenmiştir. Ki burada, ateşle
azaba işaret vardır. 2) Sayha ile azap.
Sayha, dalga halindeki havadır. Çünkü sesin sebebinin, havanın dalgalanıp,
kulağın içindeki perdeye ulaşarak, oraya çarpması, böylece de kişinin onu
hissetmesi olduğu ileri sürülmüştür. 3) Yere batırma ile azap. Bu da
insanların toprakla boğulması demektir. 4) Boğma ile yapılan azap ki bu da su
ile olur. Böylece o azabın, "Anâsır-ı erbaa" ile vaki bulduğu ortaya
çıkmış olur ki, insan da zaten bundan mürekkeptir. insanın kıvamı, bekası ve
devamı da bununladır. Binâenaleyh bu demektir ki Cenâb-ı Hak, insanı helâk
etmek istediğinde, varlığının sebebi olan şeyi, yokluğunun; bekasının sebebi
olan şeyi de, son bulmasının sebebi kılmıştır.” (Fahreddin Razi
Mefatihul Gayb-Ankebut Suresi/40)
Allah-ü Teala azgınlık ve inkarda aşırıya gitmiş toplumları dünyada çeşitli felaketlerle cezalandırmıştır. Bu azaplar, taşkınlık ve azgınlıkta ileri giden günümüz toplumları için de vaki olabilir. Nitekim; bugünkü ahvalimizi helak olan Medyen kavmi ile kıyaslayarak dikkat çekici bir yorumda bulunan Seyyid Kutub, ilgili surenin tefsirinde şöyle demektedir: “Eski cahiliyenin pençesinde kıvranan Medyenliler'den kendimizi fazla üstün görmeyelim. Biz bugün onlarınkinden daha koyu bir cahiliyenin pençesinde kıvranıyoruz. Fakat bizim modern cahiliye çömezlerimiz bilgili, deneyimli ve uygar oldukları iddiasındadırlar. Sosyal hayatta ve çarşılardaki alışverişlerde Allah inancı ile kişisel davranışlar arasında bağ kuranları gericilikle, bağnazlıkla ve çağdışılıkla suçlamaktadırlar. Kalplerdeki Allah'ın birliğine yönelik inanç ile kişisel davranışlara ve insanlar arası ilişkilere ilişkin ilahi yasaları bir yana bırakarak bu alanlarda yeryüzü kanunlarına bağlanmak, birbiri ile bağdaşmaz. Allah'ın birliğine inanmak ile müşriklik, putperestlik aynı kalpte bir arada barınamaz. Müşrikliğin, putperestliğin türlü türlü renkleri vardır. Bir rengi de şimdi içinde yüzdüğümüz müşrikliktir. Bu, müşrikliğin aslı ve özüdür; bütün zamanların ve bütün ülkelerin müşriklerinin buluştukları, ortak zemindir.” (Fizilalil Kur’an, Seyyid Kutub, Hud Suresi)
Dünyadaki
bütün işler, Alim ve Hakîm olan Allah'ın kudretine ve ilmine tabidir. Toplumlar,
aşağılık davranış ve hareketlerinden dolayı hem bu dünyada hem de uhrevi alemde
Yüce Yaratıcı tarafından cezalandırılır. Her şeyin bir sebebi vardır ve bu
sebepler de Allah-ü Teala’nın sevk ve idaresindedir. Bu gerçeğin farkında olmayanlar,
inkarlarını perdelemek için deprem, yıldırım, sel, yanardağ…vs. gibi doğal afetleri
sebep göstererek kavimlerin helaki ile ilgili ayetleri te'vil etmeleri kabul
edilemez. Esasında tüm olayların birer hikmet vesikası olduğunu anlamak ve
halkların helak edilme sebepleri üzerinde düşünüp ibret almak gerekir.
Yaratıcının bu kavimleri neden yok ettiğini anlamak için geride kalan tüm
emareleri inceleyerek, Allah’ın rahmetinden uzaklaştıracak her türlü eylem ve
davranıştan sakınmaya çalışmak en doğru olandır. Allah-ü Teala kendisine tam
bir teslimiyetle, iman etmemizi ve emirlerine uymamızı beklemektedir.
Ayetlerde
bunca halkın inkarları sebebiyle helak edilmesinden, kibirli yaşayış
tarzlarından bahsedilmesi, dünya hayatının geçici olduğuna defaatle vurgu
yapılması boşuna değildir. Emirler ve yasaklar bellidir. İnsanın acziyeti
ortadadır. Kibir ve büyüklenme duygusuna kapılmadan, sırat-ı müstakimde sabit
kalarak, şeytanın yollarından uzaklaşmamız lazımdır. Allah’ın emir ve
yasaklarından yüz çevirip, peygamberlerin getirdiklerini yalanladığımız zaman, önceki
kavimleri bulan felaketler, bize de uğrayabilir ve en önemlisi ahirette ebedi
azap ile büyük bir hüsran içinde kalabiliriz.
Yüce dinimiz İslam, tüm insanlığa imanın hakikatlerini, dünya ve ahiret saadetinin yollarını gösterir. Sadece Allah’a kulluk etmeyi, O’na güvenmeyi, O’nun rahmetine sığınmayı ve yalnız O’ndan yardım dilemeyi emreder. Var olan tüm batıl düzenleri ve hurafeleri yok sayar. Dünya ve ahirette saadeti ve muvaffak olmayı Rabbimizden isteyelim. Her zaman acziyet içinde, kibrimizi ayaklar altına alıp, dua edelim. “De ki: Yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfürüp büyü yapan üfürükçülerin şerrinden ve kıskandığı vakit kıskanç kişinin şerrinden sabahın Rabbine sığınırım!”(Felak Suresi/1-5);“De ki: "Cinlerden, insanlardan olsun, insanların kalplerine vesvese sokan sinsi şeytanın şerrinden insanların rabbine, insanların mâlik ve hâkimine, insanların mâbuduna sığınırım!”(Nas Suresi/1-6)
Var olan gerçekler ve ihtimaller üzerinden kayda değer bir çalışma olması açısından uzunca değerlendirdiğim bu yazıda, “sayha” (ses) hakkında ulaşabildiğim verileri, tefsirler eşliğinde titizlikle sunmaya çalıştım. Hata ve noksanlıklar elbet vardır, bunlardan dolayı Allah’tan affımı niyaz ederim. Çalışma bizden, hidayet ve Tevfik ise Allah’tandır. [11/02/2021 Kadir PANCAR]
"Sayha" hakkında bu yazımızda, tefsir kaynakları eşliğinde uzunca bir izahat yaptık. Daha farklı bir malumat elde etmek açısından, "ses özellikleri, ses çeşitleri ve ses teknolojileri" kavramlarını, bilimsel gelişmeler eşliğinde yorumlayan; ilgili yazının devamını da okuyabilirsiniz. "SESİN MAHİYETİ VE SAYHA" yazımıza aşağıdaki bağlantıyı kullanarak ulaşabilirsiniz.
Kaynakça:
[1] Celal Kırca, "Semud Maddesi",
TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/semud
[2] “Sizden önce alemlerden hiçbirinin
yapmadığı hayasızlığı (livâta) mı yapıyorsunuz” (Araf Suresi/80)
[3] Werner Keller, Und die Bibel hat doch recht (The Bible as History; a Confirmation of the Book), New York 1956.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Fayda vermeyen ilimden Allah'a sığınırım. “Allah'ım; bana öğrettiklerinle beni faydalandır, bana fayda sağlayacak ilimleri öğret ve ilmimi ziyadeleştir."
İlim; amel etmek ve başkalarıyla paylaşmak içindir. Niyetimiz hayır, akıbetimiz hayır olur inşallah. Dua eder, dualarınızı beklerim...