Deizm kıskacındaki gençlik

Son zamanların özellikle gençlerdeki moda konusu olan deizm hakkında çeşitli felsefi yorumları aktardıktan sonra deizme karşı İslam dininin bakış açısını göstererek konuyu irdeleyelim.

Deizm'in tanımı nedir? Herkesin üzerinde ittifak ettiği bir "Deizm" tanımı yapmak mümkün değildir. Bununla birlikte aşağıdaki deizm tanımın modern çağda ortaya çıkan deizmin temel unsurlarını ve maksadını ifade ettiğini söyleyebiliriz. "Deizm XVII ve XVllI. yüzyıllarda İngiltere ve Fransa'da dini ve özellikle Hıristiyanlığı doğrulamak girişimi ile akıl-vahiy arasındaki uyumu kurmakla başlayan, ancak bir müddet sonra geleneksel doğaüstücülüğe saldıran, dışsal vahiy ve gizem ima eden dogmalardan hareketle vahyin gereksiz olduğu sonucuna varan; aklın, dinin geçerliliğinin mihenk taşı, din ve ahlakın ise doğal olgular olduğu, ahlaki ve dini yaşam için gerekli rehberi doğada bulan insanın, geleneksel dine başvurmasına gerek kalmadığını öne süren dini ve felsefi bir anlayıştır." [1] Kısaca söylemek gerekirse geleneksel ilah inancını kabul etmeden yaratıcı fikrinin bunlardan bağımsız olacağını kabul eden bununla birlikte tüm diğer dini argümanları da reddeden deizm, inanç kaidelerine bir tepki hareketi olarak var olmuş bir yapıdır.

Deizm kelimesi, köken olarak Latince’ de "Tanrı" anlamına gelen "Deus" kelimesinden gelmektedir. Deizm tanımlamaları irdelendiğinde, iki temel anlayıştan yola çıkar: 1) Âleme müdahale etmeyen sade bir ulûhiyet anlayışı. 2) Akla ve bilime gösterilen büyük güven.

Felsefe tarihçileri birinci anlayışı Aristoteles'e kadar geriye götürmektedir. Felsefecilere göre Aristo'nun, deist bir Tanrıya inandığı, aleme müdahaleci olmayan bir mutlak yaratıcı fikrini devrin görüşleri etrafında birleştirerek sistematik bir hale dönüştürdüğünü söylerler. İkinci anlayış ise modernleşme ve teknolojik ilerlemeler neticesinde ortaya çıkan akıl ve bilime karşı sonsuz bir güven olgusuyla gelişme gösteren bir deizm inancıdır. [2] Deizm, Tanrıyı sadece bir ilk neden olarak ileri süren ona başkaca hiçbir nitelik ve güç tanımayan "sadece akla dayanan, akla güvenen, akılcı bir din" öğretisidir. Deizm, tüm dinleri reddeden/zorunlu olmadığına inanan, ancak tanrının varlığına ve mutlak egemenliğine inanan bir inanç şeklidir. Dinler reddedildiği için; vahiy, peygamberlik, mucize, kutsal kitap, cennet ve cehennem, melek, şeytan gibi kavramların hiçbirisinin deizm inancında yeri yoktur. Deizm, kutsal din öğretilerinin özelde vahiy ve peygamber kavramları yerine evreni ve doğa kanunlarını koyan, bunun ardından evrene ve insanlığa hiçbir müdahalesi olmayan bir tanrı tasavvurudur. [3]

Deizm kavramı, esasında Hristiyanlıktaki tahrif edilmiş inançlara karşılık olarak doğmuş bir hareket olarak göze çarpar. Deizm bu anlamda Hristiyanlık inancının sunduğu teizme karşıt olarak ilk defa Kalvinci ilahiyatçı Pierre Viret’in “Instruction Chrestienne” adlı çalışmasında yazılı olarak yer almıştır. Pierre Viret; deist inancına sahip kişileri “Tanrı’nın yerin göğün yaratıcısı olduğuna inanan ama İsa Mesih’in öğretilerini reddedenler” şeklinde nitelendirmektedir.[4] Pierre Viret’e göre kendilerini deist olarak tanımlayanların bir kısmı ölüm sonrası hayata inanırken bir kısmı da ölüm sonrası hayata ve kadere inanmaz. [5] Deizm inancı, temel olarak üç grup altında incelenebilir. 1) Dünyayı yaratan bir Tanrı ve ardından dünyaya müdahale etmeyen bir Tanrı 2) Dünyayı yaratan bir Tanrı ve dünyaya müdahale eden, evrende tasarruf sahibi olan bir Tanrı 3) Dünyayı yaratan bir Tanrı ve dünyaya müdahale eden, evrende tasarruf sahibi olan bir Tanrı olmakla birlikte insanın ahiret olmaksızın dünyada yaşadığına ve ölünce tamamen insanın yok olacağını söyleyen grup deistler. Hudson’un belirttiğine göre birinci grup deistler; Tanrı’nın dünyaya müdahale etmediğini öne sürerken, bir kısım deistler ise tam tersine Tanrı'nın dünyaya müdahale edebileceğine ve aslında bunu gerçekleştirdiğine inanır. Deistler, Tanrı’nın varlığına sadece akıl ile ulaşılacağını ve kurtuluş için doğal dinin yeterli olduğunu iddia ederler. [6] Clarke’a göre ikinci grup deistler, sadece Tanrı’nın varlığına inanmakla kalmazlar, aynı zamanda Tanrı’nın evren üzerinde tasarrufu olduğuna da inanırlar. Yani evrendeki her şeyi Tanrı’nın yönettiğine ve bunların Tanrı’nın hikmetinin gereği olduğuna inanırlar. Ancak onlar, Tanrı’nın, insanın iyi ve kötü ahlaki eylemleri hakkında herhangi bir tavsiyesi ya da buyruğu olduğunu düşünmezler. Bu gruptakilere göre ahlaki iyi ve kötü sadece insanların oluşturduğu yasalara göre şekillenir. Clarke, bu deistleri sert bir şekilde eleştirir: Tanrı’nın ilmi, hikmeti ve gücü gibi doğal sıfatları yok sayılarak nasıl ahlak kavramından söz edilebilir. Tanrı’nın bu gibi sıfatlarını ahlaktan ayrı tutmanın ne bir akli izahı ne de ciddi bir temeli vardır. Ayrıca Tanrı’nın doğal sıfatlarını ahlaktan ayırmak, O’nun ilim, hikmet ve kudret gibi sıfatlarını inkâr etmek anlamına gelir. Zira Tanrı’nın bu tür doğal sıfatları ile ahlak arasında bir ilişkinin olmadığı iddiası, Tanrı’nın ilminde bir eksiklik, hikmetinde bir kusur ve gücünde bir zayıflık olduğu sonucunu doğurur. Bu da kaçınılmaz olarak Tanrı’nın mutlak adalet, merhamet, hikmet ve kudretini inkâr etmek demektir. İnsanın ahlaki davranışlarını kontrol eden ve onlarla yakından ilgilenen Tanrı’nın bu tür sıfatlarını inkâr etmek ise tam bir ateizm anlamına gelir.[7] Üçüncü grup deistlere gelince, Tanrı’ya ve O’nun doğal sıfatlarına inanırlar. Tanrı’nın evren üzerinde tasarrufu olduğuna da inanırlar. Bunlar, Tanrı’nın mutlak ilim, hikmet, kudret, adalet ve iyiliğine de inanırlar. Tanrı’nın bu mükemmel özellikleriyle evreni yönettiğine ve akıllı varlıklardan kendisine itaat edilmesini beklediğini söylerler. Ancak bu tür deistler ruhun ölümsüz olduğu inancına karşı mesafelidirler. Yani ölen insanın ruhuyla birlikte bütünüyle yok olacağına inanmaktadırlar. Başka bir ifadeyle insanın bu dünyadaki yaşamı sona erince tekrar bedenlenerek ya da yenilenerek varlığını sürdüreceğine inanmazlar.[8]  

Deistlerin vahiyden bağımsız din anlayışında Tanrı'nın alemle ilişkisi ilahi dinlerden farklıdır ve Tanrı alemle sürekli bir ilişki içinde değildir. Deistlere göre Tanrı başlangıçta alemi yaratmış, alemin düzenini sağlayan kanunları kalıcı bir şekilde var kılmıştır. Tanrı insanı, alemi ve beraberinde yaratılan kanunları anlayabilecek bir akıl yapısıyla yarattığı için aleme sonradan müdahalesine gerek kalmamıştır. Bu anlayışla birlikte deizm, müdahaleci olmayan bir Tanrı anlayışını sistemleştirmiştir. Avrupa özelinde tüm İslam toplumlarının dışında kalan halklarda akıllı bir kişinin, dinin içinde kalmak, inanmak gibi bir düşüncesi varsa bunu ancak o şartlar içinde “deist” olarak yapabilir. Aksi halde ateizme kayacaktır. Avrupa'da Kilisenin zulmünden kaçıp Amerika'ya giden ve Amerika'yı kuran G. Washington, Thomas Paine gibi isimlerin büyük bir kısmının Hıristiyan inancından uzaklaşarak deist olması tesadüf değildir. Özellikle Thomas Paine'in “Akıl Çağı” kitabı, deizmin temeli durumundadır. T. Paine'nin Hıristiyanlık için kullandığı 'masal' tanımlaması, bulunduğu konumu net olarak göstermektedir. Bu Hıristiyan masalının içinde kalmak istemeyen biri ya ateist olacak ya da Kant'ın eserine isim yaptığı gibi, aklın sınırları içinde bir dinin peşine düşerek arayış içinde olacaktır.[9]

Alman düşünür İmmanuel Kant, “deizm inancına sahip kişileri” (deist), yalnızca “aşkın teoloji”yi kabul eden, yani Tanrı’ya sadece apriori kavramlardan türetilebilen sıfatları atfeden kişi; buna karşılık “teist”i, aynı zamanda “doğal teoloji”yi kabul eden, tecrübe ile bildiğimiz, insani nitelikleri analoji yoluyla Tanrı’ya atfeden kişi olarak tanımlamaktadır. [10] Kant’ın akılcılığı da “herhangi bir vahyedilmiş dini kabul etmeksizin tek Tanrı’yı kabul eden görüş” tanımı ile örtüşmektedir. Zira her ne kadar Kant, doğaüstü bir yolla vahyedilmiş dinin imkânını reddetmese de böyle bir dini açıkça kabul etmez görünmekte ve onu kabul etmenin ahlaken gerekli olduğunu reddetmektedir. Bu anlamda Kant’ın bir Tanrı’yı kabul ettiği kesin olmakta, fakat onun konumu, vahyedilmiş dini “kabul etmeyi” barındırmamaktadır.[11] Kant, doğaüstü bir vahyin gerçekleşmediğini iddia etmenin insan kavrayışının sınırlarını aşacağı noktasında ısrar etmektedir. Kant’ın iddiası, akla dayalı ahlakın ve onun üzerinde kurulan dinin, zaman ve zemine bağlı olmaksızın, tüm insanlarca eşit şekilde inanılabilir olduğudur. Sadece saf [akli dinsel iman], evrensel bir cemaat(kilise) kurabilir. Çünkü o, yardımcısız aklın, herkese güven içinde aktarılabilecek olan, imanıdır. Ancak olgulara dayalı olduğu sürece tarihsel iman, sadece haberinin ulaştığı yere kadar etkisini genişletebilir, zamana ve zemine göre, kendini inanmaya layık kılma sınırına ulaşabilir. Kant, bazı önemli noktalarda akıl dininin vahyedilmiş geleneklere ihtiyacı olduğunu da ayrıca belirtmektedir: “İnsan doğasına has bir zayıflıktan” ötürü bir kilisenin, yalnızca yardımcısız akıl dini üzerine kurulamayacağını, bunun aksine deneysel vahye dayalı “tarihsel iman” -Yalın Aklın Sınırları İçinde Din- gereksinim duyacağını söyler.[12]

Deizm, Hristiyan kültürü içinde Hristiyanlığa bir tepki hareketi olarak ortaya çıkmış ve sonradan tüm dünyaya yayılmıştır. Özellikle Aydınlanma sırasında Avrupa ve Kuzey Amerika'da ortaya çıkan Hristiyan Ortodoksluğun kapsamlı bir eleştirisinin Deizm hareketinin büyümesinde ve genişlemesinde ciddi bir payı vardır. Bununla birlikte yeni bilimsel gelişmeler, felsefi akımlar, dijital paganizm, küreselleşme gibi araçlar da deizmin etkisini artırmada etkili olmuştur.[13] Hıristiyanlığın ilk üç asrında, putperest yöneticiler, Hıristiyanlara en ağır baskı ve işkenceleri uygulamışlardır. Baskı ve işkenceden kurtulmak isteyen Hıristiyanlar, manastırlara sığınmak, yer altlarında yaşamak, toplumdan uzaklaşmak gibi çeşitli zorluklarla baş etmek durumunda kalmışlardır. Halktan uzak yaşayan papazlar ve onların yanlarındaki inanmış Hıristiyanlar, kendilerini daha çok ibadete vermişler ve bu şekilde dünyevi yaşantıdan tamamen uzak kalarak kendilerine emredilmediği halde sanki dini bir gerekçeymiş gibi ruhban hayatını Hristiyanlık içerisine yerleştirmişlerdir. Daha sonraları Yahudi asıllı Seul (m.ö. 40)'un çalışmaları ile, bu sapkın ruhban anlayışı, Hıristiyanlığın asli hüviyetinden uzaklaşarak yeni bir şekil almasına yol açmıştır. Hıristiyan olduktan sonra Paul adını alan bu Yahudi şahıs, gerçekte Hıristiyan olmamış; Hıristiyanlığı, Yahudiliğin geleceği açısından tehlikeli gördüğü için Hıristiyanlığı içten yıkma amacıyla Hz. İsa'nın (haşa) “Allah'ın oğlu” olduğu, “insanların Hz. Âdem ile Havva'nın işlediği suça varis olarak dünyaya günahkâr olarak geldiği” gibi dinin ve aklın temel ilkeleriyle bağdaştırılması mümkün olmayan kendi sapkın fikirlerini, vahiy adı altında Hristiyanlara kabul ettirmiştir. Bizans İmparatoru Konstantin, Hıristiyanlığı devletin resmi dini olarak kabul etmesiyle beraber, zamanında var olan putperest ve pagan inanışları da Hristiyanlık ile birleşerek din tamamen farklı bir hale dönüşmüştür. İlk aslından tamamen tahrif olmuş bir dine dönüşen Hristiyanlık, “vahiy anlayışının bir temsilcisi konumundaki kilise” ile siyasi bir otoriteye sahip olmuştur. Kilise otoritesine karşı, huzursuz olan halk tepkileri, aydınlanma çağı ile birlikte büyüyerek, özelde Kiliseye genel olarak da dini inanca bir tepki konumuna getirilmiştir. Bu konuda Amerikalı Bilim Tarihçisi Draper şöyle diyor: "Devletin önemli kademelerinde görev alan ve Roma devletinin yüksek mevkilerini ele geçiren ve kendilerini Hıristiyan gibi gösteren münafıkların etkisiyle şirk ve putperestlik fikirleri, Hıristiyanlığa karıştı. Halbuki bu münafıklar, dine hiçbir şekilde aldırış etmedikleri gibi, dine samimi olarak bağlanmış da değildi. İmparator Konstantin de bunlardan birisidir. O, bütün hayatını zulüm ve haksızlık ile geçirmiş, ömrünün sonlarına rastlayan çok sınırlı dönemler dışında kilisenin dini emirlerine riayet etmemiştir. Dünyaya tapan, dini inançları hiçbir değer ifade etmeyen İmparator Konstantin, birbirleriyle çarpışmakta olan Hıristiyanlık ile putperestliği sırf kendi menfaatine uygun düştüğü için birleştirmeye ve uzlaştırmaya çalışmış ve nitekim bu planında başarıya ulaşmıştır. O dönemde yaşayan bazı bilgili Hristiyanlar bile onun bu planına karşı çıkmamış veya çıkamamışlardır. Belki onlar bu yeni dinin eski putperest inançlarla aşılanması halinde daha da güçleneceğine inanmış da olabilirler. Ayrıca onlar böylelikle Hıristiyanlık dininin putperestliğin kirliliklerinden kurtulacağına kanaat getirmiş de olabilirler."[14]

Hıristiyanlığın ilahi bir din olmaktan daha da uzaklaşması, 325 yılında İznik'te toplanan ruhani meclisin putperest inançları savunan İncilleri, Hıristiyanlığın resmi kutsal kitabı kabul etmesiyle olmuştur. Bu konsül, İmparator Konstantin'in emrinde ve başkanlığında toplanmış ve bugünkü teslisi (üçlü ilah sistemi) savunan birbirinden alakasız dört İncil, Hıristiyanlığın kutsal kitabı olarak kabul edilmiştir. Hıristiyan teolojisi sapkın bir tarihi miras üzerinde inşa edildikten sonra skolastik felsefe ile daha da tahrif edilerek, ortaya çıkan din anlayışı çeşitli görüşlere sahip farklı kilise akımlarıyla baskı ve zulümler eşliğinde savunulmuştur. Aydınlanma çağı ile birlikte kilise otoritesi sorgulanmış ve Hıristiyanlık içine yerleştirilen bu sapkın inanışlar, eleştiri yağmuruna tutularak, kilise tarafından vahiy olarak tanımlanan bozuk inanışlardan kopmalar başlamıştır. Doğal olarak bu kopuşun yerine yeni bir arayış koyulmaya çalışılmıştır. Özellikle Hz. İsa'nın şahsında meydana gelen tartışmalar neticesinde “deizm fikri” yaygınlık kazanmıştır. Hıristiyanlığın sorgulanma çağı olarak nitelenebilecek Ortaçağ sonrası dönemde çeşitli fikirler ortaya çıkmış ve bu düşünceler aydınlanma çağı filozofları ile yaygınlık kazanarak kitlelere yayılmıştır.

Aydınlanma, Gadamer’e göre, “hiçbir otoriteyi kabul etmemek ve her şeye aklın muhakemesiyle karar vermektir. [15] Yine Aydınlanma, insanların hakikate ulaşmaları için “miras aldıkları geleneğe, bir kuruma ya da bir seçkine ya da Tanrı’dan gelen bir vahye bile gereksinimleri olmadığı” [16] iddiası ve insanın dini değerlerin etkisiyle belirlenmiş bir dünya görüşünün yerine kendi aklı ile belirleyeceği yeni bir dünya görüşü oluşturma çabası olarak da tanımlanmıştır. [17]Deizm aydınlanmanın sunduğu akılcılık hareketinden aldığı kuvvetle temelini oluşturmaya sağlamlaştırma çalışmıştır. Akla aşırı güvenin yaygın olduğu bir dönemde ortaya çıkan deizm, Avrupa’da hızla yayılma başlamıştır. Harrison’a göre, deizm XVII. ve XVIII. yüzyıllarda İngiltere’de dini düşüncede aşırı rasyonelleşme eğilimi olarak ifade edilmiştir. [18] Deistler, doğa yasalarının incelenerek, Tanrı’nın karakterinin bilinebileceğine ve bu sayede Tanrının var olacağına inanmışlardır. Onlar, Tanrı’nın rasyonel, öngörülebilir ve yararlı bir şekilde davranacağının “doğa kitabı”nın incelenmesiyle anlaşılabileceği konusunda ısrarcıdırlar. [19] Herbert, insanda var olan doğal içgüdünün, fıtratın Tanrı tarafından var edildiğini ve bilgilendirildiğini düşünür. O, “doğal” demek ile doğaüstü olanı inkâr etmemekte, tam tersine doğaüstünün var olduğunu kabul etmektedir. Deistlere göre hem dış doğa hem de insan doğası Tanrı’nın buyruklarını anlama kanallarıdır. [20] İlk deistlerden Tindal’a göre, tüm dinlerin temeli, harici bir vahiy değil “doğal bilgi”dir. Tanrı’nın var olduğuna dair kendi kendimize ulaştığımız inanç, bu doğal bilgi sayesindedir. Doğal din o kadar mükemmeldir ki ona hiçbir şey ilave etmeye gerek yoktur. Ayrıca vahyin doğru olup-olmadığı hükmünü verecek olan da doğal dindir. [21] Hristiyan kültürü içerisinde yaşamış bir isim olarak Tindal'ın eleştirileri, Hıristiyanlıktaki asli günah ve kurtuluş doktrinindeki çıkmazlara yöneliktir. Hristiyanlıkta, insanın “Hz. Adem'den kalma bir günahı yüklenerek”” dünyaya geldiği ve Hz. İsa gelene dek bu günahtan kurtulamadığı”, “Hz. İsa’nın gelişiyle de insanların bu günahtan kısmen kurtulduğu” inancı hakimdir. Tindal ise Tanrı'nın insana olan sevgisinden hareket ederek, insanın kurtuluşu için gerekli tüm araçların insanın fıtrafında bulunduğunu dile getirerek, sapkın asli günah ve kurtuluş inancını reddetmiştir.[22] Tindal eleştirilerini sürdürerek vahiy dininin evrensel olmadığı iddia etmiştir. Bu iddiasını da Amerika kıtasında bile böyle bir dinin görülmediğini söyleyerek temellendirmeye çalışır. Kendi çağını esas alarak en azından son iki yüzyılda tüm dünyaya yayılmış olan bir dinin keşfedilmediğini, böyle bir din olsa bile bunun asla Hristiyanlık olamayacağını iddia eder. [23]


Deizm, Hristiyanlığın içindeki çıkmazlardan kurtulma arzusunun bir tezahürü olarak var olmuştur. Hristiyanlıktaki tahrif olmuş Tanrı tasavvuruna ve bu tasavvurun yarattığı din anlayışına bir tepki hareketi olarak çıkmıştır. Deizm, Hristiyanlıktaki çarpık din ve sapkın teslis anlayışını düzeltmeye çalışırken bir anlamda amacından saparak, Tanrı'nın insan ve alem ile ilişkisinde belirleyici olan sıfatlarını terk etmeye ve diğer dini argümanlardan uzaklaşarak dini anlayışı reddetmeye doğru kayarak farklı bir boyut haline gelmiştir.

Deizmin, ortaya çıkmaya başladığı XVII. yüzyıldan günümüze kadar çeşitli evreler geçirdiği anlaşılmaktadır. Avrupa’da deizmin yayılma hareketi ilk defa İngiliz düşünürlerin öncülüğünde kilisenin dogmalarına ve ruhban sınıfının baskılarına bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Özellikle kilisenin “gizemli” vahiy yorumunu “rasyonel” hale getirme teşebbüsü olarak yorumlanabilecek deizm, daha sonra peygamberlere gelen vahyi de gereksiz ve güvenilmez görmeye doğru evrilmiştir. [24] İngiltere'de kendilerine özgür-düşünürler (free-thinkers) adını verenler, sivil halkı kontrol etmek için üretildiğini düşündükleri ve çoğu 'masal'dan oluşan kutsal metin anlatılarının kendilerini deistik doğal dine doğru iten en büyük etken olduğunu söylerler. [25]

İmmanuel Kant’a göre Hıristiyanlıktaki çıkmazların baş sorumlusu Kilise ve hezeyanlarıdır. Kilisenin içinde bulunduğu baskıcı otoriter tavrı, Hristiyanlara hiç güven vermeyen inanç sistemini empoze etmeye devam etmesi, kilisenin insanlara tutarlı cevaplar üretememiş olmaması sonucunda, haklı olarak Avrupa’da yeni arayışları da beraberinde getirmiştir.  Kant’a göre; Kiliseler ve tarihsel imanlar, kendi görevlerini yerine getirmekte devamlı başarısız olmaktadırlar. En önemli başarısızlıkları, esas görevleri olan ahlaken iyi yaşam tarzını teşvik etmemeleri, bunun yerine, ahlak ile ilgili olmayan, yasal uygulamalara yönelik çabayı teşvik etmeleridir. Bir kişiliği ahlaki özgürlük açısından geliştirmek yerine ritüel eylemler vasıtasıyla, mucizelere gözü kapalı inanmayı, duyu ötesi tecrübelere olan coşkulu gösterileri, doğaüstü olayları üretme amaçlı fetişsel girişimleri kaynaştırarak kült ve ibadetleri teşvik etmişlerdir. Hepsinden kötüsü onlar, bireylerin vicdanlarını rahipler hiyerarşisine tabi kılmışlardır. Bunu, tam olarak rasyonel dinin özü olan, bireysel vicdan özgürlüğünü baltalayarak ve ruhun bizzat kendisini esir ederek –ki doğru dinin gerçek işlevi ruhu kesinlikle özgür kılmaktır. [26] Kant dinsel vesayete, baskıya, özgür düşünmeyi engelleyen her türlü kölelik düzenine karşı çıkar. Kant, “kilisenin dağıldığı, dünyadaki yöneticinin-papazın, birer cennet vatandaşı konumuna yükseltilen insanlarla aynı sınıfa dâhil olduğu ve Tanrı’nın her şeye hükümran olduğu” bir zamanı beklemektedir. [27] Kant'a göre; kilisenin hiyerarşik yapısını ve beraberinde, inançları ve vicdanları üzerinden bireylerin yetkilerini gasp eden bir papazlar sınıfına bağlı insanlığın vesayetini, eninde sonunda ortadan kaldırmak esas gayedir. Kant, kendi başına düşünmenin her bir insanın görevi olduğunu söyler. Çocukların düşünce ve davranışlarının ana babalarının yönlendirmesine bağlı olması gibi, bir kişinin düşünmesi, başkalarının rehberlik ve yönlendirmesine bağlı olduğunda, o kişi “vesayet” ve “ergin olmayış” konumundadır. Kant’ın rahatsız olduğu şey, insanların başka kişilerin kendileri adına düşünmesine müsaade etmeleri, kendi yaşam biçimleri açısından son derece önemli konularda, başkalarının otoritesine yönelik saygılarını, kendi akıllarını eleştirel tarzda kullanmanın yerine geçirmeleridir. Bunu yapmak, başkalarının bilgi ve uzmanlığına yönelik bir saygıdan değil, akıllı bir varlık olarak kişinin kendine yönelik aşırı saygısızlığındandır. Bu tür onur kırıcı vesayetin tek biçimi dinsel iman değildir. İnsanlar kendilerini sadece papazların değil, öğretmenlerin, hukukçuların, fizikçilerin ve yazılı sayfaların da vesayetine sokmaktadırlar. Kant’ın tarihsel imanda arzuladığı en önemli değişim “aydınlanma” dediği şeydir. Kant bu anlamda “aydınlanma”yı “kendi eliyle düştüğü her türlü vesayetten kurtulma” olarak tanımlamıştır. [28]


İslam'a göre Allah; aleme her an müdahale eden, her an yaratan, güç ve ikmet sahibi, her şeyi irade eden ve bilendir. Allah, Hz. Adem'den beri belli zamanlarda seçtiği peygamberler aracılığıyla insanlara kitaplar ve mesajlar göndermiş, insan da bunun karşısında takındığı tavra göre değer kazanmıştır. İlahi dinlere göre insanlar Allah'a dua ile isteklerde bulunup lütuf ve yardımını talep edebilir ve Allah'a iletmek istedikleri her mesaj mutlaka yerini bulur. Allah ve insan arasında nübüvvet ve ibadet yollarıyla belirli bir iletişimin olduğuna inanma İslam'ın temel esaslarındandır. [29]Allah'ın evrene müdahalesini O'nun acizliği olarak yorumlayan deist düşüncenin aksine Kur'an-ı Kerim, Allah'ın her an evrene müdahil olduğunu haber verir. "Göklerde ve yerde kim (ve ne) varsa O'ndan ister, O, her an başka bir iştedir'' (Rahman Suresi, 29) ayeti bunun en güzel ifadesidir. Yaratıcı, noksan sıfatlardan münezzeh kemalat sahibi bir varlıktır. Bu nedenle her türlü davranış onun yaratması ile ortaya çıkar. Aksi halde ona noksanlık izafe edilmiş olur ki bu da temelde olan yaratıcı fikri ile tezat olmuş olur.

Yaratıcı, dünya şartlarında gözle görülmesi muhal olan, beşerî kuvvet ile hiçbir şekilde tanımlanamayacak bir varlık olduğundan onun emir ve yasakları hakkında içsel bir bilgiye insanın sahip olması ancak peygamberler ve onlar vasıtasıyla kitaplar aracılığı ile mümkün hale gelir. İnsan, doğuştan iyiyi veya kötüyü ayırt edebilecek bir kuvvete mazhar olarak fıtratında birtakım bilgilere haiz olarak dünyaya gelmiştir lakin bunların hangisinin iyi veya hangisinin kötü olduğunu bilemeyecek durumdadır ki bunları belirten bir kılavuza veya rehber ihtiyaç vardır.  Bu kılavuz da seçilmiş insanlardan (peygamberden) başkası olamaz. Nasıl ki yeni bir eşyanın bile bir kullanım kılavuzu varsa dünyaya gözlerini açmış yeni bir varlık olan insanın bulunduğu ortamın şartlarını bilmesi açısından da bir rehbere ve kılavuza ihtiyaç vardır. Peygamberler özelinde Allah’ın emir ve yasakları olan vahiy, insanlığa tek ve gerçek inanç sistemini ve bu inancın esaslarını aktarmak, dünyada neyin iyi ve güzel olduğunu öğretmek için gönderilmiştir. Toplumların düzeni nasıl bir yöneticiye ve yasalara bağlı ise inanç sisteminin düzeni de peygambere ve onun tebliğine bağlıdır. Bu anlamda İslam dini önce Allah’ın varlığına inanmayı, onun sıfatlarını, fiillerini kabul etmeyi bildirir. Sonrasında emir ve yasaklarını insanlara tebliğ eden peygamberlerini, hüküm ve yasların olduğu kitaplarını vahiy aracılığıyla insanlığa aktarır. Arkasından dünyada nasıl yaşaması gerektiğini öğrenen insanın tüm bu yaşantısından hesaba çekileceğini sonunda bir ahiret hayatına kavuşacağını söyler. Bütün bu olanların Allah’ın bilgisi ve hikmeti dahilinde olduğunu, her insanın kaderi nispetinde yaşadığını ve onun ezeli ve ebedi ilminden hiçbir şeyin kaçamayacağını yaratılmışlara peygamberleri aracılığıyla tebliğ eder. İşte bu iman esasları deizm ile İslam arasındaki en büyük farktır.

Deizm, Hristiyanlıktaki sapkın fikirlere karşı Avrupa’da haklı bir gerekçeyle ortaya çıkmışken İslam dünyasında yayılmasının sebebi olarak dini vesayet kurumları, dini-siyasi ilişkiler, toplum yapılarının dinden uzaklaşması, sermayeleşmiş cemaat yapıları, dini eğitimden uzaklaşmış eksik bilgiyle donatılmış halklar, tepkisel davranışların kaynağı olarak dinin baskı aracı olarak kullanılması gibi çeşitli nedenler söz konusudur. Dinden uzaklaşmanın türleri olarak bu anlamda çeşitli fikirlerin etkisi ile Agnostik /Agnostisizm, Deist / Deizm, Apateist / Apateizm, Ateizm, Spiritüel Arayışlar, New Age Grupları, Panteist / Panteizm, Evren dini, Enerji dini, sevgi dini…vs. (Bkz. Din felsefesinden Ateizm) gibi çeşitli türde inanışlar ortaya çıkmıştır. Bütün bunların kaynağında yetersiz dini eğitim, taklide dayalı dini eğitim, sömürücü ve baskıcı dini anlayış, sermaye ve para ilişkisi içindeki dini gruplar, dini kullanan siyasi teşekküller, her türlü gayri meşru ilişkisine din kılıfı uyduran din tüccarları gibi yapılar göze çarpmaktadır. Burada önemli olan insanların nefislerinin isteklerine uyarak dini anlayıştan uzaklaşmak için bir bahanenin ardına sığınmış olmalarıdır. Batı’da deizm haklı olarak Kilise’nin sapkınlıklarından kurtulma aracıyken İslam toplumunda da insanlar; siyasi yapılardan, cemaat ve tarikatların sapkın fikirlerinden kurtulma aracı olarak deizme benzer şekilde sığınmışlardır. Oysa buradaki hata Hıristiyanlık Kilise tarafından şekillendirilmiş insani bir görüş iken Kur’an-ı Kerim ve nebevi sünnet temelli İslam inancı ise ilahi bir sistemdir.

İnsanlar, hatalı buldukları dini anlayışa bir tepki olsun diye İslam dininin temel dinamiklerine saldırmayı ve buna inanmamayı tercih etme gafletinde bulunarak akidelerini yıkmışlar ve nefislerinin esiri haline gelmişlerdir. Herhangi bir fikri benimsememiş insanlar da dine karşı olmasa bile dine tamamen ilgisiz kalarak inançlarını sıkıntıya sokmuşlardır. Dini sadece bir merasim ve ritüel olarak aktaran yapıların karşısında temiz din anlayışına karşı bu ilgisizlik aslında bir cehaletin sonucudur. Aklı başında olan her insan dinini tam olarak asli kaynaklarından araştırır, taklidi imandan kurtularak hakiki imana kavuşur. Daha sonra hiçbir cemaat ve siyasi görüşe aldanmadan, sermayenin oyuncağı haline gelmiş bir tarikat boyunduruğuna saplanıp kalmadan temiz bir akideyi benimser ve bu inanca aşırıya gitmeden sahip çıkarak ebedi kurtuluşa doğru hayatını tanzim eder. İşte bizim gayemiz bu tip bir hayatı arzu edenlere bir çıkış yolu göstermek, mümin kardeşlerimizin elinden tutarak şeytani düşüncelerden uzaklaştırıp, hiçbir telkine aldanmadan beraberce nezih İslam dairesi içinde kalabilmeyi başarmaktır. Allah yolumuzu aydınlatsın. Nefsimizin kötülüklerinden şeytanın vesveselerinden bizleri korusun. Sermayeye ve güce boyun eğmiş tüm Müslüman görünümlü fitne ve fesat gruplarını da helak etsin. Bu gibi münafıklar yüzünden inançlarını zayıflatan, kalplerinde eğrilik olanlara da hidayet versin. Unutmayalım ki Allah bizim yaratıcımız ve sahibimizdir. Din simsarları, din tüccarları, cenneti parselleyenler, Allah adına hüküm ve karar verenler, dini pis işlerine alet edenler, Allah’ın lanetinde boğulacaktır. Bu şer güçlerinden, dinsizlik modalarından uzak kalarak nezih İslam itikadını öğrenelim ve ona bir elmas gibi sahip çıkalım. Allah hidayetten ayırmasın. (Âmin)

Kalplerimizde iman tomurcuğunu yeşertmek kolay değildir ama bir yeşerdi mi onu durmadan bir bitki gibi sulamak ve korumak gerekir. Aksi halde İslam düşmanları tarafından ustaca hazırlanmış şeytani sorular karsısında, şüphelerle o iman fidanı kurur gider. Kalbinizin sesini dinleyin. Saf ve temiz niyetle vereceğiniz kararlar, kalbinizin içinden gelen bir vicdani ses olacaktır. İmansızlık, kişiyi her defasında kor ateşi gibi yakan içten içe üretilen bir sürü soruya cevap verememekten başka bir şey değildir. İmansızlık, karanlık bir kuyuya düşüp bir şey arıyormuş gibi hareket etme timsali, anlamsız bir boşluğu ifade eder. İman etmek ise çok basit, fakat anlamı ve heyecanı itibariyle büyük bir olaydır. İman ettiğiniz bir şeyde yakıcı sorulara muhatap olma ve içinizi kemiren evhamlardan uzaklaşırsınız.

Son söz olarak; "La ilahe illallah Muhammedür-Rasulüllah" demeniz halinde bile, kalbinizde bir ışıltı, bir ferahlama oluşacaktır.  Dünya ve ahiret hayatı için iman etmek, bütün sorulara cevap bulmaya yetecektir. Buna inanın ve bunu düşünün. Laf burada tükenmiştir. Vesselam!

 اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلهَ اِلاَّ اللهُ وَاَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ  
Kelime-i Şehadet: "Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Rasulühü"
Kelime-i Şehadetin Anlamı: "Şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur ve yine şahitlik ederim ki Muhammed (s.a.v), O'nun kulu ve Rasûlüdür."

13/05/2023

Kadir PANCAR


KAYNAKÇA:

[1] Dale N. Daily, Enlightenment Deism, Dorrance Publishing Co .. Pennsylvania, s.33, 1999

[2] Vahdettin BAŞCI ,Deizm Kavramı ve Ortaya Çıkardığı Problemler, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Mart 2018 22(1): 33-40

[3] Hobbes,1993:378; Locke, 1998:35; Price, 1978:123; Willey, 1996:3

[4] A. W. Wood. “Kant’ın Deizmi”, trc. Necmettin Tan, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 52/1 (2011): 328

[5] Pierre Viret, Instruction chrestienne, vol. 2, Epistle dedicatory. Geneva, 1563.

[6] Wayne Hudson, The English Deists: Studies in Early Enlightenment (New York: Routledge, 2009) and Jeffrey R. Wigelsworth, Deism in Enlightenment England: Theology, Politics, and Newtonian Public Science Manchester University Press, 2009, 29-30.

[7] Clarke, A Demonstration of the Being and Attributes of God, Cambridge University Press, 2010, 162-163.

[8] Altunışık, Mehmet Akif. “İlk Deistlere Göre Deizmin Temel İnançları”. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi 19/2 (Eylül 2019): 615-642.

[9] Deizm: Öncü İsimler ve Temel Doktrin, Şaban Ali Düzgün, Çağdaş Din Karşıtı Akımlar ve Deizm Sempozyumu, Van, 2017

[10] Immanuel Kant, Vorlesungen über die philosophische Religionslehre (ed. Karl Heinrich Ludwig Pölitz, Princeton Üniversitesi, Leipzig: Taubert, 1830.

[11] Allen W. Wood, Kant’s Deism, Kant’s Philosophy of Religion Reconsidered, Philip J. Rossi and Michael Wreen (ed.), (Bloomington: Indiana University Press), 1991. ss. 1-21.

[12] Religion within the Limits of Reason Alone, terc. Theodore M. Greene and Hoyt H. Hudson, with a new essay by John Silber (New York: Harper and Row, 1960) GS 6 (RGV).155/143.

[13] Mehmet Akif Altunışık, “Deizmin Meydan Okumalarına Karşı İslam Düşüncesinin Sorun Çözme Kabiliyeti: Yeni Bir Nübüvvet Teorisi Geliştirme Teklifi”, İslam ve Yorum II, haz. Fikret Karaman (Malatya: İnönü Üniversitesi Yayınevi, 2018), 1: 398.

[14] J.V. Draper, .Niza-ı ilim ve Din, Çev. Ahmet Mithat Efendi, Der Saadet, İstanbul, 1313, s. 12

[15] Hans-Georg Gadamer, Hakikat ve Yöntem, trc. Hüsamettin Arslan ve İsmail Yavuzcan İstanbul: Paradigma Yayıncılık, 2009, 2: 14.

[16] Karen Amstrong, Tanrı’nın Tarihi, trc. Oktay Özel, Hamide Koyukan, Kudret Emiroğlu, İstanbul: Pegasus Yayınları, 2017, 424.

[17] Sait Kar, “Din, Aydınlanma ve Eleştirisi”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 42 2014, 175.

[18] Peter Harrison, Religion and the Religions in the English Enlightenment, Cambridge: Cambridge University Press, 1990), 62.

[19] Gould, Rebecca Kneale, “Deism”, Encyclopedia of Religion and Nature, Ed. Bron Taylor, London & New York, 2005, 461-463.

[20] Peter Harrison , Religion' and the Religions in the English Enlightenment. Front Cover.. Cambridge University Press, 2002.

[21] Matthew Tindal, Chiristianity as Old as the Creation: or the Gospel a Republication of the Religion of the Nature, (London: y.y., 1730), 69

[22] Meryem Kardaş, “Deizmin İncilinde Tanrı ve Din Tasavvuru”, İlahiyat Fakülteleri XXII.Kelam Koordinasyon Toplantısı Uluslararası Din Karşıtı Çağdaş Akımlar ve Deizm Sempozyumu Bildiri Metinleri Kitabı, ed. Vecihi Sönmez - Burhaneddin Kıyıcı - Metin Yıldız (Van: Ensar Neşriyat, 2017), 19.

[23] John Dryden, An Essay on Natural Religion As Opposed to Divine Revelation, London, 1746.

[24] Altunışık, Mehmet Akif. “İlk Deistlere Göre Deizmin Temel İnançları”. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi 19/2 (Eylül 2019): 615-642.

[25] Peter Harrison, 'Religion 'and Religions in the English Enlightment, Cambridge Un iv. Press, 1990, s. 21.

[26] Allen W. Wood, Kant’s Deism, Kant’s Philosophy of Religion Reconsidered, Philip J. Rossi and Michael Wreen (ed.), (Bloomington: Indiana University Press), 1991. ss. 1-21.

[27] Religion within the Limits of Reason Alone, terc. Theodore M. Greene and Hoyt H. Hudson, with a new essay by John Silber (New York: Harper and Row, 1960) GS 6 (RGV).135/126

[28] Aufklärung und Bildung: Immanuel Kant, Berlinische Monatsschrift 4,. 1784, 481-494

[29] Erdem, Hüsameddin, "Deizm", TDV İslâm Ansiklopedisi, 1994.

1 yorum:

  1. Deizm, dijital dünyanın yeni modası, inançsızlığın yeni kılıfı..

    YanıtlaSil

Fayda vermeyen ilimden Allah'a sığınırım. “Allah'ım; bana öğrettiklerinle beni faydalandır, bana fayda sağlayacak ilimleri öğret ve ilmimi ziyadeleştir."

İlim; amel etmek ve başkalarıyla paylaşmak içindir. Niyetimiz hayır, akıbetimiz hayır olur inşallah. Dua eder, dualarınızı beklerim...