Bölünme Kuralları, matematikte sayıların 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11,12,13,17,19,25,36 sayılarına kalansız olarak bölünüp bölünemediklerini bölme işlemi yapmadan anlamaya yardımcı olan kurallarıdır. En sık kullanılan 2, 3, 4, 5, 6, 8, 9, 10, 11 sayıları ile kalansız bölünebilme işlemleridir. Bu sayılara tam bölünebilme için belli alışılmış kurallar vardır.
Tilavet Secdesi
Tilavet Secdesi ile ilgili Meseleler
364- Kur'an-ı Kerim'in
surelerinde ondört secde ayeti vardır ki, bunlardan birini okuyan veya işiten
her mükellefin bir secde yapması gerekir. Tilavet secdesi şöyle yapılır:
Tilavet secdesi niyeti ile, eller kaldırılmaksızın "Allahü Ekber" denilerek secdeye varılır. Üç kere "Sübhane Rabbiye'l-ala" veya bir kere: "Sübhane Rabbena in kâne vadü Rabbina lemef'ulâ" denilir. Ondan sonra "Allahü Ekber" denilerek ayağa kalkılır. Ayakta iken "Gufraneke Rabbena ve ileyke'l-masîr" denilirek tilavet secdesi tamamlanır.
365-
Tilavet secdesinin rüknü, yüce Allah'a saygı ve tevazu gösterip secdeden
kaçınanlara aykırı davranmak için alnı yere koymaktır. Fakat namaz için rükû ve
hasta olan için ima da aynı maksadı yerine getirdiğinden tilavet secdesi yerine
geçer. Bunlar aşağıda açıklanacaktır.
366- Tilavet secdesine ayaktan yere
inilmesi ve bu secdeden baş kaldırırken ayağa kadar kalkılması ve böyle
kalkarken: "Gufraneke Rabbena ve ileyke'l-masîr" denilmesi müstahabdır. Bu
secdeye gidilirken veya bundan kalkılırken alınan tekbirlerde müstahabdır. Asıl
secde ise, vacibdir. Üç İmama göre, Tilavet Secdesi sünnettir.)
367- Tilavet secdesini yapacak kimsenin abdestsizlikten ve pisliklerden temiz,
avret yerlerinin örtülü ve kıbleye yönelik bulunması şarttır.
368- Tilavet secdesi, secde ayetini okuyan bir mükellef için vacib olduğu gibi, bunu dinleyen bir mükellef için de vacibdir. İster dinlemeyi kasdetmiş olsun, ister olmasın, bu secdeyi yapar ve bu secdeyi yapmakla sevaba erer. Yapmayan da vacibi terk ettiğinden günaha girer.
369- Mümeyyiz bir çocuğun (henüz büluğ
çağına ermeyen yetişkin bir çocuğun), cünübün, hayız veya nifas halinde olan
kadının, bir sarhoşun veya müslüman olmayan birinin okuyacağı bir secde ayetini
işiten her mükellefe de tilavet secdesi vacib olur. Çünkü bunların bu
okuyuşları, sahih bir okuyuştur. Müslüman olan bir cünüb veya sarhoş da,
okuyacağı veya işiteceği bir secde ayetinden dolayı secde ile mükellef olur.
Bunlar temizlendiği ve akılları başlarına geldiği zaman bu secdeyi yapmaları
gerekir. Fakat hayız ve nifas halinde bulunan bir kadının ne okuyacağı, ne de
işiteceği bir secde ayetinden dolayı ona tilavet secdesi gerekmez. Çünkü bunlar
bu halde namaz ile mükellef değillerdir.
370- Uyuyanın ve deli olanın
okuyacakları secde ayetindcn dolayı işitenlere, sahih olan görüşe göre tilavet
secdesi gerekmez. Kendileri de bu secde ile mükellef olmazlar. Çünkü bunların
okumaları ve işitmeleri bir niyete ve tayine bağlı değildir. Fakat sahih kabul
edilen diğer bir görüşe göre, uyku halinde secde ayetini okuyana, sonradan secde
ayeti okuduğu haber verilince, ona tilavet secdesi vacib olur. İhtiyat olan da
budur.
371- Öğretilen kuşlardan veya ses yansımasından veya sesleri
ileten fonograf ve teyp gibi cihazlardan işitilen bir secde ayetinden dolayı
tilavet secdesi vacib olmaz. Fakat sahih görülen diğer bir görüşe göre,
kuşlardan işitilen secde ayetinden dolayı tilavet secdesi gerekir. Çünkü
işitilen Allah kelamıdır. İhtiyata uygun olan da budur.
Radyoya, gelince,
bu sesi yansıtmaktan ziyade nakil sayılmaktadır. Kasde bağlı olarak okunan
şeylerin hemen aynını nakletmektedir. Bundan işitilen sesler, ses yansıması
gibi, sade bir benzeyişten ibaret değildir. Bunun için radyo aracılığı ile
işitilen bir secde ayetinden dolayı secde edilmesi vacib olsa gerektir. Vacib
olmasa bile, secde edilmesinde bir sakınca olmadığından her halde secde edilmesi
ihtiyata uygundur ve Kur'an-ı Kerime bir saygı ve hürmeti gösterir.
(Şafiîlere göre, tilavetin meşru ve kasde bağlı olması şarttır. Bunun için
cünübün okumasından dolayı veya rükû halinde Kur'an okumak meşru olmadığı için
burada Tilavet secdesini gerektiren ayeti okumakla ne okuyana, ne de dinleyene
tilavet secdesi sünnet olmaz. Yine yanılarak meydana gelen veya öğretilmiş
kuşlardan veya bir aletten işitilen bir tilavetten dolayı da, niyete bağlı
olmadığı için, secde edilmesi sünnet değildir.)
372- Tilavet secdesi ayetinin hecelenerek okunması ile veya yalnız yazılması ile veya telaffuz edilmeksizin yalnız yazısına bakmakla tilavet secdesi gerekmez. Çünkü bu hallerde okuyuş yoktur.
373- Bir secde ayetinin secdeyi gösteren ile,
bunun evvelinden veya sonundan bir kelime daha eklenip beraberce okunsa veya
dinlenmiş olsa, sahih olan görüşe göre secde gerekir. Diğer bir görüşe göre,
secde ayetinin çoğu okunmadıkça secde vacib olmaz.
374- Secde ayetini
işitmeyen bir mükellefe tilavet secdesi vacib olmaz. Ayet, bulunduğu mecliste
okunmuş olsa bile hüküm aynıdır.
375- Bir secde ayeti olduğu gibi Arabça
okunursa, her işiten mükellefe bunun secde ayeti olduğu bildirilince, secde
etmesi ittifakla vacibdir. Fakat bir secde ayetinin Farsça olan tercümesi
okunacak olsa, bunu işittiği halde anlamayan kimseye sadece bildirmekle tilavet
secdesi vacib olmaz. Bu hüküm iki İmama göredir. İmamı Azam'a, göre, bunun bir
secde ayeti tercümesi olduğu haber verilirse, tilavet secdesi vacib olur. İmamı
Azam'ın bu meselede iki İmamın görüşüne döndüğü rivayet ediliyor. İtimat da
bunun üzerinedir. Fakat bu secde ayetinin tercümesini okuyana secde etmesi
ittifakla ihtiyat yönünden vacib olur. Bunu anlasın, anlamasın fark
etmez.
376- Bir secde ayeti gerçekten veya hüküm bakımından bir sayılan bir mecliste tekrarlanarak okunsa, bir defa secde edilmesi yetişir. Fakat başka başka secde ayetleri okunursa veya meclis hakikaten veya hükmen değişirse, her okunan ayet için başka bir secde gerekir.
Bir mescid gibi muayyen bir
yerde iki defa okunan bir secde ayetinin meclisi gerçekten bir bulunmuş olur.
Gelenek bakımından bir mekan sayılan yerlerin cüzleri arasında beraberlik de
hüküm bakımından bir birliktir. Meclisin gerçekte değişmesi de, bir odadan diğer
bir odaya geçmiş olmak, gibidir. Hüküm bakımından değişiklik ise, mescid veya
bir oda gibi bir yerde secde ayeti okunduktan sonra orada başka bir işe
başlamakla meydana gelir. Secde ayeti okunduktan sonra, üç kelime kadar
konuşulması veya üç adım kadar yürünülmesi veya bir şeyden üç lokma yenilmesi
veya bir sudan üç yudum içilmesi gibi...
Meclisin değişikliği, okuyucuya
göre, kendisinin meclisi değiştirmesiyle, dinleyiciye göre de, onun meclisi
değiştirmesiyle meydana gelir. Doğru olan budur. Bunun için bir meclis, bir
şahsa göre bir sayıldığı halde, diğer bir şahsa göre değişmiş olabilir.
377- Tilavet secdesi hususunda gemi, bir oda gibidir. Yürümekte olan araba veya
bir hayvan üzerinde bulunuluyorsa, meclis daima değişmiş sayılır. Bunun için
araba veya hayvan üzerinde namaz halinde olmaksızın tekrarlanacak bir secde
ayetinden dolayı tekrar sayısınca tilavet secdesi vacib olur.
378-
Tilavet secdesi yapmak için, okuyanın öne geçirilmesi, dinleyenlerinde onun
arkasında saf tutmaları ve ondan önce secdeye varmayıp secdeden de kalkmamaları
müstahabdır. Buna aykırı olarak bulundukları yerlerde secdeye varmaları ve
secdeden daha önce kalkmaları da mekruh değildir. Çünkü bunların hepsi tek
başına secde etmekle sorumludur.
379- Tilavet secdesi için niyet etmek
şarttır; fakat tayin şart değildir. Bu bakımdan birkaç secde ayetini okumuş veya
dinlemiş olan bir kimse, bunların sayısınca tilavet secdesi niyeti ile secde
eder, fakat hangi secdenin hangi secde ayetine ait olduğunu belirlemez. Bu
tilavet secdesine namaz içinde yalnız kalb ile niyet edilir. Namaz dışında ise
dil ile de niyet edilmesi sünnettir.
380- Vacib olan tilavet secdesini hemen yerine getirmek zorunluğu yoktur. Secde ayeti okunur okunmaz hemen secde edilmesi gerekmez. Bu secde uzun bir zaman sonra da yapılabilir. Yine eda olur, kaza sayılmaz. Kabul edilen hüküm budur.
Bununla beraber, bir zaruret olmadıkça
geciktirilmesi tenzihen mekruhtur. Namaz içinde ise, hemen yapılması vacibtir;
çünkü bu, artık namazdan bir cüz olmuştur. Namaz dışında kaza edilemez. Bunu,
secde ayeti okunduktan sonra üç ayetten sonraya bırakmamak gerekir. Bu mesele,
aşağıdaki meselelerden açıklığa kavuşacaktır. İmam Ebû Yusuf'a göre, tilavet
secdesi namazın dışında da hemen yapılması vacibdir.
381- Secde ayeti
okununca, hemen secde edilmesi mümkün olmadığı zaman okuyan ve dinleyenlerin:
"Semi'nâ ve eta'nâ ğufraneke Rabbena ve ileyke'l-masîr" demeleri
müstahabdır.
382- Namazda kıyam halinde secde ayeti okununca, bakılır:
Eğer bundan sonra üç ayetten çok okunmazsa, yapılacak rükû veya secde ile bu
tilavet secdesi de yerine getirilmiş olur. Gerek buna niyet edilmiş olsun ve
gerek olmasın. Fakat tercih edilen görüşe göre, rükû ile olabilmesi için tilavet
secdesine niyet etmek lazımdır. Fakat üç ayetten çok okunacaksa, bu secde
ayetinden dolayı hemen sadece onun için rükû veya secde edilmesi gerekir. Secde
yapılması daha faziletlidir. Namazın rükû ve secdesi ile bu secde yapılmış
olmaz. Yalnız üç ayet okunacağı zaman ihtilaf vardır. Tercih edilen görüşe göre,
bu secdenin hemen yapılma hükmü kalkmaz, namazın rükû ve secdesi ile bu tilavet
secdesi yapılmış olur.
383- Secde ayetini namaz içinde okuyan kimse, dilerse okuyacağı ayetlerin sayısına bakmaksızın hemen "Allahü Ekber" diye tilavet secdesine varır. Tilavet secdesi niyeti ile yalnız rükûa varması da yeterlidir. Ondan sonra tekrar ayağa kalkar ve birkaç ayet daha okur. Ondan sonra namazın rükû ve secdelerini yapar, namazına devam eder. Eğer bir sureyi bitirmiş ise, diğer bir sureden birkaç ayet okur; çünkü tilavet secdesinden kalkar kalkmaz böyle birkaç ayet okumadan namazın rükû ve secdesine gidilmesi mekruhtur.
Namazın dışında ise, yalnız rükûda bulunarak tilavet secdesi yapılmış olmaz. Çünkü tilavet secdesi bir tazim ifadesidir, bir emri yerine getirmenin alametidir. Bunlar, namaz içinde rükû ile yerine getirilmiş olursa da, namaz dışında rükû ile yapılmış olamazlar.
384- Cemaatle namaz
kılındığı zaman, imam olan zat, yukardaki meselede açıklandığı gibi, öyle rükû
ile tilavet secdesine niyet etmemelidir. Çünkü cemaat bunun farkına
varamayacaklarından, böyle bir niyette bulunmamış olurlar. Bu takdirde de
tilavet secdesi onlardan düşmez. Bu durumda imamın selamından sonra cemaatın
tilavet secdesi yaparak ondan sonra tekrar teşehhüdde bulunmaları gerekir ki,
bunu da herkes yapamaz.
385- Secde ayeti bir namazda tekrarlansa, sahih
olan görüşe göre, yalnız bir tilavet secdesi gerekir. Bu tekrarlanma ister bir
rekatta ve ister başka başka rekatlarda olsun fark etmez. Çünkü meclis
birdir.
Bu mesele İmam Ebû Yusuf'a göredir. İmam Muhammed'e göre, başka
başka rekatlarda tekrarlansa, tilavet secdesi de tekrarlanır, meclis değişmiş
sayılır.
386- İmam secde ayetini okuyup secdeye varmakla cemaat, imamın
rükû ve secdeye vardığını sanarak rükû ve secdeye varsalar, bununla namazları
bozulmaz; fakat bir secde daha yapsalar bozulur.
387- İmamın cuma ve
bayram namazlarında ve emsali cemaatın kalabalık olduğu namazlarda ve gizlice
kıraat yapılacak namazlarda secde ayetinin okunması mekruhtur. Çünkü cemaatın
şaşırmasına sebebiyet verilebilir. Ancak secde ayeti okunan surenin sonuna
raslamış olursa kerahet olmaz. O zaman namazın secdeleri ile tilavet secdesi eda
edilmiş ve engel kalkmış olur. Bu durumda imama uygun düşen, bu namazın rükû ile
tilavet secdesine niyet etmemektir.Ta ki, bu vecibe namazın secdeleri ile bütün
cemaat tarafından da yerine getirilmiş olsun.
388- Mesbuk ayağa
kalktıktan sonra imam tilavet secdesini hatırlayarak yapacak olsa, bakılır: Eğer
mesbuk henüz secdeye varmamış ise, tilavet secdesi için imama uyar, secdeye
varır. Ondan sonra ayağa kalkarak kalan namazını tamamlar. Eğer imama uymazsa,
namazı bozulur. Fakat secdeye varmış ise, artık imama uymaz. Eğer uyarsa, namazı
bozulur.
389- Misafire uyan bir mukîm, misafirin yapacağı tilavet
secdesine iştirak eder. Sonra kalkıp namazını tamamlar. Eğer kendi başına
kılacağı rekatlarda da bir secde ayeti okuyacak olursa, bundan dolayı da ayrıca
secde etmesi gerekir.
390- Bir kimse namaz kılarken rükû, secde veya kade
(oturuş) halinde veya imama uymuş olduğu halde onun arkasında secde ayetini
okusa, ne kendisine, ne imama ve ne de bu imama uyan diğer cemaata tilavet
secdesi vacib olmaz. Çünkü namaz kılanlar, bu halde Kur'an okumaktan
menedilmişlerdir. Bunların okuyuşu hükümsüzdür. Fakat bu okuyuşu dışardan
duyanlara tilavet secdesi gerekir. Bunlar gerek başka bir namazda tek başına
veya topluca bulunmuş olsunlar ve gerek olmasınlar. Çünkü bunlar o yasaklılık ve
engel dışında kalmış olurlar.
391- Namaz içinde okunan secde ayetinden dolayı, namazı bitirdikten sonra secde edilemez. Çünkü bu secde, yukarıda da işaret olunduğu üzere namazın bir cüz'ü olmuştur, artık ondan ayrılamaz. Fakat namazda bulunan kimse, namazda bulunmayan bir kimsenin okuduğu secde ayetini işitecek olsa, namazını kıldıktan sonra secde eder. Daha namazda iken secde etmesi yeterli olmaz. Bununla beraber secde etse, bununla namazı bozulmaz.
Nitekim namazda okunan bir secde ayetini, dışardan işiten bir
mükellef için de, namaz dışında secde etmek gerekir. Şu kadar var ki, bu
mükellef, o secde ayetini okuyan kişiye uyar, onunla beraber bu secdeyi yaparsa,
bu görevi yapmış olur. Eğer o secde yapıldıktan sonra, o rekatta uyarsa bu
secdeyi o imamla beraber hükmen yapmış sayılır. Artık ne namazın içinde, ne de
dışında tilavet secdesi yapması gerekmez.
392- Hasta iken veya bir
arabaya veya bir hayvana binmiş iken secde ayetini okuyan veya dinleyen bir
mükellefin işaret sureti (ima) ile tilavet secdesi yapması caizdir. Fakat bir
mükellefin binici olmadığı halde, okuduğu veya dinlediği bir secde ayetinden
dolayı bir özrü bulunmadıkça, binici olduğu halde işaret (ima) ile secde etmesi
caiz olmaz.
393- Secde ayetini, hazır olanlar secde için hazırlıklı iseler aşikare olarak, hazırlıklı değillerse gizli okumak müstahabdır. Bunda cemaata karşı bir şefkat vardır.
394- Bir süre okunup da, içindeki secde
ayetinin bırakılması mekruhtur. Çünkü bu, secdeden bir nevi kaçırmak demektir.
Yalnız secde ayetinin okunup da suredeki diğer ayetlerin okunmamasında ise,
kerahet yoktur. Fakat müstahab olan, fazilet ve tercih kuruntusunu kaldırmak
için, secde ayeti ile beraber bir veya birkaç ayetin de okunmasıdır.
395- On dört secde ayetini bir mecliste okuyup her biri için okudukça ayrı bir secde yapan ve hepsini okuduktan sonra umumuna birden ondört secdede bulunan zatın dünya ve ahiret işlerinde kendisine üzüntü ve keder verecek hususta, Yüce Allah'ın onu koruyacağı rivayet olunmuştur.
396- Namazı bozan şeyler,
tilavet secdesini de bozar. Daha tilavet secdesinden kalkmadan meydana gelen
abdestsizlik ve konuşma veya kahkaha ile gülme gibi... Ancak bu secdedeki
kahkaha ile abdest bozulmuş olmaz ve kadınların da erkeklerle aynı hizada
bulunmaları bu secdeyi bozmaz.
Kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sad. Ali Fikri Yavuz,Ravza Yayınları
Sehiv Secdesi
Sehiv (Yanılma) Secdeleri ile İlgili
Meseleler
327- Sehiv secdeleri, bir namazın vaciblerinden
birini yanılarak terk etmekten veya geciktirmekten dolayı, o namazın sonunda
yapılması gereken iki secde ile teşehhüdden, salavat ve duaları okumaktan
ibarettir.
Şöyle yapılır: Son oturuşta yalnız "Tahiyyat" okunduktan sonra iki tarafa selam verilir. Ondan sonra "Allahü Ekber" denilerek secdeye varılıp üç kez "Sübhane Rabbiye'l-ala" okunur. Ondan sonra "Allahü Ekber" denilerek kalkılır. Bir tesbih mikdarı duraklamadan sonra tekrar "Allahü Ekber" deyip ikinci secdeye varılır. Yine üç kez "Sübhane Rabbiye'l-ala" okunduktan sonra "Allahü Ekber" denilerek kalkılır ve oturulur. Tahiyyat ve Salavatlarla "Rabbena atina" okunup önce sağ tarafa, sonra sol tarafa selam verilir. Yalnız sağ tarafa selam verdikten sonra sehiv secdelerinin yapılması daha faziletlidir, ihtiyata uygundur. Bundan dolayı cemaatla kılınan namazlarda cemaatın yanlışlıkla dağılmaması için, yalnız sağ tarafa selam verdikten sonra sehiv secdesi yapılması tercih edilmiştir.
328- Sehiv secdeleri vacibdir.
Bilindiği gibi, gerek farz, gerek vacib veya sünnet olan herhangi bir namazın
kıraat, rükü ve sücud gibi farzları ve Fatiha, Sure ilavesi, sırayı gözetme gibi
vacibleri, Kadelerde (oturuşlarda) salavatları okumak gibi sünnetleri vardır.
Bunun için bunları gözetmek gerekir ki, namaz tam olarak kılınmış olsun.
O halde farz olsun, olmasın herhangi bir namazda bir farzın kasden veya sehven
terk edilmesi, o namazın yeniden kılınmasını gerektirir. Böyle büyük bir noksanı
gidermek için sehiv secdeleri yeterli değildir.
Bir vacibin kasden terki
veya geciktirilmesi bir günahtır. Bundan dolayı sehiv secdeleri gerekmez, böyle
bir namazı iade etmek uygundur. Bir vacibin sehven terk edilmesi veya
geciktirilmesi, sehiv secdelerini gerektirir. Bu şekilde o noksan düzeltilmiş
olur. Bir sünnetin kasden veya sehven terk edilmesi, sehiv secdelerini
gerektirmez. Fakat kasden terk edilmesi bir kusurdur. Sevab ve faziletten mahrum
olmayı gerektirir.
(Malikilere göre sehiv secdeleri sünnettir.
Şafiî'lere göre de sünnettir. Ancak imam sehiv secdelerini yaparsa, cemaatın
imama uyması vaciptir. Hanbelilere göre sehiv secdeleri bazan vacib, bazan
sünnet ve bazan da mubah olur. Namazın terk edilen bir sünnetinden dolayı
yapılacak sehiv secdelerinin mubah olması gibi...
İmam Şafiî ve İmam Ahmed'e göre, iki tarafa selam vermeden önce
yapılır. İmam Malik'e göre sehiv (yanılma), bir ziyade sebebiyle ise, sehiv
secdeleri selamdan sonra yapılır. Eğer bir noksan veya bir noksan ile ziyade
sebebiyle ise, selamdan önce yapılır. Bu bir fazilet meselesidir; yoksa hepsi de
caizdir.)
329- Bir namazın tam bir rüknünü, bir farzını öne almak veya
sonraya bırakmak sehiv secdelerini gerektirir. Çünkü bu öne almak ve sonraya
bırakma işi, vacibi terk etmekten sayılır. Kıyamda "Sübhaneke"den sonra, henüz
kıraat yapmadan rükûa varılıp ondan sonra hatırlanarak kıyama dönmekle farz olan
kıraatin yerine getirilmesi, buna bir örnektir. Bu durumda önceki rükü geçerli
olmaz. Kıraattan sonra yeni bir rükü yapılır. Böyle dönüp kıraat yapmadan ve
ondan sonra rüküa varmadan kılınacak namaz bozulur. Çünkü böyle bir rekatta rükü
gibi tekrarlanmayan rükünler arasında sıraya riayet edilmesi farzdır.
330- Namazın rekatlarından birindeki iki secdeden biri yanılarak terk edilip
ondan sonraki rekatın veya kadenin sonunda hatırlansa, bunun geciktirilmesinden
dolayı namazı iade gerekmez, hemen o secde kaza edilir. Eğer son oturuşta iken
hatırlansa, bu secde yapılır ve ondan sonra bu oturuş (kade) iade edilir. Ondan
sonra da sehiv secdeleri yapılır. Bu durumda son rekatta beş secde ile üç kade
bulunmuş olur. Çünkü bir rekatta iki secde vardır. Böyle tekrarlanan bir rüknün
kısmen sonraya bırakılması, farzı terketmek sayılmadığından namazın iadesini
gerektirmez.
Fakat bir rekattaki iki secdeden ikisi de yanılarak öne
alınsa, önce iki secde ve ondan sonra rükü yapılmış bulunsa, bu halde farz olan
tertibe riayet için tekrar rükü ve ondan sonra secdelere gidilir. Bu tekrar ve
iadelerden dolayı da namazın sonunda sehiv secdeleri yapılır.
331-
Herhangi bir namazın bir rüknünü tekrar etmek, sehiv secdelerini gerektirir. Bir
rekatta iki defa rükü veya üç defa secde yapılması gibi.
Birinci ve
ikinci rekatlarda Fatiha'nın tekrarlanarak okunması veya arka arkaya okunması
veya rüku, secde ve teşehhüdde Kur'an okunması da böyledir. Fakat üçüncü veya
dördüncü rekatlarda Fatiha'nın iki defa okunması veya bunlarda Fatiha ile
beraber başka bir surenin de okunması yahut yalnız başka bir sürenin okunması
sehiv secdelerini gerektirmez. Çünkü bu takdirde bir vacib terk edilmiş veya
geciktirilmiş ve Kur'an da meşru olan yerin başkasında okunmuş olmaz. Ancak bu
halde rekatlar, önceki, rekatlarden daha fazla uzatılmış ve cemaata da ağırlık
verilmiş olursa, kerahetten korunmuş olmaz.
332- Bir vacibi yanılarak terk etmek, sehiv secdelerini gerektirir. Birinci oturuşu veya vitirde Kunut'u veya bayram namazlarında ziyade tekbirleri yahut birinci ve ikinci oturuşlarda Tahiyyat'ı okumayı terk etmek gibi.
Vitir namazında rüküdan sonra Kunut
duasının unutulduğu hatırlanmış olsa, artık onu okumak için geri kıyama
dönülmez. Rükudan sonra okunması da gerekmez. Çünkü yeri kaçırılmıştır. Rüku
halinde hatırlandığı halde de okunması gerekmez. Sahih olan rivayet böyledir.
Bununla beraber okunsun veya okunmasın, her iki halde de sehiv secdeleri
gerekir.
Kunut tekbirini unutup yapmamak, bir görüşe göre sehiv secdesi
gerektirir, bir görüşe göre de gerektirmez.
333- Bir vacibin yanılarak
geciktirilmesi de sehiv secdesini gerektirir. Birinci veya üçüncü rekattan sonra
biraz oturulması, dördüncü rekattan sonra beşinci rekat için ayağa kalkılması,
sabah namazının ikinci rekatinden sonra üçüncü bir rekata ve akşam namazının
üçüncü rekatından sonra dördüncü bir rekata kalkılması gibi...
Birinci
oturuşta (Kade'de) teşehhüd mikdarından fazla oturulup üçüncü rekata kalkmanın
geciktirilmesi de böyledir.
334- Bir vacibin vasfını değiştirmek, sehiv
secdesini gerektirir. İmamın aşikare okuması gereken ayetleri gizlice okuması
veya gizlice okunacak ayetleri aşikare okuması gibi. Bu okuma mikdarı, namaz
sahih olacak kadar okumaktır. Fatiha süresinin ilk ayetlerini okumak bu
kısımdandır. Bununla beraber kısa bir ayet okunması da İmamı Azam'a göre bu
hükümdendir. İki imama göre ise, bu hükümde değildir.
Aşikare okumanın en
az derecesi, başkasının işiteceği mikdardır. Gizlice (hafiyyen) okumanın en
aşağı derecesi de, yalnız okuyanın işiteceği mikdardır.
335- Gizli
okunacak yerde, Fatihanın çoğu yanılarak aşikare okunsa, geri kalanı yine
gizlice okunur. Aksine olarak aşikare olarak okunacak bir namazda Fatiha'nın bir
kısmı gizli okunup ondan sonra aşikkare okunacağı hatırlansa, Fatiha yeni baştan
aşikare okunur. Böylece bir rekatta hem aşikare, hem de gizli okumak toplanmış
olmaz. Fakat diğer bir görüşe göre, Fatiha yeniden okunmaz, yalnız geri kalan
kısım aşikare okunur.
336- Tek başına namaz kılanın aşikare veya gizli
okumasından dolayı, tercih edilen görüşe göre, sehiv secdesi gerekmez. Ancak
öğle namazı gibi gizli okunacak yerde kasden aşikare okursa, günah işlemiş
olur.
Tek başına namaz kılanın gündüzün kılacağı nafile namazlarda
aşikare okuması mekruhtur.
337- İmam sabah namazında Fatiha suresini
sehven gizlice okuyup sonra hatırlasa, ekleyeceği süreyi aşikare okur, Fatiha'yı
iade etmez.
338- Cemaat halinde aşikare Kur'an okunacak bir namaza
başlamış olan ve Fatiha'yı gizli okumuş bulunan bir kimseye, başkası gelip uysa,
o kimse imam olmayı arzu ederse sureyi aşikare okur, arzu etmezse, aşikare
okuması gerekmez.
339- Farz bir namazda ikinci rekattan sonra oturulmayıp da üçüncü rekata yanılarak kalkmaya yeltenenin durumuna bakılır: Eğer kalkışı oturmaya yakın ise, oturur, sehiv secdesi gerekmez. Fakat doğrulması kıyama yakın ise, kalkar ve ondan sonra sehiv secdelerini yapar. Çünkü bu durumda vacib olan birinci oturuş terk edilmiştir.
Bununla beraber bir rivayete göre de, namaz kılan henüz tam kıyama doğrulmamış ise, kadeye (oturuşa) döner, vacibi terk elmez. İmam tam doğrulup kalktıktan sonra kadeye dönerse, namazı bozulur. Çünkü bu takdirde farz olan kıyam bozulmuş ve namazın sırası büsbütün değiştirilmiş olur. Diğer bir görüşe göre, bu durumda namazı bozulmaz, kendisi günah işlemiş olur ve sehiv secdeleri gerekir.
340- Sünnet namazlarda ikinci rekatın arkasında oturulup da Tahiyyat okunmadığı
üçüncü rekatta hatırlanırsa bakılır: Eğer bu üçüncü rekat daha secde ile
bağlanmamış ise, oturmaya dönülür, eğer secde ile bağlanmışsa, dönülmez. Diğer
bir görüşe göre, secde ile bağlansın veya bağlanmasın, artık oturmaya dönülmez.
Her iki durumda da sehiv secdeleri yapmak gerekir.
341- Dört rekatlı
farzlarda ikinci oturuş yapılmaksızın beşinci rekata kalkılacak olsa, henüz
beşinci rekat için secde edilmedikçe oturuşa dönülür. Teşehhüdden sonra selam
verilip sehiv secdeleri yapılır. Çünkü farz olan son oturuş geciktirilmiştir. Bu
geciktirme ise, vacibi terk sayılır. Fakat beşinci rekat için secde yapılmış
olursa, bu namaz nafileye dönmüş olur. Artık buna bir rekat daha ilave edilir ve
tam altı rekatlı bir nafile namaz kılınmış olar. Sahih olan görüşe göre, bu
durumda sehiv secdesi gerekmez. Bu mesele İmamı Azam ile İmam Ebû Yusuf'a
göredir. İmam Muhammed'e göre, beşinci rekatın secdesinden baş kaldırılınca,
namaz tamamen batıl olmuş olur.
342- Dört rekatlı, bir farz namazın son oturuşunda selam vermeden yanılarak ayağa kalkılsa, hemen oturuşa dönülüp selam verilir ve sehiv secdesi yapılır. Fakat beşinci rekat için secdeye varılmış olunca, buna bir rekat daha ilave edilir. Bu durumda önceki dört rekat ile farz tamamlanmış olur; Diğer iki rekat da nafile sayılır, İstihsan olarak da sehiv secdeleri yapılır.
Akşam namazında ikinci oturuştan sonra bir dördüncü rekata, sabah namazında da oturuştan sonra bir üçüncü rekata kalkılması da bu hükümdedir. Onun için bunlara eklenen ikişer rekat da, nafile olmuş olur. Bu hareketler kasıdlı olarak yapılmadığı için mekruh sayılmaz. Tercih edilen görüş budur.
343- Dört veya üç rekatlı farz ve vitir namazlarında birinci
oturuştan sonra yanılarak: "Allahümme Salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed"
denilmesi, İmamı Azam'dan bir rivayete göre de, bu teşehhüdden sonra bir harf
bile ziyade edilmesi sehiv secdelerini gerektirir. Fakat son duruşlarda
teşehhüdden sonra Kur'an okunması, dua edilmesi ise sehiv secdelerini
gerektirmez. Çünkü bu oturuş dua ve hamd yeridir. Kur'an ise hem duayı hem de
hamdi kendisinde toplar. Namazda zikirlerin, duaların ve teşehhüdün
(Tahiyyat'ın) aşikare okunması da sehiv secdelerini gerektirmez.
344-
Farz namazların son üçüncü ve dördüncü rekatlarında kasden susarak Fatiha veya
diğer bir süre okunmaması bir hatadır; fakat sehiv secdelerini gerektirmez.
Yanılarak sükuti edilip Fatiha veya başka bir süre okunmaması sehiv secdelerini
gerektirir. İmam Ebû Yusuf'a göre, her iki halde de sehiv secdelerini yapmak
gerekir.
345- Namaz içinde bir rükün yerine getirilecek kadar düşünceye dalınsa başlangıç (iftitah) tekbirini aldım mı, almadım mı diye o kadar düşünülse de sonra tekbir alındığı hatırlansa, veya alınmamış olması sanılarak tekrar bir tekbir daha alınsa, sehiv secdesi gerekir.
Yine: Üç rekat mı, dört rekat mı kıldığında şübhelenip durulsa, veya Fatiha okunduktan sonra hangi surenin okunacağı üzerinde düşünülse, yine sehiv secdeleri gerekir. Çünkü bu durumlarda vacib geciktirilmiş olur.
Bir rüknü veya bir vacibi yerine getirirken meydana gelecek bir dalgınlık ve bir düşünce ise, sehiv secdelerini gerektirmez. Tam bir kalb huzuru ile namaz kılmak, öyle herkese nasib olacak bir fazilet değildir.
346- Bir kimse, kıldığı bir namazın rekatlarında
şübhelense bakılır: Eğe bu şübhe kendisine ömründe ilk kez olmuşsa, o namazı
yeniden kılar. Fakat birkaç defa olmuşsa araştırır ve kanaatine göre hüküm
verir. Namazı yeniden kılması icab etmez. Araştırmada kalbin şahidliği
yeterlidir.
Örnek: Sabah namazını kılarken bir rekat mı kıldım, iki rekat
mı? diye şübhelenip de bir rekat kılmış olduğuna kalben hüküm verse, ihtiyaten
buna bir rekat daha ilave eder. Bu husustaki tereddütlerinden dolayı da sehiv
secdeleri yapar. Aksine olarak iki rekat kılmış olduğuna hüküm verdiği takdirde
oturur. Teşehhüdden ve selamdan sonra sehiv secdelerini yapar. Hiç birine karar
veremediği takdirde de, az olanı esas alır, çünkü az olanda kesinlik vardır. Bu
durumda bir rekat daha kılar; ancak bu takdirde şübhelendiği rekatin sonunda
oturur. Ondan sonra kalkıp o bir rekatı kılar. Çünkü önce iki rekat kılmış
olması ihtimali vardır. Bu takdirde de namazın sonunda sehiv secdelerini
yapar.
347- Dört rekatlı bir namaza başlamış olan kimse, kıldığı rekatın
birinci rekat mı, ikinci rekat mı? olduğunda şübhe edip bir tarafı seçemezse,
kendisini bir rekat kılmış sayar ve her bir rekatın sonunda ihtiyat olarak bir
kere teşehhüd mikdarı oturur; bu şekilde dört defa kade yapılmış olur. Çünkü
birinci sayılan rekatın ikinci ve üçüncü sayılan rekatın dördüncü rekat olması
ihtimali vardır.
348- Bir kimse kıldığı rekatın ikinci rekat mı, üçüncü
rekat mı? olduğundan şübhelense, sahih olan görüşü göre, bu rekatın sonunda
oturmaz. Bir tarafı tercih edemezse, bunu ikinci rekat sayar. Geri kalan
rekatları da tamamlar. Akşam namazı ile vitir namazı bu hükmün dışındadır. Bu
şübhelenme bu namazlardan birinde olsa, oturmak gerekir. Çünkü şübhelenilen
rekatın üçüncü rekat olması muhtemeldir. Bu halde teşehhüdden sonra bir rekat
daha ilave edilir. Çünkü şübhelenilen rekatın ikinci rekat olması da mümkündür.
Bunların sonunda da sehiv secdeleri yapılır.
349- Dört rekatlı
namazlarda, kılınan rekatın dördüncü rekat mı, beşinci rekat mı olduğunda ve
sabah namazında kılınan rekatın ikinci rekat mı, üçüncü rekat mı olduğunda,
akşam ile vitir namazlarında da kılınan rekatın üçüncü rekat mı, dördüncü rekat
mı, olduğunda şübheye düşülse, sonunda oturulur ve teşehhüdden sonra kalkılıp
bir rekat daha kılınır. Çünkü bu rekatların üçüncü, dördüncü veya beşinci rekat
olması muhtemeldir. O halde ilave edilen birer rekat ile fazla olan mikdar
nafile olmuş olur. Sonunda da sehiv secdeleri yapılır. Bu şübhe, kıyam veya rükü
veya rükudan kıyama geçiş halinde olduğuna göredir.
İlk secde yapıldıktan
sonra şübhelenme olursa, ittifakla namaz batıl olur. Çünkü şübhe edilen rekatın
ziyade olup son oturuşun terk edilmiş bulunması muhtemeldir. İlk secde halinde
şübhe olursa, yalnız İmam Muhammed'e göre, namaz batıl olmaz.
350-
Namazda Fatiha'dan önce başka bir sure bir harf olarak dahi yanılarak okunsa,
iade edilerek önce Fatiha, sonra da o sure okunur. Namazın sonunda da sehiv
secdeleri yapılır. Bu sırada işinde yapılan noksan rüku halinde bile hatırlansa,
kıyama dönülerek iadesi gerekir. Böyle bir yanılma çok olmaz. Onun için bunun az
mikdarı da bağışlanamaz. Fakat bir namazda okunan bir surenin altında bulunan
sure okunmak istenirken üstündeki sure okunsa, bundan dolayı sehiv secdeleri
gerekmez.
351- Bir kimse namazda, Fatiha okuyup okumadığında şübhe etse,
bakılır: Eğer henüz başka sure okumamış ise, Fatiha'yı okur. Fakat başka sure
okumuş ise, artık Fatiha'yı okumaz. Çünkü surenin Fatiha'dan sonra okunması
meydandadır. Bununla beraber namaz kılanın bir görüşü varsa ona göre hareket
eder.
352- Bir kimse, ilk rekatlerde birer sure okuyup da Fatiha'yı
okumamış bulunduğunu secdeye vardıktan sonra hatırlarsa, son rekatlerde
Fatiha'yı iade etmez. Çünkü son rekatlarda zaten Fatiha okunacaktır. Bir rekatte
iki Fatiha okunması ise meşru değildir. Yalnız Hasan İbni Zeyyad'a göre, son
rekatlarda Fatiha kaza edilir.
353- Dört veya üç rekatlı farz namazların
ilk iki rekatinde Fatiha'dan sonra birer sure veya bir mikdar ayet eklenmemiş
olsa, bu sure veya ayetler üçüncü ve dördüncü rekatlarda Fatiha'dan sonra ilave
edilirse bu namaz cemaatle kılınan bir akşam veya yatsı namazı ise, üçüncü ve
dördüncü rekatlarda hem Fatiha, hem de ilave edilecek sure aşikare olarak
okunur. Çünkü bir kıyamda olan kıraat birdir; bunun bir kısmı gizli olarak, bir
kısmı da aşikare olarak okunamaz. Yalnız surenin aşikare okunacağını söyleyenler
de vardır. İmam Ebû Yusuf'a göre, ikisi de gizlice okunur. Çünkü son rekatlarda
gizlice okumak sünnettir. İmam Ebû Yusuf'dan diğer bir rivayete göre de, artık
son rekatlarda bu süre okunmaz. Çünkü bunun yeri geçmiştir. Bununla beraber her
halde de sehiv secdeleri yapılır.
354- İmamın yanılması, kendi hakkında
asaleten ve cemaat hakkında da uymuş olma bakımından sehiv secdelerini
gerektirir. Fakat imama uyan cemaatten birinin yanılması ile ne kendisine ne de
imama sehiv secdesi yapmak gerekmez.
355- Sehiv secdelerini yapmakta olan
bir imama uymak sahihtir. Gerek sehiv secdelerinin herhangi birinde ve gerek
teşehhüdünde olsun eşittir. Sehiv secdelerinin ikincisinde imama uyan kimseye
birinci secdeyi ve teşehhüdünde uyana her iki secdeyi kaza etmek
gerekmez.
356- Mesbuk, imamla beraber sehiv secdelerini yapar, imamın
yanılması, mesbukun imama uymasından önce de olsa hüküm aynıdır. Çünkü mesbuk
imama bağlıdır.
İmam teşehhüdde iken daha selam vermeden önce mesbuk
kalkarak kıraat veya rüküda bulunduktan sonra, imam selam verip sehiv
secdelerine varacak olsa, mesbuk da hemen bu secdelere uyar ve evvelce yaptığı
kıraatla rüküu aradan çıkar, bunları sonradan kalkıp tekrar yerine getirir.
Bununla beraber mesbuk bu secdelerde imama uymasa namazı bozulmaz. Namazı
bitirince bu sehiv secdelerini kendi başına yapar.
Yine mesbuk secdeye
vardıktan sonra, imam sehiv secdelerini yapacak olsa, imamına uymaz, namazını
bitirir ve sonra sehiv secdelerini yapar. Eğer bu durumda imama uyacak olursa,
namazı bozulur.
357- İmam selam verdikten sonra, noksan kalan rekatlarını
tamamlamak için ayağa kalkan bir mesbuk, bu rekatlarda yanılmış olursa, sehiv
secdelerini yapması gerekir. Önceden imamla beraber sehiv secdeleri yapmış olsa
bile bu hüküm değişmez. Çünkü mesbuk, noksan kalan rekatları tamamlarken tek
başına namaz kılan gibidir.
358- Mesbuk imamla beraber yanılarak selam
verse ona sehiv secdeleri yapmak gerekmez. Fakat imamın selamından sonra selam
verecek olsa, sehiv secdesini gerektirir. Çünkü birinci halde henüz muktedi,
ikinci halde ise, münferid (yalnız başına namaz kılan) olmuştur. Muktediye,
kendi yanılmasından dolayı sehiv secdesi lazım gelmez.
359- Bir namazda
yanılmaların birkaç tane olması ile sehiv secdelerinin o kadar yapılması
gerekmez. Bir defa bunlar için sehiv secdelerini yapmak yeterlidir. Onun için
bir kimse, bir namaz içinde iki ve üç defa yanılsa, bunlar için namazın sonunda
yalnız bir defa sehiv secdelerini yapmak kafidir. Sehiv secdelerindeki bir
yanılma da başka sehiv secdelerini gerektirmez.
360- Sehiv secdeleri kasden veya yanılarak terk edilse, namaza aykırı bir hal olmadıkça, yine bunlar yapılır. Fakat teşehhüdden sonra gülmek, konuşmak gibi, namaza aykırı bir durum meydana gelirse veya kerahet vakti girerse, sehiv secdeleri düşer. Sabah namazında selamın arkasından güneşin doğması veya ikindi namazında yine selamdan sonra güneşin (sarararak kamaştırıcılığının) değişmesi gibi...
361- Bir
imam, sehiv secdesini terk edecek olsa, cemaat da terk eder. Cuma ve bayram
namazlarında da, fazla kalabalıktan dolayı bir karışıklığa meydan vermemek için
bu sehiv secdeleri terk edilir.
362- Sehiv secdesindeki iki secde ile
Tahiyyat ve selam vacibdir. Tahiyyattan sonra Salavat ve dua okunması, bu
secdelerdeki tekbirler, secde halindeki tesbihler ve iki secde arasındaki oturuş
sünnettir.
363- Bir kimse, namazını tam olarak kıldığını kesinlikle
bildiği halde, sözüne inanılır bir adam ona eksik kıldığını haber verse, bunun
sözünü kabul etmez. Fakat iki güvenilir adamın haber vermesine uyulur. Çünkü
böyle bir haber, (iki kişinin şehadeti ile doğruluğu gerçekleşen) bir haldir.
Böyle bir haber çok yerlerde geçerli ve bağlayıcıdır. İmam ve cemaat ihtilaf
ettikleri takdirde, imamın bilgisi varsa, cemaatın sözü ile hareket etmez,
kesinliği yoksa cemaatın sözünü kabul eder.
Kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sad. Ali Fikri Yavuz,Ravza Yayınları
Georg Cantor
(3 Mart 1845 – 6 Ocak 1918), Ferdinand Ludwig Philipp George Cantor, Alman matematikçi. Kümeler kavramının kurucusudur. Kümeler arasında birebir eşlemenin önemini ortaya koymuş, "sonsuz küme" kavramına matematiksel bir tanım getirmiş ve gerçel sayıların sonsuzluğunun doğal sayıların sonsuzluğundan "daha büyük" olduğunu ispatlamıştır. Ayrıca kardinal sayı ve ordinal sayı kavramlarını ortaya atmış ve bu sayıların aritmetiğini tanımlamıştır. Cantor'un buluşlarının matematik ve felsefede önemli yeri vardır.
Cantor'un "sonsuzötesi sayılar" fikri sezgilerimizle ters düştüğü için, zamanın matematikçileri tarafından yoğun şekilde eleştirilmiştir. Henri Poincaré, Cantor'un fikirlerini "matematiği istila eden korkunç bir hastalık" olarak nitelendirmiş, Leopold Kronecker ise Cantor'u "şarlatan"lıkla suçlamıştır. Cantor'un 1884'ten hayatının sonuna kadar yaşadığı depresyon nöbetlerinin, kısmen bu saldırılardan kaynaklandığı iddia edilmişse de, nöbetlerin asıl sebebi muhtemelen bipolar bozukluktur.

Günümüzde, Cantor'un fikirleri matematikçilerin büyük çoğunluğu tarafından doğru kabul edilmekte ve matematik tarihinin en önemli paradigma değişimlerinden biri olarak tanınmaktadır. David Hilbert, "Cantor'un yarattığı cennetten bizi kimse kovamayacaktır" diyerek Cantor'un katkılarının önemini vurgulamıştır.
Cantor, 3 Mart 1845'te, Rusya'nın o zamanki başkenti St. Petersburg'da dünyaya geldi. Babası Georg Waldemar Cantor, Danimarka kökenli bir tüccardı ve St. Petersburg borsasında simsarlık yapıyordu. Annesi Maria Anna Cantor ise Avusturya kökenliydi ve yetenekli bir müzisyendi. Babanın sağlığı bozulunca, aile 1856'da Almanya'nın Frankfurt kentine taşındı. Cantor, Darmstadt'ta bir yatılı liseye yazıldı, ve 1860'da buradan yüksek başarıyla mezun oldu. 1862'de ise Zürih Politeknik Enstitüsü'ne (bugün ETH Zürih) girerek matematik okumaya başladı. Bir yıl sonra babası ölünce Almanya'ya döndü ve Berlin Üniversitesi'ne yazıldı. Burada, zamanın büyük matematikçileri Ernst Kummer, Karl Weierstrass ve Leopold Kronecker'den dersler aldı. 1867'de sayılar kuramı üzerine yazdığı tezini sunarak üniversiteden mezun oldu.
Bir süre Berlin'deki bir kız okulunda öğretmenlik yaptıktan sonra, 1869'da Halle Üniversitesi'nde doçent olarak çalışmaya başladı. Cantor, Halle Üniversitesi'ndeki meslekdaşı Eduard Heine'nin etkisiyle sayılar kuramından uzaklaşıp analizle ilgilenmeye başladı. 1870'de, bir fonksiyonun birden fazla trigonometrik seri açılımı olamayacağını kanıtlayarak adını duyurdu. Cantor'dan önce, Heine'nin yanı sıra Lejeune Dirichlet, Rudolph Lipschitz ve Bernhard Riemann gibi pek çok matematikçi bu problemle uğraşmış ama sonuca ulaşamamıştı. 1870-72 arasında Cantor trigonometrik serilere ilişkin bir dizi makale yayımladı, ve 1872'de Sıradışı Profesör ünvanını kazandı. Aynı sene yazışmaya başladığı meslekdaşı Richard Dedekind, gerçel sayıları "Dedekind kesitleri" olarak tanımladığı meşhur makalesinde, Cantor'un trigonometrik seri makalelerinden birini referans olarak gösterdi.

Cantor bundan sonra, boyut sayıları farklı olan kümelerin, mesela bir birim uzunluğundaki (tek boyutlu) bir doğru parçasıyla bir birimkare alana sahip (iki boyutlu) bir karenin, birebir eşlenip eşlenemeyeceğini araştırmaya başladı. 1877'de bulduğu sonuç oldukça şaşırtıcıydı: Bir birim uzunluğunda bir doğru parçasının üzerindeki noktalar, p boyutlu uzayın tüm noktalarıyla birebir eşlenebiliyordu. Arkadaşı Dedekind'e bu sonuçtan bahsederken "Je le vois, mais je ne le crois pas!" ("Görüyorum, ama inanmıyorum!") diye yazdı.
1878'te yazdığı bir makalede, birebir eşleme, sayılabilirlik ve boyut kavramlarına açıklık getirdi. Cantor, kendi fikirlerine açıkça karşı çıkan Kronecker'in muhalefetinden korktuğu için bu makaleyi yayımlanmadan önce geri çekmek istemiş, Dedekind ve Weierstrass'ın desteğiyle bundan vazgeçmişti.1879 ve 1884 arasında yayımladığı altı makaleyle, kümeler kuramının temellerini attı, "sonsuzötesi" (kardinal ve ordinal) sayılar fikrini anlattı. Bu makaleleri yayımlayan Mathematische Annalen dergisinin editörleri, aslında büyük bir cesaret örneği sergiliyorlardı, çünkü Cantor'un fikirleri, Kronecker'un başını çektiği bir grup nüfuzlu matematikçi tarafından şiddetle eleştiriliyor ve hatalı bir düşünce şekli olarak yorumlanıyordu. Bu kuvvetli muhalefetin farkında olan Cantor, makalelerinde eleştirilere uzun uzun cevap vermeye özen gösteriyordu. Mayıs 1884'te ilk ağır depresyon nöbetini geçiren Cantor, birkaç hafta içinde kendini toparladıysa da matematiğe dönmek için yeterli özgüveni bulamadığından, felsefe ve edebiyatla ilgilenmeye başladı. Sonsuzluk ve kümeler hakkında kendi geliştirdiği fikirlerin felsefi ve teolojik sonuçlarıyla ilgileniyor, ve bu konuda pek çok filozofla yazışıyordu. Bu yazışmaların bir kısmını 1888'de yayımladı. Edebiyatta ise Shakespeare'in tiyatro eserlerini inceliyor, bunların aslında Shakespeare değil Francis Bacon tarafından yazıldığını kanıtlamaya çalışıyordu. Shakespeare ve Bacon konusundaki bu garip saplantısından hayatı boyunca vazgeçmeyecek, bu konuyla ilgili araştırmalarını 1896 ve 1897'de iki kitapçık halinde yayımlayacaktı. (Saplantının sebebi büyük ihtimalle bipolar bozukluk idi.) 1890'da, Alman Matematikçiler Cemiyeti'nin (Deutsche Mathematiker-Vereinigung) kurucularından biri oldu, ve bu cemiyetin 1891'deki ilk toplantısına başkanlık etti. Bu toplantıya, bir türlü iyi geçinemediği Leopold Kronecker'i de davet ettiyse de, karısı bir dağcılık kazasında ciddi şekilde yaralanınca Kronecker toplantıya katılamadı. Bu toplantıda Cantor, yeni kurulan Cemiyet'in ilk başkanı seçildi.Cantor, son önemli makalesini 1895 ve 1897'de iki kısım halinde yayımladı. Bu makalede, kümeler kuramıyla ilgili bugün alışık olduğumuz bazı kavramları (altkümeler gibi) tanımlıyor, kardinal ve ordinal aritmetiği tekrar gözden geçiriyordu. Cantor bu makalesinde süreklilik hipotezinin de bir kanıtını sunmak istemiş, ama çok uğraştığı halde kanıtı bulamamıştı. (Süreklilik hipotezi, eleman sayısı olarak doğal sayılardan büyük, gerçel sayılardan küçük bir kümenin varolmadığını söyler. Kurt Gödel ve Paul Cohen 20. yüzyılda göstermişlerdir ki, geleneksel kümeler kuramı aksiyomlarından yola çıkılarak bu hipotezin doğruluğu da yanlışlığı da kanıtlanamaz.) Aralık 1899'da en küçük oğlunun ani ölümüyle bir kez daha depresyona girdi ve bir daha asla tam anlamıyla toparlanamadı. Pek çok kez işinden izin alıp çeşitli senatoryumlarda tedavi gören Cantor, bu sancılı döneminde de bir taraftan matematikle uğraşmayı bırakmadı. Deutsche Mathematiker-Vereinigung'un 1903'teki toplantısında, kümeler kuramının paradoksları üzerine bir dizi konuşma yaptı, ve Heidelberg'deki 1904 Uluslararası Matematikçiler Kongresi'ne katıldı. 1911'de İskoçya'daki St. Andrews Üniversitesi'nin 500. kuruluş yıldönümü kutlamalarına davet edilince çok sevindi. Burada, kümeler kuramının yeni yıldızı Bertrand Russell ile tanışmayı umuyordu, ama sağlık problemleri sebebiyle Almanya'ya erken dönmek zorunda kalınca bu umudu gerçekleşmedi. 1912'de St. Andrews Üniversitesi Cantor'a fahri doktora verdi, fakat Cantor yine sağlık problemleri yüzünden İskoçya'ya gidip doktorasını alamadı. Cantor 1913'te emekliye ayrıldı, ve I. Dünya Savaşı koşulları yüzünden fakirlik içinde yaşamaya başladı. 1915'te, Halle'de Cantor'un 70. yaşgünü için planlanan kutlamalar savaş yüzünden iptal edilince Cantor yaşgününü evinde daha mütevazı koşullarda kutladı. Haziran 1917'de tekrar bir senatoryuma giren Cantor, burada 6 Ocak 1918'de (72 yaşında) geçirdiği bir kalp krizi sonucunda hayata gözlerini yumdu ve Halle'deki Giebichenstein Mezarlığı'na gömüldü. Cantor, Ağustos 1874'te kızkardeşinin arkadaşı Vally Guttmann ile evlendi, ve bu evlilikten altı çocuğu oldu. Üniversiteden aldığı maaşın çok düşük olmasına rağmen, babasından kalan miras sayesinde ailesini geçindirebildi.
Cantor Paradoksu
Cantor, tamsayılar kümesinin kardinalitesinin reel sayılar kümesinin kardinalitesinden büyük olduğunu, paradokslu olarak söyleyecek olursak, reel sayılar sonsuz kümesinin, tamsayılar sonsuz kümesinden büyük olduğunu ispat etmiştir. Daha genel olarak, verilen bir A kümesinin bütün alt kümelerinin kümesi kuvvet kümesi olmak üzere, bütün kümelerin kümesi (bu kümeye B diyelim) kendi kendisinin kuvvet kümesidir. Kuvvet kümeleri, her zaman onun elde edildiği kümelerden büyüktür. Paradoks verilen bir A kümesinin alt kümeler kümesinin kardinalitesi daima A kümesinin kardinalitesinden büyüktür diye ifade edilmektedir. Paradoksu daha iyi anlayabilmek için bir kümenin kardinalitesi daima kuvvet kümesinin kardinalitesinden küçüktür şeklinde ifade edilen Cantor teoremini göz önüne almak gerekir. Eğer bütün kümeler kümesi B ise bu takdirde B alt kümesinin kardinalitesi B kümesininkinden büyüktür; bununla beraber B kümesi ile B'nin alt kümesi aynı olduğundan dolayı kardinaliteleri aynı olmalıdır.
http://personal.maths.surrey.ac.uk/st/H.Bruin/MMath/Cardinality.html
Cahit Arf'a "Google" Jesti
Dünyanın en büyük arama motorlarından google büyük Türk matematikçisi Cahit Arf'ın doğum günün 100. yaş gününe özel bir jest yaparak geleneksel hale getirdiği "google" açılış sayfasında cahit arfdan esinlenerek arf halkaları ile büyük bir jest yapmıştır. Google'ın bu jesti; hem matematik dünyasına verilen bir önemi arz etmekte, hem de böyle büyük bir matematikçiyi Türklerin nezdinden alıp dünyevi bir kimlik ile sanal dünyada bir nevi herkese tanıtmış olmaktadır.
Türk Bilim Adamı. Ord. Prof. Dr. Cahit Arf'ın kendi ismi ile özdeşleşen Arf halkaları nedir?
Cahit Arf'ın soyadını verdiği bu halkalar, Düzlemdeki bir eğrinin kollarında bulunan noktaların çok katlılıklarının aritmetikle hesaplanması ile alakalıdır.Cahit Arf, cebir konusundaki çalışmalarıyla dünyaca ün kazanmıştır. Sentetik geometri problemlerinin cetvel ve pergel yardımıyla çözülebilirliği konusunda yaptığı çalışmalar, cisimlerin kuadratik formlarının sınıflandırılmasında ortaya çıkan değişmezlere ilişkin Arf değişmezi ve Arf halkaları gibi literatürde adıyla anılan çalışmaların yanı sıra "Hasse-Arf Teoremi" adı ile anılan teoremi matematik bilimine kazandırmıştır. Arf formülü Cahit Arf kendi soyadını vererek bir formül üretmiştir.


Cahit Arf, matematiği bir meslek dalı olarak değil, bir yaşam tarzı olarak görmüştür. Öğrencilerine sürekli "Matematiği ezberlemeyin kendiniz yapın ve anlayın" demiştir. Hakkında yazılmış bir yazıda şöyle denmiştir: “ ...Bir zamanlar integrali bilen kimselerin matematikçi, üstel fonksiyonu bilenlerin ise büyük matematikçi sayıldığı ülkemizde derin matematik konularının tartışılacağı hayal bile edilemezdi.
Cahit Arf, Türkiye'de matematiğin o günlerden bu günlere gelmesinde en büyük rolü oynamıştır. ” Cahit Arf "Matematik esas olarak sabır olayıdır. Belleyerek (ezberleyerek)değil keşfederek anlamak gerekir" demiştir. "Matematik de resim, müzik ve heykel gibi bir sanattır." diyerek matematiğin sanatsal yönünü vurgulamıştır. Hakkında düzenlenen konferanslar Orta Doğu Teknik Üniversitesi Matematik Bölümü'nde her sene Arf adına ve anısına özel bir konferans düzenlenmektedir.
Cahit Arf, Türkiye'de matematiğin o günlerden bu günlere gelmesinde en büyük rolü oynamıştır. ” Cahit Arf "Matematik esas olarak sabır olayıdır. Belleyerek (ezberleyerek)değil keşfederek anlamak gerekir" demiştir. "Matematik de resim, müzik ve heykel gibi bir sanattır." diyerek matematiğin sanatsal yönünü vurgulamıştır. Hakkında düzenlenen konferanslar Orta Doğu Teknik Üniversitesi Matematik Bölümü'nde her sene Arf adına ve anısına özel bir konferans düzenlenmektedir.
http://www.sohbetgor.com/frmp5156/cahit-arf-anisina-google-den-videolu-logo#5156
STROOP Etkisi (J. R. Stroop)
John Ridley Stroop'un 1935 yılında geliştirdiği üç kısımdan oluşan bir bilişsel kontrol testi. Testin ilk kısmında deneklere renk isimleri sunulur ve bunları olabildiğince hızlı okumaları istenir. İkinci kısımda renkli mürekkeple basılı nokta kümelerinin renklerinin olabildiğince hızlı söylenmesi istenir. Üçüncü kısımda ise sunulan rengin adından farklı renkten mürekkeple yazılan kelimelerin olabildiğince hızlı (ve yüksek sesle) okunması istenir. Örneğin 'mavi' kelimesi kırmızı veya sarı mürekkeple yazılmıştır.

Bu deneylerden çıkan ve Stroop etkisi olarak adlandırılan çarpıcı sonuç, deneklerin, farklı renkten mürekkeple yazılan renk adlarını (örneğin mavi renkle yazılı 'kırmızı' kelimesini) okumakta oldukça zorlanmaları, doğru okuyabilmek için uzunca bir süre harcamaları, hatta yazılı kelimeyi değil, mürekkebin rengini söylemeleridir (örneğimizde doğru okuma 'kırmızı' olacakken, deneğin 'mavi' demesi). Bu testin bilişsel psikoloji açısından önemi, görsel algıyla (burada renk) sembolik-semantik algı (burada rengin adı) arasında bir çatışma olduğunda, görsel algının ağır basmasıdır. Başka bir deyişle görsel algı daha temel, daha ilkeldir ve semantik süreçlerden önce gelir.
Stroop etkisinde (kabaca dikkat sapması olarak da tanımlanabilir) cinsiyetin belirleyici bir kriter olmadığı sonucuna varılmıştır. Ancak farklı yaş grupları ve bu yaş gruplarının eğitim düzeylerinin etkili olduğu tespit edilmiştir. Çocuklardan ziyade yetişkin yaş gruplarında uygulanan bir test olup alt yaş sınırı 24, üst yaş sınırı ise 64 olarak üç ayrı yaş grubu alınmış, bunlar da kendi içlerinde eğitim düzeylerine göre gruplandırılmış, buna göre de tepkilerin farklılaştığı gözlemlenmiştir. Ancak kesin olarak şu yaş grubu ve şu eğitim düzeyi diye netleştirmek yanlış olacaktır. Kapsamlı bir araştırma testi olması sebebiyle testi içeren dökümanlardan faydalanılması zorunludur.
"Nesne veya renk isimlerini söylemenin bunlarla ilgili kelimeleri okumadan daha uzun zaman aldığı Mckeen Cattell tarafından keşfedilmiş, olayın temelde bir renk-kelime bozucu etkisi -color-word interference difference olduğu ise Stroop tarafından gösterilmiştir. Stroop testi beyin hasarına bağlı işlevsel bozuklukların değerlendirilmesinde kullanılan nöropsikolojik bir frontal bölge testidir. Genel kanıya göre stroop testi bozucu etkiyi ölçmektedir. Bu bozucu etki renk-kelime bozucu etkisidir. Renk-kelime bozucu etkisi bir kelimenin yazılmasında kullanılan renk ile kelimenin ifade ettiği renk aynı değilse ortaya çıkar. Stroop performansı bireyin bilişsel katılık-esneklik derecesini yansıtmaktadır. Bozucu etki renk ve kelimenin aynı olduğu durumda kelimenin söyleneceği süreden daha uzun bir süre ölçüldüğünde görülür." (http://yunus.hacettepe.edu.tr/~yyuksel/v1/stroop/)
Testin "test" ettiği mevzuya değinmek istersek; iki farklı yargı arasında beynin switch fonksiyonunu gerçekleştirmesine dek süren bir bocalama dönemi oluyor, buna stroop etkisi deniyor; bu bocalamayla cebelleşen frontal beyin merkezleri. switch'lerin doğruluğu ve stroop etkisi süresinin kısalığı; (önyargı inhibisyonundan ve "yeni yargı oluşturma"dan sorumlu olduğu için) frontal alanların işlevselliğinin yüksek olduğunu düşündürür.Bu Stroop etkisini açıklayan iki teori bulunuyor:Seçici Dikkat Teorisi: Buna göre kelimenin yazıldığı rengi söylemek basitçe o kelimeyi okumaktan daha fazla dikkat gerektiriyor.İşleme Hızı Teorisi: Bu teoriye göre de insanlar kelimenin kendisini daha hızlı okuyabiliyor ve bu hız kelimenin yazıldığı rengi söylemeyi daha da zorlaştırıyor.
Bir rengin adı (örneğin, "mavi," "yeşil," ya da "kırmızı") farklı bir renkle yazıldığında (örneğin "kırmızı" kelimesi kırmızı renkle değil mavi kalemle/renkle yazıldığında) kelimenin rengini saptama isleminin daha fazla süre aldığını ve aynı renkle yazılması durumuyla karşılaştırıldığında daha fazla hata yapıldığını belirtmektedir. Bu okuma ve okuma sonucundaki anlama işleminin otomatik ve daha hızlı olarak gerçekleşmesinden kaynaklanmaktadır. Renk saptama işlemi ise okuma kadar otomatikleşmiş bir işlem değildir. Testin kökeninde "seçici dikkat" mefhumu yer aldığından adhd (attention deficit hyperactivity disorder) ve öğrenme bozukluğu olgularının bu testte düşük performans ortaya koymaları gayet beklenirken; frontal beyin hasarı, şizofreni, depresyon, obsesif bozukluk, davranış bozuklukları, bipolar bozukluk gibi pek çok nöropsikiyatrik (sinir hastalıklarında) çerçevedeki hastalıkta da test sonuçlarında normal popülasyondan sapmalar görülmüştür. Yani bu tip rahatsızlıklara sahip kişilerde de algılama düzeylerinde farklılıklar görülmüş ve stroop testinde yanılmalar gerçekleşmiştir. Bu testle ilgili ilginç birkaç araştırmada da "hipnoza yatkın" kişilere, switch'lerin gerçekleşmesi için birincil yargıya yapışık şaşırtmacalı yargının yok sayılmasına ve dikkatin arttırımına yönelik verilen telkinlerin test performansını olumlu yönde etkilediği görülmüştür. Yani önceden beynin şartlandırılarak testteki algılama düzeyine dikkat çekilmesi durumunda testin daha başarılı sonuçlar verdiği açıktır. Bu telkinlerin hipnoz altında ya da uyanıkken verilmesi arasında kayda değer bi fark da bulunamamıştır. Yüksek intihar riskli bireylerde de nötral kelimelere nazaran intiharla ilintili kelimelerden sonra bocalama* süresi artışları dikkat çekici olmuştur. Öyle ki bu süredeki 1 milisaniyelik artışın intihar girişimi ihtimalini %1 arttırdığı öne sürülüyor. Test kişilerin algı düzeylerini ve beynin tepki fonksiyonlarını ölçmek adına önemli bir görev içermektedir.
"Nesne veya renk isimlerini söylemenin bunlarla ilgili kelimeleri okumadan daha uzun zaman aldığı Mckeen Cattell tarafından keşfedilmiş, olayın temelde bir renk-kelime bozucu etkisi -color-word interference difference olduğu ise Stroop tarafından gösterilmiştir. Stroop testi beyin hasarına bağlı işlevsel bozuklukların değerlendirilmesinde kullanılan nöropsikolojik bir frontal bölge testidir. Genel kanıya göre stroop testi bozucu etkiyi ölçmektedir. Bu bozucu etki renk-kelime bozucu etkisidir. Renk-kelime bozucu etkisi bir kelimenin yazılmasında kullanılan renk ile kelimenin ifade ettiği renk aynı değilse ortaya çıkar. Stroop performansı bireyin bilişsel katılık-esneklik derecesini yansıtmaktadır. Bozucu etki renk ve kelimenin aynı olduğu durumda kelimenin söyleneceği süreden daha uzun bir süre ölçüldüğünde görülür." (http://yunus.hacettepe.edu.tr/~yyuksel/v1/stroop/)
Testin "test" ettiği mevzuya değinmek istersek; iki farklı yargı arasında beynin switch fonksiyonunu gerçekleştirmesine dek süren bir bocalama dönemi oluyor, buna stroop etkisi deniyor; bu bocalamayla cebelleşen frontal beyin merkezleri. switch'lerin doğruluğu ve stroop etkisi süresinin kısalığı; (önyargı inhibisyonundan ve "yeni yargı oluşturma"dan sorumlu olduğu için) frontal alanların işlevselliğinin yüksek olduğunu düşündürür.Bu Stroop etkisini açıklayan iki teori bulunuyor:Seçici Dikkat Teorisi: Buna göre kelimenin yazıldığı rengi söylemek basitçe o kelimeyi okumaktan daha fazla dikkat gerektiriyor.İşleme Hızı Teorisi: Bu teoriye göre de insanlar kelimenin kendisini daha hızlı okuyabiliyor ve bu hız kelimenin yazıldığı rengi söylemeyi daha da zorlaştırıyor.
Bir rengin adı (örneğin, "mavi," "yeşil," ya da "kırmızı") farklı bir renkle yazıldığında (örneğin "kırmızı" kelimesi kırmızı renkle değil mavi kalemle/renkle yazıldığında) kelimenin rengini saptama isleminin daha fazla süre aldığını ve aynı renkle yazılması durumuyla karşılaştırıldığında daha fazla hata yapıldığını belirtmektedir. Bu okuma ve okuma sonucundaki anlama işleminin otomatik ve daha hızlı olarak gerçekleşmesinden kaynaklanmaktadır. Renk saptama işlemi ise okuma kadar otomatikleşmiş bir işlem değildir. Testin kökeninde "seçici dikkat" mefhumu yer aldığından adhd (attention deficit hyperactivity disorder) ve öğrenme bozukluğu olgularının bu testte düşük performans ortaya koymaları gayet beklenirken; frontal beyin hasarı, şizofreni, depresyon, obsesif bozukluk, davranış bozuklukları, bipolar bozukluk gibi pek çok nöropsikiyatrik (sinir hastalıklarında) çerçevedeki hastalıkta da test sonuçlarında normal popülasyondan sapmalar görülmüştür. Yani bu tip rahatsızlıklara sahip kişilerde de algılama düzeylerinde farklılıklar görülmüş ve stroop testinde yanılmalar gerçekleşmiştir. Bu testle ilgili ilginç birkaç araştırmada da "hipnoza yatkın" kişilere, switch'lerin gerçekleşmesi için birincil yargıya yapışık şaşırtmacalı yargının yok sayılmasına ve dikkatin arttırımına yönelik verilen telkinlerin test performansını olumlu yönde etkilediği görülmüştür. Yani önceden beynin şartlandırılarak testteki algılama düzeyine dikkat çekilmesi durumunda testin daha başarılı sonuçlar verdiği açıktır. Bu telkinlerin hipnoz altında ya da uyanıkken verilmesi arasında kayda değer bi fark da bulunamamıştır. Yüksek intihar riskli bireylerde de nötral kelimelere nazaran intiharla ilintili kelimelerden sonra bocalama* süresi artışları dikkat çekici olmuştur. Öyle ki bu süredeki 1 milisaniyelik artışın intihar girişimi ihtimalini %1 arttırdığı öne sürülüyor. Test kişilerin algı düzeylerini ve beynin tepki fonksiyonlarını ölçmek adına önemli bir görev içermektedir.
Kaynakça:
http://yunus.hacettepe.edu.tr/~yyuksel/v1/stroop/
http://www.psikologankara.net/stroop-etkisi-nedir.html
http://yunus.hacettepe.edu.tr/~yyuksel/v1/stroop/
http://www.psikologankara.net/stroop-etkisi-nedir.html