Tefsir Tarihi 2 Konu Özeti
Din Felsefesi Konu Özeti
Vize ve Final konuları dahil tam özet. indirmek için tıklayınız...
Ahmet Çitil, Matematik ve Metafizik
Kümenin matematiksel nesnelerle bağıntısını ortaya koymaya çalıştık. Tüm bunların sonucunda Sürey Varsayımı’nın nesnel zeminini açıklığa kavuşturmayı hedefledik.
Araştırmalarımızın neticesinde vardığımız bir sonuç şu biçimde ifade edilebilir: Özellikle Alman düşünürü Kant’ın görüşleri ve Kant’ın eleştirilmesi üzerinden biçimlenen tartışmalar bugün matematiği anlamamız konusunda bir yarar getirmekten çok bir engel oluşturmaktadır. Bunun temel nedeni, Kant’ın matematiğin mahiyetini ortaya koymak üzere çizdiği ontolojik çerçeveye ilişkin asli eksikliklerdir.
Söz konusu bu eksiklikler Kant’ı izleyen yahut eleştiren düşünce anlayışları tarafından da giderilememiştir. Kanaâtimizce Kant sonrasındaki bu dönem özelde matematiğin mahiyeti üzerine yürütülen düşünsel etkinliğin, genel olarak da fikriyatın nesnesizleştiği bir dönemdir. Özellikle giriş bölümünde bu sürece ilişkin görüşlerimizi netleştirmeye çalıştık. Yaptığımız çalışmaların tam ya da hatasız olduğunu düşünmüyoruz.
Ancak özelde matematik felsefesinin, genelde de felsefenin nesneye, nesnenin kuruluşuna ve düşünceye konu edilişine ilişkin ilgisinin artırmasının kendi deneyimimizi anlamamıza yardımcı olacağına inanıyoruz. Son iki yüzyıldır matematik felsefesinde sorun olarak görülen pek çok konunun, felsefecilerin nesne üzerine düşünmeyi bırakmalarından kaynaklandığını düşünüyoruz. Umarız bu çalışmamız düşünürlerin “nesneye yönelişi”ne bir nebze olsun hizmet edebilir.”
Ahmet Ayhan Çitil
ALFA YAYINLARI
Yayın Yılı: 2012
262 sayfa Karton
Ah! Matematik
Değerli eğitimciler, “öğrencilerinize neden matematik sizler için bu derece önemli” diye bir soru yönelttiğinizde, alacağınız cevap büyük bir ihtimalle matematiksiz LGS, LYS, YGS ve KPSS gibi daha nice sınav çorbalarında başarılı olunamayacağıdır. Maalesef bizlerde öğrencilerimizin bu tür sözlerini destekler mahiyette açıklamalarda bulunmuşuzdur çoğu zaman. Bundandır ki, toplumda; “Matematik = sınav ya da sınav = matematik” Denklemi büyük bir yekûn oluşturmaktadır. Bu durum, haliyle sınava endeksli bir dersin tam manasıyla öğrenilmemesine neden olduğu gibi öğrencilerimizde stresle birlikte matematik fobisinin de ayyuka çıkmasına sebebiyet vermektedir. Oysa bizim ne ilköğretim matematik programlarımızda ne de orta öğretim matematik programlarımızda, ne de Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Başkanlığınca onaylanan matematik dersinin genel amaçları içerisinde öğrencileri LGS, LYS, YGS ve KPSS gibi sınavlara hazırlama gibi bir düşünce söz konusu değildir. Bu tür sınavlar hiçbir zaman amaç değil, olamaz da… Üzülerek söylemek gerekirse birer araç olan bu sınavlar amaca dönüştüğünden öğrencilerimiz için matematik tıpkı tek kullanımlık bir eldiven gibi… Sadece sınavlarda var, hayatın içinde yok.
Matematik öğrenilmiyor, matematik ezberleniyor, ezberletiliyor. 2000 yılından itibaren üç yılda bir uygulan PİSA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) sonuçlarına baktığımızda, durumumuz ortada. PİSA, bir yönüyle müfredattaki kazanımların ne ölçüde gerçekleşip gerçekleşmediğini ölçmese de öğrencilerin temel yeterliliklerini, onların matematikteki bilgi ve becerilerini sınama noktasında bir boy aynası… Bu endam aynasında elbisemizin uzun ve kısalığını; giydiğimiz gömleğin büyük ve küçüklüğünü görebilmek çoğu zaman mümkün.
“Örneğin PİSA 2003’de okuma becerileri testinde öğrencilerin % 36,8’i temel yeterlilik düzeyinin altında iken bu oran PİSA 2012’de % 21,6’ya; Fen bilimleri testinde % 38,6’dan, % 26,4; matematik testinde ise % 52,3’den, %42,2’ye inmiştir. Bu sonuçlar tüm alanlarda temel yeterlilik düzeyinin altındaki öğrenci oranlarının azaldığını göstermekte ise de,[1] “PISA 2003,2006, 2009 ve son olarak 2012'deki sonuçların geneline baktığımızda, Türkiye'nin hem matematik, hem fen bilimleri hem de okuma testlerinde, uluslararası ortalamaların çok altında kalmış olduğu gerçeği hatırımızdan çıkmamalı. Uluslararası bir sınavdan ülke içine dönelim.
Matematik açısından durum pekte farklı değil. Yaptığımız araştırmaya göre[2]…… İlinde 8. Sınıfların girdiği TEOG sonuçlarına baktığımızda Türkçe dersinin TEOG ortalaması 60,6, Matematik dersinin 42, Fen ve Teknoloji dersinin 56,9, T.C İnkılap Tarihi dersinin, 55,8, İngilizce dersinin 37,2, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin ise 64,6 olduğudur. Dikkat edilirse Matematik dersinin TEOG ortalamasının İngilizce dersinden sonra not ortalamasının en düşük ders olduğu görülecektir. Bu araştırmayı bir örneklem olarak kabul edecek olursak Türkiye’deki durumda aşağı yukarı bu minval üzeredir. Matematik öğrenilmiyor, ezberleniyor dedik. İşte matematik üzerine yapmış olduğum araştırmamdan ilginç ve bizleri güldüren birkaç misal vereyim[3]:
—Üçgen çeşitlerini sayınız? —Eşkenar üçgen, ikizkenar üçgen, üçüz kenar üçgen (Ayşe 4/A sınıfı öğrencisi)
—Doğal sayılar hangileridir? —Doğal sayılar doğada bulunur. (Eren 5/A sınıfı öğrencisi)
—Dikdörtgen nedir? —Dikdörtgen dörtkenarı olan bir üçgendir.( Mehmet -Sos/11-A sınıfı öğrencisi)
—Kaç çeşit kesir vardır yazınız? — 1- Basit Kesir 2-Zor kesir( Zelal 4/B sınıfı öğrencisi)
Ülkemizde neredeyse on yıla yaklaşmış olan yapılandırmacı eğitimle birlikte artık matematiğin ayaklarının yere sağlam basacağını ümit ediyoruz. Davranışçı ekolde matematik için önemli olan çoğu zaman öğrencilerimizin bilişsel düzeyiydi. Bu nedenle öğretilen programlarda daha çok işlem basamağı üzerinde durulurdu. Öğrencilerimize problem diye verdiğimiz soruların başına baktığımızda tünelin sonunu görebiliyorduk. Öğretilen matematik kitaplarında belirli rutin problemler ve çözüm önerileri vardı. Dolayısıyla modası geçmiş müfredatla yetişen bir kafanın düşünce üretmesini beklemek safderunluk olurdu. Oysa 2004–2005 yılından itibaren diğer derslerle birlikte yenilenen matematik programımızda, problem çözme, tahmin etme, desen verme, akıl yürütme, araştırma ve karar verme gibi daha pek çok becerilerin ön plana çıktığını görebilmekteyiz.
Program, öğrencilerimizin sadece bilişsel gelişim alanlarını değil, duyuşsal ve devinimsel (psiko-motor) gelişim alanlarının da gelişmesini öngörüyor. Ayrıca matematikte öğrendiğimiz bilgilerin günlük yaşamda kullanılması son derece önemlidir. Kariyer bilinci, insan hakları ve vatandaşlık, rehberlik ve psikolojik danışma gibi ara disiplinlerle de ilişkilendirilmesi yeni müfredattaki matematiğin hayattan kopmadığını gösteren önemli ipuçlarıdır. Yine yeni programın öğrenciyi klasik (yazılı-sözlü) değerlendirme yerine süreç değerlendirmeyle (proje ve performans görevleri, ürün dosyası vb.) ölçmesi objektiflik adına önemli bir adımdır. PİSA sonuçlarına göre istediğimiz düzeyde olmasa da başarı oranımızın bir nebze artması uyguladığımız yapılandırmacı (Constructivism) eğitim sisteminin toplum nezdindeki kabul edilebilirlik oranını artırmaktadır. Şimdi yazımızı destekler mahiyette Matematiği neden sevmiyoruz, nasıl severiz adlı eğitimci İsmail Kadıoğlu’nun yazısının bir bölümüne bakalım.[4]
“Matematiği sevmek zorunda mıyız, matematik insanlara ne kazandırır ve neler öğretir? Matematik nedir neye yarar: Matematik, Ahmet’in dersten çıkınca, dost doğru hatasız bir şekilde evine gitmesine yarar. Matematik, yolda giderken, belediyenin açık bıraktığı çukura düşmemeyi öğretir. Matematik, yolda yürürken, bir yerlere, elektrik direğine çarpmamayı öğretir. Matematik, komşumuz karı koca arası kavgalı haldeyken onları nasıl barıştırılacağını öğretir. Matematiği iyi olan kişi, onların problemlerinin nasıl kolay çözülmesi gerektiğini bilir. Matematik problem çözmeyi öğretir. Matematik düşünmeyi öğretir. Hem de doğru düşünmeyi öğretir. Her insan; matematiksel düşünmeye sahip olmalı, her problem çözmede matematikçe düşünmeye sahip olmalı. Prof. Dr. Davis, anaokulu öğrencilerine sormuş, “6 tane kurabiyen var, arkadaşınla nasıl paylaşırdın?” Çocuk adil davranmış “3 ona, 3 bana” demiş. “Peki, başka nasıl paylaşırdın?” diye sormuş. “4 bana, 2 ona.” “Başka?” “6 bana, sıfır ona.” “Başka?” Kurabiyenin bir tanesini bölmüş, “yarım ona, 5,5 bana” demiş. Bu cevap çok ilginç değil mi? Çocuğa sunulan bu hareket, ona fırsat vermektedir. Başka çözüm yolları bulabileceği düşüncesi verildiğinde çocuk kendi yöntemleriyle problemi çözebiliyor. “Sen ne düşünüyorsun?” “Başka farklı çözüm var mı?” şeklindeki sorularla, çocukların farklı düşünce ortaya koymalarına fırsat vermeliyiz. Tabi bu tür davranışlar, okula gitmeden, aile içinde başlamak üzere, ilköğretim ağırlıklı ve lisede de bu şekilde davranıp, matematiğin zor olmadığını, yapılabilirliğini gösterip, çocuğa sevdirmeliyiz. İşte o zaman, matematik dersi, konuları biriktirmeden, günlük çalışarak sevilebilir.
Matematik dersinin sevilmemesinin nedenlerinden biri, klasik anlayışla öğretilmeye çalışılmasıdır. Oyunlar ve ilgisini çeken sorular sorarak sevdirebiliriz. Kavramları, soyuttan somuta dönüştürerek. Çocukların birbirleriyle konuşmalarına fırsat vererek sevdiririz. Sevilmek zorunda ve durumunda olan bu ders neden sevilmez? Çocuklar sayılarla geç karşılaşıyorlarsa… Sayısal sonuçlar kendilerini iyi hissettirmiyorsa…”Bütün bu güzel gelişmelerin yanında asıl önemlisi, öğrencilerimize matematiği sevdirerek öğretecek olan öğretmenlerimizdir. “Eğitici bir matematik dersi; öğrenciyi sıraların üzerinde oturtarak dinleten bir ders değildir. Öğrencinin eline şerit metreyi verip sınıfta, okulun bahçesinde uzaklıkları ölçtüren; gözlemler, mukayeseler yaptıran bir derstir. Coğrafya dersi yeri ve göğü ait incelemeler yaptıran ayaklı ve canlı bir derstir. Kısacası tüm dersler sınıfın dışına taşan gezici, dolaşıcı, arayıcı, inceleyici, gözleyici olmak zorundadır.”[5] Daha, yapılandırmacı eğitimin esamesi bile yokken bizim içimizden çıkan bir eğitimcimizin 99 yıl önce söylediği bu söz çok önemlidir. Her şeyi dışarıdan arayan, kendi insanın neler yapabileceğini göremeyen, sadece Batı gözlüğü takarak hayata bakanların kulakları çınlasın! "
Kaynak: www.memuryeri.com/12181.html [1] Star Açık Görüş, 15 Aralık 2013.[2] …..İlindeki 8. Sınıf TEOG araştırması.[3] İLMEN. N. Kırk Yamalı Bohça, Çizgi Yayınları, 2012, s.93.[4] http://www.anamursedir.com/yazar.asp- İsmail Kadıoğlu.[5]Hakkı Baltacıoğlu İsmail, Talim Terbiye, “İnkılâp” Yıl, 1915
Din Felsefesinden Ateiste Cevaplar
İman; her şeyden önce bir kalp işidir. Kalbin bir nedene bağlı olarak veya olmadan herhangi bir fikre, düşünceye veya bir var oluşa inanması kelime olarak imanı temsil eder. Akıl ise bu "iman" eylemine sebepler bulmaya yardımcı bir vasıtadır. İman ile akıl birbirine zıt iki kavram da değildir. İman ve akıl ilişkisi, birbirini destekler mahiyette, yalnız herbiri kendi içerisinde sınırlar ihtiva eden iki kavramı bizlere sunar. İman, kalbi bir fiil olmakla beraber bazı halleri akılla izah edilebilir. Ama her imanın akılla izah edilmesi mümkün değildir. Bu nedenle herhangi bir inancı ne kadar akılla anlamak için uğraşsak da çabamız yetersiz kalacaktır. Çünkü aklın sınırları vardır. İman ise gönül ve kalp işidir.
Yine meşhur Hilbert oteli düşüncesi ile de kozmolojik delil dile getirilmiştir. Hilbert Oteli: Bilfiil sonsuz sayıda odaları bulunan fakat bütün bu odaları dolu olan bir otel düşünelim. Bu otele yeni müşteriler alınabilir mi? Şimdi böyle bir otel bil-kuvve sonsuz odalara sahip olsaydı, otel sahibi mevcut müşterilerin odalarını birer numara kaydırarak yeni bir müşteri alabilirdi. Fakat bu odalar bilfiil sonsuz ve hepsi de dolu ise, öyle görünüyor ki, otele yeni bir oda eklenemeyeceğinden yeni bir müşteri de alınamaz. Öyleyse, bilfiil sonsuzluğa bir şey eklenemeyeceğine göre âlemin bilfiil sonsuz bir geçmişi olamaz. Çünkü ona her günle yeni bir şey eklenmiş olmaktadır. Öyleyse, âlemin zamansal bir başlangıcının olması gerekir.
Yukarıda yazılan felsefi akımlarla birlikte dünyada Agnostizm ve Ateizm fikri zayıflayıp -hatta yok olma sürecine girerken-, bir olan yaratıcıya dönme eğilimi artarken, bizim coğrafyamızda daha yeni bulunmuş bir gerçeklik gibi yeniden filizlenmeye ve tekrardan parlamaya başlamıştır. Ateizm fikri adına dernekler kurulmaya, bir olan yaratıcı fikri eleştiri yağmuruna tutulmaya ve bu sayede inançsızlık yayılarak, özellikle gençlerimizin zihinleri bulandırılmaya başlanmıştır. Din bilgisi hakkında okumayan, felsefi inançları sorgulamayan, dini nitelikte fazlaca bilgi öğrenmemiş gençlerimiz, bu tür ateist fikirlerin doğru olduğu düşüncesi ile bunlara kapılmakta ve var olan imanlarını kaybetmektedirler.
İnançsızlık deryasında yüzmeye devam etmek isteyenlere tüm kalbimle şu soruyu soruyorum. "Ben bu dünyada sadece şu anki hayatı yaşıyor ve ölünce tamamen yok olacaksam, âlemdeki her şey bir tesadüf ve zorunluluk icabı ise, dünyada çekilen bunca zahmet, bunca yapılan işler ne diye? Tekrar dirilme ve yaşantım yoksa, ben bu dünya için neden bu kadar çaba gösteriyorum? Bu dünyada bile kanuna aykırı bir hareketin cezası varsa, nasıl olur da benim fiillerimin hiçbir sorumluluğu olmaz?" Buna benzer pek çok soru sorabilirim. Bütün bu sorulara karşı, insanı cevapsız halde aciz bırakan bir kavram olarak "ölüm" karşımıza çıkar. İmam Gazâlî'nin el-Munkızu Min'ed Dalâl kitabında Peygamberimizin sözü olarak naklettiği: "İnsanlar uykudadırlar, öldükleri vakit uyanırlar." sözüyle de belirtildiği üzere; 'ölüm' iman etmek için yeterli sayıda cevabı içersinde ihtiva eder. Var ve tek olan; noksan sıfatlardan münezzeh, kemal sıfatlarla muttasıf olan tek bir yaratıcının olmasının en büyük delili, dünyada 'ölüm' denen bir gerçeğin olmasıdır. Çünkü ölüm, akılda oluşacak bütün şüpheleri gideren bir kavramdır. Ölümle birlikte yeni bir yaşamın var olması hakikati, ortaya çıkınca, kalpte şüphe içeren her soru bir cevap bularak yok olur ve iman etmek mecbur hale gelir.
Yukarıda da anlatılan pek çok delil ve görüşlerle, Allah'ın varlığı ispatlanabilir lakin İmam Gazali'nin ifadesiyle "Bin tane delille Allah'ın varlığını ispat eden bir kimsenin kalbinde, o kadar sayıda şüphe vardır." ilkesi gereği bir yerde durmak ve kalben inanmak lazım gelir. En başta da dediğim gibi, marifet soru sormak değil, iyi bir cevap verip bu cevabı kalpten tasdik edip dinlemektir. İman, kalp fiilidir demiştim yazımın en başında. İşte Allah'a iman etmek, kalbin bütün serinliklerinden gelen içten bir duygudur. Eğer imanınız üretilen şüpheci sorularla yıkılıp gidiyorsa, zaten "sağlam bir imanınız yoktur" demektir. Ateizm adına sorulan her sorunun bir cevabı vardır. Senin akılla ürettiğin soru ne kadar iyi olursa olsun, senden daha zeki olan biri buna mutlaka bir cevap üretir. Bugün o cevap üretilmese bile yarın mutlaka o cevabı görürsün. Belki de senin ömrün, o cevabı görmeye yetmez ve bu cevapsızlıklar içinde bocalarken, kendini ebedi pişmanlıklara batmış bir halde bulursun.
Tehâfütü'l-Felâsife (Filozofların Tutarsızlığı), İmam Gazali, Klasik Yayınları,Çev.Mahmut Kaya,İstanbul,2014.
El Munkız Min ed Dalal ve Tasavvufi İncelemeler, İmam Gazali, Kayıhan Yayınları, Çev. Salih Uçan, 2008.
Tanrının varlığına dair Argümanlar (Ateist Din Felsefesi Eleştirisi), Adnan Aslan, İSAM Yayınları, 2006.
Din Felsefesi, Mehmet Sait Reçber, Recep Kılıç, Engin Erdem, Zikri Yavuz, Editör: Recep Kılıç, Ankara Üniversitesi UZEM Yayınları, Ankara, 2013.
Pratik Aklın Eleştirisi, İmmanuel Kant, T.Felsefe Kurumu Yayınları, 2002
Allahın Varlığı, Yusuf El Karadavi, Çev. M. Recai Gündüz,Nida Yayınları, 2014.
Din Felsefesi: Seçme Metinler, Philosophy of Religion, Selected Readings, Bruce Reichenbach, David Basinger, Michael Peterson, William Hasker, Çev.Hümeyra Özturan , Küre Yayınları, İstanbul, 2013.
Yaşayanlara Çağrı, Roger Garaudy, Pınar Yayınları, Çev.Cemal Aydın, 2013.
Felsefe Tarihi, Prof. Dr. Murtaza Korlaelçi, Prof. Dr. Celal Türer, Editör:Prof. Dr. Murtaza Korlaelçi, Ankara Üniversitesi UZEM Yayınları, Ankara, 2012.
Modern Bilim Felsefe ve Tanrı, Caner Taslaman, İstanbul Yayınevi, 2013.
Din Feslefesi ve İman Üzerine Rasyonel Düşünme, Stephan Evans,Zachary Manis, Elis Yayınları, 2010.
David Hume ve Din Felsefesi, Mustafa Çevik, Dergah Yayınları, 2006
yegitek.meb.gov.tr/aok/Aok_Kitaplar/AolKitaplar/Felsefe_2/4.pdf Erişim Tarihi: 25.04.2014
http://www.canertaslaman.com/tag/din-felsefesi/ Erişim Tarihi: 13.03.2014
İslam Hukuku 2 Konu Özeti
Vazgeçilmez Olma Düşüncesi
Hiç'lik Makamı
“Mutasarrıf” demiş adam, kabara kabara.
Adamın övündüğünün ve kibirlendiğini görünce “Sonra ne olacaksın?” diye sormuş Nasreddin Hoca.
“Daha sonra?..” diye üstelemiş Hoca.
“Vezir” demiş adam.
“Daha daha sonra ne olacaksın?”
“Bir ihtimal sadrazam olabilirim.”
Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp son makamını söylemiş:
“Hiç.”
“Daha niye kabarıyorsun be adam, ben şimdiden, senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım: "Hiçlik makamında"
Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken,sen hiç ol...Menzilin yokluk olsun.İnsanın çömlekten farkı olmamalı,nasıl ki çömleği ayakta tutan dışındaki biçim değil,içindeki boşluk ise,insanı ayakta tutanda benlik zannı değil hiç'lik bilincidir.
Bir Kral ve Köylü Hikayesi
İlitam 2.Sınıf 2.Dönem Arasınav Soruları 2014
İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA UZAKTAN EĞİTİM PROGRAMI (YARIYILLIK)
12-13 NİSAN 2014
CUMARTESİ ÖĞLEDEN SONRA - PAZAR ÖĞLEDEN SONRA OTURUMLARI
DERSLER: TEFSİR METİNLERİ2, HADİS METİNLERİ2, DİNLER TARİHİ,TASAVVUF TARİHİ, DİN FELSEFESİ
SORULARI İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ: (RAR DOSYASI)