Bebeklere güzel isim vermek

Yeni doğmuş bebeklere güzel isim koymak lazımdır. Konu ile ilgili İmam Rabbani bir mektubunda, şu dikkat çekici sözleri bizlere aktarır.

“Ne kadar şaşılacak şeydir ki, kıymetli teveccühünüze kavuşmakla şereflenen şairlerden birinin, bir kafir ismini soyadı aldığını işittim. Hem de, kendisi seyyidlerden, sevmemiz lazım gelen büyüklerden biridir. Keşki bunu duymasaydım. Bu alçak ismi acaba niçin aldı? Bir türlü anlayamıyorum. Böyle isimleri almaktan, korkunç aslanlardan kaçmaktan, daha çok kaçmak lazımdır. Böyle isimleri, her çirkinden daha çirkin görmek lazımdır. Çünkü, bu isimler ve onların sahipleri, Allahü Telanın düşmanlarıdır. Onun Peygamberinin “sallallahü aleyhi ve sellem” düşmanlarıdır. Müslümanların, [ister Hristiyan olsun, ister Yahudi olsun, isterse kitapsız olsun bütün] kafirleri düşman bilmesi emir olunmuştur. Bu gibi pis isimleri, evladına koymamaları, her Müslümana vaciptir. Benim tarafımdan ona söyleyiniz! Bu ismi değiştirsin! Onun yerine, ondan hayırlı ve Müslümana yakışan bir isim koysun.

Müslüman olana, Müslüman ismini koyması yakışır. Allahü Teala’nın sevdiği ve Onun Peygamberinin “sallallahü aleyhi ve sellem” beğendiği, İslam dininde bulunmakla şereflenmiş bir kimsenin haline uygun da, ancak budur. [Ebu Davud ve Muhammed ibn Hibban bildiriyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Kıyamet günü isimlerinizle ve babalarınızın isimleri ile çağrılacaksınız. Onun için güzel isimler alınız!) buyurdu.

Tirmizî bildirdiğine göre Aişe “radıyallahü anha” buyurdu ki, (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” çirkin isimleri değiştirirdi).] Tirmizî ve İbni Mace “rahmetullahi aleyhima” bildiriyor: Abdullah bin Ömer “radıyallahü anhüma” buyurdu ki, (Hazret-i Ömer’in bir kızının adı Asiye yani isyan edici idi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, onu değiştirdi. Cemile yaptı). Bunlar gibi, daha birçok insan, yer ve sokak ismini değiştirerek, Müslümana yakışan isimler taktığını Ebu Davud bildirmektedir. Hadis-i şerifte, (Kötü zan altında kalınacak yerlerden kaçınız!) emir olundu.

Dinsizlik alameti olan ve bu zannı uyandıran isimleri koymaktan, [sözleri söylemekten ve alametleri kullanmaktan ve işleri yapmaktan] kaçınmak, her Müslümanın vazifesidir. Bekara suresi, 221. ayetinde mealen, (Mümin olan bir köle, kafir olan bir beyden, daha kıymetlidir!) buyuruldu. (Mektubat –Cilt 1, Mektup 23 )

"İman etmedikleri sürece Allah’a ortak koşan kadınlarla evlenmeyin. Şundan emin olun ki imanlı bir câriye, sizin hoşunuza gitse de müşrik bir hür kadından iyidir. İman etmedikleri sürece Allah’a ortak koşan erkeklerle de kadınlarınızı evlendirmeyin. Şundan da emin olun ki imanlı bir köle, sizin hoşunuza gitse bile müşrik bir hür kişiden daha iyidir. Onlar insanları ateşe çağırırlar, Allah ise izni ile cennete ve bağışlanmaya çağırır, gerektikçe hatırlasınlar diye insanlara âyetlerini açıklar." (Bakara Suresi/221)

Peygamber efendimiz güzel isim sahibi olma ile ilgili şu uygulaması bizlere yol göstericidir:  Peygamber efendimiz(sav) bol sütlü bir deve hakkında:“Bunu kim sağacak?” diye sordu. Bir adam ayağa kalkmıştı ki, Rasulullah (sav) adama:“İsmin ne?” diye sordu. Adam:“Mürre (acı)” diyince ona “Otur!..” dedi. Hz. Peygamber (sav) tekrar:“Bunu kim sağacak?” diye sordu. Bir başkası ayağa kalktı, ben sağacağım diyecekti. Hz. Peygamber (sav) ona da:“İsmin ne?” diye sordu. Adam:“Harb” diyince, ona da: “Otur!..” dedi. Rasulullah (sav):"Bu deveyi bize kim sağacak?” diye sormaya devam etti. Bir adam daha kalktı. Ona da ismini sordu. O da“Ya’iş” (yaşıyor) cevabını alınca ona,“Sen sağ” dedi. (Muvatta, İsti’zan 24)

İslam alimlerinin bildirdiğine göre, "Allah",  "Lafza-i celal" gibi "Rahman" isimleri gibi isimler, Yaratıcımız olan Allah'tan başka hiçbir varlık için kullanılamayacak özel isimlerdendir. Asla başka bir varlığa isim olarak verilemez. (Taberi, 1/130) Allah’a mahsus bir vasfı ifade den isim ve sıfatlarla isimlenmek caiz değildir. Mahşerde her çocuk, konan ismiyle çağrılacaktır. Şayet çocuğun ismi kötü manaya gelen gayri müslim ismi ise, mahşer halkı önünde isminden dolayı utanan çocuk,"Allah beni doğuştan Müslüman olarak dünyaya gönderdi, sen neden bana kötü manaya gelen ismi koydun?" diye isim koyandan davacı olacaktır. Peygamber'imiz (sav) kötü manaya gelen yabancı isimleri iyi manaya gelen Müslüman isimleriyle değiştirmiştir. Mesela (Uzza putun kulu) manasına gelen (Abdu'l-uzza)'yı, Allah'ın kulu manasına gelen (Abdullah) ile değiştirmiştir. Ateş parçası manasına gelen (cemre)'yi de güzel kız manasına gelen (cemile) ile Harp ismini de Hasan'la düzeltmiştir.

Son söz olarak, isim koymak çok önemli olmakla birlikte, güzel isim sahibi olmanın da ahiret için yeterli olmayacağı, kişilerin salih amellerle bu dünyadan beka alemine gitmelerinin lazım geldiği bilinmelidir. Ayrıca yeni doğmuş çocuklara isim koyan büyüklerin, özellikle anne ve babaların yavrularına karşı ilk görevlerini yerine getirirken hassas davranmaları gerekir. Gayri müslim kimliğini çağrıştıran, anlamsız, kötü manalara gelen, hiçbir şey ifade etmeyen, İslam'a yabancı isimler koymaktan anne ve babaların kaçınmaları, mahşerde kötü isim sahibi çocukların şikayetiyle karşılaşmaktan kendilerini kurtaracaktır inşallah.

Verimli Ders Çalışma Teknikleri

Çok sayıda öğrenci ders çalışma ile ilgili sorunlardan yakınır. Bir kısmı çalışamadığından- bir kısmı da ders çalışmaya başlayamadığından yakınır.Öğrencilerin ders çalışma sorunlarının başlıca nedenleri:· Öğrencilerin, küçük yaştan itibaren çalışma alışkanlığını kazanamamış olması.· Yanlış çalışma alışkanlığı.· Temel bilgi eksikliğinden dolayı dersleri anlayamama.· Ailevi sorunlar.Öğrenciler arasında en yaygın olan neden yanlış çalışma alışkanlıklarıdır.

Bunlar:· Amaçsız çalışma· Plansız ve programsız çalışma.· Evin değişik yerlerinde çalışma.· Kaynaklardan yararlanmama.· Derslerden korkma, anlayamadığı dersi bırakma.· Dersle ilgili ön yargılar.

Öğrenmeye karşı istekli olma ve öğrenme için gerekli yeteneklere sahip olma, öğrenmede başarıyı etkileyen en önemli etmendir. Ancak bazı insanlar gerekli çabaları karşısında istedikleri sonucu alamadıklarından yakınırlar. Bu da planlı ve programlı bir çalışmanın olmadığını yada verimli çalışma yollarını bilmediğinden kaynaklanmaktadır.Unutmayın ki yanlış çalışma alışkanlıklarınızın farkında iseniz sorunlarınızın % 50’sini çözmüş sayılırsınız. Bu durumda yapılacak şey, yanlıştan kısa zamanda dönmenin yollarını aramaktır.

Dini Eğitim ve Muhabbet

Dini Eğitim ve muhabbetle ilgili olarak İmam Rabbani Mektubat eserinde şu bilgileri aktarır. 
“Bu Dünya ahiretin tarlasıdır. Burada tohum ekmeyip, yaratılışta bulunan, toprak gibi yetiştirici kuvvetini işletmeyenlere, bundan faydalanmayanlara ve amel, ibadet tohumlarını elden kaçıranlara yazıklar olsun! Toprak gibi yetiştirici kuvveti işletmemek, oraya bir şey ekmemekle veya zararlı, zehirli tohum ekmekle olur. Bu ikincisinin zararı, bozukluğu, birincisinden kat kat daha çoktur.

Zehirli bozuk tohum ekmek, dini, din derslerini, dinden haberi olmayanlardan öğrenmek ve din düşmanlarının kitaplarından [mecmualarından] okumaktır. Çünkü, din cahilleri, nefsine uyar, keyfi peşinde koşar. Dini, işine geldiği gibi söyler. Karşısındakinin de nefsini azdırır ve kalbini karartır. Çünkü, din cahilleri, din dersi verirken [din kitabı yazarken], İslamiyet’e uygun olmayanı uygun olandan ayıramaz. Gençlere neleri ve nasıl anlatmak lazım geldiğini bilemez. Kendi gibi, talebesini de cahil yetiştirir. Birçok şeyler okuyup ezberlemekle, [başka ilim kollarında söz sahibi olmakla, fen ve sanat şubelerinde ihtisas kazanmakla] insan din adamı olamaz, [din kitabı yazamaz] ve din bilgisi veremez.

Bir din alimi, gençlere din öğreteceği zaman, bunlara önce, dinsizler, İslam düşmanları [ve cahil din adamları] tarafından şırınga edilen, yanlış propagandaları, iftiraları anlayıp, anlatıp, onların temiz ve körpe kafalarını bu zehirlerden temizler. Zehirlenen ruhlarını tedavi eder. Sonra, yaşlarına, anlayışlarına göre, İslamiyet’i ve meziyetlerini, faydalarını, emirlerindeki ve menlerindeki hikmetleri, incelikleri ve insanlığı saadete ulaştırdığını, onlara yerleştirir. Böylece gençlerin ruh bahçelerinde dertlere deva, ruhlara gıda olan nefis çiçekler yetişir.

Böyle bir din alimini ele geçirmek, en büyük kazançtır. Onun bakışları, ruhlara işler. Sözleri, kalplere tesir eder. Din-i İslam’ı, Hazır lokum gibi yutmak, susuz kalmış iken, soğuk şerbet içip ciğerlerine kadar serinleyebilmek, ancak böyle bir Allah adamının sunması ile mümkündür.” (Mektubat –Cilt 1, Mektup 23 )

Ramazan-ı Şerifin Bereketi

“Şimdilik, mübarek ramazan ayının gelmesini bekliyorum. Bu ayın, Kur'an-ı Mecid'le tam bir münasebeti var. Hem de zata bağlı kemalatı ve onun zuhuratı sayılan işlerin tümünü özünde toplamak sureti ile.. Kaldı ki o, asalet dairesine dahildir. Öyleki: Asla, onun üzerine gölge düşmemiştir. Kabiliyet-i ula O'nun uzayan gölgesidir. Bu manada gelen âyet-i kerime meâlen şöyledir: — «Ramazan ayı öyle bir aydır ki; Kur'an, o ay içinde indirildi.» (2/185) İşbu âyet-i kerime, sözün doğruluğuna delildir. Anlatılan mana ile bağlılık kurulunca; işbu ramazan ayının, cümle hayırları ve bereketleri özünde topladığı anlaşılır. Bütün sene boyunca gelen cümle hayırlar ve bereketler; bu ayın, bereketleri denizinden bir damladır. Ama, kime olursa olsun; hangi yönden gelirse gelsin..

Bu ayın kadri o kadar yücedir ki: Sonu yoktur. Bu ay içinde olan birlik ve beraberlik, yıl boyu sürecek birlik ve beraberliğe sebeptir. Aynı şekilde, bu ay içindeki ayrılık, yıl boyu sürecek ayrılığa sebeb olur. Saadetler olsun o kimseye ki: Ramazan ayı, kendisinden razı olarak ayrılır. Yazıklar olsun o kimseye ki: Ramazan ayı, kendisine dargın gider. Dolayısı ile, bereketleri elde etmeye bir vasıta sayarak. Ramazan ayı ile, Kur'an-ı Kerim hatmini biraraya getiren kimse için ümid edilir ki: Onun bereketlerinden mahrum kalmaya; hayırlara kavuşmasına engel olmaya..

Bu aya mahsus olan bereketler, başkalarına benzemez. Bu ayın gecelerindeki hayırlar da, başkaları ile kıyaslanamaz. Akşamlan, iftarda acele etmenin; sahurlardaysa, ağır davranmanın hikmeti ve sırrı bu olsa gerek. Böyle olur ki: Gecenin ve gündüzün tüm cüzlerindeki imtiyaza ermek hâsıl ola..” “Muhammedî meşrebe dahil olan cemaatın hakikatlerine gelince: îlmî itibara göre, zat kabiliyetlidirler. Ama anlatılan bazı kemalâtla ilgili olaraktan.. Bu meyanda Kabiliyet-i Muhammediye; zatla bu müteaddid kabiliyetler arasında bir aralıktır. Bazılarının, yukarıda anlatıldığı üzere buna: — Kabiliyet-i Zattır. Demeleri, şu manadaki sebebe dayanır: Onun, (kabiliyet-i zatın) sıfatlar âleminde bir adımlık yer vardır. Bu sıfatlar âleminin son yükselişi ise., o kabiliyete kadardır. Ulaştıkları bu makamdaysa..

Resulüllah S.A. efendimize bağlandıklarında şüphe yoktur. Kabiliyet-i ittisaf için, hiç. bir şekilde yükselme yoktur. Bu mananın bir icabı olarak, bazıları zarurî olarak şu hükmü verdiler: — Hakikat-ı Muhammediye daima haildir. Halbuki. Hakikat-ı Muhammediye. kendi zuhur yerindedir; ki; Zatta mücerret bir itibardır. Bundan ötürü de, gözden kaybolması mümkündür: hatta olmuştur. Kabiliyet-i ittisaf her ne kadar itibari ise de, sıfatların rengini ve vasfını almıştır, amma berzahiyet yoluyla.. Sıfatlar hariçte vardır; ama ziyadeden bir varlıkla.. Böyle olunca, yükselmeleri imkân dairesi dışındadır. İşbu mana icabı olarak, anlatılan hailin daimî varlığına hükmedilmiştir.”
(Mektubat, İmam Rabbani –Cild 1, Mektub 4 )

Nefs Muhasebesi ve Kibir

Kibir, kendini başkasından üstün göstermek, ucub ise, kusurlarını görmeyip, ibadet ettiği için kendini ve ibadetlerini beğenmek, başkasından kendini üstün bilmektir. Ucbeden, kendini herkesten üstün bilir, günahlarını hatırlamaz. İbadetine şükretmez. Şükre ihtiyaç olmadığını zanneder. Allahü teâlânın kendine ihsan ettiği ibadet etme nimetini kendinden bilir, kabiliyeti ile övünür. İlmi ile ucbeder, yani ilmini beğenir, kimseye bir şey sormaz, nasihat dinlemez. Nefsini hesaba çekmez. Oysa insan kendini daima hesaba çekmelidir. İmam Gazali, nefis muhasebesi konusunda güzel bir benzetmede bulunur. " Bilmiş ol ki; günün ilk vaktinde insan kendine hakkı tavsiye edip, ona göre hareket edeceği gibi, akşamda kendini hesaba çekmesi için bir zaman ayırmalıdır. Eğer insan her günahı için evine bir çakıl taşı atsa, evi taşla dolardı. Ne yazık ki kendisi günahlarını hesap etmez. Halbuki melekler onları yazar. Allahü Teâlâ da o yaptıklarından onları hesâba çekecektir. (Gazali, İhya, c. 4, s. 728) 

Nefis muhâsebesi, ömrün her günü her saati dikkate alınarak ve vücûdun bütün âzâları hesâba katılarak yapılmalıdır. 

İmam Rabbani, nefis muhasebesi konusunda şunları ifade etmiştir. “Muhakkak Meşayih-i Kirâmdan bir cemaat, muhasebe yolunu ihtiyar ettiler. Her gece uykudan hemen önce günlük amel defterlerini, sözlerini, harekât ve sekenatlarını mütalâa ederlerdi ve tafsilatıyla her birinin hakikatlerini güzelce anlamaya çalışırlardı. Gaffar ve Aziz olan Allah’a tazarru, iltica, istiğfar ve tövbe ile günahlarını ve taksiratlarını telâfi ederler ve salih amelleri üzerine Allahü Teâlâ’ya hamd ve şükürle meşgul olurlar ve bu salih amellerini Allah’ın muvaffak kılmasına havale ederlerdi." (İmam-ı Rabbânî, Mektubât, c. 1, mektup: 309.) diyerek nefsi hesaba çekmenin önemini aktarmıştır.

Hz. Ömer (r.a.)’den şöyle rivâyet olunmuştur: “Hesâba çekilmezden evvel nefislerinizi hesâba çekiniz ve tartılmadan önce amellerinizi tartınız.”

Müziğin Temelindeki Matematik

"Tarih boyunca pek çok matematikçi müzikle ilgilenmiştir. Bazılarımızın aklına 'Acaba pek çok müzisyen de matematikle ilgilenmiş midir?' gibi bir soru takılabilir. Kuşkusuz ilgilenen müzisyenler vardır ancak bir karşılaştırma yapılırsa matematikçiler çok daha öndedirler. "Müzik, iki bin yıl öncesinde matematiksel bir bilim olarak ele alınmıştır. Hatta yakın zamanlarda bile Ozanam, Saverien ve Hutton'un matematik sözlüklerinde müzik ile ilgili makaleler vardır. Bu yüzden matematikçilerin müzik ile ilgili yazmaları şaşırtıcı gelmemelidir" (Archibald,1923: 2). Asıl konumuza dönecek olursak, müzik ve matematik arasındaki ilişkinin incelenmesi eski Yunanlılara kadar uzanır. Eski Yunan' da müzik, matematiğin 4 ana dalından biri olarak kabul edilmiştir. Pythagoras (M.Ö. 586) okulunun (Quadrivium) programına göre Müzik; Aritmetik, Geometri ve Astronomi ile aynı düzeyde kabul görmüştür. Bir telin değişik boyları ile değişik sesler elde edildiğini ortaya çıkartan Pyhagoras, M.Ö. 6. yüzyılda yaşamıştır ve bugün kullanılmakta olan müzikal dizinin temelini oluşturması açısından oldukça önemli bir iş yapmıştır. Konfiçyüs (M.Ö. 551-478) belirli modların insanlar üzerine etkisini incelemiştir. Platon ( M.Ö. 428/7-348/7) müziği etiğin bir parçası olarak kabul etmektedir.
Platon, karışıklıktan kaçınır ve basitliği savunur. Karışıklığın düzensizlik ve depresyona yol açacağını savunur. Platon, insan karakteri ile müzik arasında bir bağlantı bulmuştur. Pythagoras, 12 birimlik bir teli ikiye bölmüş ve oktavı elde etmiştir. Elde edilen 6 birimlik uzunluk ( telin ½ si), 12 birimlik uzunluğun bir oktav tizidir. Pythagoras 8 birimlik uzunluk ile (telin 2/3 ü) 5 li aralığı, 9 birimlik uzunluk ile (telin ¾ ü) 4 lü aralığı bulmuştur. Antik devirde dört sesin bir arada duyulması prensibi "tetrakord" olarak adlandırılmakta ve müzik teorisinin temel kuralı olarak sayılmaktadır. Böylelikle tetrakord, 6,8,9 ve 12 ile elde edilmiştir ve ileride değineceğimiz gibi bu sayılar bize "altın oran" konusunda da oldukça ilginç örtüşmeler sunmaktadır.

Altın Oranın Görüldüğü ve Kullanıldığı Yerler

Altın oran, matematik ve sanatta, bir bütünün parçaları arasında gözlemlenen, uyum açısından en yetkin boyutları verdiği sanılan geometrik ve sayısal bir oran bağıntısıdır. Eski Mısırlılar ve Yunanlar tarafından keşfedilmiş, mimaride ve sanatta kullanılmıştır. Fibonacci dizisinin yaklaşık limit değeri olarak gösterilmiştir. Bir doğru parçasının |AB| Altın Oran'a uygun biçimde iki parçaya bölünmesi gerektiğinde, bu doğru öyle bir noktadan (C) bölünmelidir ki; küçük parçanın |AC| büyük parçaya |CB| oranı, büyük parçanın |CB| bütün doğruya |AB| oranına eşit olsun.  Altın Oranı şu şekilde ifade edebiliriz;
CB / AC = AB / CB = 1,618... sayısını verir.  Daha ayrıntılı olarak Altın Oran, pi (π) gibi irrasyonel bir sayıdır ve ondalık sistemde yazılışı; 1,618033988749894...'tür. (Altın oran hakkında daha ayrıntılı bilgi elde etmek için bağlantıya tıklayabilirsiniz.(Bkz. Altın Oran)

Altın Oran (1,618033.... )

Altın oran, örneğin bir dikdörtgenin göze en estetik gözükmesi için uzun kenarı ile kısa kenarı arasındaki orandır. Buna benzer olarak, bir doğru parçasının ikiye ayrıldığında göze en hoş gelen ikiye ayrılma oranıdır. Altın oran, sadece dikdörtgen ve doğru için değil, neredeyse tüm geometrik cisimler ve yapılar için kullanılabilir.Altın oranın matematiksel açıdan basit bir tanımı şu şekilde yapılabilir: Altın oran, 1 sayısına eklendiğinde kendi karesine eşit olan iki sayıdan biridir. Altın oran 1,618033.... olarak devam eden irrasyonel sayıdır.  

Altın oranın tam olarak ilk ne zaman kullanıldığına dair kesin bir bilgi yoktur. Matematik ve fizik çalışmalarında tarihin ilk dönemlerinden beri kullanıldığı gözlemlenmiştir. Euclid (M.Ö. 365 – M.Ö. 300), "Elementler" adlı kitabında, bir doğruyu 1.6180339... noktasından bölmekten bahsetmiş ve bunu, "bir doğruyu ekstrem ve önemli oranda bölmek" diye adlandırmıştır. Mısırlılar, çok daha eski zamanlarda keops Piramidi'nin tasarımında hem pi hem de Fi oranını kullanmışlardır. Yunanlar, Parthenon'un tüm tasarımını altın oran'a dayandırmışlardır. Bu oran, ünlü Yunan heykeltıraş Phidias tarafından da kullanılmıştır.  Grek dünyasına altın oranın Pythagoras ve Pythagoras’cular tarafından tanıtıldığı ileri sürülür. Altın oran, (Fi) sayısı olarak bilinir. Bu sayı, Eski Yunan düşünürleri tarafından bulunmuştur, ancak Fi sayısını kimin tanımladığı kesin olarak belli değildir. Bu oranı göstermek için, Parthenon'un mimarı ve bu oranı resmen kullandığı bilinen ilk kişi olan Phidias'a ithafen, 1900'lerde Yunan alfabesindeki Fi harfini Amerika'lı matematikçi Mark Barr çalışmalarında kullanmıştır. Aynı zamanda Yunan alfabesindekine karşılık gelen F harfi de, Fibonacci'nin ilk harfidir. 

Eski Yunan düşünürlerinin bazılarının, Fi sayısının yerine (to) sayısını kullandıkları da bilinmektedir.İ.Ö. 500’lü yıllarda yaşamış olan tüm zamanların en büyük matematikçilerinden biri olan Pisagor , altın oranla ilgili şu düşüncelerini dile getirmiştir: "Bir insanın tüm vücudu ile göbeğine kadar olan yüksekliğinin oranı, bir pentagramın uzun ve kısa kenarlarının oranı, bir dikdörtgenin uzun ve kısa kenarlarının oranı, hepsi aynıdır. Bunun sebebi nedir? Çünkü tüm parçanın büyük parçaya oranı, büyük parçanın küçük parçaya oranına eşittir." 

Altın oran, günlük yaşantımızda, matematiğin estetik güzelliğe etki ettiği her alanda karşımıza çıkan bir kavramdır. Altın oranın çok çeşitli tanımları verilebilir ama altın oran, neticede matematiksel bir kavramdır ve değeri de 1,618033.... olarak devam eden ondalık bir sayıdır. Gündelik hayatta altın oran, çok farklı alanlarda görülmekte ve kullanılmaktadır.  (Bkz. Altın oranın görüldüğü yerler)


Matematiğin öğrenmenin yararları

Doğru hüküm vermeyi sağlar ve doğru akıl yürütmeyi öğretir,

Bilimsel düşünme yollarını öğrenip uygulamaya geçmemizi sağlar,

Çeşitli ve eleştirici yollardan düşünme yeteneği kazandırır,

Herhangi bir konuda değişik yollardan düşünebilmeyi öğretir,

Başkalarının bir konuya, bir olaya bakışını kendi görüşleriyle karşılaştırarak en doğru olanı bulmayı yöneltir,

İnsanı araştırmaya ve incelemeye yöneltir,

Bağımsız düşünebilme seviyesine ulaştırır,

Yeni düşüncelerin ve fikirlerin çıkmasına sebep olur,

Sistemli ve mantıklı düşünmeyi öğretir. Düzenli ve dikkatli olma, inceleme, araştırma ve eleştirme gibi alışkanlıklar kazandırır,

Bizi aktif bir insan yapar,

Mevcut yaşantımızda ve güncel olaylarda sorunlara karşı pratik çözüm bulmada, doğru karar vermede, insan kişiliğine yaptığı etkilerle büyük yarar sağlar.


Sayılan yararlara ulaşabilmek için matematiği öğrenmeye çalışmalıdır. Matematik birbiriyle ilişkili kavram ve teoremlerden oluşan zincir misali bir derstir. Tek başına kitaplardan öğrenmesi zordur. Akran öğrenmesine ya da eğitmen rehberliğine ihtiyaç vardır. Bire-bir konu anlatımlarına ve kavramları içselleştirmeye ihtiyaç vardır. 

Günümüz okul ya da dershanelerinde sınıflar 20-30-40 hatta bazen daha fazla mevcutlardan oluşmaktadır. Bir ders saatinin 40 dakika olduğu düşünülürse, bir öğrenciye ortalama 1 dakika zaman düşer. Bazı öğrenciler sınıfta kendilerini tam olarak ifade edemezler. Bunun sonucu olarak anlamadıklarını soramaz ya da sormaktan çekinirler. Arkadaşlarına karşı mahcup olmaktan ve yanlış yapmaktan korkarlar. Bu öğrenciler bütün bunların sonucu olarak ya başarısız ya da içine kapanık olurlar. Bir de bu tutum ve davranışlar matematik dersinde oluyorsa başarısızlık kaçınılmazdır.

Oysa matematik dersinin en büyük özelliği bir bilenle (öğretmen, arkadaş, anne, baba...) çalışılmasıdır. Çünkü konuları bilebilirsiniz ama soru çözemezsiniz. Her sorunun farklı farklı çözümü vardır. Bu çözümler anlaşılmadığında tekrar sorulabilmeli ve tam olarak anlaşılmalıdır. 

Birebir derste bütün zaman bir kişiye ( gruplarda 2-3-4 kişiye…) aittir. Özel derste öğrenci doğal olarak daha aktiftir. Soruyu soranda o, anlayan da o dur. Okulda ya da dershanede 5-6 derste anladığını özel derste bir saatte anlayabilir.

Her şeyden önemlisi öğrencinin özel derse hazır olması ve öğretmenin tecrübeli olması gerekir. Öğretmenin çok şey bilmesi ile birlikte, bildiklerini öğrenciye aktarabilecek öğretmenlik tecrübesine sahip olması gerekir. Matematikten birçok öğrencinin korktuğunu düşünürsek, anlatanın tecrübesinin ne kadar önemli olduğunu anlayabiliriz. 

Herkesin ihtiyacı olduğu kadar matematik problemi/sorusu çözebilmesi mümkündür. Önemli olan doğru ve yeterli çalışmaktır.

Matematik günlük hayatta ne ise yarar?

Neden Matematik?
Matematik cok evreli bir bilimdir. Yayılma alanının ve derinliğinin sınırı yoktur. Bilim ve teknolojide olduğu kadar günlük yaşamda da vazgeçilmezdir. Çağlardan çağlara taşınan ulusal sınır tanımayan görkemli, sağlam, güvenilir ve evrensel bir ekindir. İnsanoğlu varoluşundan beri korkuyla şüpheyle ve merakla evreni bilmeye ve doğaya egemen olmaya çabalamıştır. Gizlerini bilmediği icin doğa olaylarinı, yuzbinlerce yıl boyunca,ya korkuyla gözlemiş ya da bir kaos olarak gormustur. Oysa evrenin mukemmeì bir duzeni vardir. Bugun ay ve güneş tutulmalarından korkmuyor ve bu olayları basit aritmetik cebir ve geometri bilgileri ile açıklayabiliyoruz. Işığın nasıl yayıldığını biliyoruz. Barajlar kuruyor evlere fabrikalara enerji akıtıyoruz. Super bilgisayarlar üretiyor ve onbinlerce kişinin onbinlerce yılda bitiremeyeceği işlemleri saniyelerde yapıyoruz. Romantizmin başlıca kaynağı olan aya ayak basıyoruz...

Bütün bunları matematikle yapıyoruz. Matematik yalnızca çağdaş bilim ve tekniğin temel aracı değildir... Tıp, sosyal, siyasal, ekonomik bilimler v.b. matematiksel yöntemlere büyük ölçüde dayanmak zorundadır. Kısaca, matematik insan aklının yarattığı en büyük ortak değerdir. Evrenselliği onun gücüdür. Çağları asarak bize ulasmıştır. Çağları aşarak yeni kuşaklara ulaşacaktır. Büyüyerek, gelişerek, insanlığa hizmet edecek; her zaman taze ve doğru kalacaktir.Matematiğin uygulanmadığı hiçbir teknik alan yoktur. 


Bunun yanında, matematiksel olarak açıklanan büyük kuramlar arasında şunları örnekleyebiliriz :

1. Newton Mekaniği, gözle görülen basit düşme olayından başlayarak, bugün, doğa olaylarını açıklayan mükemmel fizik kuramını yaratmıştır. Newton Mekaniği diye de adlandırılan bu kuramın koyduğu basit matematikseì formüller sayesinde, dilerseniz, bir futbolcunun vurusuyla harekete geçen bir topun yörüngesini, dilerseniz, günesin cekim etkisiyle hareket eden bir gezegenin yörüngesini hesaplayabilirsiniz.

2. Büyük olasılıkla Aristo'nun görüşü olarak, kuyruklu yıldızlar 1500 lere kadar atmosferik bir olay olarak yorumlandı. Tycho Brahe, kuyruklu yıldızların aydan cok daha uzakta olduklarinı gösterdi. Isaac Newton onların güneş çevresinde birer yörünge çizdiklerini kanıtladı. İngiliz matematikçisi Edmund Halley, kuyruklu yıldızların ne zaman görülebileceği ile ilgili matematiksel hesaplamalar yaptı.  

3. Bugün sanki doğal bir enerji imişcesine kullandığımız elektrik doğrudan doğruya matematikseì bir kuram olan Elektrik ve Magnetizma Kuramina dayanmaktadir.

4. Çağimizin en onemli bilimseì bulgularindan birisi sayilan Kuantum Fiziği bütünüyle soyut matematiksel uzaylar icinde açıklanmıştır. Hatta, başlangıçta Heisenberg'in Matris Mekaniği ve Schrodinger'in Dalga Mekaniği diye iki farklı kural olarak ortaya çıkmıştır. Buna göre, örneğin, Işık Kuramı Heisenberg'e göre parçacıklarla ifade edilmekte, Schrödinger'e göre ışığın hareketi bir dalga hareketi olarak ifade edilmektedir. Her iki kuram kendi içlerinde tutarlıdır ve her ikisi de deneysel sonuçlara tamamen uyan kuramsal sonuçlar vermektedir.
baskent.edu.tr/~tkaracay/agora/dusunce/nedenmat.html

Matematik günlük hayatta ne ise yarar?
"ÖSS’de her yıl 5-10 bin öğrencinin matematikten sıfır ve altında puan almasının sebeplerini, 70 ilde 17 bin 500 öğrenci üzerinde yapılan dev anket çalışması ortaya koydu.Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Matematik Bölümü Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Şevket Civelek’in yaptığı araştırmada, başarısızlığın altındaki sebepler şöyle sıralanıyor: Matematik korkusu, öğretmenlerin dersi sevdirememesi, dilinin anlaşılmaz olması, matematiğin günlük hayatta işe yaramayacağı ve sıkıcı olduğu inancı. Anket için 70 ilde 250’şer düz, meslek, Anadolu, fen lisesi ve özel lise öğrencilerinden oluşan toplam 17 bin 500 öğrenciye matematik öğretimi hakkında 30 soru yöneltildi. Öğrencilerin yüzde 16’sı öğretmen-öğrenci diyaloğunun yetersizliği, yüzde 16’sı matematikten nefret etmesi, yüzde 16’sı not korkusu, yüzde 13’ü müfredatın uzun ve sıkıcı olması, yüzde 13’ü gereksiz görmesi, yüzde 11’i dersin temel felsefesinin verilmemesi ve öğretmenin sevdirememesi, yüzde 6’sı ise aileden yardım görmemesi yüzünden matematikte başarısız olunduğunu bildirdi.

Ayrıca öğrencilerin yüzde 56’sı matematiğin günlük hayatta nasıl kullanılacağının anlatılmadığını, yüzde 23’ü derste kullanılan dilin anlaşılmaz olduğunu, yüzde 37’si ise matematiği öğrenirken sıkıldığını ifade etti. Anket sonuçlarını değerlendiren Yard. Doç. Dr. Civelek, “Oldukça düşündürücü sonuçlar elde ettik. 15-16 yıl süren bu zaman diliminde, matematiksel düşünme yeteneğinin gelişmediğini tespit ettik.” dedi. Öğrencilerin ezberleyen, bilgiyi kullanamayan, yorum yapamayan, matematiksel ve mantıksal düşünmeyi beceremeyen insanlar olarak yetiştirildiğini söyleyen Civelek, bu yüzden bireyleri matematik korkusunun sardığını, kendilerine olan güvenlerini kaybettiğini belirtti. Civelek, bunun okulöncesi eğitimden itibaren üzerinde durulması gereken bir konu olduğunu kaydetti. Civelek’in araştırmasına göre matematiğin korkulması gereken bir şey olduğu fikri, okulun ilk yıllarında başlıyor. 

Öğretmenler ve diğer insanlar, öğrencilere matematiğin zor ve çekinilmesi gereken bir ders olduğunu söylüyor. Öğretmen ile öğrenci arasındaki kopukluk da korkunun en önemli sebeplerinden birini oluşturuyor. Ayrıca toplumda matematik sadece çok zekilerin başarabileceği bir şey olarak lanse ediliyor. Öğrencilerin sınavlarda zaman baskısı altında problem çözmeye, matematiksel sonuç çıkarmaya zorlanması da başarısızlığa yol açıyor. Bunların sonucunda öğrenci kendini başarısız görüyor veya bu konuda yeteneğinin olmadığına inanmaya başlıyor.

Uluslararası Matematik Proje Yarışması’nda ‘Tam Kare Toplamı’ adlı projesiyle dünya ikincisi olan Özel Servergazi Fen Lisesi 2. sınıf öğrencisi Bekir Danış, matematikte başarılı olmasının sebebini öğretmeninin matematiği sevdirmesine bağlayarak araştırmayı doğruluyor. 6. sınıfta öğretmeninin eğlenceli matematik sorularıyla matematiği sevdirdiğini söyleyen Danış, bu sayede dersten zevk almaya başladığını anlatıyor. Öğretmen iyi değilse öğrencinin matematikten soğuduğunu ifade eden Danış, “Dersten soğuyan öğrenci ise lise boyunca matematikten nefret ediyor.” diyor. Esprili anlatım öğrencinin sıkılmasını önler Yard. Doç. Dr. Şevket Civelek, öğrencilerdeki matematik korkusunun yenilmesi için şunları tavsiye ediyor: Konu karmaşık hale getirilmeden öğrenciye sunulmalı. Öğretmen konuyu işlerken çok rahat olmalı, konuyu iyi bilmeli. Öğretmen, öğrenciler arasında aşırı rekabete mani olmalı. Öğrencilere küçük gruplar halinde çalışmaları için imkan sağlamalı. Eğitimci yavaş öğrenenlere daha fazla şans tanımalı. Öğrencinin hızını ölçen testlerden kaçınılmalı. Öğrencinin gayreti ödüllendirilmeli. Öğretmen, sadece cevabın sonucuna değil, çözümün nasıl yapıldığına da bakmalı. Öğrenci asla azarlanmamalı. Öğretmen dersi monoton bir şekilde anlatmamalı.

Belli aralıklarda espriye de yer vererek öğrencinin sıkılmamasına zemin hazırlamalı. Matematik bir ceza unsuru olarak asla kullanılmamalı. ‘50 tane alıştırma yap’ ve ‘sizin hepinize sınavda zor sorular sorayım da görün gününüzü’ tipinden cezalar ve tehditlerden uzak durulmalı. Öğrenciye, matematiği nasıl anlaması ve çalışması gerektiği öğretilmeli. Matematiğin bir roman gibi okumakla öğrenilemeyeceği, öğrencinin yazarak ve düşünerek çalışması tavsiye edilmeli. Konu üzerinde kendince bir yorum getirmesi önerilmeli. Öğretmen, konuyu anlatırken günlük olaylarla bağlantı kurmalı; matematiğin kullanılabileceği alanları öğrencilerle tartışmalı. Öğrencinin zorlanacağı noktaları açıklıkla ifade etmeli. Öğrencinin kafasında soru kalmamasına özen göstermeli."
Kaynak: http://akifaltundal.net/tur/content/view/201/344/

Niçin matematik Öğreniyoruz

Matematiğin amacı; İnsanların doğuştan getirdiği düşünme kabiliyetini geliştirmektir. Bu gelişmeyi sağlamak için, bizlere bir kısım bilgiler kazandırarak karşılaşacağımız olay ve problemlerde inceleme, araştırma ve karşılaştırmalar yaptırarak, düzenli ve dikkatli olmamızı, mantıklı düşünmemizi ve her konuda doğruyu bulmamızı sağlar. Problemleri çözerken değişik bağlantıları bulmak insana heyecan verir. Böylece insanda yeni şeyler bulma arzusu doğar. Bütün bilimlerin dogması ve gelişmesi insandaki bu arzudan doğmuş bu da matematik yardımıyla olmuştur. Bu sebeple bütün bilim dallarında matematikten yararlanılır. Matematik nitelikleri değil nicelikleri konu edinir, fakat niteliği bulunan her şeyin sayılabilir ve ölçülebilir olması, matematiğin fen bilimleri ve teknolojinin yanında değil sosyal bilimlerde de vazgeçilmez olmasını sağlamıştır. Bu yüzden matematik her öğrencinin öğrenmesi gereken bir bilimdir.

Matematiği niçin öğreniyoruz?

Ezberciliğe dayalı bilgi aktarımının esas alındığı geleneksel eğitim, günümüzde çocukların zihnini körelten bir mekanizma haline gelmiştir.

Okulun asli görevi, çocuklara nasıl öğrenileceğini öğretmektir. Bugün okullarda yeni bilgi ile mevcut bilgiyi bütünleştirerek anlama, sentez yapabilme, bilgileri yorumlayabilme gibi beceriler değil; bilgiyi kitaptaki gibi öğrenme ve ezberleme gibi etkinliklere yer verilmektedir. Bunun sonucu olarak öğrencilerimizin çoğunluğu matematiğin gerçek manasını anlayamamakta ve "matematiği niçin öğreniyoruz?", "bu dersin bana faydası nedir?", günlük hayatta uygulaması nasıl oluyor?" gibi ifadeler kullanmaktadırlar. İnsanlığın gelişmesine paralel olarak bilimde ve teknikte hisli ilerlemeler olmuştur.

Zamanla gelişen ticaret ilişkileri sonucu para, ölçü, zaman, alan, hacim vb. gibi kavramlar ortaya çekmiştir. Fizik, kimya, biyoloji, mühendislik, astronomi, ekonomi ve psikoloji gibi bütün bilim dalları esaslarını geliştirmek ve sonuçlandırmak için matematiğin temel kurallarına uymak zorundadırlar. Bilim adamları, binlerce bilgiyi küçük bir bilgisayara programlama ve istenildiğinde bilgilere anında ulaşmada matematiğin gücünden faydalanırlar. İnsanlar günlük hayatlarında ihtiyaçlarını karsılarken matematik ve öteki bilimlerden faydalanırlar. Matematik bilimi insanda sistemli ve doğru düşünme yeteneğini geliştirmeyi amaçlar. O halde matematik, farkına varmasak da hayatımızın her aşamasında yer almaktadır.

Yasin Şerifin fazileti

 Yasin-i Şerifin Fazileti 

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: “Her gece Yasin suresine devam edip, bu hâl üzere iken vefat eden kimse şehit olur. “Kur’an-ı kerimdeki bir sure, okuyana şefaat eder, dinleyenin affına sebep olur, ahirette korktuğundan emin olur. Bu Yasin suresidir.” 


“Ölüm hastası yanında Yasin-i Şerif okununca, her harfi için bir melek gelip ruhun kolay çıkmasına dua eder. Yıkanırken yanında bulunurlar. Cenazesi ile birlikte giderler. Namazında, defninde bulununlar ve hep dua ederler.” 

“Şeytanlar, Yasin suresinden ve bir de Haşr suresinin son kısmı ile Mu'avvizeteyn sürelerinden kaçarlar.” 

“Kabristana giren kimse, Yasin suresini okusa, o gün meyyitlerin azapları hafifler. Meyyitlerin sayısı kadar, ona da sevap verilir.”

“Yanında Yasin-i Şerif okunan hasta, suya kanmış olarak vefat eder ve doymuş olarak kabre girer.” 

“Müslüman bir hasta yanında Yasin-i Şerif okunursa, Rıdvan ismindeki melek Cennet şerbeti getirir. Suya kanmış olarak ruh teslim eder. Doymuş olarak kabre girer. Suya ihtiyacı olmaz.”

“Yasin okuyunuz. Onda on bereket vardır. Aç okursa, doyar. Çıplak okursa, giyinir. Bekâr okursa, evlenir. Korkan okursa, emin olur. Mahzun okursa ferahlar. Misafir okursa, seferde yardım görür. Kayıp bulunur. Hasta okursa şifa bulur. Ölü üzerine okunursa azabı hafifler. Susayan okursa, suya kavuşur.”

“Bir kimse ana-babasının veya birinin kabrini her Cuma ziyaret eder ve orada Yasin okursa Allah Teâlâ ona, Yasin’in her harfi miktarınca mağfiret eder.” 

“Kur’an-ı kerimin kalbi Yasin’dir. Muhakkak ki o dertlere şifadır. Allah'ı ve ahiret yurdunu dileyerek bir kimse Yasin’i okursa, Allah kendisini mutlaka bağışlar."

Her gece Yasin suresini okuyan kimse, muhakkak surette şehit olarak ölür.” 

“Cuma geceleri Yasin suresini okuyan kimse, Allah Telanın mağfiretine kavuşmuş halde sabahlar.”







Bismillahirrahmanirrahim Allahümme rabbena ya rabbena tekabbel minna duaena vekdi hacetena bihurmeti sureti yasin ve ecirna minennari ve min azabil kabri ve min şerri sualin bi fadli sureti yasin yarabbel alemiyne veselemun alel mürseliyne velhamdülillahi rabbil alemin.

Cuma gününün fazileti

"Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah'ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz. (Durum böyle iken) onlar bir ticaret veya bir oyun eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona koştular ve seni ayakta bıraktılar. De ki: "Allah'ın yanında bulunan, eğlence ve ticaretten daha hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır." (Cuma Suresi/9-11)




Cuma Gününün fazileti 
Cuma gününde şu beş özellik vardır: 1- Hz. Âdem o gün yaratıldı. 2- O gün yeryüzüne indirildi. 3- O gün vefat etti. 4- O günde öyle bir an vardır ki, günah veya akrabalarla ilişkiyi kesme konularında olmamak şartıyla kul Allah Teâlâ’dan bir şey isterse Allah Teâlâ mutlaka onu verir. 5- Kıyamet o gün kopacaktır. 

Cuma Gününün faziletine dair bazı hadis-i şerif mealleri şöyledir:

(Allah katında günlerin efendisi Cuma’dır. O kurban ve Ramazan Bayramı günlerinden de faziletlidir. Allah’a yakın hiçbir melek, hiçbir gök, hiçbir yer yoktur, hiçbir rüzgar, hiçbir dağ ve taş yoktur ki, Kıyametin kopmasına sahne olacağı için Cuma gününün heybetinden korkmasın.) [Buhari, İ. Ahmed]

Cuma, müminlerin bayramıdır. Bugün yapılan ibadetlere en az, iki kat sevap verilir. Bugün işlenen günahlar da, iki kat yazılır.(Sevaplar içinde Cuma günü ve gecesinde yapılandan daha kıymetlisi, günahlar içinde de, Cuma günü ve gecesinde işlenilenden daha kötüsü yoktur.) [Ramuz] 

(Cuma günü günah işlemeden geçerse, diğer günler de selametle geçer.) [İ.Gazali] 

(Cuma günü, kuşlar, vahşi hayvanlar birbirine, “Selam size, bugün Cumadır” derler.) [Deylemi]

(Cuma diğer Cuma’ya kadar ve fazladan üç gün içinde işlenen günahlara kefaret olur. Çünkü iyi bir amel işleyene on kat sevap verilir.) [Taberani] 

(Dört gecenin gündüzü de gecesi gibi faziletlidir. Allah Teâlâ, o günlerde dua edenin isteğini geri çevirmez, onları mağfiret eder ve onlar bu günlerde bol ihsana nail olurlar. Bunlar: Kadir gecesi, Arife gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi ve günleri.) [Deylemi] 

(Cuma günü gusleden kimsenin günahları affolur.) [Taberani] 

(Cuma günü sabah namazından önce, “Estağfirullah el-azim ellezi la ilahe illa hüvel hayyel kayyume ve etubü ileyh” okuyanın, deniz köpüğü kadar da olsa, bütün günahları affolur.) [İbni Sünni]

[Böyle büyük mükafat verilebilmesi için, o kişinin, düzgün itikada sahip olması, kul hakkını, kazaya kalan farzlarını ödemesi ve haramlardan vazgeçmesi şarttır.]

(Cuma günü veya gecesi ölen mümin, şehit olur, kabir azabından kurtulur.) [Ebu Nuaym] 

(Ana-babanın kabrini, Cuma günleri ziyaret eden kimsenin günahları affolur, haklarını ödemiş olur.) [Tirmizi] 

(Cuma günü 80 salavat getirenin, 80 yıllık günahı affolur.) [Dare Kutni] 

(Cuma gecesi Yasin suresini okuyanın günahları affedilir.) [İsfehani] 

(Cuma günü veya gecesi Duhan suresini okuyana Cennette bir köşk verilir.) [Taberani] 

Kendisine Cuma namazı farz olan her Müslümanın alış-verişini bırakıp namaza gitmesi farzdır. Özürsüz Cuma’ya gitmemek haramdır. Ezan okunurken de, alış-veriş yapmak mekruhtur. Halbuki alış-verişin kendisi helaldir. Yani alınan mal mekruh değil, helaldir. Fakat ezan okunurken alış-veriş yapılması mekruhtur. (Dürer) 

 Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:(Allah Teâlâ, bugünden itibaren kıyamete kadar size Cuma namazını farz kıldı. Adil veya zalim bir imam [başkan] zamanında küçümseyerek veya inkâr ederek Cuma namazını terk edenin iki yakası bir araya gelmesin! Böyle bir kimse tevbe etmezse, onun namazı, zekatı, haccı, orucu ve hiçbir ibadeti kabul olmaz.) [İbni Mace]

(Allah’a ve ahirete inanan, Cuma namazına gitsin!) [Taberani] 

(Cuma namazını kılmayan kimsenin kalbi mühürlenir [iyilik yapamaz olur], gafil olur.) [Müslim] 

(Cuma namazına giderken ayakları tozlanan kimseye Cehennem ateşi haramdır.) [Tirmizi]

(Cuma namazından sonra, yedi defa ihlas ve muavvizeteyn [yani iki Kul euzüyü] okuyan kimseyi, Allah Teâlâ, bir hafta, kazadan, beladan, kötü işlerden korur.) [İbni Sünni]

(Büyük günah işlenmediği müddetçe, beş vakit namaz ile Cuma namazı, öteki Cuma’ya kadar aralarda işlenen günahlara kefarettir.) [Müslim]

Seferi olana Cuma kılmak farz değildir, kılarsa farz sevabını alır. (Hindiye) Cuma namazı kılınmayan çok küçük köylerde ve kâfir ülkelerinde, cemaatle öğle namazı kılınır ve ikamet okunur. Cuma’nın sahih olduğu yerlerde, öğleyi cemaatle kılmak ve ikamet okumak mekruh olur. (R.Muhtar, Fetava-i Abdurrahim)

Mahkumlara Cuma namazı farz değildir. Öğle namazını cemaatle kılabilirler. Cuma namazı yalnız erkeklere farzdır. Bu husustaki hadis-i şeriflerden ikisi şöyledir: 

 (Cuma namazı kılmak, köle, kadın, çocuk, hasta hariç, her Müslümana farzdır.) [Hakim] 

(Cuma’ya gelmeyen erkeklerin evlerini yıksam diye düşündüm.) [Buhari] 

 Kadınların Cuma günü, öğle namazını evlerinde kılmak için cemaatin camiden çıkmasını beklemeleri şart değildir. (Hidaye) 

Cuma günü oruç tutmak müntahaptır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:(Cuma günü oruç tutana, on ahiret günü oruç sevabı verilir.) [Beyheki] 

 Bazı âlimlere göre de yalnız Cuma günü oruç tutmak mekruhtur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:(Yalnız Cuma günü oruç tutmayın! Bir gün öncesi veya bir gün sonrası ile tutun.) [Buhari] 

(Sünnet ve mekruh olduğu bildirilen bir işi yapmamalıdır! Bunun için Cuma günü orucu perşembe veya cumartesi ile birlikte tutmalıdır!) (Redd-ül Muhtar) 



Cuma Suresi Okunuşu:

1.Yusebbihu lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardıl melikil kuddûsil azîzil hakîm(hakîmi).

2.Huvellezî bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmete, ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).

3.Ve âharîne minhum lemmâ yelhakû bi him, ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).

4.Zâlike fadlullâhi yu’tîhi men yeşâu, vallâhu zûl fadlil azîm(azîmi).

5.Meselullezîne hummilût tevrâte summe lem yahmilûhâ ke meselil hımâri yahmilu esfârâ(esfâren), bi’se meselul kavmillezîne kezzebû bi âyâtillâh(âyâtillâhi), vallâhu lâ yehdîl kavmez zâlimîn(zâlimîne).

6.Kul yâ eyyuhâllezîne hâdû in zeamtum ennekum evliyâu lillâhi min dûnin nâsi fe temennevûl mevte in kuntum sâdikîn(sâdikîne).

7.Ve lâ yetemennevnehû ebeden bi mâ kaddemet eydîhim, vallâhu alîmun biz zâlimîn(zâlimîne).

8.Kul innel mevtellezî tefirrûne minhu fe innehu mulâkîkum summe turaddûne ilâ âlimil gaybi veş şehâdeti fe yunebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).

9.Yâ eyyuhâllezîne âmenû izâ nûdiye lis salâti min yevmil cumuati fes’av ilâ zikrillâhi ve zerûl bey’a, zâlikum hayrun lekum in kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).

10.Fe izâ kudiyetıs salâtu fenteşirû fîl ardı vebtegû min fadlillâhi vezkurûllâhe kesîran leallekum tuflihûn(tuflihûne).

11.Ve izâ raev ticâraten ev lehveninfaddû ileyhâ ve terakûke kâimâ(kâimen), kul mâ indallâhi hayrun minel lehvi ve minet ticârati, vallâhu hayrur râzıkîn(râzıkîne).

Kadir Gecesi ve Kadir Gecesi Namazı

Bin aydan hayırlı olduğu hadis-i şerif ve Kuran-ı Kerim'de bildirilen Kadir Gecesinde, insanlık alemini huzura kavuşturacak olan Kuran-ı Kerim'in ayetleri nazil olmaya başlamıştır. Kadir (Kadr) kelimesi sözlükte “güç, hüküm, değer, şeref” gibi anlamlara gelir. Özellikle Kur’an’ı Kerim'in bu gecede indirilmesinin geceyi şereflendirdiğini ve kadrini yücelttiğini ifade etmek üzere ona bu isim verilmiştir. Bu sûre inmeden önce gecenin böyle bir ismi yoktu. Duhân sûresinde, “Biz onu mübarek bir gecede indirdik” (Duhan Suresi-3) buyurularak bu gecenin bereketli, hayırlı, önemli ve kutsal bir gece olduğu açıkça ifade edilmiştir. Sûrenin ilk âyetinde Kur’an’ı Kerim'in bu gecede, Bakara sûresinde de (185) ramazan ayında indirildiği belirtilmiştir. Buna göre Kadir gecesinin ramazan ayı içerisinde olduğu açıktır. Kadir Gecesi Ramazan ayı içerisinde gizlenmiştir. Bu hususi geceyi tespit edebilmek için Ramazan'ın her gecesi Kadir gecesi olarak bilinmesi ve buna uygun davranılması gerektiği tavsiye edilmiştir. Kadir gecesinin bir esenlik ve mutluluk gecesi olduğu Kadir Suresinde ifade edilmiştir. Zira melekler gecenin başından itibaren şafak sökünceye kadar gruplar halinde inerek müminlere selâm verirler. Bu durum gecenin karanlığı çekilinceye kadar devam eder. 

Kadir Suresi Okunuşu:
Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm. 1. İnnâ enzelnâhu fî leyletil kadr. 2. Ve mâ edrâke mâ leyletul kadr. 3. Leyletul kadri hayrun min elfi şehr. 4. Tenezzelul melâiketu ver rûhu fîhâ bi izni rabbihim min kulli emrin. 5. Selâmun, hiye hattâ matlaıl fecr. 

Kadir Suresi Manası:  
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. 1. Doğrusu Biz, onu (Kurân'ı) Kadir gecesinde indirdik. 2. Kadr gecesinin ne olduğunu bilir misin sen? 3. Kadr (Kadir) gecesi; bin aydan daha hayırlıdır. 4. O gece Rab'lerinin izniyle Ruh ve melekler, her türlü iş için iner de iner. 5. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir 5. Selâmun, hiye hattâ matlaıl fecr.

Kadir gecesini, namaz kılarak, Kur’an-ı Kerim okuyarak, tövbe, istiğfar ederek ve dua yaparak değerlendirmeliyiz. Üzerinde namaz borcu olanların nafile namazı kılmadan önce, hiç değilse kaza namazlarını kılmaları daha faziletlidir. Hiç kazası yoksa nafile namaz da kılabilir. 

Bu geceyi iyi bir şekilde idrak edebilmek için öncelikle kendimizi istiğfara çekmeli, günahlarımızdan tevbe etmeliyiz. Hayatımıza yeni bir sayfa açmalı ve artık her geceyi kendimize Kadir bilmeliyiz. Dünyada ne kadar kalacağız bilmiyoruz, her anımızın kıymetini bilmeli, boş işlerden uzaklaşarak vakitlerimizi iman ve ihlas içinde dolu dolu geçirmeye gayret etmeliyiz. Varsa namaz borçlarımız, bunların kazasını yapmalı ve Allah'ın huzuruna borçlu olarak çıkmaktan haya etmeliyiz. Zaten eksik kullarız. Hatalarımız çoktur. Kıldığımız namazlar bile tam namaz değil, eksikliklerle doludur. İbadetlerimize güvenmeden tam bir tevekkül ve teslimiyet içinde tevbe ve pişmanlık kapısından girmeliyiz. Dua ve zikirle gecemizi ihya için çabalamalıyız. 

Kendimizi affettirmenin yollarını aramalıyız. Nafile namaz, zikir, Kuran-ı Kerim, dua, tevekkül, istiğfar her ne iyilik aklımıza geliyorsa yeni bir sayfa açıp hayatımızı ona göre tanzim etmeliyiz. Bu gecede yapılan tevbelerin kabul edileceği bildirilmiştir. 

Hz. Aişe (r.ah) söyle anlatıyor: “Ey Allah’ın Resulü! Kadir gecesine rastlarsam nasıl dua edeyim? diye sordum. Resulüllah (s.a.v): “Allahümme inneke afüvvün, kerimün tühibbü’l-afve fa’fu annî (Allah’ım sen çok affedicisin, affı seversin, beni de affet)” diye dua et, buyurdu 
(Tecrîd-i Sarih Tercemesi, VI, 314).


Bu gecenin öyle bir ani vardır ki o anda yapılan ibadet ve dualar mutlaka makbul olur. Bu tevbe kapısını, önemli anı yakalamak için gecenin bütününü tövbe ve istiğfar ile geçirebiliriz. Böyle bir hareket Allah'ın rızasını kazanmamıza vesile olabileceği gibi kişinin imanını da tazeler, nurunu tamamlar. Gecenin bütününü ibadetle geçiremeyenler, en azından teravihten sonra bir miktar oturup dua etmelidirler. Namaz, zikir, tesbih, Kur’an okumak gibi bedeni ibadetlerimiz yanında, ibadet olarak isimlendirdiğimiz tefekkür ile de bu geceyi ihya etmeye çalışalım.

Unutmayalım ki; özellikle bu gecede Tevvab olan Allah tevbelerimizi kabul edecektir. Bizlere bir ikram olarak sunulan bu Kadir gecesinde dua ederken kendimize ve tüm müslümanalara dua edelim. İnsanlığın huzuru, kurtuluşu, selameti için,  sevgi, şefkat ve duyguların artıp çoğalması için, birlik beraberlik ve kardeşliğin sağlanması ve devamı için, kafirler karşısında mutlak zafer ve güç için Allah'a tam bir teslimiyetle dua edelim. Yalnız kendi sevdiğimiz insanların değil, bütün insanların sevgiye layık olduğunu anımsayarak sevgide sağlam ve cömert bir ruha sahip olmak için de Allah'tan hilm ve yumuşaklık isteyelim. 

Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla, hepimize hayırlı geceler diliyorum. Allah gecemizi mübarek kılsın. Dualarımızı kabul etsin. Bize ve geçmişlerimize rahmet etsin. (Amin)

Kadir Gecesi Namazı
Bazı dua ve ibadet kitaplarında kadir gecesi ile ilgili dört rekatlık bir namaz tarifi vardır. Bu namaz, mübarek gecelere mahsus ibadet ve zikir şekilleri kitaplarında bu geceye has olarak zikredildiği için Allah'tan bir af dileme maksadıyla kılınabilir. 

Kadir Gecesi namazı, bazı kitaplarda nakledildiği üzere 4 rekat olarak kılınır. Kılınış şekli her rekatte okunması gerekenler aşağıda belirtildiği üzere 4 rekatli bir öğle namazı sünneti gibidir.

1. Rekatta: Fatiha ile 3 Kadir suresi.
2. Rekatta: Fatiha ile 3 İhlas suresi
3. Rekatta: Fatiha ile 3 Kadir suresi
4. Rekatta: Fatiha ile 3 İhlas suresi

Bu sureler belirtilen rekatlarda okunur ve iki rekatta bir Tahiyata oturularak namaz tamamlanır. Selamdan sonra on bir defa "Allah-u Ekber , Alah-u Ekber, Lailahe illlahu valahu ekber Allah-u Ekber velillahi hamd" denir. Bundan sonra 100 defa İnşirah suresi 100 defa da Kadir suresi okunur. Sonra tesbih duaları okunup dua ve istiğfar edilir.

İnşirah suresi Okunuşu
Bismillahirrahmânirrahîm. 1- Elem neşrah leke sadrek 2- Ve vada'na 'anke vizreke 3- Elleziy enkada zahreke 4- Ve refa'na leke zikreke 5- Feinne me'al'usri yüsren 6- İnne me'al'usri yüsren 7- Feiza ferağte fensab 8- Ve ila rabbike ferğab 

İnşirah suresi Manası
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle. ﴾1﴿ Senin kalbini açıp genişletmedik mi? ﴾2-3﴿ Belini büken yükünü üzerinden kaldırmadık mı? ﴾4﴿ Ve senin şanını yüceltmedik mi? ﴾5﴿ Demek ki zorlukla beraber bir kolaylık vardır. ﴾6﴿ Evet, doğrusu her güçlüğün yanında bir kolaylık var. ﴾7﴿ O halde önemli bir işi bitirince hemen diğerine koyul. ﴾8﴿ Ve yalnız rabbine yönel.

Bu namaz, nafile bir namaz olduğu için ikişer rekat olarak, arada bir selam vererek de kılınabilir. Bu namazın en azı kılınacaksa iki rekattır. İstediğiniz kadar uzun da kılabilirsiniz.

Her rekatta Fatiha, bir Kadir suresi, 3 İhlas suresi okunarak da, ikişer rekat olarak istenilen kadar kılanabileceği de bazı ibadet kitaplarında nakledilmiştir. Önemli olan bu gecenin boş geçirilmeden, ihya edilmeye çalışılmasıdır. Belli namaz biçimleri zikredilmişse de tesbih namazı ve kaza namazları kılmak da bu gecenin hususiyetlerindendir. 

Namazların sonunda Peygamber efendimize (s.a.v) çokça salat-ü selam getirilir. Tevhid zikrleri ve istiğfarlar yapılır. Tesbih duaları (Sübhanallahi velhamdülillahi vela ilahe illahu vallahu ekber vela havle vela kuvvete illa billahil aliyil azim) ve Kelime-i Tevhid (La ilahe İllaAllah Muhammedür Rasülüllah) zikri yapılır. Okunabildiği kadar ihlas suresi okunur ve göz yaşları eşliğinde tam bir teslimiyet ve samimiyetle dua-niyaz edilir.

Allah Teala yapılan bütün ibadetlerimizin kabul etsin mübarek gecenin hürmetine ümmeti Muhammedi affetsin, kendine layık kul, habibine layık ümmet eylesin, bu gece için verilen müjdelere bizleri de nail eylesin. (Amin)

İnanç zayıflığı ve intihâr

Ölüm, dünya hayatının nihayete ermesiyle başlayan sonsuzluk yurdunun anahtarıdır. Bu anahtarla ahiret kapısı açıldıktan sonra artık geriye dönüş imkanı kalmaz. Ölüm, tüm insanlar için beklenen sondur. Herkes bu sonla yakın ya da uzak zamanda karşılaşacaktır. Kur'an-ı Kerim'de bu son şöyle ifade edilir: "Herkes ölümü tadacaktır; yaptıklarınızın karşılığı size eksiksiz olarak ancak kıyamet gününde verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılır da cennete konursa artık kurtulmuştur. Dünya hayatı zaten aldatıcı şeylerden ibarettir." (Ali İmran Suresi/185) Kafirler; ölüm acısını şiddetli hissederken, müslümanlar derecelerine göre ölüm acısını hafif hissedecekler, hatta bazıları hiç hissetmeyeceklerdir. Şehitler ise ölüm acısını hissetmezler.  Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: "Şehîd, ölüm acısı duymaz, kabirde üzülmez, kıyâmetin dehşeti, hesâb, mîzân, sırât onu rahatsız etmez, doğruca Cennete gider." [Beyhakî] Narkozlu hasta, nasıl ameliyat acısını duymazsa, sâlih mümin de kurşun yağmuruna tutulsa dahi, vücudu dilim dilim parçalansa bile ölüm acısını duymaz. Hz.Yûsuf’un güzelliği karşısında kendinden geçip ellerini kesen  kadınlar, bu kesik acısının nasıl farkına varamadılarsa, ölüm meleğinin güzel sûretini gören mümin kişiler de ölüm acısını hissetmez.

Hastalık ve dünya sıkıntılarından kurtulmak için ölümü istemek câiz değildir.  Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (Ölümü istemeyin! Çünkü bir kişi iyi ise, yaşadıkça iyiliği artar. Kötü ise, hatâlarından dönüp doğru yola gelebilir.) [Buhârî] 

İNTİHAR
Kişinin kendi eliyle canına son vermesi çok büyük günahtır. İnsanın canı, ırzı, namusu, şerefi, malı, nesli mukaddestir, her zaman korunması gerekir. İnsan, kendi canıyla birlikte başka canları da daima korumakla mükelleftir. Ne kendi canına ne de başkalarının hayatına asla zarar veremez. Müslüman bir kişi, intihârı hiç bir zaman aklına getirmemeli ve asla düşünmemelidir. Çünkü intihâr, bir çâre, bir kurtuluş değil, aksine tarîfi imkânsız azâblara kendini atmak demektir. İntihar eden bir kişi için ölüm acısı çok şiddetlidir. İntihâr etmek, küfre yakın çok büyük günâh olduğundan, ölürken dayanılmaz acılara mâruz kalınır. Ölüm acısı, sanıldığı gibi bir ân değildir. İntihâr edince âhirette daha büyük acılara girilir. Âhiret sıkıntıları, dünya sıkıntıları gibi değildir. Ahirete iman etmiş bir kişi, kendi elleriyle kendini tehlikeye atmaz. Borçları olan kişi, zaman gelir tüm borcunu öder. Çaresiz hastalıklar içinde olanlar, gün gelir derman bulur. Dermansız dertlerde olan kişi, bu rahatsızlıklarına sabretmekle mükafatlara erişir. İntihar, bir kurtuluş değildir. Bu dünyada başa ne gelirse sabretmek lazımdır. Sabır ve metanet içinde olan kişiler, Allah katında dünyadaki acılarının tamamını unutturacak nimetlere kavuşur. Rasulüllah (s.a.v), Mekke'de peygamberliğini ilan edip tebliğe başladığında, en yakın çevrelerinden bile nice eziyetler görmüştür. Yıllarca müşriklerle savaşmış, onca işkence ve eziyetler içinde kalmış, boykotlara uğramış, ikamet yerinden ayrılmak zorunda bırakılmıştır. Bütün bunlara sabretmiş ve Allah'tan asla ümidini kesmemiştir. En sonunda Allah'ın inayetiyle, yerinden yurdundan çıkarıldığı Mekke'ye, yıllar sonra fetheden bir komutan olarak geri dönmüştür.

Kur’ân-ı kerîmde buyuruldu ki: 
"(Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin; ancak karşılıklı rızânıza dayanan ticaret böyle değildir ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, size karşı çok merhametlidir.) " [Nisâ Suresi/29]
...“Bir cana kıymaya veya yeryüzünde fesat çıkarmaya karşılık olması dışında, kim bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir can kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.”... (Maide Suresi/32)

Hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:
"Yedi helak edici günahtan uzak durunuz. Denildi ki, ya Resulullah, onlar nelerdir? Şöyle buyurdu: Allah'a ortak koşmak, bir cana kıymak, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, iffetli, hiçbir şeyden habersiz mümin kadına zina iftirası yapmak." (Buhârî, Vesâyâ, 23, Hudûd, Tıb, 45; Müslim, İman, 144).

Bir kişi, uyku hapı içerek veya narkozla her tarafı uyuşturularak ölse dahi, çok şiddetli olan ölüm acısını ve azabını hisseder. İntihar edenin kimsenin ahiretteki cezası, dünyadaki intihar şekline uygun olarak verilir. Hadis-i şeriflerde "Kim kendisini bıçak gibi keskin bir şeyle öldürürse, cehennem ateşinde kendisine onunla azap edilir." (Buhâri, Cenâiz, 84). 
"(Dünyada ip ve benzeri) şeyle kendisini boğan kimse, cehennemde de kendisini boğar, dünyada kendisini vuran kişi, cehennemde de kendisini vurur (azabı böyle olur)" (Buhârî, Cenâiz 84)
"Kim kendini bir dağın tepesinden atar da öldürürse, cehennem ateşinde de ebedi olarak böyle azab görür. Kim zehir içerek kendisini öldürürse, cehennemde de zehir kadehi elinde olduğu halde devamlı ceza çeker." (Müslim, İman, 175; Tirmizi, Tıb, 7; Nesâî, Cenâiz, 68, Dârimi, Diyât, 10; Ahmed b. Hanbel, II, 254, 478).

Ahiret sonsuz bir yaşam yurdudur. Bu ahiret yurdunda intihar nedeniyle acı ve ızdırablara katlanmak, dünyadaki sıkıntılara katlanmaktan daha zor olacaktır. Dünya sıkıntılarına dayanamayıp intihâr eden kişi, ölüm acısına ve âhiret sıkıntılarına nasıl dayanabilir? 


Ölüm, dünya hayatının nihayete ermesiyle başlayan sonsuzluk yurdunun anahtarıdır. Bu anahtarla ahiret kapısı açıldıktan sonra artık geriye dönüş imkanı kalmaz. Bu nedenle bu dünyada her ne sıkıntı olursa olsun sabredip, emanet olarak verilen bu hayatın yaşanması gerekir. Bugün zorluk olan yarın kolaylık olur. Dünyada başa gelen hiçbir şey, devamlı surette azap olarak kalmaz. 

Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: 
(Ölüm meleğini görmek, bin kılıç darbesinden daha şiddetlidir.) [Ebû Nuaym]
(Ölüm acısı çok şiddetli ise de, ölümden sonraki acılara göre çok hafiftir.) [İ.Ahmed] 
Yeniden dirilene kadar, kişi ölüm acısını duyar. (İ.Evzâî)

Ülkemizde Tanzimat’tan sonra daha çok intihâr olayları görülmeye başladı.  İntihâr kelimesi, Tanzimat’tan önce yazılan lügatlarda rastlanan birşey değildi. Müslümanların çok olması intihârın yaygınlaşmasını önlemiştir. Dinsizliğin ve inanç zayıflığının intihâr üzerindeki etkisi çok büyüktür. Avrupa’da, hayat standardı çok yüksek olan yerlerde, intihâr oranı daha yüksektir.  Eskiden İstanbul’da yıllarca kalmış olan araştırmacı Fransız Dr. A. Bayer diyor ki: "(Batı ülkelerinde insanların yalnız kalması, hayattan nefret etmeye, hattâ intihâra yol açmaktadır. Hâlbuki Müslüman Türkler arasında hiçbir zaman bu hâle tesâdüf edilmez; medenî sayılan milletlerde çok sık görülen intihârı onlar bilmez. Müslümanlar, Allahın kendilerine bahşettiği varlığa, cana tecâvüzün, Allaha karşı gelmek olduğuna inandıkları için, intihârı düşünmezler. Bunun için, intihâr eden hiçbir islâm âlimi yoktur.)" (Dr. A. Bayer)

"Sonuç olarak, beden bizlere Cenâb-ı Hakkın insanoğluna verdiği en büyük nimettir. Bu nimet bize emanet olarak verilmiştir. Bu emaneti, her ne şart altında olursa olsun, Allah'ın dilediği zaman gelene kadar korumak gerekir. Bunun için de, kişinin rûhî ve fizikî sıkıntılara sonuna kadar sabır göstermesi İslâm'ın amacıdır. Aksi halde intihar etmekle dünyevî sıkıntı ve problemlerini çözeceğini düşünen kişi, hemen intikal edeceği kabir ve daha sonra ahiret hayatında çok daha büyük sıkıntı ve felaketlerle karşılaşır. Hayat, en kötü şartlar altında bile güzeldir. Çünkü, ruh bedende kaldıkça Allah'tan ümit kesilmez. Her geceden sonra gündüz, her zorluktan sonra bir kolaylık vardır. Kulun Allah'a yönelmesi ve O'ndan yardım istemesi, sıkıntı ve problemlerin çözümünün başlangıç noktasını teşkil eder. Yüce yaratıcı umulmayan, beklenmeyen yer ve yönlerden kolaylıklar ihsan eder. Çünkü O'nun her şeye gücü yeter. O'na dayanan da güç kazanır." (Hamdi Dödüren)

İslâm bilginlerinin çoğunluğuna göre, intihar eden kişi, dinden çıkmış olmaz, üzerine cenaze namazı da kılınır. İntihâr etmek çok büyük günâh olmasına rağmen, intihâr eden kişi, kâfir olmadığından cenâze namazı kılınır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (İntihâr etmiş olsa da, tevhîd ehli her ölünün cenâze namazını kıl!) [Deylemî]

Değerlerimiz ve Kültürel Yozlaşma

Kültürü kısaca tanımlamak gerekirse, bir milleti oluşturan maddi ve manevi değerlerinin tümü olarak ifade edebiliriz. Roger Garaudy; "Kültür; bir sanat veya edebiyat eserleri müzesi değildir. Tabiatın başka insanların ve bizzat insanın sormuş oldukları sorulara bir insan topluluğunun verdiği cevapların tümüdür." diyerek kültüre güzel bir tanım getirir. Bir milleti oluşturan en önemli unsurdur. Bir milletin olmazsa olmaz şartı var olma mücadelesindeki en önemli dayanağı, geçmişi ile geleceği arasında bir köprü ve bağ oluşturmada en büyük temeli kültürdür. Bir milletin dini, dili, ortak tarihi, geçmişinde yaşadığı acıları, sevinçleri, kazanılan veya kaybedilen savaşları, düğün ve cenaze merasimleri, ağıtları, şiirleri, oyunları, destanları, türküleri, vecizeleri, gelenek ve görenekleri, ibretlik hikâyeleri, masalları, mizah anlayışları, eğlenceleri, festivalleri, kermesleri, panayırları, yaşama biçimleri ve buna benzer pek çok şey kültürün beslendiği kaynaklardır.
Kültürün belki de en önemli kaynağı dindir. Çünkü bir milleti bir arada tutan en önemli unsur din birliğidir. Aynı dine inanmış kişiler arasında etkileşim daha yoğun olarak hissedileceği için kültür en çok dini değerlerden etkilenir. Hatta aynı dili konuşmayan insanlar, eğer aynı dini inançları taşıyorlarsa onlar arasında da bir kardeşlik, bir birlik havası mevcut olur. Fakat bunun tersi her zaman doğru olmak zorunda değildir. Aynı dili kullanan insanlar yeri geldiği zaman dini inançlarının farklılığı yüzünden birbirleri ile şiddet olaylarına girişmişlerdir. Örnek olarak; Martin Luther hareketi ile ortaya çıkan dini inanç farklılığı ile birlikte meydana gelen şiddet olaylarında, Avrupa’da aynı dili kullanan binlerce insan, sırf inançlarının farklı olduğu gerekçesi ile ölüme sürüklenmiştir. Buna benzer örnekleri tarihin sayfalarında bulmamız zor olmayacaktır. Dolayısıyla bir milletin en önemli kültür bağı, dindir dediğimiz zaman bunu doğrulayacak pek çok delili kolaylıkla elde edebiliriz.
Kültür; dinden beslenir. Bir millet inançları gereği; yemesini, içmesini, giyinmesini, yaşama biçimini, ahlaki düşüncesini düzenler. Örneğin Müslüman toplumlarında dini bayramlar ayrı bir coşkuya neden olur. Gencinden yaşlısına herkes bayramı doyasıya yaşamak için ellerinden gelenleri yaparlar. Bir ay oruç tutarak mükâfatını bayram ile alan kul Allah'a sonsuz şükreder. Kurban olarak kendisinin sunulması gerekirken, Allah'ın eşsiz merhameti ile milyonlarca  hayvan kurban olarak Allah'a yükselir. İslam’ın zekât ve sadaka ibadeti ile Müslümanlar, aralarında yardımlaşmanın coşkusuna varırlar. Yine İslam’ın haram kıldığı zina ile toplumun aile yapısı korunur. Hırsızlığın büyük günahlardan sayılması ile mal güvenliği teminat altına alınır. "İçki bütün kötülüklerin anasıdır" sözüyle toplumda fenalıklar ve azgınlıklar önlenmiş olur. Kısacası pek çok kuralımız dini inançlar sayesinde düzenli bir yapıya bürünür. Huzur ve mutluluk bu sayede çevreye yayılır.
Kültür; dilden beslenir. Etkileşim aracı olan dil, kişilerin yaşam biçimlerini değişikliğe uğratır. Konuşulan dil aynı olduğu müddetçe insanlar birbirine daha fazla yakınlık duyarlar, daha fazla anlayış ve yardımlaşma gösterirler. Farklı dil insanlar arasında anlaşmazlıklara bazı zamanlarda kopukluklara büyük anlaşmazlıklara yol açabilir. Aynı dili kullanan insanların paylaşacakları değerler kimi zaman daha çok olur. Bir olay karşısında hep birden aynı tepkiyi vermeleri daha kolay olur. Anlatılan her türlü bilgiyi, düşünceyi, olayı, kişiler kendi dilinde duymanın ve bunu kolaylıkla anlayabilmenin zevkini yaşarlar.  Dil sayesinde pek çok kavram kültürün içinde kendine yer bulur. Bir bedevi Arap için konuşma dilinde; yaşama kültüründe çok önemli yere sahip olan develer için pek çok kelime  vazığ edilmiştir. Kültür, dilin gelişmesine bu şekilde katkı sunmakla beraber dil ile kültürümüz de zenginleşmiştir. Burada çift yönlü Bir etkileşim söz konusudur. Bir milletin birlikteliğinde oluşturduğu kültürünün devamı ve korunmasında, dilden konuşanlardan ziyade gönülden konuşanlar daha elbette daha etkili olur. Bu nedenle dil için kültürü oluşturan temel kaynaklardan birisidir demek en doğru yaklaşım olacaktır.
Kültür tarihten etkilenir. Bir milletin geçmişi o milletin en önemli değerlerindendir. Millet olma bilinci, geçmişinden alınan dersler ve geçmişinde yaşanılan olayların kazandırdıkları/kaybettirdiklri sayesinde bütünleşerek kuvvetlenir. Tarihte işlenilen hatalar tekrar işlenilmez ibret ve ders alınır. İnsanlar, böylece ileriye daha sağlam adımlar atarak, geleceği yönlendirme ve başarılı bir şekilde ilerleme imkânı bulabilir.
Kültür; çevreden beslenir. Bir bedevi Arap için deve ne kadar önemliyse bir Eskimo için de kar ve buz o kadar önemlidir. Hatta bunlar için kullandıkları kelimelerin sayısı da o denli farklı olur. Soğuk iklimin insanı ona göre giyinir. Tabiatı da iklim şartları gibi sert ve haşin olur. Sıcak iklimin insanı da ona göre biraz daha esnek giyinir ve davranışları da diğer tabiata göre daha rahattır. Etrafına daha sempatik ve daha neşeli bir görüntü çizer. Yaşanılan coğrafyadaki yer şekilleri bile, insanın yaşama biçimini kolaylıkla değiştirir. Ormanda yaşayan bir  insan için; ağaç ve vahşi hayvanlar, kayalıklarda yaşayan bir insan için; taş ve kaya,  çöl insanı için; kum ve su, denizdeki bir balıkçı için su,  yaşamlarında diğer insanlara nazaran çok daha büyük öneme sahiptir. Çevre ne kadar farklı ise yaşam biçimi de o denli çeşitli olur.
Burada kısmen anlatabildiğimiz gibi kültür; pek çok şeyden etkilenir ve pek çok şeyi de etkileyerek insanlığın her zaman gelişmesini, bir sonraki kuşakların maddi ve manevi değerleri öğrenebilmesi için bir vasıta gibi hareket eder. Kültürel değerler; o kadar narindir ki en küçük bir hareketten etkilenme gösterebilir. Kısa sürede geniş çevrelere yayılma şansını bulabilirler. Örneğin bir şarkıcının giyimi, konuşması, yaşama biçimi bir anda bütün bir millete örnek olabilir.
Kültürün ne olduğunu meramımıza göre aktardıktan sonra şimdi de kısaca kültürel yozlaşmaya değinerek bahsi kapatalım. Kültürel değerlerin zamanla örf, din, dil, tarih gibi beslendiği bütün köklerden uzaklaşıp farklı bir hale bürünmesine , başka kültürlerin tahakkümü altına girmesine "yozlaşma" denilebilir. Buradaki kültürel yozlaşma kişilerin kendi davranışlarının değişiminden, çevredeki dış etkilerden veya her ikisinin zamanla birbirini etkileyerek değişmesinden meydana gelir. Örneğin günümüzde insanımız; televizyon, radyo, gazete, dergi, internet ve telefon araçlarıyla bambaşka bir yönde kendini değiştirdi ve bir önceki kuşak ile arasında çok büyük farklılıklar ortaya çıkardı. İzlediği bir yabancı film kahramanı, çocuklarda ve gençlerde örnek alınacak bir şahsiyet; defterlere, kitaplara, çantalara çıkartma olarak yapıştırılacak kadar beğeni toplayan bir durum haline geldi. Bir şarkıcının gelenek ve göreneklerle bağdaşmayan giyim tarzı, bir sporcunun örf ve geleneklere uygun olmayan yaşam hali binlerce genç tarafından örnek alınarak taklit edildi. Yine toplumun gözü önünde olan bir şahsiyetin, biçimsiz konuşma yapısı milyonları kendisine bağladı ve insanlar tarafından taklit edilerek, kültürün en önemli yapısı olan dilin gelişimine büyük zararlar verdi. Toplumun büyük bir bölümü tarafından şarkıları dinlenen kişilerin, örf ve ananelere tamamen ters aile yapısı ile toplum ahlaken bozuldu. Gazete ve dergilerde,  dinen ve örfen yasak olan ahlaksızlık toplumun bütün bireylerine ulaşarak davranışlarımızda alışma ve duyarsızlık oluştu. Televizyon filmlerindeki sahnelerde, toplumun genel ahlak yapısı çürütülerek, insanımız böyle yaşantılara özendirildi. Ailesine, hanımına karşı sadakatsizlik ve ihanet etmek; bir zamanlar bir ömür beraber yaşamaya söz vererek evlendiği zevcesini başka kadınlarla aldatmak topluma aksettirilmeye başlandı. Televizyon ve internet o kadar zararlı oldu ki çocuklarımız, kültürel değerlerinden tamamen uzaklaştı. Dedesini anlamayan bir torun ve torunun yaptığını işlemeye meraklı bir dede var oldu. Şarkılarımız, türkülerimiz, ağıtlarımız yok oldu, çok büyük değişikliklere uğradı. Kendi müziğimizin kimse tarafından tercih edilmemesini bırakın bir kenara, müzik kültürümüzden utanır hale geldik. Yabancılar gibi kendi sevgimizi, coşkumuzu, üzüntümüzü ifade etme yolları bulduk. Evlerimizden, iş yerlerimizden dilimize yabancı şarkılar yükseldi. 
İçki ve uyuşturucu gibi bağımlılık maddeleri bazen bir zenginlik belirtisi, bazen bir huzur bulma aracı, bazen mevki ve statü belirtisi halini aldı. Nargile ve sigara kullanmak gibi zararlı alışkanlıklar basite indirgenerek, gençlik yıllarında topluma bir nevi kendini kabul ettirmek ve saygınlık aracı sayıldı. Disko ve barlar ile uyuşturulmuş, kendisini alkol, uyuşturucu ve şehvetin esiri haline getirmiş huzurunu bağımlılıkta arayan bir nesil türedi. Öğretmenlere, hocalara saygı ve sevgi kalmadığı gibi ilme ihtimam göstermek azaldı, teknoloji sayesinde kolay ulaşmakla beraber bilgimiz değersizleşti. Giyinme şeklimizde büyük değişiklikler oldu. Kadınlarımız erkeklere, erkeklerimiz kadınlara benzemeye başladı. Giyimde moda ve marka takibimiz artarak başkalarının gözünden kıyafet seçmeye başladık ve bu şekilde kendi paramızla hür irademizi esirleştirip moda altında başka beyinlerin emrine vererek kendimizi mutlu ettik.
İşyeri tabelalarımız, reklâm panolarımız; sanki kendi dilimizin kelime yetersizliği varmış gibi, yabancı kelimelerle yazılıp çizildi. İnsanımız; öyle bir hale geldi ki bütün bu değişiklikler, gündelik yaşamın normal değerleri gibi kabul edilmeye başlandı. Hepsi alışılagelmiş birer güncel olaymış gibi algılanıp zamanın getirdikleri olarak yorumlandı. Kültürümüzle tamamen alakasız kişilerin ifsat çalışmaları, toplum dinamiklerimize tamamen ters davranış ve olayların, bizi bu kadar etkileyip olumsuz yönde yozlaştırması ne kadar da acınacak bir haldi. Bizler bu kadar uyutulmuş bu kadar kendi geçmişini unutmuş değerlerimize ters dönmüş bir millet miydik? Yoksa birileri bizi kendi öz benliğimizden kopartmak için var gücüyle çalışıyor ve bunun neticesini almak için mi çabalıyordu? Soruların cevabı bizde, içimizden gelen vicdanı seste saklı. Kendimiz bu sorulara kendi penceremizden cevaplar verelim. Gaflete dalmış olarak globalleşen dünya için yaşamaya devam etmek yerine, kültürüyle öne çıkan bir millet olarak artık uyanalım… Kendi kültürümüzü, kendi ellerimizle yozlaştırıp “biz artık biz olmaktan çıkıyoruz”. Her şey çok geç olmadan daha fazla yozlaşmadan aslımıza dönelim ve davranışlarımızı yozlaştıran bütün asalaklardan silkelenip kendimize dönelim. Yeniden ve her zaman “Biz, hep 'Biz' olalım.”
31/08/ 2008
Kadir PANCAR

"Millî benliğini bulamayan milletler başka milletlere yem olurlar." M. Kemal Atatürk