Bebeklere güzel isim vermek

Yeni doğmuş bebeklere güzel isim koymak lazımdır. Konu ile ilgili İmam Rabbani bir mektubunda, şu dikkat çekici sözleri bizlere aktarır.

“Ne kadar şaşılacak şeydir ki, kıymetli teveccühünüze kavuşmakla şereflenen şairlerden birinin, bir kafir ismini soyadı aldığını işittim. Hem de, kendisi seyyidlerden, sevmemiz lazım gelen büyüklerden biridir. Keşki bunu duymasaydım. Bu alçak ismi acaba niçin aldı? Bir türlü anlayamıyorum. Böyle isimleri almaktan, korkunç aslanlardan kaçmaktan, daha çok kaçmak lazımdır. Böyle isimleri, her çirkinden daha çirkin görmek lazımdır. Çünkü, bu isimler ve onların sahipleri, Allahü Telanın düşmanlarıdır. Onun Peygamberinin “sallallahü aleyhi ve sellem” düşmanlarıdır. Müslümanların, [ister Hristiyan olsun, ister Yahudi olsun, isterse kitapsız olsun bütün] kafirleri düşman bilmesi emir olunmuştur. Bu gibi pis isimleri, evladına koymamaları, her Müslümana vaciptir. Benim tarafımdan ona söyleyiniz! Bu ismi değiştirsin! Onun yerine, ondan hayırlı ve Müslümana yakışan bir isim koysun.

Müslüman olana, Müslüman ismini koyması yakışır. Allahü Teala’nın sevdiği ve Onun Peygamberinin “sallallahü aleyhi ve sellem” beğendiği, İslam dininde bulunmakla şereflenmiş bir kimsenin haline uygun da, ancak budur. [Ebu Davud ve Muhammed ibn Hibban bildiriyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Kıyamet günü isimlerinizle ve babalarınızın isimleri ile çağrılacaksınız. Onun için güzel isimler alınız!) buyurdu.

Tirmizî bildirdiğine göre Aişe “radıyallahü anha” buyurdu ki, (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” çirkin isimleri değiştirirdi).] Tirmizî ve İbni Mace “rahmetullahi aleyhima” bildiriyor: Abdullah bin Ömer “radıyallahü anhüma” buyurdu ki, (Hazret-i Ömer’in bir kızının adı Asiye yani isyan edici idi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, onu değiştirdi. Cemile yaptı). Bunlar gibi, daha birçok insan, yer ve sokak ismini değiştirerek, Müslümana yakışan isimler taktığını Ebu Davud bildirmektedir. Hadis-i şerifte, (Kötü zan altında kalınacak yerlerden kaçınız!) emir olundu.

Dinsizlik alameti olan ve bu zannı uyandıran isimleri koymaktan, [sözleri söylemekten ve alametleri kullanmaktan ve işleri yapmaktan] kaçınmak, her Müslümanın vazifesidir. Bekara suresi, 221. ayetinde mealen, (Mümin olan bir köle, kafir olan bir beyden, daha kıymetlidir!) buyuruldu. (Mektubat –Cilt 1, Mektup 23 )

"İman etmedikleri sürece Allah’a ortak koşan kadınlarla evlenmeyin. Şundan emin olun ki imanlı bir câriye, sizin hoşunuza gitse de müşrik bir hür kadından iyidir. İman etmedikleri sürece Allah’a ortak koşan erkeklerle de kadınlarınızı evlendirmeyin. Şundan da emin olun ki imanlı bir köle, sizin hoşunuza gitse bile müşrik bir hür kişiden daha iyidir. Onlar insanları ateşe çağırırlar, Allah ise izni ile cennete ve bağışlanmaya çağırır, gerektikçe hatırlasınlar diye insanlara âyetlerini açıklar." (Bakara Suresi/221)

Peygamber efendimiz güzel isim sahibi olma ile ilgili şu uygulaması bizlere yol göstericidir:  Peygamber efendimiz(sav) bol sütlü bir deve hakkında:“Bunu kim sağacak?” diye sordu. Bir adam ayağa kalkmıştı ki, Rasulullah (sav) adama:“İsmin ne?” diye sordu. Adam:“Mürre (acı)” diyince ona “Otur!..” dedi. Hz. Peygamber (sav) tekrar:“Bunu kim sağacak?” diye sordu. Bir başkası ayağa kalktı, ben sağacağım diyecekti. Hz. Peygamber (sav) ona da:“İsmin ne?” diye sordu. Adam:“Harb” diyince, ona da: “Otur!..” dedi. Rasulullah (sav):"Bu deveyi bize kim sağacak?” diye sormaya devam etti. Bir adam daha kalktı. Ona da ismini sordu. O da“Ya’iş” (yaşıyor) cevabını alınca ona,“Sen sağ” dedi. (Muvatta, İsti’zan 24)

İslam alimlerinin bildirdiğine göre, "Allah",  "Lafza-i celal" gibi "Rahman" isimleri gibi isimler, Yaratıcımız olan Allah'tan başka hiçbir varlık için kullanılamayacak özel isimlerdendir. Asla başka bir varlığa isim olarak verilemez. (Taberi, 1/130) Allah’a mahsus bir vasfı ifade den isim ve sıfatlarla isimlenmek caiz değildir. Mahşerde her çocuk, konan ismiyle çağrılacaktır. Şayet çocuğun ismi kötü manaya gelen gayri müslim ismi ise, mahşer halkı önünde isminden dolayı utanan çocuk,"Allah beni doğuştan Müslüman olarak dünyaya gönderdi, sen neden bana kötü manaya gelen ismi koydun?" diye isim koyandan davacı olacaktır. Peygamber'imiz (sav) kötü manaya gelen yabancı isimleri iyi manaya gelen Müslüman isimleriyle değiştirmiştir. Mesela (Uzza putun kulu) manasına gelen (Abdu'l-uzza)'yı, Allah'ın kulu manasına gelen (Abdullah) ile değiştirmiştir. Ateş parçası manasına gelen (cemre)'yi de güzel kız manasına gelen (cemile) ile Harp ismini de Hasan'la düzeltmiştir.

Son söz olarak, isim koymak çok önemli olmakla birlikte, güzel isim sahibi olmanın da ahiret için yeterli olmayacağı, kişilerin salih amellerle bu dünyadan beka alemine gitmelerinin lazım geldiği bilinmelidir. Ayrıca yeni doğmuş çocuklara isim koyan büyüklerin, özellikle anne ve babaların yavrularına karşı ilk görevlerini yerine getirirken hassas davranmaları gerekir. Gayri müslim kimliğini çağrıştıran, anlamsız, kötü manalara gelen, hiçbir şey ifade etmeyen, İslam'a yabancı isimler koymaktan anne ve babaların kaçınmaları, mahşerde kötü isim sahibi çocukların şikayetiyle karşılaşmaktan kendilerini kurtaracaktır inşallah.

| | | Devamı... 0 yorum

Verimli Ders Çalışma Teknikleri

Çok sayıda öğrenci ders çalışma ile ilgili sorunlardan yakınır. Bir kısmı çalışamadığından- bir kısmı da ders çalışmaya başlayamadığından yakınır.Öğrencilerin ders çalışma sorunlarının başlıca nedenleri:· Öğrencilerin, küçük yaştan itibaren çalışma alışkanlığını kazanamamış olması.· Yanlış çalışma alışkanlığı.· Temel bilgi eksikliğinden dolayı dersleri anlayamama.· Ailevi sorunlar.Öğrenciler arasında en yaygın olan neden yanlış çalışma alışkanlıklarıdır.

Bunlar:· Amaçsız çalışma· Plansız ve programsız çalışma.· Evin değişik yerlerinde çalışma.· Kaynaklardan yararlanmama.· Derslerden korkma, anlayamadığı dersi bırakma.· Dersle ilgili ön yargılar.

Öğrenmeye karşı istekli olma ve öğrenme için gerekli yeteneklere sahip olma, öğrenmede başarıyı etkileyen en önemli etmendir. Ancak bazı insanlar gerekli çabaları karşısında istedikleri sonucu alamadıklarından yakınırlar. Bu da planlı ve programlı bir çalışmanın olmadığını yada verimli çalışma yollarını bilmediğinden kaynaklanmaktadır.Unutmayın ki yanlış çalışma alışkanlıklarınızın farkında iseniz sorunlarınızın % 50’sini çözmüş sayılırsınız. Bu durumda yapılacak şey, yanlıştan kısa zamanda dönmenin yollarını aramaktır.


YAPABİLECEĞİMİZ ŞEYLERİ YAPMAYA BAŞLARSAK KENDİMİZİ HAYRETLER İÇİNDE BIRAKACAK SONUÇLAR ALIRIZ

Başarı için gerekli plan ve programları yapmak başarmanın yarısı olarak nitelendirilmektedir. Bir olayla meşgul olmak kolay, ama bunun yanında verimli olmak zorlaşır. Başarıya ulaşmak için anlama, öğrenme ve hız kazanma çalışmalarını sistemli bir şekilde sürdürmek gerekir.

VERİMLİ ÇALIŞMA NEDİR?
Çalışmanın verimli olması için ne kadar zaman harcandığı değil ne kadar zamanın verimli geçtiği önemlidir. Verimli çalışma amaç doğrultusunda zamanı programlı ve planlı kullanmaktır. Verimli ders çalışma sadece ders çalışma değil diğer etkinliklerle beraber ders çalışmayı da belirli bir plan ve programa bağlamaktır. Çalışırken bir çok etken insanın zihnini dağıtıp verimli çalışmasını engeller. Bu yüzden kişi çalışma ortamını bu faktörleri en aza indirgeyecek şekilde düzenlemelidir. Şimdi bu düzenlemelerin nasıl yapılacağını hep birlikte inceleyelim:Eğer mümkünse çalışma odası özel olarak döşenmelidir. Masanız cam kenarında olmamalıdır. Bu şekilde olursa hem güneş ışığının rahatsız edici etkisinden kurtulursunuz hem de dışarıdaki olaylar (bahçede futbol-basketbol oynayan arkadaşlarınız, sokaktan geçen insanlar vs.) dikkatinizi dağıtmaz.Işık kaynağı (ampul ve ya güneş ) arkanızda olmamalı, çünkü kendi gölgeniz masanızın ve çalıştığınız kitapların üzerine gelerek sizi rahatsız edebilir.

Bu yüzden ışık kaynağınızı ışık karşıdan gelecek şekilde ayarlayın.Çalışma odanız sık sık havalandırılmalıdır. Havasız bir ortamda rahat çalışamazsınız.Oturmak için koltuk yerine sandalye tercih edin ve sandalyeniz masanıza göre ne çok yüksek ne de alçak olsun.Çalışma odası sessiz olmalıdır. Ders çalışırken müzik dinlenmemelidir. Bir çok öğrenci "Ben müziksiz ders çalışamam. Müzik beni engellemiyor" dese de insan zihni aynı anda iki konuya yoğunlaşamadığı için ders esnasında müzik dinlemeniz çalışma veriminizi azaltacaktır. Bu yüzden müzik dinlemeyi ders aralarında yapın. Hatta müziği kendinize ödül olarak koyabilirsiniz, "Matematikten bu gün hedeflediğim soruları bitirirsem biraz müzik dinleyebilirim " diyebilirsiniz.

Ders Çalışma Teknikleri
Çalışma odanızda sevdiğiniz sanatçıların, tuttuğunuz takımın posterleri ve ya arkadaşlarınızla ,ailenizle çektirdiğiniz fotoğraflar bulunmamalıdır, en azından gözünüzün görebileceği yerlerde. Çünkü bu tarz resimler ve posterler sizi hayal dünyasına sürükleyebilir, zihninizin dağılmasını sağlayabilir. Sonuç olarak, odanızı size en az çağrışım yaptıracak şekilde döşemelisiniz Tabii yoğun ders çalışma dönemleri dışında (yani özgür olduğunuz zamanlarda) odanızı istediğiniz şekilde süsleyebilirsiniz.
Her derse uygun çalışma ipuçlarının bilinmesi başarılı olmayı sağlayacaktır. Bir başarının temelsiz olamayacağı bilindiğine göre öncelikli amaç iyi bir temel oluşturmaktan geçmelidir. Planlı ve verimli bir çalışma ile başarıya ulaşmak mümkün olacaktır.


TÜRKÇE
Türkçe dersine çalışırken; bu dersin katsayısı nedeniyle her alandaki adaya, dolayısıyla kendisine de getireceği puanı düşünür. Bu alanda; anlama dayalı sorularda, kitap okuyarak ve soru çözerek istediği başarıya ulaşabilir. Türkçenin diğer konuları ve edebiyat dersi, konu çalışarak ve soru bankası bitirerek, halledilebilir. Her öğrenci Türkçe dersinde başarılı olduğunu söyler. Bu derste başarı, hiç yanlış yapmayacak seviyeye gelmektir. Birkaç yanlışı olan öğrenci, onların ilgili olduğu konuları çalışarak eritmektir.
MATEMATİK
Adayımız matematik dersine çalışırken, öncelikli olarak konuyu anlamaya önem vermelidir. Derste dikkatli bir şekilde not tutmalıdır. Konuları günü gününe çalışmalı ve yeterli sayıda soru çözmelidir. Matematik dersine dair eksik bir konu, sonraya bırakılmamalıdır. Çünkü bu derste konular birbiriyle bağlantılıdır. Her konuda, örnek soruların çözümleri dikkatle incelenmeli ve bol bol soru çözülmelidir. Konu iyice anlaşıldıktan sonra, geçmiş yıllarda çıkmış sorular incelenmelidir.
FİZİK
Fizik dersinde not tutma ve hemen tekrar etme çok önemlidir. Öğrenmenin ardından tekrar edilen konularda hatırlama oranı, yüzde seksen artar. Ayrıca bu alandaki sorular, kolaydan zora doğru çözülmelidir.
GEOMETRİ
Geometri dersi; yalnızca soru çözme yöntemlerini bilerek başarılı olunabilecek bir ders değildir. Soruda verilen bilgileri, şekle doğru aktarmalı ve neyin sorulduğunu iyi anlamalısınız. Konuyu iyi bilmek, aynı konuda farklı sorular çözmek, geometri dersinde başarılı olmanın yöntemleri.
TARİH
Tarih dersinde konuları; tarihsel bağlamı içinde, temel kavram ve terimleriyle birlikte öğrenmek ve unutmamak için sık sık tekrar yapmak çok önemlidir.
COĞRAFYA
Coğrafya dersinde bir soru, birden fazla konuyu içerebileceği için her konu yeterli düzeyde bilinmelidir. Sorularda verilen grafik, şekil ve haritalara dikkat edilmelidir.
FELSEFE
Felsefe grubu derslerinde bilgiye yönelik sorulara bir yöneliş olduğu dikkate alınarak, soru çözmenin yanı sıra konulara da gereken önem verilmelidir.
KİMYA
Kimya dersi düzenli not tutmanın yanı sıra, çözümlü soruların tekrar çözümlenmesini gerektiren bir derstir. Konu anlatımlı kaynaklarla, kimya dersinde daha başarılı olabilirsiniz.
BİYOLOJİ
Biyoloji dersi unutmamak için sürekli tekrara ihtiyaç duyulan bir derstir. Yorum yapma kabiliyeti gelişmiş adaylar, bu derste daha başarılı olacaktır. Bu kabiliyet ancak soru çözerek geliştirilebilir.

Dini Eğitim ve Muhabbet

Dini Eğitim ve muhabbetle ilgili olarak İmam Rabbani Mektubat eserinde şu bilgileri aktarır. 
“Bu Dünya ahiretin tarlasıdır. Burada tohum ekmeyip, yaratılışta bulunan, toprak gibi yetiştirici kuvvetini işletmeyenlere, bundan faydalanmayanlara ve amel, ibadet tohumlarını elden kaçıranlara yazıklar olsun! Toprak gibi yetiştirici kuvveti işletmemek, oraya bir şey ekmemekle veya zararlı, zehirli tohum ekmekle olur. Bu ikincisinin zararı, bozukluğu, birincisinden kat kat daha çoktur.

Zehirli bozuk tohum ekmek, dini, din derslerini, dinden haberi olmayanlardan öğrenmek ve din düşmanlarının kitaplarından [mecmualarından] okumaktır. Çünkü, din cahilleri, nefsine uyar, keyfi peşinde koşar. Dini, işine geldiği gibi söyler. Karşısındakinin de nefsini azdırır ve kalbini karartır. Çünkü, din cahilleri, din dersi verirken [din kitabı yazarken], İslamiyet’e uygun olmayanı uygun olandan ayıramaz. Gençlere neleri ve nasıl anlatmak lazım geldiğini bilemez. Kendi gibi, talebesini de cahil yetiştirir. Birçok şeyler okuyup ezberlemekle, [başka ilim kollarında söz sahibi olmakla, fen ve sanat şubelerinde ihtisas kazanmakla] insan din adamı olamaz, [din kitabı yazamaz] ve din bilgisi veremez.

Bir din alimi, gençlere din öğreteceği zaman, bunlara önce, dinsizler, İslam düşmanları [ve cahil din adamları] tarafından şırınga edilen, yanlış propagandaları, iftiraları anlayıp, anlatıp, onların temiz ve körpe kafalarını bu zehirlerden temizler. Zehirlenen ruhlarını tedavi eder. Sonra, yaşlarına, anlayışlarına göre, İslamiyet’i ve meziyetlerini, faydalarını, emirlerindeki ve menlerindeki hikmetleri, incelikleri ve insanlığı saadete ulaştırdığını, onlara yerleştirir. Böylece gençlerin ruh bahçelerinde dertlere deva, ruhlara gıda olan nefis çiçekler yetişir.

Böyle bir din alimini ele geçirmek, en büyük kazançtır. Onun bakışları, ruhlara işler. Sözleri, kalplere tesir eder. Din-i İslam’ı, Hazır lokum gibi yutmak, susuz kalmış iken, soğuk şerbet içip ciğerlerine kadar serinleyebilmek, ancak böyle bir Allah adamının sunması ile mümkündür.” (Mektubat –Cilt 1, Mektup 23 )


“Kalp, yani gönül birden fazla şeyi sevmez. Bu bir şeye olan sevgisi kesilmedikçe başka şeyi sevemez. Kalbin mal, evlat, mevki’, medh olunmak gibi çeşitli arzuları ve bağlantıları ve sevdikleri görülür ise de bu sevgilileri hakikatte hep bir sevgilisi içindir. O biricik sevgilisi de, kendi nefsidir. Onların hepsini, kendi nefsi için sevmektedir. Bunları, hep kendi nefsi için istemektedir. Onların nefislerini düşünmemektedir. Nefsine olan sevgisi kalmazsa, nefsi için onlara olan sevgisi de kalmaz. Bunun içindir ki, kul ile Rabbi arasındaki perde, kulun kendi nefsidir. Çünkü hiçbir şeyi o şey için sevmemektedir. Onun için hiçbir şey perde olmaz. Kul, hep nefsini düşünmektedir. Bunun için perde, yalnız kendisidir. Başka hiçbir şey değildir. Kul, kendinin nefsini düşünmekten büsbütün kesilmedikçe Rabbini düşünemez. Allahü Teala’nın sevgisi onun kalbine yerleşemez. Bu büyük nimet, ancak tam fena hasıl olduktan sonra elde edilebilir.

Mutlak olan Fena da, Tecelli-i zatîye bağlıdır. Çünkü, ortalıktan karanlığın kalkması, ancak, parlak olan güneşin doğması ile olur. (Muhabbet-i zatiyye) denilen bu sevgi hasıl olunca, sevgilinin nimetleri ve elemleri, sevenin yanında eşit olur. Bu zaman, ihlas hasıl olur. Rabbine ancak Onun için ibadet eder. Kendi nefsi için değil. İbadeti, nimetlere kavuşmak için olmaz. Çünkü, ona göre nimetlerle azaplar arasında başkalık yoktur. İşte bu hal mukarreblerin derecesidir.” (Mektubat, İmam Rabbani –Cilt 1, Mektup 24 )

| | | | Devamı... 0 yorum

Ramazan-ı Şerifin Bereketi

“Şimdilik, mübarek ramazan ayının gelmesini bekliyorum. Bu ayın, Kur'an-ı Mecid'le tam bir münasebeti var. Hem de zata bağlı kemalatı ve onun zuhuratı sayılan işlerin tümünü özünde toplamak sureti ile.. Kaldı ki o, asalet dairesine dahildir. Öyleki: Asla, onun üzerine gölge düşmemiştir. Kabiliyet-i ula O'nun uzayan gölgesidir. Bu manada gelen âyet-i kerime meâlen şöyledir: — «Ramazan ayı öyle bir aydır ki; Kur'an, o ay içinde indirildi.» (2/185) İşbu âyet-i kerime, sözün doğruluğuna delildir. Anlatılan mana ile bağlılık kurulunca; işbu ramazan ayının, cümle hayırları ve bereketleri özünde topladığı anlaşılır. Bütün sene boyunca gelen cümle hayırlar ve bereketler; bu ayın, bereketleri denizinden bir damladır. Ama, kime olursa olsun; hangi yönden gelirse gelsin..

Bu ayın kadri o kadar yücedir ki: Sonu yoktur. Bu ay içinde olan birlik ve beraberlik, yıl boyu sürecek birlik ve beraberliğe sebeptir. Aynı şekilde, bu ay içindeki ayrılık, yıl boyu sürecek ayrılığa sebeb olur. Saadetler olsun o kimseye ki: Ramazan ayı, kendisinden razı olarak ayrılır. Yazıklar olsun o kimseye ki: Ramazan ayı, kendisine dargın gider. Dolayısı ile, bereketleri elde etmeye bir vasıta sayarak. Ramazan ayı ile, Kur'an-ı Kerim hatmini biraraya getiren kimse için ümid edilir ki: Onun bereketlerinden mahrum kalmaya; hayırlara kavuşmasına engel olmaya..

Bu aya mahsus olan bereketler, başkalarına benzemez. Bu ayın gecelerindeki hayırlar da, başkaları ile kıyaslanamaz. Akşamlan, iftarda acele etmenin; sahurlardaysa, ağır davranmanın hikmeti ve sırrı bu olsa gerek. Böyle olur ki: Gecenin ve gündüzün tüm cüzlerindeki imtiyaza ermek hâsıl ola..” “Muhammedî meşrebe dahil olan cemaatın hakikatlerine gelince: îlmî itibara göre, zat kabiliyetlidirler. Ama anlatılan bazı kemalâtla ilgili olaraktan.. Bu meyanda Kabiliyet-i Muhammediye; zatla bu müteaddid kabiliyetler arasında bir aralıktır. Bazılarının, yukarıda anlatıldığı üzere buna: — Kabiliyet-i Zattır. Demeleri, şu manadaki sebebe dayanır: Onun, (kabiliyet-i zatın) sıfatlar âleminde bir adımlık yen vardır. Bu sıfatlar âleminin son yükselişi ise., o kabiliyete kadardır. Ulaştıkları bu makamdaysa..

Resulüllah S.A. efendimize bağlandıklarında şüphe yoktur. Kabiliyet-i ittisaf için, hiç. bir şekilde yükselme yoktur. Bu mananın bir icabı olarak, bazıları zarurî olarak şu hükmü verdiler: — Hakikat-ı Muhammediye daima haildir. Halbuki. Hakikat-ı Muhammediye. kendi zuhur yerindedir; ki; Zatta mücerret bir itibardır. Bundan ötürü de, gözden kaybolması mümkündür: hatta olmuştur. Kabiliyet-i ittisaf her ne kadar itibari ise de, sıfatların rengini ve vasfını almıştır, amma berzahiyet yoluyla.. Sıfatlar hariçte vardır; ama ziyadeden bir varlıkla.. Böyle olunca, yükselmeleri imkân dairesi dışındadır. İşbu mana icabı olarak, anlatılan hailin daimî varlığına hükmedilmiştir.”
(Mektubat, İmam Rabbani –Cild 1, Mektub 4 )

Nefs Muhasebesi ve Kibir

Kibir, kendini başkasından üstün göstermek, ucub ise, kusurlarını görmeyip, ibadet ettiği için kendini ve ibadetlerini beğenmek, başkasından kendini üstün bilmektir. Ucbeden, kendini herkesten üstün bilir, günahlarını hatırlamaz. İbadetine şükretmez. Şükre ihtiyaç olmadığını zanneder. Allahü teâlânın kendine ihsan ettiği ibadet etme nimetini kendinden bilir, kabiliyeti ile övünür. İlmi ile ucbeder, yani ilmini beğenir, kimseye bir şey sormaz, nasihat dinlemez. Nefsini hesaba çekmez. Oysa insan kendini daima hesaba çekmelidir. İmam Gazali, nefis muhasebesi konusunda güzel bir benzetmede bulunur. " Bilmiş ol ki; günün ilk vaktinde insan kendine hakkı tavsiye edip, ona göre hareket edeceği gibi, akşamda kendini hesaba çekmesi için bir zaman ayırmalıdır. Eğer insan her günahı için evine bir çakıl taşı atsa, evi taşla dolardı. Ne yazık ki kendisi günahlarını hesap etmez. Halbuki melekler onları yazar. Allahü Teâlâ da o yaptıklarından onları hesâba çekecektir. (Gazali, İhya, c. 4, s. 728) 

Nefis muhâsebesi, ömrün her günü her saati dikkate alınarak ve vücûdun bütün âzâları hesâba katılarak yapılmalıdır. 

İmam Rabbani, nefis muhasebesi konusunda şunları ifade etmiştir. “Muhakkak Meşayih-i Kirâmdan bir cemaat, muhasebe yolunu ihtiyar ettiler. Her gece uykudan hemen önce günlük amel defterlerini, sözlerini, harekât ve sekenatlarını mütalâa ederlerdi ve tafsilatıyla her birinin hakikatlerini güzelce anlamaya çalışırlardı. Gaffar ve Aziz olan Allah’a tazarru, iltica, istiğfar ve tövbe ile günahlarını ve taksiratlarını telâfi ederler ve salih amelleri üzerine Allahü Teâlâ’ya hamd ve şükürle meşgul olurlar ve bu salih amellerini Allah’ın muvaffak kılmasına havale ederlerdi." (İmam-ı Rabbânî, Mektubât, c. 1, mektup: 309.) diyerek nefsi hesaba çekmenin önemini aktarmıştır.

Hz. Ömer (r.a.)’den şöyle rivâyet olunmuştur: “Hesâba çekilmezden evvel nefislerinizi hesâba çekiniz ve tartılmadan önce amellerinizi tartınız.”

İmam Gazali, nefis muhasebesi ile ilgili ibretlik bir olayı kitabında zikreder. "İbn-i Samte (r.a.) dâimâ kendini hesâba çekerdi. Bir gece hesâba oturmuş ve altmış yaşına geldiğini, bunun da 21.500 gün ettiğini görünce “Vay başıma gelene! Her gün bir günahım olsa 21.500 günahla Allah’ın huzuruna çıkıyorum. Halbuki her gün binlerce günâhım vardır” diyerek bayıldı ve düştü. Bir daha ayılmayarak rûhunu teslîm etti. (Gazâlî, İhya 4/730)

Kibir: sonu küfre dayanan bir hastalıktır. Dinîmiz, her hayrın ve faziletin Hz. Allah’dan olduğunu öğretir. O halde kişinin sahip olduğu faziletlerden dolayı başkalarına karşı büyüklenmesi, bu nimetlere karşı nankörlük ve onu veren Cenâb-ı Hakk’dan gafil olmak demektir.

Kibrin sebep olacağı hataların affı dahi zordur. Bu husus da Süfyân-ı Sevri hazretleri: “Her bir mâsiyet ki, sebebi, kaynağı şehvetten ise affı ümîd olunur. Bir mâsiyet ki kaynağı kibirden ise affı ümîd olunmaz. Çünkü İblîsin mâsiyetinin aslı kibirden, Âdem (a.s.)’ınki şehvettendi.”, buyurmuşlardır. (İbn-i Hacer, Münebbihat 3)

Kibir sâhibi insanlar Allah’ın sevmediği ve hakkı dinlemeye karşı kalpleri mühürlenmiş kişilerdir. Hz. Allah meâlen: “Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri âyetlerimden mahrum edeceğim. Onlar, bütün mûcizeleri görseler de iman etmezler; doğruluk yolunu görseler onu izlemezler. Fakat eğrilik yolunu görürlerse hemen ona saparlar." Bu durum, onların âyetlerimizi yalan saymalarından ve onlardan gafil olmalarından ileri gelmektedir.Halbuki âyetlerimizi ve âhirete kavuşmayı asılsız sayanların amelleri boşa çıkmıştır. Onlar, yapmakta olduklarından başka bir şey sebebiyle cezalandırılmazlar." (Sûre-i Âraf 146-147)


“Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini mühürler.” (Sûre-i Mümin 35)
“Allah o büyüklük taslayanları sevmez” buyururlar. (Sûre-i Nahl 23)

“İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yer yüzünde böbürlenerek yürüme. Allah kendini beğenip övünen hiçbir kimseyi sevmez.” (Sûre-i Lokman 18) buyurmaktadır.

İnsan, kibirlenmesi için kendince bir çok sebep bulur. Bunlardan biri de, insanın sahip olduğu ilim sebiyle kibirlenmesidir. İnsan, bir takım  ilimlere malik olarak zannettiği nefsini bir kibir deryasında buluverir. Gerçek Alim olmamasına rağmen büyüklenir. Hakikatin ne olduğunu tam olarak idrak eden bir insan, asla bu kibir bataklığına düşmez. Çünkü “Allah’tan hakkiyle ancak âlimler korkar.” (Sûre-i Fatır 28) âyetinin mucebince hakiki âlimler, Allah’tan korkarlar da kibir illetine bulaşmazlar.

Bazen kibre sebep olarak kişideki ilminin kendisine fayda vermemesi de olabilir. İlim nisan yağmuruna benzer, tatlı meyvelerde meyvenin tadını artırdığı gibi, acı meyvelerin de acılığını artırır. İlim dahi, kötü âlimde kibir ve gururu, iyi âlimde de tevâzu özelliğini artırır.

Ucûb: kendi amellerini beğenmek kendine aşırı güvenmektir. Yani bir kimse, bir mertebeye layık değil iken, müstahak olmayı tasavvur etmesi ve ona lâyık olduğunu düşünerek muvaffakiyetin Allâhü Teâlâ’dan olduğunu bilmeyip kendinden zannetmesidir ki şeytani bir özelliktir.

Allah’a ilk isyan, şeytanın kibrinden kaynaklanmıştır. Kibri, hakkı hak olarak görmesinin önüne geçtiği için, şeytan kendisini Adem’e karşı büyük görmüş, secde emrine itiraz etmiştir. Şeytan hakkı anlayamamış ve bu anlayış onu davranış bozukluğuna, oradan da Allah’a isyana kadar götürmüş, sonunda cennetten kovulmuştur. Cennetten kovulduktan sonraki aşamada ise kibri, hatasını anlamasının önüne geçmiştir. Hatasını kabul etmek yerine savunma durumuna geçmiş ve emir vereni Allahü Teala'yı ve Hz. Adem'i suçlayıp sorgulamıştır. Hz. Adem (a.s) ise cennetten dünyaya gönderildiği zaman, bir an bile kibre kapılmamış, Hz. Havva ile birlikte, "Dediler ki: "Ey rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz!" (Araf/23) suresindeki sözleriyle nefislerini temizlemişlerdir. Peygamber Efendimiz bu ilahi ikazı şu şekilde açıklar:  "Kim Allah için alçak gönüllü olursa Allah onu yüceltir; kim büyüklük taslarsa onu da alçaltır” (Müsned, III, 76; İbn Mâce, “Zühd”, 16) buyurmuşlardır (Râzî, XIV, 25).

Kibir ve ucub davranışlarından kişinin kendini muhafazası çok zordur. Allah'ın yardımı olmadan bu hareketlerden kurtulmak mümkün değildir. Nitekim Kuran-ı Kerim bizlere ashab-ı kiramı bu konuda örnek göstererek şu şekilde açıklama yapar. Eshâb-ı Kirâm Huneyn gazasında kendilerine çok güvendiklerinden, sayıca fazla olmalarına rağmen harpte epeyce zorlandılar. Müminleri ikaz ve her şeyin Allah’ın yardımıyla olduğunu ifâde etmek için Cenâb-ı Hak, meâlen: “Muhakkak Allah pek çok yerde ve Huneyn gününde size yardım etmişti. O gün çokluğunuza güvenmiştiniz. Fakat bu size fayda vermedi. Yer yüzü o kadar genişliğiyle beraber size dar geldi ve arkanızı dönüp gittiniz.” (Sûre-i Tevbe 25) buyurmuştur.

Kur’an ve hadislerde kötülenen ucub kibirden daha tehlikelidir. Çünkü insanın kendisi bile böyle bir huyunun farkında olmayabilir. Ucup, insanın kendini başkalarından üstün görmesi fakat bu duyguyu gizleyerek göstermemesidir. Başka bir ifadeyle ucup, bastırılmış bir duygudur. Kibirle ucub arasında ince bir fark vardır. Kibirli olan insan açıktan büyüklük taslar ve bu büyüklüğünü aleni olarak ifade eder ve dışa vurur. Ucup sahibi ise; içinden kendini büyük görmekle birlikte bu huyunu dışa vurmaz. Ucup, kalbi en son terk eden kötü huydur ve çok derinlerdedir.

Kibir ve büyüklenme hadis-i şeriflerde sıkça geçen kavramlardandır. "Kibir insanı zalimler arasına sokar" (Tirmizî, “Birr”, 61); "Kibir, cehennemliklere mahsus başlıca kötü huylardan biridir" (Buhârî, “Edeb”, 61; Müslim, “Cennet”, 47). Kıyamet gününde kendini beğenmiş kimseler Hz. Peygamber’den uzak kalacaklar (Tirmizî, “Birr”, 71), "Böbürlenip çalım satanlar Allah’ın ilgi ve merhametini kaybedeceklerdir (Buhârî, “Libâs”, 1, 2, 5; Müslim, “Libâs”, 42-48). "Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremeyecektir" (Müslim, “Îmân”, 147; Ebû Dâvûd, “Libâs”, 26). gibi hadis-i şerifler kibir hakkında söylenmiş rivayetlerden bazılarıdır. Özellikle son hadis, kibrin ne kadar kötü bir huy olduğunu gösteren bir delil olarak konuyla ilgili bütün kaynaklarda zikredilir. Gazzâlî bu hadisi açıklarken özetle şu görüşlere yer verir: "Kibir cennete girmeye engeldir; çünkü insanın müminlere yaraşır huylar kazanmasını önler; halbuki bu huylar cennetin kapıları demektir. Kibir cennetin bütün kapılarını kapatır; zira kibirli kişi kendisi için istediğini başkaları için isteyemez" (Gazzâlî, III, 344). Söz konusu hadiste ifadenin hayli ağır olmasını dikkate alan bazı âlimler, buradaki kibirle “Allah’a karşı büyüklenme ve O’na boyun eğip kulluk etmeyi kendine yedirememe” anlamının kastedildiğini belirtmişlerdir. Aynı hadis, “Kıyamet gününde müminler kalpleri kibirden arındırıldıktan sonra cennete girebileceklerdir” şeklinde de yorumlanmıştır (İbnü’l-Esîr, IV, 5).

Kibir, insanı kendi kapasitesinin üzerinde bir konuma yakıştırmak olduğu için, daima sahibini yapmacık tutum ve davranışlara sürükler. Yapmacık ve sahte davranışlar ise, insandan samimiyeti, ciddiyeti gideren, riyakârlık ve gösterişe sonunda da ebedi helake götüren hareketlerdendir. Bunlardan kurtulmanın yolu tevazu sahibi olmaktan geçer. 

Allah'ın yardımı olmadan insan, bir "hiç" hükmündedir. Kibir ve ucub karşısında tevazu sahibi olmak insana yakışır. Peygamberimiz; ‘Kim tevazu gösterirse Allah onu yüceltir. Kim tekebbür gösterirse (gurur/kibir yaparsa) Allah da onu alçaltır’ buyurmaktadır. Tevazu sahibi olan insanlar Allah’ın ayetlerini görürler. Bütün yaratılanların, insanları Allah’a götüren tecelliler olduğunun farkındadırlar. Cenabı Allah’ın ilminin, rahmeti ve kudretinin hep o varlıklarda tecelli ettiğini bilirler, baktıkça Allah’ı hatırlarlar. Kelime-i şehadette; Peygamber Efendimizin Allah’ın önce kulu sonra rasulü olduğuna şahitlik ederiz. Çünkü bir Müslüman’ın erişebileceği en yüksek mertebe Allah’a kul olmaktır. Fakat kulluk yaparken bir yandan yapmayanları aşağılamak, kalbin hastalıklı olduğunu gösterir. Gurur ve kibir içinde olan insanın kalbi asla huzur bulmaz.

Allah bizleri kibirden, ucubdan ve büyüklenmekten muhafaza etsin.

Müziğin Temelindeki Matematik

"Tarih boyunca pek çok matematikçi müzikle ilgilenmiştir. Bazılarımızın aklına 'Acaba pek çok müzisyen de matematikle ilgilenmiş midir?' gibi bir soru takılabilir. Kuşkusuz ilgilenen müzisyenler vardır ancak bir karşılaştırma yapılırsa matematikçiler çok daha öndedirler. "Müzik, iki bin yıl öncesinde matematiksel bir bilim olarak ele alınmıştır. Hatta yakın zamanlarda bile Ozanam, Saverien ve Hutton'un matematik sözlüklerinde müzik ile ilgili makaleler vardır. Bu yüzden matematikçilerin müzik ile ilgili yazmaları şaşırtıcı gelmemelidir" (Archibald,1923: 2). Asıl konumuza dönecek olursak, müzik ve matematik arasındaki ilişkinin incelenmesi eski Yunanlılara kadar uzanır. Eski Yunan' da müzik, matematiğin 4 ana dalından biri olarak kabul edilmiştir. Pythagoras (M.Ö. 586) okulunun (Quadrivium) programına göre Müzik; Aritmetik, Geometri ve Astronomi ile aynı düzeyde kabul görmüştür. Bir telin değişik boyları ile değişik sesler elde edildiğini ortaya çıkartan Pyhagoras, M.Ö. 6. yüzyılda yaşamıştır ve bugün kullanılmakta olan müzikal dizinin temelini oluşturması açısından oldukça önemli bir iş yapmıştır. Konfiçyüs (M.Ö. 551-478) belirli modların insanlar üzerine etkisini incelemiştir. Platon ( M.Ö. 428/7-348/7) müziği etiğin bir parçası olarak kabul etmektedir.
Platon, karışıklıktan kaçınır ve basitliği savunur. Karışıklığın düzensizlik ve depresyona yol açacağını savunur. Platon, insan karakteri ile müzik arasında bir bağlantı bulmuştur. Pythagoras, 12 birimlik bir teli ikiye bölmüş ve oktavı elde etmiştir. Elde edilen 6 birimlik uzunluk ( telin ½ si), 12 birimlik uzunluğun bir oktav tizidir. Pythagoras 8 birimlik uzunluk ile (telin 2/3 ü) 5 li aralığı, 9 birimlik uzunluk ile (telin ¾ ü) 4 lü aralığı bulmuştur. Antik devirde dört sesin bir arada duyulması prensibi "tetrakord" olarak adlandırılmakta ve müzik teorisinin temel kuralı olarak sayılmaktadır. Böylelikle tetrakord, 6,8,9 ve 12 ile elde edilmiştir ve ileride değineceğimiz gibi bu sayılar bize "altın oran" konusunda da oldukça ilginç örtüşmeler sunmaktadır.
Müzikte önemli olan bir başka isim Fibonacci'dir. Leonardo Fibonacci (1175-1240) bir İtalyan matematikçisidir. Matematik biliminde önemli çalışmaları olmuştur. Ancak ençok "tavşan çiftliği" problemi ile meşhur olmuştur. Probleme göre; bir çift tavşan var ve bir ay geçtikten sonra her yeni çift tavşan bir çift tavşan doğuruyor. Her yeni doğan çift ikinci ay birer çift tavşan doğurur ve bu böylece devam eder. Kaç ay sonra kaç çift tavşan olur. Sonuçta karşımıza şu şekilde bir seri çıkar;
1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233, 377, 610, 987...
Seriye bakacak olursak, son iki sayının toplamı bize bir sonraki sayıyı vermektedir. Burada bizim için önemli olan orandır. Dikkat edilecek olursa iki ardışık sayının oranı (küçük sayının büyük sayıya oranı) aynı sayıya yakınsamaktadır. 0, 61803398......Bu oran resimde, mimaride, ve müzikte çeşitli dönemlerde "altın oran" veya "mükemmel oran" olarak kullanılmıştır. Altın oranı geometrik olarak ifade edecek olursak, ikiye bölünmüş bir [AB] doğru parçası düşünelim. Tüm doğru parçasının büyük parçaya oranının, büyük parçanın küçük parçaya oranına eşitliği bize altın oranı vermektedir.

Pythagoras aralıklarından bahsederken tetrakord u oluşturan 6, 8, 9, ve 12 birimlik tellerden bahsetmiştik. Şimdi bu aralıkları altın orana uygulayacak olursak,(12-8) : (8-6) = 12: 6 oranının altın oran olduğunu görürüz. Bu, oldukça ilginç bir örtüşmedir.Müzikte yapılan çeşitli çalışmalarda altın oranın kompozisyonlarda melodik, ritmik veya dinamik olarak belirli bir orana göre oluşturulduğu görülmüştür. Mozart'ında altın oranı kullanıp kullanmadığına dair çeşitli görüşler vardır. John F.Putz'a göre Mozart'ın eserleri bir dahi işidir ve sayılarla oynamayı seven birisinin işidir. O'na göre Mozart altın oranı biliyordu ve eserlerinde kullanmıştır (May, 1996). 19. yy. da J. Fourier, müzikal serinin niteliğini incelemiştir. "Fourier, müzik aleti ve insandan çıkan bütün müzikal seslerin matematiksel ifadeler ile tanımlanabileceğini ve bununda periyodik sinüs fonksiyonları ile olabileceğini ispatlamıştır."(Matematik Dünyası, 1995:7) Ünlü Matematikçi Leibniz, "Müzik ruhun gizli bir matematiksel problemidir" demiştir."
Yrd. Doç. Dr. Ece KARŞAL

Matematik ve Müzik ilişkisine dair merak ettiğiniz konularda bilgi almak için bu yazının tamamını okumanızı tavsiye ederim. Yazının Tüm metni için tıklayınız.
| | Devamı... 0 yorum

Altın Oranın Görüldüğü ve Kullanıldığı Yerler

Altın oran, matematik ve sanatta, bir bütünün parçaları arasında gözlemlenen, uyum açısından en yetkin boyutları verdiği sanılan geometrik ve sayısal bir oran bağıntısıdır. Eski Mısırlılar ve Yunanlar tarafından keşfedilmiş, mimaride ve sanatta kullanılmıştır. Fibonacci dizisinin yaklaşık limit değeri olarak gösterilmiştir. Bir doğru parçasının |AB| Altın Oran'a uygun biçimde iki parçaya bölünmesi gerektiğinde, bu doğru öyle bir noktadan (C) bölünmelidir ki; küçük parçanın |AC| büyük parçaya |CB| oranı, büyük parçanın |CB| bütün doğruya |AB| oranına eşit olsun.  Altın Oranı şu şekilde ifade edebiliriz;
CB / AC = AB / CB = 1,618... sayısını verir.  Daha ayrıntılı olarak Altın Oran, pi (π) gibi irrasyonel bir sayıdır ve ondalık sistemde yazılışı; 1,618033988749894...'tür. (Altın oran hakkında daha ayrıntılı bilgi elde etmek için bağlantıya tıklayabilirsiniz.(Bkz. Altın Oran)

Altın oranın görülebildiği bazı yerler:
1) Ayçiçeği: Ayçiçeği'nin merkezinden dışarıya doğru sağdan sola ve soldan sağa doğru tane sayılarının birbirine oranı altın oranı verir.


2) Papatya Çiçeği: Papatya Çiçeğinde de ayçiçeğinde olduğu gibi bir altın oran mevcuttur.

3) İnsan Kafası: Bildiğiniz gibi her insanın kafasında bir ya da birden fazla saçların çıktığı düğüm noktası denilen bir nokta vardır. İşte bu noktadan çıkan saçlar doğrusal yani dik değil, bir spiral, bir eğri yaparak çıkmaktadır. İşte bu spiralin ya da eğrinin tanjantı yani eğrilik açısı bize altın oranı verecektir.

4) İnsan Vücudu: İnsan Vücudunda Altın Oran'ın nerelerde görüldüğüne bakalım: a) Kollar: İnsan vücudunun bir parçası olan kolları dirsek iki bölüme ayırır.(Büyük(üst) bölüm ve küçük(alt) bölüm olarak). Kolumuzun üst bölümünün alt bölüme oranı altın oranı vereceği gibi, kolumuzun tamamının üst bölüme oranı yine altın oranı verir.b) Parmaklar: Ellerimizdeki parmaklarla altın oranın ne alakası var diyebilirsiniz. İşte size alaka... Parmaklarınızın üst boğumunun alt boğuma oranı altın oranı vereceği gibi, parmağınızın tamamının üst boğuma oranı yine altın oranı verir.

5) Tavşan: İnsan kafasında olduğu gibi tavşanda da aynı özellik vardır.

6) Mısır Piramitleri: İşte size Altın Oran'ın en eski örneklerinden biri... Şimdi ne alaka Altın Oran ve Milattan Önce yapılan Mısır Piramitleri? Alaka şu; Her bir piramidin tabanının yüksekliğine oranı evet yine altın oranı veriyor.

7) Leonardo da Vinci: Bilindiği gibi Leonardo da Vinci Rönesans devri ünlü ressamlarındandır. Şimdi bu ünlü ressamın çizmiş olduğu tabloları inceleyelim.a) Mona Lisa: Mona Lisa'nın başının etrafına bir dikdörtgen çizdiğinizde ortaya çıkan dört kenar bir altın dikdörtgendir. Bu dikdörtgeni, göz hizasında çizeceğiniz bir çizgiyle ikiye ayırdığınızda yine bir altın oran elde edersiniz. Resmin boyutları da altın oran oluşturmaktadır.b) Aziz Jerome: Yine tablonun boyunun enine oranı bize altın oranı verir.

8) Picasso: Picasso da Leonardo da Vinci gibi ünlü bir ressamdır. Ve resimlerinde bu oranı kullanmıştır.

9) Çam Kozalağı: Çam kozalağındaki taneler kozalağın altındaki sabit bir noktadan kozalağın tepesindeki başka bir sabit noktaya doğru spiraller (eğriler) oluşturarak çıkarlar. İşte bu eğrinin eğrilik açısı altın orandır.

10) Deniz Kabuğu: Denize çoğumuz gitmişizdir. Deniz kabuklarına dikkat edenimiz, belki de koleksiyon yapanımız vardır. İşte deniz kabuğunun yapısı incelendiğinde bir eğrilik tespit edilmiş ve bu eğriliğin tanjantının altın oran olduğu görülmüştür.

11) Tütün Bitkisi: Tütün Bitkisinin yapraklarının dizilişinde bir eğrilik söz konusudur. Bu eğriliğin tanjantı altın orandır.

12) Eğrelti Otu: Tütün Bitkisindeki aynı özellik Eğrelti Otu'nda da vardır.

13) Salyangoz: Salyangozun Kabuğu bir düzleme aktarılırsa, bu düzlem bir dikdörtgen oluşturur. İşte bu dikdörtgenin boyunun enine oranı yine altın oranı verir.

14)Elektrik Devresi: Altın Oran sadece Matematik ve kainatta değil, Fizik’te de kullanılıyor. Verilen n tane dirençten maximum verim elde etmek için bir paralel bağlama yapılması gerekir. Bu durumda Eşdeğer Direnç, yani Reş=altın oran olur.

15) Mimar Sinan: Mimar Sinan’ın da bir çok eserinde bu altın oran görülmektedir. Mesela Süleymaniye ve Selimiye Camileri’nin minarelerinde bu oran kullanılmıştır.

16) Arı Kovanları: Arı kovanlarında yaşayan dişi arıların sayısının erkek arıların sayısına bölündüğünde hep aynı sayı elde edilir. Yani 1.618...

17) Sanatta: Michelangelo, Albrecht Dürer, Da Vinci ve digerlerinin sanat eserlerinde, Altın Orana bilincli ve dikkatli bir baglılık sözkonusudur. Beethoven in Beşinci Senfonisinde, Bartok’un, Debussy’nin ve Shubert’in eserlerinde de gozükür. Stradivarius’un bile ünlü kemanlarındaki F deliklerinin yerlerini belirlemekte altın oranı kullandıgı bilinmektedir.

İnsan gözünde de altın oran mevcuttur. İnsan gözünün altın orana bu kadar yakın olmasının, estetik açıdan sürekli olarak altın orana uygun şekil ve yapıları tercih etmesinin bir nedenini, yaşadığı çevre olan doğada hemen her an altın oranla karşı karşıya olmasının yanı sıra, kendi vücudunun hemen her noktasında altın orana sahip olmasında arayabiliriz. Aşağıdaki oranlarda insan vücudunda altın oranın örneklerini görebilirsiniz.


İdeal ölçülere sahip bir insan vücudunda sayısız altın oran örnekleri görmek mümkündür:
Tam Boy / Bacak boyu
Beden Boyu / Kolaltı beden boyu
(Parmak ucu - Omuz) boyu / ( Parmak ucu - Dirsek ) boyu
( Göbek - Omuz ) boyu / ( Göbek - Bel ) boyu

İdeal ölçülere sahip bir insan yüzünde de sayısız altın oran örnekleri görmek mümkündür:
Yüz yüksekliği / Yüz genişliği
Alın genişliği / Burun boynu
Yüz genişliği / Gözbebekleri arası
Gözbebekleri arası / Ağız genişliği
Ağız genişliği / Burun genişliği
| | | Devamı... 0 yorum

Altın Oran (1,618033.... )

Altın oran, örneğin bir dikdörtgenin göze en estetik gözükmesi için uzun kenarı ile kısa kenarı arasındaki orandır. Buna benzer olarak, bir doğru parçasının ikiye ayrıldığında göze en hoş gelen ikiye ayrılma oranıdır. Altın oran, sadece dikdörtgen ve doğru için değil, neredeyse tüm geometrik cisimler ve yapılar için kullanılabilir.Altın oranın matematiksel açıdan basit bir tanımı şu şekilde yapılabilir: Altın oran, 1 sayısına eklendiğinde kendi karesine eşit olan iki sayıdan biridir. Altın oran 1,618033.... olarak devam eden irrasyonel sayıdır.  

Altın oranın tam olarak ilk ne zaman kullanıldığına dair kesin bir bilgi yoktur. Matematik ve fizik çalışmalarında tarihin ilk dönemlerinden beri kullanıldığı gözlemlenmiştir. Euclid (M.Ö. 365 – M.Ö. 300), "Elementler" adlı kitabında, bir doğruyu 1.6180339... noktasından bölmekten bahsetmiş ve bunu, "bir doğruyu ekstrem ve önemli oranda bölmek" diye adlandırmıştır. Mısırlılar, çok daha eski zamanlarda keops Piramidi'nin tasarımında hem pi hem de Fi oranını kullanmışlardır. Yunanlar, Parthenon'un tüm tasarımını altın oran'a dayandırmışlardır. Bu oran, ünlü Yunan heykeltıraş Phidias tarafından da kullanılmıştır.  Grek dünyasına altın oranın Pythagoras ve Pythagoras’cular tarafından tanıtıldığı ileri sürülür. Altın oran, (Fi) sayısı olarak bilinir. Bu sayı, Eski Yunan düşünürleri tarafından bulunmuştur, ancak Fi sayısını kimin tanımladığı kesin olarak belli değildir. Bu oranı göstermek için, Parthenon'un mimarı ve bu oranı resmen kullandığı bilinen ilk kişi olan Phidias'a ithafen, 1900'lerde Yunan alfabesindeki Fi harfini Amerika'lı matematikçi Mark Barr çalışmalarında kullanmıştır. Aynı zamanda Yunan alfabesindekine karşılık gelen F harfi de, Fibonacci'nin ilk harfidir. 

Eski Yunan düşünürlerinin bazılarının, Fi sayısının yerine (to) sayısını kullandıkları da bilinmektedir.İ.Ö. 500’lü yıllarda yaşamış olan tüm zamanların en büyük matematikçilerinden biri olan Pisagor , altın oranla ilgili şu düşüncelerini dile getirmiştir: "Bir insanın tüm vücudu ile göbeğine kadar olan yüksekliğinin oranı, bir pentagramın uzun ve kısa kenarlarının oranı, bir dikdörtgenin uzun ve kısa kenarlarının oranı, hepsi aynıdır. Bunun sebebi nedir? Çünkü tüm parçanın büyük parçaya oranı, büyük parçanın küçük parçaya oranına eşittir." 

Altın oran, günlük yaşantımızda, matematiğin estetik güzelliğe etki ettiği her alanda karşımıza çıkan bir kavramdır. Altın oranın çok çeşitli tanımları verilebilir ama altın oran, neticede matematiksel bir kavramdır ve değeri de 1,618033.... olarak devam eden ondalık bir sayıdır. Gündelik hayatta altın oran, çok farklı alanlarda görülmekte ve kullanılmaktadır.  (Bkz. Altın oranın görüldüğü yerler)


Elde ettiğimiz bu dikdörtgen ise, bir Altın dikdörtgendir. Çünkü uzun kenarının, kısa kenarına oranı 1.618 dir, yani Altın Oran'dır. Artık bu dikdörtgenden her defasında bir kare çıkardığımızda elimizde kalan, hep bir "Altın Dikdörtgen" olacaktır. İçinden defalarca kareler çıkardığımız bu Altın Dikdörtgen'in karelerinin kenar uzunluklarını yarıçap alan bir çember parçasını her karenin içine çizersek, bir "Altın Spiral" elde ederiz. Altın Spiral, birçok canlı ve cansız varlığın biçimini ve yapı taşını oluşturur. Buna örnek olarak Ayçiçeği bitkisini gösterebiliriz. Ayçiçeğinin çekirdekleri altın oranı takip eden bir spiral oluşturacak şekilde dizilirler. Altın oran, sadece dörtgenlerde değil, üçgen, beşgen ve altıgenlerde de geçerlidir. Bu karelerin kenar uzunlukları sırasıyla Fibonacci sayılarını verir. 
Leonardo Fibonacci adındaki İtalyan matematikçi, adıyla anılan nümerik serinin olağanüstü özelliklerini keşfetmiştir.Fibonacci dizisi, her sayının kendinden önceki ile toplanması sonucu oluşan bir sayı dizisidir. 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34....... şeklinde devam eden sayı dizisine matematik literatüründe Fibonacci dizisi adı verilir.Bu şekilde devam eden bu dizide sayılar birbirleriyle oranlandığında altın oran ortaya çıkar, yani bir sayı kendisinden önceki sayıya bölündüğünde altın orana gittikçe yaklaşan bir dizi elde edilir. Fibonacci dizisi herhangi iki sayıdan başlayabilir. 4, 4, 8, 12, 20, 32, 52, … Bu haliyle bile muhteşem bir dizi niteliğindedir. Fibonacci sayı dizisindeki sayıların birbirleriyle oranı olan ve altın oran denilen 1,618... sayısı ise doğada, sanatta ve hayatın her alanında görülen ve estetik ile bağdaştırılan bir sayıdır. Ayrıca Pascal Üçgeninde de fibonacci sayı dizisi bulunmaktadır.  



Leonardo da Vinci, 1509'da Luca Pacioli'nin yayımladığı İlahi Oran adlı bir çalışmasına resimler vermiştir. Bu kitapta Leonardo da Vinci tarafından yapılmış Five Platonic Solids (Beş Platonik Cisim) adlı resimler bulunmaktadır. Bunlar, bir küp, bir Tetrahedron (dört Yüzlü), bir Dodekahedron (12 yüzlü), bir Oktahedron (sekiz yüzlü) ve bir Ikosahedronun (20 yüzlü) resimleridir. 

(Platon cisimleri hakkında ayrıntılı bilgi için bağlantıyı tıklayınız.)


Altın oran'ın Latince karşılığını, Avrupa'da ilk kullanan muhtemelen çalışmaları sebebiyle Leonardo da Vinci'dir diyebiliriz. Rönesans sanatçıları altın oran'ı tablolarında ve heykellerinde denge ve güzelliği elde etmek amacıyla sıklıkla kullanmışlardır. Örneğin Leonardo da Vinci, Son Yemek adlı tablosunda, İsa'nın ve havarilerin oturduğu masanın boyutlarından, arkadaki duvar ve pencerelere kadar altın oran'ı uygulamıştır. 

Güneş etrafındaki gezegenlerin yörüngelerinin eliptik yapısını keşfeden Johannes Kepler (1571-1630), altın oran'ı şu şekilde belirtmiştir: "Geometrinin iki büyük hazinesi vardır; biri Pythagoras'ın teoremi, diğeri, bir doğrunun altın oran'a göre bölünmesidir."  

Altın oran; bir sayının insanlık, bilim ve sanat tarihinde oynadığı inanılmaz bir roldür. Fi sayısı, evren ve yaşamı anlama konusunda bizlere yeni kapılar açmaya devam etmektedir. 1970'lerde Roger Penrose, o güne kadar imkânsız olduğu düşünülen, "yüzeylerin beşli simetri ile katlanması"nı altın oran sayesinde bulmuştur. 2014 yılında yayınlanan "İstatistikte altın oran" adlı bir kitapta, simetrik olmayan (Çarpık) dağılımları parametrik denkleme dönüştürmek için, altın oran tabanlı yeni bir ortalama ve sapma metodu tanımlanmıştır.

Matematiğin öğrenmenin yararları

Doğru hüküm vermeyi sağlar ve doğru akıl yürütmeyi öğretir,

Bilimsel düşünme yollarını öğrenip uygulamaya geçmemizi sağlar,

Çeşitli ve eleştirici yollardan düşünme yeteneği kazandırır,

Herhangi bir konuda değişik yollardan düşünebilmeyi öğretir,

Başkalarının bir konuya, bir olaya bakışını kendi görüşleriyle karşılaştırarak en doğru olanı bulmayı yöneltir,

İnsanı araştırmaya ve incelemeye yöneltir,

Bağımsız düşünebilme seviyesine ulaştırır,

Yeni düşüncelerin ve fikirlerin çıkmasına sebep olur,

Sistemli ve mantıklı düşünmeyi öğretir. Düzenli ve dikkatli olma, inceleme, araştırma ve eleştirme gibi alışkanlıklar kazandırır,

Bizi aktif bir insan yapar,

Mevcut yaşantımızda ve güncel olaylarda sorunlara karşı pratik çözüm bulmada, doğru karar vermede, insan kişiliğine yaptığı etkilerle büyük yarar sağlar.


Sayılan yararlara ulaşabilmek için matematiği öğrenmeye çalışmalıdır. Matematik birbiriyle ilişkili kavram ve teoremlerden oluşan zincir misali bir derstir. Tek başına kitaplardan öğrenmesi zordur. Akran öğrenmesine ya da eğitmen rehberliğine ihtiyaç vardır. Bire-bir konu anlatımlarına ve kavramları içselleştirmeye ihtiyaç vardır. 

Günümüz okul ya da dershanelerinde sınıflar 20-30-40 hatta bazen daha fazla mevcutlardan oluşmaktadır. Bir ders saatinin 40 dakika olduğu düşünülürse, bir öğrenciye ortalama 1 dakika zaman düşer. Bazı öğrenciler sınıfta kendilerini tam olarak ifade edemezler. Bunun sonucu olarak anlamadıklarını soramaz ya da sormaktan çekinirler. Arkadaşlarına karşı mahcup olmaktan ve yanlış yapmaktan korkarlar. Bu öğrenciler bütün bunların sonucu olarak ya başarısız ya da içine kapanık olurlar. Bir de bu tutum ve davranışlar matematik dersinde oluyorsa başarısızlık kaçınılmazdır.

Oysa matematik dersinin en büyük özelliği bir bilenle (öğretmen, arkadaş, anne, baba...) çalışılmasıdır. Çünkü konuları bilebilirsiniz ama soru çözemezsiniz. Her sorunun farklı farklı çözümü vardır. Bu çözümler anlaşılmadığında tekrar sorulabilmeli ve tam olarak anlaşılmalıdır. 

Birebir derste bütün zaman bir kişiye ( gruplarda 2-3-4 kişiye…) aittir. Özel derste öğrenci doğal olarak daha aktiftir. Soruyu soranda o, anlayan da o dur. Okulda ya da dershanede 5-6 derste anladığını özel derste bir saatte anlayabilir.

Her şeyden önemlisi öğrencinin özel derse hazır olması ve öğretmenin tecrübeli olması gerekir. Öğretmenin çok şey bilmesi ile birlikte, bildiklerini öğrenciye aktarabilecek öğretmenlik tecrübesine sahip olması gerekir. Matematikten birçok öğrencinin korktuğunu düşünürsek, anlatanın tecrübesinin ne kadar önemli olduğunu anlayabiliriz. 

Herkesin ihtiyacı olduğu kadar matematik problemi/sorusu çözebilmesi mümkündür. Önemli olan doğru ve yeterli çalışmaktır.

Matematik günlük hayatta ne ise yarar?

Neden Matematik?
Matematik cok evreli bir bilimdir. Yayılma alanının ve derinliğinin sınırı yoktur. Bilim ve teknolojide olduğu kadar günlük yaşamda da vazgeçilmezdir. Çağlardan çağlara taşınan ulusal sınır tanımayan görkemli, sağlam, güvenilir ve evrensel bir ekindir. İnsanoğlu varoluşundan beri korkuyla şüpheyle ve merakla evreni bilmeye ve doğaya egemen olmaya çabalamıştır. Gizlerini bilmediği icin doğa olaylarinı, yuzbinlerce yıl boyunca,ya korkuyla gözlemiş ya da bir kaos olarak gormustur. Oysa evrenin mukemmeì bir duzeni vardir. Bugun ay ve güneş tutulmalarından korkmuyor ve bu olayları basit aritmetik cebir ve geometri bilgileri ile açıklayabiliyoruz. Işığın nasıl yayıldığını biliyoruz. Barajlar kuruyor evlere fabrikalara enerji akıtıyoruz. Super bilgisayarlar üretiyor ve onbinlerce kişinin onbinlerce yılda bitiremeyeceği işlemleri saniyelerde yapıyoruz. Romantizmin başlıca kaynağı olan aya ayak basıyoruz...

Bütün bunları matematikle yapıyoruz. Matematik yalnızca çağdaş bilim ve tekniğin temel aracı değildir... Tıp, sosyal, siyasal, ekonomik bilimler v.b. matematiksel yöntemlere büyük ölçüde dayanmak zorundadır. Kısaca, matematik insan aklının yarattığı en büyük ortak değerdir. Evrenselliği onun gücüdür. Çağları asarak bize ulasmıştır. Çağları aşarak yeni kuşaklara ulaşacaktır. Büyüyerek, gelişerek, insanlığa hizmet edecek; her zaman taze ve doğru kalacaktir.Matematiğin uygulanmadığı hiçbir teknik alan yoktur. 


Bunun yanında, matematiksel olarak açıklanan büyük kuramlar arasında şunları örnekleyebiliriz :

1. Newton Mekaniği, gözle görülen basit düşme olayından başlayarak, bugün, doğa olaylarını açıklayan mükemmel fizik kuramını yaratmıştır. Newton Mekaniği diye de adlandırılan bu kuramın koyduğu basit matematikseì formüller sayesinde, dilerseniz, bir futbolcunun vurusuyla harekete geçen bir topun yörüngesini, dilerseniz, günesin cekim etkisiyle hareket eden bir gezegenin yörüngesini hesaplayabilirsiniz.

2. Büyük olasılıkla Aristo'nun görüşü olarak, kuyruklu yıldızlar 1500 lere kadar atmosferik bir olay olarak yorumlandı. Tycho Brahe, kuyruklu yıldızların aydan cok daha uzakta olduklarinı gösterdi. Isaac Newton onların güneş çevresinde birer yörünge çizdiklerini kanıtladı. İngiliz matematikçisi Edmund Halley, kuyruklu yıldızların ne zaman görülebileceği ile ilgili matematiksel hesaplamalar yaptı.  

3. Bugün sanki doğal bir enerji imişcesine kullandığımız elektrik doğrudan doğruya matematikseì bir kuram olan Elektrik ve Magnetizma Kuramina dayanmaktadir.

4. Çağimizin en onemli bilimseì bulgularindan birisi sayilan Kuantum Fiziği bütünüyle soyut matematiksel uzaylar icinde açıklanmıştır. Hatta, başlangıçta Heisenberg'in Matris Mekaniği ve Schrodinger'in Dalga Mekaniği diye iki farklı kural olarak ortaya çıkmıştır. Buna göre, örneğin, Işık Kuramı Heisenberg'e göre parçacıklarla ifade edilmekte, Schrödinger'e göre ışığın hareketi bir dalga hareketi olarak ifade edilmektedir. Her iki kuram kendi içlerinde tutarlıdır ve her ikisi de deneysel sonuçlara tamamen uyan kuramsal sonuçlar vermektedir.
baskent.edu.tr/~tkaracay/agora/dusunce/nedenmat.html

Matematik günlük hayatta ne ise yarar?
"ÖSS’de her yıl 5-10 bin öğrencinin matematikten sıfır ve altında puan almasının sebeplerini, 70 ilde 17 bin 500 öğrenci üzerinde yapılan dev anket çalışması ortaya koydu.Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Matematik Bölümü Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Şevket Civelek’in yaptığı araştırmada, başarısızlığın altındaki sebepler şöyle sıralanıyor: Matematik korkusu, öğretmenlerin dersi sevdirememesi, dilinin anlaşılmaz olması, matematiğin günlük hayatta işe yaramayacağı ve sıkıcı olduğu inancı. Anket için 70 ilde 250’şer düz, meslek, Anadolu, fen lisesi ve özel lise öğrencilerinden oluşan toplam 17 bin 500 öğrenciye matematik öğretimi hakkında 30 soru yöneltildi. Öğrencilerin yüzde 16’sı öğretmen-öğrenci diyaloğunun yetersizliği, yüzde 16’sı matematikten nefret etmesi, yüzde 16’sı not korkusu, yüzde 13’ü müfredatın uzun ve sıkıcı olması, yüzde 13’ü gereksiz görmesi, yüzde 11’i dersin temel felsefesinin verilmemesi ve öğretmenin sevdirememesi, yüzde 6’sı ise aileden yardım görmemesi yüzünden matematikte başarısız olunduğunu bildirdi.

Ayrıca öğrencilerin yüzde 56’sı matematiğin günlük hayatta nasıl kullanılacağının anlatılmadığını, yüzde 23’ü derste kullanılan dilin anlaşılmaz olduğunu, yüzde 37’si ise matematiği öğrenirken sıkıldığını ifade etti. Anket sonuçlarını değerlendiren Yard. Doç. Dr. Civelek, “Oldukça düşündürücü sonuçlar elde ettik. 15-16 yıl süren bu zaman diliminde, matematiksel düşünme yeteneğinin gelişmediğini tespit ettik.” dedi. Öğrencilerin ezberleyen, bilgiyi kullanamayan, yorum yapamayan, matematiksel ve mantıksal düşünmeyi beceremeyen insanlar olarak yetiştirildiğini söyleyen Civelek, bu yüzden bireyleri matematik korkusunun sardığını, kendilerine olan güvenlerini kaybettiğini belirtti. Civelek, bunun okulöncesi eğitimden itibaren üzerinde durulması gereken bir konu olduğunu kaydetti. Civelek’in araştırmasına göre matematiğin korkulması gereken bir şey olduğu fikri, okulun ilk yıllarında başlıyor. 

Öğretmenler ve diğer insanlar, öğrencilere matematiğin zor ve çekinilmesi gereken bir ders olduğunu söylüyor. Öğretmen ile öğrenci arasındaki kopukluk da korkunun en önemli sebeplerinden birini oluşturuyor. Ayrıca toplumda matematik sadece çok zekilerin başarabileceği bir şey olarak lanse ediliyor. Öğrencilerin sınavlarda zaman baskısı altında problem çözmeye, matematiksel sonuç çıkarmaya zorlanması da başarısızlığa yol açıyor. Bunların sonucunda öğrenci kendini başarısız görüyor veya bu konuda yeteneğinin olmadığına inanmaya başlıyor.

Uluslararası Matematik Proje Yarışması’nda ‘Tam Kare Toplamı’ adlı projesiyle dünya ikincisi olan Özel Servergazi Fen Lisesi 2. sınıf öğrencisi Bekir Danış, matematikte başarılı olmasının sebebini öğretmeninin matematiği sevdirmesine bağlayarak araştırmayı doğruluyor. 6. sınıfta öğretmeninin eğlenceli matematik sorularıyla matematiği sevdirdiğini söyleyen Danış, bu sayede dersten zevk almaya başladığını anlatıyor. Öğretmen iyi değilse öğrencinin matematikten soğuduğunu ifade eden Danış, “Dersten soğuyan öğrenci ise lise boyunca matematikten nefret ediyor.” diyor. Esprili anlatım öğrencinin sıkılmasını önler Yard. Doç. Dr. Şevket Civelek, öğrencilerdeki matematik korkusunun yenilmesi için şunları tavsiye ediyor: Konu karmaşık hale getirilmeden öğrenciye sunulmalı. Öğretmen konuyu işlerken çok rahat olmalı, konuyu iyi bilmeli. Öğretmen, öğrenciler arasında aşırı rekabete mani olmalı. Öğrencilere küçük gruplar halinde çalışmaları için imkan sağlamalı. Eğitimci yavaş öğrenenlere daha fazla şans tanımalı. Öğrencinin hızını ölçen testlerden kaçınılmalı. Öğrencinin gayreti ödüllendirilmeli. Öğretmen, sadece cevabın sonucuna değil, çözümün nasıl yapıldığına da bakmalı. Öğrenci asla azarlanmamalı. Öğretmen dersi monoton bir şekilde anlatmamalı.

Belli aralıklarda espriye de yer vererek öğrencinin sıkılmamasına zemin hazırlamalı. Matematik bir ceza unsuru olarak asla kullanılmamalı. ‘50 tane alıştırma yap’ ve ‘sizin hepinize sınavda zor sorular sorayım da görün gününüzü’ tipinden cezalar ve tehditlerden uzak durulmalı. Öğrenciye, matematiği nasıl anlaması ve çalışması gerektiği öğretilmeli. Matematiğin bir roman gibi okumakla öğrenilemeyeceği, öğrencinin yazarak ve düşünerek çalışması tavsiye edilmeli. Konu üzerinde kendince bir yorum getirmesi önerilmeli. Öğretmen, konuyu anlatırken günlük olaylarla bağlantı kurmalı; matematiğin kullanılabileceği alanları öğrencilerle tartışmalı. Öğrencinin zorlanacağı noktaları açıklıkla ifade etmeli. Öğrencinin kafasında soru kalmamasına özen göstermeli."
Kaynak: http://akifaltundal.net/tur/content/view/201/344/

Niçin matematik Öğreniyoruz

Matematiğin amacı; İnsanların doğuştan getirdiği düşünme kabiliyetini geliştirmektir. Bu gelişmeyi sağlamak için, bizlere bir kısım bilgiler kazandırarak karşılaşacağımız olay ve problemlerde inceleme, araştırma ve karşılaştırmalar yaptırarak, düzenli ve dikkatli olmamızı, mantıklı düşünmemizi ve her konuda doğruyu bulmamızı sağlar. Problemleri çözerken değişik bağlantıları bulmak insana heyecan verir. Böylece insanda yeni şeyler bulma arzusu doğar. Bütün bilimlerin dogması ve gelişmesi insandaki bu arzudan doğmuş bu da matematik yardımıyla olmuştur. Bu sebeple bütün bilim dallarında matematikten yararlanılır. Matematik nitelikleri değil nicelikleri konu edinir, fakat niteliği bulunan her şeyin sayılabilir ve ölçülebilir olması, matematiğin fen bilimleri ve teknolojinin yanında değil sosyal bilimlerde de vazgeçilmez olmasını sağlamıştır. Bu yüzden matematik her öğrencinin öğrenmesi gereken bir bilimdir.

Matematiği niçin öğreniyoruz?

Ezberciliğe dayalı bilgi aktarımının esas alındığı geleneksel eğitim, günümüzde çocukların zihnini körelten bir mekanizma haline gelmiştir.

Okulun asli görevi, çocuklara nasıl öğrenileceğini öğretmektir. Bugün okullarda yeni bilgi ile mevcut bilgiyi bütünleştirerek anlama, sentez yapabilme, bilgileri yorumlayabilme gibi beceriler değil; bilgiyi kitaptaki gibi öğrenme ve ezberleme gibi etkinliklere yer verilmektedir. Bunun sonucu olarak öğrencilerimizin çoğunluğu matematiğin gerçek manasını anlayamamakta ve "matematiği niçin öğreniyoruz?", "bu dersin bana faydası nedir?", günlük hayatta uygulaması nasıl oluyor?" gibi ifadeler kullanmaktadırlar. İnsanlığın gelişmesine paralel olarak bilimde ve teknikte hisli ilerlemeler olmuştur.

Zamanla gelişen ticaret ilişkileri sonucu para, ölçü, zaman, alan, hacim vb. gibi kavramlar ortaya çekmiştir. Fizik, kimya, biyoloji, mühendislik, astronomi, ekonomi ve psikoloji gibi bütün bilim dalları esaslarını geliştirmek ve sonuçlandırmak için matematiğin temel kurallarına uymak zorundadırlar. Bilim adamları, binlerce bilgiyi küçük bir bilgisayara programlama ve istenildiğinde bilgilere anında ulaşmada matematiğin gücünden faydalanırlar. İnsanlar günlük hayatlarında ihtiyaçlarını karsılarken matematik ve öteki bilimlerden faydalanırlar. Matematik bilimi insanda sistemli ve doğru düşünme yeteneğini geliştirmeyi amaçlar. O halde matematik, farkına varmasak da hayatımızın her aşamasında yer almaktadır.

Yasin Şerifin fazileti

 Yasin-i Şerifin Fazileti 

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: “Her gece Yasin suresine devam edip, bu hâl üzere iken vefat eden kimse şehit olur. “Kur’an-ı kerimdeki bir sure, okuyana şefaat eder, dinleyenin affına sebep olur, ahirette korktuğundan emin olur. Bu Yasin suresidir.” 


“Ölüm hastası yanında Yasin-i Şerif okununca, her harfi için bir melek gelip ruhun kolay çıkmasına dua eder. Yıkanırken yanında bulunurlar. Cenazesi ile birlikte giderler. Namazında, defninde bulununlar ve hep dua ederler.” 

“Şeytanlar, Yasin suresinden ve bir de Haşr suresinin son kısmı ile Mu'avvizeteyn sürelerinden kaçarlar.” 

“Kabristana giren kimse, Yasin suresini okusa, o gün meyyitlerin azapları hafifler. Meyyitlerin sayısı kadar, ona da sevap verilir.”

“Yanında Yasin-i Şerif okunan hasta, suya kanmış olarak vefat eder ve doymuş olarak kabre girer.” 

“Müslüman bir hasta yanında Yasin-i Şerif okunursa, Rıdvan ismindeki melek Cennet şerbeti getirir. Suya kanmış olarak ruh teslim eder. Doymuş olarak kabre girer. Suya ihtiyacı olmaz.”

“Yasin okuyunuz. Onda on bereket vardır. Aç okursa, doyar. Çıplak okursa, giyinir. Bekâr okursa, evlenir. Korkan okursa, emin olur. Mahzun okursa ferahlar. Misafir okursa, seferde yardım görür. Kayıp bulunur. Hasta okursa şifa bulur. Ölü üzerine okunursa azabı hafifler. Susayan okursa, suya kavuşur.”

“Bir kimse ana-babasının veya birinin kabrini her Cuma ziyaret eder ve orada Yasin okursa Allah Teâlâ ona, Yasin’in her harfi miktarınca mağfiret eder.” 

“Kur’an-ı kerimin kalbi Yasin’dir. Muhakkak ki o dertlere şifadır. Allah'ı ve ahiret yurdunu dileyerek bir kimse Yasin’i okursa, Allah kendisini mutlaka bağışlar."

Her gece Yasin suresini okuyan kimse, muhakkak surette şehit olarak ölür.” 

“Cuma geceleri Yasin suresini okuyan kimse, Allah Telanın mağfiretine kavuşmuş halde sabahlar.”







Bismillahirrahmanirrahim Allahümme rabbena ya rabbena tekabbel minna duaena vekdi hacetena bihurmeti sureti yasin ve ecirna minennari ve min azabil kabri ve min şerri sualin bi fadli sureti yasin yarabbel alemiyne veselemun alel mürseliyne velhamdülillahi rabbil alemin.
| | Devamı... 0 yorum

Cuma gününün fazileti

"Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah'ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz. (Durum böyle iken) onlar bir ticaret veya bir oyun eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona koştular ve seni ayakta bıraktılar. De ki: "Allah'ın yanında bulunan, eğlence ve ticaretten daha hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır." (Cuma Suresi/9-11)




Cuma Gününün fazileti 
Cuma gününde şu beş özellik vardır: 1- Hz. Âdem o gün yaratıldı. 2- O gün yeryüzüne indirildi. 3- O gün vefat etti. 4- O günde öyle bir an vardır ki, günah veya akrabalarla ilişkiyi kesme konularında olmamak şartıyla kul Allah Teâlâ’dan bir şey isterse Allah Teâlâ mutlaka onu verir. 5- Kıyamet o gün kopacaktır. 

Cuma Gününün faziletine dair bazı hadis-i şerif mealleri şöyledir:

(Allah katında günlerin efendisi Cuma’dır. O kurban ve Ramazan Bayramı günlerinden de faziletlidir. Allah’a yakın hiçbir melek, hiçbir gök, hiçbir yer yoktur, hiçbir rüzgar, hiçbir dağ ve taş yoktur ki, Kıyametin kopmasına sahne olacağı için Cuma gününün heybetinden korkmasın.) [Buhari, İ. Ahmed]

Cuma, müminlerin bayramıdır. Bugün yapılan ibadetlere en az, iki kat sevap verilir. Bugün işlenen günahlar da, iki kat yazılır.(Sevaplar içinde Cuma günü ve gecesinde yapılandan daha kıymetlisi, günahlar içinde de, Cuma günü ve gecesinde işlenilenden daha kötüsü yoktur.) [Ramuz] 

(Cuma günü günah işlemeden geçerse, diğer günler de selametle geçer.) [İ.Gazali] 

(Cuma günü, kuşlar, vahşi hayvanlar birbirine, “Selam size, bugün Cumadır” derler.) [Deylemi]

(Cuma diğer Cuma’ya kadar ve fazladan üç gün içinde işlenen günahlara kefaret olur. Çünkü iyi bir amel işleyene on kat sevap verilir.) [Taberani] 

(Dört gecenin gündüzü de gecesi gibi faziletlidir. Allah Teâlâ, o günlerde dua edenin isteğini geri çevirmez, onları mağfiret eder ve onlar bu günlerde bol ihsana nail olurlar. Bunlar: Kadir gecesi, Arife gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi ve günleri.) [Deylemi] 

(Cuma günü gusleden kimsenin günahları affolur.) [Taberani] 

(Cuma günü sabah namazından önce, “Estağfirullah el-azim ellezi la ilahe illa hüvel hayyel kayyume ve etubü ileyh” okuyanın, deniz köpüğü kadar da olsa, bütün günahları affolur.) [İbni Sünni]

[Böyle büyük mükafat verilebilmesi için, o kişinin, düzgün itikada sahip olması, kul hakkını, kazaya kalan farzlarını ödemesi ve haramlardan vazgeçmesi şarttır.]

(Cuma günü veya gecesi ölen mümin, şehit olur, kabir azabından kurtulur.) [Ebu Nuaym] 

(Ana-babanın kabrini, Cuma günleri ziyaret eden kimsenin günahları affolur, haklarını ödemiş olur.) [Tirmizi] 

(Cuma günü 80 salavat getirenin, 80 yıllık günahı affolur.) [Dare Kutni] 

(Cuma gecesi Yasin suresini okuyanın günahları affedilir.) [İsfehani] 

(Cuma günü veya gecesi Duhan suresini okuyana Cennette bir köşk verilir.) [Taberani] 

Kendisine Cuma namazı farz olan her Müslümanın alış-verişini bırakıp namaza gitmesi farzdır. Özürsüz Cuma’ya gitmemek haramdır. Ezan okunurken de, alış-veriş yapmak mekruhtur. Halbuki alış-verişin kendisi helaldir. Yani alınan mal mekruh değil, helaldir. Fakat ezan okunurken alış-veriş yapılması mekruhtur. (Dürer) 

 Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:(Allah Teâlâ, bugünden itibaren kıyamete kadar size Cuma namazını farz kıldı. Adil veya zalim bir imam [başkan] zamanında küçümseyerek veya inkâr ederek Cuma namazını terk edenin iki yakası bir araya gelmesin! Böyle bir kimse tevbe etmezse, onun namazı, zekatı, haccı, orucu ve hiçbir ibadeti kabul olmaz.) [İbni Mace]

(Allah’a ve ahirete inanan, Cuma namazına gitsin!) [Taberani] 

(Cuma namazını kılmayan kimsenin kalbi mühürlenir [iyilik yapamaz olur], gafil olur.) [Müslim] 

(Cuma namazına giderken ayakları tozlanan kimseye Cehennem ateşi haramdır.) [Tirmizi]

(Cuma namazından sonra, yedi defa ihlas ve muavvizeteyn [yani iki Kul euzüyü] okuyan kimseyi, Allah Teâlâ, bir hafta, kazadan, beladan, kötü işlerden korur.) [İbni Sünni]

(Büyük günah işlenmediği müddetçe, beş vakit namaz ile Cuma namazı, öteki Cuma’ya kadar aralarda işlenen günahlara kefarettir.) [Müslim]

Seferi olana Cuma kılmak farz değildir, kılarsa farz sevabını alır. (Hindiye) Cuma namazı kılınmayan çok küçük köylerde ve kâfir ülkelerinde, cemaatle öğle namazı kılınır ve ikamet okunur. Cuma’nın sahih olduğu yerlerde, öğleyi cemaatle kılmak ve ikamet okumak mekruh olur. (R.Muhtar, Fetava-i Abdurrahim)

Mahkumlara Cuma namazı farz değildir. Öğle namazını cemaatle kılabilirler. Cuma namazı yalnız erkeklere farzdır. Bu husustaki hadis-i şeriflerden ikisi şöyledir: 

 (Cuma namazı kılmak, köle, kadın, çocuk, hasta hariç, her Müslümana farzdır.) [Hakim] 

(Cuma’ya gelmeyen erkeklerin evlerini yıksam diye düşündüm.) [Buhari] 

 Kadınların Cuma günü, öğle namazını evlerinde kılmak için cemaatin camiden çıkmasını beklemeleri şart değildir. (Hidaye) 

Cuma günü oruç tutmak müntahaptır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:(Cuma günü oruç tutana, on ahiret günü oruç sevabı verilir.) [Beyheki] 

 Bazı âlimlere göre de yalnız Cuma günü oruç tutmak mekruhtur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:(Yalnız Cuma günü oruç tutmayın! Bir gün öncesi veya bir gün sonrası ile tutun.) [Buhari] 

(Sünnet ve mekruh olduğu bildirilen bir işi yapmamalıdır! Bunun için Cuma günü orucu perşembe veya cumartesi ile birlikte tutmalıdır!) (Redd-ül Muhtar) 



Cuma Suresi Okunuşu:

1.Yusebbihu lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardıl melikil kuddûsil azîzil hakîm(hakîmi).

2.Huvellezî bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmete, ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).

3.Ve âharîne minhum lemmâ yelhakû bi him, ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).

4.Zâlike fadlullâhi yu’tîhi men yeşâu, vallâhu zûl fadlil azîm(azîmi).

5.Meselullezîne hummilût tevrâte summe lem yahmilûhâ ke meselil hımâri yahmilu esfârâ(esfâren), bi’se meselul kavmillezîne kezzebû bi âyâtillâh(âyâtillâhi), vallâhu lâ yehdîl kavmez zâlimîn(zâlimîne).

6.Kul yâ eyyuhâllezîne hâdû in zeamtum ennekum evliyâu lillâhi min dûnin nâsi fe temennevûl mevte in kuntum sâdikîn(sâdikîne).

7.Ve lâ yetemennevnehû ebeden bi mâ kaddemet eydîhim, vallâhu alîmun biz zâlimîn(zâlimîne).

8.Kul innel mevtellezî tefirrûne minhu fe innehu mulâkîkum summe turaddûne ilâ âlimil gaybi veş şehâdeti fe yunebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).

9.Yâ eyyuhâllezîne âmenû izâ nûdiye lis salâti min yevmil cumuati fes’av ilâ zikrillâhi ve zerûl bey’a, zâlikum hayrun lekum in kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).

10.Fe izâ kudiyetıs salâtu fenteşirû fîl ardı vebtegû min fadlillâhi vezkurûllâhe kesîran leallekum tuflihûn(tuflihûne).

11.Ve izâ raev ticâraten ev lehveninfaddû ileyhâ ve terakûke kâimâ(kâimen), kul mâ indallâhi hayrun minel lehvi ve minet ticârati, vallâhu hayrur râzıkîn(râzıkîne).

| | | Devamı... 0 yorum

En Çok Okunan Yazılar

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!