Çaresizlikten Yeni Bir Dünya Düzeni Kurulurken

Evde kapalı kalmış olma durumundan yararlanarak, hem mevcut hali tarihe tanıklık etmek pahasına yazmak, hem de içimdeki şüphe duygusunu üzerinde kendimce biraz karalamada bulunmak istedim. Önce olayı kısaca anlatayım. Sonra konuyla ilgili düşüncelerimi ve yapılması gerekenleri izah etmeye çalışayım.

Ülkemizde ve Dünyada günümüzde (2020) malum büyük bir virüs (Corona/COVID-19) salgını  var. Bu virüs nedeniyle alışık olmadığımız bir durumla karşı karşıya geldik. Bu süreçte pek çok vefat haberi ve günlük olarak değişen virüslü hasta/vaka sayısı haberleri ile karşılaştık. Allah, virüs salgınına maruz kalan hastalarımıza şifa versin ve bu salgın sebebiyle vefat etmiş vatandaşlarımıza da rahmetiyle muamele etsin inşallah. Hepimizi bu virüs belasından muhafaza etsin ve sağlık sıhhat içinde bizleri daim kılsın. Bu dualara gönülden amin dedikten sonra virüs salgının ortaya çıkış ve yayılma sürecine değinerek yazıya bir giriş yapalım.

Virüs salgını hakkında, öncelikle şunu belirtmek istiyorum. Virüs salgının, ortaya çıkışı ve yayılması hakkında iki temel iddia vardır. Birincisi, hayvandan insana geçip hızlıca yayılma göstermiş olması ki en çok kabul edilen görüş olarak bu gösteriliyor. İkincisi de -her ne kadar bazı çevrelerce yalanlanmış olsa da- bir biyolojik silah olarak laboratuvar ortamında üretilmiş olmasıdır. Bu iki iddianın da doğru olabileceği endişesinden ötürü, aşağıda okuyacağımız satırları, şüpheli bir zihin içerisinde, kelimeleri mümkün olduğunca seçerek, kimseyi bir itham altında bırakmadan yazma gereği hissettim.

Olayın özeti şudur: Çin'in Vuhan kentinde, 12 Aralık 2019'da ortaya çıkan/çıktığı konuşulan, yeni tip korona virüsün bilerek veya bilmeyerek Çin ve Dünya Sağlık Örgütü gibi küresel odaklar tarafından görülmeyerek/gizlenerek zamanı geldiği düşünülen tarihte ortaya atıldığı/çıktığı ve çıkmasıyla birlikte hızlıca başka pek çok ülkeye 1-2 hafta içinde bulaşmasına sebep olduğu düşünülen, pek çok hastayı ölüme götüren, binlerce can kaybının olduğu, bazı ülkelerde çok ciddi manada vaka ve ölümlere sebep olan, ama genel anlamda bütün devletleri küresel ölçekte etkileyen ya da etkilemesini istedikleri bir bunalımla karşı karşıyayız.

Virüsün nasıl ortaya çıktığı konusunda birbiriyle bağlantılı garip şüpheler görüyoruz. Belki bu şüpheler, ilerde daha net olarak ortaya çıkacaktır. Virüs hakkındaki genel söylentiye göre, Çin'de vahşi hayvanların satıldığı bir pazardan, ve özellikle yarasadan insana bulaşmış ve böylece tüm dünyaya yayılmış deniyor. Çin'de bir et pazarından çıkıp, bir anda tüm dünyaya yayılan bir virüs vakası, inandırıcı geliyor mu size bilemiyorum. Dünyada virüs kaynaklı ölümlerin ve vaka sayılarının, hızlı artışı devam ederken, Çin'de durumun kontrol altına alınmış olduğunun söylenmesine de şüphe duymadan inanabilir miyiz? Milyarlık nüfusa sahip koskoca ülke Çin'de, durumun kontrol altına alınmasına ve ilaç tedavisinin işe yarıyor görünmesine nasıl bakmalıyız. Dünya, salgınla boğuşurken Çin'de karantinanın kalkmış olması, hayatın normalleşmesi gerçekten düşündürücü bir durum değil mi? Acaba Çin'de, hayat hakikaten normalleşti mi, her şey kontrol altında mı yoksa haberler mi bu şekilde yönlendiriliyor bunu da bilemiyoruz.

Bu madalyonun bir yüzü, diğer yüzünde ise başka bir sahne bizi karşılıyor.  Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Cao Licien'in, ABD ordusunu Vuhan kentine Kovid-19’u getirmekle itham etmesini nasıl açıklayabiliriz? Salgından tam beş yıl önce yıl 2015'te Microsoft sahibi Bill Gates:  “Önümüzdeki 10 yılda bir şey, 10 milyon insanı öldürürse, bu muhtemelen bir savaş değil, oldukça bulaşıcı bir virüs olacaktır" sözü ile gündeme gelmesi, ve 2020 yılında oluşan bu salgın sebebiyle şirketindeki görevlerini bırakıp da eşiyle beraber kendisini "aşı üretim" çalışmalarına vakfetmesi, acaba normal bir durum olarak açıklanabilir mi? Topyekun aşılama çalışmaları ile yine bir ceplerini doldurma alanı ile karşılaşırsak buna ne diyeceğiz? 

Bu virüs vakasına benzer bir kurgunun, daha önceden roman kitabı (The eyes of darkness) olarak yazılmasına ve daha geniş kitleler görsün diye benzer senaryolara sahip birkaç tane "salgın (Contagion)" filminin çekilmiş olmasına da aynı şekilde masumane inanabilir miyiz sizce? Bu ve buna benzer sorular, görebildiğimiz ya da bize gösterilen/görmemiz istenen bir takım afaki düşünceler olarak bu süreçte önümüze çıkıyor.

WHO tarafından virüs salgını duyurulduktan kısa bir süre içinde, tüm Dünya'da peş peşe vakalar görülmeye başlandı. Dünya haritası, virüsü ifade etsin diye kırmızı renkle boyanmakta ve boyalı ülke sayısı zamanın geçmesiyle gün gün nerdeyse dünyanın tamamını kapsayacak şekilde kızarmaktadır. Çin'in ardından Kore, Japonya'da da vaka boyutu arttı. ABD ve İngiltere önce vakaları çok hafife aldı. Sonra olayın vahameti, bu ülkelerde de ciddi olarak yayıldı. Salgın özellikle Avrupa'da yoğun bir biçimde hissediliyor. Özellikle İtalya sağlık sistemi, yoğun gelen vakalara dayanamadı. İspanya'da huzurevlerinde yaşlılar ölüme terk edildi. İngiltere, Almanya, Fransa gibi ülkelerin de yer aldığı pek çok ülkede okullar tatil edildi. Çoğu ülkede sokağa çıkma yasakları getirildi. Pek çok Avrupa ülkesinde, yıllarca yasaklanmış olan ezan sesleri eşliğinde dualar edildi. Ülke borsaları krize girdi ve işsizlik oranları arttı. Dev şirketlerin CEO’ları, sanki bir şeye hazırlık yapmış gibi tek tek istifa ettiler. Birileri ciddi anlamda kaybederken, birileri de mevcut krizde gücüne güç katarak dünya hükümranlığına soyundu.

Tarihler; 11 Mart 2020'i gösterirken, Türkiye'de dünyada bir pandemi haline gelen virüs gerçeği ile resmi olarak tanıştı ve dünya haritasındaki rengini maalesef kırmızıya dönüştürdü. Yurtdışından resmi ve kaçak yollarla girenler, umreden dönenler gibi öne sürülen sebeplerle, Türkiye virüsle tanışmış oldu. Salgın, Türkiye'de yayılmaya başladıktan sonra peş peşe kararlar alındı, okullar ve üniversiteler tatil edildi. Devlet kurumları ve bankalar kısıtlı çalışma koşullarına geçti. Yaşlılara, hastalara sokağa çıkma yasağı getirildi. Marketlerde sokağa çıkma yasaklarında izdihamlar oluştu. Sosyal mesafe kuralı denen, kişiler arası 1-2 metre kuralı, cerrahi maske takma, toplumun her yerinde uygulamaya koyuldu. 

Türkiye eğitimde ilk defa, büyük çapta 'uzaktan eğitim' ile tanıştı. EBA TV kanalları kurularak, eğitim online olarak verilmeye başlandı. Kamuda ve özelde yarı zamanlı çalışma modelleri ve saatleri düzenlendi. Vatandaşların çoğu, virüs testleri için hastanelere akın etti. Pek çok mekan, bu virüsten nasibini aldı, çalışma şartları yeniden düzenlendi. Lokanta, restoran, kahvehane, kütüphane, alışveriş merkezleri, eğlence mekanları gibi yerlere yasak geldi. Toplu ulaşıma kısıtlamalar geldi. Hastalık gösterenler evinde karantinaya alındı ve telefon uygulamaları ile kontrollü takibe alındı. Küçük esnafın çalışma koşulları, internet site satışları altında ezildi. Bazı işyerleri, ciddi manada zenginleşirken bazılarında ise süreçte işten çıkarılma ve yoksulluk vakaları artmaya başladı. İş anlayışı değişerek, uzaktan çalışma modeli yaygınlık kazandı.

Vatandaşlar, bu salgında üstün performans gösteren sağlık çalışanlarını peş peşe üç gece topluca alkışladı. Minarelerden yatsı ezanından sonra müezzin tarafından toplu dualar edildi. Hatta yapılan bu dualar, bazılarına virüs salgınını unutturup, küflenmiş din düşmanlıklarını bile ortaya çıkardı. Belli kesimler, salgının nedeni olarak, o kadar Avrupa'dan Amerika'dan gelen vatandaş varken hemen umrecileri suçlamaya başlayıverdi. Yurtdışından dönenler karantinaya alınınca onlara sosyal medyadan hakaret edip,  ‘dua’ isteyen mesajlarının altına ‘duayla değil bilimle’ diye yazanlar, virüsün esas kaynağının "din" olduğu mesajını vermeye kalkışan kıt akıllı bir dinsizin çizdiği, "sakallı, takkeli bir hocanın beyninin, dezenfekte edildiğini gösteren karikatür", virüs için duaya toplanan, kurban kesen ve hatim okuyan vatandaşları aşağılayan onca paylaşım, pis bir zihniyetin bu vesileyle açığa vurulmasını gösteriyordu. Oysa Allah, "Rabbiniz dedi ki: "Bana dua edin, size icabet edeyim. Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenenler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir." (Mümin Suresi-60) ve "Sizin duanız olmasaydı Rabbim size hiç değer verir miydi? Fakat siz gerçekten yalanladınız; artık (bunun azabı da) kaçınılmaz olacaktır." (Furkan Suresi-77) ayetleri; duanın önemi hususunda, insana büyük bir ders niteliğindedir. Keşke bunu anlayabilmek bu kadar zor olmasaydı. Keşke her olayda, bazılarının içindeki bu iğrenç din düşmanlığı, bu kadar ortaya serilmeyip, Allah'a olan teslimiyete sebep olsaydı, ne de güzel olurdu ama mühürlenmiş kalpler ve inadi küfür içindekiler, maalesef hiçbir fırsatı kaçırmazlar.

Toplumlar, bu süreçte ikiye bölünmüş bir durumdadır. Kimileri bu virüs olayını hiç dikkate almayıp, olduğu gibi yaşamaya devam ederken, kimileri de yaşamlarını tam bir psikolojik travma haline dönüştürmüştür. Kamu ve özel sektörde işler bir bir durmaya başlarken, sağlık çalışanları daha yoğun çalışmaya ve üstün performans göstermeye devam etmektedir. Din hizmetleri, toplu namaz ve ibadetler askıya alınırken, minarelerden camiye gelmeyin sedaları, müezzinlerin boğuk sesleri eşliğinde yankılanmaktadır. İnsanlar evlere kapanırken ekonomik bunalım ve işsizlik durumları, her geçen gün daha fazlasıyla hissedilmektedir. Dünyayı sarsan virüs olaylarına kayıtsız kalan bazı kesimler de ortada bir salgın yokmuş gibi,  sanki hiçbir şey olmamış gibi, pervasızca yaşamaya, hayatlarını en küçük taviz vermeden sürdürmeye devam ettiler. Yapılan uyarılara hiç aldırmayıp, yasaklara karşı pervasızca davrananlar, asker uğurlaması adı altında otogarları doldurup sıkı fıkı sevinç ve eğlence yaşayanlar, ortalık yerde nişan ve düğün yapıp, beraber sarmaş dolaş halay çekenler, gökyüzünde güneşi görüp balık tutmaya çıkanlar, parklarda ve bahçelerde mangal yapanlar gibi mevcut tecrit düzenine aykırı davranış ve umursamazlıklar ile dışarıya çıkmış yaşlıları sanki birer suçluymuş gibi yakalayıp, videolarını çekerek internet alemine yükleyerek zevzeklik peşinde koşanlar, virüsün kaynağı olarak dini gören İslam'ın ruhundan hiç nasibini almamış insan müsveddelerinin akıl tutulmasını andıran bilinçsiz davranışları da bu süreçte ekranlara yansıyan ve pes dedirten görüntüler olarak kaydedildi.

Dünya genelinde sürmekte olan virüs salgını nedeniyle insanların çoğu, evlerinde zorunlu karantina altına alınmış durumdadır. Salgın durumunun endişesi, basın ve sanal medya yoluyla hızla artırılırken, insanların korku halleri sürekli olarak tetiklenmektedir. Her gün haber kanallarında dünyanın herhangi bir yerindeki virüs vakaları ve virüs kaynaklı ölenlerin sayıları insanların anıları, yaşantılarını, geçmişlerini yok sayılarak sadece “bir adet” olarak ifade edilmektedir. Her gün akşam haberlerinde “o gün hangi ülkede kaç kişi” bu virüsten ölmüş bunun haberi verilmektedir. Yok olup giden tanımadığınız binlerce hayattan, bir iki dakikalık metin sayesinde haberler sunulmaktadır. Ölüm sayıları, önceleri "bir hayat" ifade ederken, virüs haberlerinde vakalardan sadece "bir adet" olarak bahsedilmesi ne kadar da acıdır. Ölümler, genelde yaşlı insanlardan oluşunca, ihtiyarlar toplumdan tecrit hayatına sürüklenmekte ve sanki yaşlılar yok olması gereken, dünya sisteminin işlerliğini bozan bir yükmüş gibi görülmeye başlanmıştır. Yeni dünya dedikleri düzen, yaşlılarıyla ve insanların umursamazlıklarıyla, küçük bir virüs yüzünden maalesef sınav vermektedir ve korkarım ki dünya, bu sınavı yavaş yavaş kaybetmektedir.

Karantinaya alınan insanların durumları her geçen gün daha acı bir hal almaktadır. Hükümet ve devlet yetkililerinin ağızlarından çıkacak her karar, artık daha yakından takip edilmekte ve harfiyen uygulanmaya çalışılmaktadır. Karantina hakkında emir ve yasaklara uymayanlar için cezai işlemler uygulanmaktadır. TV’lerde artan virüs kaynaklı ölüm haberleri, virüs belgeselleri, virüs/salgın filmleri, psikoloji konulu diziler, hastane köşelerinde inim inim inlemekte gösterilen insanlar eşliğinde ardı ardına sunulan kamu spotları, dezenfektan, temizleyici, virüs öldürücü hijyen makine reklamları bu süreçte dikkate değer gelişmeler olarak gözlemlenmektedir. Cenaze törenleri üç beş kişi katılımla, çok yoğun güvenlik önlemleri ile çarçabuk yapılmakta ve taziyelere izin verilmemektedir. Ölenlerin yıkanıp, kefenlenmesi bile bu süreçte bir mevzu haline gelmiştir. Virüs ortamını fırsat bilen bazı şahsiyetsizler de çeşitli dolandırıcılık yöntemlerine başvurmakta, maske, kolonya, dezenfektanlar ve temizlik ürünleri gibi malzemeleri stoklanmakta, fahiş fiyatlarla vatandaşa satışa sunmaktadır. Marketlere gıda alışverişi için gelen binlerce müşterinin, yağmayı andıran görüntüleri de bu salgın günlerinde gündemimize düşmektedir.

Virüsün doğal yollarla mı, yoksa laboratuvar ortamında mı, üretildiği konusunda şüpheler varken, virüsün tüm dünyayı bir anda etkilemesi de akıllarda soru işaretlerine neden olmuştur. Bu tür komplo tezleri, toplumda tartışılmaya başlanmış ve anormal bir durumla karşı karşıya kaldığımız gerçeği, akil insanlar tarafından dile getirilmiştir. Geçmiş yıllardaki filmlerde ve roman kitaplarında bu şekilde bir biyolojik salgın/silah olabileceği düşüncesi, bilim kurgu etiketi altında işlenmiştir. İster insan görünümlü yaratıklar tarafından bir biyolojik silah olarak üretilmiş virüs/komplo teorisi olsun, ister doğal yollarla ortaya çıkan ve insanlığa ilahi bir ikaz niteliği olan yeni bir virüs olsun, isterse de bir kıyamet alameti olan Deccâl’in fitnelerinden bir fitne olsun, bu vaka; Allahü Teala'nın ilmi ve kudreti dışında değildir ve ilahi kader eşliğinde, bu süreç tıkır tıkır işlemektedir. Ve artık bu olay nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, alışılmış dünya düzeninde, farklı sonuçlar doğuracağı da aşikardır.

Dünyadaki alışılmadık bu garip durumun, her geçen gün daha farklı sonuçlar doğuracağı aşikardır. Belirsizlik ortamı devam ettikçe, insanların korku halleri ile endişeleri, hayatların ekserisine hakim olmaya başlamıştır. Durum, nasıl ve ne şekilde devam edecek, bu bir senaryo mu, yoksa büyük bir afet mi, şeklindeki soruları ihtiva eden bilinmezlik yolculuğu, tüm dünyayı sarmış halde her gün daha farklı bir görüntüyle çevrelenerek devam ediyor. Artık yeni bir dünyaya kapılarımızı açıyoruz. Dünya hiçbir yönden eskisi gibi olmayacak gibi duruyor. Davranışlarımız, korkularımız, parasal ilişkilerimiz, toplumsal yapımız, zaten gittikçe uzaklaşmaya başlamış olan insani ilişkilerimiz, ekonomik yapılar, kültürel ve dini kavramlar gibi bir anda akla gelebilecek her şey tek tek değişecek gibi gözüküyor. Bu şer gibi gözüken ortam, belki İslam alemi için hayırlara vesile olacak. Bunu şimdilik hiç bilmiyoruz. Eğer bu virüs tüm dünyaya bir tuzak ve bir fitne olarak kurulduysa; belki bu tuzaklar, tuzak kuranların başlarında patlayacaktır. Belki bu ortam, gözle bile görülmeyen küçücük bir virüs sebebiyle, var olan tüm fitne ve fesatlıkları yıkıp, şer odaklarının kendi elleriyle yıllarca planlayıp, özenle hazırladıkları düzenlerini bir bir yok edecektir. Bunların hepsini bizlere zaman gösterecektir.

Dünyada, kıymetli olan her şeyin sorgulandığı bir ortamda, ticaret, ulaşım ve iletişim gibi en temel yaşama haklarının alt üst olduğu, hiçbir şeyin sağlık kadar mühim olmadığı gerçeği, tüm insanlar tarafından maalesef garip bir çaresizlik içerisinde öğrenilmiştir. Evlerimiz, arabalarımız, yatlarımız, bankada duran paralarımız..vs. gibi bize ait olduğunu düşündüğümüz her ne varsa, esasında hiçbirinin bize ait olmadığını anladığımız, acı bir tecrübe ile karşı karşıyayız. Sağlıktan, bir nefes fazla almaktan daha mühim bir şeyin şu dünyada olmadığını acı bir şekilde öğrendik. Yaşamak için her şeyi bir anda feda edebileceğimizi, vazgeçmem dediğimiz her şeyi hiç düşünmeden bir anda silebileceğimizi öğrendik. Beğenmediğimiz, sürekli şikayet ettiğimiz hayatımızın aslında ne kadar da anlamlı olduğunu anladık. Bir virüs ile Allah, biz insanoğluna ne büyük ibretlik dersler verdi ve bu dersi şu kısacık hayatlara nasıl sığdırdığını gördük.

Dünya, insanlar için bir imtihan vesilesidir. İmtihanın amacını bilen insanlar, dünyaya neden geldiklerini anlayabilirler. İnsan, pervasızca tüketip kullandığı dünya nimetlerinden sorguya çekileceğini bilmek zorundadır. İnsan, kendisine verilen ömür içinde, hiç durmadan arayarak Hakk’ı bulacak ve diğer insanlara da Hakk’ı tavsiye etmek için gönderilmiştir. İnsan, bu gerçeği tam olarak anladığında ve kendine verilen sürenin ne kadar önemli olduğunu hissettiği anda, nasıl hareket etmesi gerektiğini çözebilir. İnsanı, ölümden ancak eceli korur. Eceli gelmeyen bir insana, var olan hiçbir şey zarar veremez, hiçbir keder onu korkutamaz. İnsana canını Allah vermiştir ve ancak Allah alacaktır. Biz ne kadar uğraşırsak uğraşalım sevdiklerimizi, değer verdiklerimizi başlarına isabet edecek bir musibetten asla koruyamayız. her türlü tedbiri alırız ama muhafaza edemeyiz. Hafız isminin mutlak sahibi, Allah'tır. Bu yegane gerçektir. Var olan bütün musibetler ve kederler insan için ancak bir imtihan vesilesidir.

İnsan bulunduğu her hal ve ortamdan, ders çıkarmak üzere yaratılmıştır. Bu virüs sayesinde insanlar; özgürlüğün, sayısız nimetlerin, gezmenin, eğlenmenin, hesapsız alışverişlerin, insanlarla iletişim kurmanın, hayvan ve doğa sevgisinin, temiz ve hijyenik olmanın, sevdiklerine karşı özlemin, işe gitmenin ve bir iş sahibi olmanın, nefes almanın, ne kadar kıymetli olduğunu az çok muhasebe edip anlayabilmişlerdir. İnsanlar; dünyada sahip oldukları her şeyin aslında kendilerine birer emanet olduğunu az çok idrak etmişlerdir. Kısa ve öz olarak dünya hayatının bir yalandan ibaret olduğunu anlayan insanlar, esasında hakikat sırrına mazhar olacaklardır.

İnsanlarımız bir korku kültürü içerisinde, evlerine kapanmış vaziyette hayatlarını devam ettirirken, bu durumdan pay çıkarmak maksadıyla yeni bir dünya düzeni kurgulayanlar; paranın ve kıymetli eşyaların bilerek değersizleştirildiği bir kapitalizm sorgusu mu yapmaktadır? Acaba kapitalizm, yeni bir evreye mi geçmiştir? İnsanların tamamıyla azınlık bir zümre tarafından köleleştirildiği, iş ve mesleklerin giderek önemsizleştirilerek, robot ve yapay zeka yardımıyla yok edildiği, kültür ve dinlerin tahakküm altına alındığı, kimin nasıl yaşayıp nasıl yaşamayacağına karar verildiği, yapay Tanrı modellerinin ortaya çıkarıldığı/çıkarılmak istendiği bir dünya mı tasavvur edilmektedir? Tek dünya devleti ve küresel sistem derken; azınlık bir zümre tarafından kontrol edilen gıda, ilaç, silah ve diğer tüm sanayilerin tek elde toplandığı, insanların bu azınlık zümreye köle olarak bağlandığı, bir ortamın hayali mi kurulmaktadır? Bu soruların cevaplarını zaman gösterecektir.

Kimin, nerede ve nasıl yaşayacağına karar verenler/karar verdiğini zannedenler, kimin hangi yiyecekleri yiyip/yiyemeyeceğini ve ne kadar oranda yiyeceğini organize edenler, milletlerin sağlığına ve hasta olmasına karar verenler, küçücük beden ve zekalarıyla esasında ilahlığa soyunduklarını görmüyorlar mı?

Dünyada bu kadar düzensizliğin, bunca hayasızlığın, bu denli bir büyüklenme ve kibrin neye mal olacağını elbette bilemiyoruz. Bildiğimiz bir gerçek varsa o da şudur: "Onlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, kafirler hoş görmese bile kendi nurunu tamamlayacaktır." (Saff suresi-8) Mutlak güç ve iktidar ancak hüküm ve hikmet sahibi olan Allah azze ve celle'dir. Bütün tuzakları boşa çıkaracak olan, azamet ve kibriya sahibi ancak Allah'tır. "Küfürde 'büyük çaba harcayanlar' seni üzmesin. Çünkü onlar, Allah'a hiçbir şeyle zarar veremezler. Allah, onları ahirette pay sahibi kılmamayı ister. Onlar için büyük bir azap vardır." (Al-i İmran-176) "Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz."(Al-i İmran-139) ayetleri bize tek kudret ve hüküm sahibinin, Allah olduğunu açık açık göstermektedir. Yeter ki ayette de geçtiği gibi bizler, bu hakikate, bu ilahi ikaza kalplerimizi ve dilimizi eğip bükmeden gerçekten iman etmiş olalım.Şimdiki mevcut salgın ortamının sebebi olarak gösterilen virüs özelinde düşündüğümüzde; inandığımız ayet ve hadisler, bizlere birer ibrettir. Tehlikeye ve musibetlere körü körüne atılmamayı emreden Allah, Kuran-ı Kerim'de şöyle hitap eder: "Allah yolunda infak edin ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah, iyilik edenleri sever."(Bakara Suresi-195) Bir başka ayet-i celile'de, Rabbimiz Eyüp (a.s) içine düştüğü hastalığı karşısında örnek vererek, teslimiyet biçimini bize gösterir: "Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: "Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın." (Enbiya Suresi-83) Başka bir ayette Kur'an-ı Kerim; şifanın sadece Allah'tan geldiğine işaret eder: "Hastalandığım zaman bana şifa veren ancak O'dur." (Şuara Suresi-80) Müslümanların benzer musibetler karşısında, ancak sabretmeleri gerektiğini, Allah şöyle ifade eder: "Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır." (Bakara suresi-177)

Dünya hayatında karşılaşılan her türlü kötülük ve musibet karşısında nasıl konuşacağımızı, Kitabımız bizlere şöyle gösterir: "Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: "Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz." (Bakara suresi-156) Başa gelebilecek her türlü sıkıntıya rağmen tedbir ve tevekkül içinde olmayı, bir başka ayette Allah, inanan kullarına şöyle emreder: "De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevla’mızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe suresi-51) Başa gelen her şeyin insana kendi yapıp ettiklerinin bir sonucu olduğunu şu ayet çarpıcı bir şekilde gösterir: "Size isabet eden her musibet, (ancak) ellerinizin kazandığı dolayısıyladır. (Allah,) Çoğunu da affeder. Siz yeryüzünde (O'nu) aciz bırakacak değilsiniz. Ve sizin Allah'ın dışında ne bir veliniz vardır, ne bir yardımcınız vardır." (Şura suresi-30/31)

Allahü Teala dilemezse hiçbir şey insana zarar veremez. Bu gerçeği bir ayet-i kerime, paslanmış yüreklere adeta şöyle haykırır: "Allah'ın izni olmaksızın hiçbir musibet (hiç kimseye) isabet etmez. Kim Allah'a iman ederse, onun kalbini hidayete yöneltir. Allah, her şeyi bilendir." (Tegabün Suresi-11) Kur'an'ı Kerim her konuda bizlere bir rehberdir. Kur'an'ı Kerim'de okuduklarımızı, kalbimize her zerresiyle nakşedip, hayatın akış süreci içinde değerlendirme imkanı bulabilirsek, ancak o zaman hayatımıza bir anlam çıkarabiliriz.

Konu ile ilgili daha pek çok ayet vardır. Ayetlerden ancak birkaç tanesini meramımızı anlatması için burada yazımıza dahil ettik. Hadis-i şeriflerde de mevzuyu derinlemesine incelemeye imkan veren pek çok rivayet mevcuttur. Özellikle bir tanesini virüs özelinde burada zikretmek önemli olacaktır. Salgın hastalıklarla ilgili Rasülüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurdular: "Bir yerde veba çıktığını duyarsanız oraya girmeyiniz, bulunduğunuz yerde veba çıkmışsa oradan da ayrılmayınız." [Buhari, Tıbb 30, Enbiya 50, Hiyel 13, Müslim, Selam 92, (2218), Muvatta, Cami 23, (2, 896), Tirmizi, Cenaiz 66, (1065)] Salgın hastalıklar hakkındaki şu rivayeti konuyu aydınlatması için burada söylemeden geçemeyeceğim. "Hz. Ömer (r.a.) bir yolculuktayken, gitmek üzere oldukları Şam’da salgın hastalık zuhur ettiğini haber alınca gerekli istişareler neticesinde Şam’a gitmekten vazgeçmiştir. Aslında Cenâb-ı Hakk’ın ve Hazret-i Peygamber’in emrine daha muvafık olan bu ihtiyat ve tedbir karşısında sahabeden Ebû Ubeyde bin Cerrah (r.a.), Hz. Ömer’e (r.a.): “–Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun? diye sormuş, Hz. Ömer (r.a.) ise, o âlim ve fazıl sahabeden böyle bir suali beklemediği için: “–Keşke bunu senden başkası söyleseydi Ey Ebû Ubeyde! Evet, Allah’ın kaderinden, yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz. Ne dersin, senin develerin olsa da bir tarafı verimli, diğer tarafı çorak bir vadiye inseler ve sen verimli yerde otlatsan Allah’ın kaderiyle otlatmış; çorak yerde otlatsan yine Allah’ın kaderiyle otlatmış olmaz mıydın?” (Buhârî, Tıb, 30) şeklinde hitap ederek, insanın tedbiri alıp, sonra tevekkül içinde davranması gerektiğini Hz. Ömer, bizlere uygulamalı olarak göstermiştir.


Virüsün yayılmasını önleme için ardı ardına tavsiyeler sunan hekimler, elleri yıkamanın, ağza ve buruna su vermenin ve her daim temiz olmanın önemini anlatıyorlar. Peygamber efendimiz yıllar önce abdestin her derde deva olduğunu anlatıp, yemeklerden önce ve sonra ellerin yıkanması gerektiğini, tuvalette su ile temizliğin çok mühim olduğunu uygulamalı olarak, biz insanlara tebliğ etmiştir. Hadis-i Şerifte, Rasülüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), "Kim abdest alır ve abdestini güzel yaparsa günahları, hataları vücudundan tırnak diplerine varıncaya kadar çıkar dökülür." (Buhari, Vudu 25, Müslim, Taharet 8) buyurmuştur. İnsanlar, İslam'ın bu temizlik gerçeğini, virüs sayesinde artık bizzat yaşayarak gördüler. Dünyada yayın yapan dergiler ve basın bültenleri, Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v)'i ve tebliğini okuyucularına anlatmaya ve İslam'ın temel prensiplerinin ne kadar değerli olduğunu iletmeye başladılar. Mikroskop altında zor görülen küçücük bir virüs, tüm insanlığı ve düzeni değiştiriyor, kimilerini de Yaradan Rabbin davetine çağırıyordu. Hak elbette ortaya çıkacaktı. İnsanlar bir ibret vesikası olan bu salgın döneminde kendi hayatlarını sorgulayarak, ya değişecekler ya da eski hayatlarına dönebilmenin özlemi içerisinde psikolojik travmalara maruz kalarak “yeni normallerine” alışacaklardı.

Son söz olarak bu zaman zarfında neleri yapabileceğimizi dile getirerek yazıyı noktalım; Müslümanlar olarak bizler; yukarıda zikrettiğim ayetler ve hadisler çerçevesinde şöyle bir hareket tarzı benimsemeliyiz. Her olay karşısında daima ihtiyatlı davranmalı, bakış açımızı sürekli taze tutup, bütün tedbirleri aldıktan sonra tevekkül içerisinde Allah'a teslim olmalıyız. Her olaya farklı açılardan bakabilmeyi öğrenmeliyiz. Her durumdan, kendimize bir ibretlik ders çıkarmalıyız. Hiçbir zaman tedbiri elden bırakmayıp, kendimizi ve sevdiklerimizi her şart altında ümitsizliğe düşmeden muhafaza etmeye gayret göstermeliyiz. İnsan olma vasfımız gereği, sürekli kulluk bilinci içinde, acizliğimizi bize gösteren Allah'a yalvarma halinde olmalıyız. Asla kibir ve büyüklenme içerisinde olmamalıyız.

Azamet sahibi olan ancak Allah'tır. Allah'ın affetmeyeceği günahlardan birisi, şeytanla özdeşlemiş olan kibir günahıdır. İnsan acizdir ve bu acizliğini bilerek dünya yaşamına devam etmelidir. Başımıza gelen bütün musibetlerden çıkaracağımız çok ders vardır. Önemli olan samimiyetle davranarak, hayatımızı ibadet bilinci içinde geçirmek ve Yaradanı asla unutmadan yaşamaya devam edebilmektir. Allah, tam bir bilinç hali içerisinde yaşamımızı sürdürebilmeyi, iman ve ihlas içerisinde hareket ederek, ruhumuzu teslim edebilmeyi, hepimize nasip etsin. Bizlerin sağlık ve sıhhatlerinin Allah'ın himayesinde olması temennisiyle, Cenâb-ı Hak hepimizi her türlü salgın, afet ve belalardan muhafaza etsin inşallah. (amin).


24/03/2020 
Kadir PANCAR
| | | Devamı... 2 yorum

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!

En Çok Okunan Yazılar