Kız çocuklarımıza verdiğimiz isimleri arasında ‘Jülide’nin ‘perişan görünümlü, dağınık’ , ‘Nalan’ nın ‘ için için ağlayan, gözyaşı döken’ , ‘Nahide’ Farsça’da ‘Turunç memeli kız’ ’Suna’ nın ‘erkek ördek ‘ anlamına gelmektedir.
Net Fikir » Ekim 2013 Arşivi
Deyimlerimiz ve Gerçek Anlamları
Sözcüklerdeki
‘anlam kaymasını’ ne denli göz önünde tutarsanız tutun, sözcükleri
okudukça bazılarının bizimle adeta dalga geçtikleri anlaşıldığı bazı deyimlerin de tarafımızdan çok yanlış kullanıldığı gözlenmektedir.
İşte çok sık kullanılan deyimlerimizin esas anlamlarından bir kaçını sizinle paylaşalım.
Sözcüklerden Bazılarının Anlamları:
"‘lan’ Arapça, ‘uğlan’ kökenli olup, zamanla ‘ülan, ulan, ülen’ şekline dönüşen biçimiyle ‘Kerimoğlu’ türkümüzde “... Haydülende haydülen….” dizeleriyle bağdaş kurup oturmuş. Sözcüğün temelindebizim ‘erkekliğimiz’ vurgulandığına göre, bizi çileden çıkarması niye?“Zibidi’; Farsça, ’zibidan’ kökenli, ‘süslü, bakımlı, yakışıklı’, (‘herif” sözcüğü de benzer anlamlı, Anadolu kadının erkeğine ‘beyim,kocam’ demektense Sıpa; Abazacada ‘spau’ şeklinde geçiyor, ‘çocuk, yavru, sevimli’ , ayrıca Arapça, ‘sabi, yani günahsız’ anlamında kullanılırken, ‘siyasetçi’ ile ‘seyis’ sözcüğünün aynı
kökenli oluşu şaşırtıcı
olmalı. ‘benim herif’ demesi boşuna değilmiş) ““Parlemento; Fr. ‘parlere’ kökenli ‘konuşma yeri’, İtalyancada ‘yalan söylenilen yer’ anlamında kullanılıyor olması , “oruspu; Farsça ‘ruspi’ kökeninden gelmesi ve ‘Toplum içinde alnı açık gezen insan’ anlamında,"kaltak", ‘atın eyeri, kıç kısmımızı teslim ettiğimiz yer’ anlamında, W.C kısaltmasının açılımı ‘water closed’ olduğu sanılsa da, Efes
kazıları bunu yalanlamaktadır. ‘Vespesius Claudius’ (ilk harflerinin
kısaltılmasıyla V.C) döneminde kapalı bölmeler, yani umumi helâ
yapıldığı ve ‘VC’ olarak anıldığı ortaya çıktı. Latin kökenli dillerin
tapulu malı sanılan ‘water’ sözcüğünün kökeni bal gibi Anadolu olduğu,
Hititler döneminde ‘ su, dere yatağı, kaynak’ anlamında kullanıldığı Latin dil uzmanları bile tartışmıyor.
Kız çocuklarımıza verdiğimiz isimleri arasında ‘Jülide’nin ‘perişan görünümlü, dağınık’ , ‘Nalan’ nın ‘ için için ağlayan, gözyaşı döken’ , ‘Nahide’ Farsça’da ‘Turunç memeli kız’ ’Suna’ nın ‘erkek ördek ‘ anlamına gelmektedir.
Kız çocuklarımıza verdiğimiz isimleri arasında ‘Jülide’nin ‘perişan görünümlü, dağınık’ , ‘Nalan’ nın ‘ için için ağlayan, gözyaşı döken’ , ‘Nahide’ Farsça’da ‘Turunç memeli kız’ ’Suna’ nın ‘erkek ördek ‘ anlamına gelmektedir.
Deyimlerin Gerçek Anlamları
Sözcükleri iyi okumaması metin anlaşmazlığına, en çok da deyimlerin
yorumlanmasında dert olduğunu biliyoruz.Doğru bildiğimiz yanlış
deyimlerden bazılarını paylaşmak isterim:
Kısa kes Aydın (abası) havası olsun:
‘Hava’ denilen şey, kesilip kısalan, eklenip uzamayacağına, bir
yanlışlık olduğu belli. ‘Aba’ her türlü giysinin adıydı, kumaş türleri
ve teknoloji bu sözcüğü dilden düşürdüğü kesin. Ege’de, özellikle Aydın
yöresinin çobanları uzun kepeneği (aba) tercih etmez. O günlerde her
türlü aba (ilkel kumaş) Fas’ın ‘Fez’ şehrinde yapılmaktaydı.( ‘fes’ sözcüğü ‘fez’ gelir)
‘Aba’ siparişi veren tüccarın: “Bunlar Aydın çobanı, abaları aman kısa
kesin, kısa!” diye, uyaracaktır. Dilden düşen ’aba’ sözcüğü yerine
halkın uydurma gücü devreye girdiği anlaşılıyor; ‘aba’ yerine ‘hava,
halva, helva… gibi, uydurma sözcükleri kullanan çok Aydınlı
görmüşümdür.
Alaturka iş yapmak:
İtalyanca ‘alla Turkca’ (Türk usulü, Türkler gibi) sözcüğünün dilimize yansıyan biçimidir
Bel bağlamak:
Tarikatların devlet yönetiminde etkin olduğu dönemde, tarikata yeni
girenlerin beline ‘kuşak ‘ bağlama töreni yapılırdı. Kuşak sizin ne
denli güvenilir insan olduğunuzun bir simgesiydi. (Mevlevilikte gençlerin beline bağlanan bu kuşağa ''elif nemed “ Bektaşilikte ise “tiğ-bend “ denilirdi.)
Burnundan fitil fitil getirmek:
‘Beddua’ niyetine kullandığımız deyimin kilit sözcüğü olan ‘fitil’; lamba fitili, ovalamakla deriden çıkarılan yuvarlak kir, yaraya konulan pamuk, örgü gibi
anlamına gelir ama ‘örgülü, düğümlü iplik’ (fitil) aynı zamanda bir
işkence aleti olarak kullanılırdı. Bu Kaynak: Evliya Çelebi anıları)
iplik (fitil) şüphelinin ağzından
ve burnundan zorla sokularak, ileri geri çekilerek zanlı konuşmaya
zorlanırdı. (
Cuk (diye) oturmak
‘Cuk’ sözcüğünün kökeni bilinmiyor, ama ‘cukkala, cumbul , cumburlop,
cuk oturmak’ sözcüklerinin aynı kökenden geldiğini biliyoruz.. Ayrıca,
‘cuk oturmak’ aşık kemiği oyununda kemiğin düz yere düşmesi olarak
bilinir. Bu deyim “tam yerinibulmak, köşe taşı gibi
oturmak, denk düşmek” anlamında kullanılır. Arkeolojide dişi durumda
olan sütun boşluğuna kurşun eriyiği döküldükten sonra, üste gelecek
–erkek- sütunun konulmasıyla çıkan ‘cuk’ sesi çok önemlidir; bu ses,
sütunlar arasında boşluğun kalmaması, hava boşluğunun alınıp alınmadığı,
sütunların ne denli sağlam oturduğunun göstergesidir.
Tüylerindeki benekler, çiller deniyle Anadolu’da “keklik” kuşuna
“çil” denildiği,kekliğin yavrularına pek özen göstermeyen bir kuş türü
oluşu bilinse sorun kalmayacak. Yavrular karınlarını doyurmak için
çaresiz bir şekilde etrafa dağılmak zorundadır.
Çilingir sofrası:
Padişahlara sunulacak yemekler ‘çeşniğir’ denilen (Farsça, ‘tadımcı’ demek olan)
kişi tarafından tadılırdı.Tadımcının tattığı yemekler doyumluk değil,
tadımlık olduğu için küçük tabaklar içinde getirilirdi. Padişahlık
döneminin kapanmasıyla halk “çeşnigir’ sözcüğü gerçek anlamını
yetirmiştir. Rakı sofralarında soğuk yiyeceklerin küçük tabaklar içinde
getirilmesine eskiler çeşnigirin sofrasına konan tadımlık yiyeceklere
benzetildiğini,içkinin anahtar gibi çeneleri açtığının önemini az
değildir.
Damızlık (olarak seçilmek, bırakılmak) hayvan:
Kökeni ‘tam/dam’ olan ‘damızlık’ sözcüğü (döl alınan güçlü erkek hayvan)
doğru bildiğimiz yanlışlar arasındadır.Çıkış noktası ilk akla geldiği
gibi ‘hayvan’ değil, insandı. Sümerlerde ‘dumuzı’ veya ‘damuzı ‘
şeklinde geçer, ‘güvenilir veya oğul’ anlamında kullanılır ve ‘temmuz’
sözcüğü tanrı Tammuz’dan gelir. Sümerce ‘dumuzi’ İnanna, Akadlar’da
İştar’ın eşi, Suriye mitolojisinde Adonis, Türk Altay mitolojisinde
‘tamus, tammus, tamıs, dumıs’ şeklinde geçer. ‘Dumuzi’ bahar aylarında
düzenlenen bir şenlikti. Bu şenliklerde köyün, yörenin, obanın, en
yakışıklı, güçlü delikanlısı özel giysilere bürünüp, şenlikler eşliğinde
ev gezmesine çıkarılırdı. Bu delikanlıya ‘Tammuzluk’ denirdi. Kutsal
dinler sonrası bu sözcüğün nedense insanlıktan koparıp, hayvanlara
bağışladığı anlaşılıyor.
Darısı başına:
Eski Türkçede “tarık, tarı” ‘ekin’ anlamına gelen bir sözcüktü.
Zamanla ‘ darı, tarım, tarla ‘ sözcüklerini aynı kökenlidir. Tarlaya
‘darı’ tohumu atma beklenen, özlenen bir dönemdi. “Bu mutlu anı gelecek
sene tekrar yaşayalım, sen de gör” anlamında kullanılır.(Çağataycada ‘tarık’, Kırgızcada ‘taru’, Moğolcada ‘ tara’ şeklinde kullanılır)
Dolap çevirmek:
Eskiden kadın ve erkeklerin aynı sofrada yemek yemezlerdi. Yemek,
kadınlar bölümünde pişer, belli eksen etrafında dönen dolaplar sayesinde
erkeklere ulaştırılırdı. Zamanla dolap amacı dışında kullanılmaya
başlanır, erkekler dolap gözlerine mendil, lokum, mektup…gibi şeyleri
koyarak sevdiklerine ileti vermeye başlayınca deyim dile düşer.
Eften püften (deli kıza-sarı öküze- kaftan)
Arapça kökenli ‘kaftân’ kökeninden türeyen giysi, uzun kollu ve önü
açık cübbe" anlamına gelir. Eskiden ninelerin sıkça yaptığı bir
uygulamaya dayalı bir deyimdir, işe yaramaz küçük kumaş parçalarının
birbirine eklenerek - özellikle küçük çocuklara –dikilen giysi türleri
için kullanılırdı.Yani, deyimin aslı ’eften’ değil, “Ekten püften,
sarı kıza kaftan” olmalıydı.
Elinin körü:
Doğrusu “ Ehlinin gûru (mezarı)” olmalıydı. Eskiden, “senin ya
da ailenin mezarını….” şeklinde başlayan küfür karşılığı olarak
kullanılırdı. ’Ehil ve gûru’ sözcükleri dilden düşünce, halkın uydurma
gücü nün devreye girdiği anlaşılıyor.
Eski kulağı kesiklerden ( kulağı delik olmak, kulağı küpeli, kulağı yırtık…) :
Yeniçeri askerleri arasında kabul gören tarikat-Hacı(doğrusu ‘hace’ olmalıdır) Bektaş-ı Veli felsefesine
göre, üye olacak delikanlının öncelikle kulağının delinir,bir törenle
kulağa küpe takılması geleneği de vardı.Kulağa küpe takılan askerin asla
evlenmemesi gerekmekteydi ama zamanla gizli evlilikler artar. Bu tür
gizli evlilik yapan askerin küpesi aniden sökülüp alınması sırasında
kulak yırtılırdı. Küpe nasıl saygınlık göstergesiyse,kulağın yırtık
oluşu da güvensizliğin bir simgesiydi.
Fiyaskoyla sonuçlanmak:
Şişe imalatı Venedik’te başlar ve bu sözcük ‘hatalı üretim’ anlamında
kullanılırdı. Daha sonra “hatalı, hatalı üretim, basitçe, emek
harcanmadan, düzgün olmayan” her türlü imalat ve iş için kullanılmaya
başlar.
Fos çıkmak:
Kökeni bilinmeyen “ fos ; evlendiğinde bakire çıkmayan, bozuk çıkma, boş, yerden sıçrayan çamur-zifos-” anlamlarına gelir.
Gibi yapmak:
Türklerin ata düşkünlüğünü bilirsiniz. (Not: Arabaya ara gaz vererek uzaklaşmaya hâlâ ‘topuklamak’ dediğimizi anımsayınız)
Sahibini pek çok zafer ve ganimet bağışlayan, ölümden kurtaran
atöldüğünde, o sıradan bir leş olamazdı. Derisi yüzülür,içi samanla
doldurularak evde saygın bir yerekonulurdu. Bu heykele ‘kipi’ denirdi. Bu sözcük Türkçemizde “gibi”ye dönüşmüştür.
Güme gitmek:
Yeniçeri askerlerinin görevleri arasında asayişi korumak da vardı,
suçluları ceza verme yetkisine de sahiplerdi. Suçluyu zindan kapısına
getirildiğinde, elleri ve kollarından tutulup, boşlukta bir iki kez
sallayarak "Hoooopp, gümm!" naraları arasında zindana atma adettendi.
Hanya’yı Konya’yı görürsün:
“Hanya” Girit’e uzun süre başkentlik yapan güzel bir şehirdir. Hanya yakınlarında ‘ Gonya’ şehri vardır ve iki şehir arasında dirisi eve dönmeyen kanlı savaşlar olur. . “Hanya’yı , Gonya’yı görürsün” demekle, “ İki nokta arasında yaşanan kanlı çarpışmalar içine düşersen, görürsün gününü” denmek istenmektedir.‘Konya’ ilimizle en küçük bir ilintisi yoktur.
İki dirhem bir çekirdek:
Keçiboynuzu çekirdeklerinin suda kalmaması nedeniyle ağırlık ölçüsü
olarak kullanılmaya başlanır. Çekirdeklerin her biri 0.2 grama, yani 5
tanesi bir grama denk geliyor. Eski altın paraların ağırlığı da 2 dirhem
bir çekirdeğe denk düşüyordu. Sarraflar zengin müşterilerini memnun
etmek için müşterinin istediği altının gramına fazladan bir çekirdek
daha atarlardı. Zamanla bu alışkanlıktan vazgeçip, altın yerine kumaş
veya bir takım elbise vermeye başladıklarından bu deyim dile yerleşir.
İlk göz ağrısı:
Savaşların sık ve uzun sürdüğü dönemlerinde, askerin yakınların kaygısı
bilinir. Özellikle yavuklu kızlar, o dönemde kendi aralarında
konuşurlarken ‘benim erkek arkadaşım, sevgilim, yavuklum, kocam’ diyemediklerinden, “ benim ilk göz ağrımdan hiç haber yok, seninkinden haber var mı?” deme kadın dili olarak dile yerleşmişti.
İpe sapa gelmez :
İşin özüne inersek: ‘ep’ Türkçede ‘sebep’ demektir. ‘Sap’ sözcüğü ise
“belli bir düzen gözetlemek, derli toplu olmak, sıraya düzene sokmak”
anlamlarında kullanılırdı. Deyimin asıl şeklinin “ epsiz sapsız” olduğu
anlaşılıyor.
‘Kamber’ sözcüğü Farsça kökenli ‘kam’dan türemiş olup, “zevk, sevgi veren” anlamında kullanılır. Orta Asya’dan gelen (Tire-Aydın Dağları arasına yerleşen)
son göç kafilelerinden birinin adı ‘kambarlar’ olarak bilinir. Bu
grubun en belirgin özelliği; dua ederken bile dans etmeleri ve saza,
söze, eğlenceye, şaraba düşkün olmaları düğünlerin vazgeçilmez
konuklarıdırlar. (NOT: Aydın-Tire arasında kalan köylerde ‘kam, kambar, kamber, Kamber Dağı, Kamber Baba, Kamber Dede…” gibi sözcükler bu dönemin izleridir.
Kanka olmak:
‘Kan kardeş’ sözcük harflerinin birleşmesinde oluşan bir sözcük
sanılsa da, gerçek hiç de öyle değildir. “Kanka, Çingencide ‘ yakın
arkadaş, (kanki)” anlamında asırlardır kullanılmaktadır.
Kapı önüne atılmak(bırakılmak) :
Deyimin tarihçesi Amazonlar (İzmir’i , Efes’i kuran savaşçı kadınlar
topluluğu) dönemine kadar uzanır. Bilindiği gibi, Amazonlu kadınlar,
daha rahat ok atabilmek için göğüslerinin birini keserlerdi. Çok erkekle
evlilik yaparlar;kadın; erkeğin eşyalarını kapı önüne bırakmasının
iletisi açıktı.
Karantinaya girmek(alınmak):
Çıkış noktası eski bir Venedik geleneğine dayanır. Venedik’e ilk kez
gelen kişi, kırk gün karaya ayak basmadan, gemide yaşamak zorundaydı.
Yeni konuğu, gözlem altında kaldığı günlerde hiçbir hastalık belirtisi
göstermezse karaya ayak basma, toplum içine karışmaya hak kazanırdı.
Karga tulumba:
Çıkış noktası Eski Venedik’e dayanan bir deyim daha; "Cargar"
sözcüğü: “bohçalamak, toplamak etmek, sarıp toplamak anlamında”, "La
Tromba" ise ‘ yelken’ anlamında kullanıldığı düşünülürse, deyimin
aslının “Carga La Tromba” olduğu anlaşılır. Bir deniz söylemi olmasına
karşın, dilimize “ kol ve bacaklarından tutularak zorla alınıp götürme”
anlamında büyük bir anlam kaymasına uğradığını anlaşılıyor.
Koca karı ilacı:
‘Koca karı ilacı’ “yaşlı kadınların ilkel olarak elde ettikleri
ilaçlarla yaptıkları tedavi” yöntemi olarak bilinse de, gerçek hiç de
öyle değildir. Deyimin çıkış noktası ‘Karia’ (Karya, Karakişe, Karka)
dönemine varıp dayanır. Karyalılar salgın hastalıklardan, özellikle
akrep, yılan sokmasına karşı bitkisel ilaçlar elde etmek için kafa
yoran ilk toplumdu. ‘Karia ilacı’ sözcüğüne bir türlü yorum
getiremeyen halkın uydurma gücü devreye girdiği anlaşılıyor.
Lamı cimi yok:
Türkler Müslümanlığı kılıç zoruyla kabul ederler ama bir türlü Arapçayı
öğrenmek eğilimde değildirler. Bu ithal sözcüklere kafa erdiremeyince
“caiz değil” anlamında kullanılan . ‘layecuz’ sözcüğünü ‘lam cim’
şeklinde telaffuz ettikleri anlaşılıyor.
Nato kafa , Nato mermer:
Yunancadaki bir deyimin yanlış tercümesi sonucu "Na to kefari, na to
mermari" olması gereken deyim, bize böyle yansımıştır.Yunancada ‘na’ :
istemek, ‘ to’ bir ön ektir. (İngilizcedeki ‘the ,a, an’ gibi düşünün.)
‘Kefari’ : ‘kafa’, ‘mermari’ : ‘mermer’ anlamında kullanıldığına
göre, Türkçeye, "işte kafa, iste mermer’ şeklinde tercüme edilmesi
gerekirdi.
Bu deyimin gerçek anlamı ‘nisan ahmakları’ demek olduğunu inandırmak
hayli zor olmalı. İngilizcede ‘April’ sözcüğünün ‘ Nisan’, ‘ fool ‘ ise
“ salak, ahmak’ demektir. Olayın çıkış noktası: 1564 yılında Fransa
Kralı 4. Charles, aldığı bir radikal kararla, Mart ayının son günü
kutlanılan yılbaşı akşamını ‘1 Ocak’ olarak değiştirir , ama kralın
yakın çevresinden başkabilen yoktur. Bu kararın uzak bölgelere ulaşması
çok zaman alır. Bilmeyen, duymayanlar yıllarca yeni yılı eski tarihe
göre kutlarlar ki bu bilenler için dalga geçmek için tam bir fırsattır.
Gelecek Mart ayında kutlanacak yılbaşında hiç olmayacak hediyeler vaat
ederler. Uzun süre bu dalga geçme, bilmeyenleri aptal yerine koyma işi
uzun yıllar devam eder
Pandora’nın Kutusu
Söylence tarihinde (Mitolojide) ilk kadının ‘Pandora’, Sümer
tabletlerinde ‘Ninti’, kutsal dinlerde ‘Havva’ olduğu yazılıdır.
Zeus’un oyununa gelen Pandora, İçinde kötülükler bulunduran bir kutuyu
meraktan açar ve tüm kötülükler, dünyaya bu kutudan yayılır. (Not: Yunancadan İngilizceye çevirisiniyaparak
dünyaya tanıtan “Erasmus” -Rönesans dönemi bilgini- bilerek ya da
bilmeyerek iki sözcüğü yanlış tercüme etmiş, yanlış söylem doğrusunu
unutturmuş olmalı. Neydi o iki kelime? “Pithos ve Phxis”….Bu iki
sözcüğü İngilizce sözcüklerinden tanıyalım: ‘Pithos’: “A large
storage container, used for shipping and bulk strrage. “ Tam Türkçe
karşılığı ‘Testi”
‘Pyxis’: “ It is a shape vessel from the classical world, usually a
round box” Türkçe karşılığı, “Kutu.” Özcesi, ‘Pandora’nın kutusu’
değil, “Pandora’nın testisi” olmalıydı.)
Pot kırmak:
(İngilizcedeki ‘çanak, çömlek, saksı’ anlamında kullanılan ’pot’ sözcüğüyle ilişkilendirmeyiniz) ‘Pot ‘ sözcüğü köken olarak Ermenice olup “Kumaşın kırışık, vücutta dengesiz durması”
anlamına gelir.Terzilerin çok olduğu dönemde bizde de “ kalfa,
çırağının kumaşı yanlış keserek dikmesiyle ortaya çıkan dengesizlik”
yani ‘potunu kaçırmak’ anlamında kullanılırdı. .Formun Üstü
Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur:
Orijinal şekli Latincede : “Mens sana in corpore” şeklinde geçerken,
bir başka Latin kökenli şairin bir dizesinde de: “Orandism est ut sit
mens sana in corpore” olarak geçer. Türkçeye “Tanrıdan sağlam vücut, sağlam akıl bulunmasını dilemek gerekir” şeklinde çevrilmeliydi.
Sapır sapır dökülmek:
Deyimin ‘sap’ kökeninden türetildiğinin ayrımındasınız. Eski Batı
Türkçesinde “sap; uzaklaşmak, hedeften sapmak, savmak” anlamlarında
kullanıldığını anlıyor olmalısınız. ( Sapmak, sapıtmak, sapa, sapuk –sapık- aynı kökenli sözcüklerdir. ‘Sap’ kökeninden türeyen sözcükler arasında ‘sallamak’ sözcüğü de vardır.
) Bir meyvelerini düşürmek için ağaç gövdesinin sallandığını,
silkelendiğini düşünürseniz deyimin nereden çıktığını anlamak
kolaylaşır
(Ön bilgi: Osmanlıda insanlar etnik kökenlerine göre farklı renkte
giyinirlerdi. Örneğin Ermenilerin kırmızı şapkalı, Rumlar siyah,
Yahudilerinki mavi, Türklerinki sarıydı. ‘Mor rengi’ ancak saray içinde
yaşayanlar kullanırdı. Sarı çizme giymek için Türk kökeninden gelme,
varlıklı , saygın bir adam olmalıydınız. )
Irklara göre giysi tercihi zamanla bozulur. Sarı çizme giyimi özellikle
Aydınlı varsıl erkekler arsında yaygınlaşır. İzmirli bir çizme
imalatçısı, uşağını çağırır ve: “Aydın'dan ‘Mehmet Ağa’ isminde birisi
gelecek. Geçen harman döneminde kendisine sarı çizme alması için on dört
akçe vermiştim. Borcunun vadesi geldi. Faytona bin, doğru tren
istasyonuna git. Uzun boylu, orta yaşlı, efe bıyıklı biridir. Al getir
onu buraya” der. Uşak, koşarak istasyona gider, gider gitmesine ama bir
sürü sarı çizmeli, burma bıyıklı adam gördüğünden, kime sesleneceğini
bilemez. Uşak, kendince bir çare bulur, başlar bağırmaya: “Aydın’dan
gelen Sarı Çizmeli Mehmet Ağa, seni ağam çağırıyor!”
Sıfırı (zahiri) Tüketmek :
Deyimde geçen ‘sıfır’ sözcüğü yerine, ‘soluk alıp verme’ anlamındaki
‘zahir’ sözcüğü olmalıydı. Deyim ‘zahiri tükenmek’ şeklinde
kullanılmalıydı.
Şapa oturmak:
Şap, nışadıra benzeyen bir madde ve mercan adalıkları çok olan
Kızıldeniz’in eski adıdır. Bu adalar denizcilerin ve hac dönüşünde
hacıların korkusu rüyasıdır.
Şarlatanlık yapmak:
İtalyanca kökenli ‘şarlatan’(ciarlatano) , Ortaçağda papa, insanların
günahlarını bir belge karşılı (parayla) af edebilirdi. Bazı açıkgözler,
af vesikalarını taklit ederek, çoğaltıp ucuza satmaya başlamasına dayalı
bir deyimdir.
Tabanları yağlamak:
Deriden yapılmış çarık giyildiği günlerde, çarık ( toz, kirden,
özellikle sıcaktan) büzüldüğü oranda ayağı sıkacak ve acı verecektir.
Çarığın esnemesi için tek çare çarığın (özellikle tabanlarına)
yağlamaktır.
Tahtalı köy:
Eski Türklerde ağaç kutsa ve tanrının temsilcisiydi. Kötü bir haber duyduğumuzda orta parmağımızın tersiyle tahta zemine (beton zemine değil)
vurarak “benim bu dileğimi tanrıya ilet, söyleyiver” demek
istenmektedir. Ölülerin tahtalarla kapatılıp gömülmesi, “taşlı
köy/topraklı köy” değil de, “tahtalı köy” denmesine neden
olmuştur.Tahta özellikle ‘kayın’ ağacından olmalıydı,çünkü‘kayın’ ve ‘kadın’ aynı kökenli bir sözcüklerdir.
Tası tarağı toplayıp gitmek:
İstanbul sokaklarında (argo) ‘piyade’ olarak adlandırılan özel
giysili sekiz yüz civarında seyyar içki satıcısı vardı. Piyadeler, ‘tas-ı arak’ denilen kadehle servis yaparlardı. Deyimde geçen ‘tarak’ uyduruktur,
doğrusu ‘arak’ olmalıydı. İçki üretimi Tekele, (tek-el) bağlanınca
‘arak’ sözcüğü unutulup gittiğinden halkın uydurma gücü hemen devreye
girdiği anlaşılıyor.
Ti’ye almak:
Denizciler, gemiler limanda dinlenmeye alındıklarında ‘T ‘ harfine
benzer konumda sıralarlar.’T’ şeklinde bekleyen gemileri avlamak,
abluka etmek, batırmak kolay olacaktır. Denizcilik dilinde bu tür
‘gafil avlanmaya’ T’ye almak denilir.
Toprağı bol olmak:
Eski toplumların ölülerini kıymetli eşyalarıyla gömdüklerini biliyoruz.
Han, hükümdar, kralların mezarları bir hazine durumdadır.Mezarın
yağmalanmasını engellemek için çareyi daha sol toprak atmakta
bulmuşlar. Günümüzde çok yerde rastlanan bu mini tepecikler(höyükler)
varsıl insanların mezarlarından başka bir şey değildir.
Yok yok:
‘Yok’ sözcüğü Orhun Yazıtlarında ‘yök’ ,eski Türkçede ‘yab’ şeklinde geçer ve ‘yok etmek, bitirmek’
anlamında kullanılırdı. Asyalı Türkler , ‘yok’ sözcüğünü kullanmaktan
çekinirlerdi, çünkü ‘yok’ sözcüğü şeytanın bir unvandır. Eski Türkler
‘yok yok’ derken, ‘aramızda şeytan yok’ demek istedikleri
anlaşılmalıdır.
Zıvanadan çıkmak
‘Zıvana’ Farsça, ‘zübane’ kökeninden dilimize yerleşen bir sözcüktür,
değişik anlamlara gelir; a-Değirmen taşını döndüren mil, tekerleğin
dönmesini sağlayan ana mil, b-Elemanlarından birinin iki tarafı,
öbürünün ortası boşaltılarak yapılan çatkı türü, çatıyı ayakta tutan ana
direk.
Bu sözcük, hangi anlamda kullanılırsa kullanılsın, “yuvasından çıkmak,
çökmek, düzeneğin, aygıtın işe yaramaz hale gelmesi” anlamlarında
kullanılır.(Not: Çorum yöresine ait bir türkü sözünde geçen ‘orta
direğin önemi’ çok güzel vurgulanmaktadır. (Muzaffer Sarısözen bestesi: “El Veriyor el Veriyor/Orta direk bel veriyor.../Döndüm baktım sağ yanıma/Mehemmed’im can veriyor …"
Kaynak:“Köken ve Söylenceleriyle Deyimlerimiz” http://blog.milliyet.com.tr/sozcukleri-okuma/Blog/?BlogNo=434406 mehmet Genç
Matematik Konularından Seçmeler
matematik
(209)
geometri
(124)
üçgen
(49)
ÖSYM Sınavları
(46)
trigonometri
(38)
çember
(30)
fonksiyon
(28)
sayılar
(26)
alan formülleri
(25)
türev
(22)
analitik geometri
(19)
denklem
(18)
dörtgenler
(17)
limit
(16)
belirli integral
(13)
katı cisimler
(11)
koordinat sistemi
(11)
fraktal geometri
(7)
materyal geliştirme
(7)
asal sayılar
(4)
elips
(3)
tümevarım
(3)
binom açılımı
(2)
hiperbol
(2)
En Çok Okunan Yazılar
-
ÖSYM'nin 15/06/2019 Tarihinde gerçekleştirdiği TYT matematik sınavı, farklı tarzda ayırt edici sorular içermekle birlikte, 2018 yılı TY...
-
Ehl-i Sünnet itikâdını, nazım (şiir) olarak anlatan ünlü ve önemli eserlerden biri; kuşkusuz Emâlî kasidesidir. "Bed'ül Emali...
-
Bu yazıda Esma-ül Hüsna hakkında kısaca bilgi verildikten sonra Ebced hesabı ile arasındaki ilişkiyi açıklayıp bütün 99 ismin ebced değerle...
-
Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacaktı?.. ...
-
Herhangi bir dörtgenin alanı köşegen uzunlukları ile köşegenlerin arasında yer alan açının sinüsünün çarpımının yarısı ile hesaplanır. Bura...
-
Çocukluğumuzda mutlaka uçurtma yapmayı denemiş veya satın alınan bir uçurtmayı uçurmak için yoğun çaba sarf etmişizdir. Hazır olarak alınanl...
-
Koordinat düzleminde çizilen birim çember için çember üzerinde alınan rastgele bir L noktasından x ve y eksenlerini kesecek biçimde bir doğ...
Lütfen ilgili yazıların altında, yorumlarınızı bizimle paylaşınız. Kırık bağlantıları ve hatalı içerikleri mutlaka bildiriniz. Bizlere güzel dualar ederek destek olunuz...
KADİR PANCAR...