Deyimlerimiz ve Gerçek Anlamları

Etiketler :
Sözcüklerdeki ‘anlam kaymasını’ ne denli göz önünde tutarsanız tutun, sözcükleri okudukça bazılarının bizimle adeta dalga geçtikleri anlaşıldığı bazı deyimlerin de tarafımızdan çok yanlış kullanıldığı gözlenmektedir. İşte çok sık kullanılan deyimlerimizin esas anlamlarından bir kaçını sizinle paylaşalım.
Sözcüklerden Bazılarının Anlamları:
"‘lan’ Arapça, ‘uğlan’ kökenli olup, zamanla ‘ülan, ulan, ülen’ şekline dönüşen biçimiyle ‘Kerimoğlu’ türkümüzde  “... Haydülende haydülen….” dizeleriyle bağdaş kurup oturmuş. Sözcüğün temelindebizim ‘erkekliğimiz’ vurgulandığına göre, bizi çileden çıkarması niye?“Zibidi’; Farsça, ’zibidan’  kökenli, ‘süslü, bakımlı, yakışıklı’, (‘herif” sözcüğü de benzer anlamlı, Anadolu kadının erkeğine ‘beyim,kocam’ demektense Sıpa;  Abazacada ‘spau’  şeklinde geçiyor, ‘çocuk, yavru, sevimli’ , ayrıca Arapça,  ‘sabi, yani günahsız’ anlamında kullanılırken, ‘siyasetçi’  ile ‘seyis’ sözcüğünün aynı kökenli oluşu şaşırtıcı olmalı. ‘benim herif’ demesi boşuna değilmiş) ““Parlemento; Fr. ‘parlere’ kökenli  ‘konuşma yeri’, İtalyancada ‘yalan söylenilen yer’ anlamında kullanılıyor olması , “oruspu; Farsça  ‘ruspi’  kökeninden gelmesi ve ‘Toplum içinde alnı açık gezen insan’  anlamında,"kaltak", ‘atın eyeri, kıç kısmımızı teslim ettiğimiz yer’ anlamında, W.C kısaltmasının açılımı ‘water closed’ olduğu sanılsa da, Efes kazıları bunu yalanlamaktadır. ‘Vespesius Claudius’  (ilk harflerinin kısaltılmasıyla V.C) döneminde kapalı bölmeler, yani umumi helâ  yapıldığı ve ‘VC’ olarak anıldığı ortaya çıktı. Latin kökenli dillerin tapulu malı sanılan ‘water’ sözcüğünün kökeni bal gibi Anadolu olduğu, Hititler döneminde ‘ su, dere yatağı, kaynak’ anlamında kullanıldığı  Latin dil uzmanları bile tartışmıyor.
Kız çocuklarımıza verdiğimiz isimleri arasında  ‘Jülide’nin ‘perişan görünümlü, dağınık’ ,  ‘Nalan’ nın  ‘ için için ağlayan, gözyaşı döken’ , ‘Nahide’ Farsça’da ‘Turunç memeli kız’ ’Suna’ nın  erkek ördek ‘ anlamına gelmektedir.
Deyimlerin Gerçek Anlamları
Sözcükleri iyi okumaması metin anlaşmazlığına, en çok da deyimlerin yorumlanmasında dert olduğunu biliyoruz.Doğru  bildiğimiz yanlış deyimlerden bazılarını paylaşmak isterim:
Kısa kes Aydın (abası) havası olsun:
‘Hava’ denilen şey, kesilip kısalan, eklenip uzamayacağına, bir yanlışlık olduğu belli. ‘Aba’ her türlü giysinin adıydı, kumaş türleri ve teknoloji bu sözcüğü dilden düşürdüğü kesin. Ege’de, özellikle Aydın yöresinin çobanları uzun kepeneği (aba)  tercih etmez. O günlerde her türlü aba (ilkel kumaş) Fas’ın ‘Fez’ şehrinde yapılmaktaydı.( ‘fes’ sözcüğü ‘fez’ gelir)  ‘Aba’  siparişi veren tüccarın: “Bunlar Aydın çobanı, abaları aman kısa kesin, kısa!” diye, uyaracaktır. Dilden düşen ’aba’ sözcüğü yerine halkın uydurma gücü devreye girdiği anlaşılıyor;  ‘aba’ yerine ‘hava, halva, helva… gibi,  uydurma sözcükleri kullanan çok Aydınlı görmüşümdür.
Alaturka iş yapmak:
İtalyanca  ‘alla Turkca’ (Türk usulü, Türkler  gibi)  sözcüğünün  dilimize yansıyan biçimidir
Bel bağlamak:
Tarikatların devlet yönetiminde etkin olduğu dönemde, tarikata yeni girenlerin beline ‘kuşak ‘ bağlama töreni yapılırdı. Kuşak sizin ne denli güvenilir insan olduğunuzun bir simgesiydi. (Mevlevilikte gençlerin beline bağlanan bu kuşağa ''elif nemedBektaşilikte ise “tiğ-bend “ denilirdi.) 
Burnundan fitil fitil getirmek:
‘Beddua’  niyetine kullandığımız deyimin kilit sözcüğü olan ‘fitil’; lamba fitili, ovalamakla deriden çıkarılan yuvarlak kir, yaraya konulan pamuk, örgü gibi anlamına gelir ama  ‘örgülü, düğümlü iplik’ (fitil)  aynı zamanda bir işkence aleti olarak kullanılırdı. Bu Kaynak: Evliya Çelebi anıları)
iplik (fitil)  şüphelinin ağzından ve burnundan zorla  sokularak, ileri geri  çekilerek zanlı konuşmaya zorlanırdı. (
Cuk (diye) oturmak
‘Cuk’ sözcüğünün  kökeni bilinmiyor, ama  ‘cukkala, cumbul , cumburlop, cuk oturmak’ sözcüklerinin aynı kökenden geldiğini biliyoruz.. Ayrıca,  ‘cuk oturmak’  aşık kemiği oyununda kemiğin düz yere düşmesi olarak bilinir. Bu deyim “tam yerinibulmak, köşe taşı gibi oturmak, denk düşmek” anlamında kullanılır. Arkeolojide  dişi durumda olan sütun boşluğuna kurşun eriyiği döküldükten sonra, üste gelecek –erkek- sütunun konulmasıyla çıkan ‘cuk’ sesi çok önemlidir; bu ses, sütunlar arasında boşluğun kalmaması, hava boşluğunun alınıp alınmadığı, sütunların ne denli sağlam oturduğunun göstergesidir.
Çil yavrusu gibi dağılmak:
Tüylerindeki benekler, çiller deniyle Anadolu’da  “keklik”  kuşuna “çil” denildiği,kekliğin yavrularına pek özen göstermeyen bir kuş türü oluşu bilinse sorun kalmayacak. Yavrular   karınlarını doyurmak için çaresiz bir şekilde etrafa  dağılmak zorundadır.
Çilingir sofrası:
Padişahlara sunulacak yemekler ‘çeşniğir’ denilen (Farsça, ‘tadımcı’ demek olan)  kişi tarafından tadılırdı.Tadımcının tattığı yemekler doyumluk değil, tadımlık olduğu için küçük tabaklar içinde getirilirdi. Padişahlık döneminin kapanmasıyla  halk “çeşnigir’ sözcüğü gerçek anlamını yetirmiştir. Rakı sofralarında soğuk yiyeceklerin küçük tabaklar içinde getirilmesine eskiler çeşnigirin sofrasına konan tadımlık yiyeceklere benzetildiğini,içkinin anahtar gibi çeneleri açtığının önemini az değildir.
Damızlık (olarak seçilmek, bırakılmak) hayvan:
Kökeni ‘tam/dam’ olan ‘damızlık’ sözcüğü (döl alınan güçlü erkek hayvan) doğru bildiğimiz yanlışlar arasındadır.Çıkış noktası ilk akla geldiği gibi ‘hayvan’ değil, insandı. Sümerlerde ‘dumuzı’ veya ‘damuzı ‘ şeklinde geçer, ‘güvenilir veya oğul’ anlamında kullanılır ve ‘temmuz’ sözcüğü tanrı Tammuz’dan gelir. Sümerce ‘dumuzi’  İnanna, Akadlar’da İştar’ın eşi, Suriye mitolojisinde Adonis, Türk Altay mitolojisinde ‘tamus, tammus, tamıs, dumıs’  şeklinde geçer. ‘Dumuzi’ bahar aylarında düzenlenen bir şenlikti. Bu şenliklerde  köyün, yörenin, obanın, en yakışıklı, güçlü delikanlısı özel giysilere bürünüp, şenlikler eşliğinde ev gezmesine çıkarılırdı. Bu delikanlıya  ‘Tammuzluk’ denirdi. Kutsal dinler sonrası bu sözcüğün nedense insanlıktan koparıp, hayvanlara bağışladığı anlaşılıyor.
Darısı başına:
Eski Türkçede “tarık, tarı” ‘ekin’ anlamına gelen bir sözcüktü. Zamanla  ‘ darı, tarım, tarla ‘ sözcüklerini aynı kökenlidir. Tarlaya ‘darı’ tohumu atma beklenen, özlenen bir dönemdi. “Bu mutlu anı gelecek sene tekrar yaşayalım, sen de gör” anlamında kullanılır.(Çağataycada ‘tarık’, Kırgızcada  ‘taru’, Moğolcada  ‘ tara’ şeklinde kullanılır)
Dolap çevirmek:
Eskiden kadın ve erkeklerin aynı  sofrada yemek yemezlerdi. Yemek, kadınlar bölümünde pişer, belli eksen etrafında dönen dolaplar sayesinde erkeklere ulaştırılırdı. Zamanla dolap amacı dışında kullanılmaya başlanır, erkekler  dolap gözlerine mendil, lokum, mektup…gibi şeyleri koyarak sevdiklerine   ileti vermeye başlayınca  deyim dile düşer.
Eften  püften (deli kıza-sarı öküze- kaftan)
Arapça kökenli ‘kaftân’ kökeninden türeyen giysi, uzun kollu ve önü açık cübbe" anlamına gelir. Eskiden ninelerin sıkça yaptığı bir uygulamaya dayalı bir deyimdir, işe yaramaz küçük  kumaş parçalarının birbirine eklenerek - özellikle küçük çocuklara –dikilen  giysi türleri için kullanılırdı.Yani, deyimin aslı   ’eften’ değil, “Ekten püften, sarı kıza kaftan” olmalıydı.
Elinin körü:
Doğrusu “ Ehlinin gûru (mezarı)” olmalıydı. Eskiden, “senin ya da ailenin mezarını….” şeklinde başlayan küfür karşılığı olarak kullanılırdı.  ’Ehil ve gûru’ sözcükleri dilden düşünce, halkın uydurma gücü nün devreye girdiği anlaşılıyor.
Eski kulağı kesiklerden  ( kulağı delik olmak, kulağı  küpeli,  kulağı yırtık…) :
Yeniçeri askerleri arasında kabul gören tarikat-Hacı(doğrusu ‘hace’ olmalıdır)  Bektaş-ı Veli felsefesine göre, üye olacak delikanlının öncelikle kulağının delinir,bir törenle kulağa küpe takılması geleneği de vardı.Kulağa küpe takılan askerin asla evlenmemesi gerekmekteydi ama zamanla gizli evlilikler artar. Bu tür gizli evlilik yapan askerin küpesi aniden sökülüp alınması sırasında kulak yırtılırdı. Küpe nasıl saygınlık göstergesiyse,kulağın yırtık oluşu da güvensizliğin bir simgesiydi.
Fiyaskoyla sonuçlanmak:
Şişe imalatı Venedik’te başlar ve bu sözcük ‘hatalı üretim’ anlamında kullanılırdı. Daha sonra “hatalı, hatalı üretim, basitçe, emek harcanmadan, düzgün olmayan”  her türlü imalat ve iş için kullanılmaya başlar.
Fos çıkmak:
Kökeni bilinmeyen “  fos ;  evlendiğinde bakire çıkmayan, bozuk  çıkma, boş,  yerden sıçrayan çamur-zifos-” anlamlarına gelir.
Gibi yapmak:
Türklerin ata düşkünlüğünü bilirsiniz. (Not: Arabaya  ara gaz vererek  uzaklaşmaya hâlâ ‘topuklamak’ dediğimizi anımsayınız) Sahibini pek çok zafer ve ganimet bağışlayan, ölümden kurtaran atöldüğünde, o sıradan bir leş olamazdı. Derisi yüzülür,içi samanla doldurularak evde saygın bir yerekonulurdu.  Bu  heykele   ‘kipi’ denirdi.  Bu sözcük Türkçemizde “gibi”ye dönüşmüştür.
Güme gitmek:
Yeniçeri askerlerinin görevleri arasında asayişi korumak da vardı, suçluları ceza verme yetkisine de sahiplerdi. Suçluyu  zindan kapısına getirildiğinde, elleri ve kollarından tutulup, boşlukta bir iki kez sallayarak  "Hoooopp, gümm!" naraları arasında zindana atma adettendi.
Hanya’yı Konya’yı görürsün:
“Hanya”   Girit’e uzun süre başkentlik yapan güzel bir şehirdir.  Hanya yakınlarında ‘ Gonya’ şehri vardır ve iki şehir arasında dirisi eve dönmeyen kanlı savaşlar olur. . “Hanya’yı , Gonya’yı görürsün”  demekle, “ İki nokta arasında  yaşanan  kanlı çarpışmalar içine  düşersen, görürsün gününü” denmek istenmektedir.‘Konya’ ilimizle en küçük bir ilintisi yoktur.
İki dirhem bir çekirdek:
Keçiboynuzu  çekirdeklerinin suda kalmaması nedeniyle ağırlık ölçüsü olarak kullanılmaya başlanır. Çekirdeklerin her biri 0.2 grama, yani  5 tanesi bir grama denk geliyor. Eski altın paraların ağırlığı da 2 dirhem bir çekirdeğe denk düşüyordu. Sarraflar zengin müşterilerini memnun etmek için müşterinin istediği altının gramına fazladan bir çekirdek daha atarlardı. Zamanla bu alışkanlıktan vazgeçip, altın yerine kumaş veya bir takım elbise vermeye başladıklarından  bu deyim dile yerleşir.
İlk göz ağrısı:
Savaşların sık ve uzun sürdüğü dönemlerinde, askerin yakınların kaygısı bilinir. Özellikle yavuklu kızlar, o dönemde kendi aralarında konuşurlarken  ‘benim erkek arkadaşım, sevgilim, yavuklum, kocam’ diyemediklerinden, “ benim ilk göz ağrımdan hiç haber yok, seninkinden haber var mı?” deme kadın dili olarak dile yerleşmişti.
İpe sapa gelmez :
İşin özüne inersek: ‘ep’ Türkçede ‘sebep’ demektir. ‘Sap’ sözcüğü ise “belli bir düzen gözetlemek, derli toplu olmak, sıraya düzene sokmak”  anlamlarında kullanılırdı. Deyimin asıl şeklinin “ epsiz sapsız” olduğu anlaşılıyor.
Kambersiz  düğün olmaz!
‘Kamber’ sözcüğü Farsça kökenli  ‘kam’dan türemiş olup, “zevk, sevgi veren” anlamında kullanılır. Orta Asya’dan gelen (Tire-Aydın Dağları arasına yerleşen)   son göç kafilelerinden birinin  adı ‘kambarlar’ olarak bilinir. Bu grubun en belirgin özelliği; dua ederken bile dans etmeleri ve saza, söze, eğlenceye, şaraba düşkün olmaları düğünlerin vazgeçilmez konuklarıdırlar. (NOT: Aydın-Tire arasında kalan köylerde  ‘kam, kambar, kamber, Kamber Dağı, Kamber Baba, Kamber Dede…” gibi sözcükler bu dönemin izleridir.
Kanka olmak:
‘Kan kardeş’ sözcük harflerinin birleşmesinde oluşan bir sözcük sanılsa da, gerçek hiç de öyle değildir.  “Kanka, Çingencide  ‘ yakın arkadaş, (kanki)”  anlamında asırlardır kullanılmaktadır.
Kapı önüne atılmak(bırakılmak) :
Deyimin tarihçesi  Amazonlar (İzmir’i , Efes’i kuran savaşçı kadınlar topluluğu)  dönemine kadar uzanır. Bilindiği gibi, Amazonlu kadınlar, daha rahat ok atabilmek için göğüslerinin birini keserlerdi. Çok erkekle evlilik yaparlar;kadın; erkeğin eşyalarını kapı önüne bırakmasının iletisi açıktı.
Karantinaya girmek(alınmak):
Çıkış noktası eski bir Venedik  geleneğine dayanır. Venedik’e ilk kez gelen kişi, kırk gün karaya ayak basmadan, gemide yaşamak zorundaydı. Yeni konuğu, gözlem altında kaldığı günlerde hiçbir hastalık belirtisi göstermezse karaya ayak basma, toplum içine karışmaya hak kazanırdı.
Karga tulumba:
Çıkış noktası Eski  Venedik’e dayanan bir deyim daha;  "Cargar"  sözcüğü: “bohçalamak, toplamak etmek, sarıp toplamak anlamında”,  "La Tromba" ise ‘ yelken’  anlamında kullanıldığı düşünülürse, deyimin aslının “Carga La Tromba” olduğu anlaşılır. Bir deniz söylemi olmasına karşın, dilimize “ kol ve bacaklarından tutularak zorla alınıp götürme” anlamında büyük bir anlam kaymasına uğradığını anlaşılıyor.
Koca karı ilacı:
‘Koca karı ilacı’ “yaşlı kadınların ilkel olarak  elde ettikleri ilaçlarla  yaptıkları tedavi”  yöntemi olarak bilinse de,  gerçek hiç de öyle değildir. Deyimin çıkış noktası ‘Karia’  (Karya, Karakişe, Karka) dönemine varıp dayanır. Karyalılar salgın hastalıklardan, özellikle  akrep, yılan  sokmasına karşı bitkisel ilaçlar elde etmek için kafa yoran ilk toplumdu.  ‘Karia ilacı’  sözcüğüne  bir türlü yorum getiremeyen halkın uydurma gücü devreye girdiği anlaşılıyor.
Lamı cimi yok:
Türkler Müslümanlığı kılıç zoruyla kabul ederler ama bir türlü Arapçayı öğrenmek eğilimde değildirler. Bu ithal sözcüklere kafa erdiremeyince  “caiz değil” anlamında kullanılan . ‘layecuz’ sözcüğünü  ‘lam cim’ şeklinde telaffuz ettikleri anlaşılıyor.
Nato  kafa , Nato  mermer:
Yunancadaki bir deyimin yanlış tercümesi sonucu  "Na to kefari, na to mermari" olması gereken deyim, bize böyle yansımıştır.Yunancada  ‘na’ :  istemek, ‘ to’  bir ön ektir. (İngilizcedeki  ‘the ,a, an’ gibi düşünün.)  ‘Kefari’ : ‘kafa’,  ‘mermari’ : ‘mermer’ anlamında kullanıldığına  göre, Türkçeye, "işte kafa, iste mermer’ şeklinde tercüme edilmesi gerekirdi.
Nisan bir(şakası)
Bu deyimin gerçek anlamı ‘nisan ahmakları’ demek olduğunu inandırmak hayli zor olmalı. İngilizcede ‘April’ sözcüğünün ‘ Nisan’, ‘  fool ‘ ise  “ salak, ahmak’ demektir. Olayın çıkış noktası:  1564 yılında Fransa  Kralı  4. Charles, aldığı bir radikal kararla, Mart ayının son günü kutlanılan yılbaşı akşamını ‘1 Ocak’  olarak değiştirir , ama kralın yakın çevresinden başkabilen yoktur.  Bu kararın uzak bölgelere ulaşması çok zaman alır. Bilmeyen, duymayanlar yıllarca yeni yılı  eski tarihe göre kutlarlar ki bu bilenler için dalga geçmek için tam bir fırsattır. Gelecek  Mart ayında kutlanacak yılbaşında hiç olmayacak hediyeler vaat ederler. Uzun süre bu dalga geçme, bilmeyenleri aptal yerine koyma işi uzun yıllar devam eder
Pandora’nın Kutusu
Söylence tarihinde (Mitolojide) ilk kadının ‘Pandora’, Sümer tabletlerinde ‘Ninti’, kutsal dinlerde  ‘Havva’ olduğu yazılıdır. Zeus’un oyununa gelen Pandora, İçinde kötülükler bulunduran bir kutuyu meraktan açar ve tüm kötülükler, dünyaya bu kutudan yayılır. (Not: Yunancadan İngilizceye çevirisiniyaparak dünyaya tanıtan “Erasmus” -Rönesans dönemi bilgini- bilerek ya da bilmeyerek iki sözcüğü yanlış tercüme etmiş, yanlış söylem doğrusunu unutturmuş olmalı. Neydi o iki kelime?  “Pithos ve  Phxis”….Bu iki sözcüğü  İngilizce sözcüklerinden tanıyalım:  ‘Pithos’: “A  large storage container, used for shipping and bulk  strrage. “ Tam Türkçe karşılığı ‘Testi”
‘Pyxis’: “ It is a shape vessel from the classical world, usually a round box” Türkçe karşılığı, “Kutu.”  Özcesi,    ‘Pandora’nın kutusu’ değil, “Pandora’nın testisi” olmalıydı.)
Pot kırmak:
(İngilizcedeki ‘çanak, çömlek, saksı’ anlamında kullanılan ’pot’ sözcüğüyle ilişkilendirmeyiniz) ‘Pot ‘ sözcüğü köken olarak Ermenice olup “Kumaşın kırışık, vücutta dengesiz durması” anlamına gelir.Terzilerin çok olduğu dönemde bizde de “ kalfa, çırağının kumaşı yanlış keserek dikmesiyle ortaya çıkan dengesizlik” yani ‘potunu kaçırmak’ anlamında kullanılırdı. .Formun Üstü
Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur:
 Orijinal şekli  Latincede : “Mens sana in corpore” şeklinde geçerken, bir başka Latin kökenli şairin bir dizesinde de:  “Orandism est ut sit mens sana in corpore” olarak geçer. Türkçeye “Tanrıdan sağlam vücut, sağlam akıl bulunmasını dilemek gerekir” şeklinde çevrilmeliydi.
Sapır sapır dökülmek:
Deyimin ‘sap’ kökeninden türetildiğinin ayrımındasınız. Eski Batı Türkçesinde “sap; uzaklaşmak, hedeften sapmak, savmak” anlamlarında kullanıldığını anlıyor olmalısınız. ( Sapmak, sapıtmak, sapa, sapuk –sapık-  aynı kökenli sözcüklerdir. ‘Sap’  kökeninden türeyen sözcükler arasında ‘sallamak’ sözcüğü de vardır. )  Bir meyvelerini düşürmek için  ağaç  gövdesinin sallandığını, silkelendiğini  düşünürseniz deyimin nereden çıktığını anlamak kolaylaşır
Sarı çizmeli Memet Ağa:
(Ön bilgi: Osmanlıda insanlar etnik kökenlerine göre farklı renkte giyinirlerdi. Örneğin Ermenilerin kırmızı şapkalı, Rumlar siyah, Yahudilerinki mavi, Türklerinki sarıydı. ‘Mor rengi’ ancak saray içinde yaşayanlar kullanırdı. Sarı çizme giymek için Türk kökeninden gelme, varlıklı , saygın bir adam olmalıydınız. )
Irklara göre giysi tercihi zamanla bozulur. Sarı çizme giyimi özellikle Aydınlı varsıl erkekler arsında yaygınlaşır. İzmirli bir çizme imalatçısı, uşağını çağırır ve: “Aydın'dan ‘Mehmet Ağa’  isminde birisi gelecek. Geçen harman döneminde kendisine sarı çizme alması için on dört akçe vermiştim. Borcunun vadesi geldi. Faytona bin, doğru tren istasyonuna git. Uzun boylu, orta yaşlı, efe bıyıklı biridir. Al getir onu buraya” der. Uşak, koşarak istasyona gider, gider gitmesine ama bir sürü sarı çizmeli, burma bıyıklı adam gördüğünden, kime sesleneceğini bilemez. Uşak, kendince bir çare bulur, başlar bağırmaya: “Aydın’dan gelen Sarı Çizmeli Mehmet Ağa, seni  ağam çağırıyor!”  
Sıfırı (zahiri) Tüketmek :
Deyimde geçen ‘sıfır’ sözcüğü yerine, ‘soluk alıp verme’ anlamındaki ‘zahir’ sözcüğü olmalıydı. Deyim ‘zahiri tükenmek’ şeklinde kullanılmalıydı.
Şapa oturmak:
Şap, nışadıra benzeyen bir madde ve mercan adalıkları çok olan Kızıldeniz’in eski adıdır. Bu adalar denizcilerin ve hac dönüşünde hacıların korkusu rüyasıdır.
Şarlatanlık yapmak:
İtalyanca kökenli  ‘şarlatan’(ciarlatano) , Ortaçağda papa, insanların günahlarını bir belge karşılı (parayla) af edebilirdi. Bazı açıkgözler, af vesikalarını taklit ederek, çoğaltıp ucuza satmaya başlamasına dayalı bir deyimdir.
Tabanları yağlamak:
Deriden yapılmış çarık giyildiği günlerde, çarık ( toz, kirden, özellikle sıcaktan) büzüldüğü oranda ayağı sıkacak ve acı verecektir. Çarığın esnemesi için  tek çare çarığın (özellikle tabanlarına) yağlamaktır.
Tahtalı köy:
Eski Türklerde ağaç kutsa ve tanrının temsilcisiydi. Kötü bir haber duyduğumuzda orta parmağımızın tersiyle tahta zemine (beton zemine değil)  vurarak “benim bu dileğimi tanrıya ilet, söyleyiver” demek istenmektedir. Ölülerin tahtalarla  kapatılıp gömülmesi, “taşlı köy/topraklı köy”  değil de, “tahtalı köy” denmesine neden olmuştur.Tahta   özellikle ‘kayın’ ağacından olmalıydı,çünkü‘kayın’ ve ‘kadın’ aynı kökenli bir sözcüklerdir.
Tası tarağı toplayıp gitmek:
İstanbul sokaklarında (argo)  ‘piyade’ olarak adlandırılan özel giysili  sekiz yüz civarında seyyar içki satıcısı vardı.  Piyadeler,  ‘tas-ı arak’ denilen kadehle servis yaparlardı. Deyimde geçen ‘tarak’  uyduruktur, doğrusu ‘arak’ olmalıydı.  İçki üretimi  Tekele, (tek-el) bağlanınca  ‘arak’ sözcüğü unutulup gittiğinden halkın uydurma gücü hemen devreye girdiği anlaşılıyor.
Ti’ye almak:
Denizciler, gemiler limanda dinlenmeye alındıklarında  ‘T ‘ harfine benzer  konumda sıralarlar.’T’ şeklinde bekleyen gemileri avlamak, abluka etmek, batırmak kolay olacaktır. Denizcilik dilinde bu tür  ‘gafil avlanmaya’ T’ye almak denilir.  
Toprağı bol olmak:
Eski toplumların ölülerini kıymetli eşyalarıyla gömdüklerini biliyoruz. Han, hükümdar, kralların mezarları bir hazine durumdadır.Mezarın yağmalanmasını engellemek için çareyi daha sol  toprak atmakta bulmuşlar. Günümüzde çok yerde rastlanan bu mini tepecikler(höyükler) varsıl insanların mezarlarından başka bir şey değildir.
 Yok yok:
Yok’ sözcüğü Orhun Yazıtlarında ‘yök’ ,eski Türkçede ‘yab’ şeklinde geçer ve ‘yok etmek, bitirmek’ anlamında kullanılırdı. Asyalı Türkler , ‘yok’ sözcüğünü kullanmaktan çekinirlerdi, çünkü ‘yok’ sözcüğü  şeytanın bir unvandır. Eski Türkler ‘yok yok’ derken, ‘aramızda şeytan yok’ demek istedikleri anlaşılmalıdır.
Zıvanadan çıkmak
‘Zıvana’ Farsça,  ‘zübane’  kökeninden dilimize yerleşen bir sözcüktür, değişik anlamlara gelir; a-Değirmen taşını döndüren mil, tekerleğin dönmesini sağlayan ana mil,  b-Elemanlarından birinin iki tarafı, öbürünün ortası boşaltılarak yapılan çatkı türü, çatıyı ayakta tutan ana direk.
Bu sözcük, hangi anlamda kullanılırsa kullanılsın, “yuvasından çıkmak, çökmek, düzeneğin, aygıtın işe yaramaz hale gelmesi” anlamlarında kullanılır.(Not:  Çorum yöresine  ait bir türkü sözünde  geçen  ‘orta direğin önemi’ çok güzel vurgulanmaktadır.  (Muzaffer Sarısözen bestesi: “El Veriyor el Veriyor/Orta direk bel veriyor.../Döndüm baktım sağ yanıma/Mehemmed’im can veriyor …"

Kaynak:Köken ve Söylenceleriyle Deyimlerimiz” http://blog.milliyet.com.tr/sozcukleri-okuma/Blog/?BlogNo=434406 mehmet Genç

0 yorum:

Fayda vermeyen ilimden Allah'a sığınırım. “Allah'ım; bana öğrettiklerinle beni faydalandır, bana fayda sağlayacak ilimleri öğret ve ilmimi ziyadeleştir."

İlim; amel etmek ve başkalarıyla paylaşmak içindir. Niyetimiz hayır, akıbetimiz hayır olur inşallah. Dua eder, dualarınızı beklerim...

En Çok Okunan Yazılar

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!