Bu At Sadece At Değil - Lao Tzu

"Bir zamanlar köyün birinde yaşlı, fakir bir adam varmış. Ama kral bile onu kıskanırmış... Öyle dillere destan beyaz bir atı varmış ki... İmparator at için ihtiyara neredeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş, ama adam satmaya yanaşmamış. "Bu at, bir at değil benim için. Bir dost. İnsan dostunu satar mı" dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylüler ihtiyarın başına toplanmış. "Bu atı çalacakları belliydi. Krala satsaydın ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var ne de atın" demişler...  İhtiyar, 'Karar vermek için acele etmeyin' demiş. Sadece 'at kayıp' deyin. Gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması talihsizlik mi, şans mı, henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez."

Köylüler ihtiyara kahkahalarla gülmüşler. Ama aradan iki hafta geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş... Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi başına. Dönerken de vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Köylüler, ihtiyardan özür dilemişler. 'Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil, şans oldu senin için. Şimdi bir at sürün var.' 'Gene acele ediyorsunuz' demiş ihtiyar. 'Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç...Birinci cümlenin ilk kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?.' demiş. Bir hafta geçmeden vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara. 'Bir kez daha haklı çıktın' demişler. ‘Bu atlar yüzünden oğlun uzun süre yürüyemeyecek. Sana bakacak başkası da yok... Şimdi eskisinden daha fakir olacaksın.’
 
“Durun bakalım” demiş ihtiyar. 'Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Hayat böyle küçük parçalar halinde ilerler ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez.’Birkaç hafta sonra savaş çıkmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. İhtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar.’ Köylüler, gene ihtiyara gelmişler... ‘Gene haklı çıktın.’ demişler. “Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması talihsizlik değil, şansmış meğer...” 
İhtiyar: “Siz erken karar vermeye devam edin" demiş. Oysa bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin talihsizlik olduğunu bilmiyoruz.”

Lao Tzu anlattığı öyküsünü şu nasihatla tamamlamış: 
'Acele karar vermeyin. O zaman sizin kimseden farkınız kalmaz. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Oysa yolculuk asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken bir başkası açılır.' 
 
Bu hikayenin sonucunda geçen "bir kapı kapanırsa, bir kapı açılır" sözü bana bir dörtlük hatırlattı. Sürekli olarak okumaktan hoşlandığım, bütün sıkıntılarımın ardından herşeyi özetleyecek şekilde ruhumun derinliklerine dokunan, güzel bir sözü sizinle paylaşarak noktayı koyalım. Meşhur müellif İbrahim Hakkı Hazretlerinin şiirinden bir bölümünü paylaşmak istiyorum.  
Açılır bahtımız bir gün, hemen battıkça batmaz ya!
Sebepler halk eder Hâlık, kerem bâbın kapatmaz ya!
Benim münâcâtım Hakka rızık için değildir, hâşâ!
Hüdâ Rezzâk-ı Âlemdir, rızıksız kul yaratmaz ya! 
(İbrahim Hakkı-(1703)-Hasankale Erzurum)

Her şeyin sebeplerini yaratan Allah, bizim de bahtımızı bir gün açar, ikram ediciliğinin kapısını kapatmaz. Benim Allah'a yakarışım rızık için değildir. Çünkü bütün alemin rızkını veren Allah, rızıksız kul yaratmaz. (Bkz. İbrahim Hakkı Hazretleri)
| Devamı... 0 yorum

Bir Kral ve Köylü Hikayesi

Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacaktı?.. Ülkenin en zenginleri, en güçlü kervanları, saray görevlileri birer birer geldiler... Sabahtan öğlene kadar... Hepsi, kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu da; ''Halkından bu kadar vergi aldığı halde saraya yollarını temiz tutamıyor''diye yüksek sesle kralı eleştirdi. 
Sonunda bir köylü çıkageldi saraya; meyve ve sebze getiriyordu. Yoldaki engeli görünce sırtındaki küfeyi yere indirdi ve olanca gücüyle itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kalmış ama büyük engeli de yolun kenarına çekmiş oldu. Tam küfesini sırtına almak üzereydi ki kayanın eski yerinde bir kesenin olduğunu gördü... Açtı, kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde; 
 -''Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir.'' diyordu kral... 
Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı. 
''Her engel, hayat şartlarımızı daha da iyileştirecek bir fırsattır" 


Bu hikaye, bana güzel bir hadis-i şerifi hatırlattı. 

"İman, yetmiş küsür derecedir. En üstünü “Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)” sözüdür, en düşük derecesi de rahatsız edici bir şeyi yoldan kaldırmaktır. Haya da imandandır. 
(Buhârî, Îmân, 3; Müslim, Îmân, 57, 58.)

"Kardeşine tebessüm etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır. İyi göremeyen bir kimseye yardımcı olman senin için sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik gibi şeyleri kaldırıp atman da senin için sadakadır." 
(Tirmizî, “Birr”,36)
| Devamı... 0 yorum

Üç Heykel Hikayesi

İki komşu ülkenin hükümdarları birbirleriyle savaşmazlar ama her fırsatta birbirlerini rahatsız ederlerdi. Doğum günleri, bayramlar da ilginç armağanlar göndererek karşıdakine zekâ gösterisi yapma fırsatlarıydı. Hükümdarlardan biri, günün birinde ülkesinin en önemli heykeltıraşını huzuruna çağırdı. İstediği; birer karış yüksekliğinde, altından, birbirinin tıpatıp aynısı üç insan heykeli yapmasıydı. Aralarında bir fark olacak ama bu farkı sadece ikisi bilecekti. Heykeller hazırlandı ve doğum gününde komşu ülke hükümdarına gönderildi. Heykellerin yanına bir de mektup konmuştu. Şöyle diyordu heykelleri yaptıran hükümdar: "Doğum gününü bu üç altın heykelle kutluyorum. Bu üç heykel birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünebilir. Ama içlerinden biri diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber ver." 
Hediyeyi alan hükümdar önce heykelleri tarttırdı. Üç altın heykel gramına kadar eşitti. Ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa çağırttı. Hepsi de heykelleri büyük bir dikkatle incelediler ama aralarında bir fark göremediler. Günler geçti. Bütün ülke hükümdarın bu heykel sıkıntısını duymuştu ve kimse çözüm bulamıyordu. Sonunda, hükümdarın fazla isyankâr olduğu için zindana attırdığı bir genç sorunu çözebileceğini söyleyerek zindandan haber gönderdi. İyi okumuş, akıllı ve zeki olan bu genç, hükümdarın bazı isteklerine karşı çıktığı için zindana atılmıştı. Başka çaresi olmayan hükümdar bu genci çağırttı. 
Genç önce heykelleri sıkı sıkıya inceledi, sonra çok ince bir tel getirilmesini istedi. Teli birinci heykelciğin kulağından soktu, tel heykelin ağzından çıktı. İkinci heykele de aynı işlemi yaptı. Kulağından soktuğu tel bu kez diğer kulaktan çıktı. Üçüncü heykelde, tel kulaktan girdi ama bir yerden dışarı çıkmadı. Ancak telin sığabileceği bir kanal kalp hizasına kadar iniyor, oradan öteye gitmiyordu. Artık cevap bulunmuştu. Hükümdar heykelleri gönderen komşu hükümdara buldukları bu cevabı yazdı. Karşı ülkenin Hükümdarı da cevabın doğruluğunu tasdik edince zindandaki genç, hükümdar tarafından affedildi.
Kıssadan Hisse…"Kulağından gireni ağzından çıkartan insan makbul değildir. - Bir kulağından giren diğer kulağından çıkıyorsa, o insan da makbul değildir. - En değerli insan, kulağından gireni yüreğine gömen insandır."
| Devamı... 0 yorum

İki Ormancının Hikayesi "Baltayı Bilemek"

Bir ormanda iki ormancı, kurumuş ağaçları kesiyormuş. Birinci adam sabahları erkenden kalkıyor, gün boyunca hiç ara vermeden çalışarak, bir ağaç devrilirken hemen diğerine geçip ağaçları kesiyormuş. Bu adam gün boyu ne dinleniyor, ne de öğle yemeği için kendine vakit ayırıyormuş. Akşamları da arkadaşından bir kaç saat sonra, çok yorgun biçimde ağaç kesmeyi bırakıyormuş.
İkinci adam ise arada bir dinleniyor ve çalışmasını bitirince, diğer arakadaşına göre daha erken saatlerde işi bırakıp hava kararmaya başladığında evine dönüyormuş. Bir hafta boyunca bu tempoda çalıştıktan sonra ne kadar ağaç kestiklerini bu kişiler saymışlar. Bakmışlar ki ara ara dinlenen adam çok daha fazla ağaç kesmiş. 

Birinci adam bu duruma çok şaşırmış: "Bu nasıl olabilir? Ben senden daha fazla çalıştım. Daha çok yoruldum. Senden önce işe başladım, senden sonra işi bitirdim. Ama sen daha fazla ağaç kesmişsin. Bu işin sırrı nedir? Bu nasıl oldu? diye arkadaşına sormuş.

İkinci adam, yüzünde bir tebessümle cevap vermiş:"Ortada sır filan yok. Sen durmaksızın çalışırken, ben arada bir dinlenip baltamı biliyordum. Böylece keskin baltayla, daha az çaba harcayıp daha çok ağaç kestim. Körelen balta ile ne kadar yorulursan yorul, işin daha da zor hale gelir ve verimsiz bir iş yapmış olursun."

Kendimizi sürekli olarak geliştirmek, aynı bu hikayede olduğu gibi ormancının baltasını bilemesi gibidir. Kendimize zaman ayırıp, yaşamımızı objektif bir bakışla tekrar gözden geçirmek gerekir. Zayıf bulduğumuz alanlarımızı geliştirmek için çaba harcamak bizi daha güçlü kılar. Bu zihnimizin, ruhumuzun, karakterimizin güçlenmesi için gerekli bir şarttır.
| | Devamı... 4 yorum

Öğrencileri Güdüleme Yolları

Güdü:Organizmayı eyleme iten ve eylemi yönlendiren içsel uyarım durumudur. Farklı bir tanımla; Kişinin enerjisini belli bir hedefe yönlendiren davranışları için gösterilen bilinçli veya bilinçsiz gerekçeleri ifade eden bir kavramdır. Güdü , belli durumlarda belli amaçlara ulaşmak ve gerekli davranışların yapılabilmesi için organizmayı harekete geçiren , enerji veren, duyuşsal bir yükselme (coşku,istek) neden olan ve davranışları yönlendiren bir “itici güç” tür . Güdülenme,belli amaçlara ulaşmak için bir güç kazanma halidir. Güdülenmiş ile güdülenmemiş öğrenci davranışları arasında önemli farklar vardır. Güdülenmiş davranışların yönü bellidir,büyük bir enerji ile yapılır. Hareketlerde kararlılık, devamlılık ve ısrar vardır. 1. İlgi duyma ve dikkat etmede süreklilik 2. Davranışın yapılması için çaba göstermeye ve gerekli zamanı harcamaya isteklilik 3. Konu üzerinde odaklaşma , kendini verme ve güçlüklerle karşılaşıldığında istenilen davranışı yapmaktan vazgeçme , sonuca gitmede ısrarlı olmak ve kararlılık. İnsanlar bir izlenimde bulunurken az- çok güdülenmişlerdir. Örneğin ;ders dinlemeyen çocuk dışarıyı izlerken veya arkadaşları ile konuşurken başka yöne güdülenmiş demektir. 
Güdülenmenin olmadığı bir ortamda da kesinlikle istenen başarı durumundan söz edilemez. Bu nedenle güdülenme, öğrenci başarısında etkili olduğu gibi sınıf ortamında da  iyi bir öğrenmenin olabilmesi için son derece önemlidir.Güdüleme(motivate), insanı bir gereksinmesini doyurmaya ya da onda yeni bir gereksinme oluşturmaya yönelik dıştan yapılan etkidir. Kimi kez etkileme ile güdüleme eş anlamda kullanılır.Öğretmenin öğrencide bir konuyu öğrenmeye istek meydana getirmesi güdülemedir.Eğer öğretmen öğrencide ,onu öğrenme eylemine geçirecek düzeyde istek oluşturabilmiş onu derse hazırlayabilmiş ise öğrenci dıştan güdülenmiştir.(Başaran,1996) İnsanın amacı, yaşamını ve soyunu sürdürmektir. İnsanın yaşamını ve soyunu sürdürmesi de güdülerini doyurmaktır. 
İnsanın bazı güdüleri kalıtsaldır.Açlık susuzluk,cinsellik,merak,oyun, devinme gibi güdüler doğuştan gelir.Bunlara dürtü,birincil güdü,temel güdü ya da öğrenilmemiş güdüler de denilmektedir.Bu tür güdülerin tam olarak karşılanması durumunda insanı davranışa itme gücü yüksektir. Açlık,susuzluk gibi dürtülerin doyurulamaması, insanın yaşamını sona erdirir. Bu tür güdüler birincil ve temel güdülerdir. (Maslow,1971) İnsanın bazı güdüleri ise çevre etkenleri ile oluşur. Bunlar öğrenilmiş güdülerdir. Çevre etkenleri içinde özellikle toplum,insanın yeni güdüler öğrenmesini sağlar. Buna kültürel ya da sosyal etkenler denir. Çevre etkenleri ile edinilenler ,bir topluma ilişkin olma , toplumun onayını kazanma , başkasının gözüne girme ,sorumluluk alma, başarılı olma ,toplumda bir konum edinme gibi güdülerdir. Bunlara ikincil güdülerde de denir. Maslow’un bu ihtiyaç sıralamasının okul eğitiminde önemli yeri ve sonuçları vardır. 1. Okula aç , hasta, yorgun ve huzursuz gelen öğrencileri öğrenmeye yöneltmek kolay değildir. 2. Sınıfın korku ve kaygı veren bir havası varsa;öğrenci kendini okulda rahat ve güven içinde hissedemez. Bu nedenle öğretimden beklenen sonucu almak güçleşir. 3. Çocukların özellikle ortaokul çağında akran grupları oluşturması ve o gruplara katılma isteği diğer ihtiyaçlarını karşılamaktan daha çok önem taşır. 4. Öğretmenin , anne ,babaların istek ve beklentilerindeki tutarsızlıklar çocuklarda güvensizlik duygularının doğmasına ve yerleşmesine neden olur. 5. Öğrenciler , başkaları önünde yeterli ve başarılı olma ,başkaları tarafından tanınma , prestij sahibi olma gibi ihtiyaçları karşılamak için büyük gayret gösterirler. 6. Maslow’un ihtiyaç sıralaması , öğretmenin çocukları daha iyi tanıyarak onların hangi güdüler altında olduklarını bilirse onlara daha gerçekçi yardım getirebilir,güdülenmesini sağlayabilir ve gereken rehberliği yapabilir.  

Aşağıda öğrencileri güdülemek için bazı önerilere yer verilmiştir. Burada yer alan durumlar sınıftan sınıfa değişebileceği gibi her öğrenci seviyesine de tam olarak uyum göstermeyebilir. Burada yazılanlar eşliğinde bir tecrübe elde edip, her öğrenciye göre nasıl davranılacağının öğretmen tarafından bilinmesi ve bunların ustalıkla öğretmenin sınıfında uygulaması en iyi güdüleme yöntemi olacaktır.
Öğretmenlik ustalık isteyen önemli bir meslektir. Öğrencilerin bireysel farklılıklarına göre güdüleme yolları da farklılık göstereceği unutulmadan aşağıda yer alan genel tavsiyelere göz atmanızı dileriz.
  1. En başta sınıfta samimi olun.
  2. Öğrencilerinize değer verin ve bunu onlara hissettirin.
  3. Derse başlarken ilginç, şaşırtıcı, merak uyandırıcı sorular sorun.
  4. Çalışmaları mümkün olduğu kadar aktif, araştırıcı, heyecanlı, ve yararlı hale getirin.
  5. Bütün öğrencilerin, neyi nasıl yapacaklarını ve ulaşacakları hedefe nasıl gideceklerini bilip bilmediklerinden emin olun.
  6. Öğrenciler arasında zeka, sosyo-ekonomik-kültürel geçmiş, okula ve bazı derslere karşı tutum açılarından bireysel ayrılıklar olduğunu her zaman dikkate alın.
  7. Öğrencilerin temel ihtiyaçlarını doyurmalarına yardımcı olun.
  8. Sınıfın ve okulun fiziksel şartlarını hesaba katın.
  9. Öğrencilerle ilgilendiğinizi ve onların sizin sınıfınızın öğrencileri olduğunu hissettirin.
  10. Bütün öğrencilerin azda olsa saygınlık kazanabilecekleri öğrenme yaşantıları düzenleyin. 
  11. Her öğrencinin takdir edilme ihtiyacını karşılayacağı ders içi ders dışı etkinlikler düzenleyin.
  12. Öğrencilere her konuda seçenekler sunun.
  13. Öğrencilerin olumlu benlik kavramı geliştirmelerine yardımcı olun.
  14. Öğrencilerin olumlu yanları vurgulayarak onlara yaptığınız değerlendirme ve ölçmeler ile ilgili sonuçlar hakkında geri bildirim verin.
  15. Öğrencileri, kendi öğrenmelerini kendilerinin yönlendirmeleri için cesaretlendirin.
  16. İhtiyaç duyan öğrencileri, öz güvenlerini ve başarı ihtiyaçlarını geliştirmeleri için cesaretlendirmeye çalışın.
  17. Öğrencilere sorumluluk vererek, kendileriyle rekabet ettirerek onların başarı güdüsünü geliştirici teknikler kullanın.
  18. Okul başarısızlığı bir kısır döngüdür. Bu döngü, ancak öğretmenin beklentisini yüksek tutarak öğrenciyi güdülemesiyle kırılabilir.(Selçuk,2000) 
  19. Öğrencilere daima dersleri başarabileceklerini hatırlatın. Azimli olmalarını öğütleyin.
  20. Öğrencilerin uykusuzluk, yorgunluk, hastalık, beslenme gibi fizyolojik ihtiyaçlarının karşılandığının farkında olun. Fizyolojik ihtiyaçların giderilmediği durumlarda ne yaparsanız yapın başarı beklenmez.
  21. Çeşitli başarı örneklerinden yararlanın. Bu hikayeleri sınıf ortamında paylaşın.
  22. Dersinizin ilgi çekici olması için sürekli siz konuşmayın. Öğrencilerin derse katılımını teşvik edin. Onların da düşüncelerini ifade etmesini sağlayın.
  23. Hep aynı öğrencilerle iletişime geçmeyin. Unutmayın ki bu durum sizin ayrımcılık yaptığınız algısına yol açacaktır.
  24. Öğrencilerin dersin haricinde başka noktalara odaklanmasının sebeplerini görüp bunlara önlem alın. Sesinizi iyi kullanarak öğrencilerin dikkatlerini derse çekmeye çalışın.
  25. Öğrencilere mutlaka isimleriyle hitap edin. Hatta iki ismi olan öğrencilerde hangi isimlerini kullandıklarına bile dikkat edin.
  26. Size soru sorduklarında mutlaka cevap verin. Onları dinlediğinizi belli edin.
  27. Derse hazırlıklı gelmeleri için araştırma ve inceleme yapmaya teşvik edici sorular sorun. Bu sorular hakkındaki topladıklarını sınıf ortamında paylaşmalarını sağlayın.
  28. Derse başlamadan önce mutlaka önceki dersi kısa ve öz cümlelerle tekrar edin. Öğrencilerin de tekrar etmesi ve pekiştirmesi için küçük sorular sorun. Anladıklarını test edin.
  29. Açık anlaşılır ve net cümlelerle konuşun. Meramınızı tam olarak ifade edin.
  30. Asla yalan söylemeyin. Yalan söylenmesine de fırsat vermeyin.
  31. Öğrencilerinize patron gibi davranmayın. 
  32. Aşırı şakalardan uzak durun.
  33. Öğrencilerinizden "başarı yönünden" ümitli olduğunuzu belli edin ve bu durumu onlara sürekli hatırlatın.
  34. Asla başarısızlık durumlarını aşağılamayın. Hakaret cümlelerinden uzak durun.
  35. Öğrencinin derslerden merak ettiği ve işine yarayan durumları öğrendiğini asla unutmayın. 
  36. Her öğrencinin yeteneği ve ilgi seviyesi farklıdır. Her öğrencinin beklenti düzeyi farklıdır. Bu farklılıkları dikkate alarak yeterli zamanı gösterdiğinizden emin olun.
  37. Ders işlenişinde güncel örneklerden yararlanın.
  38. Sınıf ortamında somutlaştırılabilecek deney ve gözlemler ilgi çekici olacağından ders işlenişinde mümkün olduğunca bu öğelerden yararlanın.
  39. Teknolojiden mümkün olduğunca istifade edin. Kendinizi güncel tutun. Öğrencilerin teknoloji seviyesi ile sizin aranızda uçurumlar olmamasına dikkat edin.
  40. Ders konularına ve mesleki bilgi seviyesinde mutlaka yeterli olun. Bilmediğiniz zorlandığınız konulardaki eksiklikleri mutlak telafi edin. Öğrenci sizin bilgi birikiminize göre kendini daha fazla güdüleyecek ve size karşı bir hayranlık oluşturacaktır.
  41. Derse mutlak anlamda hakim olun. Kontrolü elden bırakmadan zamanı iyi kullanın.
  42. Her öğrencinin algılama seviyesine inebilecek şekilde dersi koordine etmeye çalışın. Basitten karmaşığa doğru bir örneklem içerisinde dersi işlemeye gayret edin.
  43. Öğrencilere fırsat vererek konu ile ilgili paylaşımları sınıf ortamında sunmalarını sağlayın. 
  44. Çeşitli proje ve yarışmalara karşı öğrencilerinizi teşvik edin.
  45. Öğrencilerin sınıf dışı ortamlarından haberdar olun. Ekonomik seviyeleri ve aile sıkıntılarını bilmediğiniz öğrencilerin başarılarını olumlu yönde geliştirmeniz asla beklenemez.
  46. Sağlık sorunları olan öğrencilere karşı özenli davranın. Sınıf içi oturma düzenlerini buna göre ayarlayın. En uygun anlama düzeyine göre sınıf içi iletişimin en yüksek seviyede olduğu oturma düzenini oluşturun.
  47. Başarılı olmak için öğrencilerin kendilerini güdülemesi gerektiğinin elzem olduğunu bilin ve buna göre dersinizi işleyin.
  48. Dışarıdan ödül ve ceza ile güdüleme yerine öğrencilerin kendi kendilerini güdülemesinin daha önemli olduğunu bilin.
  49. Öğrencilerin kendilerine ulaşılabilir hedefler belirlemesini sağlayın ve kendilerini gelecekte başarılı işlerde gördüklerini hayal ettirin.
  50. İnanma, azmetme, hedefe ulaşamada en önemli noktadır. Başarıyı yakalayabilen insanların en önemli özelliğinin asla vazgeçmemeleri olduğunu öğrencilere hissetirmeye çalışın.
İnsanın güdüsel örüntüsü hem yerleşiktir hem de değişme içindedir.Güdüsel örüntü ,kişilik özellikleriyle bağlantılı olduğu için , kişilik özellikleri gibi yerleşiktir, kolay kolay değişmez . Öte yandan bir durum karşısında egemenliğini yitirebilir ve yerini başka güdülere bırakabilir.İnsanın yaptığı bir davranışı , bir önceki davranışına benzese bile , bu davranışının nedeni olan güdüler değişik bir örüntüde olabilir .Çünkü insanın güdüsel örüntüsü ,her düzeydeki bütün gereksinmelerinin ve kişilik özelliklerinin karmaşık bir etkileşimi ile oluşmaktadır.(Coleman,1980) Güdüsel örüntüsünün değişme içinde olması yüzünden, insanın hangi nedenle davrandığını tanımak güç olur . İnsanın güdüsel örüntüleri birbirinden değişiktir. İki insan aynı davranışı yapsa bile davranışının nedenleri ayrı olmaktadır . Sözgelimi , sınıfta birkaç kez kavga çıkaran bir öğrenci her kavgada doyurmak istediği güdüleri değişiktir. Kavgaya karışan on öğrenci varsa ,bu on öğrencinin kavga yoluyla doyurmak istediği güdüleri de birbirlerinden değişiktir. İnsan güdülerini doyurması çoğu kez, çevresinden gelen engellerle karşılaşır. İnsanın güdülerini doyurup dengeye ulaşması için, bu engelleri yenip sorunu çözmesi gerekir.Sorun çözme, insanın kendi yetenekleri ile çevre koşullarının akla uygun biçimde birleştirerek , yekinen güdüsünün doyurulmasını zorlaştıran engeli kaldırmaktır. Algı ve dikkat süreçleri, güdülenmeyle doğrudan ilişkilidir. Çocuklar neyi öğrenmek isterlerse, onu öğrenirler. Bu nedenle, güdülendikleri konuda seçici algı ve dikkat gösterirler. Öğretmenlerin öğrenci dikkatini sağlamak için ilk planda ele almaları gereken konu, herşeyden önce onların güdülenmesini sağlamaktır. Okul ve sınıfta ortaya çıkan öğrenme güçlükleriyle disiplin olaylarını önemli bir kaynağı güdülenme ile ilgilidir. Öğrenmek için her öğrenci öğretme-öğrenme sürecine istekli katılmak, öğrenmenin gerektirdiği ilkelere uymak öğrenmesinden sorumluluk taşımak ve çalışmak zorundadır. Bu nedenle, öğrenme için gerekli güdülenmeyi sağlamak okulun ve öğretmenin görevlerinden biridir. 
01/10/2011
Kadir PANCAR

Kaynakça: 
Küçükahmet, Leyla, Sınıf Yönetimininde Yeni Yaklaşımlar.,Nobel Yay,Ankara,2000
Budak Selçuk, Psikoloji Sözlüğü, Bilim ve sanat yayınları, Ankara, 2000 
Atkinson Rita, Richard-Hilgrad Ernest, Psikolojiye Giriş, Sosyal Yayınları, İstanbul, 1995 
Cüceloğlu Doğan, İnsan ve Davranışı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2000 
http://helibol.home.anadolu.edu.tr/egitim%20psikolojisi/Motivasyon.htm

Kitap Okumanın Önemine dair bir hikaye

Oku ! Yaratan Rabbinin Adı ile Oku. (Alak suresi-1)
Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu! (Zümer Suresi, 9). 

KISA BİR HİKAYE
Evden acele ile çıkmıştım. Koşar adımlarla metroya doğru ilerlerken, bir yandan öğrencilere vereceğim dersin plânını yapıyor, bir yandan da çiseleyen yağmurda ıslanmamaya çalışıyordum. Yürüyen merdivenlerle metro istasyonuna indim. Trenin gelmesine iki üç dakika vardı. Bu treni kaçırırsam, on dakika daha beklemem gerekecekti ve dersime geç kalacaktım. Adımlarımı sıklaştırmaya, neredeyse koşmaya başladım. Elimde çanta olmasa, belki de koşacaktım. Metroda, benimle aynı yönde ilerleyen birisinin elindeki uzunca değnekten çıkan, “tak, tak, tak” sesleri, telâşımı ve kafamdaki düşünceleri birden unutturdu. Belli ki, onun da acelesi vardı. Sırtındaki büyükçe çantası ve elindeki değneği ile, neredeyse benim kadar hızlı adımlarla ilerliyordu. Biraz dikkatlice bakınca, bu kişinin bir bayan ve aynı zamanda ‘görme özürlü’ olduğunu anladım.

Kendi kendime, “Acaba onun telâşı neden?” diye sordum. Belki de dünyayı hiç görmemişti. Özürlü hâliyle tek başına ilerlese de; tavırları ve yürüyüş şekli ona, kendisine çok güvenen bir insan görünümü veriyordu. Acaba acele bir işi mi vardı? Bir anlık her şeyi unuttum. Sanki her şey ağır çekimdeymiş gibi hareket etmeye başladı. Onun, değneğiyle sağını solunu kontrol ederek önüne çıkabilecek engelleri anlaması, kendine yol açması, belki de yaşama azminin bir göstergesi idi. Merdivenlere yaklaştığımızı hissettim. “Acaba merdivenlerden inerken kendisine yardım etsem mi?” diye düşünürken, o merdivenlerden inmeye başladı. Sanki dünya dümdüz olmuş, karşısında hiçbir engel kalmamış gibi merdivenlerin sonuna geldi. Acaba, değneğinin ucunda onu yönlendiren bir şey mi vardı, ya da bu bayan bir şaka mı yapıyordu? Kafamdaki düşünceleri toparlamaya çalışırken, metronun durağa geldiğini fark ettim. Merakım beni bu bayanın yanına çekti ve onunla aynı kompartımana bindim. Oturduğu koltuğa iyice yerleştikten sonra, değneğini katlayıp hızlı bir şekilde çantasının ön bölmesine koydu. Çantasının başka bir bölmesini açarak, büyükçe bir şeyi çıkarmaya çalıştı. Acaba bir walkman veya yiyecek-içecek gibi gibi bir şey mi çıkaracak diye düşünürken, kalbimden de acıma duygularının yükseldiğini hissettim. Belki de dünyayı görmeyi ne kadar çok istiyordu; ağaçlar, evler, araçlar, insanlar ve gözler... Görecek o kadar çok şey vardı ki... O an için kendimi çok ayrıcalıklı hissettim.
Göz, dünyaya açılan bir pencereydi ve ben onların kıymetini fazla bilmiyordum. Ama ne kadar çok şey ifade ettiklerini o bana anlatıyordu. Bayanın, çantasından çıkardığı kalınca, kitap türü bir şeyin gözüme ilişmesiyle bu düşüncelerimden sıyrıldım. Acaba o çıkardığı bir katalog muydu diyecektim ki, onun görme özürlü olduğu aklıma geldi. Derken sayfaları karıştırıp, parmaklarının uçlarıyla yoklayarak bir yerde durdu. Her hâlde aradığı sayfayı bulmuştu. Hemen sağ elinin işaret ve orta parmaklarını kabarık işaretler üzerinde gezdirmeye başladı. Kitap okuyordu... Fakat o görmüyordu ki...

Birkaç saniye daldım... Kitap okumak yalnızca görenlere has bir şey değil miydi? Anladım... Artık o gözleriyle değil kalbiyle, duygularıyla, ruhuyla okuyordu... Ve kendimden utandım. Aylardır çantamda taşıdığım ve üç beş sayfanın dışında pek okumadığım kitap geldi aklıma ve yıllarca hiç kitap okumayanlar. Keşke onlar da, insanı düşündüren, hatta utandıran şu görüntüye şâhid olsalardı. Dünyada milyonlarca insan var... Ama okumak... Neden ben... Aniden kesik kesik düşüncelerimden sıyrıldım. Bir sayfayı okuyup bitirmiş ve diğer bir sayfaya geçmişti. Parmaklarını kabarık işaretler üzerinde ustaca gezdirmesinden, bu işe yatkın birisi olduğu anlaşılıyordu. Demek ki, iyi bir okuyucu idi. Ama ne okuyabilirdi ki? Binlerce kitap, dergi ve gazetenin, görme özürlü olanlar için günlük, haftalık olarak hazırlanması belki de mümkün değildi. Anonsun uyarısıyla, ineceğim durağa geldiğimi anladım. Daha dört dakika geçmişti ve bu kadarcık kısa bir sürede dahi kitap okumak çok önemliydi. 

Bana bu dersi veren görme özürlü o kadın da, kitabını çantasına koymaya ve durakta inmeye hazırlanıyordu. Az sonra tren durdu. Önce onun inmesini bekledim. Değneği ile onca insanın arasından “tak... tak... tak...” sesleriyle ilerliyordu. Arkasından birkaç saniye baktım ve sanki değnekten çıkan o tak tak’lar beynimde, “oku... oku... oku... ve şükret” diye yankılanıyordu...

Okumadan tekamül etmek isteyene şaşarım. (Abdullah ibni Mübarek)

Okumadan geçen bir gün, yitirilmiş bir gündür. (Jean Paul. Sartre)
| Devamı... 0 yorum

Bir Motivasyon Öyküsü

Charles Schwab Corporation, San Francisco, California'da kurulmuş ve merkezi bir Amerikan çokuluslu finansal hizmetler şirketidir. Merkezi San Francisco, Financial District'te bulunan Charles Schwab, ABD'deki 3,3 trilyon doları aşan müşteri varlığı ile 14. büyük bankacılık kuruluşudur. Dünyanın sayılı maddi zenginleri arasında yer alır. İşte Charles Schwab adlı bu sermayedar'a atfedilen bir hiakye vardır. Cesaretlendirmek, motive etmek  konularında maddi imkanları fazla olan kişilerin hayatlarından ibret almak adına bir kesit olarak okunabilir.


Charles Schwab'in istediği kadar verim alamadığı bir fabrikası vardı. Bir gün ustabaşı ile konuşuyordu:
-Senin gibi becerikli birisi nasıl oluyor da fabrikadan istediği kadar verim alamaz?
-Bilmiyorum. Bütün isçileri çok çalıştırdım. Bir çoğunu isten atmakla tehdit ettim. Ama basarılı olamadım.
Schwab yakınında duran bir isçiye sordu: -Bugün kaç kazan çelik erittiniz?
-Altı. Schwab bir tebeşir parçası alarak yere büyük bir 6 yazdı ve çıkıp gitti. Gece isçileri geldiği zaman bu altı rakamının ne oldugunu sordular. Gündüz isçileri de:
-Patron bugün bize kaç kazan çelik erittiğimizi sordu altı cevabını verdik, buraya altı yazdı ve gitti.. Ertesi gün Schwab fabrikayı yine dolaştı. Altı rakamı silinmiş ve yerine yedi yazılmıştı. Gündüz isçileri gelince yediyi gördüler. Demek gece çalışanlar kendilerinden daha iyi iş yaptıklarını zannediyorlardı? Kendilerini gece işçilerinden üstün göstermek için büyük bir gayretle çalıştılar ve yere 10 yazdılar. Çok geçmeden fabrikanın verimi o civardaki bütün fabrikaları geçti. Nasıl mı?

Schawb bunu şöyle açıklıyor: "İş yaptırmak için rekabet hissini uyandırmak gerekir. Amaç herkesi mücadele etmeye sevk etmek değildir. Onları birbirine üstün gelmeye teşvik etmektir. Üstün gelme hissi insanların ruhunu coşturur. Hayatta basarılı olan her insanın en sevdiği sey; başaracağı iştir. Çünkü bu başarıda kendisini ifade eder ve bu sayede değerini, üstünlüğünü gösterir. İşte bu yüzden, bir oturuşta bir kilo dondurma yemek, elli bardak su içme gibi yarışmalar düzenlenir. Üstün gelmek, değerini göstermek, insanların en önemli isteğidir. O halde insanları kendi özelliklerini ortaya çıkarmaları için cesaretlendirmeliyiz.”

>>>Bu hikayede esasında insanın doğasında yer alan hased ve lider olma duygusuna da atıf vardır. İnsanlar kibirli varlıklardır ve sürekli olarak kibirleri gereği başkalarına karşı üstün gelme arzusu içinde olurlar. Bu gerçek hikayede de bunu rahatlıkla görebiliriz. Dayanışma halinde olmak yerine, ben olma ihtirası üzerinden hiç elimizde olmayan birşeye hizmet etmiş olur ve bunun farkında bile olmayız. Nitekim bu hikayedeki işçiler, hırsları ve öne geçme duyguları sebebiyle esasında kendilerine bir menfaat sağlamayan düşünce ile başkaları adına hizmet etmişlerdir. 
Kapitalist sistemler; genelde bu tür motivasyon ve güdüleme hikayeleri ile emek sahibi kişilerin ümitlerini, hayallerini, beden güçlerini bir sistem içinde eriterek, maddi çarkların daha hızlı dönmesine sebep olur. Sistem çarklarının düzenli işlemesi için, insanlar farklı motivasyon araçları ile sürekli olarak pekiştirilerek, işçi üzerinde hakim sermaye odaklarının maddi olarak daha çok ilerlemesi her şart altında sağlanmış olur. İnsan, bencil hırslarından uzaklaşır da diğer insanlarla birlikte dayanışma halinde olabilirse gerçek kimliğini ancak o zaman bulabilir.
| | Devamı... 0 yorum

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!