Eğlenceye dönüşen Kur'an tilaveti

Etiketler :
“Kur’ân-ı Kerim, Allah ﷻ tarafından Cebrâil vasıtasıyla vahiy yoluyla son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v)'e nazil olan, mushaflarda yazılan, tevâtürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen, Fâtiha sûresiyle başlayıp Nâs sûresiyle biten, başkalarının benzerini getirmekten âciz kaldığı Arapça mûciz bir kelâmdır." bu özlü tarif Kur'an-ı Kerim'in nasıl bir kitap olduğunu açıklaması açısından önemlidir. Kur'an-ı Kerim, peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) kırk yaşlarında iken Hira mağarasında nazil olmaya başlamış ve toplumun ihtiyaçlarına göre parça parça indirilerek 23 senede tamam olmuştur. Kur'an-ı Kerim, peygamberimiz hayattayken ayetlerin sırası ve son tertibi belirlenmiş olup, bu tertip üzere pek çok sahabe tarafından bu son şekliyle yazılıp ezberlenerek bizlere kadar tevatür yoluyla nakledilerek ulaşmıştır. Kur'an-ı Kerim, Allah'ın kullarına bir hitabıdır. Kur'an-ı Kerim, Allah’ın emir ve yasaklarını bildirir. Kur'an-ı Kerim, güzel ahlakı, nasıl kâmil insan olunması gerektiğini, geçmiş milletlerin durumunu, iman esaslarını, ibadet hükümlerini, alışveriş ve toplumsal ilişkileri, evlenmeyi, boşanmayı, mirası kısacası hayatın başlangıcından ölüme kadar giden dünya hayatını, nasıl yaşamamız gerektiğini ve ölümden sonraki ahiret hayatına nasıl hazırlanacağımızı gösteren ilahi bir kılavuzdur. Ayet-i Kerime'de Kur'an-ı Kerim şöyle tanımlanır: "Bu Kur’ân insanlar için bir beyandır, müttakîler için de bir hidayet ve rahmettir." (Al-i İmrân, 3/138) ve "Şu Kur’ân insanların kalp gözlerini açacak bir nur, sağlam bilgi edinmek için bir hidayet ve rahmettir." (Câsiye, 45/20) buyrulmuştur. 
Kur’ân-ı Kerîm, okunması ibadet olan bir kitaptır. Nitekim Fatır Suresi 29. ayette “Allah’ın kitabını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan -Allah için- gizli ve açık sarfedenler asla zarara uğramayacak bir kazanç umabilirler” (Fâtır 35/29) buyrularak Kur’ân-ı Kerîm tilâvetinin önemi vurgulanmıştır. Peygamberimiz, Kur’ân-ı Kerîm'i yavaş yavaş, tane tane, tefekkür ile okumuş, namazlarda bu hususa azami dikkat etmiştir. (Tirmizî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 23; Ebû Dâvûd, “Vitir”, 20) Kur’ân-ı Kerîm okurken harflere, manaya ve tecvid kaidelerine uygun, ses perdelerini değiştirmeden, sesi oynatmadan, okurken sesi titretmeden huşu içindeki bir kıraatle tilaveti sürdürmüştür. (Buhârî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 29) Peygamberimiz, "...Kur’ân’ı tane tane, hakkını vererek oku." (Müzemmil Suresi/4) ayeti kerimesi mucibince acele etmeden "tertil" üzere okumuştur. 
Tertîl kelimesi, sözlükte “bir şeyi güzel bir şekilde sıralamak, dizmek, açığa çıkarmak ve açıklamak” anlamlarına gelmektedir. Bu ayette geçen tertil, "Kur’ân’ın açık ve düzgün bir şekilde, tane tane ve yavaş yavaş, manası üzerinde düşünerek okunması" gerektiği anlamına gelir. Bu şekilde okumak Kur’ân’ı anlamaya ve manalarını düşünmeye daha elverişli olduğu için yüce Allah böyle okunmasını emretmiştir. (İbn Kesir Tefsiri, VIII, 276) Nitekim bu husus hadis-i şeriflerde de aynen rivayet edilmiştir: “Resulullah Kur'an okurken kıraatini ayet ayet keserdi (ayet sonlarında dura dura okurdu).” ve Fatiha’dan örnek vererek her ayetin sonunda durduğunu ifade etmiştir. (Müsned, 6/302; Tirmizî, Fezailü’l-Kuran, 23) 

Hz. Ömer devrinden itibaren artan fetihlerle genişleyen İslâm coğrafyasında, Arapların dışında Türkler, İranlılar ve diğer milletlerden Müslüman olan insanlar, kendi bölgelerinde farklı Kuran kıraatiyle, Kur’ân’ı öğrenip okumaya başlamasıyla Kur'an tilavetinde yeni bir döneme geçilmiş oldu. İslam coğrafyalarında dinin yayılışı ile beraber tilavet usulünde; makamlı okuyuşlar, farklı kıraat yorumları ortaya çıktı ve bu kıraat tarzları kendilerine geniş taraftar kitleleri buldu. Sahabeler, Resul-i Ekrem’in vefatından sonra da Kur’ân-ı Kerim kıraatine önem vererek, farklı okuyuşları ve ilgili rivayetleri muhafaza etmişlerdir. Bu husus da kıraat ilmiyle ilgili olan ve okumayı çeşitli milletler nezdinde kolaylaştırmayı amaçlayan “yedi harf” (aksam-ı seb'a) ruhsatı kıraat farklılıklarının önünü açmıştır. Hz. Ebû Bekir zamanında Kur’ân-ı Kerim ayetleri toplanarak iki kapak arasında Mushaf haline getirilmesi ve Hz. Osman döneminde cem edilmiş bu asıl nüshanın tekrar yazılarak çoğaltılması çalışmalarında okuyuş farklılıklarından ortaya çıkan sonuçlar "Kureyş lehçesi" (Buhârî,“Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”,2) göz önünde tutularak çözülmüş ve asıl nüshadan çoğaltılan bu Kur’ân-ı Kerim nüshaları çeşitli bölgelere gönderilerek okuyuş birlikteliği oluşturulmuştur. Hz. Osman, sahabelerin sahip olduğu Kureyş lehçesi'ne uygun olmayan (yeni cem edilmiş Mushaf’a uymayan) şahsi nüshaları imha ettirerek tilavet ihtilâflarına son vermiştir. Böylece Hz. Osman mushafları, kısa zamanda bütün İslâm coğrafyasına yayılarak kıraat ilim merkezlerinin doğmasına vesile olarak, mütevatir tilavet esasları geniş kitlelere ulaşmıştır. 
İmam Gazali, bu tilavet uygulamalarından hareketle, Kuran okuma adabını anlatırken şu hususlara dikkat çekmiştir: "Kur’ân okurken abdestli olmak, temiz bir yerde bulunmak, kıbleye yönelmek, okumaya istiâze ve besmele ile başlamak, sadece Allah rızasını gözetmek, tecvid kurallarına riayet ederek tertîl ile ve huşû içinde okumak, mushafın tertibini gözetmek, meşhur kıraatlerden sadece biriyle okumak, ayetler üzerinde düşünmek ve okuduklarıyla amel etmek, rahmet ayetleri gelince Allah’ın rahmetini istemek, azap ayetlerinde O’na sığınmak, secde ayetlerinde secde etmek gerekir. Kur’ân’ı Kerîm'i hakkıyla okuyabilmek için dilin, aklın ve kalbin iş birliği içinde olması, tam bir huşunun sağlanması gerekir. Buna göre dil okumalı, akıl okunanları tercüme etmeli, kalp de bunlardan gereken dersleri almalıdır. (Gazzâlî, İḥyâʾü ʿulûmi’d-dîn, Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), I, 321-347.) Kur’ân’ı Kerîm okurken esas olan; manayı bozmayacak şekilde, okunan kelamın bir Allah sözü olduğu bilincinde olarak, samimi bir niyetle okumaktır. Kur’ân lafzı ve manasıyla birlikte indirildiğinden, lafzının orijinal şekliyle korunması için tecvid ilmine uyulması ve Kur’ân’ı Kerîm harflerinin sıfatlarının bozulmaması için hatalara düşmeden okunması, kıraat ilminde vacip olarak kabul edilmiştir. "Eğer şu Kur'ân'ı bir dağ üzerine indirseydik, o dağı Allah korkusundan alçalmış ve paramparça olmuş görürdün!" (Haşr Suresi/21) buyrulmaktadır. Buna göre Allah'ın hitabı olan Kur’ân’ı Kerîm okunurken samimiyetten uzak her türlü okuyuş red edilmiştir. 
Allah’ın kelamı olan Kur’ân-ı Kerim, Allah’a iman eden Müslümanlar için Allah’ın yolunda rehberlik eden, yol gösteren kılavuz kitaptır. Bu nedenle Kur’ân’ı Kerîm okuması öğrenilmeli, usulüne uygun biçimde okunmalı ve hükümleri gereğince de amel edilmelidir. Ebû Davud'un rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurur: “Kim Kur'ân'ı okur, hükümleriyle amel ederse, onun anne-babasına kıyamet gününde bir taç giydirilir. Bu tacın nuru güneşin bütün dünyadaki evlerde bulunan ışığından daha parlak olacaktır" (Ebû Davud, Vitir: l4) Kur’ân’ı Kerîm okumayı yeni öğrenmiş ve zorlukla okuyan bir kimse okumaya teşvik edilerek; “Kur’ân’ı gereği gibi güzel okuyan kimse, vahiy getiren şerefli ve itaatkâr meleklerle beraberdir. Kur’ân’ı kekeleyerek zorlukla okuyan kimseye de iki kat sevap vardır." (Buhârî, Tevhîd 52) rivayetiyle meleklerle beraber olacağı şeklinde övülmüştür. Kur’ân’ı Kerîm usulüne uygun biçimde güzel okumanın yanında esas olan hükümlerince amel etmektir. Bu husus hadis-i şerifte; “Kim Kur’ân’ı okur, onu güzelce ezberler, helâlini helâl, haramını haram kabul eder ve bunlara uyarsa, Allah bu sâyede o kimseyi cennetine koyar. Ailesinden hepsi cehennemi hak etmiş on kişiye şefaat etme hakkı verir.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 13/2905; Ahmed, I, 148) şeklinde ifade edilmiştir. 
Kur'ân-ı Kerîm'i tilavet etmek büyük ibadetlerdendir. Cenâb-ı Hak çeşitli ayetlerde Kur’ân-ı Kerîm'i okuyan kişileri övmüş, büyük mükafatlarla ödüllendireceğini vaad etmiştir. Ayrıca Peygamber efendimiz (s.a.v) de “Kur’ân-ı Kerim’den tek bir harf okuyana bile sevap vardır. Her hasene on misliyle değerlendirilir. Ben 'Elif Lâm Mim' bir harf demiyorum. Aksine 'Elif' bir harf, 'Lâm' bir harf, 'Mim' de bir harftir.” (Tirmizî, Sevabü’l-Kur’ân, 16) müjdelemiştir. Bu sebeple Kur’ân’ı Kerîm tilaveti dünya ve ahiret saadeti için bir nizam ve bedenimiz/ruhumuz için bir ibadettir. İbadet, dünyevî bir menfaat için değil, sadece Allah rızası için yapılır. Bu sebeple, Kur’ân-ı Kerîm’in para veya ödül karşılığında okunması ve okunan çeşitli vesilelerle okunan Kur’ân’ı Kerîm karşılığında para, ödül...vs. verilmesi asla caiz değildir. Böyle bir okumadan dolayı da kişiye sevap olmayacağı fıkıh kitaplarında belirtilmiştir. (Mevsılî, el-İhtiyâr, 2/60, İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, 6/56). Buradan hareketle günümüzde sıkça uygulanan, Kur’ân-ı Kerîm okuma yarışmaları, Ezan-ı Şerif yarışmaları, Siyer-tefsir okuma, meal ezberleme yarışmaları...vs. gibi sonucu ödüle dayanan, rekabete dayalı yanlış uygulamalara temas etmeye çalışalım. 

Kur'ân-ı Kerîm'i güzel okuma yarışmaları öncelikle dini eğitim veren kurumlar ve okullarda öğrencilere teşvik olması amacıyla başlatıldı. Okullarda öğrenciler Kur'ân-ı Kerîm'in manevi iklimine katılmadan sadece tilavet esaslarına riayet gösterilerek yarışma ve projelerde değerlendirildi. Böylece İslam'ın içeriğini ve tilavetin amacını anlamaktan uzak proje ve yarışmalar eşliğinde çok güzel Kur'ân-ı Kerîm okuyan ama bir vakit dahi namaz kılmayan kişiler meydana geliverdi. Sayıları binleri bulan genç hafızlar, ezberledikleri Kur'ân-ı Kerîm'in ahkamından habersiz bir nesil oldu. İstiklal şairi Mehmet Akif Ersoy'un "İbret alınmaz her gün okuruz ezbere de Bir ibret aranmaz mı ayetlerde? Ya okur geçeriz bir ölünün toprağına, ya açar bakarız nazm-ı celilin yaprağına...İnmemiştir hele Kur’ân bunu hakkıyla bilin Ne tapınak ne nutuk ne vaaz dini için" dizelerinde dediği gibi Kur'ân-ı Kerîm; manevi hava ve ruhtan soyularak sırf gösteriş ve şatafat için nazil olmamıştır, aksine Kur'ân-ı Kerîm, ahkamı ile amel etmek, tilavetiyle Allah'ın kelamını yüceltmek ve ibadet etmek için inmiştir. Kur’ân’ı Kerim tilavetinden maksat, Kur’ân lafızlarını doğru bir şekilde telaffuz etmek, sonra bunun anlamları üzerinde derin derin düşünmedir. (Zekeriya el-Ensari, Şerhu’l-Mukaddimeti’l-Cezeriyye fi İlmi’t-Tecvid, Talik: Muhammed Gıyas Sabbağ, IV. Baskı, Mektebetü’l-Gazali, Şam, 1412/1992, s. 65.) Samimi olmadığı halde sanki huşu içinde ve alçak gönüllü bir okuyuş sahibi bir kişinin tilaveti gibi davranarak Kur’ân’ı Kerim okumak bidattir. Bidatlerin en kötüsü de Allah Teâlâ’nın kelamına lahn ve ezgi adıyla koydukları makam, musiki ve ritmi tilavete uygulamadır ki bunun fıkıhta cezalandırılması söz konusudur. (Kastallâni, İrşadu’s-Sâri li Şerhi Sahihi’l-Buhari, VII/481) Hadis-i şerifte dinin riyadan uzak olduğu, "Din, Allah’a, kitabına, Peygamberine, bütün Müslümanlara ve yöneticilerine karşı nasihattir/samimiyettir." (Müslim, Kitabu’l-İman, 23/55) şeklinde ifade edilmiştir. Hal böyle olunca samimiyetten uzak bir tilavet nasıl kabul görebilir? 
Eğitim kurumlarında Kur'ân-ı Kerîm öğretme anlayışı, asli amacından zamanla uzaklaşarak yanlış tilavet ve kıraat uygulamaları sayesinde o kadar ileri gitti ki Kur'ân-ı Kerîm öğreticileri (bilerek hoca demedim) okullarda en sevimsiz korkulan kişilere dönüştü. Kur'ân-ı Kerîm, öğrenciler tarafından korkulan bir ders olarak görüldükten sonra, dine karşı tepkisel davranışlar ortaya çıktı. Manevi iklimden uzaklaşmalar, proje ve yarışma tabanlı eğitim sistemi ile öğrencilerin puanlandığı, derecelendirildiği bir eğitim anlayışına dönüştü. Bununla beraber kitleler arasında Kur'ân-ı Kerîm tilavetinden soğuma ve ahkamından uzaklaşma ciddi manada yayılmaya başladı. Okullarda başlayan bu süreç daha sonra geniş kitlelerin yardımıyla ulusal ve uluslararası organizasyonlara doğru gelişme gösterdi. Kur'ân-ı Kerîm'i güzel okuma yarışmaları, ilk başlarda masumane bir amaç gibi görülürken daha sonra yarışma ve projelerin büyüklüğüne göre daha büyük ödül ve derecelendirme statülerine dönüşüverdi. Yarışmaya katılım ne kadar çoksa bu etkinlik, o kadar büyük kitleler tarafından takip edilmeye başlandı. Bununla birlikte ödül ve teşvik sistemi de daha da zenginleşen bir hale büründü. Akabinde ses ve müzik yarışmalarında olduğu gibi jüri önünde icra edilen Kur'ân-ı Kerîm'i güzel okuma yarışmaları, asli amacı olan ibadet kavramından tamamen uzaklaşarak, seyircilerin ve jürinin puanlaması ile değerlendirilen ve sonucunda büyük ödül/derecelerin olduğu bir kısma benzedi. Gösterişli afiş ve dekorlar eşliğinde, birbirinden farklı kişilerin jürinin önünde olduğu, nameli ve makamlı okuyuşlarla Kur'ân-ı Kerîm'in sesle güzelleştirildiği bu yarışmalar, maalesef televizyon kültürü içinde bir reyting ve eğlence malzemesine dönüştü. Ramazan-ı şerif ayının gün ve gecelerini süsleyen bu yarışma ve tertipler, kapitalizm ruhunun yok ettiği manevi hava eşliğinde bizlere bir "ritüel" ve "merasim" olarak sunuldu. Manayı anlamayan ruhlar, seküler psikolojinin getirdiği hava ile sadece "seyirci" sıfatına mazhar olarak, "tilaveti güzelce icra etmiş" ve icra edilen bu performans seyirciler tarafından da puanlanarak değerlendirilmiş oldu

Günümüz toplumunda her şeyi gösteri ve şatafat olarak gösterme biçimi, her alana sirayet ettiği gibi maalesef ibadetlere de girmiştir. Samimi havadan uzaklaşmaya başlayan Müslümanlar, her yaşantısını gözler önüne serme, her anını paylaşma gibi uygulamalarıyla yaşadıklarının riya olduğunu unutarak farklı bir din anlayışı icra ettiler. Hıristiyanların ibadet havasından uzak kilise merasimleri gibi huşudan yoksun tilavet, namaz, hac, umre gibi dinin temel dinamikleri; birer propaganda unsuru, reklam, ticari etkinlik, gösteriş parçası...vs. gibi dinin aslına aykırı uygulamalar haline geldi. Maalesef toplum bu yaşanılanları görmediği gibi bu bozukluğun da bir parçası oldu. Allah, bizden kendimiz için samimi Müslüman olmayı ister. Yaşantımızı, temiz ve sade olarak sürdürmemizi bekler. Gösterişten uzak, proje ve yarışmalarla kirletilmemiş bir anlayışla dini eğitim modelini samimi olarak uygulayacak nesillerin yetişmesini öğütler. Nesillere örnek olacak anne ve babalar, öğretmenler ve önderler olması için çaba göstermemizi nasihat eder. Samimiyetin olmadığı yerde, dinden nasıl söz edilebilir?Gösteriş ve riya ihlasa tamamen zıttır. Samimiyetin olmadığı yerde münafıklık baş gösterir. Bu durum “Münafıklar, Allah'ı aldatmaya çalışırlar. Allah da onların bu çabalarını başlarına geçirir. Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı pek az anarlar.” (Nisa Suresi/142) ayeti celilesiyle çirkin bir davranış olarak görülmüştür. Peygamber Efendimiz (s.a.v) "Kim işlediği hayrı şöhret kazanmak için halka duyurursa, Allah onun gizli işlerini duyurur. Kim de işlediği hayrı halkın takdirini kazanmak için başkalarına gösterirse, Allah da onun riyakârlığını açığa vurur." (Buhârî, Rikak 36, Ahkâm 9; Müslim, Zühd 47-48. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 48; İbni Mâce, Zühd 21) buyurarak, samimi olmayan dini tutum ve davranışların akıbetini bizlere bildirmiştir. Gösteriş kültürü içinde olan toplumlar, yardımlaşma, fedakârlık, alçakgönüllülük, hayâ, iffet, ibadet gibi her türlü iyi değerlerini yitirirler. Haris el Muhasibi; riya ve gösterişin merkezinin insan nefsi olduğunu söyler. Nefs, insanın ruhunun derinliklerinde gizlenen şeyin açığa çıkacağını bilse de övülmek, yüceltilmek ve dünya da övülen yüceltilen bir kimse olmak için çaba gösterir ve gerekirse bunun için davranışlarını dindarlık süsüne büründürerek, şeytani bir rahatlığa kavuşur ve bundan kurtuluşun tek yolu  nefisle mücadele ederek nefsin ihyası ile olacağını vurgular. (El Muhasibi, Er-Riaye, Nefs Muhasebesinin Temelleri, İnsan Yayınları, 11. Bsk, İstanbul.) 
İmam Gazali’ye göre de riyâ’nın en tehlikeli boyutu dini kullanarak yapılan gösteriş ve riyakârlıktır. İnsan, şeytanın hile ve tuzaklarından emin olmak için her zaman duygularını ve davranışlarını kontrol etmeli ve hayatını ihlas içinde bir yaşayışa göre tanzim etmelidir. Dünyevi menfaatler için samimiyetten uzaklaşmak, dini eğip bükmek, dini ibadetleri eğlence ve gösteriş haline getirmek, asla tasvip edilmez ve bir Müslümana yakışmaz. Riya, amelleri yakıp kül eden, Allah’ın gazabına sebep olan bir tehlikedir. Bundan kurtuluş ancak nefsin isteklerine muhalif olmakla mümkündür. Riya, insanın kişiliğini ve samimiyetini bozar. Bozulan kişiler de ahlaki değerlerden yoksun bencil bir toplum meydana getirir. Bozuk toplumda da İslami değerler ve ahlak öğretileri tam anlamıyla vücut bulamaz. 
Sonuç olarak davranışlarımızın arkasındaki nedenleri bilmek ve samimi bir hava eşliğinde yaşamak zorundayız. Kişiliğimizi bozmadan, gösteriş unsurlarına girmeden seküler yapının gerektirdiği anlayıştan uzaklaşmış, sade bir görüntüye kavuşma mecburiyetimiz var. Yazımızda belirttiğimiz Kur’ân’ı Kerîm güzel okuyuşu için öyle ağdalı namelere gerek kalmadan, samimiyete ihtiyaç vardır. Bazen dağlarda gezinen ilimden yoksun kendi halinde bir kişinin ihlaslı bir okuyuşu, bir "Allah" zikri, nice okuyuşlara bedeldir de bizler bunu bilemeyiz. Allah tavırlarımızı davranışlarımızı samimiyetten ve ihlastan ayırmasın. Gösteriş ve riyadan, her türlü seküler davranışın pisliğinden sıyrılıp hakiki Müslüman olma lezzetine, Allah bizleri kavuştursun. Taklitten ve yapaylıktan uzaklaşmış, ihlas içinde koşturan, mükafatı sadece Allah’tan bekleyen kullardan olmak temennisiyle, Allah hiçbir amelimizi zayi etmesin. (Amin) 
Kadir PANCAR
17/04/2022

KAYNAKÇA: 
*El Muhasibi, Er-Riaye, Nefs Muhasebesinin Temelleri, İnsan Yayınları, 11. Bsk, İstanbul.
*Zekeriya el-Ensari, Şerhu’l-Mukaddimeti’l-Cezeriyye fi İlmi’t-Tecvid, IV. Baskı, Şam, 1992. 
*İbn Kesîr,  Tefsîru’l-Kur’ani’l-azîm, Sami b. Muhammed Selâme, Dâru Tayyibe, II. Baskı, 1999.
*Gazzâlî, İḥyâʾü ʿulûmi’d-dîn, Beyrut, 1982.
*İbn Âbidîn: Reddü’l-muhtar ale’-Dürri’l-muhtar, çev. Ahmed Davudoğlu, İstanbul: Şamil Yayınevi, 1982.
*TDV İslâm Ansiklopedisi, TDV İslâm Araştırmaları Merkezi, 2011

0 yorum:

Fayda vermeyen ilimden Allah'a sığınırım. “Allah'ım; bana öğrettiklerinle beni faydalandır, bana fayda sağlayacak ilimleri öğret ve ilmimi ziyadeleştir."

İlim; amel etmek ve başkalarıyla paylaşmak içindir. Niyetimiz hayır, akıbetimiz hayır olur inşallah. Dua eder, dualarınızı beklerim...

En Çok Okunan Yazılar

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!