Modern Zihinsel Çöküşün Anatomisi

Günümüzde teknoloji ve internet araçları; özellikle sosyal medya, iletişim, bilgiye erişim ve eğlence amaçlı olarak yaygın biçimde kullanılmaktadır. Hal böyle olunca bu yoğun teknoloji kullanımı fiziksel, zihinsel sağlık ve insan psikolojisi üzerinde olumsuz etkilere yol açmaktadır. Yapılan araştırmalarda, yoğun teknoloji kullanımı ve sosyal medya bağımlılığının kaygı, stres ve depresyon riskini arttırdığı, uyku kalitesini düşürdüğü, odaklanma ve dikkat süresini kısalttığı belirlenmiştir. Sosyal medya platformlarında hızlı akan kısa video içeriklerinin yalnızca zaman kaybına yol açmakla kalmayıp, bireylerin bilişsel yeteneklerini de olumsuz etkilediği araştırmalarda ortaya konulmuştur. Bu içeriklerin sürekli ve hızlı tüketiminin, beynin ödül mekanizmasında kimyasal değişimlere neden olarak dikkati sürdürme, odaklanma ve irade gücünü zayıflattığı çeşitli araştırmalarda vurgulanmıştır.[1] Literatürde bu durum "dijital bağımlılık" olarak adlandırılsa da daha geniş bir perspektiften bakıldığında bunu “gönüllü bilişsel kölelik/tıkanıklık” şeklinde tanımlamak daha doğru bir yaklaşımdır. Çünkü bireyler bu özellikleri bilerek ve isteyerek tercih etmekte ve iradelerini bu yönde kullanmaktadır. İnsanlar, kendi özgür iradelerini kullanarak teknolojiye köle olmaya ve bağımlı kişiliklere dönüşmeye başlamıştır.  
Dijital bağımlılığı, teknoloji ve internet çağının insan davranışlarını değiştirmedeki rolünü, çeşitli araştırma sonuçları eşliğinde bu yazıda biraz irdeleyelim. Daha önceki yıllarda değişen nesiller üzerine inceleme amacıyla "Kendini bulma yolculuğunda insan nesilleri" başlıklı bir değerlendirme yazısı yazmış ve zamanla davranışların değişim sürecini anlatmıştım.
Bu yazımda, günümüz dünyasında mevcut olan zihinsel çöküşün sebeplerini, tarafsız yorumlarla kısmen inceledikten sonra, "Modern dünyada zihinsel çöküşün sonuçları hakkında neler söylenebilir?, Dikkat eksikliği ve odaklanma sorunu nasıl ortaya çıkar?, Patlamış Beyin tabiri nedir?, Sosyal medyanın zihinsel süreçlere etkisi nasıl olur?, Başarısızlık nedenleri arasında dijital bağımlılığın etkisi nedir?" gibi sorulara cevap bulmaya çalışalım: 
 

Fibonacci Dizisi ve Vahdeti Vücud Felsefesi

Matematik dersinde Fibonacci sayı dizisini incelerken, tasavvuf felsefesindeki Vahdet-i Vücûd anlayışıyla arasında benzerlik olabileceği fikri aklıma geldi. Bu konu üzerinde biraz araştırma yapınca bu benzerliğin makul olabileceğine ikna oldum. Şimdi bu konuyu matematik ve ilahiyat ekseninde değerlendirmek istiyorum. Önce her iki kavramın tanımlarını verip, ardından bu görüşleri ortaya koyan kişilerden Muhyiddin İbn Arabi ve matematikçi Leonardo Pisano Fibonacci"nin hayatlarına dair izlere bakacağız. Yazının sonunda da savundukları ve ortaya koydukları görüşlerin hangi yönlerden birbirine benzer olabileceğini göstermeye çalışacağım. En sonunda sonuç ve değerlendirme ile yazıyı bitireceğiz.
"Fibonacci sayı dizisi" ile "Vahdet-i Vücûd" anlayışı, ilk bakışta İslam tasavvufu ve matematik gibi  birbirinden oldukça farklı iki alana ait gibi görünse de aralarında güçlü bir benzerlik vardır. Biri matematik, diğeri tasavvuf felsefesine ait olmasına rağmen bu iki konu derinlemesine incelendiğinde, birbiriyle anlam, düzen ve bütünlük açısından önemli benzerlikler taşır. Bu benzerlikler özellikle sonsuzluk, ilk varlık, nizam ve düzen, bütün-parça arasındaki ilişkiler gibi temel bazı felsefi kavramlarda ortaya çıkar. Fibonacci dizisi, her sayının kendisinden önce gelen iki terimin toplamı olmasıyla oluşan, sonsuza kadar devam eden bir sayı dizisidir. 1 den başlayarak ardınca belli bir kural içinde düzenli sayılar gelir. 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, … Bu dizinin ardışık iki terimi birbiriyle oranlandığında bu sonucun matematikte "altın oran" adı verilen Fi sayısına (φ ≈ 1.618...) yaklaştığı görülür. Bu oran, yalnızca matematiksel bir yapı değil; doğada, insan vücudunda, yaprak diziliminden deniz kabuklarına, galaksi şekillerinden DNA spiral yapısına kadar birçok yerde gözlemlenen sabit bir oranı ve düzeni temsil eder. Altın oran hakkında daha farklı detaylı bilgiler için önceki yazımızı okuyabilirsiniz.

Vahdet-i Vücûd, İslam tasavvufunda derin bir düşünce sistemidir. Buna göre evrende hakiki anlamda var olan tek şey Allah’tır. Allah dışındaki tüm varlıklar—insanlar, doğa, yıldızlar, hayvanlar ve zaman—mutlak anlamda var değildir; yalnızca Allah’ın varlığından izler taşır, bütün mahlukat O’nun isim ve sıfatlarının yansımalarıdır. Çokluk gibi görünen her şeyin ardında, aslında bir ve tek olan "Varlık" vardır. Bu nedenle “varlıkların birliği” anlamına gelen vahdet-i vücud, görünen çokluğun ardında "gizli teklik" gerçeğini ifade eder. Burada anlatılan vahdet-i vücud, Batı felsefesindeki panteizmle karıştırılmamalıdır; çünkü vahdet-i vücudda mutlak varlık, hem her şeyin özünde hem de her şeyin ötesindedir. Panteizmde Tanrı, evrenle özdeşleşmiş olur ki bu da hatalı bir görüştür. Oysa vahdet-i vücud anlayışında, Hakikî varlık yalnızca Allah’tır, evren ve içindekiler ise O’nun varlığının bir tezahürüdür; mahlukatın kendiliklerinden bir varlıkları yoktur. Bu yaklaşıma göre, görünen âlem, Allah’ın isim ve sıfatlarının bir tecellisidir. Mevcudat, varlıklarını Allah’tan almış, birer tecelli simgesidir. Gerçek varlık sahibi yalnızca Allah olduğundan, mahlûkatın varlığı izafî ve gölgede kalan bir varlık mesafesindedir. Bu sebeple mutasavvıflar, "Lâ mevcûde illâ Hû" (O'ndan başka mevcut yoktur) ifadesini tasavvufta sıkça kullanırlar. Bu düşünceye göre Allah, evrende kendi varlığını farklı biçimlerde gösterir; buna “tecelli” veya “zuhur” denir. Doğadaki düzen, güzellik, denge ya da insanın içindeki sevgi, merhamet ve adalet gibi tüm düşünce ve duygular hep Allah’ın isim ve sıfatlarının yansımaları tecellileridir. Yani evrende neye bakarsak bakalım, aslında Allah’ın bir kudretine, bir ilmine tanıklık ederiz. Ancak bu, görünen şeylerin Allah’ın kendisi olduğu anlamına gelmez; onlar sadece O’ndan gelen tecelliler olduğundan aynadaki görüntünün yansıttığı nesneler gibidir. Diğer bütün varlıklar ise O’nun varlığının yansımaları, tecellileridir. Çokluk gibi görünen bu âlem aslında var olan birliğin farklı tezahürlerinden ibarettir. Her şey Allah'tan gelir ve sonunda O’na döner; varlıklar ancak O’nunla birlikte vardır. Nitekim Kuran-ı Kerimde: “...Biz şüphesiz Allah’a aidiz ve O’na döneceğiz..." (Bakara Suresi, 2/156) buyrulmuştur. Düşüncenin temeli bu ayetle ilişkilidir. 

Bir Gezi Rotası: Bilecik-Söğüt-Sivrihisar

Yeni bir gezi rotası ile devam edelim. Bursa merkezden başladığımız bu gezide, Bilecik, Söğüt ve Sivrihisar  şehirlerinde Osmanlı'nın izlerini görmeye çalışalım. Bursa merkezde gezilecek çok eser var. Bursa gezimizi çok detaylı olarak inşallah başka bir yazıda anlatayım. Bursa duraklarından sadece birini bu yazıda zikredip, diğer gezi yerlerini anlatmaya geçelim. 
Bursa'nın kalabalık nüfusundan kendinizi kurtarıp Tophane mevkine yürüyerek çıktığınızda, Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey ve oğlu Orhan Gazi'nin Türbelerini görebilirsiniz. Buraya araçla gelmenizi pek tavsiye etmem, ciddi park sorunu olabiliyor. Sabahın erken saatlerinde belki park alanı biraz daha kolay bulunabilir. Türbelere giriş ücretsiz. İçerisi kalabalık değilse beklemeniz gerekmiyor. Türbeye yoğunluktan mı bilmiyorum ama ayakkabı ile giriliyor. Zeminler mermer kaplama, halı serilmemiş. Türbede her zaman Kuran-ı Kerim okunuyor. Türbelerin yanında saat kulesi var. Tepeden kuşbakışı Bursa manzarasını izleyebilirsiniz. Her iki türbede de dualarımızı edip, ecdada olan saygımızı gösteriyoruz. Şanslı iseniz kapı önünde sürekli nöbet tutan askerlerin nöbet değişimini görebilirsiniz. Biz değişim saatinde denk geldiğimiz için (15:00) alplerin saygı nöbeti değişimini izleyebildik.
Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gazi, Bursa’yı fethedemeden vefat etmiş ve kabri daha sonra oğlu tarafından vasiyeti üzerine Bursa sınırları içine taşınmıştır. Osman Gazi, oğlu Orhan Gazi tarafından inşa edilen, Bursa merkezde hakim bir tepe olan Tophane’deki türbede medfundur. Bursa’yı 1326 tarihinde fetheden, Osman Gazi’nin oğlu Orhan Gazi; Babası Osman Gazi’nin Söğüt’te bulunan kabrini Hisar içinde, Gümüşlü kümbet olarak zikredilen bugünkü yerine nakletmiştir. Orhan Gazi'nin kendisi de vefat ettiğinde yaptırdığı külliyesine yakın bu alanda, babası Osman Gazi’nin yanına defnedilmiştir. Türbenin ortasında bulunan sedef kakmalı büyük ahşap sanduka, Osman Gazi'ye aittir. Sandukanın etrafı sedef kakmalı korkuluklarla çevrilmiştir. Sanduka üzerine serilen örtü, Sultan Abdülaziz’in Bursa'yı ziyareti sırasında kadife üzerine gümüş sim ile işlenerek yapılmış olup, Osmangazi’nin şahsiyeti doğumu, saltanat senesi ve ölümü gibi tarihler üzerine yazılmıştır. Osman Gazi Türbesinin içinde Osmangazi’nin oğlu Alaaddin bey, Orhangazi'nin eşi Aspurça Hatun ile on iki yakınının sandukaları bulunmaktadır. Orhan Gazi'nin türbesi de Bursa merkezde Tophane mevkiinde babası Osman Gazi'nin türbesine komşu olarak yer almaktadır. 1855 yılında yaşanan depremden dolayı büyük hasar gören türbeler, dönemin Osmanlı padişahı Sultan Abdülaziz tarafından yeniden yapılmış ve 1863 yılında tekrar ziyaretçilere açılmıştır. 
Bursa'da Osman Gazi ve Orhan Gazi türbelerini ziyaret ettikten sonra Osmanlı'nın manevi mimarları ve kurucu önderleri olan Şeyh Edebali ve Ertuğrul Gazi'yi ziyaret etmesek olmazdı. Bunun için başka bir günde Bursa'dan Konya dönüşte, Bilecik üzerinden bir gezi planladık. Bu gezide; Bilecik şehir merkezi, Şeyh Edebali Türbesi, Bilecik Etnografya Müzesi, Bilecik Yaşayan Şehir Müzesi, Osmanlı devletinden kalma tarihi camiler, Söğüt ilçesi ve Eskişehir Sivrihisar ilçesi gezi planımızın içerisinde yer aldı. Bursa, Yenişehir, Bilecik, Söğüt, Odunpazarı, Sivrihisar rotaları ile toplam güzergah uzunluğu 285 km'dir. Adım adım gezi güzergahımızı sizlere de rehber olması açısından burada paylaşıyorum. 
| | Devamı... 0 yorum

Bir Gezi Rotası: İznik Gölü ve çevresi

Bursa'nın güzel ilçesi İznik'e bir vesileyle gitmek buralardaki tarihi dokuyu ve tabiat güzelliklerini keşfetmek amacıyla bir gezi rotası planladık. Rotamızı; Bursa, Gemlik, Gölyaka, Dutluca, Sölöz, İznik, Çakırca, Orhangazi güzergahı olarak İznik Gölü'nün çevresini tamamen dolaşacak biçimde planladık. Özellikle hedefimiz İznik ilçe merkezindeki tarihi eserleri gezmek ve gölün güzelliklerini keşfetmektir. Rota; Bursa, İznik ve tekrar Bursa dönüşü olarak toplam 145 km'dir. İznik'e gidiş ve dönüş için gölün her iki yakası da bu rotada kullanılmıştır.
Bursa'dan sabahın erken saatlerinde yola çıkarak, öncelikle yaklaşık 30 km uzaklıktaki Gemlik ilçesine geldik. Gemlik, Bursa'nın sanayileşme ve ticaret hacmini karşılayan en önemli liman şehridir. Bursa ve çevresinde üretilen her türlü sanayi ve tarım ürünlerinin ihracat ve ithalat kapısı Gemlik ilçesidir. Gemlik, körfezin kıyısında kurulan bir şehir olduğundan daima nemli ve ılıman bir havası vardır. Aynı zamanda zeytinciliği ile de çok meşhurdur. Şehre ilk girdiğiniz anda yolun sağ ve sol tarafında pek çok zeytinyağı fabrikalarını ve satış mağazalarını görebilirsiniz. Zeytin veya yağ ihtiyacınız varsa fabrika satış mağazalarından daha ucuz fiyatlarla temin edebilirsiniz. Alışverişinizi yaptıktan sonra Gemlik sahilinden yürüyerek limana doğru gidebilirsiniz. 
Gemlik'te yaklaşık yarım saatlik bir moladan sonra İznik istikametine geçmek için Orhangazi'ye bağlı Gölyaka tarafına doğru geçiyoruz. Gemlik ile Gölyaka arası yaklaşık 18 km. Gölyaka, gölün hemen dibinde yerleşmiş, küçük bir nüfusa sahip bir köyken, son zamanlarda turistik faaliyetlerin artmasıyla nüfusu artarak yapılaşma çoğalmıştır. Gölyaka'da konaklama için oteller mevcut. Göl kenarında kurulu şirin bir köy konumunda olan burada biraz dinlenip, gölün kıyı şeridinde yanımızda getirdiğimiz malzemelerle kahvaltımızı yaptıktan sonra zeytin bahçelerinin arasından yola devam ediyoruz. Göl kenarında gittiğimiz yol; çift şeritli, hafif virajlı ama ulaşımı rahat bir yol. Hafta içi gittiğimizden fazla kalabalık bir yol değildi. Haftasonu özellikle Bursa'dan gelenlerden dolayı trafik biraz daha kalabalık olabilir. Yolun her iki tarafında boylu boyunca uzanan zeytinlikler, yolculuğumuza mükemmel bir ortam sağlıyor. Ara ara durup zeytin yapraklarına dokunmak ve kokusunu içimize çekmek iyi geliyor. 
Gölyaka'yı geçtikten hemen sonra Bursa iline 67 km, Gemlik'e 21 km, Orhangazi ilçesine 12 km uzaklıktaki Dutluca Köyü geliyor. Dutluca halkı, köyün adından da anlaşıldığı üzere zeytinliklerin yanında dut ağaçları ile de geçimini sağlıyor. Geniş dutluklarıyla bilinen köy, zamanının ipek böcekçiliği merkezi olmakla birlikte, köyde kısmi balıkçılık da var. Kurtuluş savaşı zamanlarında Yunan işgaline (1920) uğrayan Dutluca köyünde, Sölöz Köyünden gelen Ermeni çetelerinin baskını sonucu çok acı hatıralar yaşanmış. Köy nüfusu, zamanla değişen şartlar ve iş değişiklikleri sebebiyle göçlerle azalmış olup, bugünkü nüfusu 300 kişinin altındadır. 
Dutluca köyünü geçtikten sonra komşu köyü, Sölöz geliyor. Sölöz Köyü, yaklaşık 1000 kişilik nüfusa sahip daha büyük bir yerleşim yeri. Sölöz köyü, 16. yüzyılda Van ve Harput'tan gelen köylüler tarafından iskan edilmiş, kurtuluş savaşı yıllarında da kalabalık Ermeni nüfusu ile dikkat çeken bir yerleşim. Aşağı Sölöz'de anayol üzerinde köy mimarisine uymayan, zamanında ipek böcekçiliği için kullanıldığı söylenen, pekçok efsaneye de konu olmuş tarihi büyük bir yapı var. Yol üstündeyken uğranılabilecek farklı bir yapı. Tarihi Sölöz Evi, 150 yıllık geçmişi ile ayakta durmakta zorlanırken, iyice eskimiş olması hasebiyle Bursa Büyükşehir Belediyesinin aldığı kararla yeniden restore edilecekmiş.
Sölöz köyünden sonra yolda ilerlemeye devam ettik. Narlıca'ya doğru giderken yol kenarları, yine zeytinliklerle doluydu. Güzergahta ilerlerken yol kenarında dağdan gelen kar sularının oluşturduğu çeşme sularını da görüyoruz. Yol, yine iki şeritli olarak kıvrımlı virajlarla ilerliyor. Yaklaşık 10 dakikalık yolculuktan sonra Sölöz akabinde Narlıca Köyü'ne geliyoruz. Burada kerpiç, harman tuğlası ve ahşap karışımı yapılmış, yıllardır ayakta sağlam duran asırlık evleri görüyoruz. Gölün ve dağın eteğinde kurulmuş muhteşem manzaralı güzel bir köy. Narlıca'da küçükbaş ve büyükbaş hayvancılık, balıkçılık faaliyetleriyle birlikte tarımsal ürünler, özellikle zeytin, nar, üzüm, muşmula, dut ağaçları yaygın. 
Narlıca köyünün güzelliklerinden sonra zeytinlikler arasında açılan ince asfalt yoldan devam ederek, bazı kamp alanları ve bir kaç köy daha gördükten sonra İznik ilçe merkezine ulaşıyoruz. Narlıca ile İznik arası yaklaşık 25 km'dir. Yol üstünde sahil şeridinde kamp alanları ve şahıslara ait konteyner yerleşim alanları mevcut. Zamanla önlem alınmazsa gölün bu yapısının bunlarla dolacağını düşünüyorum. Gölün muhteşem kıyılarının parsel parsel satıldığı bu coğrafyada, doğal güzelliklerin şahısların kapitalist zevklerine bırakılmaması gerektiğini düşünüyorum. Özellikle göl kıyısında çokça gördüğüm manzarada, çitlerle veya tel örgülerle çevrilmiş arazilerin içinde "tiny house", "konteyner" ya da "prefabrik" tarzı baraka veya küçük ev yapılarının çokluğu dikkat çekiyor.
İznik, tarihi milattan önceki yıllara dayanan çok eski bir yerleşim yeri. Hıristiyanlık dini açısından önemli bir şehir. Osmanlı beyliğinin Roma'ya açılan kapısı diyebileceğimiz İznik, devletleşmenin başladığı güzel bir şehir. Dağ, göl ve tarihin iç içe geçtiği sakin ve huzurlu bir şehir. Çini işçiliği ile nam salmış, mükemmel el sanatlarına sahip daha tam keşfedilmemiş turistik bir yer. Yıllar içinde bu tarihi dokusu hızlı yapılaşmayla bozulmazsa güzelliğini korumaya devam eder.
İznik'e ilk girişte Kırgızlar Türbesi sizi karşılıyor. Kırgızlar Türbesi, Yenişehir Kapısı yakınlarında yer almaktadır. Türbe'nin Selçukluların İznik’i fethi sırasında Selçukluların yanında olan Kırgız Türkleri’nden şehit olanlar anısına, Orhan Gazi tarafından 1331 yılında inşa ettirilmiştir. Türbe içinde, mezarlar ve kırgız işlemesinden kilimler mevcut. Türbe yontma taş işçiliği ile kubbeli olarak inşa edilmiş. Türbe önüne her zaman olduğu gibi manevi ortamın ruhunu bozacak nitelikte, sonradan yapay bir kırgız anıtı/heykeli dikilmiş. Bahçede de bir oba kıl çadırı mevcut. Görülmesi gereken, şehitlere selam verilmesi gereken güzel bir yer.
Kırgızlar türbesini geçtikten 500 metre sonra, Kız Kulesi ve bunun ardından da Yenişehir kapısı geliyor. Her iki yapınında ciddi bakıma ve ilgiye ihtiyacı var. Her yeri ot kaplamış, bazı yerleri yıkılmış, bu haliyle ayakta kalmaya çalışıyor. Kız kulesinde detaylı bir bilgi ve açıklama yok. Yanına kadar engebeli bir yoldan gidebiliyorsunuz. Bu yapıların İznik kale surlarının devamı olduğunu düşünüyorum. 
Kız kulesinin hemen ilerisinde, 300 metre kadar uzaklıkta Yenişehir Kale Kapısı var. İznik’in savunma hatları arasında yer alan Yenişehir Kapı, şehrin halen giriş kapısı olarak en önemli tarihi yapıları arasındadır. Şehre giriş için kullanılan diğer kapılarla (Batı, İstanbul ve Lefke kapıları) da yapımı açısından benzerlik göstermektedir. Üzücü tarafı bu kadar eski bir yapının tam olarak korunamaması. Yapının her yerinde cam kırıkları, alkol şişeleri ve bakımı yapılmamış otlar dolu. Tarihi dokunun korunmasına dair sanki hiçbir şey yapılmamış gibi yapı kendiliğinden ayakta durmaya zorlanıyor.
Yenişehir Kapıdan geçtikten hemen sonra yolun karşısında İznik Müzesi var. Müzeye Müzekart ile giriş yapabilirsiniz. Müzede Antik Yunan, Roma, Bizans ve Osmanlı eserleri, çeşitli dönemlere ait çiniler ve kalıntılar sergileniyor. Müze, Pazartesi günleri kapalıdır. İznik Müzesinin biraz ilerisinde I. Murad'ın oğlu tarafından yaptırılmış Yakup Çelebi Cami var. Buradaki bu eser, Cumhuriyet dönemine kadar imaret olarak kullanıldıktan sonra, 1923'te cezaevi, 1934-1950 arasında eski eserler deposu ve müze, 1963'ten sonra da restore edilerek cami olarak kullanılmıştır. İçerisi Osmanlı ilk dönem eserleri gibi sade ve şatafattan uzaktır. 
Yakup Çelebi Caminin yakınlarında 500'er metre arayla iki adet kilise kalıntısı mevcut. Hagios Tryphonos Kilisesi ve Koimesis Kilisesi isimlerine sahip bu kalıntılar, tamamen virane durumda. Yıkılmadan önce Yunan haçı planlı, 12 köşeli bir kasnağa oturtulmuş kiremit kubbeli bir yapı olarak, Hıristiyan mezhepleri tarafından ortak kilise olarak kabul edilip hac mekanı olmuş. Koimesis Kilisesi, kurtuluş savaşı zamanında tamamen ortadan kalkmış ve harabe haline dönmüş, sanki boş bir arazi gönümündedir. Tel örgü ile çevrilmiş arazide, biraz mermer sütun parçaları ve küçük duvar kısımları kalmış. İznik Bazilika'sı, Aziz Neophytos anısına inşa edilirken, Aziz Neophytos'un mezarı bu kiliseye taşınmıştır. Aynı zamanda Bizans İmparatorluğunun önemli kişilerinden birisi olan I. Theodoros Laskaris’in mezarı da rivayetlere göre buradaymış. Kilisenin adının "Meryem’in ölümü veya göğe yükselmesi" anlamına geldiği söyleniyor. Araştırmalar ve arkeolojik kazılarla kilisenin temelleri açığa çıkarılmış ve buradan çıkarılan mimari parçaların bir kısmı İznik müzesi tarafından koruma altına alınmıştır. Koimesis Kilisesi, Bizans ve Osmanlı Dönemlerinde ünlü mozaikleri ve I. İznik Konsili’nin (325)  burada toplandığı düşüncesi ile en çok ziyaret edilen yapılardan biri olmuştur. 
Hagios Tryphonos Kilisesi de diğer Koimesis Kilisesi'nden farklı bir halde değil. Sadece kalıntıları kalmış bu yapıyı, tel örgüler arkasından izleyebilirsiniz. İnşaatların arasında kalmış, anayolun hemen dibinde yer alan bu kilise, dinler tarihi araştırmacıları için önemli bir konumda. Yıkıntılar ve yoğun bitki dokusu, otlar, böğürtlen çalıları, incir ağaçları arasında kalmış arazide yıkık bazı kilise duvarları görülebilir.
Yenişehir Kapı surlarından itibaren İznik Müzesinin önündeki surları takip ederek ilerlediğinizde, Lefke Kapısı'na ulaşırsınız. Kentin doğu ucunda yer alan bu kapı, şehrin Kuzey tarafında kalan İstanbul Kapısı ile büyük benzerlik gösterir. Yakın tarihlerde yapıldığını düşünüyorum. Yapılışına dair kesin bir bilgi veya tarih yok. Büyük ihtimalle surların arasında kalan şehrin muhafazası için şehre belli noktalardan giriş kapıları açılmış ve bu kapılar zamanla onarım ve tadilat görerek kale surları görünümü muhafaza edilmiştir.
Lefke Kapı, şehre dışarıdan girişte iki kulenin arasındaki kalın mermer sütunların oluşturduğu blokların üstünde malzemesi ağaçtan dikdörtgen bir kapı ile bütünleşmiş bir haldedir. Kapı üzerindeki kemerin içi taş işçiliği ile örülmüştür. Orta kapı kemeri üzerinde, içte ve dışta birer yazıt vardır. Yazıtların yanında kesme taşlardan yapılmış, üzeri tuğla kemerli bir geçit yer almakta olup, sağ tarafında moloz taş ve tuğla sıralarından bir kule daha vardır. Dış kısmında Antik su yolu ve türbelere giden tanıtım yolu haritası sonradan bilgilendirme yazısı olarsk eklenmiş. Lefke kapı, kale ve antik su yolu iç içe geçmiş bir halde ayakta kalmış çok güzel bir eser. Mutlaka bu kısma uğrayın.
Lefke kapısından dağ tarafına doğru ilerlediğinizde, İznik Şehir Mezarlığı bulunuyor. Mezarlığın hemen girişinde, Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa Türbesi'ni görürsünüz. Kara Halil, tarihe Çandarlılar Ailesi olarak geçmiş olan ailenin üst düzey bir mevkiye gelmiş ilk kişisidir. Hayreddin Paşa, ilmiye sınıfında yetişmiş, kadılık ve vezirlik görevlerinde bulunmuştur. Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa, 1372'de Sinanüddin Fakih Yusuf Paşa'dan sonra vezir olmuş ve 1364-1387 tarihleri arasında 22 yıl vezirlik yapmıştır. Halil Hayreddin Paşa, 1387'de Serez'de vefat etmiştir. Cenazesi büyük oğlu Çandarlı Ali Paşa tarafından İznik'e getirilmiş ve bugünkü mevkiye defnedilmiştir. Sonradan yapılan türbe 1922’de Yunan ordusu tarafından tahrip edilmiş olup aynı aileden gelen Nuh Neciyüddin Bey bu türbeyi eski şekliyle tamir ettirmiştir. 
Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa Türbesinden yaklaşık 50 metre dağa doğru gittiğinizde, yolun sağ tarafında zeytin bahçelerinin arasında kalmış arazide, saklı küçük bir kümbet içinde Sarı Saltuk Hazretlerinin kabrini bulursunuz. Sarı Saltuk, Anadolu ve Balkan halklarının müslüman olmasına büyük katkıları olmuş, Hoca Ahmet Yesevî’nin talebesi olan alim bir zattır. Sarı Saltuk, pek çok yerde anısına sembolik türbeler yapılmış Allah dostu olarak bilinen bir zattır. Gerçek mezarının burası olduğunu düşünerek, bu nezih ortamın havasını teneffüs edip, bu veli zatın ruhuna bir fatiha okuyarak yolumuza devam ettik.
Sarı Saltuk Hazretlerinin Türbesini geçtikten sonra arabayla yaklaşık 2 km uzaklıkta dağın zirvesine doğru patika bir yoldan ilerleyince, Abdülvahhab Sancaktar Türbesi'ne ulaşırsınız. Yaya olarak buraya gelmek zor, kesinlikle bir vasıta kullanın. Türbe yeri İznik'i tepeden gören hakim bir tepede yer almakta olup, çevrede küçük bir mescid, şadırvan ve birkaç dükkan bulunuyor. Ağaçların arasında bayraklarla süslenmiş mezarda yatan Abdulvahap Gazi, Emeviler döneminde yaşamış ve İslam kuvvetleriyle Anadolu seferine katılmış ünlü bir askerdir. Abdulvahap Sancaktari, 717-740 yıllarında Anadolu'ya gelen İslâm ordularının Sancaktarı olarak görev yapmış ve İznik'i fetih sırasında şehit düşmüştür. Osmanlı'nın İznik'i fethi sonrasında da anısına bu mevkiye bir türbe ve mescid yapılmıştır. Mutlaka ziyaret edilmesi gereken bu yerin yolu biraz sapa olsa da kesinlikle uğranmalıdır. Burada dua edip şükür namazını yanındaki küçük mescidde kıldıktan sonra biraz İznik manzarasını izledik ve akabinde geldiğimiz yoldan geri dönerek, tarihi surlar arasından ilerleyerek Lefke Kapısı yönüne geldik.
İncir ağaçları arasında kalmış Lefke Kapısının hemen diğer tarafında kentin sembollerinden Yeşil Cami yer alıyor. Osmanlı erken dönem mimarisinin en zarif örneklerinden sade ve güzel bir yapı olan bu cami, mermer mihrabı, zarif çinileri ve yeşil kubbesiyle tam bir sanat eseri konumundadır. Cami minaresinde, Selçuklu mimarisi izlerini ve çini sanatı izlerini taşıyor. Mermerden yapılan mihrabında güzel bir taş işçiliğine sahip. Yeşil ve mor çinilerle zikzaklı motifte kaplanan minaresi, camiye "yeşil" adını vermiştir. Cami meydanı, geniş olmakla birlikte sonraki zamanlarda cami yanına dinlenme parkı ve çay bahçesi yapılmış. Burada mola vererek bir çay içebilirsiniz.
Meydanın diğer tarafında Şeyh Kudbuddin Cami ve Türbesi mevcut. Cami, küçük ama etkileyici. Cami, Osmanlı Sultanı II. Bayezid'in vezirlerinden Çandarlı İbrahim Paşa tarafından XV. yüzyılda inşa edilmiştir. Tek kubbeli ve kare planlı olan bu camide, İznik'in tanınmış müderrislerinden, 1418 yılında vefat eden Muhtasar İlmihal yazarı Şeyh Kudbuddin'in türbesi bulunmaktadır. Mehmet Muhyiddin'in babası, Şeyh Kutbuddin-i İzniki’dir. Timur’un Anadolu’yu işgali sırasında Kutbuddin İzniki’nin onunla buluşup kendisine önemli uyarılarda bulunduğu, Timur'a haksız yere kan dökmekten vazgeçmesini söylediği, Yıldırım Bayezid’in oğlu Îsâ Çelebi’nin Timur’a itaatini bildirmek üzere elçilik yaptığı, Timur’un da onun vasıtasıyla İsa Çelebi’ye çeşitli hediyeler gönderdiği kaydedilmektedir. 
 
Şeyh Kudbuddin Cami'nin hemen yanıbaşında Nilüfer Hatun İmareti bulunuyor. Osmanlı Sultanı I. Murat’ın annesi Nilüfer Hatun anısına, 1388 yılında imarethane olarak inşa ettirdiği bu yapı, 1960 yılında Türk İslam Eserleri Müzesi olarak hizmete açılmıştır. Bina renkli tuğla ve örme taş işçiliği ile yapılmış, fazla büyük olmayan bir bina. Bu müzede çok çeşitli dönemlerden kalma eserler sergilenmektedir. Çiniler ve sikkeler oldukça etkileyicidir. Müzenin bahçesinde İslami mezar taşları, çeşme yazıları ve kitabeler sergilenmektedir. Müzeye müze kartla girebilirsiniz. İçerisinde çini işçiliğine dair balmumu heykeller mevcut. Müzede sergilenen tüm eşyaların yanında bilgilendirme yazıları mevcut. Çok rahat gezebileceğiniz bu mekana uğramadan geçmeyin.
Nilüfer Hatun İmareti'ne yaklaşık 200 metre mesafede bir park içinde Osmanlı Devleti'nin ilk müderrislerinden olan Davud-i Kayseri Hazretlerinin türbesini görürsünüz. 1260’lı yıllarda doğduğu düşünülen Davud-i Kayseri, öğrenim hayatına Kayseri’de başlamış ve daha sonra Mısır’a gitmiştir. Hadis, fıkıh gibi dini ilimlerin yanı sıra felsefe ve mantık gibi akli ilimlerde de dersler vermiştir. 1331’de İznik fethedilince, Orhan Gazi buraya Osmanlı’nın ilk medresesini inşa ettirmiştir. 1335 yılında Dâvûd-i Kayserî, bu medreseye müderris olarak tayin edilmiştir. Davud-i Kayserî, İznik’te 1350 yılında vefat etmiş ve ders verdiği medresenin karşısına Çınardibi denilen bugünkü yere defnedilmiştir. Davud el-Kayseri'nin Osmanlı medrese eğitim sistemine verdiği disiplin, asırlarca devam etmiştir. Küçük bir parkın köşesinde ortadan ayrılmış asırlık çınar ağacın altında yatan bu zatın kabrini ziyaret etmeyi unutmayın.
Nilüfer Hatun İmareti'ne yaklaşık 400 metre mesafede Eşrefoğlu Cami ve Türbesi var. Eşrefzâde veya Eşref-i Rûmî Camii adlarıyla da anılan ve Yunan işgali sırasında tamamen ortadan kalkan caminin, ilk yapısından günümüze yalnızca minaresiyle hazîre kısmı ulaşmıştır. Cami, İznik’te yaşamış ve burada vefat etmiş olan Kādiriyye tarikatından mutasavvıf Eşrefoğlu Rûmî (ö. 874/1469-70) adına inşa edilmiştir. Eşrefoğlu Abdullah Rûmi (1353-1469) aslen Mekkeli olup Bursa’da eğitim görerek Hacı Bayram Veli’nin önce müridi, sonra da damadı olmuştur. Cami çevresinde Eşrefoğlu Abdullah Rumi ve talebelerine ait mezarlar yer almaktadır. Eşrefoğlu Abdullah Rûmi’nin sandukası üzerindeki bir levhada “Haza kabr-i şerifi Kutb-ül arifin Şeyh Eşrefzade Abdullah Rumi Kuddise sirruhu vefatı sene H.874 (M.1469)” yazılıdır. Camiinin yapısı dikdörtgen biçiminde olup, etkileyici ahşap işçiliğine sahiptir. Minaresi camiiye bitişik değildir. Sadece minaresi ve minare üzerindeki çinileri orjinal olan Camii'nin diğer yerleri sonradan yapılmıştır. Oldukça etkileyici manevi bir havaya sahip bu yerden ayrılmak istemiyorsunuz.
Eşrefoğlu Camisinin hemen 50 metre ilerisinde Hacı Özbek Cami bulunuyor. Küçük ama önemli bir yapı. İznik’te mescid, kitabe ve kubbesi bulunan en eski Osmanlı mescididir. 1333-1334 yıllarında Hacı Özbek Bin Muhammed tarafından yaptırılmıştır. Zamanla restorasyon çalışmaları görmüş ve biraz değişikliklerle günümüzdeki haline ulaşmıştır.  Ana bina doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen planlıdır. Kare planlı asıl ibadet yerinin üzerinde küçük bir kubbe örtülüdür. Camii tam anlamıyla Türk mimarisi özelliklerini taşımaktadır.
Hacı Özbek Camisinin yaklaşık 200 metre ilerisinde Süleyman Paşa Medresesi var. Sade ve güzel yapısıyla dikkat çekiyor. Orhan Beyin büyük oğlu Süleyman Paşa tarafından yaptırılmış ve sonradan aslına uygun bir şekilde restore edilmiş medrese, bugün içerisinde çini atölyeleri, hediyelik eşya dükkanları, küçük kütüphane, çay bahçesi ve dinlenme mekanları ile hizmet veriyor. Mekan küçük olmasına rağmen huzurlu. Arka planda çalan hafif müzik eşliğinde bir yandan kahvenizi yudumlarken, bir yandan da çini boyama sanatlarını icra eden ustaları canlı izleyebilirsiniz. Kısa bir mola için ideal bir yer. 
Süleyman Paşa Medresesi'nin 250 metre ilerisinde II. Murad Hamamı var. Halen burada aktif olarak hamam işletmesi mevcut. Hamam, 15. yüzyıldan kalma bir Osmanlı eseridir. Halk arasında Meydan Hamamı olarak da biliniyor. Erkek ve kadınlar için işletme ayrı günlerde açık. Erkek ve kadın girişleri farklı kapılardan farklı bölümlerde çift tipolojiye sahip bir hamam. Belli günlerde sadece kadınlara tahsis edilmiş yapının girişinde, çiçekli bitki süslemeleri olmasına rağmen ortama yakışmayan yapay bahçe çimlendirmesi mevcut. Hamam deneyimini yaşamadık zaten böyle ortamları da pek sevmem. Allah sıhhat verdiği müddetçe kendi işimi kendim görmeyi tercih ederim. İlgilileri için tarihi hamam bir alternatif olabilir.
II.Murad Hamamı'nın hemen bitişiğinde arkeolojik kazıları devam eden Tarihi Çini Fırınları mevcut. Burada halen kazılar devam ettiği için tel örgülerle çevrili yapı alanına giriş yok. 14. ve 17. yüzyıllara ait olduğu tespit edilen çini fırınları bu kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Kazı alanının etrafını dolaşarak, yola göre kot olarak aşağıda kalan tarihi fırınları üstten inceleyebilirsiniz. 
II.Murad Hamamı'na yaklaşık 250 metre mesafede Ayasofya Sağir Cami var.  Oldukça güzel olan bu Cami yola göre kot altında kalıyor. Merdivenleri kullanarak cami ve bahçe alanına giriyorsunuz. İznik Ayasofya Camii, Roma-Bizans döneminden günümüze ulaşan en önemli yapılardan biri konumunda. İlk olarak 4. yüzyılda ibadet mekanı olarak yapıldığı tahmin edilen yapı, İmparator Jüstinyen tarafından 532-537 yıllarında tadilat görüp kilise olarak hizmete girmiştir. Zamanla çeşitli dönemlerde farklı onarımlar görmüş, çeşitli eklemeler yapılmıştır. İznik'in Osmanlı fethi sonrasında Orhan Gazi tarafından 1331 yılında camiye dönüştürülmüştür. Hz. İsa (a.s) mahiyetini tartışmak amacıyla 787 yılında burada toplanan 7. Konsil, Hristiyanlık tarihi açısından büyük bir öneme sahiptir. Bu yönüyle hem Hristiyan hem de İslam kültürlerinin izlerini taşıyan eşsiz yapıda geçmişin derin izlerini hissediliyor. Cam kapıdan içeri girdiğinizde, zemindeki mozaiklerde Hristiyanlığa ait çeşitli temsilleri görebilirsiniz. Yapının içinde ayakkabı ile gezilen ayrı bir bölümde bir lahit, cam muhafaza içinde bir mezar ve ayin alanı var. Yapı içindeki mevcut ikonalar biraz seçilebiliyor. Cami, 18. ve 19. yy da uzun yıllar harabe olarak kaldıktan sonra, Yunan işgalinde ayrıca zarar görmüştür. İşgalden sonra 1935 yılında müzeye çevrilmiş ve ardından yeni bir restorasyon çalışmasıyla, 2011 yılında 76 sene aradan sonra tekrar ibadete açılmıştır. İznik’in tarihi dokusunu yakından tanımak isteyen herkesin mutlaka uğraması gereken bir yer.
Ayasofya Camisine yaklaşık 50 metre mesafede İznik Saat Kulesi mevcut. Saat kulesi, İznik ilçe dokusunu yansıtması amacıyla yakın tarihlerde (2017) inşa edilmiş. İznik tarihi ve kültürel değerlerini temsil eden saat kulesi, 9 metre yükseklikte ve 7 kat bölmeden oluşmaktadır. Kule tabanı, yer mozaiği ile zenginleştirilerek yapıya ayrı bir görsellik katılmıştır. Duvarları, İznik çini desenleri ile süslenmiş olup, üst katın dört tarafında bulunan saatlerde, dört ayrı medeniyeti temsil eden Roma, Fars, Arap ve Latin rakamlarından oluşan saatler yerleştirilmiştir. Anıtın zirvesinde saatlerin hemen üstünde dört tarafta da Türk Bayrağı bulunan 50 cm'lik mermer bloklar vardır. Bu blokların üstünde küçük kurşun bir kubbe bulunuyor. Saat kulesi, trafik karmaşasının içinde kaldığından tam detaylı inceleme ve durma imkanı maalesef yok. Yol üstünde geçerken görebilirsiniz. Saat kulesine çıkan yürüyüş yollarından trafiğe kapalı olan kısımda, çini ve el sanatları ustalarının eserlerinin satışının yapıldığı çeşitli dükkanlar mevcut. Cadde boyunca gezdiğinizde, en sonunda Nilüfer Hatun Çini Çarşı'na ulaşırsınız. Burada da küçük bir çay bahçesi ile çini eserlerinin satıldığı dükkanları görebilirsiniz. Nilüfer Hatun Çini Çarşı'na doğru gelirken yolun sol tarafında, çini dükkanlarının arasında kalan açık kısımda, İstanbul'un fethi sonrası Fatih tarafından idam edilen Çandarlı Halil Paşa'nın mezarını görebilirsiniz. Çandarlı Halil Paşa, Çandarlı İbrahim Paşa'nın oğlu olup, 1439-1453 yılları arasında sadrazam olarak görev yapmıştır.
Ayasofya Camisine yaklaşık 700 metre mesafede Roma Antik Tiyatrosu kalıntılarını görebilirsiniz. İznik surlarının 90 metre kuzeyindeki tiyatronun, seyircilerin oturduğu kısım ile gladyatörlerin ve hayvanların arenaya dövüş için bırakıldığı tünel kısmı büyük ölçüde sağlam kalmıştır. Latinlerin işgalindeki savaşlarda ölen askerlerin topluca bu tiyatronun dehlizlerine gömüldüğü tespit edilmiş olup bu mevkide yer yer iskeletler ortaya çıkarılmıştır. Tiyatronun etrafı tel örgülerle çevrilmiş olup, yolun kotuna göre aşağıda olan burayı izinle ziyaret edebilirsiniz. Giriş ücretsiz. 
Tiyatronun yanından yolu takip ederek yaklaşık 500 metre ilerlediğinizde, Tali Kapıdan geçerek İznik Gölü'nün güzelliğine ulaşabilirsiniz. İznik Gölü'nün belli bir bölümü düzenlenerek sahil haline getirilmiş olduğundan bu kısımda yüzülebilir. Çeşitli lokanta ve kafelerin olduğu sahil şeridinden 1,5-2 km yürüyerek İstanbul Kapısına kadar gidebilirsiniz. Arabayla da aynı yoldan gidebilirsiniz. 
 
Dolu dolu geçen bir günün ardından gölün diğer tarafındaki yolu kullanarak Çakırca, Keramet köylerinden düz ve bölünmüş yoldan ilerleyerek Orhangazi ilçesinde tarihi Muradiye Camisinde akşam namazını kıldık. 
Orhangazi’nin en eski camisi olan Muradiye Cami, Cumhuriyet Döneminde Yunanlılar tarafından yakıldıktan sonra, yenileme ve restorasyon çalışmaları ile tekrar ibadete açılmıştır. Bu bölgedeki tarihi hamamı da geçtikten sonra küçük ilçe merkezinde biraz gezip, Bursa'ya geri döndük. İznik her haliyle çok beğendiğim, sakinliği ile insana huzur veren bir şehirdi. İnşallah bu güzelliklerin kıymeti bilinir ve bu Osmanlı başkentinin ehemmiyeti muhafaza edilir. 
Kadir PANCAR
19/08/2025 

| | Devamı... 0 yorum

Akıllı Tercih Listesi Ayarlama Stratejisi

Üniversite tercihi, gelecekteki yaşam tarzınızı ve maddi sorumluluklarınızı da şekillendireceği için çok boyutlu düşünülmesi gereken bir süreçtir. Akademik başarı kadar, ekonomik imkânlar ve sosyal çevre de üniversite tercihinde önemli rol oynar. Bir üniversiteyi seçmek aynı zamanda yaşam koşullarına, barınmaya ve geleceğe dair hedeflerinize de karar vermektir. Üniversite tercihlerinde başarı sıranıza göre dengeli ve isabetli bir tercih listesi oluşturmak çok önemlidir.  

İyi bir tercih listesi oluşturmak için uzmanlardan yardım alabilirsiniz. Öğretmenlik tecrübelerime göre 2017 yılı tercih döneminde geliştirdiğim, sonradan bazı eklemelerle düzenleyip son şeklini verdiğim; "Akıllı Tercih Listesi Ayarlama Stratejisi" (ATLAS) bütün ihtimalleri hesaba katan iyi bir tercih listesi oluşturmanızda sizlere fikir verebilir. Burada belirtilen adımlara göre tercihlerinizi daha dengeli ve isabetli yapabilirsiniz. 

Kurban ibadetinde vekaletin ticarileşmesi

Arapça'da yakınlık, yaklaşma anlamındaki قرب kökünden gelen "ḳurban" قربان kelimesi, "hediye verme", "adak sunma", yaklaşma", "kutsama" gibi anlamlara gelir. Eski medeniyet ve uygarlıklarda, çeşitli din ve kültürlerde de farklı kurban ayin ve ritüelleri vardır. Çok tanrılı veya tek ilah inancı olan Mezopotamya, Mısır, İran, Anadolu, Arap, Afrika, Orta Asya, Uzak Doğu, Çin, İnka, Aztek ve İbrani gibi uygarlıklarda, yılın belirli günlerinde inandıkları ilahlara, putlara, krallara kurban kesme, hediye sunma ve çeşitli eğlenceler düzenleme gibi uygulamalara rastlanmıştır.¹ Pagan dünyasında kutsanmak insan kurbanı yaygındır. Eski Amerika halklarından olan Azteklerde ve İnkalarda yaygın olmakla birlikte Germen, Yunan, Çin, Hint ve bazı Ortadoğu kültürlerinde insan kurban etme anlayışı görülmüştür. Afrika'nın bazı bölgelerinde kralların ölümünden sonra kölelerin kurban edilmesi olayları görülmüştür. Fenikelilerde, savaşa gitmeden önce "çocuk kurbanlarını" sunaklarda bırakma adeti olduğu nakledilmiştir.² Farklı toplumlarda ve dinlerde; tanrılara, ruhlara, atalara veya meleklere ulaşmak için de çeşitli kurban ayinleri düzenlenmiştir. Bu uygulamalara göre sunulan kurbanların, kanlı ve kansız olmak üzere iki şekilde yapıldığı söylenir. Kanlı kurbanlar, insan ya da hayvan kesilerek ya da vücuttan bir miktar kan akıtılarak gerçekleştirilirken, kansız kurbanlar ise yiyecek ve içecek sunularak yapılır. Bu tür kurbanlarda buğday, arpa, hayvansal ürünler, zeytinyağlı un, ekmek veya çörek gibi şeyler inancın gereği olarak sunulur. Bu sunular bazen tanrıya ait kılınır, bazen de bir dileğin gerçekleşmesi için veya kötülüklerden korunmak amacıyla yapıldığı kaynaklarda aktarılır.³
Kurban, İslam’da Allah’a yakınlaşma ve ibadet amacıyla belirli vakitte, belirli hayvanların usulüne uygun olarak ibadet niyetiyle kesilmesidir. İlk insan Hz. Âdem'in (a.s) iki oğluna (Habil ve Kabil) dayanan kurban ibadeti, bütün ümmetlere meşru kılınmıştır. Örfteki manasıyla bugünkü kurban ibadetinin kökeni, Hz. İbrahim (a.s) ve oğlu Hz. İsmail (a.s) kıssasına dayanır. Eski medeniyet ve uygarlıklarda sıkça karşılaşılan "insan kurban ayinin" ne kadar fecaat bir iş olduğunu, Kur'an-ı Kerim bir kıssa üzerinden bizlere aktarır. Kıssada anlatılan olay şu şekildedir: İbrahim (a.s)'e teslimiyet abidesi halim bir oğul olan, Hz. Hacer'den olma Hz. İsmail (a s) evlat olarak verilmiştir. Hz. İbrahim (a.s) rüyasında oğlu İsmail'i (a.s) kurban ettiğini görür. Aynı rüyayı peşpeşe gören Hz. İbrahim (a.s) bunun hak bir rüya olduğuna kanaat getirerek oğlu "Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince: (O'na) 'Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin?' dedi. O (İsmail) da cevaben: 'Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun' dedi. (Sâffât Suresi 37/102) Teslimiyet sınavından hakkıyla geçen Hz. İsmail (a.s) ve Hz. İbrahim (a.s) Allah tarafından Cebrail ile kurban gönderilerek mükafatlandırılmıştır. "Ey İbrahim! ‘Ey İbrâhim! Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız. Bu gerçekten çok açık bir imtihandır. Biz oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik. Geriden gelecekler arasında ona iyi bir nam bıraktık. İbrahim'e 'Selam', dedik. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız. Çünkü O, bizim mü'min kullarımızdandır." (Sâffât Suresi, 37/103-111)
| | | Devamı... 1 yorum

Zamanın izafiyetine matematiksel bakış

Zamanın ne kadar hızlı geçtiğinden şikayet ediyoruz. Acaba zaman gerçekten hızlı mı akıyor? Herkes için zaman kavramı aynı mı? Zamanın izafiyeti ve göreceliği ne demek? Zaman gittikçe kısalıyor mu? Bu soruların cevabına dair fikirlerimiz bilim ve din çevrelerinde değişkenlik gösteriyor. Zaman; insanın doğduğu ilk günden beri yakalayamadığı, sürekli peşinde koşarak aldandığı, nice vakitleri boş yere harcayıp tükettiği bir kavramdır. Zaman, ölçmeye çalıştıkça parçalanan ve her çağda başka suretlere bürünen bir muammadır. Çocukken ağır aksak ilerleyen, yetişkinlikte hızlanan, ihtiyarlıkta göz açıp kapayıncaya dek geçen bu zaman algısı, aslında insanın hayatla kurduğu bağın ve tecrübe yoğunluğunun aynasıdır. Allah Rasülü  “Zaman yakınlaşmadıkça kıyâmet kopmaz! Bu yakınlaşma öyle olur ki, bir yıl bir ay gibi, ay bir hafta gibi, hafta da bir gün gibi, gün saat gibi, saat de saman alevi gibi veya kibritin tutuşup hemen sönmesi gibi (kısa) olur.” (Tirmizî, Zühd, 24/2332) sözü ile ahir zamanda zamanın değişeceğine ve bereketsiz hale geleceğine dikkat çekmiştir.
Zamanın değişken ve göreceli olduğu, gözlemcilerin hareketlerine bağlı olarak farklı hızlarda aktığı, günümüz dünyasında Albert Einstein'ın Görelilik Teorisine göre (Relativite Teorisi*¹) bilimsel olarak açıklanmıştır. Işık hızı, saniyede 300.000 km olduğundan hareketle sabit bir ışık hızında bir cisim (ışık hızına yakın) hareket ederse, bu cismin geçirdiği zaman, dışarıdan bakan herhangi bir gözlemciye göre daha yavaş akacağı teorik olarak belirtilmiştir. Bu olaya "zamanın genişlemesi" (time dilation*²) adı verilmiştir. Bu teoriye göre hareket halindeki bir nesne, zaman genişlemesi yaşar, yani bir nesne çok hızlı hareket ettiğinde zamanı durağan halinden daha yavaş yaşamış olur. Kütleye sahip herhangi nesnenin yakınında, “uzay-zaman bozulur. Bu da uzayın bükülmesine ve zamanın genişlemesine neden olur. 
Meşhur bir paradoksa göre ("ikizler paradoksu*³") ışık hızına yakın hızda seyahat eden bir astronot, Dünya'ya döndüğünde Dünya'da göreceli olarak daha fazla zaman geçmiş olacağından yaşıtlarına göre daha genç kalacaktır. Roketin içindeki uzun bir seyahatin ardından dünyaya dönen astronot, ikiziyle yaş ve vücut olarak farklılık görür. Dünyadaki zamanın daha hızlı aktığı düşüncesinden hareketle, dünyada kalan ikizi roket içinde seyahat eden astronota göre daha hızlı yaşlanmıştır. Bu teori yerçekimini de işin içine katar. Bütün kütleli cisimler, örneğin gezegenler veya kara delikler zamanı büker. Zaman, güçlü yerçekimi alanlarında daha yavaş akarken, zayıf yerçekimi alanlarında daha hızlı akar.
Güçlü yerçekimi alanları, çok büyük kütleli cisimlerin uzay-zamanı şiddetli şekilde bükerek oluşturduğu, zamanın ve uzayın davranışını hissedilir biçimde değiştirdiği bölgelerdir. Kara delikler gibi ışığın bile kaçamadığı çok güçlü yerçekim alanlarında, zaman aşırı derecede yavaş akar. Teoride bir kara deliğe yaklaşan bir cisim için dışarıdaki gözlemciler, zamanı "donmuş" gibi görebilir. 1976 yılında NASA tarafından yapılan ve Einstein'ın genel görelilik teorisini test eden Gravity Probe*⁴ deneyiyle, Dünya'nın yerçekimi nedeniyle bir saatin yüksek irtifada yerçekimi etkisinin zayıflığı nedeniyle daha hızlı çalıştığı gösterilmiştir. Buna göre deniz seviyesinde yaşayan biri, yüksek dağın zirvesindeki birinden biyolojik olarak daha yavaş yaşlanır. Bu etkiyi araştırmak için yapılan bir deneyde, yer zemininde ve yüksek irtifaya fırlatılan bir roketin içinde birer eş zamanlı atom saati bırakılmış ve sonuçta iki saatin de çok az da olsa farklı zamanları gösterdiği tespit edilmiştir. Bu nedenle belli bir yükseklikte bulunan uydu ve GPS sistemleri, bu zaman sapması etkisini hesaba katmak zorunda olduklarından, çeşitli hatalara sebep olmamak için sürekli olarak saat düzeltmeleri yaparlar. Zaman, Allah'ın yaratmış olduğu kavramlardan bir tanesi olup değişmeyen, mutlak bir şey değildir. Gözlemcinin hızına, kütlesine ve bulunduğu yerçekimi alanına göre değişkenlik gösterir. Sonuç olarak yükseklere çıkıldıkça, yerçekimi zayıfladığından uzay-zaman daha az büküleceği için zaman daha hızlı akar. Güçlü yerçekiminin olduğu mekanlarda uzay-zamanı daha çok eğip bükeceğinden bu durum zamanın akışını da yavaşlatır.

İslam Ekonomisi ve faiz yasağı

İslam ekonomisi, İslam'ın prensiplerine dayalı olarak adalet, sosyal yardımlaşma, sermayenin helal yollarla kazanılması gibi temel değerleri içeren bir ekonomik sistemdir. Bu ekonomik sistemde; hırsızlık, rüşvet, faiz ve haksız kazanç gibi kavramlar haramdır. İslam dini, dünya hayatında insanlara adil ve sürdürülebilir bir ekonomik düzen sağlanmasını ve bu yönde insanların çaba göstermesini emreder. İslam'a göre ekonomik faaliyetlerde helâl kazanç, adaletli paylaşım, fakirlerin korunması ve zenginlerin yardımlaşması esastır. İslam'ın temel prensiplerinden olan "zekat"; dinen zengin olan her kişi için zorunludur. İslam ekonomisi; özel mülkiyeti tanır ve sosyal sorumluluğu önemser. Ayrıca tüketim ve ticarette haram olan uygulamaları da düzenlerken israftan kaçınır. Temel hedef, toplumun adil ve dengeli bir biçimde refahını artırmaktır. İslam ekonomik modelinde; üretim ve işçi hakları, ticaretin adil yürütülmesi gibi konular, toplumsal ahlak ve düzen için elzemdir. Ticaret ilişkilerinde, her türlü alış verişlerde İslam ahlakı vardır. Karaborsa, stok, haksız rekabet, fahiş fiyatlandırma gibi davranışlardan uzak bir şekilde ticaret ve muamelelerde ahlaki kurallara uyularak, adalet ilkesince hareket edilir ve bu yönde gerekli tüm yaptırımlar yetkili mercilerce uygulanır. 
İslam ekonomisinde; kişilerin aldatma, hırsızlık ve kul hakkı gibi genel ahlaka ters davranışlar yapmadan, helal ve meşru yollardan kazanç elde etmesi esastır. İslam toplumunda yaşayanların; iktidar, güç ve sermaye sahipleri tarafından ezilmeden kişisel hak ve hukuku korunarak yaşama hakkı vardır. İslam toplumunda herkes sermaye ve iktidar karşısında eşit olup, hiç kimse kendisini aciz ve güçsüz hissetmez. Adalet herkes için vardır. Ekonomik refah ve huzur herkes içindir. Kimse dokunulmaz "la yüs'el"değildir. Zenginlik, her zaman ölçülü ve israftan uzaktır. Kimse zenginlerin oyuncağı ve kölesi değildir. Emek ve üretim değerlidir ve teşvik edilir. Çalışmak esas olup sömürü,  zulüm ve baskı haramdır. İnsanların üzerinde hakimiyet kurmak yasaklanmıştır. Bu ilkeler sayesinde İslam, toplumun ferdleri arasında huzur, ekonomik refah ve dayanışma davranışlarını tesis eder.
İslam'ın ekonomik modeli, temelde adalet, paylaşım ve sosyal yardımlaşmayı ön planda tutar. Faizsiz finans sistemine dayalı bir ekonomik modeli bizlere emreder. İslam kesin olarak "Riba'yı" (faizi) yasaklar. İslam ekonomisi faiz ve haksız kazanç yerine ticaret, zekat, sadaka, infak ve kurban gibi sosyal yardımlaşma ve dayanışma esasları üzerine kurulu bir ekonomik yapıya sahiptir. 
| | | | Devamı... 0 yorum

Nevruz, İslam inancında yoktur

Bahar mevsimi kış mevsiminin ardından doğanın uyanmaya başladığı bir mevsim olup; karıncaların, böceklerin, kuşların etrafa dağıldığı, ağaçların çiçeklenip canlandığı, yeşilliklerin ortaya çıktığı neşeli güzel bir zaman dilimidir. Kışın sertliği ve soğukluğu yerini ince ve hafif esen rüzgarlara bırakır. Bu rüzgarların hışırtısıyla Allah'ın kudretinin bir eseri olarak kuru dallar tomurcuklanıp uyanmaya başlar. İnsan da tabiat gibi ruhunda bir değişime hazırlanır ve kasvetinden uzaklaşarak rahatlar. Kış mevsiminin şartlarından dolayı ertelenen tüm faaliyetler, piknikler, gezintiler yavaş yavaş baharın gelişi ile insanların hayatına girmeye başlar. Bahar bir sevinç mevsimidir. Yazın müjdesi, ömrün akıp gitmesinin habercisidir. İşte böyle güzel bir günde, içinde, yaşadığımız toplumu geçmişten beri çok fazlasıyla etkilemiş bir faaliyetten söz etmeye çalışacağım. 21 Mart günlerinin yaşandığı şu günlerde "Nevruz" özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da, başta İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentlerde kışın ardından bir döndü olarak devam eden baharın gelişi, "Nevruz Bayramı", "Bahar Bayramı", "Gün Dönümü", "Mart Dokuzu", "Nevruz" etkinlikleri, "Yumurta bayramı", "Ergenekon'dan Çıkış ve Türk Günü" kapsamında coşkularla kutlanmaktadır.  Bu vesile ile Nevruz hakkında kısa bilgiler vermek ve ardından İslam dini açısından Nevruz'un niteliğini açıklayarak yazıyı bitirmek istiyorum. 
"Nevruz", baharın başlangıcını ve doğanın uyanışını kutlamak amacıyla, çok eski zamanlardan günümüze Mart ayı içerisinde (21 Mart) genellikle Pers coğrafyasının hakim olduğu yerlerde kutlanan bir merasimdir. Nevruz; hem Zerdüştlük, hem de Bahailer için kutsal bir gündür ve resmi tatil olarak kutlanır. İran güneş takvimine göre ilk ay olan Farvardin'in ilk günü olan Nevruz, İran'da 5 günlük resmî tatil olarak kutlanır. Nevruz'un habercisi olan Hacı Firuz Hristiyanlıktaki Noel Baba'ya benzer şekilde bu tarihler arasında çocuklara hediyeler dağıtır. 2010 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, eskiden beri kutlanmakta olan İran kökenli bu günü, "Dünya Nevruz Bayramı" olarak ilan etmiştir. İlk kez Zerdüşt dinine dayanan Pers kültüründe Nevruz Bayramının kutlanıldığı düşünülmektedir. Nevruz, Şaman ve Pers kültürlerinin hakim olduğu Orta Asya, Çin, Hindistan ve özellikle İran coğrafyasında önemli bir yere sahiptir. Nevruz kelimesi, "yeni gün", "yeni yıl" anlamlarına gelir. Nevruz, tarih boyunca İran, Türk, Kürt, Azeri ve diğer bazı halklar arasında önemli bir bayram olarak kutlanmıştır. Esasında Zerdüştlük dini inanışlarına dayandığı düşünülen Nevruz, geçmişte büyük bir imparatorluk olan Pers kültürünün hakim olduğu birçok toplumda dini bir bayram olarak resmi nitelik kazanmıştır. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Nevruz Bayramı)
| | | | Devamı... 0 yorum

Çokgenden Pi Sayısına

Pi sayısı, matematikte ilginç bir sayıdır. Herhangi iki sayının birbirine bölümü olarak ifade edilemeyen yani Rasyonel olmayan iraasyonel bir matematik sabitidir. Kısaca tanımlamak gerekirse bir pi sayısı; çemberin çevre uzunluğunun çapına bölümü olarak ifade edebiliriz. 
Pi sayısı için çokgenlerden yola çıkılarak sezgisel olarak yaklaşık bir değere ulaşılabilir. Düzgün çokgenler kullanılarak çevre uzunlukları çap diyebileceğimiz ağırlık merkezlerini herhangi bir köşeye birleştiren doğru parçasına bölerek işlemi sonsuza kadar devam ettiğimizde pi sayısının bilinen 3.14159265359.... değerine yaklaştığını görebiliriz. Bu işlem defalarca çeşitli çokgenler için denendiğinde pi'nin değeri ortaya çıkar. 

Bir şiirle bayram mesajımız

Rahmetli dedemizin şiddetli bir ateşli hastalık çekerken, acı içinde yazdığı şiiri... Sene 1960'lar. Doktorların "fazla yaşamazsın" diye üç günlük ömür biçtiği dedemizin bu şiirden elli sene sonra vefat etmesi de ayrı bir gariplik. Şiirde ayrıca komşularına ve geride bırakacağı küçük çocuklarına bayram serzenişinde bulunuyor. Allah, rahmet eylesin.
Yatakta yatarım, yanılarım sızılar
Yanımda ağlaşıyor körpe kuzular
Gün görmedi benim gibi bazılar
Neşesiz bayramlar yaptık bu sene.

Ateşim yükseldi kırkbir buçuğa
Gözümü dikmişim yavru küçüğe
Yetim kalanların bilmem suçu ne?
Kederli bayramlar yaptık bu sene.

Başıma toplandı bütün komşular 
"Halin nedir hoca" diye sordular
Elveda ediyorum dedim komşular 
Kanlı bayramlar yaptık bu sene.

Selahattin BİLGİN-1960
| | Devamı... 0 yorum

Neyi kutluyorsunuz?

Yılbaşı nedir? Neyi kutluyorsunuz arkadaş? Ömrünüzden dökülen bir takvim yaprağı mı, bir daha asla geriye gelmeyecek günleri mi kutluyorsunuz? Neyi kutluyorsunuz? Ölüme adım adım yaklaşıyorsun, sana yazılan günler bir bir eksiliyor. Hesap vereceğin vakit yaklaşıyor. Bu pervasızca gösteriş ne diye? Dünyanın pek çok yerinde zulüm ve savaşlar varken,  nedir bu vurdumduymazlık? Binlerce insan evlerinden ve yurtlarından sürülmüş, barakalara, çadırlarlara mahkum edilmişken neyi kutluyorsunuz? Dünyanın pek çok yerinde açlık ve fakirlik içinde yaşayanlar, hayatlarının geri kalanlarında üzüntü ve endişe içindeyken, nedir sendeki bu kadar neşe? Havai fişekler havalarda süzülürken, yetimlerin üzerinde patlayan binlerce bomba hiç mi aklına gelmiyor?  Binlerce çocuk, açlık sınırında gezinirken, nedir bu şatafatlı sofraların hali? Bu nasıl inanmışlık, bu nasıl kardeşlik? 

Bugünün ne farkı var dünden veya yarından? Ne anlamsız bir saçmalık bu? Kapitalist dünya, ruhunu satın almış, görmüyorsun. Şeytan, bütün duygularını yok etmiş bilmiyorsun. Eğlencenin ve hazzın esiri olmuşsun farkında bile değilsin. İnsan, biraz durur ve düşünür, "bu yolun sonu nereye çıkıyor" diye muhasebe yapar. İnsan içinde olduğu durumun farkına vararak silkelenir, kendine çeki düzen verir. Başkalarına nispet edercesine pervasızca eğlenmez, eğlenemez. Cenazenin olduğu ortamda düğün yapılmaz. İslam inancında olmayan bu merasim ve kutlama geleneği, Müslümanların gözüne sokarcasına sokaklarda, meydanlarda yaşanmaz. Allah'ın haram kıldığı içkiler, fuhuş ve kumar gibi şeytan işi pislikler, büyük umusamazlıklar içinde yapılmaz. Müslüman mahallesinde, salyangoz satılmaz.

Neden başka milletlere benzemeye bu kadar hevesliyiz, bunu hiç anlamıyorum. Bu aşağılık kompleksi ne zaman son bulacak merak ediyorum. Esasında bizden gibi görünüp de bizden ayrı olan münafıklara, başka dinden olanlara ve hiç inanmayan kafirlere sözüm yok; onlar Allah'a verecekleri cevaplarını kendileri hazırlasınlar. Onlarla uğraşacak artık vaktimiz yok. Dünya hayatı kısa bir zaman, nasıl olsa sonunda dönüş Allah'a olacaktır. Benim derdim, müslümanlarda. Kendi aslını kaybetmiş müslümanlarda.

İnandığımız şeyleri yaşantımıza sokabilmek çok mu zor? "İnandık ve teslim olduk" dedikten sonra Allah'a yönelmek, onun emir ve yasaklarına boyun eğmek bu kadar mı ağır geliyor insana?  Neden bir özenti içindeyiz, Neden hep bir eziklik duygusu yaşıyoruz? Neden Allah'a savaş açmış olarak, Şeytan'ın bir oyuncağı olmak için çırpınıp duruyoruz? Yarın pişmanlık duyacağımız davranışlara girişirken, günahlara adım atarken neden çok cesuruz? 

Durup düşünelim. Özümüze dönelim. Yaratan Allah affedicidir, zararın neresinden dönülürse kardır. Hatada ısrarcı olmayalım. Tevbe edelim ve kurtuluşa erenlerden olalım. İslam ile tanışmamış çoğu milletlerde, bir İslami uyanış ve bakış açısı başlamışken, insanlar akın akın Müslüman olmaya devam ederken, Ey hali hazırda Müslüman dünyası! gözlerimiz Hakka kapanıyor ve batıla meylediyor farkında mısın? Kendimizi toplayalım. Bu çıkmaz yolun sonunda tehlike var. Maalesef gözümüz kapandı, uçurumdan aşağı hızla gidiyoruz  Allah, basiretimizi açsın ve bizi Hak yoluna tekrar kavuştursun ve bir an bile ayırmasın.(Amin)
Kadir PANCAR
31/12/2023

Allah, onlara "Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?" diye sorar. Onlar da "Bir gün veya günün bir bölümü kadar kaldık; işte, saymakla görevli olanlara sor” derler. Allah buyurur: “Pek kısa bir süre kaldınız; keşke bunu dünyada iken bilmiş olsaydınız! Sizi sırf boş yere yarattığımızı ve sizin artık huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?" Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, şerefli ve yüce Arş’ın Rabbidir. (Mü’minûn Suresi 112-116)

Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki:
“Kim bir kavme benzemeye çalışırsa ondandır" (Ebû Dâvûd, Libâs, 4031) ;(Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2-50) 

***
"Ebu Hureyre Radıyallahu Anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Sizler, kendinizden önce gelen ümmetlerin hareket ve davranışlarına kulacı kulacına, arşını arşınına ve karışı karışına tıpa tıp muhakkak uyacaksınız. Hatta onlar, daracık bir keler deliğine girseler oraya siz de gireceksiniz. Orada bulunanlar; "Ey Allah'ın Resûlü! (O kimseler) Yahudiler, ve  Hıristiyanlar mı?" diye sordular. Resûlullah (ﷺ): "Bunlar değilse kimler olur?" buyurdular." [İbn Mace, Sünen, 3994]
| | Devamı... 2 yorum

Ümmetin şerefi Gazze

Ümmetin izzet ve şerefi, bir avuç imanlı mücahidin omuzlarında yükselirken, milyonlarca müslümanın sessizliğe bürünmesi kadar daha acı ne olabilir? Filistin'de daha önceleri de sürekli gündemde olan siyonist zulüm ve soykırım, 07 Ekim 2023 tarihinden itibaren Gazze'de bambaşka bir hal aldı. Çocuk, kadın, yaşlı demeden şehri bombalayan terör ve işgal çetesinin yaptığı zulümler artık arşa çıktı. Bu soykırıma sessiz kalan müslüman devletlerden aldığı cesaretle, israil her geçen gün daha da azgınlaşıyor. Daha önce de buna benzer katliamlarla anılan terör çetesi israil, Gazze işgalinde soykırım ve zulme devam ediyor. Bu sefer tüm kalbimle inanıyorum ki siyonist zulüm, Allah'ın izni ile başarısız olacak. Her yıl özellikle Ramazan ayında zulüm ve baskısını arttıran işgalciler, bu sefer havadan, denizden ve karadan girdikleri Gazze'den kolayca çıkamayacak. Hezimet ve perişanlık, gün geçtikçe israil'in kanlı ellerinde olacak. Tüm alem-i İslam sussa bile,  Allah'ın vaadi haktır ve kısa zamanda siyonist işgal hezimete uğrayarak zafer müminlerin olacaktır.
 

Binlerce çaresiz ve sessiz çığlıklar, Allah uğrunda tam bir teslimiyetle savaşan mücahidlere, dua ve niyazlarıyla yardım ediyor. Kur'ân'ı Kerim'de; Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi...” (Hac Suresi/78) ve "Müminlerden -özür sahibi olanlar dışında- oturanlarla malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı. Gerçi Allah hepsine de güzellik (cennet) vadetmiştir; ama mücahidleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır." (Nisa Suresi/95) buyuran Rabbimiz, cihadı unutan İslam milletlerine bu vesileyle, ümmetin şerefini kurtaran aziz kullarını göndererek cihad emrini tekrar hatırlatmıştır.
Esas kurtuluşun imanda olduğunu unutan, dünya işleri ile meşgul olup eşyaya tapmış müslümanlar, bu muazzam cihad ruhunu bile tam olarak anlamaktan acizler; "Ey iman edenler! Allah'tan korkun. O'na yaklaşmaya yol arayın ve Allah yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz." (Maide Suresi/35) buyuran Rabbin mukaddes emrini maalesef unutmuşlardır. Kimliğinde Müslüman tanımlı olan kimselere; bu ibretlik hadiseyi, bu muazzam cihad ruhunu, kelimelerle tasvir edilemeyecek bu azim teslimiyeti, her türlü bela ve musibet karşısındaki bu şükrü, daha başka nasıl anlatabilirsiniz? Eşya ile kendini kaybetmiş çürümüş zihniyetlere, kula kul olmuş ruhsuzlara bu cihadı nasıl izah edebilirsiniz? Allah, o cihad halkına büyük bir lütuf ve ikram vermiştir. Geride kalanları da bu azim cihadın laf ile edebiyatını yapma, medyada sözle ve hamasetle oyalanma,  siyasette "şiddetle kınama ve lanetleme" gibi uğraşlar içinde bırakmıştır. Şeytan, cihadı anlamayan bu kişilere amellerini sevimli göstermiş ve kendilerini değerli bir iş yapıyormuş gibi göstererek, bu aziz cihad nimetinden mahrum bırakmıştır.
Savaş zamanında güçsüz kadınlar, yaşlılar ve çocuklar nasıl cihad meydanına ellerinde imkan varsa yardım malzemesi taşır, su taşır ve en azından dua ederse; bizim gibi geride kalanlar da bu misaldeki gibi cihaddan uzak kalmıştır. O kadın, yaşlı ve çocuklar, en azından özürleri sebebiyle cihad ortamından geride kalmıştır. Bazıları bu misaldeki durumdan daha beter bir durumdadır ki kendilerinin düştüğü çukurun pisliğini bile bilmezler. Kendilerine dünya meşguliyeti, ne kadar sevimli gelmiş ki Allah için birşeyler yapmaktan geride kalıyorlar ve bunun farkında bile değiller. Cihad ahlakından geride kalarak, mücahidlerin davasını sahiplenmekten uzak kalarak, dünya hayatlarına ve ticaretlerine devam edenler; eşya ve mal yığma derdiyle dertlenen ruhsuzlar; zamanın nasıl geçtiğini anlamayacak kadar zihinlerin işgal altında olan dünya esiri biz insanlar; manevi çürümüşlüğümüze ne bahane bulalım. "De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. "...Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez." (Tevbe Suresi, 9/24) buyuran Allah-u Teala, cihad ruhunu gerektiği gibi anlamayan bizleri helak olup gitmekten muhafaza etsin. Başımıza belalar ve musibetler gelmeden, aklımızı başımıza almayı nasip etsin. (Amin)
Gazze'deki imanın ne olduğunu, müslümanlardan bazıları görmeye çalışmasa da vicdan sahibi tüm dünya insanları gördü. Zulüm ve baskının yok edemediği halkın imanı, milyonların İslam'a bakışını değiştirdi. Şehitlik sırasını bekleyen pek çok Gazzelinin mücadelesi ve cihadı, İslam'ın güzelliklerini tüm dünyaya duyurdu. Unutulmuş bir ilahi emir olan "cihadın" ne olduğunu tüm dünya bizzat yaşayarak görüyor. Herkes safını seçti veya seçiyor. Bazıları ise gizli maskelerin ardında saklanarak duruma göre saflarını seçmek veya değiştirmek için sırasını bekliyor. Kimileri görünen bu dünyanın güç sahiplerine boyun eğdiler ve izzet ve şereflerini az bir menfaat karşısında sattılar; kimileri de Allah'a dayanarak zafere veya şehadete razı geldiler. Herkes durduğu yerde, seçtiği safın karşılığında ilahi hükmün tecelli olacağı vakti bekliyor. 
Cihad topraklarındaki küçücük çocukların yüzlerindeki nur ve ilahi terbiye, nasıl izah edilebilir? Evladını kaybetmiş bir ananın, sessizlik içindeki teslimiyeti, nasıl kelimelerle anlatılır? Yıkılmış, harabeye dönmüş güzelim şehrin sokaklarında başlarına bombalar yağarken, insanların yaralılarını çıkarma çabası nasıl tasvir edilir? Her türlü imkansızlığa, ambargoya ve baskıya rağmen şehri terketmeyen genciyle, yaşlısıyla Kudüs davasını sahiplenmiş bu izzet sahibi millet, nasıl diğer müslümanlarla aynı kefeye konabilir? Tepelerine bombalar yağarken, hiçbir şey olmuyormuş gibi sekinetle zeytinyağına kuru ekmek banarak hayatlarını devam ettirmeye çalışan, yıkık viranelerin arasında teneke sobalarda ısınarak yemek yapmaya çalışan bir ananın gayreti, ne ile kıyaslanabilir? Yiyecekleri ve içeçecekleri olmayan çocukların yağan yağmur altındaki sevinci, ne ile izah edilir? Ailelerinden çoğunu şehid veren, dünyada kimsesiz kalmış küçük yetimlerin feryadı,  nasıl dille söylenir? Müslümanların suskunluğuna karşı her türlü baskıya, zulme ve soykırıma direnen bir milletin izzeti nasıl kelimelere dökülebilir? "Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kafirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar, aldırmazlar. Bu, Allah'ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah'ın lütfu ve ilmi geniştir." (Maide Suresi/54) buyuran Allah, o mücahidleri seçmiştir ve o halk da Allah'tan razı olmuştur. Allah, herşeyden müstağnidir. O'nun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Allah, İslam dinini aziz kılmıştır. O'nun vaadi haktır ve mutlaka gerçekleşecektir. "Cihad eden, ancak kendisi için cihad etmiş olur. Şüphesiz Allah, alemlerden müstağnidir." (Ankebut Suresi/6)  Hiçbir şey yapmadan pasif olarak duran ve kendilerini de müslüman olarak tanımlayanlar, kısıtlı imkanlarla cihad ruhunu yaşatan bu aziz millete nasıl söz söyleme hakkını bulurlar anlamış değilim. Bu boş laf sahipleri, Kuran-ı Kerim'i hiç okumuyorlar mı? Rabbimizin şu sözünü hiç mi duymadılar? "İman edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler, rütbe bakımından Allah katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler de işte onlardır." (Tevbe Suresi/20) Başımıza bu tür bir savaş belası gelmiyor diye umursamaz tavırla gündelik yaşamlarına devam edenler; müminlerin bir ve kardeş olduğunu unutup "onların derdiyle" dertlenmeyenler; eğlencesinden, zevk ve sefasından taviz vermeyip rutin hayatlarına devam edenler; elinde güç ve imkan olduğu halde, zulmü engelleyebilecek kuvveti olduğu halde sessizliği tercih edenler; Allah'a verecek cevaplarını hazırlasınlar. Zalimlerle işlerini ve ticaretlerini kesmeyip devam ettirenler; türlü bahanelerle boykotları umursamayanlar; gerçek gücün Allah olduğunu unutup sahte ilahlar edinenler; "(Ey müminler!) Gerek hafif, gerek ağır olarak savaşa çıkın, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır." (Tevbe Suresi/41) ayetinin anlamını unutup, dünyaya meylederek mümin kardeşlerini bir başına bırakanlar; mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmeyi çirkin görenler; Allah'ın huzuruna çıkacağınız gün yakındır. 
Dinin ahkamını dünya hayatında yok sayanların, cihadı anlaması nasıl beklenir ki? Vaazlarda, yazılarda, kitaplarda dini yaşadığını zannedenlerin durumu; "İman etmiş olanlar: Keşke cihad hakkında bir sûre indirilmiş olsaydı! derler. Ama hükmü açık bir sûre indirilip de onda savaştan söz edilince, kalplerinde hastalık olanların, ölüm baygınlığı geçiren kimsenin bakışı gibi sana baktıklarını görürsün. Onlara yakışan da budur! (Muhammed Suresi/20) ayetteki misale benzer bir şekilde hastalıklı hale gelmiştir. Kafirlere ve münafıklara karşı şiddetli olmayı emreden Allah'ın emir ve yasaklarına kayıtsız kalanlar; zalimlerle iş tutup kol kola girenler; kulaklarını hakkın sesine tıkayıp batıla kalplerini açanlar; mümin olma vasfını unutup dünyaya tapanlar; "Ey Peygamber! Kafirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer de ne kötüdür!" (Tahrim Suresi/9) ayetinin muhatabı olduklarını unuttular. Allah'ın kimseye ihtiyacı yok. Hele kendi gölgesinden korkan pısırık müslümanlara hiç ihtiyacı yok. "O, isterse dinini elbette fâcir/fasık kişi ile de te'yîd edip kuvvetlendirir." (Buharî, Cihad, 182; Müslim, İman, 178)
Şehadet, bir iman meselesidir. Her kişiye nasip olmaz. Allah'ın seçtiği kullarına ne mutlu! Cenâb-ı Hakk, kullarını günahlarından arındırıp tertemiz huzuruna almak için bazen birtakım vesileler yaratır. Şehadet, bu durumun en yalın ve en güzel halidir. Gerçekten temizlenmiş ve diri olanlar, işte o "ruhu temizlenen" kimselerdir. "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Allah'ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehid kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar. (Âl-i İmrân Suresi/169-170). Şehitlikle temizlenen ruhlar, bir vuslat anı gibi dünya zindanından kurtulup Allah'a kavuşacağı günü beklerler. O mücahidleri bekleyen nimeti ve kavuşacakları nuru; dünya sevdasına düşmüş olanlar anlayamazlar, onlar bu idrak ve şuurdan ebediyyen uzaktır. "Allah'a ve peygamberlerine iman edenler, işte onlar, Rableri yanında sözü özü doğru olanlar ve şehadet mertebesine erenlerdir. Onların mükafatları ve nûrları vardır..." (Hadid Suresi/19). Şehitlik için sabırla mücadele edenler, kendilerine sıranın geleceği günün müjdesi içinde ya zafer ya da şehadet için koşuşturur dururlar. Onların bu aşk içindeki durumunu, dışarıdan izleyen kişiler, kalplerindeki eğrilikle boş boş konuşurlar. "Müminler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler vardır. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de şehadeti beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde sözlerini değiştirmemişlerdir.(Ahzab Suresi/23) 
Allah, kendi yolunda canlarıyla mallarıyla savaşan mücahidlerin, müminlerin azmini ve kuvvetini arttırsın. Mücadele, haktır. Dava, haktır. Yol, seçilmiştir. İstikamet, bellidir: Ya zafer ya şehadet! Allah, İslam uğrunda savaşanların zaferini mübarek kılsın. Rabbim, İslam mücahidlerine mutlak bir zafer versin. O mücahidleri Allah görünen ve görünmeyen ordularıyla desteklesin. "Rabbinin ordularını, kendisinden başkası bilmez." (Müddesir Suresi/31) ayeti mucibince Allah-u Teala melekleriyle cihad edenlere ve zulme uğrayan mazlum halklara yardım etsin. "Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah azizdir, hakimdir." (Fetih Suresi/7) Zalimleri, işgalci israil'i destekleyen her kim varsa Allah da onları toptan lanetiyle boğsun. Ey Allah düşmanları! Tarihe bakıp ibret alın. Firavunlardan, Nemrutlardan, azgın kavim ve topluluklardan Allah'a savaş açıp da kazanan yoktur. Sonları hep perişan olmuştur. "Orduların, Firavun ve Semûd'un (uğradıkları felaketin) haberi sana geldi mi?" (Büruc Suresi/17-18) Ey peygamber katilleri! Allah'ın düşmanları Siyonistler! Tarihte yaşadığınız o zelil ve perişanlık günleriniz yakındır. Allah'ın sizin için hazırladığı sonu bekleyin. "Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır." (Âl-i İmrân Suresi/126). Allah'ın dininde sebat edenler, cihaddan geri kalmayıp hak davayı savunmaya devam edenler işte "Onlar mutlaka zafere ulaşacaklardır." (Saffat Suresi/172) Allah, o kimselere şanlı bir zaferle yardım edecektir. 
En aykın zamanda işgalci ve katil, çete sürüsü siyonizmin yıkılıp yok olduğu günlerin gelmesi duasıyla, Allah mücahidlerin yardımcısı olsun. (Amin)
Kadir PANCAR 
15/10/2023

Allah'ın yardımı ve zaferi gelip de insanların bölük bölük Allah'ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit Rabbine hamdederek O'nu tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.(Nasr Suresi/1,2,3)

| | | | Devamı... 3 yorum

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!