Tevrat’ın tahrifatı ve Yahudi Irkçılığı

Etiketler :
Tarih boyunca dinler, sadece manevi rehberlik değil, aynı zamanda toplumsal kimlik ve aidiyet aracı olarak da işlev görmüştür. Bu bağlamda kutsal kitap Tevrat, Yahudi toplulukları için hem kutsal bir metin hem de bir kimlik kaynağı olmuşken, zamanla dinlerinde aşırıya kaçmış bozgunculuk peşinde koşan Yahudiler tarafından batıl amaçlar doğrultusunda kendi elleriyle tahrif edilmiştir. Tarihî araştırmalar ve metin incelemeleri, Tevrat’ın bu şekilde farklı dönemlerde bazı gruplar tarafından yorumlandığını ve zaman zaman değiştirildiğini ispatlamıştır. Bu yazı içeriği; zalimlik peşinde koşan, dinlerini diledikleri gibi değiştirip oyuncak haline çeviren, iktidar ve hırsları uğruna dünyayı kendilerine ve diğer milletlere yaşanmaz hale getiren azgın ve bozguncu, zalim, siyonist yahudileri hedef almaktadır. Yazıda Tevrat’ın hükümlerinin dinde aşırı gitmiş Yahudiler tarafından değişimlerinin sonuçları, güncel ve tarihsel olarak açıklanmaya çalışılmıştır. 

"Fakat zalimler, kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler. Bunun üzerine biz, yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle zalimlerin üzerine gökten acı bir azap indirdik." (Bakara Suresi, 59)
 
Tevrat, tarih boyunca farklı dönemlerde hem metinsel hem de yorum yoluyla azgın ve sapkın Yahudiler tarafından değişikliğe uğramıştır. El yazmalarıyla Tevrat çoğaltılırken çeşitli hatalar, eklemeler veya çıkarımlar olmuş; özellikle hukuk ve ritüel konularında yeniden heva ve heveslere göre düzenlemeler yapılmıştır. Midraş ve Talmud gibi yorum gelenekleri, metni toplumsal ve etnik çıkarlar doğrultusunda yeniden çıkarlara göre şekillendirmiştir. Siyasi ve toplumsal baskılar altında, savaş ve miras düzenlemeleri, ceza sistemleri gibi asıl Tevrat hükümleri, azgın Yahudi toplulukları tarafından kendi çıkarları doğrultusunda değiştirilip insan eliyle yazılmış hükümler uygulanmıştır. Böylece kutsal kitap Tevrat, kişisel görüşlere yorumlanan kutsallıktan arınmış tahrifatla dolu metinler haline dönüşmüştür. Bu süreçler; Tevrat’ın özünün bozulmasına yol açarken Yahudi cemaatleri arasında da uygulama ve anlayış farklılıkların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu durum, Tevrat metinlerinin asıl Tevrat ile olan bağını karmaşıklaştırıp  kutsallığını bozduğu gibi metnin orijinal mesajının zamanla nasıl saptırıldığını da gözler önüne sermiştir.
Yahudi toplumunun kendi soylarına uygun peygamber beklentileri ve dünyevi çıkarlar doğrultusunda Tevrat’ı yorumlamaları, pek çok dinler tarihi araştırmacısı tarafından bilimsel bir gerçeklik olarak ortaya konumuştur. Bu yorumlama, sadece dini bir rehberlik ihtiyacından kaynaklanmamış, aynı zamanda toplumsal ve siyasi hedeflerle de bağlantılı olarak zamanın önceliklerine göre değişken bir yapıda olmuştur. Hz. Musa'ya indirilen Tevrat hükümleri, yahudiler tarafından mevcut toplumsal ve siyasal çıkarlara uygun şekilde, kendi heva ve hevesleri doğrultusunda yorumlanmış ve insani eklemelerle, orijinal metin üzerinde değişiklikler yapılarak ciddi anlamda büyük tahrifat yapılmıştır. Bu süreç, yahudilerin dini inanışlarında Tevrat’ın uygulanabilirliğini, kendi lehlerine çekme amacı taşımıştır. Aynı zamanda, bu değişiklikler toplumun kolektif kimliğini koruma, ırkçılık ve aşırı milliyetçiliğini muhafaza etme ihtiyacından da kaynaklanmıştır. Dış tehditler ve farklı etnik grupların varlığı, yahudi toplumunu diğer dünya milletleri arasında nedeni anlaşılmaz bir “ayrıcalıklı konum” algısı oluşturmaya yönlendirmiştir. Yahudiler; kendi dönemlerinde küfür ve dalâlet içinde yaşayan diğer milletlere karşı Hz. Musa (a.s) gönderilen emir ve yasakları benimsemeleri sebebiyle kazandıkları ilahi nimet ve üstünlükleri kaybedip (Bakara Suresi, 47), tevhid dininin ilke ve kurallarından sapmaları sebebiyle zalimlerden olmuşlar ve Allah’ın gazabına ve lanetine uğramışlardır. Buna rağmen Hz. Musa (a.s)'ın uyarılarını ve Allah'ın lanetini hazmedemeyen Yahudiler, Allah’ın kurallarına savaş açmışlardır. Yahudilerin bu şekilde sonradan tahrif ettikleri metinler, zaman içinde önceden kendilerine has kılınan üstünlük anlayışını meşrulaştıran bir araç hâline gelmiş ve kendi soylarından gelen peygamber beklentisi doğrultusunda pekiştirilerek yeniden yorumlanmış ve bu sayede zamanla siyaset malzemesi haline getirilmiştir.
Yahudi topluluklarının tarih boyunca sergilediği ırk temelli ayrıcalık ve üstünlük anlayışı, mevcut kutsal metin yorumlarına aynen yansımıştır. Muharref Tevrat’ta geçen özellikle İsrailoğulları’nın diğer topluluklardan ayrıldığı ve kendilerini seçilmiş bir millet olarak gördükleri ifadeler ve ağır şiddet dili, bu üstün anlayışın temelini oluşturur. Tahrif edilen Yahudi kaynakları, Tanrı’nın İsrâiloğullarını övgüde diğer halklardan üstün kılacağını (Yasa’nın Tekrarı, 26:19), kutsal olacaklarını, atalarına vermeyi kararlaştırdığı ülkeyi kendilerine verdiğini (Yeşu, 21:43) ve onlar için savaşan bir Tanrı olarak sonsuza kadar aralarında yaşayacağını (Yeşu, 23:3; 1. Krallar, 6:13) dile getirir. Yahudileri benimseyip seçtiğini ve onların Tanrısı olduğunu (2. Samuel, 7:23, 24), bu özel halkını yönetmek için Dâvûd’u seçtiğini (1. Krallar, 8:16) bildirir. Ülkede kalanların angaryaya koştuğunu ancak bu halkından kimsenin kölelik yapmadığını (2. Tarihler, 8:9), onların sadece savaşçı, görevli, subay ve komutan olarak görev yaptıklarını (1. Krallar, 9:21, 22) ifade ederken, İsrâil’in Tanrısına yönelmeyen herkesin öldürülerek yok edilmesi gerektiğini (2. Tarihler, 15:13) belirtir. Yahudi Tanrısı, Kenan ülkesini İsrâiloğullarına vereceğini (1. Tarihler, 16:17, 18, 35) ve Kudüs’ü onlar için seçtiğini (2. Tarihler, 6:38; 7:20) bildirir. Diğer halklara karşı tutumlarını ise sert ve şiddet içeren ifadelerle dini metinlerde ortaya koyar; ele geçen her adamın gövdesinin delik deşik edileceği, tutulanların kılıçla düşeceği, çocuklar ve kadınlar dahil herkesin zarar göreceği, gençlerin yaylarla yok edileceği ve rahimlerdeki çocuklara bile acımayacakları (Yeşaya, 13:15,16,18) yahudi metinlerinde belirtilir. Yahudi dini metinlerde geçen bu tür ifadeler sadece dini bir kutsallık atfı değil, aynı zamanda toplumsal/etnik bir üstünlük iddiası ve diğer milletleri yok sayıp değersiz görme anlayışının da bir göstergesidir. Bu yaklaşım; yahudi topluluklarının kendi soylarını ve soy bağlantılarını diğer milletlerden üstün görmesine yol açmış, peygamberlerin kabulünde dahi bu öncelik devreye girmiştir. Kur’an-ı Kerim'e göre Zebur, Hz. Davud (a.s)'a Tevrat, Hz. Musa (a.s)’a, İncil ise Hz. İsa (a.s)’a indirilmiş semavî kitaplardır. İndirilen bu semavi kitapların asıllarına iman etmek Müslümanlar için zorunludur. Müslümanların Zebur, Tevrat ve İncil’e iman ettikleri gibi, onların da Kur’an-ı Kerim'e iman etmelerine engel hiçbir şey yokken ve ilahi mesaj olan orijinal Tevrat hükümleri zaten Kur’an-ı Kerim’de korunmuşken, Yahudiler bu hükümleri, kendilerine göre değiştirerek hem kendi toplumlarındaki hem de diğer toplumlardaki algıyı saptırmışlardır.
Tevrat tahrifatı, genellikle metin değişiklikleriyle ilişkilendirilir ancak burada daha derin bir sorun vardır: Uygulama ve yorum farkları her yahudi mezhebi tarafından farklı anlaşılmış ve yorumlanmıştır. Böylece farklı din anlayışları ve cemaat yapıları ortaya çıkmıştır. İnsanlar,  böylece kendi çıkar ve önceliklerine göre dini yorumlayarak kutsal metinlerin  özünü ve ruhunu tamamen değiştirmiştir. Bu süreç, Tevrat’ta görülen şiddet ayetleri veya belirli peygamberlerin reddi gibi konularda daha da belirginleşmiş, topyekün müslüman düşmanlığına çevrilmiştir. Metinler, toplumsal çıkarlar doğrultusunda şekillendirilmiş ve evrensel mesajdan saptırılarak bozgunculuğa zemin hazırlamıştır. Yahudilerin Hz. İshak (a.s) soyundan gelen peygamberlerin geleceğine dair beklentileri, onların Hz. Musa (a.s) sonrasında gelen Hz. İsa (a.s) ve özellikle Hz. Muhammed’i (s.a.v), peygamber olarak kabul etmeme eğilimine sebep olmuştur. Bu bağlamda, Hz. Muhammed (s.a.v) gibi Hz. İsmail (a.s) soyundan gelen bir peygamberin mesajının reddedilmesi, salt dini bir tercih değil, yahudi topluluklarının kendi soy üstünlüğünü koruma refleksi olarak görülebilir. Böylece yahudilerdeki bu anlayış değişikliği ve akaid bozukluğu dini yaşantılarına da sirayet etmiş, güncel ihtiyaçlara göre Tevrat ve dini uygulamalar bu yönde değiştirilmiştir. Bu şekilde Tevrat ve diğer dini metin hükümleri, yalnızca bir kutsal metin olmanın ötesinde, tarih boyunca toplumsal ve ırksal ön yargıların bir aracı haline gelmiştir. 

“Kendilerine kitap vermiş olduğumuz kimseler, onu (Muhammed’i) tıpkı evlatlarını tanıdıkları gibi tanırlar. Böyle iken, onlardan bir kısmı, bile bile gerçeği gizler.” (Bakara Suresi, 2/146).
 
Yahudi ırkçılığı, tarih boyunca sadece kendi içsel düzenlerini koruma refleksiyle sınırlı kalmamış, çevrelerindeki halklara karşı da bir üstünlük duygusu kurma hedefi de oluşturmuştur. Bu durum, Araplarla olan ilişkilerde tarih içinde defaatle görülmüş ve günümüzdeki olaylarda daha da belirginleşmiştir. Kendi soylarını “seçilmiş” olarak gören yahudi toplulukları, diğer milletleri özelde de Arapları, hem dini hem etnik açıdan aşağıda olan bir varlık: "köle", veya "hayvan" sınıfında konumlandırmış ve onlara yönelik acımasız ve zalimane bir yaklaşım geliştirmiştir. Bu yaklaşım, bazen Arap toplumlarıyla karşılıklı çekişme durumlarına yol açmışken, bazen de daha da ileri giderek savaşa ve soykırıma yol açmıştır. Yahudilerin Arap düşmanlığı, özellikle tarihsel anlamda peygamberlerin kabulü meselesinde kendini daha net göstermiştir. Arap toplumundan gelen bir peygamberin mesajı, yahudi topluluklar tarafından sadece dini bir farklılık olarak değil, aynı zamanda etnik bir tehdit olarak algılanmıştır. Bu durum, sadece peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v) reddedilmesiyle sınırlı kalmamış, genel olarak Arap kültürü ve diline karşı da bir mesafe meydana getirmiştir. Dolayısıyla Arap karşıtlığı, salt siyasi bir anlaşmazlık değil; yahudi toplumunun kendi soyunu üstün görme anlayışıyla derinleşen vahşi bir ırkçılık doğurmuştur. Bu bakış açısı, bizlere tarih boyunca Yahudi-Arap ilişkilerinde yaşanan çatışmaların kökenini anlamak için önemli bir çerçeve sunar. Genelde sorunun kaynağı, yahudilerin Allah'a ve müslümanlara karşı büyük düşmanlık beslemelerinin bir sonucudur. Bu bağlamda kendilerine batıl inançları doğrultusunda zehir ettikleri dünya yaşamını, diğer tüm milletlere de zulüm ve bozgunculuk göstererek yaşanmaz hale getirmişlerdir. 

"İnsanlar içerisinde müminlere en şiddetli düşman olarak Yahudileri bulursun..." (Maide Suresi, 5/82)

Günümüzde halen terörist israil, radikal yahudi yorumlarını ve tarihî metinlerini birer politik ve etnik üstünlük argümanı olarak kullanmaya devam etmektedir. Bu, özellikle israil-Filistin ve israil-Lübnan, israil-Suriye gibi bölgedeki diğer çatışmalarda bariz olarak görülmektedir. Buna dayanak olarak Tevrat’taki seçilmişlik anlayışı ve savaş emirlerinin gösterilmesi tamamen siyonist ideolojinin dünyevi bir propagandasıdır. Bu perspektif, yahudi ırkçılığının bir sonucu olup, Hz. İsmail (a.s) soyundan gelen güzide peygamberimiz Hz. Muhammed’i (s.a.v) ve ümmetini kabul etmeme, reddetme ve yoketme anlayışının alçakça bir tezahürü ve kıskançlığın adi bir sembolüdür. Bu sadece dinî bir reddediş değil, aynı zamanda toplumsal ve ırksal bir önyargının da yansımasıdır. Bu durum, yahudilerin Allah’ın gönderdiği Tevrat’a ve dinin evrensel mesajına sadık kalmayışının ve zalimliklerinin bir göstergesi olup, kibir ve hasedin zirve noktasıdır. Kur'an-ı Kerim'in emir ve yasaklarına uymak varken, dünyayı zulüm ve savaşlarla yaşanmayacak hale getirmek, "nasıl bir aklın eseridir" bunu anlamak mümkün değildir. Yahudiler, Resûlullah’a (s.a.v) indirilene inanmayıp ilahi hükümleri yok saydıkları için taşkınlıkları gittikçe artmış; her geçen gün bozgunculuklarını ilerleterek insanlığın mutluluğu için ortak adımlar atmak yerine, bitmek bilmeyen çekişmelerin, zulümlerin ve savaşların içine düşmüşlerdir. Türlü desiselerle yahudiler, İslam dinine ve müslümanlara saldırmışlar, savaş ve zulümlerle Kur'an-ı Kerim'in hükümlerini ve müslümanları yeryüzünden silmek için ellerinden geleni tarih boyunca yapmışlardır. Böyle zulüm peşide olan bozguncu ve kafir toplumlara hiçbir şekilde acınmaz. Elbet bir gün, Şeytanın yolundan giden bu yahudilere Allah'ın gazabı en sonunda ulaşacaktır. 
 
"Muhakkak ki bu Kur'an'ı biz indirdik ve onu koruyacak, muhafaza edecek, devam ettirecek de biziz." (Hicr Suresi, 15/9).

 
Yahudi toplumunun Tevrat’ı kendi beklentileri doğrultusunda yorumlaması, dinin yalnızca bir inanç sistemi değil, aynı zamanda bir yönetim aracı olarak kullanılmasına da zemin hazırlamıştır. Tevrat’taki kurallar ve yasalar, toplumsal düzeni sağlamanın yanı sıra, kendi etnik grubunun çıkarlarını korumaya yönelik bir çerçeve olarak değiştirilerek yönetim mekanizması işlevi görmüştür. Bu süreçte, dini metinler yönetimde kanun hâline getirilmiş; adalet, ceza ve sosyal kurallar, Tanrı’nın emirleri adı altında yöneticiler tarafından "yasalar" yoluyla yürütülmeye ve uygulanmaya başlanmıştır. Böylece dini otorite, toplumsal otoriteyle iç içe geçerek halkın yönetiminde belirleyici bir rol oynamıştır. Bu yaklaşım, dini metinlerin insan arzularına ve toplumsal önceliklere göre şekillendirilmesine açık bir örnektir.  Yahudi toplumu bunu yaparken kendi kültürel ve soy temelli önceliklerini kutsal metinlere yansıtmakta bir sakınca görmemiştir. 
Yahudi toplumunun Tevrat’ı kendi çıkarları doğrultusunda yorumlama ve dini yasaları yönetim aracı hâline getirme yaklaşımı, modern dönemde Siyonizm’in ortaya çıkışıyla da bağlantılıdır. Siyonizm, tarih boyunca bozgunculukları ve aşırılıkları sebebiyle sürekli yerlerinden edilmiş bir topluluğun, "kendilerine vaad edilmiş topraklar" arayışını ifade etrşğini iddia etse de, bu fikirler zamanla etnik ve dini üstünlük anlayışını içeren zalim bir ideolojiye ve intikam aracına dönüşmüştür. Tevrat’taki seçilmişlik ve ayrıcalıklı toplum anlayışı, günümüzde siyonistler tarafından modern politikaya aktarılmış; Yahudi toplumunun ulusal ve dini çıkarlarını koruma ve her zaman yahudi menfaatlerini güçlendirme biçiminde şekillenmiştir. Aynı şekilde siyonist fikirler, çevresindeki Arap ve diğer topluluklara karşı bir üstünlük ve ayrıcalık kurmak için her türlü takiyyeyi meşru gören yaklaşımı, zulüm ve soykırımlarla perçinlemişlerdir. Tarih boyunca etnik ve dini kimlik üzerinden yapılan ayrımcılık,  ırkçılık ve İslam düşmanlığı sadece dini bir yorum değil, aynı zamanda politik bir strateji hâline gelmiştir. Tevrat’taki “seçilmişlik” ve “diğer halklarla ilişkiler” anlayışı, yahudiler tarafından terörist devlet inşası için meşrulaştırıcı bir argüman olarak her zaman kullanılmıştır. Yahudilerin bütün bu davranışlarının altında yatan temel sebep, kendilerinden olmayan milletlerden intikam alma duygusu, aşırı kibir ve kıskançlıkla birleşmiş dünyaya hükümran olma sevdasıdır. 
 
"O Yahûdiler: “-Bize sayılı bir kaç günden başka asla cehennem ateşi dokunmaz.” dediler. Ey Habibim, onlara de ki, size o müddetten daha ziyade azab edilmiyeceğine dair Allah'dan bir vaad mı aldınız? Böyle ise, Allah ahd ve vaadinden asla caymaz. Yoksa Allah'a karşı bilemiyeceğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz? Gerçekten bir kimse günah ve küfrü kazanır da, günahları onu her taraftan çevrelerse, işte böyle kimseler Cehennem ehlidirler ve orada ebedî olarak kalıcıdırlar." (Bakara Suresi, 80-81) 
 
Sonuç olarak, yahudi dini uygulamalarının tarihsel değişim süreci, dini metinlerin insan ön yargıları ve toplumsal çıkarlarla nasıl şekillendirilebileceğini göstermesi açısından önemli bir örnektir. Yahudilerin çıkarları ve kendi soy ve ırk seviciliği ile İslam peygamberine karşı düşmanlıkları doğrultusunda Tevrat üzerinde yaptıkları değişiklikler ve yanlış yorumlamalar, ilahi mesajın evrensel niteliğinin, barış ve sevgi temelli anlayışın önüne geçmiştir. Oysa Kur’an-ı Kerim, Hz. Musa’ya (a.s) indirilen Tevrat’ın özünü muhafaza ederek insanlığa değişmez ve evrensel bir rehber sunmaktadır. Kur’an-ı Kerim'e boyun eğmeyen yahudi zulümlerinin elbet bir sonucu vardır. Bu yahudi zalimlerin müslümanlara ve Allah'a düşmanlıklarının neticesi kıyamet ortamında elbet görülecektir. Allah'ın vaadi haktır. Biz buna inanırız. Biz ancak Allah'a güveniriz. Allah yolumuzu ve istikametimizi son peygamber Hz. Muhammed Mustafa'dan (s.a.v) ayırmasın (amin)
Kadir PANCAR
27/11/2024
 
Kaynakça
Yıldırım, Ramazan. “Yahudilerin Üstünlük İddialarının Yahudi Kutsal Metinlerindeki Dayanakları”. Trabzon İlahiyat Dergisi 11/1 (Haziran 2024), 173-191.
Muhammed Tarakçı, Tahrif, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/tahrif--kitap
 

0 yorum:

Fayda vermeyen ilimden Allah'a sığınırım. İlim; amel etmek ve başkalarıyla paylaşmak içindir. Niyetimiz samimiyetle insanlara yararlı olmaktır, akıbetimiz bu vesileyle güzel olsun. Dua eder, dualarınızı beklerim...

"Allah'ım; bana fayda sağlayacak ilimleri öğret ve ilmimi ziyadeleştir."

“Allahım! Sana teslim oldum, sana inandım, sana güvendim. Yüzümü, gönlümü sana çevirdim. İşlediğim tüm günahlarımı affeyle! Ey kalbleri çeviren Allahım! Kalbimi dînin üzere sâbit kıl. Beni Müslüman olarak vefât ettir ve beni sâlihler arasına kat!”

“Rabbim! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme! Bize tarafından bir rahmet bağışla.Öne geçiren de sen, geride bırakan da sensin. Muhakkak ki lütfu en bol olan Sen’sin. Senden başka ilâh yoktur."

Lâ ilâhe illallah Muhammedürrasulüllâh


KADİR PANCAR

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!