Yüzyıllar boyunca bütün toplumlarda matematik kadınlara göre değildir" önyargısı egemen olmuştur. Kadın matematik alanında eğitimi gerekli görülmemiş ve uygun bulunmamıştır. Kadınlardan okumuş olanların birçoğu da ancak matematiğin dışında iş bulabilmişlerdir.
Net Fikir » Mart 2013 Arşivi
Ercan Kumcu, Kadın Matematikçiler
Yüzyıllar boyunca bütün toplumlarda matematik kadınlara göre değildir" önyargısı egemen olmuştur. Kadın matematik alanında eğitimi gerekli görülmemiş ve uygun bulunmamıştır. Kadınlardan okumuş olanların birçoğu da ancak matematiğin dışında iş bulabilmişlerdir.
Bazı Eski Kıyafetler (Kumaş ve Giysiler)
duciyye bir tür kumaş adıdır.
Kullanılan kıyafetlerden-kumaşlardan bazıları günümüzde de İslam coğrafyasının çeşitli yerlerinde hala aynı şekilde isimlendirilip kullanılmaktadır. Sadece yapı malzemelerinde zamana göre değişiklik oluşmuştur. Buna rağmen aslını olduğu gibi koruyan kumaş ve giysi türleri de özellikle Hicaz yarımadasında ve Afrika Kıtasında mevcuttur.
Buna benzer Kıyafet Çeşitleri şöyle sıralanabilir.
Kalansuva: Uzun püsküllü sayılabilecek derecede omuzlardan sarkmış başlık. Abbasi hilafetinde uzun kalansuva çok popüler bir aksesuardı. Halife Mansûr’un bu başlığı İranlılar’dan aldığı ve resmî kıyafetin bir parçası olarak giyilmesini istediği söylenir.
imâme: Bugünde halen kullanılan sarık tarzı bir baş örtüsüdür. Herkesin makam ve mevkisine göre bir imamesi vardır. İmamede kişiler kefenlerini başlarında taşıyarak ölümü hiç unutmak istemezler.İmâme uzun bir kumaştı ve başın etrafına sarılırdı. Dışarı çıktıklarında imâmeyi giymek bugün bile bazı toplumlarda halen vazgeçilmezdir.
Taylasan: Başı ve omuzları örten bir çeşit başlıklı pelerine benzeyen bir kıyafet.Eskiden Kadı'lar için kadılar için giyilmesi zorunlu bir kıyafetti.
Mizâr da izârın daha küçük boyutta olan şekliydi. Dizlere kadar uzanıyordu. Mizâr halkın önemli bir giysisi idi. Bugünkü anlamıyla diz kapağına kadar örten bir iç don mesabesindedir.
Ridâ ise omuzlara atılan pelerindi dış gömleğin üzerine giyilen uzun ve ceket tarzı bir giysidir. Ridâ kıyafeti kadın ve erkek için ortak bir kıyafettir. Farklı şekil ve desenlerde bugün dahi kullanılmaktadır.
Kamis ise bir çeşit gömlektir. Yuvarlak yakalı ve önü kapalı bir giysidir. Kefenleme işleminde de kullanılan kamis uzun bir gömlek tarzıdır. yakası yoktur. bütün bedeni örtecek tarzda olanları da vardır. bunun yanısıra kısa gömlek tarzı olan da vardır.
Dürraa kollu, önü açık, bol dökümlü bir dış giysisidir. Eskiden Yöneticiler ve Eşraftan ileri gelenler dışarıya çıktıklarında genellikle bunu giyerlerdi. Değişik renk ve modelleri ile bugün dahi kullanılmaktadır.
Cübbe, uzun, önü açık, geniş kollu bir dış kıyafettir. Cübbe, kamis, izâr ve ridâ ile birlikte kullanılır. Bugün imamların, avukat hakim ve öğretim elemanlarının kullandığı farklı tarzdaki uzun kıyafetler cübbe şekillerindendir. Rahat bir giysi olup en dış giysilerinden biridir.
Aba da kadın ve erkekler tarafından giyilen yaygın bir kıyafettir. Kısa, önü açık, kolsuz ancak kolların
geçebileceği iki deliğe sahipti. Bağdatlılar bir yaz kıyafeti olarak ince kumaştan yapılmış aba giyerlerdi. Dış giysilerindendir. anadolu coğrafyasında da halen kullanılan bu kıyafet farklı kumaşlardan yapılarak dış giysisi olarak tercih edilmektedir. Çok ince ve çok kalın türleri olabilmektedir.
Sirval olan geniş ve bol pantolon veya bir nevi şalvar kıyafetidir. Çok bol dökümlü kadın ve erkek için ortak bir dış kıyafetidir. Ancak kadınların sirvali erkeklere göre daha boldur. Bugün halen kullanılmaktadır. türkiye'de Ege ve akdeniz kıyılarında Güneydoğuda yöresel şalvar modellerine rastlanılmaktadır. Çok sıklıkla tercih edilen rahat bir dış elbisesidir.
Kaba ise diğer elbiselerin üzerine giyilen bir dış kıyafetidir. bütün giysilerin üstüne alınan bir nevi mont kaban veya pardesü biçimli soğuktan ve sıcaktan koruyacak kumaşlardan yapılmış bir kıyafet tarzıdır.
Bürde: Omuzları da örten bir nevi cübbe tarzı geniş dökümlü üstü tam olarak saran özel merasimlerde genellikle giyilen bir dış kıyafetidir.
Huff, deriden yapılmış bir çeşit uzun bottur. Bugünkü ayakkabı ve botun adıdır. Arapça kökenli bir kelimedir. topuklara kadar ayağı tamamen örten sağlam malzemeden yapılmış darbelere karşı koruyucu özellikli bir ayakkabı tarzıdır. Huff bazen çok büyük bot tarzında olup bunların bazı ufak cepli modelleri de vardır.Bu kısımlar cep gibi kullanılır.Bu tip Hufflar oldukça uzundur.
Nalın genellikle deriden yapılan sandalet tipi bir ayakkabıdır. huffa göre çok daha hafif olan ayakkabı bugün dahi sıcak iklimlerde aynı şekilde kullanılmaktadır. İsmi de aynı şekilde devam etmektedir.Çok yaygın bir kullanım alanına sahiptir.
Madas hafif sandalet tipi ev içi veya ev dışında kullanılabilecek özellikte terlik tipi bir ayak giyeceğidir.Bugün halen farklı malzemelerden yapılarak kullanılmaktadır.
The Geometer's Sketchpad
The Geometer's Sketchpad Tanıtım Yazısı:
The latest major version of The Geometer's Sketchpad is version 5, first released in November 2009. The latest minor update is 5.05, which is a free update for version 5 users. If you already use version 5, when you download the latest version it will continue to use your existing license. For more details on minor updates, consult the Release Notes.
Newton, Doğal Felsefenin Matematiksel İlkeleri
"Saltık, gerçek, ve matematiksel zaman, kendiliğinden, ve kendi doğasından, dışsal herhangi bir şey ile ilişki olmaksızın eşitlikle akar, ve bir başka adla süre olarak adlandırılır; göreli, görünürde, ve sıradan zaman ise sürenin devim aracılığıyla duyulur ve dışsal (ister doğru ister biçimdeş-olmayan olsun) bir ölçüsüdür ki, genellikle gerçek zamanın yerine kullanılır; örneğin bir saat, bir gün, bir ay, bir yıl gibi."
"Saltık uzay, kendi doğasında, dışsal herhangi bir şey ile ilişki olmaksızın, her zaman benzer ve devimsiz kalır. Göreli uzay saltık uzayların devinebilir bir boyutu ya da ölçüsüdür ki, duyularımız onu çizimler açısından konumu yoluyla belirler, ve kabaca devimsiz uzay yerine alınır; örneğin yeryüzü açısından konumu yoluyla belirlenen bir yeraltı, atmosferik, ya da göksel uzayın boyutu böyledir. Saltık uzay ve göreli uzay böylece betide ve büyüklükte aynıdırlar; ama her zaman sayısal olarak aynı kalmazlar."
Newton, Doğal Felsefenin Matematiksel İlkeleri, İdea Yayınları Çev. Aziz Yardıml, Baskı 1997, Sayfa 207
Steiner - Lehmus Teoremi
Kainatı Bilmemiz Matematikle Mümkündür
Godfrey Hardy, Bir Matematikçinin Savunması
Matematik yalnızca bir araç mıdır? "Gerçek Matematik" nedir? Üretkenlik dönemini geride bıraktığını ve artık matematik "yapmak" yerine onun hakkında yazmaktan başka çaresi olmadığını alçakgönüllülük ve hüzünle ifade eden İngiliz matematikçi Hardy, bu kitabıyla, belki de üretkenliğin en sıcak ürünlerinden birini sunuyor!
Godfrey Hardy, Bir Matematikçinin Savunması, Baskı 1994, Sayfa 115, Çevirmen Nermin Arık, TÜBİTAK YAYINLARI
1935-40’lı yıllardaki Cambridge ve Oxford üniversitelerinin yoğun entelektüel atmosferini canlı bir biçimde aktarmaktadır. Ayrıca, doğal bir matematik dehası olan ama çok yetersiz bir matematik eğitimi görmüş olan Ramanujan adlı Hintli bir kâtibin Hardy tarafından keşfinin ve bu iki farklı insanın kısa ancak verimli işbirliğinin öyküsü de anlatılmaktadır. Yazar Hardy kitabında; matematikte, yaşın çok önemli olduğunu, bir matematikçinin en önemli yıllarının 40 yaşına kadar olduğunu, 50 yaşın üzerindeki matematikçilerin matematiğe katkıda bulunamadığını hatırlatmaktadır. Yaşının ilerlemesiyle üretkenliğinin azaldığını kabullenen ve bu nedenle matematik yapmak yerine matematik hakkında yazmak gibi ikinci sınıf bir iş yapmaya kalkıştığını belirtmiş, böylece matematiği savunurken kendi matematiğinden daha kalıcı ve değerli bir yapıt ortaya çıkarmıştır. Hardy bu kitabında, gençlere de seslenerek hırslı olmalarını ve bunun kendileri için bir görev olduğunu belirtmiştir. Hırsın bir tutku olduğunu, yerine göre farklı şekillerde olabileceğini, gerçekleştirilmiş olan her türlü büyük işin ardında itici bir gücün var olduğunu anlatmaktadır. Bir araştırma için gerekli olan başlıca güdüler; merak ve başarıdır. Bu güdüler matematik kadar şanslı olamaz. Çünkü etkili teknikler, incelikler, kalıcı olanlar yine matematiktedir.Yazar matematikçilerle “diğer” insanların beyin işlevlerinin farklı olduğu, matematik yeteneğinin en özel yeteneklerden biri olduğu savını desteklemektedir.
Matematikçi için en güzel işlerden birisi kendi konusunu, deneyimlerini ve matematikle uğraşmaktan aldığı hazzı ve bu hazzı matematikle uğraşmayanlara aktarmaya çalışmak için çabalamaktır. Matematiğin savunmasını yaparken yararları ne olursa olsun övgüyle bahsedilemez. Çünkü binlerce tarzda buluşlar ortaya konmuştur. Yazar matematiği savunurken biraz da konuyu okuyanları etkilemek için matematiğin günlük hayatta daha çok tanınan mühendislik ve fizik gibi alanlardaki uygulamalarından örnekler vermiştir. Bir matematikçi için geleceğin ona haksızlık yapmasından korkmasına gerek yoktur. Matematikçilerle, fizikçilerin bakış açıları arasında, genelde sanıldığından çok daha az fark bulunduğunu, en önemlisinin matematikçilerin gerçek ile çok daha fazla ilişkisinin olduğunu söylemektedir.
Matematik hangi bölümlerde yararlıdır? Okul matematiğinin tümü aritmetik, cebir gibidir. Bundan başka okul matematiğinden daha ileri ve geliştirilmiş olan üniversite matematiğinin genişçe bir bölümü; elektrik gibi fiziksel ve ağır bazı yönleri yararlıdır. Buradan şunu çıkarabiliriz; üst düzey bir mühendis veya vasat bir fizikçi için gerekli olan matematik yararlıdır. İnsanların yaşamları, günlük işleri, toplumun örgütlenmesi üzerinde muazzam etkisi olan matematik dışında sıradan kişilerce kullanılan matematik önemsenmeye değmez. Oysa kitapta yazar, matematiğin özünü, güzelliğini ve derinliğini aldığı sanattan, edebiyattan, satrançtan örneklerde vererek yalın fakat işlek bir dille anlatmayı başarıyor. Matematiğin savaş üzerindeki etkilerini de düşünmek durumundayız. Gerçek matematikçilerle ilgili olarak rahatlatıcı bir sonuca kolaylıkla varabiliriz. Gerçek matematiğin savaş üzerinde hiçbir etkisi yoktur. Öte yandan önemsiz matematiğin savaşta pek çok uygulama alanı vardır. Balistik uzmanlar; uçak tasarımcıları, matematiksiz yapamazlar. Buradan matematiğin yararlı olup olmadığı ya da hangi yönlerinin faydalı olduğu sorusu akla gelmektedir. Eğer yararlı bilgi, şimdi veya yakın bir gelecekte insanlığın maddi refahına bir katkısı olan bilgi ise, bu konuda entelektüel doyumun bir yeri olacaksa yüksek matematiğin bir bölümü yararsızdır. Bir matematikçi için, uyguladığı matematik bir sakinleştirici olabilir, o bütün sanat ve bilim arasında yalın ve ırak olandır. Matematiğin içeriği, derin düşünceye dalmak değil, üretken olmakla ilgilidir. Gerçekte matematikte daha popüler olan çok az konu vardır. Çoğu kişinin güzel bir melodiden zevk aldığı gibi birçok kişi de matematikten bir ölçüde hoşlanır. Matematiğe ilgi duyanların sayısı müzikle ilgilenenlerden fazladır. Müzik kitlelerin duygularını harekete geçirebilir. Hâlbuki satranç oyunu, briç, günlük gazetelerdeki bulmacalar bütün bu kitlelerin matematiğe olan ilgi ve takdirinin bir ifadesidir. Tıpkı bir ressam veya şair gibi bir matematikçi de kalıplar üretir. Matematikçinin kalıpları diğerlerinin kullandığı kalıplardan daha kalıcıdır. Bunun nedeni de düşüncelerden oluşmuş olmasıdır. Matematikçinin kalıpları da bir ressam veya şairin kalıpları gibi güzel olmak zorundadır.
Düşünceler ise renkler ve sözcükler gibi uyum içindededir. Bir bilim ve sanat dalındaki gelişme, insanların maddi olarak refahını artırıyorsa, buna yararlı diyebiliriz. Bunun için tıp, fizyoloji ve mühendislik evler ve köprülerin yapımına katkıda bulunarak insanların hayat standartlarını yükselttiği için yararlıdır. Matematiğin bu anlamda çok yararları vardır. Bir matematikçinin en güzel işlerinden birisi, kendi konusunu, deneyimlerini ve matematikle uğraşmaktan aldığı hazzı matematikçi olmayanlara aktarmaya çabalamaktır.
İtalyan mektebi ve Küreler Musikisi
Pythagorascıların bilim alanındaki en büyük başarıları astronomide olmuştur. Antik Yunan dünyasında ilk defa bunlar, dünyayı evrenin merkezi olmaktan çıkarmışlar, onu küre şeklinde düşünmüşlerdir. Yerin, evrenin ortasında görünmeyen merkezî ateş etrafında döndüğünü söylemişlerdir. Böylece merkezde yanan ateşin yerine, güneşi koyarsak Kopernikus’un sistemine büsbütün yaklaşmış oldular. Pythagorascı anlayış, Platonculukta ve Descartes felsefesinde olduğu gibi, matematik ilmini dünyaya uygulayan tüm felsefelerde görülür.Bir sayı mistikliğine yol açtığı söylenebilir. Pythagorascılar mistik ve idealist oldukları için soyut kavramlar getirmiştirler.
Pisagor ve İtalya Mektebi
Fonksiyonlarda İşlem konu Özeti
İrrasyonel Sayılar Özet
Fonksiyonlarda Bileşke İşlemi Özet
SİGARA VE ZARARLARI
Hz. ALİ’nin Matematik Hesabı
– Sekiz ekmeğin her biri üçer parçaya bölünürse, yirmi dört parça olur. Üç kişi hepsini yemişsiniz. Hanginizin fazla yediğini bilmediğiniz için, eşit olarak yediğiniz kabul edilir. Öyle ise her biriniz yirmi dört parça ekmekten sekizini yediniz. Senin üç ekmeğinin her birini üç parçaya ayırınca, 3x3 = 9 eder. Sekiz parçasını sen yedin. Ekmeğinden sadece bir parçayı müsâfir yemiş. Arkadaşının beş ekmeği de aynı hesapla üçer eşit parçaya bölünse on beş parça eder. Kendisinin toplam yirmi dört parçadan sekizini yediğini farz edip bunu kendi payından çıkarırsak, geriye 15 - 8 = 7 parça kalır ki, bunu da müsâfir yemiştir. Bu hesaba göre misafir senin hissenden bir parça ekmek yemiştir. Her ikinize verdiği sekiz dirhemden bir dirhemi hakkına düşer. Arkadaşının payından 7 parça yediğine göre, 8 dirhemin yedisi ona düşer. Bunun üzerine adam: – Peki, şimdi râzı oldum, diyerek hakkına düşen bir dirhemi aldı.
Hz.Ali (k.v)'nin keskin zekasını örnekleyen yukarıdaki kıssa; bize Hz Ali'nin matematik ilminde ne kadar pratik bir zeka yapısına sahip olduğunu gösterir. Peygamber Efendimizden rivayetle söylenen "Ben ilim şehriyim; Ali ise o şehrin kapısıdır."(el- Cami’us-Sağir 1/415, Sevaiku'l-Muhrika 73; Tehzibu't-Tehzib 6/320; Müstedrek-i Hâkim 3/126) sözü Ehl-i sünnet kaynaklarında geçen bir rivayet olarak karşımıza çıkar. Bu söz muteber hadis kitaplarının yer aldığı Kütüb-i Sitte içinde Tirmizî'nin Sünen’inde yer almaktadır. Tirmizî’nin rivayetinde, “Ben hikmet eviyim. Ali de onun kapısıdır." şeklinde farklı bir dil ile ifade edilir. Hadis alimlerinden Taberânî, İbn Adî ve Hâkim ve Ukayl de aynı sözü "Ben ilim şehriyim. Ali de onun kapısıdır. İlim isteyen kapıya gelsin” şeklinde ziyadesiyle rivayet etmişlerdir. Bu söz hadis alimlerince incelenmiş sözün hadis olduğunu red edenler olduğu gibi ve bir çokları tarafından da 'hasen' derecesinde kabul edilmiştir. Hz. Ali'nin keskin zekası ve hilafetinde karşılaştığı durumlardaki sorun çözme kabiliyetleri ilme olan vukufiyeti Arap dili ve gramerindeki yüceliği 'ilmin kapısı' olma vasfını güçlendirmektedir.
DİPNOT: Konu ile alakalı olarak yazılmış bir yazıda Hz. Ali'nin ilmi vasıfları ve özellikle matematik konusundaki kabiliyeti şu şekilde izah edilmiştir. Aşağıdaki yazı matematik konusu ile ilgili bir takım içerikleri barındırmasından dolayı daha sonradan buraya eklenmekle birlikte, yazıda geçen kısımların doğruluğu ilgili yazarın uhdesindedir.
"Fahr-i Kâinat Efendimiz'in temsil ettiği ilmin kapısı, Hz. Ali'dir. Bildiğimiz, kendi kafamızdan tahayyül ettiğimiz sıradan bir ilmin kapısı değildir Hz. Ali. Hiç kimse kendisini bir takım kitap ve kütüphane düşünceleri içerisinde görüpte işte bunların kapısıdır sanmasın. Çünkü Muhammedî demek, maddenin, mânânın, Levh-i Mafhuz'un tümü demektir. Nitekim Efendimiz'in "Ben ilmin şehri, Ali kapısıdır" emrinden sonra Hz. Ali Efendimiz kendi ilminin hikmetini ve sırrını ancak Efendimiz emrettikten sonra hissetti. Bu çok değişik bir hâdisedir, bir gizli hazinedir onun ilmi. Efendimiz emrettiği zaman demek ki, ben ilmin kapısıymışım diye düşünerek değil, gönlünden onun hikmetlerini alarak ne kadar Cenab-ı Hakk tarafından ceryanla yaratıldığı, nasıl ikram sahibi olarak yaratıldığı anlatılmıştır. Bunu zahir plânda, madde ilimlerinin özellikle müspet ilimlerin anahtarı matematiktir, biliyorsunuz? Matematik olmadan ne fizik olur, ne kimya olur, ne biyoloji olur, ne teknoloji olur. Ne aya gidilir, ne uzayın sonsuzlukları bilinir. Mutlaka matematiğe muhtaçtır. Matematik ilmini, ilmin kapısı olan Hz. Ali Efendimiz'e Cenab-ı Hakk toptan teslim etmiştir. Nasıl teslim etmiştir? Matematik üç kademedir. Birinci kademesi aritmetik dediğimiz bilinen sayıların yardımıyla bir sayı bulmaktır. On üçle, kırk beşi toplarsanız; Yirmi yediyle, yüz seksen yediyi toplarsanız, ikiyle çarparsanız, beşe bölerseniz, bu matematiğin en kolay hâlidir. Asr-ı Saadete kadar matematik adına bilinen bu aritmetik idi.
Hz. Ali Efendimiz'e ikinci bir anahtar verildi. Neydi bu anahtar? Bilinenler yardımıyla bilinmeyenleri bulmak, yani Cebir. Bunu Hz. Ali Efendimiz, Hz. Hasan Efendimiz kanalıyla torunu Cafer-i Sadık Efendimiz'e intikâl ettirdi. Cebiri yeryüzüne getiren gerçekten Hz. Caferi Sadık' tır ve onun 20 yaşındaki talebesi Câbir, ilk Cebir kitabını yazarak, aslında Âlem-i İslâm'a bir ışık tutmak, bütün ilimleri İslâm kanalından akıtmak için şifreyi vermiştir. Sonra da o meşhur El Câbiriye Kitabı Fransa'ya geçmiş, El-Câbir olarak, sonradan da Arşebül olarak istifade edilmiştir. Bütün bilim adamları özellikle bir İtalyan bilim tarihi üstadı vardır. 0: "Cabir olmasaydı televizyonu bin sene sonra seyrederdiniz" diyor. Çünkü bütün teknolojik gelişme Cebirin Fransa'ya intikâl edişi 1640 yıllarındaki El-Cabiriye Kitabı sayesindedir. Ondan sonra cebir, ondan sonra Fizik doğmuş ve bu sayede bugünkü insanlar İslâm’ı hor görenler dahi onun sayesinde, arabaya binip bir yerden bir yere gidecek çareyi bulmuşlardır. İşte Hz. Ali Efendimiz'in ilmi böyle bir ilimdir, sıradan bir ilim değildir. Seni arabaya bindiren, havada uçurtan, roketi attıran cebir ilminin tohumunu insanlara bağışlamıştır. Eğer Cebir ilmi olmasaydı, maddesel ilimler küçük bir şeyden ibaret kalırlardı. Nitekim dünya âlemi yüzyıllar boyu aritmetikle uğraşmış, Mısır’da ehramlar yapılmış, piramitler yapılmış, bunun etrafında firavunların enva-i çeşit kimyasal oyunları olmuş, fakat bir şey uymamış, zaman çarkı dönmemiş, saat bulunmamış, makine bulunmamıştır. Bunların hepsi Hz. Ali Efendimiz'in vasıtasıyla zuhur etmiştir. Niçin Cafer-i Sadık Efendimiz'e bırakmıştır da daha evvelki bir nesile bırakmamıştır? Çünkü takdirin zaman çarkı böyledir. Takdir o zaman diliminde intişarını istemiştir.
Cebirin asıl üçüncü kademesi daha zor olanıdır. İlm-i cebir denilen kademesi yalnız Hz. Ali Efendimiz'in tasarrufundadır. Bilinmeyenlerle, bilinmeyenleri bulmak. Evvelâ bilinenlerle bilinmeyenleri bulduk, sonra bilinmeyenlerle bilinenleri bulduk, üçüncü kademesi bilinmeyenlerle bilinmeyenleri bulmak. Peki, nasıl olur? İnsan aklı almıyor, imkânsız gibi görünüyor. İşte o da Hz. Ali Efendimiz'in anahtarını yaptığı gönül dediğimiz o müthiş ülkede beyne ışınsal dürtüler yaparak mümkündür. Yani zihinsel faaliyette Cebir öğrenilmez de, cebir problemi çözülmez de. Mutlaka gönülden alınan bir mesajı, yine zihinden geçirerek zihin içerinde bir ilim hâline çevirme sanatıdır. Bu mutlaka istisnalar içerisinde verilmiştir. Bu ilimin yaygınlaşması tecelli etmemiştir. Bizzat Hz. Ali Efendimiz:
— İlmî cebiri de verseydik insanlar tamamen dünyaya saracaklar, dünya problemlerini kolay çözmenin rahatlığı, altında olacaklar ve mânâyı unutacaklardı. Onun için ilmi cebiri vermedim diyor.
Gerçekten ilmi cebirin bile ortaya çıkması, insanların dünyaya nasıl koşmasına sebep olmuştur. İlmin kapısı olma sırrı içerisinde bunu arz etmek istedim, bu ilmi çok iyi anlamak lâzımıdır." Yazı metni kaynağı: Haluk Nurbaki 7/5/2013-http://www.onaltiyildiz.com/haber.php?haber_id=2362
İlitam 1.sınıf 2.Yarıyıl Arasınav ve Final Soruları 2012
ANKARA ÜNİVERSİTESİ (YARIYILLIK) İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA UZAKTAN EĞİTİM PROGRAMI 2011- 2012 EĞİTİM- ÖĞRETİM YILI BAHAR YARIYILI ARASINAVI -FİNAL SINAVI BÜTÜNLEME SINAVI SORULARI
Yarıyıllık sistem Dersler: Kuran-ı Kerim2 Arapça2 İslam Tarihi İslam Hukuku1 İslam Ahlak Felsefesi Felsefe Tarihi
soruları indirmek için tıklayınız...












