Behlül Dânâ Hikayeleri

Etiketler :
Halid Ziya Uşaklıgil’in rezil romanı ile adını son zamanlarda duyduğumuz "Behlül" ismi, esasında Abbas halifesi Harun Reşid zamanında yaşamış büyük bir veliyi hatırlatır. "Behlül" ismini olumsuzlukla tanıtıp hatırlatanlara karşı, inadına asıl Behlül'ü tanıtalım. Peki kimdir Behlül Dânâ? 
Behlül Dânâ’nın asıl adı Ebû Vüheyb bin Ömer Sayrafî’dir. Doğum târihi kesin olarak bilinmez. Kûfeli olduğu halde Bağdâd’da yaşamış ve Bağdat'ta vefât etmiştir. Vefatı kesin olmamakla birlikte 806 yılı civarındadır. Behlül Dânâ, halk arasında “Behlûl-i Dîvâne” ve “Sultânü’l-meczûbîn” olarak da anılmış olup Abbâsî Halifesi Hârun Reşid (788-809) ile yakın ilişkisi sayesinde “Behlül er-Reşid” olarak tanınan ünlü bir zattır.  Hakkındaki bilgiler çoğunlukla ona atfedilen büyük ölçüde menkıbe ve fıkralardan oluşur. “Behlül” kelimesi Farsçada meczup, deli, çok gülen gibi anlamlara gelirken; “Dânâ” ise “çok bilen”, “bilgin” demektir. Bu bağlamda “Behlül Dânâ”, “bilgin meczup” veya “akıllı deli” anlamını taşır; yani hem güldüren hem de öğüt veren bilgin anlamına gelir. Behlül, ilâhî cezbeye tutulduktan sonra kendinden geçmiş ve nefsini tamamen silmiş, bundan sonra halk arasında onlara uymayan garip davranışlar sergilemiştir. Mezarlarda ve harabelerde dolaşmayı, yalnızlığı ve çocuklarla şakalaşmayı seven Behlül’ün sözleri, nükteli ve iğneleyici olsa da genellikle hikmet dolu ve uyarıcı olmuştur. Bazı menkıbelerde Hârun Reşid’in kardeşi, yeğeni veya nedimi olarak da gösterilmiştir. Behlül Dânâ, Halifeye hatalarını çekinmeden söylemiş, onu uyarmak için bulduğu fırsatları değerlendirmiştir.
Tasavvufî eserlerde Behlül, Allah âşığı bir sûfî ve meczup olarak tanıtılmış; Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Şa‘rânî, İbnü’l-Cevzî ve Attâr gibi pek çok klasik yazar onun Hak âşığı olduğunu vurgulamıştır. Behlül’ün hikâye ve fıkraları Arap, İran ve Türk halk edebiyatında geniş yer tutmuştur. Şia kaynakları, Behlûl Dİma'yı İmam Cafer es-Sâdık’ın talebesi olarak gösterse de, bu iddialarına ilmî delil yoktur. Aşağıda Behlül Dânâ'ya atfedilen bazı nükteli hikayeler verilmiştir. 

Vicdanın Sesi
Bir gün Behlül Dânâ, halife Harun Reşit’in huzuruna çıkarak ondan bir görev ister. Harun Reşit bir süre düşündükten sonra ona, “Sana fırınları denetleme işini veriyorum. Git, fırınları dolaş, ekmekleri kontrol et,” der. Behlül Dânâ bu görevi hemen kabul eder ve çarşıya çıkarak işe koyulur. İlk girdiği fırında ekmeklerin gramajını kontrol eder. Bakar ki ekmekler olması gerekenden eksiktir. Bunun üzerine fırıncıyı yanına çağırır ve ona birkaç soru sorar: 
“Nasılsın, halin vaktin yerinde mi? Ailenle aran nasıl, geçimin iyi mi?” Fırıncı bu soruların hepsine olumsuz cevap verir; mutsuzdur, geçim sıkıntısı içindedir. Behlül Dânâ hiçbir ceza kesmeden oradan ayrılır. Fırıncı şaşırır ve arkasından seslenir: “Hiç mi ceza yazmayacaksın?” Behlül sadece “Hayır” diyerek yoluna devam eder. 
Daha sonra başka bir fırına girer. Bu kez ekmekleri tarttığında ekmeklerin olması gerekenden fazla olduğunu görür. Fırıncıyı yanına çağırır ve aynı soruları sorar: “Halin nasıl? İşinden memnun musun?  Ailenle aran nasıl?” Fırıncı bu soruların hepsine olumlu yanıt verir; mutludur, huzurludur, geçimi yerindedir. 
Behlül Dânâ bunun üzerine doğruca Harun Reşit’in yanına döner ve “Efendim, ben bu işi yapmayacağım. Bana başka bir görev verin,” der. Harun Reşit şaşırır: “Neden vazgeçiyorsun? Daha az önce sana bu işi verdim der. 
Behlül Dânâ, tebessüm ederek şöyle cevap verir: “Efendim, ben çarşıyı dolaştım. Gördüm ki benden önce bir başka ‘ağa’ gelmiş. Ekmeklerle birlikte insanların vicdanlarını da tartmış hesaplarını görmüş. Kimin terazisi eksikse onun gönlü de dertli, kimin ekmeği fazlaysa onun kalbi de huzurlu. Yani herkesin hesabı kendi vicdanında görülmüş. Artık bana gerek kalmamış.” 
İnsanların yaptıkları işler, onların iç dünyalarının bir yansımasıdır. Vicdanı rahat olanın terazisi de doğrudur; içi sıkıntı dolu olanın ise terazisi şaşar. Gerçek denetim, dıştan değil, insanın kendi vicdanından başlar.

Hârûn Reşîd Hacc Yolculuğu 
Hârûn Reşîd hacca gidip dönerken Kûfe’ye uğradı. Halk onu karşılamaya çıktı. Behlül de çocuklarla beraberdi. Halifenin kervanı görünce yüksek sesle seslendi: “Ey Hârûn!” Halife perdeyi kaldırdı: “Ne istiyorsun Behlül?” dedi. Behlül Dânâ, Peygamber Efendimiz’in tevazusunu hatırlatan bir hadisi anlattı ve şöyle dedi: “Ey Hârûn, sen de mütevazı ol. Tevazu ile yapılan yolculuk, kibirle yapılan seyahatten daha hayırlıdır.” Sonra ekledi: “Halkına en güzel hediyelerle dön. O hediyeler; Allah sevgisini, takvayı, güzel ahlakı ve adaleti öğretmektir.” Halife bu sözler karşısında ağladı. 
Behlül Dânâ sözlerine devam etti: “Ey halife! Ülkenin bir köşesinde bir mazlum zulme uğrasa, sen diğer köşede de olsan Allah onun hesabını senden sorar. Âhirette Cennet ve Cehennem’den başka yer yok; hazırlığını ona göre yap.” Halife ona hediyeler vermek istedi. Behlül Dânâ,“Onları kimden aldıysan, ona geri ver. Allah beni unutmaz; O senin Rabbin olduğu gibi benim de Rabbimdir.” dedi.

Boş Taht
Bir gün Behlül-i Dânâ, halifenin taht odasına girdi ve odanın boş olduğunu görünce hemen tahtın üzerine oturdu. Bu durumu gören sarayın askerleri, Behlül’ü fark eder etmez öfkeyle ona saldırdılar ve kamçıyla dövmeye başladılar. Behlül, dayak yerken hiç bağırmadı ya da kendini savunmadı; sadece iç çekerek, “Vah Hârûn Reşîd, vah Hârûn Reşîd!” diye ağlamaktaydı. Halife Hârûn Reşîd, askerlerin gürültüsünü duyup odasına geldi ve tahtın yanında oturmuş ağlayan Behlül Dânâ'yı görünce şaşırarak, “Ne oluyor burada?” diye sordu. Behlül Dânâ, sakin bir şekilde cevap verdi: “Ben sadece bir an tahta oturdum, gördüğün gibi bu kadar dayak yedim. Sen ise yıllardır bu tahtta oturuyorsun; peki senin durumun ne olur, bunu düşündüm.” Halife bu sözler karşısında derin bir ders çıkarmak isteyerek, “Ne yapmalıyım?” diye sordu. Behlül Dânâ, “Tahtında huzur ve güven içinde oturmak istiyorsan adaletli olmalı, zulme meyletmemelisin.” dedi.

Behlül Halka Karış 
Bir gün Halife Harun Reşid, Behlül Dânâ'ya şöyle dedi: “Behlül, sana sarayımda bir oda vereyim, hizmetçilerim olsun, sana yeni elbiseler giydireyim; sen de insanlar arasına karış, halkın ne yaptığını gör.” Behlül biraz duraksadı ve cevap verdi: “İzin ver, önce danışayım.” Halife merakla sordu: “Kime danışacaksın?” Behlül cevap vermeden saraydan çıktı. Halife merakla arkasından baktı ve bir adamını göndererek Behlül’ü gizlice takip etmesini istedi. Adam Behlül’ü şehrin sokaklarından geçerek şehrin en tenha yerine, mezbeleliğe kadar izledi. Behlül, çöplerin arasında durdu, başını eğdi ve sanki bir varlıkla konuşur gibi uzun bir süre sessiz kaldı. Adam olanları dikkatle gözlemledi. Behlül bir müddet sonra saraya geri döndü. Adam da hemen halifeye koştu ve Behlül’ün çöplükte ne yaptığını anlattı. Halife, adamın anlattıklarını şaşkınlıkla dinledi. 
Sonra Behlül Dânâ geldi. Behlül, halifeye dönüp şöyle dedi: “Danıştım efendim, ama insanlarla karışmam doğru değil.” Halife şaşkınlıkla sordu: “Kime danıştın peki?” Behlül gülümsedi ve yanıtladı: “Çöplere danıştım. Onlar bana, ‘Bir zamanlar biz de en güzel yiyecekleri taşır, en değerli şeylerin içinde yer alırdık. İnsanlar bizi aldatıp karıştırdı, sonunda çöp olup atıldık. Sen de halkın arasına karışma; yoksa senin de sonun bizim gibi olur’ dediler. Halife Harun Reşid derin bir düşünceye daldı; halkın arasında neyi görüp neyi öğrenmesi gerektiğini anlamak, düşündüğü kadar basit değildi. Behlül Dânâ'nın basit görünen sözlerinin ardında derin bir hikmet ve uyarı saklı olduğunu anladı.
 
Kaynakça:
Fevâtü’l Vefâyât; c.1, s.228, 230 — El-A’lâm; c.2, s.77 — El-Beyân ve’t-Tebyîn; c.2, s.230 — Tabakâtü’l Kübrâ li’ş-Şa’rânî; c.1, s.68 — Ravd-ur-Reyyâhîn; s.60 — Muhâdarât-ül-Ebrâr; s.409 — İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.2, s.137 

0 yorum:

Fayda vermeyen ilimden Allah'a sığınırım. İlim; amel etmek ve başkalarıyla paylaşmak içindir. Niyetimiz samimiyetle insanlara yararlı olmaktır, akıbetimiz bu vesileyle güzel olsun. Dua eder, dualarınızı beklerim...

"Allah'ım; bana fayda sağlayacak ilimleri öğret ve ilmimi ziyadeleştir."

“Allahım! Sana teslim oldum, sana inandım, sana güvendim. Yüzümü, gönlümü sana çevirdim. İşlediğim tüm günahlarımı affeyle! Ey kalbleri çeviren Allahım! Kalbimi dînin üzere sâbit kıl. Beni Müslüman olarak vefât ettir ve beni sâlihler arasına kat!”

“Rabbim! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme! Bize tarafından bir rahmet bağışla.Öne geçiren de sen, geride bırakan da sensin. Muhakkak ki lütfu en bol olan Sen’sin. Senden başka ilâh yoktur."

Lâ ilâhe illallah Muḥammedürrasulüllâh


KADİR PANCAR

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!