Yağmur, Nurullah Genç

Var eden'in adıyla insanlığa inen Nur
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından
Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat
En müstesna doğuşa hamiledir kainat.
Yıllardır bozbulanık suları yudumladım,
Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları,
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım.

Hasretin alev alev içime bir an düştü,
Değişti hayal köşküm, gözümde viran düştü,
Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde,
Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü.
İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin,
Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla,
Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin,
Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla,
Evlerin arasına dikilir yeşil bayrak,
Yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak.
Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım,
Heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı,
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım.

Yağmur, gülşenimize sensiz, baldıran düştü,
Düşmanlık içimizde; dostluklar yaban düştü,
Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe,
Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü.
Bir güzide mektuptur, çağların ötesinden,
Ulaşır intizarın yaldızlı sabahına,
Yayılır o en büyük muştu, pazartesinden,
Beyazlık dokunmuştur gecenin siyahına,
Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin,
Sükutu yar, sevinci dualar kadar derin.
Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım,
Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamış mazide,
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım.

Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü,
Göğsümüzden umutlar bican düştü,
Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin,
En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü.
Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan,
Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar,
Mutluluk nağmeleri işitirler Hıradan,
Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar,
Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri,
Paramparça, ateşler şahının hayalleri.
Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım,
O mücella çehreni izleseydim ebedi,
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım.

Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü,
Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü,
Katil sinekler deldi hicabın perdesini,
İstiklal boşluğunda arılar nadan düştü.
Dolaşan ben olsaydım Save'nin damarında,
Tablosunu yapardım yıkılan her kulenin,
Ebedi aşka giden esrarlı yollarında,
Senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin,
Tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü,
On asırlık ocağın savururdum külünü.
Bazen kendine aşık deli bir fırtınaydım,
Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak,
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım.

Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü,
Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü,
Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara,
Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü.
Badiye yaylasında koklasaydım izini,
Kefenimi biçseydi Ebva'da esen rüzgar,
Seninle yıkasaydım acılar dehlizini,
Ne kaderi suçlamak kalırdı, ne intihar.
Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya,
Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya.
Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım,
Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu,
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım.

Haritanın en beyaz noktasına kan düştü,
Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü,
Mahkumlar yargılıyor; hakimler mahkum şimdi,
Hakların temeline sanki bir volkan düştü.
Firakınla kavrulur çölde kum taneleri,
Ahuların içinde sevdan akkor gibidir,
Erdemin, bereketin doldurur haneleri,
Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir,
Şemsiyesi altında yürürsün bulutların,
Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların.
Devlerin esrarını aynalara sorsaydım,
Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler,
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım.

Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü,
İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü,
Güvenilen dağlara kar yağdı birer birer,
Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü.
Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini,
Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir,
Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini,
Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir,
Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından,
Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından.
Madeni arzuların ardında seyre daldım,
Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini,
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım.

Şehirler kabus dolu; köylere duman düştü,
Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü,
Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali,
Hazindir ki; dertleri aşmaya umman düştü.
Ay gibisin, güneşler parlıyor gözlerinde
Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay
Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde
Sümeyra'yı arıyor her damlada bir saray
Tohumlar ve iklimler senindir, mevsim senin
Mekanın fırçasında solmayan resim senin.
Yağmur, bir gün elini ellerimde bulsaydım,
Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme
Senin visalinle bir gülmüş te ben olsaydım.

Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü,
Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü,
İniltiler geliyor doğudan ve batıdan,
Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü.
Islaklığı sanadır ahımın, efganımın,
İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler,
Sendendir eskimeyen cevheri efkarımın,
Nazarın ok misali karanlıkları deler.
Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin,
Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin.
Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım,
Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar,
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım.

Yağmur, ayrılığıma seninle derman düştü,
Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü,
Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün,
Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü.
Nefesinle yeniden çizilecek desenler,
Çehreler yepyeni bir değişim geçirecek,
Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler,
Anneler çocuklara hep seni içirecek,
Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin,
Sana mü'mindir sema; sana muhtaçtır zemin.
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım,
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın,
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım.

Kardeşler arasına heyhat, su-i zan düştü,
Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü,
Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın,
İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü.
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım,

Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım,
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım,
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım,
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım,
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım,
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım,
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım,
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım,
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım,
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım,
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın,
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım...
| | | | Devamı... 0 yorum

Sakın terk-i edepten, Nabi

Yusuf Nâbî (1642, Urfa –1712, İstanbul) Divan Edebiyatı’nın önemli şairlerindendir. Halk diliyle süslenmiş hikmetli gazelleri, toplumsal eleştirileri ve dönemin olaylarını yansıtan beyitleriyle tanınır. IV. Mehmed döneminde saraya girmiş, Lehistan Seferi’ne katılarak “Fetihnâme-i Kamaniçe” adlı eserini yazmıştır. 1679’daki hac yolculuğunu “Tuhfetü’l-Harameyn” adlı eserinde anlatmıştır. Halep’te bulunduğu sırada oğlu için “Hayriyye” adlı eserini kaleme almıştır. II. Mustafa’nın tahta çıkışını bir cülus kasidesi ile kutlamıştır. Daha sonra İstanbul’a dönüp darphane eminliği ve başmukabelecilik görevlerinde bulunmuştur. 13 Nisan 1712’de İstanbul’da vefat eden Nâbî, Üsküdar Karacaahmet Mezarlığı’na defnedilmiştir. 

Peygamber âşığı olarak büyüyen Yusuf Nâbî, 1678 tarihinde o zamanın devlet ricaliyle birlikte Hac vazifesini ifâ için yola düşer. Nâbî çok heyecanlıdır. Zira peygamber âşığı olan bir şair için Medine onulmaz bir mutluluktur. Lakin yol çok uzundur. Yolda bir müddet dinlenirler. Herkes oldukça yorgundur. İçlerinden bazıları istirahate çekilirler. Tam bu esnada Yusuf Nâbî’nin dikkatini biri çeker. Dikkatini çeken bu adam bir paşadır ve paşa ayaklarını Medine’ye, âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimizin (a.s.v.) mübarek istirahatgâhına doğru uzatarak yatmaktadır. Nâbî’yi derin bir elem sarar. O anda kalbine iltica eden ilham ile şu naatı okur:
 
“Sakın terk-i edepten, kûy-i Mahbûb-i Hudâ`dır bu;
Nazargâh-ı ilâhîdir, Makam-ı Mustafâ`dır bu.
“Edebi terk etmekten sakın. Zira burası Allah-ü Teala’nın sevgilisi olan Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in bulunduğu yerdir. Bu yer, Hak Teala’nın nazar evi, Resul-i ekremin makamıdır.”  
 
Felekte mâh-ı nev, Bâbu`s-selâm`ın sîne-çâkidir;
Bunun kandîli, cevzâ matla-ı nûr-i ziyâdır bu.
“Gökyüzündeki yeni ay, O’nun kapısının, yüreği yaralı aşığıdır. Gökyüzündeki oğlak yıldızı bile O peygamberin nurundan doğmaktadır.”  
 
Habîb-i Kibriyâ`nın, hâbgâhıdır fazîlette;
Tefevvuk kerde-i arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ`dır bu.
“Burası Cenab-ı Hakkın sevgilisinin istirahat ettikleri yerdir. Fazilet yönünden düşünülürse Allah-ü Teâlâ’nın arşının en üstündedir.”  
 
Bu hâkin pertevinden oldu, deycûr-i adem zâil;
Amâdan açtı mevcûdât, çeşmin tûtiyâdır bu.
“Bu mukaddes mübarek toprağının parlaklığından, yokluk karanlıkları sona erdi. Yaratılmışlar iki gözünü körlükten açtı. Zira burası kör gözlere şifa veren sürmedir.”  

Murââd-ı edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha;
Metâf-i kudsiyândır, bûsegâh-ı enbiyâdır bu.”
“Ey Nabi! Bu dergaha, edebin şartlarına riayet ederek gir. Zira burası, büyük meleklerin etrafında pervane olduğu ve peygamberlerin hürmetine eğilerek öptüğü tavaf yeridir.” 
| | | | Devamı... 0 yorum

Muhammedi Nur Penceresi

Allahü Teâlâ’ya zatının, sıfatının,esmasının ve efalinin hudutsuzluğunca, yarattığı mahlukatın nefesleri adedince, hamd olsun! Onun sevgili Resûlü, Muhammed aleyhisselâma göklerdeki yıldızların, denizlerdeki kum tanelerinin ve meleküt alemi varlıklarının adedince salât ve selâm olsun! En güzel makamlar da O’nun temiz Ehl-i beytine ve güzide Ashâbının hepsine olsun! 
 
Allahü Teâlâ, kullarına olan merhameti sebebiyle, kullarının dünyada rahat ve huzur içinde yaşamalarını, ferahlık bolluk içinde hayat sürmelerini dilemekle birlikte, esas mutluluk ve huzurun beka âlemi olan ahirette olacağını seçkin kulları vasıtasıyla biz insanlık zümresine bildirmiş ve yarattığı kullarının bu sayede, emir ve yasaklarına uyarak ahirette de sonsuz saadete kavuşmalarını istemiştir. Dünya hayatının sadece geçici bir heves diyarı olduğunu, bu fani âlemde, ne varsa bunların aslında insanın birer imtihan vesilesi olduğunu Yüce Mevla: “Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükâfat ise Allah'ın yanındadır.” (Teğabün Suresi-15) ayeti celilesiyle insanlığa haber vermiş ve gerçek mutluluğun, ahiret âlemi ve Hz. Allah’ın zatı olduğunu Kitab-ı Mübin’de çeşitli ayetlerle tekrar etmiştir. İnsanların felahı için Zat-ı Teâla; yarattıklarını, kendisinden haberdar etmek gayesiyle mümtaz kullar seçip kullarına göndermiştir. Seçilip gönderilen eşsiz ahlak numuneleri de, insanlığı uyarmış, doğru yolu, hidayeti göstermişlerdir.
Seçilmişlerin en faziletlisi hiç şüphe yoktur ki, Muhammed Mustafa (s.a.v) efendimizdir. Çünkü o Cenab-ı Hakkın kelamı kadimi ile “Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.” (Kalem Suresi-4) hitabı ile medh olunmuştur. “O” ulul-azam peygamberin yaşantısı sayesinde bütün yaratılmışlar; kendilerine bir önder bulmanın sevinci ile kendilerini yaratan Rablerini bilme yolunda adım adım yol almaya başlamışlardır. İşte bu vesile ile kul olmayı amaçlamış insanlar; “O” büyük Rehber-i Azamın söylediklerine muhtaç bir halde gönül deryasını şenlendirmek, hayatlarını huzura kavuşturacak biçimde tanzim etmek isterler. Bu istek, insanlığı nübüvvet penceresinden bakmaya hazır hale getirir ki, bu hal; Muhammed (s.a.v) ile bir kat daha anlam kazanarak insanı ait olduğu mekâna ve yaratanına kavuşturur. Tüm yaratılmışlara gönderilen, tebliğ buyurduğu din ve hükümleri, kıyamete kadar devam edecek olan, yaratılmışların en faziletlisi, kâinatın efendisi, Resulü Ekrem efendimizin nur penceresinden yükselen sese kulak vermiş ehli imanın gönül ikliminde bir yolculuğa çıkarsak nice güzide meleki esintiyi hissetmiş oluruz. O büyük sultanın, vahiy sesine samimiyetle bağlanmış nice gönül erlerinin, kalp dünyalarında; muhabbet, şefkat, merhamet, uhuvvet gibi insan hayatında olmasını beklediğimiz ve özlediğimiz ahlakin en güzelini görürüz. Bu ahlak ki, Cenab-ı Hakk’ın nübüvvet nuru ile insanlara aktardığı ve Resulü Kibriya Muhammed (s.a.v) ile kemale erdirdiği, davranışlar bütünü; beşeri maddi âlemden alıp, “insan” vasfına yükseltecek eşsiz güzelliklerin toplanmış şeklidir. Bu anlamda, “Ahlak” kavramı ancak Muhammed (s.a.v) ile tam olarak istenilen manasına yükselmiş, bir kelime olarak ehli idrakin zihinlerinde yerini alır. Zihinlerdeki meleki haslet, bütün vücudu tamamen kapladığında insan, işte o zaman tam olarak “insan” olur. 
Muhammedi pencereden yayılan nurlara gark olmuş, letaifleri okşayan hoş sedalara biraz kulak verdiğimiz zaman, nice güzelliklerin olduğunu hemen görürüz. Peygamber Efendimiz (s.a.v), insanlara daima güzel ahlakı emretmiş ve kendisi de her zaman bu şekilde hareket etmiştir. “Müminler arasında imanca en kâmil olanı, ahlâkça en güzel olanıdır. En hayırlınız da ailesine hayırlı olandır.” (Tirmizî, Radâ 11; Ebu Dâvud, Sünnet 16) sözüyle güzel ahlaklı olmanın önemini, insanların adeta kalplere nakşetmiştir. Merhamet ve şefkat hakkında tüm zamanlarda etkisini hissettirecek “Merhamet etmeyene merhamet edilmez.” (Müslim, Fedail: 15) veciz sözüyle, peygamber efendimiz (s.a.v) kendisinin rahmet peygamberi olduğuna işaret gösterip, bu ilahi esintiye kulak verenlerin de, kendisi gibi merhamet ve şefkat abidesi olması gerektiğine dikkat çekmiştir. Kardeşlik ve iyilik hususunda O cihan güneşi: “Mümin, mümine karşı, parçaları birbirine destek olan bir bina gibidir.” (Müslim, Birr ve Sıla: 17; Buhârî, Edeb: 34) buyurarak vahiy perdesinden yayılan esintileri, bizlere duyurmanın yanında her Müslümanın aralarında tefrikaya düşmeden, daima birbirlerine destekte bulunmasının elzem olduğunu belirtmiştir. İki kişinin aralarındaki münasebetlerde dargınlığa meydan vermemek için o kutlu peygamber: “Müslümanın, Müslüman kardeşine üç günden fazla dargın durması helal değildir.” (Buhârî, Edeb: 62; Müslim, Birr ve Sıla: 8) Buyurarak tüm kırgınlıkların önüne geçecek ikazını yapmıştır. Daha buna benzer pek çok ilahi güzellikleri insanlığa tebliğ eden peygamberler peygamberi, dünyadan hiçbir şey beklemeden sadece insanlığın kurtuluşunu murad etmiştir. 
Muhammedi Ruh penceresi insanlara kardeşliği, vahdeti simgeler ve insanlar iki cihan peygamberinin (s.a.v)’in kemalatı ve tebliğleri ile hakikat nurunu içlerine teneffüs ederler. Muhammedi pencereden bakanlar, iç dünyalarında tarifsiz güzellikleri fark ederler. Bu pencere Nur’a açılır ve “Nur” o pencereden süzülür. İnsanlar cömertlik, dürüstlük ve eminlik gibi güzel vasıfları, bu pencereden yayılan Aşk-ı Nur ile gönüllerinde hissederler. Doğruluk, kardeşlik ve muhabbet o pencere yardımıyla insanlara yayılır. İnsanlar şefkat ve merhameti “Üsve-i Hasene” olan Muhammedi temelden görürler ve gördüklerini de hayatlarına bir nakkaş gibi işlerler . Bu nakış; âlemi ervahtan âlemi dünyaya bir ziyaret, niyaz içinde olunan Saadet-i Dareyn’e bir gönül seferidir. Akıl sahipleri; “O” azim peygamberin bizlere örnek her bir halinin, malayani olmadığını, tamamının bir gaye-i ilahi olduğunu idrak edip, “O” insan-ı kâmili (s.a.v), kendilerine bir rehber, hayatını da kendi yaşantılarında bir Numune-i Ekber ilan eder ve ona göre yaşarlar. Çünkü bizzat Rabbül Âlemin (c.c) “Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.”(Ahzab Suresi-21) buyurmuştur. 
 
Tüm bu güzel duyguların eşliğinde örnek peygamberin yolundan giden ehl-i iman için en güzel örnek olan Resul-ü Kibriya efendimize tekrar salat ve selam ederken, Cenab-ı Mevla’dan bizlere; “O” mübarek peygamberin yolundan bir an bile ayrılmadan, O’nun örnek hayatını bir yaşam şekli tatbik edecek şekilde yaşayıp bu fani âlemi nihayete erdirebilmeyi nasip etsin diye dua ve niyaz ediyorum. 
Kadir PANCAR 
22/03/2012

 
 
| | | | Devamı... 0 yorum

Hatemül Enbiya Peygamber Efendimiz-1

(Allahü Teâlâ’ya yarattığı tüm varlıkların hudutsuzluğunca hamd olsun! Onun sevgili Resûlü, Muhammed aleyhisselâma yer ve gök varlıkları adedince salât ve selâm olsun! En güzel makamlar da O’nun temiz Ehl-i beytine ve güzide Ashâbının hepsinin üzerine olsun!) Rasül-ü Ekrem Efendimizi anlatmaya beşerin kuvveti yetmez. O’nu Cenab-ı Hakk’ın kendisi medh etmiş, Aziz ve Celil Kitab-ı Kerim’inde en güzel ahlak olarak nitelendirmişken bizler ancak O, İnsan-ı Kâmil-i anmakla, anlatmakla kendimizi mutlu etmiş oluruz. O’nu anmanın verdiği sevinç ve gururu, benliğimizde yaşamış oluruz. O, hayatının her anı güzide ashabı tarafından adeta fotoğrafı çekilmişçesine, an be an kaydedilmiş ve yıllar sonrasında bile ashab-ı güzin ve salih alimler ile aynen yaşatılmış yegâne insan. Tarihte hayatının tamamı en ince teferruâtına kadar tesbît edilmiş en güzide beşer; Hazret-i Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’dir. O, Peygamberler silsilesinin hatemi, insanlığı beşeri zafiyetlerinden kurtarıp Hakk’a davet eden mübelliği azamların sonuncusu, insanlığı karanlıklardan aydınlığa çağıran nebi-i zişan efendimiz; Rasül-ü Kibriya Muhammed Mustafa ﷺ’dir. O, insanlığın en karanlık çağlarında insanlığa gönderilen, insanı insan olma bilincinde tekrar aslına döndüren; beşerin, yaratıcısını unutup kendilerine yeni ilahlar edindikleri bir zamanda, insana yaratanını bildiren; Allah’ın sevgilisi âlemlerin efendisi Hatemül Enbiya efendimiz; Ahmed Muhammed Mustafa (s.a.v)’dir. O, Cenab-ı Hak tarafından “Sen olmasaydın, felekleri (alemleri) yaratmazdım” (Hakim el Müstedrek, II: 615) hitabıyla yüceltilmiştir. O, halkı cehalet karanlıklarından, hırs ve ihtiraslarından kurtarıp hidayet nurlarına çıkarmıştır. Ondan önce sadece kendi nefsini bilen beşer, O’nunla Hakkın ve hakikatin bilgisini bulmuştur. Tüm varlıklar O’nunla yaratıcısını gerektiği gibi tesbih ve takdis etme şerefine nail olmuştur. “(Ey Muhammed!) biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya Suresi, 107) gibi şerefli bir hitap sadece O’na has kılınmakla tek evrensel peygamber olma niteliğini kazanmıştır. 


| | | Devamı... 0 yorum

Hatemül Enbiya Peygamber Efendimiz-2

İnsanlığı Allah’a davet hususunda, hayrı tavsiye ve irşad mahiyetinde; türlü bela, fitne ve musibetlere karşı daima sabır ve sükûnet içerisinde, Allaha teslimiyetin zirve yaptığı numune-i imtisal, mukaddes şahsiyet; Peygamber Efendimizdir. O, herkes için bir rehber ve numunedir. Hz. Allah O’nu bir uyarıcı, bir müjdeci olarak alemlere göndermiştir. “Ey peygamber! Biz seni hem bir şahit, hem bir müjdeci, hem bir uyarıcı olarak gönderdik.”(Ahzab Suresi,45) 
 
Bu yazımızın ilk bölümü aşağıda verilmiştir. Ayrıca şu adresten de ulaşabilirsiniz. http://muallims.blogspot.com.tr/2011/04/numune-i-ekber-peygamber-efendimiz-1.html 
 
Rasülullah'ın hayatında herkese bir söz, bir tavsiye mutlaka vardır. O, bize anlatılanların fevkinde yaşayan bir Kuran’dır. Her haliyle Allah’ın kelamının dünyadaki esintisi, biz noksan sıfatlı insanlara Kuran-ı Kerim’in ve güzide Kuran ahlakının adeta canlı bir göstergesidir. Rasülullah; “Şayet birinize karşı bir hatada bulunmuşsam, maddî veya manevî olarak kimi incittiysem, malınıza, canınıza veya şerefinize, herhangi bir biçimde zararım dokunmuşsa gelsin, benden hakkını alsın. Ey insanlar! Kime vurmuşsam, işte sırtım, gelsin vursun. Her kimin benden alacağı varsa işte malım gelsin alsın.” (İbn-i Kesîr, Sîre, 4:257)  diyecek kadar adaletli ve her şartta dahi bir kul teslimiyeti ile helalleşmenin zirvesi bir peygamberdir. 

Dini yaşayış ve tebliği ile örnektir. Bir devlet adamı olarak örnektir. Asrın en büyük ordularını dize getiren şecaat ve cesareti ile komutanlara, askerlere örnektir. Açlıktan mübarek karınlarına taş bağladıkları zamanlarda bile, her daim nimetlere şükür ile örnektir. Zor zamanlar ve mekânlardaki sabır ve teslimiyeti ile örnektir. Sırtında giyecek bir şeyi olmasa dahi, istenildiğinde “hayır” demeyi bilmeyen nefsi ile cömertliğe örnektir. “Andolsun size içinizden öyle bir peygamber geldi ki, gayet izzetli ve şereflidir. Sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir, üstünüze titrer, müminlere gayet merhametli ve şefkatlidir.” (Tevbe Suresi,128) hitabının gereği ümmetine olan düşkünlüğü ile örnektir.

Elinde her türlü imkânları olduğu halde, kendisinden yaşça çok büyük Hz. Hatice (r.a) ile evlenmesi ile, günümüzün şehvet hissiyatı ile kavrulanlarına örnektir. Aile efradına karşı, şefkati ve adaleti ile örnektir. Zayıflara, kimsesizlere, kölelere, miskinlere karşı merhameti ile örnektir. Hanımlarına karşı sevgisi ve muhabbeti ile örnektir. Ashabına karşı öğreticiliği, liderliği ile günümüz öğretmenlerine örnektir.
| | | Devamı... 1 yorum

Veladet Kandili (Mevlid Kandili)

"Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." (Enbiyâ, 107) İnsanlığın kurtuluşu için gönderilen son ve en büyük peygamber, bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) 571 yılında Kameri aylardan Rebiü'l-evvel ayının 12.gecesi doğmuştur. Milâdî takvime göre ise bu, 571 yılı Nisan ayının yirmisine rastlamaktadır. Bu mübarek geceye "Mevlid Kandili" denilmiştir.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)'in doğduğu çağda dünyanın her tarafında cehalet, zulüm ve ahlâksızlık almış yürümüş, Allah inancı unutulmuş, insanlık korkunç ve karanlık bir duruma düşmüş, dünya yaşanmaz hale gelmişti. O'nun doğduğu gece, insanlığın kurtuluşu için çok hayırlı ve mübarek bir başlangıç olmuştur. O gecenin sabahı, gerçekten de feyizli bir sabahtı. İnsanlık için yepyeni bir gün doğmuş, aydınlık bir devir açılmıştı. Bir fazilet güneşi ve hidâyet meşalesi olan sevgili peygamberimizin gönderilişi, Yüce Allahın bütün insanlara en büyük nimetlerinden birisidir. Bu hususta Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:
"Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler." (Âl-i İmrân, 164)
"Mevlid kandili" gecesi, özellikle Osmanlı Devletinden sonra müslümanlar arasında yüzyıllardan beri büyük bir coşku ile kutlanmış, Sevgili Peygamberimiz bu gece vesilesiyle derin bir saygı ve hürmetle anılmıştır. 
Büyük Türk Alimi Süleyman Çelebi tarafından yazılan ve asıl adı "Vesiletün'necat" olan mevlid kitabı O'nun doğumunu, üstünlüğünü ve mucizelerini en güzel bir şekilde dile getiren değerli bir eserdir. Peygamberimizin doğum yıldönümlerinde okunan mevlidleri saygı ile dinlemek, O'nun mübarek ruhuna salât ve selâm okumak hiç şüphesiz büyük milletimizin Sevgili Peygamberimize olan engin sevgi ve bağlılığının bir ifadesidir. Bununla beraber, O'nun ahlâk ve fazilet dolu hayatını öğrenmek ve kendimize örnek almak başta gelen görevlerimizdendir. Asıl o zaman O'nun sevgisini ve hoşnutluğunu kazanmış oluruz. 
O âlemlerin Rabbinden, "Alemlere rahmet olarak gönderildi." Asırlara sığmayacak inkılapları birkaç sene içerisinde gerçekleştirdi. Evlâtlarını diri diri toprağa gömen babalar, O'na ve getirdiği prensiplere iman ettikten sonra mükemmelleştiler, dünyaya insanlık, adalet ve medeniyet rehberi olacak hale geldiler. İnsanlar, Peygamberimizin (s.a.s) tek emriyle, kökü yüzlerce yıl derinde olan alışkanlıklarını bırakmışlardır. O, yirminci asır insanının yüzyılda yerleştiremediği hakkı, hukuku, adâleti, hürriyeti, demokrasiyi ve insan haklarını bir solukta toplumlara yerleştirmiştir. Böylece cehâlet asrı bir saâdet asrı olup, çıktı. Nihayet asır, asırlara taştı. Ve O, çağlar ötesiyle kucaklaştı. 
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed kendisinden önceki peygamberler gibi sadece bir kavme veya millete değil, bütün insanlığa peygamber olarak gönderilmiştir. O'nun diğer peygamberlerden en farklı yönlerinden birisi budur. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur:

"Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bilmezler."(Sebe, 28) 
İnsanlığın her zaman ve mekânda Hz. Peygamber'in tebliğ ettiği ilâhî mesaja ve bu mesajın hayata geçirilmiş şekli olan onun sünnetine ihtiyacı vardır. O'nu örnek almak, Kur'an'a uymaktır. Çünkü Hz. Aişe (r.a.)'nın ifâdesiyle O'nun ahlâkı Kur'an'dı. (Müslim, Misâfirîn, 139). Kur'an-ı Kerim, Peygamberimiz Hz. Muhammed'in inananlar için en güzel örnek olduğunu bildirmekte ve bu hususta Allah, şöyle buyurmaktadır:

"Andolsun, Allah'ın rasûlünde sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar için ve Allah'ı çok ananlar için güzel bir örnek vardır." (Ahzâb, 21)  
 
Muhalif görüşlere kaynak olması açısından, mevlid kandilinin önemine binaen bazı alimler, Mevlid Kandili hakkında kitaplarında şu görüşleri belirtmişlerdir:

>>İbn Teymiyye
“Peygamber’in sevgisi ve anılması için yapılan her türlü iyi ameli bid’at olarak nitelendirmek doğru değildir; eğer Allah’ın rızası için yapılırsa sevap kazanılır.”
Kaynak : Mecm‘u’l-Fetâvâ, cilt 24, sayfa 88-90

>>İbn Hacer el-Askalânî
“Peygamber’i anmak, O’na salavat getirmek ve bu vesileyle İslam toplumunu bir araya getirmek mekruh değildir; bilakis müstehaptır.”
Kaynak: Fethul-Barî, cilt 9, sayfa 441-442

>>İbn Abidin
“Topluca Peygamber’i anmak ve özel günlerde O’na salavat getirmek hayır ve bereket getirir; bid’at olarak görmek yanlıştır, çünkü maksat sevgi ve övgüdür.”
Kaynak: Reddu’l-Muhtar ‘ala Durru’l-Muhtar, cilt 2, sayfa 172

>>İmam Suyûtî
“Peygamber’i hatırlamak ve O’na salavat getirmek hem kişisel ibadet hem de toplumsal fayda sağlar; Mevlid gibi uygulamalar bu açıdan müstehaptır.”
Kaynak : el-Hâvî li’l-Fetâvâ, cilt 3, sayfa 101-102

>>İbn Cevherî
“Peygamber’i hatırlamak ve O’na salavat getirmek, Allah’ın rızasını kazanmak ve toplumda Peygamber sevgisini canlı tutmak için iyi bir yoldur; Mevlid kutlaması bu kapsamdadır.”
Kaynak : el-Muhtasar fi’l-Ahkâm, sayfa 210

>>El-Kurtubî
“Peygamber sevgisini ifade etmek ve doğumunu hatırlamak teşvik edilmiştir; bu, Mevlid gibi etkinliklerle de sağlanabilir.”
Kaynak: el-Câmi‘ li Ahkâm el-Kur’ân, cilt 13, sayfa 221

Bu geceyi nasıl ihya edebiliriz?
Bütün insanlık âlemine bir hidayet tarihi açan ve âlemlere halis ilâhî rahmet olan böyle yüksek şanlı bir Peygamber'in ümmeti olmakla şereflenmiş bulunan biz müminlere ne mutlu! Bu geceyi vesile bilerek, O'na ümmet olmanın şuuruna erebilmek, Bu gecenin manevî zenginliğinden istifâde etmek için en azından bir Tesbih Namazı kılalım, kaza namazları kılalım, salavat-ı şerifeler getirelim, Tevbe istiğfarlar eşliğinde dualar edelim. Hatm-i Enbiyâ ve duaları yapılabilir. O'na ümmet olan müminlere gevşeklik yakışmaz. Unutmayalım... Alemlere rahmet olarak gönderilen muazzez Peygamberimizin, doğumunu anarken, yalnızca mevlid okumak, ilâhîler söylemek, bir gece boyunca ibadet edip sonrasında eski yaşantıya dönmek ve kandil simidi dağıtmak gibi uygulamalarla yetinmek yeterli değildir, sadece bunun gibi geceleri mübarek bilip camileri doldurmak yeterli değildir. Allah rızasını kazanmak için her daim şuur içinde olup, ibadet ve taatla ömrümüzü geçirmek, haramlardan da uzaklaşmak gerekir. Yüce Allah'ın sevgisine, hoşnutluğuna ve bağışlamasına ulaşmanın yegâne yolu, Peygamberimize tabi olup O'nun yolundan gitmekle mümkündür...

"De ki: Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günâhlarınızı bağışlasın..." (Âl-i İmrân, 31)

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!