Net Fikir » Ekim 2011 Arşivi
İki Ormancının Hikayesi "Baltayı Bilemek"
Bir ormanda iki ormancı, kurumuş ağaçları kesiyormuş. Birinci adam sabahları erkenden kalkıyor, gün boyunca hiç ara vermeden çalışarak, bir ağaç devrilirken hemen diğerine geçip ağaçları kesiyormuş. Bu adam gün boyu ne dinleniyor, ne de öğle yemeği için kendine vakit ayırıyormuş. Akşamları da arkadaşından bir kaç saat sonra, çok yorgun biçimde ağaç kesmeyi bırakıyormuş.
İkinci adam ise arada bir dinleniyor ve çalışmasını bitirince, diğer arakadaşına göre daha erken saatlerde işi bırakıp hava kararmaya başladığında evine dönüyormuş. Bir hafta boyunca bu tempoda çalıştıktan sonra ne kadar ağaç kestiklerini bu kişiler saymışlar. Bakmışlar ki ara ara dinlenen adam çok daha fazla ağaç kesmiş.
Birinci adam bu duruma çok şaşırmış: "Bu nasıl olabilir? Ben senden daha fazla çalıştım. Daha çok yoruldum. Senden önce işe başladım, senden sonra işi bitirdim. Ama sen daha fazla ağaç kesmişsin. Bu işin sırrı nedir? Bu nasıl oldu? diye arkadaşına sormuş.
İkinci adam, yüzünde bir tebessümle cevap vermiş:"Ortada sır filan yok. Sen durmaksızın çalışırken, ben arada bir dinlenip baltamı biliyordum. Böylece keskin baltayla, daha az çaba harcayıp daha çok ağaç kestim. Körelen balta ile ne kadar yorulursan yorul, işin daha da zor hale gelir ve verimsiz bir iş yapmış olursun."
Kendimizi sürekli olarak geliştirmek, aynı bu hikayede olduğu gibi ormancının baltasını bilemesi gibidir. Kendimize zaman ayırıp, yaşamımızı objektif bir bakışla tekrar gözden geçirmek gerekir. Zayıf bulduğumuz alanlarımızı geliştirmek için çaba harcamak bizi daha güçlü kılar. Bu zihnimizin, ruhumuzun, karakterimizin güçlenmesi için gerekli bir şarttır.
Hucurat Suresinden Günümüze
Hucurât Sûresi, Mushaf’ta yer alma sırasına göre 49. suredir. Medine-i Münevvere’de inen surelerden olduğunda İslam alimleri arasında ittifak vardır. Sûre, adını dördüncü âyette geçen “Hucurât” kelimesinden almıştır. Hucurât ise, odalar demektir. Burada Peygamber Efendimiz’in aile efradıyla birlikte ikamet ettiği odalar kastedilmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v)’in aile efradıyla birlikte ikamet ettiği odaların dokuz adet olduğu ve Velid b. Abdilmelik zamanında yıkılarak mescide katıldığı bildirilmektedir. Sure, Medine döneminde inmiştir. 18 âyettir. Sûrede mü’minlerin, gerek Peygamber Efendimiz'e karşı, gerek kendi aralarında uymaları gereken bazı görgü ve ahlâk kuralları konu edilmektedir.
Hucurât sûresi, Tahrîm sûresinden önce ve Mücâdele’den sonra Medine’de, hicretin 9. yılında nâzil olmuştur. Bu sûrenin ilk âyetinin, sözde veya davranışta Peygamber Efendimiz'in önüne geçerek veya onun sözünü keserek edebe aykırı davrananları uyarmak için geldiği nakledilmiştir (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, IV, 1712).
Sûrede, müslümanların Allah’a ve Rasulüne karşı riayet etmeleri gereken edep, kendi aralarında ve başkalarıyla ilişkilerinde takınmaları gereken ahlâkî tavır konularında buyruk ve tavsiyelere yer verilmiş, müminler arasında çıkacak ihtilâfların nasıl çözüleceği açıklanmış, insanların kök birliği ve eşitliği etkili bir üslûp içinde ilân edilmiş, üstünlüğün fırsat eşitliği içinde yapılacak yarışla elde edileceği vurgulanmış, iman ve islâm kavramlarıyla ilgili önemli açıklamalar yapılmıştır.
Fahruddin Râzî’nin, sûrenin ana konularıyla ilgili olarak yaptığı sistematik açıklama ilgi çekicidir: Bu sûrede müminler, güzel ahlâk kurallarına yönlendirilmektedir. Riayet edilmesi gereken edep ve ahlâk kuralları ya Allah ya Resulü ya da başkalarıyla ilgilidir. Başkaları ya iman, ibadet ve güzel ahlâk yolunu tutanlardır yahut yoldan sapanlardır (fâsıklardır). Doğru yolda olanlar da ya bir arada bulunurlar veya ayrı yerlerde. Böylece ahlâk ve davranış bakımından müminin karşısında beş farklı muhatap vardır. Sûrenin 1, 2, 6, 11 ve 12. âyetlerine “Ey iman edenler” diye başlanmış ve her birinde yukarıda sıralanan muhataplardan biriyle ilgili ahlâk, edep ve davranış kurallarına yer verilmiştir.
Hucurât Sûresi, özetle müslümanların, Allah’a ve Hz. Peygamber (s.a.v)’e karşı yerine getirilmesi lazım olan saygı ve hürmeti; mü’minlerin kendi aralarında uymaları gereken bazı görgü, edeb ve ahlâk kurallarını ve ancak inancında samimi ve en ufacık bir şüphe taşımayan imanın geçerli olduğunu; hiç kimsenin Allah’ı minnet altında bırakmasının söz konusu olamayacağı gibi hususları içermektedir.
Hucurat suresinden çıkarılacak derslerle ilgili olarak konu ile ilgili bir yazıyı, paylaşıp istifadenize sunmak istiyorum.
Allah ve Rasulünün Önüne Geçmeyin...
Müminlere yönelik olarak yapılan ilk hitapta Allah ve Rasulünün önüne geçilmemesi emri, söz söylerken, bir iş yaparken veya bir konuda hüküm verirken, acele edilerek Allah ve Rasulünün o konudaki emir ve uyarıları gözetilmeden ileri çıkmak anlamını ifade etmektedir. Nitekim, böyle bir uyarının gelmesine sebep olarak, sahabeden bir kısmının “şöyle veya böyle bir ayet inseydi daha doğru olurdu” diyerek –haşa- Allah’a ve Rasulüne akıl verircesine sözler sarfetmiş olmaları, böyle bir ayetin inmesine sebep olmuştur, denilmiştir.
Bu gün ayetin bize yansıyan tarafı, kendi kanaat ve düşüncelerimizi ortaya koymadan önce Allah ve Rasulü o konuda neler söylüyor, neler öneriyor ona bakarak hareket etmemizdir. Bu ayetten sonradır ki, Sahabe en iyi bildikleri bir konu dahi olsa, Allah Rasulünün o konuda ne diyeceğini öğrenmeden fikir beyan etmezlerdi.
Sesinizi Peygamber’in Sesinin Üstüne Yükseltmeyin!
Zaman zaman Allah’ın Rasulünün de bulunduğu ortamlarda yüksek sesle konuşan, herhangi bir akranına hitap ediyormuş gibi ulu orta Peygamber (as)’ın ismini telaffuz ederek, kendilerine muhatap olmasını isteyen edeb erkan yoksunu bazı sahabenin, Allah Rasulünü inciten bu tavırları nedeniyle Cenab-ı Hak Hucurât Sûresinin 2-5 ayetlerini inzal buyurmuştur.
Bu ayetlerde Allah Rasulünün huzurunda iken, onu rahatsız edecek şekilde yüksek sesle konuşmak yasaklanmıştır. Bu yasaktan maksat, Hz. Peygamber’in huzurunda münasebetsiz bir şekilde bağırıp çağırmayı ve yüksek sesle konuşmayı önlemektir ki bu Efendimizin kabri ziyaretinde de geçerlidir. Nitekim bir gün Mescid-i Nebevi’de, Peygamberimizin kabrinin yanında yüksek sesle konuşan iki kişiyi duyan Hz. Ömer Efendimiz, onlar tarafına koşarak gelmiş ve sizler nerede olduğunuzu biliyor musunuz? diye çıkışmış ve nereden geldiklerini sormuş. Taifli olduklarını öğrenince de “Medine’li olsaydınız sizi ne şekilde döveceğimi ben bilirdim” demiştir. Bu sebeptendir ki, alimlerimiz “Hayatında Peygambere hurmeten nasıl yüksek sesle konuşmak haram idiyse, kabrinde de yüksek sesle konuşmak doğru değildir” buyurmuşlardır."
Bu ayette anlaşılan mananın yanında mecazi olarak düşündüğümüz zaman Rasulüllah'ın sesi hükmü üzerine söz söylemeyin sesinizi ondan daha çok yükselterek onu incitmeyin. Ulu-orta oturup kafasına göre peygamberimizin sözlerini eleştirenler,onun sözlerini sıradan bir söz gibi değerlendirip rahatlıkla eleştirenler, incitici sözleri hiç çekinmeden kullananların bu hallerinin nasıl red edildiğini ayet güzelce izah eder.
Haber Fasıktan Gelirse araştırın...
Fasık, Allah’ın emirlerini tanımayan, sapkın, günah işleyen, fesatçı, kötülük eden demektir. Toplum içinde bu özellikleri ile bilinen bir insandan veya bir haber kaynağından sadır olan bir haber birimize ulaşırsa, hemen o haberi ele alıp yola koyulmamak gerekir.
İlgili ayetlerde, bize ulaşan haberlerin iyi bir tedkik ve tahkikten sonra değerlendirmeye tabi tutulması, aksi takdirde pişman olunacak neticelere ulaşılabileceği, daha da kötüsü, iman, amel ve güzel ahlak konularında onulmaz yaralar alınabileceği, doğru ve haktan uzaklaşılabileceği ve nimetlerin en büyüğü olan iman nimetinden mahrum kalınabileceği gibi hakikatler anlatılmaktadır. Bu gün gündelik hayatımızda bir çok olayları dinliyor ve kimden ne maksatla üretildiğini bilmediğimiz bir yığın bilgi kirliliği içinde boğulup gidiyoruz. Malum ayetler, belki de hayatında bir defa, o da kendince mazur sayılabilecek bir konuda yalan söylemiş bir Peygamber ashabı hakkında indirilmiştir.
Rivayete göre, Hz. Peygamber, Velid b. Ukbe’yi Beni Müstalik kabilesine zekat memuru olarak göndermiş. Bu kabile ile önceden var olan bir husumetten dolayı korkuya kapılan Velid, yoldan dönmüş, Hz. Peygamber’e gelerek, onların irtidat ederek, zekat vermediklerini söylemiş. Bu haber üzerine Hz. Peygamber, bu kabileye kızmış, savaşmayı bile tasarlamış, bu arada bir kısım sahabe asalım keselim kabilinden sözler sarfetmiş. Ancak Peygamberimiz, ihtiyaten Halid b. Velid’i durumu incelemek üzere göndermiş. Halid, incelemeleri sonunda Beni Mustalik’in ezan okuyup, namaz kıldıklarını ve zekatlarını da teslim ettiklerini Hz. Peygamber’e bildirmiş, durum vuzuha kavuşmuş, ayetler de bu olay üzerine inmiştir.
Bir enformasyon çağında yaşadığımız bir dönemde, yalan haberlere dayalı olarak çıkarılan son harpleri ve insan hakkı ihlallerini görünce ayetlerin ne kadar önemli sosyal mesajlar içerdiğini anlıyoruz. Hatta yalan haberler özellikle uyduruluyor; insanlar şöyle dursun, devletler adeta tuzaklara düşürülüyor ve bir yığın mal, can, ırz, namus gibi değerler ayaklar altında heba olup gidiyor. Yalan haberler sebebiyle insanlar bazan en yakınları ile yaka paça olabiliyor, yıllarca küsülü kalmaları yetmezmiş gibi, bazan canlara bile kıyıldığı oluyor. Öyle ise, Kur’an’ımıza ve onun tebliğcisi ve uygulayıcısı olan Peygamber Efendimizin uygulamalarına müracaat edeceğiz ve aldığımız bir haber hakkında kılı kırk yararak bir kanaat oluşturmaya çalışacağız. Aksi takdirde canımız yanmaya veya birilerinin canlarını yakmaya devam ederiz.Bu ayette anlaşılan mana iyice tetkik edilirse; sosyal medyada durmadan birşeyler paylaşanlar, doğru ya da yanlış incelemeden irdelemeden bir fikrin savunuculuğunu yapanlar bin kere değil milyon kere düşünmesi gerekir. Nice insan var ki sosyal alanda birbirini hiç tanımadığı halde yalan haberleri doğruymuş gibi o kadar rahatlıkla yayma görevi üstleniyorlar ki hallerine şaşılır. Bir gazetede, dergide sosyal medya araçlarında bir yazı okuyorsunuz bir resim görüyorsunuz köşede paylaş butonu var hemen arkadaşlarınızla paylaşıyorsunuz.Doğru mu yanlış mı araştırma yok. yanlışa aynen ortak olma değil de nedir bu? Biraz ayetler ışığında düşünün.
Ya Husumet Müminler Arasında Cereyan Ederse?
Aslolan barış içinde bir hayat yaşamaktır. Barışı bozan şeyler arızi sebeplerdir. Aynı inancı paylaşan insanlar arasında ise, kabili mümkün olmayan bir halettir, düşmanlık, husumet. Ama olabiliyor. Bizim bu sözümüz, bir kabulün ifadesi değil, sadece vakıayı tesbittir.
Tefsirlerimizde Hucurât Sûresi’nin 9-10 ayetlerinin inzaline sebep teşkil eden bir çok olay anlatılmıştır.Hepsinin de ortak olduğu taraf, ayakkabı, terlik ve ince hurma çubuklarıyla sahabeden bir kısmının diğer bir kısmı ile küçük çaplı kavga yapmış olmalarıdır. Durumdan haberder olan Efendimiz (as)’ın daha olay büyümeden grupların arasına girerek, yatıştırıcı ve teskin edici ifadelerle onları barıştırmış olmasıdır.
“Sulh en hayırlısıdır” buyuran Rabbimiz haramı helal kılan bir sulhün haricinde her alanda barıştırmayı överken, Peygamber Efendimiz (s.a.v) de “Hükümlerin efendisi sulhtür” buyurarak insanların arasını barış yoluyla bularak anlaştırma ve bir hükme bağlamanın önemini vurgulamıştır.
Yukardaki ayetlerde görüldüğü gibi Efendimiz (as), barıştırma işleminin sadece sözünü etmemiş, aynı zamanda tatbikatını da göstermiştir.
Sulhün ve barışın, kardeşler arasının ıslahı için, bir güç ve otoritenin olması da gerekir. Yani taraflar üzerinde madden ve manen yaptırım gücüne sahip olmak da lazımdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir otoritesi söz konusu idi. Bu sayede ashabı ve tebaası arasında oluşabilecek problemlere derhal müdahele ediyor ve netice de alıyordu. Ama bu gün öyle mi? Özelde ve genelde müslümanlar kendi problemlerini kendi aralarında çözme kudretini gösteremeyince, başkalarının insafına terkediliyorlar. Bunun dünya çapındaki acı yansımalarını son otuz seneden bu tarafa üzülerek seyrediyoruz. Müslümanların başında “veliyü’l emir” olarak bulunan otoriteler, bir müddet sonra kendi diktalarını ilan ediyorlar ve yıllarca hakkı ifade etmek ve yaşamak isteyen kendi öz kardeşlerine yapmadıkları zulüm ve işkence bırakmıyorlar. Bir müddet sonra da müslüman milletler “denize düşen yılana sarılır” vecizesinde olduğu gibi, daha koyu ve katı düşmanların kucağına düşüyorlar.
Ayetlerde, ileri giderek hududu aşan grup hem ayıplanıyor hem de bu aymazlığında devam ederse, gadre uğrayan grubun yanında yer alınması isteniyor; ta ki saldırganlar, bu saldırganlıklarından vazgeçinceye kadar. Saldırganlık sona erdikten sonra ise, hemen kardeşlikler hatırlatılıyor ve her ne kadar arada husumet te olsa inanan insanların kardeşler oldukları çok çarpıcı ifadelerle dile getiriliyor: “Müminler ancak kardeştir.” Yani eğer bir kardeşlik mefhumundan bahsedilecekse, bu kardeşlik, nesep, sıhriyet, mal, mülk kardeşliği ve ortaklığı olamaz, en güçlü, en sağlam kardeşlik, din, inanç bağı ile oluşacak kardeşliktir. (M. Hulusi Ünye Eylül/2011)
Hucurat Suresinin mealini okumak için bağlantıya tıklayınız. (Bkz. Hucurat Suresi Meali)
1 Kurtubi, El-Cami’ li-Ahkami’l Kur’an, C. 19, Shf. 352 ,
2 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, C. 6, Shf. 4453,
3 Hucurât, 49:1,
4 Sözlük, Ferid Devellioğlu, Fısk Maddesi.,
5 El-Cami Li-Ahkami’l Kur’an, Kurtubi, C. 16. Shf. 205,
6 El-Cami Li-Ahkami’l Kur’an, Kurtubi, C. 16. Shf. 207-208,
7 Nisa, 4:128,
8 Şerhu’n-Nîl ve Şifau’l-Alîl, C.27, Shf. 304z.
9 www.hayatonline.eu/m-hulusi-unye/hucurat-suresi-ve-bazi-ahlak-kurallari/
Öğrencileri Güdüleme Yolları
Güdü:Organizmayı eyleme iten ve eylemi yönlendiren içsel uyarım durumudur. Farklı bir tanımla; Kişinin enerjisini belli bir hedefe yönlendiren davranışları için gösterilen bilinçli veya bilinçsiz gerekçeleri ifade eden bir kavramdır. Güdü , belli durumlarda belli amaçlara ulaşmak ve gerekli davranışların yapılabilmesi için organizmayı harekete geçiren , enerji veren, duyuşsal bir yükselme (coşku,istek) neden olan ve davranışları yönlendiren bir “itici güç” tür . Güdülenme,belli amaçlara ulaşmak için bir güç kazanma halidir. Güdülenmiş ile güdülenmemiş öğrenci davranışları arasında önemli farklar vardır. Güdülenmiş davranışların yönü bellidir,büyük bir enerji ile yapılır. Hareketlerde kararlılık, devamlılık ve ısrar vardır. 1. İlgi duyma ve dikkat etmede süreklilik 2. Davranışın yapılması için çaba göstermeye ve gerekli zamanı harcamaya isteklilik 3. Konu üzerinde odaklaşma , kendini verme ve güçlüklerle karşılaşıldığında istenilen davranışı yapmaktan vazgeçme , sonuca gitmede ısrarlı olmak ve kararlılık. İnsanlar bir izlenimde bulunurken az- çok güdülenmişlerdir. Örneğin ;ders dinlemeyen çocuk dışarıyı izlerken veya arkadaşları ile konuşurken başka yöne güdülenmiş demektir.
Güdülenmenin olmadığı bir ortamda da kesinlikle istenen başarı durumundan söz edilemez. Bu nedenle güdülenme, öğrenci başarısında etkili olduğu gibi sınıf ortamında da iyi bir öğrenmenin olabilmesi için son derece önemlidir.Güdüleme(motivate), insanı bir gereksinmesini doyurmaya ya da onda yeni bir gereksinme oluşturmaya yönelik dıştan yapılan etkidir. Kimi kez etkileme ile güdüleme eş anlamda kullanılır.Öğretmenin öğrencide bir konuyu öğrenmeye istek meydana getirmesi güdülemedir.Eğer öğretmen öğrencide ,onu öğrenme eylemine geçirecek düzeyde istek oluşturabilmiş onu derse hazırlayabilmiş ise öğrenci dıştan güdülenmiştir.(Başaran,1996) İnsanın amacı, yaşamını ve soyunu sürdürmektir. İnsanın yaşamını ve soyunu sürdürmesi de güdülerini doyurmaktır.
İnsanın bazı güdüleri kalıtsaldır.Açlık susuzluk,cinsellik,merak,oyun, devinme gibi güdüler doğuştan gelir.Bunlara dürtü,birincil güdü,temel güdü ya da öğrenilmemiş güdüler de denilmektedir.Bu tür güdülerin tam olarak karşılanması durumunda insanı davranışa itme gücü yüksektir. Açlık,susuzluk gibi dürtülerin doyurulamaması, insanın yaşamını sona erdirir. Bu tür güdüler birincil ve temel güdülerdir. (Maslow,1971) İnsanın bazı güdüleri ise çevre etkenleri ile oluşur. Bunlar öğrenilmiş güdülerdir. Çevre etkenleri içinde özellikle toplum,insanın yeni güdüler öğrenmesini sağlar. Buna kültürel ya da sosyal etkenler denir. Çevre etkenleri ile edinilenler ,bir topluma ilişkin olma , toplumun onayını kazanma , başkasının gözüne girme ,sorumluluk alma, başarılı olma ,toplumda bir konum edinme gibi güdülerdir. Bunlara ikincil güdülerde de denir. Maslow’un bu ihtiyaç sıralamasının okul eğitiminde önemli yeri ve sonuçları vardır. 1. Okula aç , hasta, yorgun ve huzursuz gelen öğrencileri öğrenmeye yöneltmek kolay değildir. 2. Sınıfın korku ve kaygı veren bir havası varsa;öğrenci kendini okulda rahat ve güven içinde hissedemez. Bu nedenle öğretimden beklenen sonucu almak güçleşir. 3. Çocukların özellikle ortaokul çağında akran grupları oluşturması ve o gruplara katılma isteği diğer ihtiyaçlarını karşılamaktan daha çok önem taşır. 4. Öğretmenin , anne ,babaların istek ve beklentilerindeki tutarsızlıklar çocuklarda güvensizlik duygularının doğmasına ve yerleşmesine neden olur. 5. Öğrenciler , başkaları önünde yeterli ve başarılı olma ,başkaları tarafından tanınma , prestij sahibi olma gibi ihtiyaçları karşılamak için büyük gayret gösterirler. 6. Maslow’un ihtiyaç sıralaması , öğretmenin çocukları daha iyi tanıyarak onların hangi güdüler altında olduklarını bilirse onlara daha gerçekçi yardım getirebilir,güdülenmesini sağlayabilir ve gereken rehberliği yapabilir.
Aşağıda öğrencileri güdülemek için bazı önerilere yer verilmiştir. Burada yer alan durumlar sınıftan sınıfa değişebileceği gibi her öğrenci seviyesine de tam olarak uyum göstermeyebilir. Burada yazılanlar eşliğinde bir tecrübe elde edip, her öğrenciye göre nasıl davranılacağının öğretmen tarafından bilinmesi ve bunların ustalıkla öğretmenin sınıfında uygulaması en iyi güdüleme yöntemi olacaktır.
Öğretmenlik ustalık isteyen önemli bir meslektir. Öğrencilerin bireysel farklılıklarına göre güdüleme yolları da farklılık göstereceği unutulmadan aşağıda yer alan genel tavsiyelere göz atmanızı dileriz.
- En başta sınıfta samimi olun.
- Öğrencilerinize değer verin ve bunu onlara hissettirin.
- Derse başlarken ilginç, şaşırtıcı, merak uyandırıcı sorular sorun.
- Çalışmaları mümkün olduğu kadar aktif, araştırıcı, heyecanlı, ve yararlı hale getirin.
- Bütün öğrencilerin, neyi nasıl yapacaklarını ve ulaşacakları hedefe nasıl gideceklerini bilip bilmediklerinden emin olun.
- Öğrenciler arasında zeka, sosyo-ekonomik-kültürel geçmiş, okula ve bazı derslere karşı tutum açılarından bireysel ayrılıklar olduğunu her zaman dikkate alın.
- Öğrencilerin temel ihtiyaçlarını doyurmalarına yardımcı olun.
- Sınıfın ve okulun fiziksel şartlarını hesaba katın.
- Öğrencilerle ilgilendiğinizi ve onların sizin sınıfınızın öğrencileri olduğunu hissettirin.
- Bütün öğrencilerin azda olsa saygınlık kazanabilecekleri öğrenme yaşantıları düzenleyin.
- Her öğrencinin takdir edilme ihtiyacını karşılayacağı ders içi ders dışı etkinlikler düzenleyin.
- Öğrencilere her konuda seçenekler sunun.
- Öğrencilerin olumlu benlik kavramı geliştirmelerine yardımcı olun.
- Öğrencilerin olumlu yanları vurgulayarak onlara yaptığınız değerlendirme ve ölçmeler ile ilgili sonuçlar hakkında geri bildirim verin.
- Öğrencileri, kendi öğrenmelerini kendilerinin yönlendirmeleri için cesaretlendirin.
- İhtiyaç duyan öğrencileri, öz güvenlerini ve başarı ihtiyaçlarını geliştirmeleri için cesaretlendirmeye çalışın.
- Öğrencilere sorumluluk vererek, kendileriyle rekabet ettirerek onların başarı güdüsünü geliştirici teknikler kullanın.
- Okul başarısızlığı bir kısır döngüdür. Bu döngü, ancak öğretmenin beklentisini yüksek tutarak öğrenciyi güdülemesiyle kırılabilir.(Selçuk,2000)
- Öğrencilere daima dersleri başarabileceklerini hatırlatın. Azimli olmalarını öğütleyin.
- Öğrencilerin uykusuzluk, yorgunluk, hastalık, beslenme gibi fizyolojik ihtiyaçlarının karşılandığının farkında olun. Fizyolojik ihtiyaçların giderilmediği durumlarda ne yaparsanız yapın başarı beklenmez.
- Çeşitli başarı örneklerinden yararlanın. Bu hikayeleri sınıf ortamında paylaşın.
- Dersinizin ilgi çekici olması için sürekli siz konuşmayın. Öğrencilerin derse katılımını teşvik edin. Onların da düşüncelerini ifade etmesini sağlayın.
- Hep aynı öğrencilerle iletişime geçmeyin. Unutmayın ki bu durum sizin ayrımcılık yaptığınız algısına yol açacaktır.
- Öğrencilerin dersin haricinde başka noktalara odaklanmasının sebeplerini görüp bunlara önlem alın. Sesinizi iyi kullanarak öğrencilerin dikkatlerini derse çekmeye çalışın.
- Öğrencilere mutlaka isimleriyle hitap edin. Hatta iki ismi olan öğrencilerde hangi isimlerini kullandıklarına bile dikkat edin.
- Size soru sorduklarında mutlaka cevap verin. Onları dinlediğinizi belli edin.
- Derse hazırlıklı gelmeleri için araştırma ve inceleme yapmaya teşvik edici sorular sorun. Bu sorular hakkındaki topladıklarını sınıf ortamında paylaşmalarını sağlayın.
- Derse başlamadan önce mutlaka önceki dersi kısa ve öz cümlelerle tekrar edin. Öğrencilerin de tekrar etmesi ve pekiştirmesi için küçük sorular sorun. Anladıklarını test edin.
- Açık anlaşılır ve net cümlelerle konuşun. Meramınızı tam olarak ifade edin.
- Asla yalan söylemeyin. Yalan söylenmesine de fırsat vermeyin.
- Öğrencilerinize patron gibi davranmayın.
- Aşırı şakalardan uzak durun.
- Öğrencilerinizden "başarı yönünden" ümitli olduğunuzu belli edin ve bu durumu onlara sürekli hatırlatın.
- Asla başarısızlık durumlarını aşağılamayın. Hakaret cümlelerinden uzak durun.
- Öğrencinin derslerden merak ettiği ve işine yarayan durumları öğrendiğini asla unutmayın.
- Her öğrencinin yeteneği ve ilgi seviyesi farklıdır. Her öğrencinin beklenti düzeyi farklıdır. Bu farklılıkları dikkate alarak yeterli zamanı gösterdiğinizden emin olun.
- Ders işlenişinde güncel örneklerden yararlanın.
- Sınıf ortamında somutlaştırılabilecek deney ve gözlemler ilgi çekici olacağından ders işlenişinde mümkün olduğunca bu öğelerden yararlanın.
- Teknolojiden mümkün olduğunca istifade edin. Kendinizi güncel tutun. Öğrencilerin teknoloji seviyesi ile sizin aranızda uçurumlar olmamasına dikkat edin.
- Ders konularına ve mesleki bilgi seviyesinde mutlaka yeterli olun. Bilmediğiniz zorlandığınız konulardaki eksiklikleri mutlak telafi edin. Öğrenci sizin bilgi birikiminize göre kendini daha fazla güdüleyecek ve size karşı bir hayranlık oluşturacaktır.
- Derse mutlak anlamda hakim olun. Kontrolü elden bırakmadan zamanı iyi kullanın.
- Her öğrencinin algılama seviyesine inebilecek şekilde dersi koordine etmeye çalışın. Basitten karmaşığa doğru bir örneklem içerisinde dersi işlemeye gayret edin.
- Öğrencilere fırsat vererek konu ile ilgili paylaşımları sınıf ortamında sunmalarını sağlayın.
- Çeşitli proje ve yarışmalara karşı öğrencilerinizi teşvik edin.
- Öğrencilerin sınıf dışı ortamlarından haberdar olun. Ekonomik seviyeleri ve aile sıkıntılarını bilmediğiniz öğrencilerin başarılarını olumlu yönde geliştirmeniz asla beklenemez.
- Sağlık sorunları olan öğrencilere karşı özenli davranın. Sınıf içi oturma düzenlerini buna göre ayarlayın. En uygun anlama düzeyine göre sınıf içi iletişimin en yüksek seviyede olduğu oturma düzenini oluşturun.
- Başarılı olmak için öğrencilerin kendilerini güdülemesi gerektiğinin elzem olduğunu bilin ve buna göre dersinizi işleyin.
- Dışarıdan ödül ve ceza ile güdüleme yerine öğrencilerin kendi kendilerini güdülemesinin daha önemli olduğunu bilin.
- Öğrencilerin kendilerine ulaşılabilir hedefler belirlemesini sağlayın ve kendilerini gelecekte başarılı işlerde gördüklerini hayal ettirin.
- İnanma, azmetme, hedefe ulaşamada en önemli noktadır. Başarıyı yakalayabilen insanların en önemli özelliğinin asla vazgeçmemeleri olduğunu öğrencilere hissetirmeye çalışın.
İnsanın güdüsel örüntüsü hem yerleşiktir hem de değişme içindedir.Güdüsel örüntü ,kişilik özellikleriyle bağlantılı olduğu için , kişilik özellikleri gibi yerleşiktir, kolay kolay değişmez . Öte yandan bir durum karşısında egemenliğini yitirebilir ve yerini başka güdülere bırakabilir.İnsanın yaptığı bir davranışı , bir önceki davranışına benzese bile , bu davranışının nedeni olan güdüler değişik bir örüntüde olabilir .Çünkü insanın güdüsel örüntüsü ,her düzeydeki bütün gereksinmelerinin ve kişilik özelliklerinin karmaşık bir etkileşimi ile oluşmaktadır.(Coleman,1980)
Güdüsel örüntüsünün değişme içinde olması yüzünden, insanın hangi nedenle davrandığını tanımak güç olur . İnsanın güdüsel örüntüleri birbirinden değişiktir. İki insan aynı davranışı yapsa bile davranışının nedenleri ayrı olmaktadır . Sözgelimi , sınıfta birkaç kez kavga çıkaran bir öğrenci her kavgada doyurmak istediği güdüleri değişiktir. Kavgaya karışan on öğrenci varsa ,bu on öğrencinin kavga yoluyla doyurmak istediği güdüleri de birbirlerinden değişiktir.
İnsan güdülerini doyurması çoğu kez, çevresinden gelen engellerle karşılaşır. İnsanın güdülerini doyurup dengeye ulaşması için, bu engelleri yenip sorunu çözmesi gerekir.Sorun çözme, insanın kendi yetenekleri ile çevre koşullarının akla uygun biçimde birleştirerek , yekinen güdüsünün doyurulmasını zorlaştıran engeli kaldırmaktır. Algı ve dikkat süreçleri, güdülenmeyle doğrudan ilişkilidir. Çocuklar neyi öğrenmek isterlerse, onu öğrenirler. Bu nedenle, güdülendikleri konuda seçici algı ve dikkat gösterirler. Öğretmenlerin öğrenci dikkatini sağlamak için ilk planda ele almaları gereken konu, herşeyden önce onların güdülenmesini sağlamaktır. Okul ve sınıfta ortaya çıkan öğrenme güçlükleriyle disiplin olaylarını önemli bir kaynağı güdülenme ile ilgilidir. Öğrenmek için her öğrenci öğretme-öğrenme sürecine istekli katılmak, öğrenmenin gerektirdiği ilkelere uymak öğrenmesinden sorumluluk taşımak ve çalışmak zorundadır. Bu nedenle, öğrenme için gerekli güdülenmeyi sağlamak okulun ve öğretmenin görevlerinden biridir.
01/10/2011
Kadir PANCAR
Kaynakça:
Küçükahmet, Leyla, Sınıf Yönetimininde Yeni Yaklaşımlar.,Nobel Yay,Ankara,2000
Budak Selçuk, Psikoloji Sözlüğü, Bilim ve sanat yayınları, Ankara, 2000
Atkinson Rita, Richard-Hilgrad Ernest, Psikolojiye Giriş, Sosyal Yayınları, İstanbul, 1995
Cüceloğlu Doğan, İnsan ve Davranışı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2000
http://helibol.home.anadolu.edu.tr/egitim%20psikolojisi/Motivasyon.htm
http://helibol.home.anadolu.edu.tr/egitim%20psikolojisi/Motivasyon.htm
Kitap Okumanın Önemine dair bir hikaye
Oku ! Yaratan Rabbinin Adı ile Oku. (Alak suresi-1)
Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu! (Zümer Suresi, 9).
KISA BİR HİKAYE
Evden acele ile çıkmıştım. Koşar adımlarla metroya doğru ilerlerken, bir yandan öğrencilere vereceğim dersin plânını yapıyor, bir yandan da çiseleyen yağmurda ıslanmamaya çalışıyordum. Yürüyen merdivenlerle metro istasyonuna indim. Trenin gelmesine iki üç dakika vardı. Bu treni kaçırırsam, on dakika daha beklemem gerekecekti ve dersime geç kalacaktım. Adımlarımı sıklaştırmaya, neredeyse koşmaya başladım. Elimde çanta olmasa, belki de koşacaktım. Metroda, benimle aynı yönde ilerleyen birisinin elindeki uzunca değnekten çıkan, “tak, tak, tak” sesleri, telâşımı ve kafamdaki düşünceleri birden unutturdu. Belli ki, onun da acelesi vardı. Sırtındaki büyükçe çantası ve elindeki değneği ile, neredeyse benim kadar hızlı adımlarla ilerliyordu. Biraz dikkatlice bakınca, bu kişinin bir bayan ve aynı zamanda ‘görme özürlü’ olduğunu anladım.
Kendi kendime, “Acaba onun telâşı neden?” diye sordum. Belki de dünyayı hiç görmemişti. Özürlü hâliyle tek başına ilerlese de; tavırları ve yürüyüş şekli ona, kendisine çok güvenen bir insan görünümü veriyordu. Acaba acele bir işi mi vardı? Bir anlık her şeyi unuttum. Sanki her şey ağır çekimdeymiş gibi hareket etmeye başladı. Onun, değneğiyle sağını solunu kontrol ederek önüne çıkabilecek engelleri anlaması, kendine yol açması, belki de yaşama azminin bir göstergesi idi. Merdivenlere yaklaştığımızı hissettim. “Acaba merdivenlerden inerken kendisine yardım etsem mi?” diye düşünürken, o merdivenlerden inmeye başladı. Sanki dünya dümdüz olmuş, karşısında hiçbir engel kalmamış gibi merdivenlerin sonuna geldi. Acaba, değneğinin ucunda onu yönlendiren bir şey mi vardı, ya da bu bayan bir şaka mı yapıyordu? Kafamdaki düşünceleri toparlamaya çalışırken, metronun durağa geldiğini fark ettim. Merakım beni bu bayanın yanına çekti ve onunla aynı kompartımana bindim. Oturduğu koltuğa iyice yerleştikten sonra, değneğini katlayıp hızlı bir şekilde çantasının ön bölmesine koydu. Çantasının başka bir bölmesini açarak, büyükçe bir şeyi çıkarmaya çalıştı. Acaba bir walkman veya yiyecek-içecek gibi gibi bir şey mi çıkaracak diye düşünürken, kalbimden de acıma duygularının yükseldiğini hissettim. Belki de dünyayı görmeyi ne kadar çok istiyordu; ağaçlar, evler, araçlar, insanlar ve gözler... Görecek o kadar çok şey vardı ki... O an için kendimi çok ayrıcalıklı hissettim.
Göz, dünyaya açılan bir pencereydi ve ben onların kıymetini fazla bilmiyordum. Ama ne kadar çok şey ifade ettiklerini o bana anlatıyordu. Bayanın, çantasından çıkardığı kalınca, kitap türü bir şeyin gözüme ilişmesiyle bu düşüncelerimden sıyrıldım. Acaba o çıkardığı bir katalog muydu diyecektim ki, onun görme özürlü olduğu aklıma geldi. Derken sayfaları karıştırıp, parmaklarının uçlarıyla yoklayarak bir yerde durdu. Her hâlde aradığı sayfayı bulmuştu. Hemen sağ elinin işaret ve orta parmaklarını kabarık işaretler üzerinde gezdirmeye başladı. Kitap okuyordu... Fakat o görmüyordu ki...
Birkaç saniye daldım... Kitap okumak yalnızca görenlere has bir şey değil miydi? Anladım... Artık o gözleriyle değil kalbiyle, duygularıyla, ruhuyla okuyordu... Ve kendimden utandım. Aylardır çantamda taşıdığım ve üç beş sayfanın dışında pek okumadığım kitap geldi aklıma ve yıllarca hiç kitap okumayanlar. Keşke onlar da, insanı düşündüren, hatta utandıran şu görüntüye şâhid olsalardı. Dünyada milyonlarca insan var... Ama okumak... Neden ben... Aniden kesik kesik düşüncelerimden sıyrıldım. Bir sayfayı okuyup bitirmiş ve diğer bir sayfaya geçmişti. Parmaklarını kabarık işaretler üzerinde ustaca gezdirmesinden, bu işe yatkın birisi olduğu anlaşılıyordu. Demek ki, iyi bir okuyucu idi. Ama ne okuyabilirdi ki? Binlerce kitap, dergi ve gazetenin, görme özürlü olanlar için günlük, haftalık olarak hazırlanması belki de mümkün değildi. Anonsun uyarısıyla, ineceğim durağa geldiğimi anladım. Daha dört dakika geçmişti ve bu kadarcık kısa bir sürede dahi kitap okumak çok önemliydi.
Bana bu dersi veren görme özürlü o kadın da, kitabını çantasına koymaya ve durakta inmeye hazırlanıyordu. Az sonra tren durdu. Önce onun inmesini bekledim. Değneği ile onca insanın arasından “tak... tak... tak...” sesleriyle ilerliyordu. Arkasından birkaç saniye baktım ve sanki değnekten çıkan o tak tak’lar beynimde, “oku... oku... oku... ve şükret” diye yankılanıyordu...
Okumadan tekamül etmek isteyene şaşarım. (Abdullah ibni Mübarek)
Okumadan geçen bir gün, yitirilmiş bir gündür. (Jean Paul. Sartre)
Bir Motivasyon Öyküsü
Charles Schwab Corporation, San Francisco, California'da kurulmuş ve merkezi bir Amerikan çokuluslu finansal hizmetler şirketidir. Merkezi San Francisco, Financial District'te bulunan Charles Schwab, ABD'deki 3,3 trilyon doları aşan müşteri varlığı ile 14. büyük bankacılık kuruluşudur. Dünyanın sayılı maddi zenginleri arasında yer alır. İşte Charles Schwab adlı bu sermayedar'a atfedilen bir hiakye vardır. Cesaretlendirmek, motive etmek konularında maddi imkanları fazla olan kişilerin hayatlarından ibret almak adına bir kesit olarak okunabilir.
Charles Schwab'in istediği kadar verim alamadığı bir fabrikası vardı. Bir gün ustabaşı ile konuşuyordu:
-Senin gibi becerikli birisi nasıl oluyor da fabrikadan istediği kadar verim alamaz?
-Bilmiyorum. Bütün isçileri çok çalıştırdım. Bir çoğunu isten atmakla tehdit ettim. Ama basarılı olamadım.
Schwab yakınında duran bir isçiye sordu: -Bugün kaç kazan çelik erittiniz?
-Altı. Schwab bir tebeşir parçası alarak yere büyük bir 6 yazdı ve çıkıp gitti. Gece isçileri geldiği zaman bu altı rakamının ne oldugunu sordular. Gündüz isçileri de:
-Patron bugün bize kaç kazan çelik erittiğimizi sordu altı cevabını verdik, buraya altı yazdı ve gitti.. Ertesi gün Schwab fabrikayı yine dolaştı. Altı rakamı silinmiş ve yerine yedi yazılmıştı. Gündüz isçileri gelince yediyi gördüler. Demek gece çalışanlar kendilerinden daha iyi iş yaptıklarını zannediyorlardı? Kendilerini gece işçilerinden üstün göstermek için büyük bir gayretle çalıştılar ve yere 10 yazdılar. Çok geçmeden fabrikanın verimi o civardaki bütün fabrikaları geçti. Nasıl mı?
Schawb bunu şöyle açıklıyor: "İş yaptırmak için rekabet hissini uyandırmak gerekir. Amaç herkesi mücadele etmeye sevk etmek değildir. Onları birbirine üstün gelmeye teşvik etmektir. Üstün gelme hissi insanların ruhunu coşturur. Hayatta basarılı olan her insanın en sevdiği sey; başaracağı iştir. Çünkü bu başarıda kendisini ifade eder ve bu sayede değerini, üstünlüğünü gösterir. İşte bu yüzden, bir oturuşta bir kilo dondurma yemek, elli bardak su içme gibi yarışmalar düzenlenir. Üstün gelmek, değerini göstermek, insanların en önemli isteğidir. O halde insanları kendi özelliklerini ortaya çıkarmaları için cesaretlendirmeliyiz.”
>>>Bu hikayede esasında insanın doğasında yer alan hased ve lider olma duygusuna da atıf vardır. İnsanlar kibirli varlıklardır ve sürekli olarak kibirleri gereği başkalarına karşı üstün gelme arzusu içinde olurlar. Bu gerçek hikayede de bunu rahatlıkla görebiliriz. Dayanışma halinde olmak yerine, ben olma ihtirası üzerinden hiç elimizde olmayan birşeye hizmet etmiş olur ve bunun farkında bile olmayız. Nitekim bu hikayedeki işçiler, hırsları ve öne geçme duyguları sebebiyle esasında kendilerine bir menfaat sağlamayan düşünce ile başkaları adına hizmet etmişlerdir. Kapitalist sistemler; genelde bu tür motivasyon ve güdüleme hikayeleri ile emek sahibi kişilerin ümitlerini, hayallerini, beden güçlerini bir sistem içinde eriterek, maddi çarkların daha hızlı dönmesine sebep olur. Sistem çarklarının düzenli işlemesi için, insanlar farklı motivasyon araçları ile sürekli olarak pekiştirilerek, işçi üzerinde hakim sermaye odaklarının maddi olarak daha çok ilerlemesi her şart altında sağlanmış olur. İnsan, bencil hırslarından uzaklaşır da diğer insanlarla birlikte dayanışma halinde olabilirse gerçek kimliğini ancak o zaman bulabilir.
Charles Schwab'in istediği kadar verim alamadığı bir fabrikası vardı. Bir gün ustabaşı ile konuşuyordu:
-Senin gibi becerikli birisi nasıl oluyor da fabrikadan istediği kadar verim alamaz?
-Bilmiyorum. Bütün isçileri çok çalıştırdım. Bir çoğunu isten atmakla tehdit ettim. Ama basarılı olamadım.
Schwab yakınında duran bir isçiye sordu: -Bugün kaç kazan çelik erittiniz?
-Altı. Schwab bir tebeşir parçası alarak yere büyük bir 6 yazdı ve çıkıp gitti. Gece isçileri geldiği zaman bu altı rakamının ne oldugunu sordular. Gündüz isçileri de:
-Patron bugün bize kaç kazan çelik erittiğimizi sordu altı cevabını verdik, buraya altı yazdı ve gitti.. Ertesi gün Schwab fabrikayı yine dolaştı. Altı rakamı silinmiş ve yerine yedi yazılmıştı. Gündüz isçileri gelince yediyi gördüler. Demek gece çalışanlar kendilerinden daha iyi iş yaptıklarını zannediyorlardı? Kendilerini gece işçilerinden üstün göstermek için büyük bir gayretle çalıştılar ve yere 10 yazdılar. Çok geçmeden fabrikanın verimi o civardaki bütün fabrikaları geçti. Nasıl mı?
Schawb bunu şöyle açıklıyor: "İş yaptırmak için rekabet hissini uyandırmak gerekir. Amaç herkesi mücadele etmeye sevk etmek değildir. Onları birbirine üstün gelmeye teşvik etmektir. Üstün gelme hissi insanların ruhunu coşturur. Hayatta basarılı olan her insanın en sevdiği sey; başaracağı iştir. Çünkü bu başarıda kendisini ifade eder ve bu sayede değerini, üstünlüğünü gösterir. İşte bu yüzden, bir oturuşta bir kilo dondurma yemek, elli bardak su içme gibi yarışmalar düzenlenir. Üstün gelmek, değerini göstermek, insanların en önemli isteğidir. O halde insanları kendi özelliklerini ortaya çıkarmaları için cesaretlendirmeliyiz.”
>>>Bu hikayede esasında insanın doğasında yer alan hased ve lider olma duygusuna da atıf vardır. İnsanlar kibirli varlıklardır ve sürekli olarak kibirleri gereği başkalarına karşı üstün gelme arzusu içinde olurlar. Bu gerçek hikayede de bunu rahatlıkla görebiliriz. Dayanışma halinde olmak yerine, ben olma ihtirası üzerinden hiç elimizde olmayan birşeye hizmet etmiş olur ve bunun farkında bile olmayız. Nitekim bu hikayedeki işçiler, hırsları ve öne geçme duyguları sebebiyle esasında kendilerine bir menfaat sağlamayan düşünce ile başkaları adına hizmet etmişlerdir. Kapitalist sistemler; genelde bu tür motivasyon ve güdüleme hikayeleri ile emek sahibi kişilerin ümitlerini, hayallerini, beden güçlerini bir sistem içinde eriterek, maddi çarkların daha hızlı dönmesine sebep olur. Sistem çarklarının düzenli işlemesi için, insanlar farklı motivasyon araçları ile sürekli olarak pekiştirilerek, işçi üzerinde hakim sermaye odaklarının maddi olarak daha çok ilerlemesi her şart altında sağlanmış olur. İnsan, bencil hırslarından uzaklaşır da diğer insanlarla birlikte dayanışma halinde olabilirse gerçek kimliğini ancak o zaman bulabilir.
Bir Matematikçi Portresi: Paris Pişmiş
Paris Pişmiş (1911-1999), ülkemizde yetişmiş kadın matematikçi ve astronomdur. Astronomide doktora tezini Türkiye’de tamamlayan Pişmiş, önce Harvard Üniversitesi’ne gitti, sonra da Meksika’ya yerleşerek orada astronomi enstitüsünün kuruluşuna katılmıştır. Asıl adı Mari Sukiasyan olan Paris Pişmiş, 300 yıl önce Ege'den İstanbul'a göçen bir ailenin üç çocuğundan biridir. Paris Pişmiş 1911 yılında İstanbul - Ortaköy'de doğdu. 4 yaşına kadar aynı mahallede kaldı. "Olgun" anlamına gelen "Pişmiş" soyadı Maliye Bakanı olan dedesine, zamanın Padişahı III. Selim tarafından verilmiştir. İstanbul - Ortaköy'den ailesi ayrılarak Üsküdar'a yerleşti. Henüz beş yaşında bir anaokulu öğrencisi iken okumayı söktü, ablasının matematik problemlerini de artık o yaşlarda çözebilir hale geldi. İlkokula Üsküdar Yeni Mahalle’de başladı. O yıllarda altı sene süren ilkokul eğitimi süresince yabancı diller de okutulurdu; birinci sınıfta Fransızca, üçüncü sınıfta da İngilizce öğretilmeye başlatılırdı. Hem Fransızcaya hem de İngilizceye gayet iyi bir başlangıç yaparak, ilkokuldan mezun oldu.
İlkokuldan sonra Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'ne gitti.
Paris Pişmiş, Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'ne başladığında Ermenice, İngilizce, Türkçe ve Fransızca dillerini biliyordu. Bu okulda Almancayı da öğrendi. Üsküdar Amerikan Kız Koleji yatılı bir okul olmasına rağmen evleri okula çok yakın olduğu için gündüzlü olarak eğitimine devam etti. Kolej'de çok sıkı bir disiplin vardı. Eğitim-Öğretim faaliyetleri, American Mission Board'un denetimindeydi. Matematiği daha o zamandan başlayarak çok sevmiştir. Matematik dersini bu kadar çok sevmesinde, Matematik hocalarının büyük etkisi olmuştur.
Paris Pişmiş, liseyi bitirdikten sonra üniversite eğitimine, İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nin Matematik Bölümü’ne kayıt olarak başladı. Darülfünun Matematik bölümünü 1933 yılında bitirdikten sonra doktora tezini hazırlamıştır. Üniversitede, Fatin Bey, Ali Yar Bey, Burhan Bey gibi çok değerli hocalardan aldığı dersler yanında Hitler Almanya’sından kaçan Prof. Erwin Finlay Freundlich, Richard von Mises, Dr. Hilda Geiringer, Hans Reichenbach’la da çalışma olanağı buldu. Üniversite mezuniyeti sonrasında, Galatasaray Lisesi ve Getronagan Lisesi’nde matematik ve astronomi dersleri verdi. Prof. Freundlich’in danışmanlığında hazırladığı “Galaksinin Kinematiği ve Dinamiği” doktora tezini 1937’de bitirdikten bir süre sonra, Prof. Fruendlich, Harvard Üniversitesi Rasathanesi’nde Paris Pişmiş için bir burs ayarlayarak, Amerika'da eğitim alması için Pişmiş ailesini ikna etti. Burs sayesinde gittiği Amerika'da Paris Pişmiş, Harvard Üniversitesi Rasathanesi’nde 1937 yılından itibaren araştırma asistanı olarak çalıştı. 1942 yılında, Harvard’da bulunan Meksikalı meslektaşı Felix Recillas ile evlenerek Amerika'dan ayrılıp Meksika’ya yerleşti. Paris Pişmiş, yıldızlar ve galaksinin dönmesi üzerine çalışmalarını Meksika’da sürdürdü. Pueblo’da yeni kurulan Tonantzinla Gözlemevi’nin kuruluşunda bulundu. 1946’da altı aylık bir araştırma bursu alarak Princeton Üniversitesi’nde çalışmak üzere yeniden ABD’ye gitti, astronom Henry Norris Russell ile çalışma fırsatı buldu. 1948’de Meksika’ya döndüğünde Meksika Ulusal Özerk Üniversitesi'nde göreve başladı. Üniversiteye bağlı Tacubaya Gözlemevi'nde astronom olarak görevlendirildi. Eşiyle birlikte üniversitede astronomi dersleri veren Paris Pişmiş, ülkenin ilk astronomlarını yetiştirmeye başladı.
Meksika Otonom Ulusal Üniversitesi Astronomi Enstitüsü’nün kuruluş çalışmalarına katılan Paris Pişmiş, 1955’te profesör oldu, 1960'lı yıllarda galaksilerin spiral yapısının oluşumu üzerine çalışmaya başladı. 1969 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde altı ay boyunca ziyaretçi araştırmacı olarak görev yaptı. Türkiye'ye sık sık gelerek Ege Üniversitesi Astronomi Topluluğu'nun kurulmasına da katkıda bulundu. 1971 yılında Uluslararası Astronomlar Birliği'nin Meksika Komitesi başkanı seçilen Pişmiş, Meksika Astronomi ve Astrofizik Dergisinin de ilk editörü oldu. 1974–1980 yılları arasında çeşitli araştırmalar yapmak için yılda iki kez NASA'ya giden araştırmacı, 1980’li yıllarda Aktif Galaksi çekirdeği üzerine çalışmalar yapmaya başladı. Emekli olduğu 1981 yılına kadar Meksika Ulusal Özerk Üniversitesi'nde çok sayıda bilimsel araştırmayı yürüttü ve yönetti. Bu süreçte Paris Pişmiş, astrofiziğin çeşitli konularında İngilizce olarak, Meksika dergilerinde ve uluslararası yayın organlarında 110 yayın yaptı.
Bilim ve Teknik Dergisi'nin 1995 yılında kendisiyle matematik ve astronomi hakkındaki yaptığı söyleşisinde, Prof. Dr. Paris Pişmiş matematik sevdasını şöyle anlatıyor: "Madame Curie teorik çalışmalar yapabildiyse, ben neden yapamayayım düşüncesi, hırsımı kamçılayan düşünce oldu. Geometriye başlamak bende uykudan birden silkinerek uyanma etkisi yaptı. Geometride her şey net ve temizdi; izlenecek yol belli ve bu yoldan neticeye ulaşmak çok zevkliydi. O zamanlar evlerin tavanlarında süslemeler olurdu. Bizim evin tavanındaki üçgen süslemelere bakar, onları birbiriyle mukayese eder, kendime göre sonuçlar çıkarırdım." Paris Pişmiş, Euclid Geometrisindeki teoremleri, önermeleri çok sevdi. Kolej'deki ilk yılında kendisine o kadar da üzmediği halde, sınıftaki en yüksek ortalamayı tutturmayı başardı. Bunun üzerine "biraz daha çalışsam bütün okuldaki en yüksek ortalamayı tutturabilirim" diye düşündü. Gerçekten ertesi sene öyle oldu, mezuniyet ortalaması 98/100 idi. (Bkz. Paris Pişmiş Röportajı/Bilim Teknik)
Paris Pişmiş, Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nde lise eğitimi aldığı için, o zamanki şartlara göre üniversiteye doğrudan gidebilme şansına kavuştu. Bu yaşına kadar hırsları ailesi ile olan ilişkilerinde bir sorun oluşturmamıştı ama o yıllarda bir kızın üniversiteye gitmek istemesi, karma bir okulda eğitim görmesi, üstelik matematik okuması, döneme göre gayet özgürlükçü olan Pişmişler için bile kolay kabul edilebilir bir şey değildi. Resim ve müzik dersleriyle bir süre avutmak istedikleri kızları, birkaç ay sistematik olarak ağlayınca Pişmiş ailesi pes etti ve 1930-1931 ders yılında Darülfünun (İstanbul Üniversitesi) Fen Fakültesi'nin Matematik Bölümü'ne kaydını yaptırdılar. O inatçı kız, 1933'te Matematik ve Klasik Astronomi Bölümü'nü bitiren ilk kız öğrenci olacaktı.
Kendi Sözünden Paris Pişmişin Okuma Azmi:"Bizim gibi bir ailenin kızı nasıl olur da karma eğitim yapılan bir okula gider diye üniversiteye gitmeme karşı çıktılar. benim hırsımı bileyen bir şey vardı ki o da "kadınlar Matematikçi olamaz" deniyordu. Matematiği sevmem meslek seçimimde elbette ki önemli bir etkendi; ama en zor olanı başarabileceğimi gösterme isteğinin de ciddi payı vardı tercihimde. Kadınların bunu da en iyi biçimde yapabileceğini kanıtlamak istiyordum."
Paris Pişmiş, yıldızların ve galaksilerin oluşumu ve gelişimi konusuna çok önem vermiş ve bu konuda yoğun bir şekilde çalışmıştır. Onun bu çerçevedeki en önemli araştırma konularından biri de fotometri konusuydu. Bu çalışmaları sırasında yeni yıldız kümeleri keşfetti. Bu yıldız kümeleri onun soyadına atfen Pişmiş’in kısaltılmışı olan “PIS” sözcüğüyle adlandırılmıştır. Bugün Paris Pişmiş’in adıyla anılan 23 tane yıldız kümesi vardır.
Paris Pişmiş 1 Ağustos 1999'da Meksika'da öldü. Cenazesi, 2 Ağustos'ta krematoryumda yakıldıktan sonra külleri havaya savruldu. Bugün Amerikan Astronomi Bölümünde kendi adına bir bölüm açılmış ender çalışmaları ile unutulmayan bir matematikçi olarak anılmaktadır. American Astronomical Society kendi adına açılmış sayfadan hayat hikayesi ve çalışmalarına ulaşabilirsiniz. Paris Pişmiş, ülkemizin bilim tarihinde, uluslararası bilime en çok katkıda bulunmuş bilim insanlarımızdan birisi olarak hatırlanmaktadır.
Kaynakça
1)http://aas.org/node/4349
2)Füsun Oralalp; “Paris Pişmiş”, Bilim ve Teknik, sayı 334, Eylül 1995, TÜBİTAK, Ankara.
3) Ahmed Yüksel Özemre; İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde Çeşitli Fen Bilimi Dallarının Cumhuriyet Dönemindeki Gelişmesi ve Milletlerarası Bilime Katkısı, İstanbul Üniversitesi yayını, İstanbul 1982.
Japon Asıllı Matematikçi Gündüz İkeda
Masatoşi Gündüz İkeda (Ikeda Masatoshi Gyunduzu), d. 25 Şubat 1926, Tokyo. ö. 9 Şubat 2003, Ankara), cebirsel sayılara katkılarıyla tanınan Japon asıllı Türk matematik bilgini.
1948'de Osaka Üniversitesi Matematik Bölümü'nü bitirdi. 1953'te doktor, 1955'te de doçent unvanlarını aldı. 1957-59 arasında Almanya'da Hamburg Üniversitesi'nde Helmuth Hasse'nin yanında araştırmalar yaptı. Hasse'nin önerisi üzerine 1960'ta Türkiye'ye gelerek Ege Üniversitesi Tıp Fakültesinde İstatistik dersleri vermeye başladı. 1961'de aynı üniversitenin fen fakültesinde yabancı uzmanlığa atandı.
1964'te Türk uyruğuna geçerek, 1965'te doçent, 1966'da profesör oldu. 1968'de Ege Üniversitesi'nin izniyle bir yıl süreyle çalışmak üzere Orta Doğu Teknik Üniversitesi'ne gitti. İzninin bitiminde Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nin sürekli kadrosuna girdi. Çeşitli tarihlerde Hamburg, ABD'deki California ve Ürdün'deki Yermuk üniversitelerinde konuk öğretim üyesi,1976'da Princeton'daki Yüksek Araştırma Enstitüsü'nde araştırmacı olarak çalıştı. Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu'nun (TÜBİTAK) Temel Bilimler Araştırma Kurumunda yer aldı. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Pür Matematik Araştırma Ünitesi başkanlığı yaptı. Cebir ve sayılar kuramına katkılarından dolayı 1979'da TÜBİTAK Bilim Ödülü'nü kazandı.
Japonya'da bulunduğu dönemde halkalar kuramı ve grupların matrisle gösterimi üzerine araştırmalar yapan İkeda, 1970'lerde cebirsel sayılar kuramına yönelerek, rasyonel sayılar cisminin salt Galois grubunun otomorfizimleri ve tümelliği konularında önemli çalışmalar gerçekleştirdi. Ünlü matematik dergisi Crelle's Journal'da yayımlanan bir çalışmasında Galois grubunun çok özel bir yapıda olduğunu gösterdi.
Gündüz İkeda Kronolojisi:
Date of birth: Februaray 25, 1926.
Place of birth: Tokyo-Japan.
Fields of specialization: Algebra, Algebraic Number Theory, Coding Theory and Cryptology.
Research Area: Constructive Galois theory, converse problem in Galois theory, embedding problem for Galois extensions.
Education:
B.Sc. in Math. Osaka University, Osaka-Japan (1948).
D.Sc. in Math (Rigaku-hakushi). Osaka University, Osaka-Japan (1953).
Awards, Grants and Scholarships:
Yukawa Scholarship to conduct research on cohomology theory for associative algebras at the Mathematics Department of Nagoya University (1954).
Alexander von Humboldt Scholarship to conduct research on the embedding problem for Galois extensions at the Mathematisches Seminar of Hamburg University (1957-59).
TUBITAK Science Prize (1979).
Alexander von Humboldt Grant to conduct research on Jacobian problem at the Research Institute of Mathematics, Oberwolfach (1988).
Mustafa Parlar Foundation Science Prize (1993).
Marmara Research Center Merit Prize (1994).
Memberships to Professional Societies:
Full-member of the Turkish Academy of Sciences.
American Mathematical Society.
Japanese Mathematical Society.
Turkish Mathematical Society.
http://www.math.metu.edu.tr/ikeda/m3.html
http://www.math.metu.edu.tr/ikeda/m2.html
http://www.math.metu.edu.tr/ikeda/m1.html
Matematik Tarih Şeridi Hazırlanması
Thales (M.Ö. 624-547), Pisagor (M.Ö. 569-500), Zeno (M.Ö. 495-435), Eudexus(M.Ö. 408-355), Öklid (M.Ö. 330?-275?), Arşimed (M.Ö. 287-212), Apollonius (M.Ö. 260?-200?), Hipparchos (M.Ö. 160-125), Menaleaus (doğumu, M.Ö. 80) İskenderiyeli Heron (? -M.S.80) , Batlamyos (85- 165) ve Diophantos (325-400) Eski Yunan (Antik çağ, Grek) matematikçileri; ile Eski Hint, Eski Mısır, Eski Çin Coğrafyasına ait matematikçiler, çalışmalarını yazıya dökebilen matematikçiler olarak, tarih sahnesinde M.Ö. 8. yüzyıl ile M.S. 10. yüzyıl arasında yaşamışlardır.
Bunların ardından Batı Dünyasında çalışmaların diğer dönemlere göre nisbeten daha çok olduğu 18.yy öncesi matematikçiler birinci grup matematikçileri olarak gösterilebilir: Johann Müller (1436-1476), Cardano (1501-1596), Jean Napier (1550-1617), Gulden (1577-1643), İtalyan Cavalieri (1598-1647), Rene Descartes (1596-1650), Desargues (1593-1662), Pierre Fermat (1601-1663), Blaise Pascal (1623-1662), lsaac Newton (1642-1727), Gottfried Wilhelm Leibniz (1646-1716), Ceva (1648-1734), Mac Loren (1698-1748), Cramer (1704-1752), Riccati (1676-1754), Clairautin (1713-1765), Huygensin (1629-1695), Jean Bernoulli (l667-1748), Jacques Bernoulli (1654-1705), Daniel Bernoulli (1700-1782), Leonard Euler (1707-1783)...
İkinci grup olarak belirttiğimiz Batı Dünyası matematikçileri ise: 18. yüzyıl sonrasında yaşayan matematikçiler sıralanabilir: İkinci grup matematikçilerden bazılarına örnek olarak; Gespard Monge (1746-1818), Joseph Louis Lagrange (1736-1813), Carnot (1753-1823), Pierre-Simon Laplace (1749-1827), Joseph Fourier (1768-1830), Galois (1811-1832), Legendre (1752-1833), W. Bessel (1784-1846), Jean-Victor Poncolet (1788-1857), Carl Friedrich Gauss (1777-1855), Augustin-Louis Cauchy (1789-1857), Lobaçevski(1793-1856), Poinsot (1771-1859), Brianchan (1785-1864), Niels Henrik Abel (1802-1829), Jacobi (1804-1851), Nicolas lvanawitch Lobatchewsky (1793-1856), Gerge Boole (1815-1864), William Rawan Hamilton (1805-1865), Gerge Friedrich Berhard Riemann (1826-1866), Dupin (1784-1873), Chasley (1793-1880), Leopold Kronecker (1823-1891),Sonia Kowallewska (1850-1891), Erust Kummer (1810-1893), Cayley (1821-1895), James Joseph Sylvester (1814-1897), Weier-strass (1815-1897), Charles Hermite (1822-1901), Dedekind (1831-1916), H. Poincare (1854-1912) Cantor (1845-1918) en meşhur matematikçilerden bazıları olarak gösterilebilir.
İki grup halinde sıralanan Batı Dünyası matematikçileri, çalışmalarını genellikle 7. yüzyıl sonrası Türk - İslam Dünyası matematikçilerinin hazırlamış oldukları eserlerden büyük istifadeler sağlayarak yapabilmişlerdir. 7. yüzyıl ile 18. yüzyıl arasında İslam dünyasında yoğun biçimde var olan bu bilimsel çalışmalar; ve bu devirlerde yaşamış olan Türk-İslam Dünyası matematik bilginlerinin varlığı, bilim tarihi şeritlerinde hep görmezlikten gelinmiştir. İslam dünyasının bu dönem çalışmaları, Endülüs Emeviler zamanından itibaren başlayan tercüme hareketleri ile Avrupa'ya aktarıldıktan sonra Batılı ilim adamlarının çalışmalarını geliştirmişler ve hatta bazı bilimsel çalışmalar maalesef Batılı bilim insanlarının kendi çalışmalarıymış gibi dünyaya tanıtılmış ve literatürde onların isimleri ile yer almıştır. Bu zaman dilimlerinde Türk-İslam Dünyasında ciddi matematik çalışmaları yapılmış ve bugün kullandığımız pek çok teoremin bilimsel alt yapısı, bu devirlerde ortaya çıkarılmıştır. Özellikle Ömer Hayyam, Ebul Vefa, Ali Kuşçu, Uluğ Bey, Nasreddin Tusi, Harezmi, El Battani, Kadızade Rumi, Beni Musa Kardeşler, İbn Saffar, Ebu Kamil Şuca, Abdülhamid Türk, ibn Yunus, İbn Havvam, İsmail Gelenbevi, Molla Lütfi, Biruni, Yahya En Nakkaş, ibn Heysem,...gibi pek çok alim, 7.yy ile 18.yy arasında yaşamış çok değerli ilim adamlarımızdan bazılarıdır. Pek çok ilim adamımızın çalışmaları ve yazılı vesikaları, Batı dünyasına kaçırıldığından elimizde bu döneme ait kapsamlı çalışmalar çok azınlıkta kalmıştır. Bu nedenle İslam dünyasında ilmi ilerleme olmadığı hezeyanı dile getirilmiş ve sanki Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde bilim çalışmalarının yok sayıldığı, engellendiği gibi bir izlenim oluşturulmaya çalışılmıştır. Oysa bunun aksine, Batı Dünyasının bazı insaflı ilim adamlarının çalışmaları ile İslam Dünyasında çok ciddi bilimsel çalışmaların bulunduğu gerçeği son dönemlerde dile getirilmiştir. İslam dünyasında oluşturulan bu algılar; gençlerimizin kendilerini; 'bilimden uzak', 'öz güvensiz' ve 'değersiz' hissetmesi için bilinçli bir şekilde meydana getirilmiştir.
Cebir, geometri, aritmetik ve trigonometri konularında Batı Dünyasını bugünkü ilerlemeleri sağlayabilecekleri bir zemine, 7-18.yy dönemlerinin Türk-İslam Dünyası matematikçileri taşımıştır. Özet olarak, Türk-İslam Dünyası matematikçileri, Batı dünyasının ilmi düşünce ve araştırma duygularını ateşleyerek harekete geçirip beslediler ve yeni bir canlılık kazandırdılar diyebiliriz.
Bu noktada Türkiye'den bu çalışmalara örnek olarak Matematik eğitiminin kolaylaştırılması amaçlı Geometri Klavuzu hazırlayan Mustafa Kemal ATATÜRK (1881-1938) ile Salih Zeki (ö.1921), Feza Gürsey (ö.1921), Gündüz İkeda (ö.1926), Mehmet Nadir (ö.1927), Kerim Erim (ö.1952), Nazım Terzioğlu (ö.1976), Cahit Arf (ö.1997), Paris Pişmiş (ö.1999), Nüzhet Gökdoğan (ö.2003) verilebilir. Günümüz Matematikçilerinden Hilmi Hacısalihoğlu, Ali Osman Asar, Ali Nesin, Haydar Bulgak, Mustafa Balcı, Ali Sinan Sertöz... gibi matematikçiler de çalışmalarıyla tarih şeridinde yer alabilir.
Fotoğraflı ve daha kapsamlı matematikçiler tarih şeridimizi incelemek ve matematik sınıflarında pano olarak kullanabilmek için tıklayınız.
Matematik Konularından Seçmeler
matematik
(209)
geometri
(124)
üçgen
(49)
ÖSYM Sınavları
(46)
trigonometri
(38)
çember
(30)
fonksiyon
(28)
sayılar
(26)
alan formülleri
(25)
türev
(22)
analitik geometri
(19)
denklem
(18)
dörtgenler
(17)
limit
(16)
belirli integral
(13)
katı cisimler
(11)
koordinat sistemi
(11)
fraktal geometri
(7)
materyal geliştirme
(7)
asal sayılar
(4)
elips
(3)
tümevarım
(3)
binom açılımı
(2)
hiperbol
(2)
En Çok Okunan Yazılar
-
ÖSYM'nin 15/06/2019 Tarihinde gerçekleştirdiği TYT matematik sınavı, farklı tarzda ayırt edici sorular içermekle birlikte, 2018 yılı TY...
-
Ehl-i Sünnet itikâdını, nazım (şiir) olarak anlatan ünlü ve önemli eserlerden biri; kuşkusuz Emâlî kasidesidir. "Bed'ül Emali...
-
Bu yazıda Esma-ül Hüsna hakkında kısaca bilgi verildikten sonra Ebced hesabı ile arasındaki ilişkiyi açıklayıp bütün 99 ismin ebced değerle...
-
Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacaktı?.. ...
-
Herhangi bir dörtgenin alanı köşegen uzunlukları ile köşegenlerin arasında yer alan açının sinüsünün çarpımının yarısı ile hesaplanır. Bura...
-
Çocukluğumuzda mutlaka uçurtma yapmayı denemiş veya satın alınan bir uçurtmayı uçurmak için yoğun çaba sarf etmişizdir. Hazır olarak alınanl...
-
Koordinat düzleminde çizilen birim çember için çember üzerinde alınan rastgele bir L noktasından x ve y eksenlerini kesecek biçimde bir doğ...
Lütfen ilgili yazıların altında, yorumlarınızı bizimle paylaşınız. Kırık bağlantıları ve hatalı içerikleri mutlaka bildiriniz. Bizlere güzel dualar ederek destek olunuz...
KADİR PANCAR...