Talebelik adabı ve hususiyetleri

Etiketler :
1. Talebenin birinci vazifesi, kalbini çirkin ve rezil sıfatlardan temizlemektir; zira ilim, kalbin ibadeti, namazın yaklaştıran bir sıfattır. Nasıl ki âzaların vazifesi olan namaz, ancak zâhirî necaset ve taharetten temiz olmakla sahih ve câiz oluyorsa; bâtının ibadeti de kalbin ilimle tâmir edilmesinden, necis sıfatlar ve habis ahlâklarından uzaklaştırılmasından sonra caiz olabilir. 

2. İlim ehli olacak kişi, dünyayla ilgili meşgaleyi azaltmalı ve ailesinden ve vatanından uzaklaşabilmelidir.  Çünkü dünya ile fazla meşguliyet, insanı başka şeyleri yapmaktan alıkoyar. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Allah bir adamın göğsünde iki kalp yaratmamıştır. "(Ahzab Suresi/4) İnsanda iki kalp olmadığına göre, kalbini ya dünyaya veya ilim öğrenmeye hasredecektir. Bir kalbi iki hedefe yöneltmek mümkün değildir. Fikirler, başka başka sahalar üzerinde dağıldıkça hakikatlarin anlaşılması da o nisbette zorlaşır. Bu hikmeti ifade etmek için şöyle söylemişlerdir. İlim, kişinin tüm benliği ile tamamını almadıkça birazını bile o kimseye vermez. İlme tamamını versen bile, onun birazını alabilmen yine de şüphelidir. Bir çok meselelere yayılmış zihinler, aynen çeşitli arklara dağılmış sulara benzer. Çeşitli arklara dağılmış suları toprak emer, emilmeyen sular da buhar olup uçar. Ekinlere faydası dokunacak olan bu sudan bir damla bile kalmaz. Günümüzde dünya meşgalelerine boğulmuş talebelerin ne büyük felâketlere düçar olduklarını görüyoruz. Bu nedenle ilim tahsil eden talebelere tefekkür ve tedkik dışında başka şeylerle meşgul olmamaları gerekir.

3. İlim talep eden, ilme karşı kibirlenmemeli ve hocasına karşı her zaman hürmet içinde bulunmalıdır. Kendisini hocasına teslim etmeli, hocasının söylediklerini can kulağı ile dinlemelidir. Nasıl ki bir hasta, doktorunun söylediklerini can kulağı ile dinleyip, dediklerini harfiyyen yerine getiriyorsa, ilim öğrenen talebenin durumu da aynen bilgisiz bir hastanın bilgin ve şefkatli doktorun önündeki durumuna benzemelidir. Talebe, hocasının önünde birşey bilme ukalâlığına düşmemelidir; yalnız dinleyip öğrenmeye bakmalıdır. Hocasına daima mütevazi davranmalı, hocasına hizmet etmeyi kendisi için büyük bir şeref bilmelidir. 

Amr b. Şurahbil (Şa'bi) şöyle anlatır: "Zeyd b. Sâbit bir cenaze namazını kıldırdıktan sonra kendisini bir katıra bindirmek istediler. Orada bulunan İbn Abbas, âlim olan Zeyd'in üzengisini tuttu: Zeyd 'Ey Allah Rasûlü'nün amcasının oğlu! Uzengimi bırak; senin gibi şerefli bir insanın üzengimi tutması bana çok ağır geliyor' dedi. İbn Abbas (r.a) Rasulüllah (s.a.v) bize, âlimlere hürmet etmemizi emretti' diye cevap verdi. Bunu duyan Zeyd, eğilip ibn Abbas'ın elini öptü ve 'Kendi ehl-i beytinin elini öpmemizi de bize emir buyurmuştur' diye karşılık verdi. (Taberani, Hakim, Beyhaki) 

Bütün bu sözlerden anlaşılıyor ki, talebe hocasına karşı asla başı dik olmamalıdır, saygıda bir an bile kusur etmemelidir. Kendi hocasından değil de, şöhretli kişilerden istifadeye kalkışmak, talebenin hocaya karşı böbürlenmesidir. Böyle bir hareket, talebenin aynı zamanda bir ahmak olduğunu da gösterir. Zira ilim, kurtuluş ve saadete ulaşma vesilesidir. Bir canavardan kurtulmanın yolunu, ister meşhur bir kişi göstermiş olsun, isterse nâmı ve şânı duyulmayan bir insan göstersin, ikisinin arasında hiç bir fark yoktur. Ateşin, Allah'ı bilmeyenlere saldırması; canavarın saldırmasından daha şiddetli olduğuna göre, onu bu ateşten kim kurtarırsa onun en büyük hocası odur. Hikmet (ilim) mü'minin kaybetmiş olduğu malıdır; onu nerede görürse hemen malına sahip çıkar. Onun için o malı ona kim verirse versin, veren teşekküre hak kazanmış kişidir. İşte bu sırrı anlatabilmek için şöyle denildi: 'Kibir sahibi bir gence, ilim savaş açar; aynen suyun kendisini tutmaya çalışan tümseklere savaş açması gibi" 
İlme sahip olmak için, hocayı can kulağı ile dinlemek ve mütevazi olmak lâzımdır. Hz. Ali şöyle demiştir: Fazla sual sormamak, sorulan suale râzı olmak, hoca yorulduğu zaman onu cevap vermeye zorlamamak, kalkıp gitmeye çalıştığı zaman eteğine sarılıp onu durdurmaya çalışmamak, gizli yanlarını halka ifşa etmemek, yanında kimseyi çekiştirmemek, yanılmayı kabul ederek, yanıldığı zaman mâzeretini kabul etmek; evet bütün bunlar bir âlim kişiye gösterilmesi lâzım gelen hürmet ifadeleridir. Âlime hürmet etmek, herkesin vazifesidir. Âlim Allah'ın emrini muhafaza ettiği müddetçe senin de ona Allah için hürmet göstermen, önünde diz çöküp oturman, şayet ihtiyacı varsa ona herkesten önce hizmet etmeye çalışman senin üzerine bir vazifedir. 

4. İlim isteyen bir kimse, ilk zamanlarda, ihtilaflı konulara kulak vermekten çokinmelidir. Üzerinde ihtiláf olan şey ister dünya ilmi olsun. isterse ahiret ilmi... Çünkü ihtilâflı konular, ilme yeni muhatab olan talebenin aklını karıştırır, zihnini bulandırır, görüş hususundaki iradesini zayıflatır. İdrak ve itidal yönünden ümitsizliğe düşer. lim denizinin başlangıcında olan kimseye uygun duşecek hareket, hocası yanında makbul bir mertebeye çıkmaktır. Doğru, güzel ve bir tek yolu adamakallı öğrenmektir. Bunu öğrendikten sonra, mezhepler arasındaki fikir ayrılığına kulak verip, bu ihtilâfların inceliklerini keşfetmeye bakmalıdır. 

Şayet hocası dinde bir görüşün tek başına savunucusu değilse (mezhepsiz veya mezhepleri birleştirici telfik üzere ise) ve hocasının adeti, mezheplerin görüşünü olduğu gibi nakletmek, bunların görüşleri hakkında leh ve aleyhdeki delilleri serdetmek ise, böyle bir hocanın sohbetinden sakınmalı ve yanından uzaklaşmalıdır. Zira böyle bir hoca, insanı irşad etmekten ziyade dalâlete sürükler. İki gözü kör olan bir adamın körlere yol göstermesi mümkün müdür? Müstakil görüş sahibi olmayan bir kimse cahildir, cahil bir insanın ilim verebilmesi ise mümkün değildir. 

Tahsile yeni başlayan bir talebeyi, ihtilaflı ve şüpheli konulardan uzak tutmalıdır. Onu böyle konulardan menetmek, tıpkı yeni müslüman olan bir insanı. eski arkadaşlarından, milletinden ve kafirlerden uzak tutmaya benzer. Aklı ve idraki sağlam bir talebenin ihtilâflara dalmasını ve güpheli konulara girmesini teşvik etmek ise, ådeta imanı kuvvetli bir insanın kafirlerle haşir-neşir olmasını temin etmeye çalışmak gibidir. Bu sır ve hikmete binaendir ki, korkak bir kimsenin kafir saflarına hücum etmesi yasaklanmış; fakat bahadır bir kişinin ise, aksine kafirlere taarruz etmesi teşvik edilmiştir. Bu incelikten haberdar olmayan zayıf kimseler, imanı sağlam insanlar için yapılması câiz olan ve teşvik edilen kolaylığın kendileri için de caiz olduklarını zannederler. Bunlar bilmezler ki, kuvvetli insanlarla zayıf insanların yapacakları şeyler başkadır. Çünkü kuvvetli ile zayıf arasında büyük fark vardır. 
Zayıf bir kimsenin, zâhirde düşüş gibi görünen büyük insanların hâline ve hareketine kendini uydurması, tıpkı bir miktar necasetin bir testi suya veya bir okyanusa karıştırılmasına benzer. Biraz necaset testideki suyu necis yapar ama okyanusu asla! İşte zayıf bir kişinin hâli 'Madem ki o necis olmuyor, ben de necis olmam' diyen testinin hâline benzer... Halbuki bu insanda birazcık idrâk olsaydı, azıcık bir necasetin okyanusun istilâsıyla onun sıfatına dönmüş olacağını bilmesi lâzımdı. Kendi testisine düşen necaset ise, testiyi kendi sıfatına dönüştürür; bu çok açık görülen misallerden biridir. 

5. Talebe, faydalı ilimleri, hiç birinden fedakârlık yapmadan öğrenmeli ve her birinden kendi maksadına yardım edecek derecede istifade etmeye bakmalıdır. Şayet ecel kendisine mühlet verirse, o ilimlerde de derinleşmeye bakmalıdır. Şayet onların hepsiyle birden meşgul almak imkånına sahip değil ise, kendisine daha uygun olan birisinin üzerinde çalışıp, onu elde etmeye bakmalıdır; diğerlerinin de güzel yanlarını almak şartıyla ilim öğrenmeye devam etmelidir. Zira ilimler birbirine bağlıdır ve biri dğgerine yardımcıdır. Tam mânasıyla meşgul olma imkânı bulamadığı ilimler hakkında birazcık olsun haberdar olması, en azından onların aleyhinde körü körüne bilgisizlikte bulunmasına mâni olur. Çünkü insanın en kötü tarafı, bilmedigine düşman kesilmesidir. 
İlimler derecelerine göre, ya insanoğlunu Allah'a götürür veya onun gidişatına bir bakıma yardım ederler ki, bunun da hedefe yaklaştırma ve uzaklaştırma açısından birçok mertebeleri vardır. Bu ilimleri bilenlar ådeta hudutta nöbet bekleyen askerler gibidir. Her birinin ayrı mertehesi vardır. Eğer o mertebelerden Allah Teâla'yı razı etmek kastediliyorsa ona göre sevaba nail olunur. 

6. Talebe birdenbire ilmin herhangi bir dalına dalmaya bakmamalıdır. Derinliklere inebilmek için gerekli tertibe riayet etmeli ve ilk önce en önemli noktadan işe başlamalıdır. Çünkü insanoğlu bütün ilimleri bir ömre sığdırmaya muktedir değildir; öyleyse akıllıca hareket etmeli ve herşeyin en güzelinden işe başlamalıdır. Başladığı işin azıyla iktifa edip, bütün gücünü kendisine kolay gelen herhangi bir ilme sarfetmelidir. İlimlerin en şereflisi de ahiret ilmi olduğundan böyle bir kişi, gücünü, bu ilmi öğrenmeye sarfeder. Pek tabii olarak ahiret ilmi ile kasdettiğimiz, muamele ve mükâşefe ilimleridir. (Bkz. Ahiret yolunun ilimleri) Muamele ilminin hedefi mükáşefedir. Mükâşefenin hedefi ise Allah'ı bilmektir. 

Rivayet edilir ki, bir mâbedde iki hâkimin heykeli bulunmuş. Birinin elindeki levhada şunlar yazılıymış: 'Sen her şeyi iyi bildiğini zannediyorsun. Unutma ki, Allah'ı ve herşeyin yaratıcısı ve bütün eşyanın yaratıcısı olan kudreti idrâk etmeden herşeyi tam mânâsıyla bilemezsin!' Diğerinin elindeki levhada da şunlar yazılıymış: 'Allah'ı bilmeden evvel, susayınca herşeyi içerdim; fakat Allah'ı bildikten susuzluğum bir daha geri gelmemek üzere kaybolup gitti'

7. İlk önce öğrenilmesi gerekeni öğrenmeden bir diğer ilme el atmamalıdır. Zira ilimlerde tâkip edilmesi zarurî olan tertibler, sıralar vardır. Bir kısmı diğer kısmına yol açıcı mahiyettedir. Tertib ve sıraya riayet eden talebe, muvaffak olma yolunda demektir. Yani bu başarılı talebeler, bir ilmi veya fenni gereğince öğrenmedikçe başka ilim ve fenne geçmezler. O halde talebenin, okuduğu ilmi güzelce kavrayıp, ondan sonra bir üst derecede bulunan ilme varmaya çalışması gerekir. Bir talebenin, herhangi bir konuda ihtilaf eden alimlerin bu ihtilaflarına bakıp böyle bir ilmin fäsid olduğuna hükmetmemesi lazımdır Çünkü ihtilâf, ilmin kendisinde değildir. Belki o ilim üzerinde alimlerin yanılmış olduğunu kabul etmek, daha doğru bir harekettir. Fakat alimlerin, ilmin icablarına uygun hareket etmediklerine karar vermek de doğru değildir. Zira birçok cemiyetleri görürsün ki, akli ve nakli ilimlerde düşünmeyi bile terketmişlerdir. Kendilerini mâzur gösterecek şöyle bir gerekçe ileri sürmüşlerdi: 'Şayet bu ilimlerin aslı esası olsaydı erbabları ihtilafa düşmezlerdi..." Bu düşünceleri oldukça tutarsız ve yersizdir. 



Başka bir grup daha vardır ki, doktorların yanıldığına şahid oldukları zaman tıp ilminden şüphe etmeye başlarlar. Bazı gruplar da, bir müneccimin sözü tesadüfen doğru çıktığı zaman astroloji ilmini en üstün ilim sayarlar. Başka bir grup ise müneccimin yanıldığını görür, topyekün astronomiyi inkâra sapar. İşte bütün bu gruplar yanlış görüşlere saplanmışlardır. En layık ve uygun olanı şudur: Bir şeyin her şeyden evvel özü bilinmelidir. Böyle bir bilgi sahibi olunduğu zaman anlaşılır ki, bir kişinin, bütün ilimleri, tek başına ihâta etımesine imkân yoktur. Ancak bu mütearife çapındaki ölçüye sahip olunduktan sonra doğru hükme varılabilir. 
Hz. Ali (r.a) ne güzel söylemiştir: 'Hakkı kişilerin şahsıyla değil, hak olduğu için kabûl et. Eğer hakka hak olduğu için değer verirsen, o hakkı kimlerin bildiğini de müşahede edebilirsin'. 

8. En faydalı ve şerefli ilimlerin bilinmesine vesile olan unsurları öğrenmelidir. Öğrenilmesi gereken ilimler derken iki unsuru kastediyorum.
a) Tıp ve din ilmi gibi semeresinin şerefi olan ilimler.
b) Delili kuvvetli olan ilimler.
Bu ilimlerden birinin gayesi ebedi; öbürünün ise dünyevi fäni hayattır. Böyle olunca din ilmi daha şereflidir. Bir de matematik ve astronomi gibi delili kuvvetli ilimler vardır. Matematik ilmi, delilleri daha kuvvetli oldugu için, astronomiden daha şereflidir. Fakat tıb ilmini matematikle kıyaslarsak neticesi bakımından tap ilminin daha şerefli olduğunu söyleyebiliriz. Fakat delil bakumından matematik daha şerefli bir yer işgal eder. Ancak semerenin, delilden daha kiymetli oluşu, şeref bakımından da yüksekliğine delalet eder. Onun için neticeyi, daha itibarh kabul etmek, mantıki ve evladır. Bu sebeple daha ziyade nazariye üzerine bina edilmiş olduğu halde tıp ilmi, matematik ilminden daha şerefli sayılmıştır. 
Bu izahatımızdan sonra iyice anlaşılıyor ki, ilimlerin en şereflisi Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini bildiren ve bu gayeye götürücü yolları gösteren ilimdir. Öyleyse ey ilim talibi! Bu ilimden başka ilimlere, şiddetli bir şekilde talip olma; bütün gayen, bu en şerefli ilmi elde etmek olsun! 

9. Talebenin, talebeliğinin başlangıcında, gayesi iç âlemini faziletlerle süslemek, ileride ise Allah'a mânen yaklaşmak ve mele-i âla diye ifadelendirilen melekler; ve dergâh-i izzete yakın olan varlıkların komşuluğuna yükselmek olmalıdır. Öğrenci hiçbir şekilde ve hiçbir zaman öğrendiği ilimle, rütbe, servet ve riyaset peşinde koşmamalıdır. Akranlarına karşı böbürlenerek sefihler derekesine düşmemelidir. Öğrenci, evvelce de belirttiğimiz gibi, hiç şüpheye düşmeden kendisi için makbul olanı talep etmelidir ki, bu talep edeceği de ahiret ilminden başkası değildir. 

Talebe ahiret ilmini talep eder, fakat diğer ilimleri de hakir görmez. Yani ahiret ilmini talep ettikten sonra, 'Bundan ötesi fetva, nahiv ve lûgat ilmi imiş, bunların hiçbir kıymeti yoktur' diyerek o ilimlere hakaretle bakmamalıdır. Talebenin, Kur'an ve hadisle münasebeti bulunan nahiv ve lugat ilmini hakir görmemesi gerektiği gibi, diğer ilimleri de hakir görmemelidir. Ahiret ilmini fazla övdüğümüze bakıp, diğer bütün ilimleri hakir gördüğümüzü zannetme! Zira ilim taşıyanlar, aynen İslâm devletinin hudutlarını bekleyen askerlere benzerler. Tıpkı Allah yolunda savaşan ve nöbet tutan gaziler gibidirler. Bu gazilerin bir kısmı muharebe meydanlarında harbeder, bir kısmı ise harbedenlere yardımcı olur. Bir kısmı muhariblere su taşır, bir diğer kısmı ordunun ağırlığını; yani hayvanlarını ve yiyeceklerini bekler. Bunların hiçbiri i'lâ-yı kelimetullah'tan ayrılmadıkça, cihad sevabından mahrum kalmaz. Yeter ki, gaye sadece ganimeti elde etmek olmasın! İşte ilimler de bu misaldeki gibidir... Demek ki fazilet nisbidir. Padişahlarla kıyasladığımız zaman hakir gördüğümüz sarraflar, çöpçülerle mukayese edildikleri zaman ne kadar üstün olurlar. Öyleyse en üstün dereceye yükselmeyen birinin kıymetsiz bir kişi olduğunu zannetme! Zira en yüce mertebe peygamberlerin, sonra evliyaların, sonra ilimde rüsuh kesbeden Alimlerin, sonra derece derece salihlerindir, "Kim zerre miktarı bir hayır işlerse onun mükafatını görecektir, kim de zerre miktarı bir kötüluk işlerse onun cezasını görecektir. (Zilzal Suresi/7-8) 
İlmiyle Allah Teala'nın rızasını kastedenin (hangi ilim olursa olsun) ilmi, kendisine menfaat verir ve onu hiç şüphesiz üstün makamlara yüceltip sayısız ecirler kazandırır. 

10. Talebe ilimlerin maksada ulaştırıcı olan nisbetlerini bilmelidir ki, yüce ve yakın olanı değersiz ve uzak olana; önemli olanı da önemli olmayana tercih edebilsin. Önemli olan ile kasdettiğimiz mânâ, seni en fazla alâkadar eden, sana en yakın olan şeyler demektir. Seni en yakından ilgilendirmesi gereken şey ise dünya ve ahiretteki durumundur. Kur'an'ı Kerim'in buyurduğu ve ayn'el-yakin'e varmış olanların keşiflerinde müşahade ettiği gibi, dünya ile ahireti imtizaç ettirebilmek ve bir araya getirebilmek mümkün olmadığı takdirde, unutma ki bu ikisinden, senin için bir sadece misafirhane olur. Beden bir merkeb, ameller ise maksada doğru atılan adımlardır. Maksat ise, Allah'a mülaki olmaktan başka birşey değildir. Öyleyse bu konuşmalarımızda zikrettiğimiz şeyler batın nimetleri içine alır; fakat bu ilmin kıymetini pek az kimse bilmeye muktedir olmuştur. 
İlimleri öğrenmek ve yapmakta şayet Allahü Teala'nın rızası varsa burada kurtuluş ve saadet vardır. Saadeti elde etmek ancak Allah'ı bilene, Allah'ın manevi komşuluğuna erene, ebedi rızk ve nimetlere nail olana müyesser olur. "Ölen o kişi, hayırda ileri gidenlerden ise artık o kimse için bir rahatlık, hoş bir rızık ve naim cenneti vardır. Eğer amel defteri sağından verilenlerden ise "sana selam olsun" denir." (Vakıa Suresi 88-91) İlimde rüsûh kesbeden âlimler indinde makbûl olan hakk'el-yakin budur. Yani bu alimler, Allah Teâlâ'yı maddî gözle değil, maddi gözlerden daha kuvvetli olan manevi gözlerle müşahede ve idrâk edip taklitten kurtulmuşlar, herhangi bir ilmi, sadece dinlemekle iktifa etnmeyip, onların manalarına nüfuz etmeye çalışarak yüce derecelere ulaşmışlardır. Onların hali, söylenenleri tasdik eden, aynı zamanda elzem görerek bilen insanların hali gibidir... Böyle olmayanların hali ise, güzellik ve doğruluk sayesinde kabul eden kimsenin halidir. Böyle kimseler hakikati müşahede edememişler ve yakin mertebesine ulaşamamışlardır. O halde saadet, mükâşefe ilminin ötesinde; mükaşefe ilmi ise ahiret ilmine talip olduktan sonra elde edilen muamele ilminin ötesindeki geçitleri geçtikten sonra kavuşulan bir nimettir. Ayrıca çirkin sıfatların silinmesi için gidilmesi gereken yol, sıfat ilminin ötesindedir. Tedavi yolu ve bu yolda nasıl hareket edileceğini bildiren ilim ise, beden selâmeti ilminin ve yardımcısı olan sıhhat sebeplerinin ötesindedir...

Ruh bedenin muhtaç olduğu suyu taşıyan kaba benzer. Onun için bir ilim bedenin ihtiyaçlarını gidermeye ve onu selmaette tutmaya çalışıyorsa o ilim ruha yardım ediyor demektir. Çünkü beden ruhun hamalıdır...Kişi kalbini ıslah etmek için nefsi ile mücadele etmezse sadece fıkıh veya tıb gibi ilimlerin tahsiline kendini adarsa, böyle bir kimsenin durumu; hacca gitmek için bir binek satın alan, o bineğini yedirip içiren, kendi yiyeceği erzaklarını hazırlayan, fakat bütün bu hazırlıkları yaptıktan sonra hacca gitmeyen kişinin haline benzer. Fıkhın incelikleri ile ömrünü geçiren kimse de aynen hac yolunda su kabı ve erzakını güzel bir şekilde hazırlamak için didinip duran, bu şekilde ömrünü geçiren fakat buna mukabil bütün hayatı müflis bir kimsenin durumu gibidir.  Bu gibi kimselerin halleri, mükaşefe yoluna götürücü alet olan kalbin ıslahına uğraşmaları ve buna nisbet edilmeleri hac yolculuğu misali gibidir. Herşeyden evvel bu misali güzelce anlamaya çalış. Avamın ve hassın mücerret şehvetten doğan taklitçiliğinden kurtulan kimsenin nasihatlerini dinle!

Kaynakça: 
İmam Gazali, İhya Ulumiddin, Kitabül İlim-V, Çev. Ali Arslan, Cilt:1, Hikmet Neşriyat, İstanbul, 1992

0 yorum:

Fayda vermeyen ilimden Allah'a sığınırım. “Allah'ım; bana öğrettiklerinle beni faydalandır, bana fayda sağlayacak ilimleri öğret ve ilmimi ziyadeleştir."

İlim; amel etmek ve başkalarıyla paylaşmak içindir. Niyetimiz hayır, akıbetimiz hayır olur inşallah. Dua eder, dualarınızı beklerim...

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!

En Çok Okunan Yazılar