Sizden kim Deccal’e yetişirse, ona Kehf suresinin ilk ayetlerini okusun. Deccal, Şam ile Irak arasında bir mevkide çıkar. Sağa gider ifsat eder, sola gider ifsat eder. Ey Allah’ın kulları! Sebat edin!” (Müslim 2937/110, Tirmizi 2341)
Huzeyfe'den(r.a) rivayetle; "Deccal çıktığı vakit, beraberinde su ve ateş vardır. Ancak halkın ateş olarak gördügu tatlı sudur; halkın su olarak gördüğü ise yakıcı bir ateştir. Sizden kim o güne ererse, halkın ateş olarak gördüğüne düşmeyi kabul etsin. Çünkü o, tatlı soğuk bir sudur." (Buhari, Fiten 26, Enbiya 50; Müslim, Fiten 105, (2935); Ebû Dâvud, Melâhim 14, (4315)
“Ey insanlar! Allah-ü Teala, Âdem zürriyetini yarattığından beri yeryüzünde Deccal’in fitnesinden daha büyük bir fitne olmamıştır! Allah’ın gönderdiği her Nebi, ümmetini Deccal’den sakındırmıştır! Ben Nebilerin sonuncusuyum, siz de son ümmetsiniz. Şüphe yok ki o (Deccal) sizin içinizde çıkacaktır.” (İbni Mace 4077)
“Kim, Deccal’i duyarsa ondan uzak dursun! Allah’a yemin olsun ki, bir adam ona kendisinin mü’min olduğunu sanarak gider, onun attığı şüphelerden dolayı ona tabi olur!” (Ebu Davud 4319)
“Ahlas fitnesi, insanların birbirinden kaçması, malının ve ehlinin yağma edilmesidir. Sonra bolluk fitnesi olacak. Bu fitnenin dumanı, benim Ehl-i Beyt’imden benden olduğunu iddia eden bir adamın ayaklarının altına kadar varacak, hâlbuki o benden değildir! Gerçekte benim dostlarım muttakilerdir. Sonra insanlar, eğreti düzgün olmayan, nizamsız bir adamın başına toplanacaklar. Sonra "düheyma" fitnesi olacak ki bu ümmetten dokunmadığı kimse kalmayacak! Fitne bitti denildiğinde devam edip yaygınlaşacak. O fitne içerisinde, kişi mü’min olarak sabahlayacak, akşama kâfir olarak çıkacaktır. Hatta insanlar iki ayrı gruba ayrılacaklardır. Biri nifaksız iman grubu, diğeri imansız nifak grubudur. Böyle olduğu zaman, o gün yahut ertesi gün Deccal’i bekleyin.” (Ebu Davud 4242)
"Her kim Deccal'in ateşi ile ibtila ve imtihan edilirse, Allah'tan yardım istesin ve Kehf Suresi'nin baş tarafındaki ayetleri okusun. Bu suretle Deccal'in ateşi ona karşı soğuk ve selamet olur." (Ölüm-Kıyamet-ahiret ve ahir Zaman Alametleri, İmam Şa'rani, Bedir Yayınevi, s.494)
Yine bir başka rivayet de şöyledir. Bera b. Azib'in bildirdiğine göre sahabeden Üseyd b. Hudayr, Kehf suresini okurken, evinde bulunan at ürkmüş ve depreşmeğe başlamıştı. Bunun üzerine Üseyd: "Ya Rab! Sen afetten koru" diye dua etti. Bunun üzerine onu duman veya bulut gibi bir şey kapladı. Sonra Üseyd, bu olayı Hz. Peygamber (s.a.)'e anlattı. Resulullah: "Oku ey Üseyd. Çünkü o bulut gibi görünen şey Sekine'dir; Kur'an dinlemek için yahut onu tebcil (yüceltme) için inmiştir" buyurdu. (Buhari, Menâkıb, 25; Fedâilü'l-Kur'an, 11; Tirmizi, Fedâilü'l-Kur'an, 6.)
1- Hamd, o Allah'a mahsustur ki kulu (Muhammed'e) kitabı indirdi ve ona hiçbir eğrilik koymadı.2- Onu dosdoğru (bir kitap) olarak (indirdi) ki katından gelecek şiddetli azaba karşı (insanları) uyarsın ve yararlı işler yapan müminlere kendileri için güzel bir mükafat bulunduğunu müjdelesin.3- Onlar orada sürekli kalacaklardır.4- Ve "Allah çocuk edindi" diyenleri de uyarsın.5- Bu hususta ne kendilerinin, ne de atalarının hiçbir bilgisi yoktur. Ağızlarından çıkan söz ne büyük bir iftiradır. Onlar, yalandan başka bir şey söylemiyorlar.6- (Ey Muhammed!) Demek onlar, bu söze (kitaba) inanmazlarsa, onların peşinde üzüle üzüle kendini helak edeceksin! 7- Biz yeryüzündeki şeyleri kendisine süs olsun diye yarattık ki, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim. 8- Şüphesiz biz, yeryüzünde olanları kupkuru bir toprak yapacağız.9- Yoksa sen Ashab-ı Kehf'i ve Rakim'i (isimlerinin yazılı bulunduğu taş kitabeyi) şaşılacak âyetlerimizden mi sandın? 10- O gençler mağaraya sığınınca şöyle dediler: "Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve bizim için şu işimizden bir kurtuluş yolu hazırla"(Hak dini Kuran dili, Elmalı Hamdi Yazır, Kehf Suresi,1-10)
Kuranın mesajını doğru anlayan müslümanların mükafatlandırılacağı, ilgili ayette aktarıldıktan hemen sonra itikadla doğrudan bağlantılı sapık inanışlara ait çarpıcı bir reddiye yapılmıştır. Yukarıda zikrolunan ilk 4, 5 ve 6 numaralı ayetlerde, Hz. İsa hakkında iftiralarda bulunan toplum için, bizlere sunulan hitab-ı ilahi oldukça dikkat çekici mahiyettedir. İlk ayetlerde Kuran-ı Kerim'in uyarmak için geldiği ifade edildikten hemen sonra, (haşa) "Allah çocuk edindi" diyenleri uyarmanın ayrıca zikredilmesi, bu küfrün ne derece büyük olduğunu ifade etmek içindir. Bunlar için burada ayrıca bir cezanın zikredilmemiş olması, daha önce inen Kuran ayetlerinde, Hristiyanlar hakkında elim bir azabın olacağı söylendiği içindir. Hristiyanların atalarının uydurdukları tevehhümleri, tam bir cehalet içinde söylemeye devam etmeleri ve taklide yönelerek Allah (c.c) ve Hz. İsa (a.s) için (haşa) Baba ve Oğul isnadına devam etmeleri ve bu iftiraya bilerek veya bilmeyerek devam ettikleri ifade edilmiştir. Ağızlarından çıkan sözün büyüklüğü ve bu sözü söylemeye insanların nasıl cüret ettiklerini belirtmesi açısından da bu ayetler son derece önemlidir. (Envarut-Tenzil ,Kadı Beydavi, Kehf Suresi 4-6) Ehl-i kitaptan olan Hristiyan ve Yahudi toplumunun sapık inanışlarının, hemen surenin başlarında bu şekilde zikredilmesi ile yukarıda yazımızın başında zikrettiğimiz hadisler arasında bir ilginin olduğu düşünülebilir. Kehf suresinin başında geçen Allahü Teala'ya çocuk isnadı iftirası ile ilgili ayet-i celileyi, özel olarak Hristiyan dünyasında var olan teslis inancı ve Yahudi dünyasındaki "Oğul edinme" düşüncesi bağlamında şu şekilde de okuyabiliriz.
"Vacip Tealâ'ya veled ittihaz etti" diyen kâfirlerin ve babalarının veled ittihazına lâzım gelen fesada ve bu sözün fenalığına asla ilimleri yoktur. Zira; Bu sözü onlar cahil ve vehm-i kâ-zib üzere söylerler, bir delile istinâd ve tahkike ibtinâ ederek söylemezler, babalarını taklid ederlerse de bu hususa dair babalarının da ilimleri yoktur. Şu halde gerek mukallid olan evlâd ve gerek taklid olunan babalar cümlesi cehalet-i kâmile üzere bina-yı kelâm ederler. Çünkü; söyledikleri sözlerine Allah'ı mahlûkata teşbih, teşrik ve velede ihtiyaç gibi bir takım fesat lâzım geldiğini düşünmüyorlar. Eğer bu fesadı düşünebilselerdi Allah'a veled isnad etmezlerdi, ağızlarından çıkan kelimenin cezası ne acayip büyük' oldu ki onlar o kelimenin büyük cinayet olduğunu fark edecek kadar ilme malik değillerdir. Zira; bu sözü söylemezler, ancak yalan ve iftira olarak söylerler, kendi kitaplarında böyle bir şey olmadığı halde kitaplarına dahi isnadla bühtan ederler. Binaenaleyh Allah'ın veled ittihaz etmesi muhal olduğuna ilimleri tealluk etmediği beyan olunmuştur. Çünkü; veled yok ki ilimleri taalluk etsin." (Hülasatül Beyan, Mehmet Vehbi Efendi, Kehf Suresi 4-6)
Ashab-ı Kehf Kıssasının; ayetlerinden anlaşıldığına göre, Kehf Ehli'nin mağaraya sığınmalarının nedeni dönemin baskıcı inançsız sisteminin oluşturduğu zor ortamdır. Bu ortam içerisinde kendi fikirlerini rahatça söyleyemeyen, inançlarını doğru bir şekilde baskılara maruz kalmadan yaşayamayan, iman hakikatlerini ve doğru inançlarını topluma anlatamayan, Allah'ın dinini gerektiği gibi tebliğ etmeleri engellenen Kehf Ehli, çözümü bu toplumdan uzaklaşarak bir mağaraya sığınmakta bulmuştur. Ancak bu durum, uzaklaşıp bekleme manasında olmayıp, Allah'ın kendileri hakkında göstereceği yola uymak anlamında anlaşılmalıdır. Kehf Ehlinin teslimiyeti aynı zamanda kadere boyun eğmenin ve Allah'ın kendileri hakkında vereceği hükme de razı gelmenin bir işareti sayılabilir.
Ashabı Kehf'in mağarada ne kadar kaldıkları da tartışma konusu olmuş ve bu konu hakkında çeşitli fikirler ortaya atılmıştır. Lakin bu fikirleri tartışmak anlamsızdır. Doğrusu Allah'ın söylediğidir. Sonraki kıssalarda da görüleceği üzere Allah'ın bildirdiğinin dışındaki görüşler ancak kuru bir laf olarak kalır. Taberi de bu durumu şöyle izah etmiştir. "Allah Teala bu âyette, çeşitli olaylar ve süreler hakkında kesin bilgileri olmadığı halde fikir yürütenlere itibar edilemeyeceğini, ihtilaf eden gruplardan birinin, diğerinden daha doğru söylendiğini ancak kendisinin bileceğini ve bizlere de bildireceğini beyan etmektedir. Buradan anlaşılıyor ki sadece akılla idrak edilemeyecek şeyler hakkında hüküm vermeye kalkışılmamalıdır. Nitekim Ashab-ı Kehf’in mağarada ne kadar kalmış olduğu hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüş olmasına rağmen, doğrusunu ancak Allah Teala beyan etmiştir." (Taberi Tefsiri, Kehf Suresi-22)
Kehf kıssasından sonra peşi sıra gelen ayetlerde dünya hayatının kibrine kapılmış olan bir misali daha Allahü Teala bizlere bildirir. 32 - Onlara, şu iki adamı misal olarak anlat: Biz bunlardan birine her türlü üzümden iki bağ vermişiz, her ikisinin etrafını hurmalarla donatmışız, aralarında da bir ekinlik yapmışız. 33 - İki bağın ikisi de yemişlerini vermiş, hiçbir şey noksan bırakmamış, ikisinin ortasından bir de nehir akıtmışız. 34 - İki bağın sahibinin ayrıca başka geliri vardı. Bundan dolayı bu adam arkadaşıyla münakaşa ederken: "Ben malca senden daha zengin ve insan sayısı bakımından da senden daha güçlü ve üstünüm" dedi. 35 - Adam, bu şekilde kendine zulmederek bağına girdi ve şöyle dedi: "Bunun hiç yok olacağını sanmıyorum" 36 - "Kıyametin kopacağını da zannetmem. Şayet Rabbimin huzuruna götürülürsem, muhakkak orada bundan daha hayırlı bir sonuç bulurum". (Elmalı Hamdi Yazır, Hak dini Kuran Dili, Kehf Suresi, 32-36) Bu ayetlerde; sonu büyük hüsran olacak bir kişinin durumu, bir mesel olarak aktarılmıştır. Buradaki kişinin hali, fani dünya aleminde bizlerin nasıl hareket etmesi gerektiğini ve sözlerimizin önemini, eylem ve davranışlarımızın hangi sonuçlara kadar gidebileceğini hatırlatması açısından son derece etkilidir. Bu ayetlerde anlatılan kişinin sözlerindeki "Allah'a karşı gösterilen cüret ve kibir" son derece dikkat çekicidir. Surenin ilk başlarındaki (haşa) "Allah çocuk edindi" diyen sapıkların sözlerindeki gibi batıl inanışlı kimselerdeki cüret ve meydan okuma hali burada da gözlemlenmektedir. Kibirli insanın yanındaki, Allah'a tam teslim olmuş salih kimsenin sözleri de doğru söz ve davranış bakımından ne kadar da ibret vericidir. "37 - Bunun üzerine kendisiyle münakaşa eden arkadaşı da ona şöyle dedi: "Seni topraktan, sonra seni bir damla sudan yaratan, daha sonra da seni insan haline getireni mi inkar ediyorsun? 38 - "Fakat ben iman ederek diyorum ki: O Allah, benim Rabbimdir, ben Rabbime kimseyi ortak koşmam." 39 - "Kendi bağına girdiğin zaman: "Bu Allah'dandır, benim kuvvetimle değil, Allah'ın kuvveti ile olmuştur, deseydin ya! Her ne kadar beni, malca ve evlatça kendinden az görüyorsan da." 40 - Belki Rabbim, bana, senin bağından daha hayırlısını verir; senin bağına ise gökten yıldırımlar gönderir de, bağın yalçın bir toprak haline gelir." 41 - "Yahut, bağının suyu yerin dibine çekilir de bir daha suyunu çıkarıp bağını sulayamazsın." 42 - Derken serveti yok edildi. Bunun üzerine bağına yaptığı masraflara karşı ellerini oğuşturmaya başladı. Bağ, çardakları üzerine yıkılmış kalmıştı, "Ah Keşke Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmasaydım" diyordu. (Elmalı Hamdi Yazır, Hak dini Kuran Dili, Kehf Suresi, 37-42) Sonunda kibirlenen kimse, şu sözüyle hatasını anlar ve yaptıklarının ve söylediği sözlerin bir şirk niteliği taşıdığını düşünerek "Keşke Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım." diyerek pişmanlığını ifade eder. Bu ayetlerden hemen sonra, Hz. Adem ile İblis'in darb-ı meseli Kuran'ı Kerim'in çeşitli yerlerinde zikredildiği gibi burada da konu ile bir bütünlük içinde tekrarlanır. Şeytanın Adem'e (a.s) karşı kibri ve Allah'ın emrini çiğneyerek Adem (a.s) 'e secde etmeyişi önceki ayetlerde aktarılan bağ-bahçe sahibi kibirli insanın kıssası gibi birbiriyle ilişkilidir. Kibre sahip elindekilerle gururlanan insanoğlunun bu davranışı yine peşi sıra gelen Adem-İblis kıssası ile tekrar edilerek bizlere adeta birer ibret vesikası niteliğinde, ayrıca mesajlar vermektedir. Muhammed Ali Sabuni; kıssaların kendi aralarındaki geçişleri ile ilgili olarak; "Yüce Allah önceki âyetlerde iki bağ sahibi kıssasını ve dünya hayatı ile onda bulunan geçici ve aldatıcı nimet ve faydayı darb-ı mesel olarak anlattıktan sonra, bu misalleri anlatmaktaki gayeye dikkat çekti ki, bu da öğüt ve ibret almaktır. (Adem ve İblis kıssası tekrar anlatıldıktan) sonra üçüncü kıssadaki Hz Musa (a.s) ve Hızır (a.s) kıssasındaki enteresan sırları anlatmıştır." şeklinde bir beyanda bulunmuştur. (Safvetüt tefasir, Muhammed Ali Sabuni, Kehf Suresi, 82)
Diğer bir kıssa olan, Hz. Musa (a.s) ve Salih kul [Hızır (a.s)] bahsine de kısaca bakıp, başta zikrettiğimiz ayetleri bu kıssa ile bağdaştırarak anlamaya çalışalım. Hz Musa (a.s) ve Hızır (a.s) kıssası gerçekten de ibretlik bir kıssadır. Orada geçen olaylar (geminin delinmesi, çocuğun öldürülmesi ve yıkılmakta olan duvarın örülmesi) sonuçları itibariyle nice hazineler yüklü bir anlatımı içinde barındıran bu kıssada, Allahü Teala; bizlere her olaya karşı farklı bakış açılarıyla bakmamızın gerekliliğini açıkça ifade etmiştir. Buna rağmen bazı olayların iç yüzünü eğer Allah bildirmezse asla anlayamayacağımızı güzel bir ifadeyle anlatmıştır. Burada olayların muhatabı şahıs olarak bir peygamberin (Hz. Musa (a.s)) olması durumunda bile, eğer Allah'ın dilemesi/yol göstermesi yoksa yaşanan olayların batıni yönlerini anlamada yetersiz kalınabileceği de ayrıca vurgulanmıştır.
"Peygamberler (a.s)'in hükümleri (işlerin) zahirlerine göre bina edilmişlerdir. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v) de, "Biz, zahire göre hüküm veririz; sırları üstlenen ve bilen ise, Allah'dır" buyurmuştur. Bu alimin (salih kul) hükümleri ise, işlerin zahirine değil, tam aksine, işin aslında mevcut olan sebeplere göre bina edilmiştir. Bu böyledir, zira, "zahir" (dış görünüş), hem birinci hem de ikinci meselede bu tasarrufu mubah kılan açık bir sebep bulunmaksızın, insanların malları ve canları hususunda tasarrufta bulunmayı haram kılar. Çünkü, gemiyi delmek, ortada açık bir sebep bulunmaksızın insanın mülkünü eksiltmek demektir. Çocuğu öldürmek de, zahir bir sebep bulunmaksızın, masum bir canı yok etmek demektir. Üçüncü meselede geçen "yıkılmaya yüz tutmuş olan duvarı düzeltmek de" zahiri bir sebep olmaksızın, bir yorgunluk ve meşakkati üstlenmek demektir. Binâenaleyh, bu üç meselede o âlimin hükümleri zahiri sebeplere dayanmamış, tam aksine, işin aslında gözetilmesi gereken sebeplere dayanmıştır ki, bu da o âlime Cenâb-ı Hakk'ın, sayesinde, işlerin içyüzüne vakıf olacağı ve eşyanın hakikatini bilebileceği akli bir kuvvet verdiğine delâlet eder."(Mefatihul Gayb, Fahruddin Razi, Kehf Suresi, 79-82)"
"Bu kıssadan alınacak ders şudur: "Allah'ın mülkünde Allah'ın dileğine uygun olarak meydana gelen şeylerin hikmetine tamamen iman etmelisiniz. Gerçeklik sizden gizli olduğu için siz meydana gelen şeylerin hikmetini anlayamazsınız. Bazen de bu olaylarda size göre bir terslik varmış gibi görünür ve "bu neden oldu, nasıl oldu?" diye sorular sorarsınız. Gerçek şu ki, görünmeyenin (gayb) perdesi kaldırılsa, o zaman meydana gelenin, yaşananın en iyi olduğunu siz de anlayacaksınız. Bazen bir şeyin sizin için kötü olduğu izlenimine kapılsanız bile, sonunda onun sizin için bazı iyi sonuçlara yol açtığını görürsünüz."(Tefhimü'l-Kur'an, Mevdudi, Kehf Suresi, 72-76)
Kıyamet alametlerinden olan Deccalin zuhuru esnasında, ortaya çıkacak olan Deccalin fitnelerinden birisi de; bahse konu olan tevhidden uzaklaşma yoluyla insanların İslam/tevhid itikadını terketmeleri, diğer inançların tesiri altına girmeleri ve Hristiyanların bozuk akidelerinden yola çıkarak bütün dünyayı kasıp kavuracak bir fitne ve fesatlık ateşine çaresizse düşmüş olmalarıdır. Yahudilik ve Hristiyanlıkta ortaya çıkacak olan bu fitne ateşi, belki Müslümanların iman hakikatlerini de bozacak kadar ileri gidecek bir nifak akidesidir. -Allah en doğrusunu bilir- İslam dinine mensup kişilerin hiçbir ihtilafa konu olmayan iman hakikatleri; bu fitne hareketi ile eleştirilip üzerinde yapılan yalan tevil ve yorumlarla sarsılarak ve Hristiyan inançlarına benzetilmeye çalışılmış olacaktır. Bu akide bozulmasıyla birlikte ortaya çıkan tahrifat daha da alevlenerek Müslümanlar arasında, daha önceden görülmemiş yeni zehirli fikir ve akımları ortaya çıkaracağı düşüncesi akla gelebilir. İslam akaidi hakkında, Müslümanların aklında şüpheler meydana getirip, temel inanç esasları, şeytani hevesler doğrultusunda sinsice değiştirilerek Deccal'e bilerek/isteyerek hizmet edilmiş olacaktır. Bu şekilde ortaya çıkan deccaliyet, insanları Allah'a kulluktan alıp batıl düzenin kendisine kul haline getirecektir. Mağara arkadaşlarının o zamanın pagan putperest kültüründen kaçarak, Hz İsa (a.s)'ya gönderilen hak dinin iman esaslarına uyması, sağlam itikadlarını Allah'ın yardımıyla muhafaza etmeye çabalamaları ile yukarıda zikredilen Deccal hadisleri birlikte ele alındığında ahir zamanın bu büyük fitnesinin, bozuk Hristiyan ve Yahudi inanışları ile tüm dünyaya yayılan ve özellikle İslamın inanç esaslarını hedef alan bir düşünce sistemi olabileceği bu meramda akla gelebilir.
Hz. İsa (a.s) nüzulü ve Deccal'in Hz. İsa (a.s) tarafından öldürülecek olması, Hristiyan ve Yahudilerin dünyayı kötülüğe götüren, sapkın ve bozuk düşüncesi, birlikte ilişkilendirilerek düşünülebilir. Deccal'in Ehli sünnet inancına göre Hz. İsa tarafından öldürülecek olması rivayetleri de bu manada oldukça düşündürücüdür. Hadis-i şerifte; "Allah'ın düşmanı olan Mesih-i Deccal, İsa Aleyhisselâmı görünce, tuzun suda eridiği gibi erir. Hz. İsa, onu terk edip bıraksa bile helâk oluncaya kadar eriyip gidecektir. Lâkin Allah, onu bizzat İsa Aleyhisselâmın eliyle öldürür." buyrulmuştur. (Müslim, Kitabü'l-Fiten: 34.) Nevevi'nin rivayetinde geçen Peygamberimizden(s.a.v) nakille "Ve eûzü bike min fitneti’l-mesîhi d- deccâli" (Mesîh Deccâlin fitnesinden sana sığınırım) (Nevevi, El-Ezkar,28) duasında Kuran-ı Kerim'in Mesih olarak isimlendirdiği, Hz. İsa (a.s) nüzulü ile Deccal'in ölümünün ilişkilendirilmesi, Deccal ve Hz. İsa (a.s) arasında güçlü bir bağın olduğunu açıklar. Kehf Suresinden hemen sonra, Kuran-ı Kerim sırasında, Hz. İsa'nın yaratılış özellikleri ve Hrıstiyanların bozuk itikadlarının reddiyesi konumunda 19.sure Meryem suresinin gelmesi de ayrıca üzerinde durulması gerekir. Hz. İsa'ya inandıklarını söyleyen bugünün Hrıstiyanlarının teslis itikadlarının ne derece bozuk olduğu, Deccal'in fitnelerine nasıl hizmet ettiği apaçık ortadadır. Deccal, insanı temiz tevhid inancından uzaklaştıran dolayısıyla İslam fıtratından batıl itikatlara götüren kıyamet alametlerinden büyük bir fitnedir. Günümüz dünyasında, müslüman olduğunu zannettiğimiz pek çok insanın, müslüman görünümleri ile bu deccaliyet düzenine nasıl hizmet ettikleri, insanları temiz akidelerine yabancı kılmak için, basın yoluyla zihinlerde nasıl şüphe ve sorular oluşturmaya gayret sarf ettiklerini görmek için sanırım üstün bir çabaya da gerek yoktur. Hz. İsa (a.s) nüzulü ile Deccalin fikren ve madden öldürülmesi olayı; özelde teslis düşüncesi genelde sapkın fikirli bozulmuş inançların, fıtrata uygun olarak temize çıkarılmasına vesile olacak ve buna bağlı olarak dünyanın çoğunluğunu teşkil eden böyle bozuk akideli insanların, sapkın pagan inanışlarından temizlenmiş bir halde Hatemül Enbiya Peygamberimiz Muhammed (s.a.v)'in dini şeriatine girmelerine sebep olacaktır. Hz. İsa (a.s), bugünkü Hristiyanların ve Yahudilerin anladığı manada, "bir beklenen kurtarıcı Mesih" olarak gelip, "Tanrı Krallığını" tesis edecek bir mahiyette gelmeyecektir. İsevi düşünceye iman ettiğini söyleyip, büyük tahrifatlarla kötülük düzenini inşa eden sapkın fikir sahiplerine, Allah'ın son nizamının esaslarını tatbik ettirecek olan Hz. İsa (a.s), Hak ile Batıl'ın arasını ayıracak bir zat olarak, Allah'ın kıyamet vaadidir. Son peygamber Hz. Muhammed (s.av) gelmiştir ve getirdiği şeriati de kıyamete kadar devam edecektir.
Sonuç olarak; bütün bu yazılanlar toplandığında, Kehf suresi kıyamet zamanına ait nice nakilleri içinde barındıran hikmetlerle dolu bir suredir. Surede mevcut olan her kıssa, üzerinde ayrı ayrı düşünülerek nice hazinelere ulaşılabilecek birer külliyat niteliğindedir. Bütün bu kıssalar, kendi içerinde birbirinden bağımsız gibi görünmelerine rağmen, birbirini destekler mahiyette özelliklere sahip ve birbiriyle son derece ilişkili anlamlar bütününü ihtiva eder. Hadis-i şerifler eşliğinde ve ahir zaman ve kıyamet düşüncesinden hareketle bu sure tekrar tekrar okunduğunda, içerdiği derin manalar üzerine tefekkür deryasına dalmak elzem olacaktır. Deccal ve fitnesinden emin olup Allah'ın muhafazasında olmak için, Kuran'ı Kerim'de bildirilen esaslar çerçevesince peygamberimiz tarafından çizilen nizama göre, bir yaşantımızın ve anlayışımızın olması son derece önemlidir. Aksi halde tevatüren rivayet edilen bu büyük fitneden, kurtuluş asla mümkün olmayacaktır. Deccal'in fitnesi, insanları çepeçevre kuşatıp saracak ve ondan etkilenmemek için Allah'ın korumasından başka bir yol da kalmayacaktır. İnsanlar, deccal fitnesinde yaşadıklarından ve ona hizmet ettiklerinden habersiz temiz bir imanla hayatlarını yaşamaya devam ettiklerini düşüneceklerdir. Bu gaflet ve cehalet hali de Deccal'in fitnesinin, daha çabuk yayılmasına zemin hazırlayacaktır.
İslam dininin temel tevhid akidesini bozmaya çalışarak diğer dinlerin inanışları ile birleştirilmesi; İslam mezheplerinin hükümlerinin birleştirilmesi ve değiştirilmesi yoluyla kafaya göre dini yorumlamaların oluşturulması; dinin kişilerin telkinlerine bırakılması; şeyhlerin, dervişlerin, ulemanın ayrı ayrı kendilerince din anlayışının oluşması; insanların okumaktan ve araştırmaktan aciz olmakla birlikte sadece sohbet kültürü ile bir -öndere- bağlanarak hak yoldan sapmaları; Tv ve internet gibi çeşitli görsel ve yazılı medya ortamlarında dinin temeli olan peygamberimizin sünnet ve hadislerinin inkarı ve hafife alınacak şekilde hareketlerle insanlarda dine ait tüm detaylarla alaycılığın oluşturulması; "sadece Kuran yeter" mantığı ile insanların kendilerince bir din anlayışı tahsis etmeleri; ibadetten yoksun olmakla birlikte, din adına ahkam kesen bir çok görüşün ortaya çıkması; dinin çıkar ve maddiyata alet edilerek para kazanma şekli olarak ortaya çıkması; ayet ve hadisleri anlayacak, okuyabilecek kişilerin azlığı sebebiyle veya bunları anlayanların, okuyanların kendi görüşlerine göre dinin yorumlanması; çeşit çeşit fırkaların maddi imkanlarla desteklenip yeni din anlayışlarının üretilmesi ve bunları takip eden takipçilerinin meydanlara çıkarılması; İslam'ın mesajının en büyük kaynağı olan Kuran'ı Kerim'in ve tamamlayıcısı olan hadis ve sünnetin anlaşılmasının engellenmesi; ömürlerini İslam davasına vakfetmiş sayısız din alimin saygınlığının yitirilmesi veya basite indirgenmesi; İslam mabedlerinin tahrip edilmesi; Allah'ın emir ve yasaklarının çeşitli sebeplerle durum, kişi ve zamanlara göre esnetilerek hükümlerin değiştirilmesi; İslam dininin temelini bozacak daha önceden görülmemiş akide ve inanışların türemesi/türetilmesi; İslam'ın ılımlı/protestan hale getirilmesi için insan elleriyle Kitab'ın bozulması veya hükümlerinin yok sayılarak yumuşatılması; bozuk düşüncelerin yayılması için maddi desteklerle ilimden bi-haber alimlerin ortaya çıkması; Allah'a savaş açmış çeşitli kişilerin müslümanlara plan ve tuzakları...vb; gibi olaylar, günümüzde çıkan veya çıkması muhtemel Deccaliyet fitnelerinden akla gelenlerinden birkaç tanesidir. Münafıkların, İslam görünümleri altında dinin temel dinamiklerine saldırmaları, bunları tartışmalı hale getirmeleri, sonradan müslüman olmuş kişilerin de geçmişlerinde sahip olduğu sapık düşüncelerini, yazılı ve görsel medya yardımıyla aktarmaları, bu fitne düzeninin ayakta kalıp devamına ayrıca yardımcı olacaktır. Nihayetinde Allah (c.c); tüm isyan düzenlerini, deccaliyet sistemlerini, şeytan ve avanelerini tamamiyle yok ederek, nurunu tamamlayacak ve sonunda zafer inananların olacaktır.
Allâhümme innî eûzü bike min azâbi cehennem, ve eûzü bike min azâbi’l-kabri. Ve eûzü bike min fitneti’l-mesîh-id'deccâli. Ve eûzü bike min fitneti’l-mahyâ ve’l-memât.”KAYNAKLAR:
Allah'ım, Cehennem azabından, kabir azabından, Mesîh-id Deccâlin fitnesinden, ölülerin ve dirilerin fitnesinden Sana sığınırım.”(Buhârî, Dualar 37; Ebu Davud, Salat, 184; İbn Mâce, Dua 3; Nevevi/El Ezkar-28)
1. Sahih Buhari, Sahih Müslim,Sünen-i Tirmizi, Sünen-i Ebu Davud, ibn Mace,
2. Hak dini Kuran dili, Elmalı Hamdi Yazır,
3. Mefatihul Gayb,(Tefsiri Kebir), Fahruddin Razi,
4. Envarut-Tenzil ,Kadı Beydavi,
5. Hülasatül Beyan, Mehmet Vehbi Efendi,
6. Kurtubi Tefsiri-El Camiul Ahkamul Kur'an,el-Kurtubi
7. Taberi Tefsiri-Camiul Beyan,imam Taberi
8. Tesfîru'l-Münîr, Vehbe Zuheyli, Risale Yayınları,
9. Fizılâli'l-Kur'ân, Seyyid Kutub,
10. Tefhimü'l-Kur'an,Mevdudi
11. Ölüm-Kıyamet-ahiret ve ahir Zaman Alametleri, İmam Şa'rani, Bedir Yayınevi,
12. . el-Müstedrek, Hakim ve İsmail ibn Rafi
13. El-Ezkar, İmam Nevevi
14. et-Taftazani, Şerhu'l Akaid, Şerhul Mekasıd
0 yorum:
Fayda vermeyen ilimden Allah'a sığınırım. “Allah'ım; bana öğrettiklerinle beni faydalandır, bana fayda sağlayacak ilimleri öğret ve ilmimi ziyadeleştir."
İlim; amel etmek ve başkalarıyla paylaşmak içindir. Niyetimiz hayır, akıbetimiz hayır olur inşallah. Dua eder, dualarınızı beklerim...