Deccal Fitnesi ve Kehf Suresi

Etiketler :

Deccal, دجَلَ “de-ce-le” kökünden türeme bir isimdir. Yalan söylemek, bir şeyi bir şeye karıştırmak, gizlemek ve örtmek manalarına gelir. Kıyamet saatinin büyük alametlerinden birisi, Rasulullah (s.a.v)’in hadislerinde zikrettiği Deccal'in ortaya çıkışıdır. Deccal’e bu isim, hakkı örttüğü ve çok yalan söylediği için verilmiştir. Deccal; mübalağalı ism-i fail olup, anlamı; görülmemiş ve duyulmamış yalanlar söyleyerek hakkı batıla karıştıran, gerçeği ters çeviren demektir. Bazı insanlar deccalin bu yalan ve fitnesine kanıp yolunu saptırırken; Allah-ü Teala, kendisine hakkıyla iman eden insanları imanları üzere sabit kılacaktır. Bu sebeple gerçek mü’minler, Deccal'in yalan ve fitnesine aldanmayacaklardır. Deccal, ahir zamanda ortaya çıkacak büyük bir fitnedir. Bu fitneden müslümanlar olarak korunmamızın yolunu, Rasulüllah (s.a.v) bizlere bildirmiştir. Hadis-i şeriflerde, deccal ile ilgili anlam ve metin olarak birbirine benzeyen çok fazla rivayet mevcuttur. Zikredilen hadislerden bazılarını yazımıza alarak konuyu açmaya çalışalım. Bu hadis-i şeriflerden çoğunluğu, sıhhatli ve güvenilir ölçülere sahip, Kütüb-ü Sitte kaynak hadislerindendir.

Ebû’d-Derdâ (r.a) bildirmiştir: Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm) buyurdu ki:“Her kim Kehf Sûresinin başından on âyeti ezber ederse Deccâl’in fitnesinden korunmuş olur.”(Müslim, Salâti’l-Misâfirîn, 44)
Sizden kim Deccal’e yetişirse, ona Kehf suresinin ilk ayetlerini okusun. Deccal, Şam ile Irak arasında bir mevkide çıkar. Sağa gider ifsat eder, sola gider ifsat eder. Ey Allah’ın kulları! Sebat edin!” (Müslim 2937/110, Tirmizi 2341)

Ebû’d-Derdâ (r.a) bir diğer rivayetinde; Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm) buyurdu ki: “Her kim Kehf Sûresinin başından üç âyet okursa Deccal fitnesinden korunur.” (Tirmizî, Kur’ân’ın Fazîletleri, 5) Bu rivayet hem Müslim’de, hem de Tirmizî’de yer alır.

Huzeyfe'den(r.a) rivayetle; "Deccal çıktığı vakit, beraberinde su ve ateş vardır. Ancak halkın ateş olarak gördügu tatlı sudur; halkın su olarak gördüğü ise yakıcı bir ateştir. Sizden kim o güne ererse, halkın ateş olarak gördüğüne düşmeyi kabul etsin. Çünkü o, tatlı soğuk bir sudur." (Buhari, Fiten 26, Enbiya 50; Müslim, Fiten 105, (2935); Ebû Dâvud, Melâhim 14, (4315)

“Ey insanlar! Allah-ü Teala, Âdem zürriyetini yarattığından beri yeryüzünde Deccal’in fitnesinden daha büyük bir fitne olmamıştır! Allah’ın gönderdiği her Nebi, ümmetini Deccal’den sakındırmıştır! Ben Nebilerin sonuncusuyum, siz de son ümmetsiniz. Şüphe yok ki o (Deccal) sizin içinizde çıkacaktır.” (İbni Mace 4077)

“Kim, Deccal’i duyarsa ondan uzak dursun! Allah’a yemin olsun ki, bir adam ona kendisinin mü’min olduğunu sanarak gider, onun attığı şüphelerden dolayı ona tabi olur!” (Ebu Davud 4319)

 “...Muhakkak ki onun iki gözünün arasında Kâfir yazılıdır. Onun amelini kerih görüp sevmeyen herkes, o yazıyı okur. Yahut her mü’min o yazıyı okur. Bundan sonra şunu kesin olarak bilin ki, sizden hiç kimse ölünceye kadar aziz ve celil olan Rabb’ini göremeyecektir!” (Buhari 2850, Müslim 2931/169)

“Ahlas fitnesi, insanların birbirinden kaçması, malının ve ehlinin yağma edilmesidir. Sonra bolluk fitnesi olacak. Bu fitnenin dumanı, benim Ehl-i Beyt’imden benden olduğunu iddia eden bir adamın ayaklarının altına kadar varacak, hâlbuki o benden değildir! Gerçekte benim dostlarım muttakilerdir. Sonra insanlar, eğreti düzgün olmayan, nizamsız bir adamın başına toplanacaklar. Sonra "düheyma" fitnesi olacak ki bu ümmetten dokunmadığı kimse kalmayacak! Fitne bitti denildiğinde devam edip yaygınlaşacak. O fitne içerisinde, kişi mü’min olarak sabahlayacak, akşama kâfir olarak çıkacaktır. Hatta insanlar iki ayrı gruba ayrılacaklardır. Biri nifaksız iman grubu, diğeri imansız nifak grubudur. Böyle olduğu zaman, o gün yahut ertesi gün Deccal’i bekleyin.” (Ebu Davud 4242)

Yine başka bir rivayette, şu şekilde ilginç bir ibare söz konusudur. "O günlerde araları bozuk olan müminler, Deccal'in hedefi olmaktan kurtulamazlar." (Hakim, Müstedrek, 4:529-530)

Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki: "Rumlar, A'mak ve Dabık nam mahallere inmedikçe kıyamet kopmaz. Onlara karşı Medine'den bir ordu çıkar. Bunlar o gün arz ehlinin en hayırlılarıdır. Bu ordunun askerleri savaşmak üzere saf saf düzen alınca, Rumlar: "Bizden esir edilenlerle aramızdan çekilin de onları öldürelim!" derler. Müslümanlar da: "Hayır! Vallahi sizinle, kardeşlerimizin arasından çekilmeyiz" derler. Bunun üzerine (Müslümanlar) onlarla harb eder. Bunlardan üçte biri inhizama uğrar. Allah ebediyen bunların tevbesini kabul etmez. Üçte biri katledilir, bunlar Allah indinde şehitlerin en faziletlileridir. Üçte biri de muzaffer olur. Bunlar ebediyen fitneye düşmezler. Bunlar İstanbul'u da fethederler. (Fetihten sonra) bunlar, kılıçlarını zeytin ağacına asmış ganimet taksim ederken, şeytan aralarında şöyle bir nida atar: "Mesih Deccal, ailelerinizde sizin yerinizi aldı!" Bunun üzerine, çıkarlar. Ancak bu haber batıldır. Şam'a geldiklerinde (Deccal) çıkar. Bunlar savaş için hazırlık yapıp safları tanzim ederken, namaz için ikamet okunur. Derken İsa İbnu Meryem iner ve onlara gitmek ister. Allah'ın düşmanı, Hazreti İsa'yı görünce, tıpkı tuzun suda erimesi gibi, erir de erir. Eğer bırakacak olsa, (kendi kendine) helak oluncaya kadar eriyecekti. Ancak Allah onu kudret eliyle öldürür, öyle ki onlara, harbesindeki kanını gösterir." (Müslim, Fiten 34, (2897)

Deccal'e tabi olanları tanımlayan bir başka rivayette: "Deccal, doğuda Horasan denilen bir bölgeden çıkar. Yüzleri deri üzerine deri kaplanmış kalkanlar gibi olan bir kavim, ona tabi olurlar.” (İbni Mace 4072)


Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki: "Ümmetimin sonunda yalancı deccaller olacak. Onlar, ne sizin ne de atalarınızın hiç işitmediği şeyleri anlatacaklar. Onlardan sakının!" (Müslim, Mukaddime 6)

"Azameti gökle yer arasını dolduran ve yetmiş bin meleğin tazim ve teşyi ettiği bir sureyi size haber vereyim mi? O sure, "El Kehf" suresi'dir. Her kim Cuma günü onu okursa, Allah Teala bu sebeble o kimsenin diğer cumaya kadar ki ondan sonra da üç gün ilavesi içindeki günahlarını mağfiret eder, ayrıca kendisine semaya kadar erişen bir nur verilir ve deccal fitnesinden korunmuş olur. Her kim yatacağı zaman bu surenin sonundan beş ayet okursa korunur ve gecenin istediği vaktinde de uyandırılır." (Ravi: İsmail İbn Rafi)

"Sizden kim Deccal'e yetişirse Kehf Suresi'nin evvelini onun üzerine okusun. Bu surenin sonu, Deccal'ın fitnesinden kurtuluşunuzdur. "(Sünen-i Ebu Davud, 5/121)

"Her kim Deccal'in ateşi ile ibtila ve imtihan edilirse, Allah'tan yardım istesin ve Kehf Suresi'nin baş tarafındaki ayetleri okusun. Bu suretle Deccal'in ateşi ona karşı soğuk ve selamet olur." (Ölüm-Kıyamet-ahiret ve ahir Zaman Alametleri, İmam Şa'rani, Bedir Yayınevi, s.494)

Yine bir başka rivayet de şöyledir. Bera b. Azib'in bildirdiğine göre sahabeden Üseyd b. Hudayr, Kehf suresini okurken, evinde bulunan at ürkmüş ve depreşmeğe başlamıştı. Bunun üzerine Üseyd: "Ya Rab! Sen afetten koru" diye dua etti. Bunun üzerine onu duman veya bulut gibi bir şey kapladı. Sonra Üseyd, bu olayı Hz. Peygamber (s.a.)'e anlattı. Resulullah: "Oku ey Üseyd. Çünkü o bulut gibi görünen şey Sekine'dir; Kur'an dinlemek için yahut onu tebcil (yüceltme) için inmiştir" buyurdu. (Buhari, Menâkıb, 25; Fedâilü'l-Kur'an, 11; Tirmizi, Fedâilü'l-Kur'an, 6.)

Deccaliyete karşı, Kehf suresinden bir bölümü okumanın koruyuculuğu, hadis-i şeriflerde (başından veya sonundan üç/beş/on ayet okuma gibi tabirlerle) bildirilmiştir. Burada zikrolunan Deccal ve fitne kavramları, sadece ahir zamanın değil, dünya tarihinin en büyük fitnesidir. Peygamberimiz (sav) ise bu fitneyle karşılaşan Müslümanlara, bir çıkış yolu göstermekte ve Kehf suresini okunmasını tavsiye etmektedir. Hadis-i şeriflerin lafız ve manaları incelendiğinde, Kehf suresini okuyanın veya ezberleyenin; bu fitneden emin olabileceği, Allah tarafından korunacağı açıkça ifade edilmiştir. Kehf suresi ile mahfuz olunan kimseler; Deccâl’in fitnesinden Allah’ın himâyesine sarılırlar ve Deccâl’in her türlü pis işlerinden Allah’ın hidâyetine erişirler. Müminler, Deccâl’in aldatıcı tuzaklarından ve oyunlarından, Allah’ın doğru yolu olarak adlandırılan sırat-ı müstekıme Allah’ın izniyle böylece sığınır.
Kehf suresinin başından veya sonundan okunması ile tamamını okumak arasında,  Deccal fitnesine karşı, kişiyi muhafaza etmesine binaen bir fark yoktur. Önemli olan hadislerdeki rivayetlere göre bu sureyi okumanın, müminler için Deccal fitnesine karşı bir kalkan vazifesi olmasıdır. Bu hadis-i şeriflerdeki rivayetlerin, Kuran-ı Kerim okumaya teşvik maksatlı söylendiği zikredilebilir. Büyük bir fitneye karşı insanı rahatlatacak, ruhen dinlendirecek ve ma'nen haz verecek olan Kuran-ı Kerim'i okumaya teşvik edilmesi için söylenmiş olabileceği de akla gelebilir. Lakin bu nakillerdeki ibarelerin işaret ve delaleti; Kuran-ı Kerim okumayı teşviğin yanında; sıklıkla bahsi geçen "Deccal fitnesi" ile özel olarak zikredilen "Kehf suresi" arasında anlamlı bir bağın olduğu hususudur. Tespit edilen bu bağlama göre; Kehf suresinin ayetlerinin manalarına, çeşitli tefsir kitaplarından nakille elimizden geldiğince değinerek mevzuyu biraz irdeleyelim.

Kehf Suresi ismi; içinde söz konusu edilen "mağara arkadaşları" anlamına gelen "Ashâb-ı Kehf" den  gelmektedir. Ashab-ı Kehf, bir mağarada yıllarca uyuduktan sonra tekrar uyanan, sayılarını Allah'ın bildiği kişilerin oluşturduğu bir topluluktur. Putperest imparatorun baskısından bir mağaraya sığınan bu topluluk, orada yıllarca uyku hâlinde kalmıştır. Ashab-ı Kehf'in hikâyesi, öldükten sonra tekrar dirilişin, zihinlerimizde idrak edilebilmesi için, uyku teşbihi ile örneklendirilerek, kıssa biçiminde aktarılmıştır. Kehf sûresi 110 ayettir. Mekke'de nâzil olmuştur. 28, 83, 101. ayetlerinin Medine'de nâzil olduğuna ilişkin bir rivayet de vardır. Mushafta sırası itibarıyla 18, iniş sırasına göre ise 69. suredir. Bu sure "elhamdülillah" ibaresiyle başlayan beş sureden biridir. Bu şekilde başlayan sureler: Fatiha, En'am, Kehf, Sebe ve Fâtır sureleridir. Sureye bu şekildeki bir başlangıç, insanın Yüce Allah'a olan kulluğunu, insanın Allah'ın nimet ve lütuflarını kabul edişini, Yüce Allah'ın şan ve şerefinin övülmesini, onun azamet, celal ve kemalinin insan tarafından itiraf edilmesini okuyana hissettirmektedir. (Vehbe Zuheyli, et-Tesfîru'l-Münîr, Risale Yayınları, 8/175.) 

Kehf Suresinin ana konusu, Allah ile insan arasındaki bağlantının, çift kutuplu tabiatıdır. Bir yandan yaratan-yaratılan arasındaki mahiyet farkına vurgu yapılırken, her  zaman ve durumda insanın Rabbine olan fıtri ihtiyacı, kesin bir dille bu surede ifade edilir. Kehf Suresi içinde 5 önemli kıssa barındırır ki hepsi birbirinden farklı hikmetlerle doludur. Bu kıssalar: * Mağara Arkadaşları kıssası *İki bağ sahibi darb-ı meseli * Adem- iblis kıssası  * Musa (a.s)- Hızır (Salih Kul) kıssası  * Zülkarneyn darb-ı meseli'dir. 

Kehf Suresi; kıyamet alametlerine karşı insana ikaz niteliği taşıyan hikmetleri ve zikrolunan kıssalardaki müteşabih ifadeleri sebebiyle, farklı bir sure konumundadır. Kehf suresi, içinde derin hikmetler barındıran, günümüzün pek çok sorununa cevap niteliği taşıyan ibretlik bir yapıya sahiptir. Surenin sayılan bu kıssaları; asla dinsiz zümrelerin iddia ettiği gibi süslü cümlelerle yazılmış birer öykü niteliğinde olmayıp, hikmet ve nasihatlerle dolu incelikleri ihtiva eden eşsiz ibret hazineleridir. Surenin içerdiği bu kıssaların tefsirine dair çıkarımları, kaynaklarımızdan istifade etmeye devam edelim.

Kehf Suresi'nin yukarıda zikredilen hadislere konu olan surenin başında geçen ayetlerin mealini vererek konuya giriş yapalım. Daha sonra İslam dünyasında çokça okunan ve bilinen çeşitli tefsirlerden konuyla ilgili kısımları alıntı yaparak mevzuyu biraz daha derinleştirelim.

1- Hamd, o Allah'a mahsustur ki kulu (Muhammed'e) kitabı indirdi ve ona hiçbir eğrilik koymadı.2- Onu dosdoğru (bir kitap) olarak (indirdi) ki katından gelecek şiddetli azaba karşı (insanları) uyarsın ve yararlı işler yapan müminlere kendileri için güzel bir mükafat bulunduğunu müjdelesin.3- Onlar orada sürekli kalacaklardır.4- Ve "Allah çocuk edindi" diyenleri de uyarsın.5- Bu hususta ne kendilerinin, ne de atalarının hiçbir bilgisi yoktur. Ağızlarından çıkan söz ne büyük bir iftiradır. Onlar, yalandan başka bir şey söylemiyorlar.6- (Ey Muhammed!) Demek onlar, bu söze (kitaba) inanmazlarsa, onların peşinde üzüle üzüle kendini helak edeceksin! 7- Biz yeryüzündeki şeyleri kendisine süs olsun diye yarattık ki, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim. 8- Şüphesiz biz, yeryüzünde olanları kupkuru bir toprak yapacağız.9- Yoksa sen Ashab-ı Kehf'i ve Rakim'i (isimlerinin yazılı bulunduğu taş kitabeyi) şaşılacak âyetlerimizden mi sandın? 10- O gençler mağaraya sığınınca şöyle dediler: "Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve bizim için şu işimizden bir kurtuluş yolu hazırla"(Hak dini Kuran dili, Elmalı Hamdi Yazır, Kehf Suresi,1-10)

Fahruddin Razi, surenin nüzul sebebi ile ilgili olarak, Kureyşlilerin Peygamber Efendimize Asırlar önce mağarada kaybolan gençlerin durumu, Doğu ve Batıya ulaşabilen Seyyahın durumu ve Ruhun durumu hakkında bilgi almak amacıyla üç soru sorduğunu ve Peygamber Efendimizin (s.a.v) "inşallah" demeden "yarın cevaplarım" demesi üzerine vahyin onbeş gün süre ile kesildiğini aktarır. (Mefatihul Gayb, Fahruddin Razi, Kehf Suresi 1-2) ilk ayette hamd edildikten sonra Kuran-ı Kerim'in uyarıcı niteliği belirtilip, onda asla bir 'eğrilik' olmadığı vurgulanmıştır. '(Allah onun) içinde hiçbir eğrilik yapmadı' ifadesi, 'Bunda hiçbir şüphe yoktur' ifadesi gibi, "Kayyimen" kelimesi; 'dosdoğru, başkasının faydasına olan şeyleri yerine getiren' vasfı da, 'müttakiler için hidayettir' vasfı gibi olmuştur. Kuranın "kayyim-en" oluşu ile, insanların hidayetine sebep olması ve adetâ çocukların velayet işlerini üzerine alan bir kayyim gibi olmasıdır. Binâenaleyh bir çocuğun işlerini gören terbiye eden insanlar gibi; Kur'ân da okuyucusuna ve beşeri ruhlara karşı, o çocuğun işlerini yerine getiren, hizmetini gören, şefkatli, onun üzerine titreyen bir mürebbî gibidir." manasında alınabileceği, yine Fahruddin Razi tarafından zikredilmiştir.(Mefatihul Gayb, Fahruddin Razi, Kehf Suresi-1-2)

Kuranın mesajını doğru anlayan müslümanların mükafatlandırılacağı, ilgili ayette aktarıldıktan hemen sonra itikadla doğrudan bağlantılı sapık inanışlara ait çarpıcı bir reddiye yapılmıştır. Yukarıda zikrolunan ilk 4, 5 ve 6 numaralı ayetlerde,  Hz. İsa hakkında iftiralarda bulunan toplum için, bizlere sunulan hitab-ı ilahi oldukça dikkat çekici mahiyettedir. İlk ayetlerde Kuran-ı Kerim'in uyarmak için geldiği ifade edildikten hemen sonra, (haşa) "Allah çocuk edindi" diyenleri uyarmanın ayrıca zikredilmesi, bu küfrün ne derece büyük olduğunu ifade etmek içindir. Bunlar için burada ayrıca bir cezanın zikredilmemiş olması, daha önce inen Kuran ayetlerinde, Hristiyanlar hakkında elim bir azabın olacağı söylendiği içindir. Hristiyanların atalarının uydurdukları tevehhümleri, tam bir cehalet içinde söylemeye devam etmeleri ve taklide yönelerek Allah (c.c) ve Hz. İsa (a.s) için (haşa) Baba ve Oğul isnadına devam etmeleri ve bu iftiraya bilerek veya bilmeyerek devam ettikleri ifade edilmiştir. Ağızlarından çıkan sözün büyüklüğü ve bu sözü söylemeye insanların nasıl cüret ettiklerini belirtmesi açısından da bu ayetler son derece önemlidir. (Envarut-Tenzil ,Kadı Beydavi, Kehf Suresi 4-6) Ehl-i kitaptan olan Hristiyan ve Yahudi toplumunun sapık inanışlarının, hemen surenin başlarında bu şekilde zikredilmesi ile yukarıda yazımızın başında zikrettiğimiz hadisler arasında bir ilginin olduğu düşünülebilir. Kehf suresinin başında geçen Allahü Teala'ya çocuk isnadı iftirası ile ilgili ayet-i celileyi, özel olarak Hristiyan dünyasında var olan teslis inancı ve Yahudi dünyasındaki "Oğul edinme" düşüncesi  bağlamında şu şekilde de okuyabiliriz.

"Vacip Tealâ'ya veled ittihaz etti" diyen kâfirlerin ve babalarının veled ittihazına lâzım gelen fesada ve bu sözün fenalığına asla ilimleri yoktur. Zira; Bu sözü onlar cahil ve vehm-i kâ-zib üzere söylerler, bir delile istinâd ve tahkike ibtinâ ederek söylemezler, babalarını taklid ederlerse de bu hususa dair babalarının da ilimleri yoktur. Şu halde gerek mukallid olan evlâd ve gerek taklid olunan babalar cümlesi cehalet-i kâmile üzere bina-yı kelâm ederler. Çünkü; söyledikleri sözlerine Allah'ı mahlûkata teşbih, teşrik ve velede ihtiyaç gibi bir takım fesat lâzım geldiğini düşünmüyorlar. Eğer bu fesadı düşünebilselerdi Allah'a veled isnad etmezlerdi, ağızlarından çıkan kelimenin cezası ne acayip büyük' oldu ki onlar o kelimenin büyük cinayet olduğunu fark edecek kadar ilme malik değillerdir. Zira; bu sözü söylemezler, ancak yalan ve iftira olarak söylerler, kendi kitaplarında böyle bir şey olmadığı halde kitaplarına dahi isnadla bühtan ederler. Binaenaleyh Allah'ın veled ittihaz etmesi muhal olduğuna ilimleri tealluk etmediği beyan olunmuştur. Çünkü; veled yok ki ilimleri taalluk etsin." (Hülasatül Beyan, Mehmet Vehbi Efendi, Kehf Suresi 4-6)

Kehf suresi; "(Haşa) Allah için oğul isnadı" meselesi üzerine surenin daha ilk başlarında değinerek okuyanlara ibretlik bir mesaj vermektedir. Özelde Yahudi ve Hristiyanların, genel anlamda müşriklerin bu şekilde  Allahü Teala'ya çocuk isnadı çirkinliğinin Arabi lügat açısından incelemesindeki keskinliği de şöyle görebiliriz. "Söyledikleri yalandan başka bir şey değildir." Bu cümlede olumsuzluğu ifade etmek için "ma" olumsuzluk edatı yerine "in" edatı kullanılıyor. Çünkü "in" edatı sonundaki zorunlu sükun (hareketsizlik)dan dolayı kesinlik ifade etmektedir. "Ma" edatında ise, sonundaki uzatmadan kaynaklanan bir yumuşaklık vardır. Kuşkusuz "ma" yerine "in" edatının kullanılması bu düşüncede olan müşriklerin tutumlarının iğrençliğinin daha net biçimde vurgulanması ve ağızlarından çıkan bu ağır iftiranın yalan olduğunun pekiştirilmiş bir ifadeyle gözler önüne serilmesi amacına yöneliktir. (Fizilalil Kuran, Seyyid Kutup, Kehf Suresi, 4-6) Bu mesele müşriklerin sapık inançlarını irdelemek açısından şu şekilde bir tasnife tabi tutulabilir. (Haşa) "Allah'ın çocuğu olduğunu söyleyenler" üç gruba ayrılır. 1) Meleklerin, (haşa) Allah'ın kızları olduğunu söyleyen kâfir-müşrik Araplar. 2) Hz. İsa'nın, Allah'ın oğlu (Haşa) olduğunu söyleyen Hristiyanlar zümresi 3) Hz. Üzeyr'in, (Haşa) Allah'a oğul olduğunu söyleyen Yahudiler; olarak bu sapık inanç, bu şekilde tasnif edilebilir.  Allah'ın çoluk-çocuğu olduğunu söylemenin büyük bir küfür olduğu akaid uleması tarafından akli ve nakli deliller ile açıkça ortaya konmuştur. Bu mesele daha ayrıntılı biçimde Meryem suresinde ayrıca incelenmiştir. (Mefatihul Gayb, Fahruddin Razi, Kehf Suresi 4-6)

Surede; bu ayetlerden hemen sonra ilk kısım ayetlerle bir bağ halinde geçen Mağara arkadaşları kıssasında; Kehf Suresi'nin 10. ayetinde sözü edilen gençlerin bir mağaraya sığınarak toplumun pis pagan inançlarından ve kötü şartlarından korunmak istedikleri ve Hz. İsa'ya inen Hak Dine inanmak için çektikleri zorluklar, anlatılmaya başlanmıştır. Cerir et-Taberi, Eshabı Kehf kıssasındaki durumu izah ederken, putperest kral Dakyanus'un baskısından kurtulmak isteyen Hz. İsa'ya inen Hak Dini kabul etmiş olan gençlerin, Kraldan kurtulmak için mağaraya saklandıklarını, yanlarında bulunan az yiyecekle iktifa ettiklerini ve bu durumda bile mallarından bazılarını sadaka olarak çevredekilere dağıttıklarını aktarmıştır. Dakyanus'un emri ile mağara girişi kapatılmış açlık ve susuzluktan ölmeleri için her türlü baskı gençlere yapılmıştır. Kralın yanlarında bulunan askerlerden iki kişi, bu gençlerin kimlikleri belli olsun diye bir kitabeye isimlerini yazıp mağara duvarı örülürken içeri koymuştur. Uzun bir müddet uyku halinde kalan gençler yıllar sonra uyanarak başlarından geçen bütün olayları öğrenmişlerdir. (Taberi Tefsiri, Kehf Suresi 9-19)

Ashab-ı Kehf Kıssasının; ayetlerinden anlaşıldığına göre, Kehf Ehli'nin mağaraya sığınmalarının nedeni dönemin baskıcı inançsız sisteminin oluşturduğu zor ortamdır. Bu ortam içerisinde kendi fikirlerini rahatça söyleyemeyen, inançlarını doğru bir şekilde baskılara maruz kalmadan yaşayamayan, iman hakikatlerini ve doğru inançlarını topluma anlatamayan, Allah'ın dinini gerektiği gibi tebliğ etmeleri engellenen Kehf Ehli, çözümü bu toplumdan uzaklaşarak bir mağaraya sığınmakta bulmuştur. Ancak bu durum, uzaklaşıp bekleme manasında olmayıp, Allah'ın kendileri hakkında göstereceği yola uymak anlamında anlaşılmalıdır. Kehf Ehlinin teslimiyeti aynı zamanda kadere boyun eğmenin ve Allah'ın kendileri hakkında vereceği hükme de razı gelmenin bir işareti sayılabilir. 

Kehf Ehli mağaraya sığınmış, yaptıkları işleri Allah'ın kolaylaştırması, kendilerine rahmetinden yayması için sürekli dua etmişlerdir.  İşte bu kıssa; böyle fitne toplumunun ortaya çıktığı dönemlerde Allah'a sığınmanın dua ve iltica ederek sadece O'na kulluk edip O'ndan yardım istemenin ve toplumun fesat yönlerinden kendimizi uzaklaştırmanın en doğru yol olduğunu 
bizlere göstermektedir.  Başka bir tefsirde buradaki durum, farklı bir bakış açısıyla şu şekilde izah edilir. "İşte burada o gençlerin durumu açık ve kesin olarak ortaya çıkıyor. Bu hususla hiçbir tereddüt ve bocalama yok. Bunlar bedenî yapıları da, imanları da sağlam genç yiğitlerdir. Kavimlerinin durumlarını da şiddetle kınıyorlar. Gerçekten yollar ayrılmıştır. Bu yolların bir daha birleşmesi söz konusu değildir. Öyleyse inanç uğrunda milletinden uzaklaşmak gerekmektedir..." (Seyyid Kutub, Fizılâli'l-Kur'ân, Kehf Suresi,13)

Ashabı Kehf'in mağarada ne kadar kaldıkları da tartışma konusu olmuş ve bu konu hakkında çeşitli fikirler ortaya atılmıştır. Lakin bu fikirleri tartışmak anlamsızdır. Doğrusu Allah'ın söylediğidir. Sonraki kıssalarda da görüleceği üzere Allah'ın bildirdiğinin dışındaki görüşler ancak kuru bir laf olarak kalır. Taberi de bu durumu şöyle izah etmiştir. "Allah Teala bu âyette, çeşitli olaylar ve süreler hakkında kesin bilgileri olmadığı halde fikir yürütenlere itibar edilemeyeceğini, ihtilaf eden gruplardan birinin, diğerinden daha doğru söylendiğini ancak kendisinin bileceğini ve bizlere de bildireceğini beyan etmektedir. Buradan anlaşılıyor ki sadece akılla idrak edilemeyecek şeyler hakkında hüküm vermeye kalkışılmamalıdır. Nitekim Ashab-ı Kehf’in mağarada ne kadar kalmış olduğu hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüş olmasına rağmen, doğrusunu ancak Allah Teala beyan etmiştir." (Taberi Tefsiri, Kehf Suresi-22)

Kehf kıssasından sonra peşi sıra gelen ayetlerde dünya hayatının kibrine kapılmış olan bir misali daha Allahü Teala bizlere bildirir. 32 - Onlara, şu iki adamı misal olarak anlat: Biz bunlardan birine her türlü üzümden iki bağ vermişiz, her ikisinin etrafını hurmalarla donatmışız, aralarında da bir ekinlik yapmışız. 33 - İki bağın ikisi de yemişlerini vermiş, hiçbir şey noksan bırakmamış, ikisinin ortasından bir de nehir akıtmışız. 34 - İki bağın sahibinin ayrıca başka geliri vardı. Bundan dolayı bu adam arkadaşıyla münakaşa ederken: "Ben malca senden daha zengin ve insan sayısı bakımından da senden daha güçlü ve üstünüm" dedi. 35 - Adam, bu şekilde kendine zulmederek bağına girdi ve şöyle dedi: "Bunun hiç yok olacağını sanmıyorum" 36 - "Kıyametin kopacağını da zannetmem. Şayet Rabbimin huzuruna götürülürsem, muhakkak orada bundan daha hayırlı bir sonuç bulurum". (Elmalı Hamdi Yazır, Hak dini Kuran Dili, Kehf Suresi, 32-36) Bu ayetlerde; sonu büyük hüsran olacak bir kişinin durumu, bir mesel olarak aktarılmıştır. Buradaki kişinin hali, fani dünya aleminde bizlerin nasıl hareket etmesi gerektiğini ve sözlerimizin önemini, eylem ve davranışlarımızın hangi sonuçlara kadar gidebileceğini hatırlatması açısından son derece etkilidir. Bu ayetlerde anlatılan kişinin sözlerindeki "Allah'a karşı gösterilen cüret ve kibir" son derece dikkat çekicidir. Surenin ilk başlarındaki (haşa) "Allah çocuk edindi" diyen sapıkların sözlerindeki gibi batıl inanışlı kimselerdeki cüret ve meydan okuma hali burada da gözlemlenmektedir. Kibirli insanın yanındaki, Allah'a tam teslim olmuş salih kimsenin sözleri de doğru söz ve davranış bakımından ne kadar da ibret vericidir. "37 - Bunun üzerine kendisiyle münakaşa eden arkadaşı da ona şöyle dedi: "Seni topraktan, sonra seni bir damla sudan yaratan, daha sonra da seni insan haline getireni mi inkar ediyorsun? 38 - "Fakat ben iman ederek diyorum ki: O Allah, benim Rabbimdir, ben Rabbime kimseyi ortak koşmam." 39 - "Kendi bağına girdiğin zaman: "Bu Allah'dandır, benim kuvvetimle değil, Allah'ın kuvveti ile olmuştur, deseydin ya! Her ne kadar beni, malca ve evlatça kendinden az görüyorsan da." 40 - Belki Rabbim, bana, senin bağından daha hayırlısını verir; senin bağına ise gökten yıldırımlar gönderir de, bağın yalçın bir toprak haline gelir." 41 - "Yahut, bağının suyu yerin dibine çekilir de bir daha suyunu çıkarıp bağını sulayamazsın." 42 - Derken serveti yok edildi. Bunun üzerine bağına yaptığı masraflara karşı ellerini oğuşturmaya başladı. Bağ, çardakları üzerine yıkılmış kalmıştı, "Ah Keşke Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmasaydım" diyordu. (Elmalı Hamdi Yazır, Hak dini Kuran Dili, Kehf Suresi, 37-42) Sonunda kibirlenen kimse, şu sözüyle hatasını anlar ve yaptıklarının ve söylediği sözlerin bir şirk niteliği taşıdığını düşünerek "Keşke Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım." diyerek pişmanlığını ifade eder. Bu ayetlerden hemen sonra, Hz. Adem ile İblis'in darb-ı meseli Kuran'ı Kerim'in çeşitli yerlerinde zikredildiği gibi burada da konu ile bir bütünlük içinde tekrarlanır. Şeytanın Adem'e (a.s) karşı kibri ve Allah'ın emrini çiğneyerek Adem (a.s) 'e secde etmeyişi önceki ayetlerde aktarılan bağ-bahçe sahibi kibirli insanın kıssası gibi birbiriyle ilişkilidir. Kibre sahip elindekilerle gururlanan insanoğlunun bu davranışı yine peşi sıra gelen Adem-İblis kıssası ile tekrar edilerek bizlere adeta birer ibret vesikası niteliğinde, ayrıca mesajlar vermektedir. Muhammed Ali Sabuni; kıssaların kendi aralarındaki geçişleri ile ilgili olarak; "Yüce Allah önceki âyetlerde iki bağ sahibi kıssasını ve dünya hayatı ile onda bulunan geçici ve aldatıcı nimet ve faydayı darb-ı mesel olarak anlattıktan sonra, bu misalleri anlatmaktaki gayeye dikkat çekti ki, bu da öğüt ve ibret almaktır. (Adem ve İblis kıssası tekrar anlatıldıktan) sonra üçüncü kıssadaki Hz Musa (a.s) ve Hızır (a.s) kıssasındaki enteresan sırları anlatmıştır." şeklinde bir beyanda bulunmuştur. (Safvetüt tefasir, Muhammed Ali Sabuni, Kehf Suresi, 82) 

Diğer bir kıssa olan, Hz. Musa (a.s) ve Salih kul [Hızır (a.s)] bahsine de kısaca bakıp, başta zikrettiğimiz ayetleri bu kıssa ile bağdaştırarak anlamaya çalışalım. Hz Musa (a.s) ve Hızır (a.s) kıssası gerçekten de ibretlik bir kıssadır. Orada geçen olaylar (geminin delinmesi, çocuğun öldürülmesi ve yıkılmakta olan duvarın örülmesi) sonuçları itibariyle nice hazineler yüklü bir anlatımı içinde barındıran bu kıssada, Allahü Teala; bizlere her olaya karşı farklı bakış açılarıyla bakmamızın gerekliliğini açıkça ifade etmiştir. Buna rağmen bazı olayların iç yüzünü eğer Allah bildirmezse asla anlayamayacağımızı güzel bir ifadeyle anlatmıştır. Burada olayların muhatabı şahıs olarak bir peygamberin (Hz. Musa (a.s)) olması durumunda bile, eğer Allah'ın dilemesi/yol göstermesi yoksa yaşanan olayların batıni yönlerini anlamada yetersiz kalınabileceği de ayrıca vurgulanmıştır.

"Peygamberler (a.s)'in hükümleri (işlerin) zahirlerine göre bina edilmişlerdir. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v) de, "Biz, zahire göre hüküm veririz; sırları üstlenen ve bilen ise, Allah'dır" buyurmuştur. Bu alimin (salih kul) hükümleri ise, işlerin zahirine değil, tam aksine, işin aslında mevcut olan sebeplere göre bina edilmiştir. Bu böyledir, zira, "zahir" (dış görünüş), hem birinci hem de ikinci meselede bu tasarrufu mubah kılan açık bir sebep bulunmaksızın, insanların malları ve canları hususunda tasarrufta bulunmayı haram kılar. Çünkü, gemiyi delmek, ortada açık bir sebep bulunmaksızın insanın mülkünü eksiltmek demektir. Çocuğu öldürmek de, zahir bir sebep bulunmaksızın, masum bir canı yok etmek demektir. Üçüncü meselede geçen "yıkılmaya yüz tutmuş olan duvarı düzeltmek de" zahiri bir sebep olmaksızın, bir yorgunluk ve meşakkati üstlenmek demektir. Binâenaleyh, bu üç meselede o âlimin hükümleri zahiri sebeplere dayanmamış, tam aksine, işin aslında gözetilmesi gereken sebeplere dayanmıştır ki, bu da o âlime Cenâb-ı Hakk'ın, sayesinde, işlerin içyüzüne vakıf olacağı ve eşyanın hakikatini bilebileceği akli bir kuvvet verdiğine delâlet eder."(Mefatihul Gayb, Fahruddin Razi, Kehf Suresi, 79-82)"

Kurtubî; bu kıssayı keramet ve velayet ile ilişkilendirerek şöyle der: Âyetlerin ve mütevâtir haberlerin de gösterdiği gibi, velî kulların kerametleri vardır. Bunları, inanmayan bid'atçi veya sapık fasıktan başkası inkâr etmez. Velilerin keramet gösterdiğine dair âyetler, Hz. Meryem için yazın kış meyvelerinin, kışın da yaz meyvelerinin olduğunu bildiren âyetler gibidir. Ayrıca Meryem'in eliyle meydana gelen şeyler de, kerametin hak olduğunu gösterir. Zira Hz Meryem, kuru hurma ağacını sallamış ve ağaç meyve vermiştir. Halbuki Meryem bir peygamber değildi. Yine, gemiyi delmek, çocuğu öldürmek ve duvarı doğrultmak gibi, Hızır'ın eliyle meydana gelen olaylar da bunu göstermektedir. (Kurtubi Tefsiri-El Camiul Ahkamul Kur'an, Kehf Suresi, 80)

Bu kıssada geçen Hz. Musa’nın yol arkadaşı olan “ledünnî ilim sahibi kul” Hz. Hızır'ın insan olmadığı esasında bir melek olduğu görüşü de kimi tefsirlerde ifade edilmiştir. Tefsir usulünde, aykırı bazı fikirleri olması sebebiyle çoğu müfessirden farklı görüşleri bulunan Mevdudi; Hz. Hızır’ın bir melek olduğu fikrinde durarak, kıssadan çıkarılacak ders olarak şu açıklamayı yapmıştır:

"Bu kıssadan alınacak ders şudur: "Allah'ın mülkünde Allah'ın dileğine uygun olarak meydana gelen şeylerin hikmetine tamamen iman etmelisiniz. Gerçeklik sizden gizli olduğu için siz meydana gelen şeylerin hikmetini anlayamazsınız. Bazen de bu olaylarda size göre bir terslik varmış gibi görünür ve "bu neden oldu, nasıl oldu?" diye sorular sorarsınız. Gerçek şu ki, görünmeyenin (gayb) perdesi kaldırılsa, o zaman meydana gelenin, yaşananın en iyi olduğunu siz de anlayacaksınız. Bazen bir şeyin sizin için kötü olduğu izlenimine kapılsanız bile, sonunda onun sizin için bazı iyi sonuçlara yol açtığını görürsünüz."(Tefhimü'l-Kur'an, Mevdudi, Kehf Suresi, 72-76)

Hz. Musa (a.s) ve Hz. Hızır (a.s) kıssası; bazı olayların iç yüzünde farklı işlerin olabileceğini ve bunların ancak Allah'ın insanlara bildirmesiyle akıl edilebileceğini ortaya koyar. Benzer anlatımlar ve sırlar;  Kehf suresinde geçen diğer bir kıssa olan Zül-Karneyn kıssası için de geçerlidir. Çünkü bu kıssa da peygamberimize soruları yöneltenleri ciddi bir şekilde uyarmaktadır. Zülkarneyn Kıssası, Taberi tefsirinde şöyle anlatılır. "Ye'cüc ve Me'cüc’ün fesat çıkarmasından korkan kavim, Zülkarneyn'e, kendileriyle onların arasına bir set yapmasını, buna karşılık ona vergi vermeyi teklif etmiş fakat Zülkarneyn buna tenezzül etmeyerek; "Rabbimin bana verdiği mülk ve imkânlar, sizin aranızda toplayarak bana vereceğiniz ücretten daha hayırlıdır" demiştir. Zülkarneyn onlardan sadece işçilik yapmalarını ve malzeme temin etmelerini istemiştir. Ve onlara şöyle demiştir: "Bana demir kütleleri getirin". Bunun üzerine onlar istenen şeyleri getirmişler. Zülkarneyn iki dağın arasını düzleyip kapatacak şekilde demirden bir set yapmış sonra onlara demiştir ki: "Ateş yakıp körükleyin". Demirleri kızdırıp akkor haline getirince tekrar onlardan erimiş bakır isteyip onu demirlerin üzerine dökmüştür. Böylece meydana gelen seddi Ye'cüc ve Me'cüc ne aşabilmişler ne de delebilmişlerdir. Bu işin tamamlanmasından sonra Zülkarneyn, Allah'a hamd ederek şöyle demiştir. "Bu yaptığım set, Allah tarafından, kullarına bir lütuf ve rahmettir. Zira rabbim bu set vasıtasıyla Ye'cüc ve Me'cüc’ün şerlerini insanlardan uzaklaştırmıştır. Ancak Ye'cüc ve Me'cüc'ün galip gelme vakti veya kıyamet gelince rabbim bu seddi yerle bir edecektir. Rabbimizin, Ye'cüc ve Me'cüc'ün galip geleceğine veya kıyametin kopacağına dair olan vaadi haktır". Biz, kıyamette insanları birbirleriyle veya önlerindeki seddi aşarak gelen Ye'cüc ve Me'cüc ile yahut insanları cinlerle birbirlerine girip dalgalanır halde bırakacağız. (Taberi Tefsiri-Camiul Beyan, Kehf Suresi 83-98) 

Mevdudi; bu kıssaya sosyolojik bir yorum yaparak farklı bir bakış açısıyla şöyle der: Bu kıssada, Zülkarneyn şahsında tüm peygamberlerin emir ve yasaklarını hiçe sayan, bütün meselelerde Peygamberi yok sayıp hafife alanlar,  peygamberin bildirdiklerinden başka kendi kafalarına göre farklı bir yol tutanlar şu şekilde eleştirilmiştir.  "Zü'l-Karneyn korunma için en güçlü duvarlardan birini inşa etmiş olmasına rağmen yine de gerçek güvencesi, Allah'tı inşa ettiği "duvar" değildi. O duvarın ancak Allah dilediği sürece kendisini düşmanlarından koruyabileceğine ve Allah dilerse onda çatlakların, deliklerin oluşacağına inanıyordu. Oysa siz onunla karşılaştırıldığında önemsiz ve küçük bazı bina ve evlere sahip olduğunuz halde, tüm felaketlere karşı kendinizi emin ve korunmuş sanıyorsunuz. Kur'an bu sûrede Peygamber'i(a.s) safdışı bırakmaya çalışanların oyunlarını yine kendine çevirmektedir."  şeklinde ayetlere değişik bir izah getirmiştir. (Tefhimü'l-Kur'an,Mevdudi, Kehf Suresi) Buradaki düşünce tarzı şu zamanda bile aktif olarak devam eden bir yaklaşım olarak yıllar öncesinden dile getirilen sünnet ve hadis düşmanlığı tehlikesinin habercisi niteliğindedir. Peygamberi saf dışı bırakma çabalarının ne kadar boş bir uğraş olduğunu göstermek açısından bu ayetlerin üzerinde durulmasında ayrıca önem vardır. Zülkarneyn kıssası üzerinde çok çeşitli araştırmalar yapılmış, çeşitli kitaplarda bu konu, ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Yapılan seddin mahiyeti, seddin dünyada mı yoksa dünya dışı başka bir yerde mi olduğu gibi yer özellikleri, bozguncu kavimlerin kişisel özellikleri, bu bozguncuların kimler olduğu gibi durumlar hakkında çeşitli fikirler öne sürülmüştür. En doğrusunu Allah bilir. Zülkarneyn kıssası, İçeriği bakımından ibretlik bir kıssa olduğu gibi gelecekte olması muhtemel olaylara ışık tutması bakımından da son derece mühimdir.

Buraya kadar izah etmeye çalıştığımız ayetleri toparlayacak olursak; Allah-u Teala; Kehf suresinde Kuran-ı Kerim'in mahiyeti, Müminlerin vasıfları, Hz. İsa hakkında yalan ve iftirada bulunan, (Hıristiyan ve Yahudi gibi) kafirlerin durumu, yaratılış gayesi, zulüm ve baskılar sonucunda mağaraya sığınmış imanlı arkadaşların hicretleri ve hikmetli davranışları, Allah'ın imanlı kimseleri muhafazası,  kıyamet gününde yeryüzünün durumu, ahiret gününün varlığı, ölümden sonra yeniden dirilmenin olacağı, Allah'ın dilemesi ile her işin olabileceği, işlerin batıni ve zahir yönleri, kibirli insanların ve şeytana uymakta ısrar eden insanların/toplumların durumu, işlerde Allah'ın ilminin ve takdirinin önemi, Zülkarneyn'in ibretlik kıssası gibi konu başlıkları ifade edilmiştir. 

Ayetlerde birbiriyle irtibatlandırılarak aktarılabilecek olan husus  4, 5 ve 6. ayetlerde geçen "(Haşa) Allah çocuk edindi" diyen kafirlerin durumu ve özelde Hristiyanların Hz. İsa (a.s) hakkında yalan iftiraları bahsidir. Konu bütünlüğü bakımından da son derece önemli olan bu husus, Hz. İsa (a.s) hakkında 'oğul' isnadını söyleyen Hristiyanların bu ayetlerde ne denli büyük bir suç ve günah sahibi oldukları açıkça ifade edilmiştir. Yukarıda izah edilen hadislerle birlikte bu ilk on ayet ele alındığında Deccal ve fitnesi ile bozuk itikadler, tevhid inancından kopuşlar, Hristiyanlıktaki teslis sapıklığı arasında güçlü bir ilişki mevcut olduğu dile getirilebilir.  

Kıyamet alametlerinden olan Deccalin zuhuru esnasında, ortaya çıkacak olan Deccalin fitnelerinden birisi de; bahse konu olan tevhidden uzaklaşma yoluyla insanların İslam/tevhid itikadını terketmeleri, diğer inançların tesiri altına girmeleri ve Hristiyanların bozuk akidelerinden yola çıkarak bütün dünyayı kasıp kavuracak bir fitne ve fesatlık ateşine çaresizse düşmüş olmalarıdır. Yahudilik ve Hristiyanlıkta ortaya çıkacak olan bu fitne ateşi, belki Müslümanların iman hakikatlerini de bozacak kadar ileri gidecek bir nifak akidesidir. -Allah en doğrusunu bilir- İslam dinine mensup kişilerin hiçbir ihtilafa konu olmayan iman hakikatleri; bu fitne hareketi ile eleştirilip üzerinde yapılan yalan tevil ve yorumlarla sarsılarak ve Hristiyan inançlarına benzetilmeye çalışılmış olacaktır. Bu akide bozulmasıyla birlikte ortaya çıkan tahrifat daha da alevlenerek Müslümanlar arasında, daha önceden görülmemiş yeni zehirli fikir ve akımları ortaya çıkaracağı düşüncesi akla gelebilir. İslam akaidi hakkında, Müslümanların aklında şüpheler meydana getirip, temel inanç esasları, şeytani hevesler doğrultusunda sinsice değiştirilerek Deccal'e bilerek/isteyerek hizmet edilmiş olacaktır. Bu şekilde ortaya çıkan deccaliyet, insanları Allah'a kulluktan alıp batıl düzenin kendisine kul haline getirecektir. Mağara arkadaşlarının o zamanın pagan putperest kültüründen kaçarak, Hz İsa (a.s)'ya gönderilen hak dinin iman esaslarına uyması, sağlam itikadlarını Allah'ın yardımıyla muhafaza etmeye çabalamaları ile yukarıda zikredilen Deccal hadisleri birlikte ele alındığında ahir zamanın bu büyük fitnesinin, bozuk Hristiyan ve Yahudi inanışları ile tüm dünyaya yayılan ve özellikle İslamın inanç esaslarını hedef alan bir düşünce sistemi olabileceği bu meramda akla gelebilir. 

Ehli Sünnet inancına göre; Hz. İsa (a.s) Hıristiyanlar/Yahudiler tarafından öldürülmemiş ve Allah katına yükseltilmiştir. "Bu (kalplerinin mühürlenmiş ve lanetlenmiş olmalarının bir sebebi olarak), bir de inkarlarından, Meryem'e büyük bir iftirada bulunmalarından ve: 'Meryem oğlu İsa Mesih'i, Allah'ın elçisini öldürdük' demelerinden ötürüdür. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar, fakat onlara öyle göründü. Ayrılığa düştükleri şeyde doğrusu şüphededirler, bu husustaki bilgileri ancak sanıya uymaktan ibarettir, kesin olarak onu öldürmediler, bilakis Allah onu kendi katına yükseltti. Allah Güçlü'dür, Hakim'dir. Kitap ehlinden, ölmeden önce, İsa'ya inanmayacak yoktur. O, gerektiği gibi inanmadıklarından, kıyamet günü onların aleyhine şahit olur." (Nisa-156-159/Diyanet Meali) Hadis-i şeriflerden bir örnekte; Peygamber Efendimiz (s.a.v) "Hayatım Kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Meryem oğlu İsa'nın adaletli bir hâkim olarak içinize inmesi yakındır." (Buharî, Büyû: 102; Mezalim: 31; Enbiya: 49; Müslim, Kitabü'l-İman: 242; Ebû Davud, Melahim: 14) şeklinde buyurmuştur. Kitab ve sünnette geçen ifadelerden Hz.İsa'nın nüzulü ile ilgili mütevatir derecesinde kayıtların olduğu görülmektedir. Büyük Kelam alimlerinden Sadeddin Taftazanî, Şerhu'l-Makasıd ve Şerhu'l Akaid eserinde, Hz. İsa'nın nüzulü ile ilgili birçok sahih hadis bulunduğunu ve bunların mütevatir manada olduğunu kaydetmiştir. ( et-Teftazani, Şerhu'l-Makasıd, Hatime, 8) Ayrıca ehli sünnetin inanç esaslarını anlatan Bedül Emali kasidesi Aliyyül Kari şerhi'nde de bu konu detaylıca izah edilmiştir. (Bedül Emali, Osman El Uşi, 31) Hz. İsa'nın nüzulü inancı kimi mezheplerce suistimal edilmeye açık bir konu olduğundan itikadi olarak üzerinde ayrıntılı bilgi edinmekte fayda vardır. Aksi halde birçok insan; bu konuda İslam'ın genel inançlarına aykırı sözler sarfeden sapık görüşlerin tesiri altına girebilmektedir. Bu konunun ayrıntıları İslamın temel eserlerinde, fıkıh ve akaid kitaplarında ayrıntılı olarak zikredilmiştir. Bu alanlarda araştırma yapılarak detaylı bilgiler öğrenilebilir. (Bkz. Bedül Emali Kasidesi Şerhi)

Hz. İsa (a.s) nüzulü ve Deccal'in Hz. İsa (a.s) tarafından öldürülecek olması, Hristiyan ve Yahudilerin dünyayı kötülüğe götüren, sapkın ve bozuk düşüncesi, birlikte ilişkilendirilerek düşünülebilir. Deccal'in Ehli sünnet inancına göre Hz. İsa tarafından öldürülecek olması rivayetleri de bu manada oldukça düşündürücüdür. Hadis-i şerifte; "Allah'ın düşmanı olan Mesih-i Deccal, İsa Aleyhisselâmı görünce, tuzun suda eridiği gibi erir. Hz. İsa, onu terk edip bıraksa bile helâk oluncaya kadar eriyip gidecektir. Lâkin Allah, onu bizzat İsa Aleyhisselâmın eliyle öldürür." buyrulmuştur. (Müslim, Kitabü'l-Fiten: 34.) Nevevi'nin rivayetinde geçen Peygamberimizden(s.a.v) nakille "Ve eûzü bike min fitneti’l-mesîhi d- deccâli" (Mesîh Deccâlin fitnesinden sana sığınırım) (Nevevi, El-Ezkar,28) duasında Kuran-ı Kerim'in Mesih olarak isimlendirdiği, Hz. İsa (a.s) nüzulü ile Deccal'in ölümünün ilişkilendirilmesi, Deccal ve Hz. İsa (a.s) arasında güçlü bir bağın olduğunu açıklar. Kehf Suresinden hemen sonra, Kuran-ı Kerim sırasında,  Hz. İsa'nın yaratılış özellikleri ve Hrıstiyanların bozuk itikadlarının reddiyesi konumunda 19.sure Meryem suresinin gelmesi de ayrıca üzerinde durulması gerekir.  Hz. İsa'ya inandıklarını söyleyen bugünün Hrıstiyanlarının teslis itikadlarının ne derece bozuk olduğu, Deccal'in fitnelerine nasıl hizmet ettiği apaçık ortadadır. Deccal, insanı temiz tevhid inancından uzaklaştıran dolayısıyla İslam fıtratından batıl itikatlara götüren kıyamet alametlerinden büyük bir fitnedir. Günümüz dünyasında, müslüman olduğunu zannettiğimiz pek çok insanın, müslüman görünümleri ile bu deccaliyet düzenine nasıl hizmet ettikleri, insanları temiz akidelerine yabancı kılmak için, basın yoluyla zihinlerde nasıl şüphe ve sorular oluşturmaya gayret sarf ettiklerini görmek için sanırım üstün bir çabaya da gerek yoktur. Hz. İsa (a.s) nüzulü ile Deccalin fikren ve madden öldürülmesi olayı;  özelde teslis düşüncesi genelde sapkın fikirli bozulmuş inançların, fıtrata uygun olarak temize çıkarılmasına vesile olacak ve buna bağlı olarak dünyanın çoğunluğunu teşkil eden böyle bozuk akideli insanların, sapkın pagan inanışlarından temizlenmiş bir halde Hatemül Enbiya Peygamberimiz Muhammed (s.a.v)'in dini şeriatine girmelerine sebep olacaktır. Hz. İsa (a.s), bugünkü Hristiyanların ve Yahudilerin anladığı manada, "bir beklenen kurtarıcı Mesih" olarak gelip, "Tanrı Krallığını" tesis edecek bir mahiyette gelmeyecektir. İsevi düşünceye iman ettiğini söyleyip, büyük tahrifatlarla kötülük düzenini inşa eden sapkın fikir sahiplerine, Allah'ın son nizamının esaslarını tatbik ettirecek olan Hz. İsa (a.s), Hak ile Batıl'ın arasını ayıracak bir zat olarak, Allah'ın kıyamet vaadidir. Son peygamber Hz. Muhammed (s.av) gelmiştir ve getirdiği şeriati de kıyamete kadar devam edecektir. 

Kehf suresinin son on ayeti de bu fikirler ışığında tekrar incelendiğinde, Hz. İsa (a.s) ve onun yok edeceği deccaliyet fitnesi arasında nice hikmetli sonuçlar çıkarılabilir. Kıssanın sonlarına doğru ayetlerin tefsirinde surenin başlarındaki, (haşa) "Allah çocuk edindi" hitabına ve özelde Hz. İsa (a.s) ayetlerine yapılan atıf tekrarlanmıştır. Buradaki 'evlad isnadı' mevzusu iğrenç bir fitne olması ve insanlığın büyük çoğunluğunu esir etmesi açısından, surenin sonunda tekrar edilerek ikaz niteliği açısından bizlere ifade edilmiştir. 99-110 numaralı ayetlerin de mealine bakarak buradaki hikmetleri de okuyalım.


"99-Biz o gün (kıyamet günü) onları bırakıvermişizdir. Dalgalar halinde birbirlerine girerler, Sûr'a da üfürülmüştür. Böylece onların hepsini bir araya toplamışızdır. 100-Ve cehennemi o gün kâfirlere öyle bir göstereceğiz ki! 101-Onlar ki, beni hatırlatan âyetlerimden gözleri bir örtü içindeydi. İşitmeye de tahammül edemiyorlardı. 102-O kâfirler, beni bırakıp da kullarımı dostlar edineceklerini mi sandılar? Doğrusu biz cehennemi o kâfirlere bir konukluk olarak hazırladık. 103-De ki: Amelleri en çok boşa gidenleri size bildirelim mi? 104-Onların dünya hayatında çalışmaları boşa gitmiştir. Oysa onlar güzel işler yaptıklarını sanıyorlardı. 105-İşte onlar, Rabblerinin âyetlerini ve O'nun huzuruna çıkacaklarını inkâr etmişlerdir de bu yüzden iyilik altında yaptıkları bütün amelleri boşa gitmiştir. Artık kıyamet günü onlar için hiçbir ölçü tutturmayız. 106-İşte böyle, onların cezaları cehennemdir. Çünkü inkâr etmişler ve benim âyetlerimi, peygamberlerimi alaya almışlardır. 107-İman edip salih ameller işleyenlere gelince, onlar için Firdevs cennetleri konak olmuştur. 108-İçlerinde ebedî olarak kalacaklar, oradan hiç ayrılmak istemeyeceklerdir. Bu hatırlatma ve uyarmayı yeterli görmeyip de daha fazla açıklama isteyenlere karşı ey Muhammed! 109-Deki: "Eğer Rabbimin sözlerini yazmak için deniz mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, deniz muhakkak tükenecekti, bir mislini daha yardımcı getirsek bile." 110-De ki: "Ben de sizin gibi ancak bir beşerim. Ne var ki, bana ilâhınızın ancak bir ilâh olduğu vahyolunuyor. Onun için her kim Rabbine kavuşmayı arzu ederse iyi amel işlesin ve Rabbine yaptığı ibadete hiç kimseyi ortak etmesin." (Hak dini Kuran dili, Elmalı Hamdi Yazır, Kehf Suresi,1-10) 

Taberi; konu ile ilgili ayetleri şu şekilde tefsir etmiştir. "Daha sonra Sûr'a üfürülünce de gelmiş geçmiş bütün insanları bir araya getireceğiz ve kâfirlerin, bizzat gözleriyle görmeleri için cehennemi onlara göstereceğiz. Zira bu kâfirlerin, Benim varlığımı ispat eden delillere karşı gözleri perdeliydi. Onlar, bu delillere bakıp düşünemezlerdi. İnkâr ve isyan içinde olduklarından şer tarafları kendilerine galip geliyor ve böylece kulakları benim emirlerimi işitmiyordu. Kâfirler beni bırakıp da benim yarattığım İsa'yı veya Melekleri yahut şeytanları ya da putları dost edinmelerinin doğru bir şey olduğunu mu sanıyorlar? Bu asla doğru bir şey değildir. Bilakis onların aleyhlerinedir. Beni bırakıp da dost edindikleri varlıklar kıyamet gününde kendilerinden uzaklaşacaklardır. Biz de kâfirler için konak olarak cehennemi hazırlamışızdır. Onların kaçıp sığınacakları başka bir yer de yoktur. Ey Muhammed! seninle tartışan ve bâtıl şeyleri ileri sürerek seni uğraştırmak isteyen Yahudi ve Hıristiyanlara de ki: "Ben sizlere, yapmış oldukları amellerden fayda elde edeceklerini sandıkları halde en çok zarara uğrayanların kimler olduklarını haber vereyim mi? Onlar, dünya hayatında yaptıkları doğru olmayan bu sebeple de amelleri boşa giden kimselerdir. Onlar, bu amelleri işlerken Allah'a itaat ettiklerini ve böylece güzel şeyler yaptıklarını sanıyorlardı. Yaptıkları ameller sebebiyle en çok zarara uğrayanlar, Rablerinin âyet ve delillerini ve onun huzuruna çıkıp hesap vereceklerini inkâr edenlerdir. Bu yüzden onların amelleri iptal edilmiş, âhirette kendilerine fayda verecek bir sevapları kalmamıştır. Kıyamet gününde biz onların yaptıkları amellere hiçbir kıymet vermeyeceğiz. Onların amellerinin sevap bakımından hiçbir ağırlığı yoktur. İşte bunların Allah'ı inkâr etmeleri ve onun âyetlerini ve peygamberlerini alaya almaları yüzünden varacakları yer cehennemdir." (Taberi Tefsiri-Camiul Beyan, Kehf Suresi 99-110)

Sonuç olarak; bütün bu yazılanlar toplandığında, Kehf suresi kıyamet zamanına ait nice nakilleri içinde barındıran hikmetlerle dolu bir suredir. Surede mevcut olan her kıssa, üzerinde ayrı ayrı düşünülerek nice hazinelere ulaşılabilecek birer külliyat niteliğindedir. Bütün bu kıssalar, kendi içerinde birbirinden bağımsız gibi görünmelerine rağmen, birbirini destekler mahiyette özelliklere sahip ve birbiriyle son derece ilişkili anlamlar bütününü ihtiva eder. Hadis-i şerifler eşliğinde ve ahir zaman ve kıyamet düşüncesinden hareketle bu sure tekrar tekrar okunduğunda, içerdiği derin manalar üzerine tefekkür deryasına dalmak elzem olacaktır. Deccal ve fitnesinden emin olup Allah'ın muhafazasında olmak için, Kuran'ı Kerim'de bildirilen esaslar çerçevesince peygamberimiz tarafından çizilen nizama göre, bir yaşantımızın ve anlayışımızın olması son derece önemlidir. Aksi halde tevatüren rivayet edilen bu büyük fitneden, kurtuluş asla mümkün olmayacaktır. Deccal'in fitnesi, insanları çepeçevre kuşatıp saracak ve ondan etkilenmemek için Allah'ın korumasından başka bir yol da kalmayacaktır. İnsanlar, deccal fitnesinde yaşadıklarından ve ona hizmet ettiklerinden habersiz temiz bir imanla hayatlarını yaşamaya devam ettiklerini düşüneceklerdir. Bu gaflet ve cehalet hali de Deccal'in fitnesinin, daha çabuk yayılmasına zemin hazırlayacaktır.  

İslam dininin temel tevhid akidesini bozmaya çalışarak diğer dinlerin  inanışları ile birleştirilmesi; İslam mezheplerinin hükümlerinin birleştirilmesi ve değiştirilmesi yoluyla kafaya göre dini yorumlamaların oluşturulması; dinin kişilerin telkinlerine bırakılması; şeyhlerin, dervişlerin, ulemanın ayrı ayrı kendilerince din anlayışının oluşması; insanların okumaktan ve araştırmaktan aciz olmakla birlikte sadece sohbet kültürü ile bir -öndere- bağlanarak hak yoldan sapmaları; Tv ve internet  gibi çeşitli görsel ve yazılı medya ortamlarında dinin temeli olan peygamberimizin sünnet ve hadislerinin inkarı ve hafife alınacak şekilde hareketlerle insanlarda dine ait tüm detaylarla alaycılığın oluşturulması; "sadece Kuran yeter" mantığı ile insanların kendilerince bir din anlayışı tahsis etmeleri; ibadetten yoksun olmakla birlikte, din adına ahkam kesen bir çok görüşün ortaya çıkması; dinin çıkar ve maddiyata alet edilerek para kazanma şekli olarak ortaya çıkması; ayet ve hadisleri anlayacak, okuyabilecek kişilerin azlığı sebebiyle veya bunları anlayanların, okuyanların kendi görüşlerine göre dinin yorumlanması; çeşit çeşit fırkaların maddi imkanlarla desteklenip yeni din anlayışlarının üretilmesi ve bunları takip eden  takipçilerinin meydanlara çıkarılması; İslam'ın mesajının en büyük kaynağı olan Kuran'ı Kerim'in ve tamamlayıcısı olan hadis ve sünnetin anlaşılmasının engellenmesi; ömürlerini İslam davasına vakfetmiş sayısız din alimin saygınlığının yitirilmesi veya basite indirgenmesi; İslam mabedlerinin tahrip edilmesi; Allah'ın emir ve yasaklarının çeşitli sebeplerle durum, kişi ve zamanlara göre esnetilerek hükümlerin değiştirilmesi; İslam dininin temelini bozacak daha önceden görülmemiş akide ve inanışların türemesi/türetilmesi; İslam'ın ılımlı/protestan hale getirilmesi için  insan elleriyle Kitab'ın bozulması veya hükümlerinin yok sayılarak yumuşatılması; bozuk düşüncelerin yayılması için maddi desteklerle ilimden bi-haber alimlerin ortaya çıkması;  Allah'a savaş açmış çeşitli kişilerin müslümanlara plan ve tuzakları...vb; gibi olaylar, günümüzde çıkan veya çıkması muhtemel Deccaliyet fitnelerinden akla gelenlerinden birkaç tanesidir. Münafıkların, İslam görünümleri altında dinin temel dinamiklerine saldırmaları, bunları tartışmalı hale getirmeleri, sonradan müslüman olmuş kişilerin de geçmişlerinde sahip olduğu sapık düşüncelerini, yazılı ve görsel medya yardımıyla aktarmaları, bu fitne düzeninin ayakta kalıp devamına ayrıca yardımcı olacaktır. Nihayetinde Allah (c.c); tüm isyan düzenlerini, deccaliyet sistemlerini, şeytan ve avanelerini tamamiyle  yok ederek, nurunu tamamlayacak ve sonunda zafer inananların olacaktır. 

Yukarıda zikredilen tüm hadis metinlerindeki fitnelere karşı, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), müminlerin kuru kuru beklemeyi bırakıp, salih amel işlemeleri gerektiğini ifade ederek şöyle buyurmuştur: "Yedi şeyden önce amelde acele edin: Unutturucu fakirliği mi bekliyorsunuz? Tuğyan ettirip azdırıcı zenginliği mi bekliyorsunuz? İfsad edici hastalığı mı bekliyorsunuz? Aklınızı götürecek ihtiyarlığı mı bekliyorsunuz? Ani ölüm mü bekliyorsunuz? Deccali mi bekliyorsunuz. Bu beklenen gaib bir şerdir. Yoksa kıyameti mi bekliyorsunuz? Kıyamet ise hepsinden kötü, hepsinden daha acıdır." (Tirmizi, Zühd 4, (2308), Nesai, Cenaiz 123, (4, 4) İnsanın kendi ölümü, onun kıyameti ve başına gelen en büyük hadisesidir. Bu bilinç etrafında ahir zaman fitnelerine karşı uyanık olunmalı, her daim nefsi temizlemenin yolları aranmalıdır. Her türlü deccaliyet düzeninden uzaklaşarak İslam fıtratında kalabilmenin ne kadar mühim olduğu unutulmamalıdır. Meydana gelebilecek nifaklarla dolu, fitne ve fesat sistemi deccaliyet uğrunda her türlü işin de meşru hale dönüşebileceği her daim düşünülmelidir. Hadislerde zikrolunan "Fitne bitti denildiğinde devam edip yaygınlaşacak. O fitne içerisinde, kişi mü’min olarak sabahlayacak, akşama kâfir olarak çıkacaktır." (Ebu Davud 4242) hitabının keskinliği ile herkesin bu fesat sistemine dahil olacağı ve büyük bir sıkıntılı dönemlerden ancak Allah'a ve Rasülü Muhammed (a.s) 'a hakkıyla iman etmiş kişilerin, Kuran'ı Kerim'in ve sahih sünnetlerin hikmetlerine sığınarak kurtulabileceği hatırdan çıkarılmamalıdır. (En doğrusunu Allahü Teala bilir) 

Kehf Suresi, bu bağlamda dikkatlice tekrar tekrar okunarak, ahir zaman fitnelerine karşı tedbirli olmak ve her daim dua ile Allah'a sığınmak, bir müslüman olarak herkesin asli sorumluluğudur. Allah; anlayışımızı ve basiretimizi arttırıp, ufkumuzu açsın inşallah. Son olarak; Peygamber Efendimizin (s.a.v) bizlere deccal fitnesinden korunmak için, sürekli okumayı tavsiye ettiği şu dua ile sözümüzü noktalayalım. 
10/03/2011
Kadir PANCAR

Allâhümme innî eûzü bike min azâbi cehennem, ve eû­zü bike min azâbi’l-kabri. Ve eûzü bike min fitneti’l-mesîh-id'deccâli. Ve eûzü bike min fitneti’l-mahyâ ve’l-memât.”
Allah'ım, Cehennem azabından, kabir azabından, Mesîh-id Deccâlin fitnesinden, ölülerin ve dirilerin fitnesinden Sana sığınırım.”(Buhârî, Dualar 37; Ebu Davud, Salat, 184; İbn Mâce, Dua 3; Nevevi/El Ezkar-28)
 KAYNAKLAR:
1. Sahih Buhari, Sahih Müslim,Sünen-i Tirmizi, Sünen-i Ebu Davud, ibn Mace,  
2. Hak dini Kuran dili, Elmalı Hamdi Yazır,
3. Mefatihul Gayb,(Tefsiri Kebir), Fahruddin Razi,
4. Envarut-Tenzil ,Kadı Beydavi, 
5. Hülasatül Beyan, Mehmet Vehbi Efendi,  
6. Kurtubi Tefsiri-El Camiul Ahkamul Kur'an,el-Kurtubi
7. Taberi Tefsiri-Camiul Beyan,imam Taberi
8. Tesfîru'l-Münîr, Vehbe Zuheyli, Risale Yayınları,
9. Fizılâli'l-Kur'ân, Seyyid Kutub, 
10. Tefhimü'l-Kur'an,Mevdudi
11. Ölüm-Kıyamet-ahiret ve ahir Zaman Alametleri, İmam Şa'rani, Bedir Yayınevi, 
12. . el-Müstedrek, Hakim ve İsmail ibn Rafi
13. El-Ezkar, İmam Nevevi 
14. et-Taftazani, Şerhu'l Akaid, Şerhul Mekasıd
15. Bed'ül Emali, Osman el Uşi

0 yorum:

Fayda vermeyen ilimden Allah'a sığınırım. “Allah'ım; bana öğrettiklerinle beni faydalandır, bana fayda sağlayacak ilimleri öğret ve ilmimi ziyadeleştir."

İlim; amel etmek ve başkalarıyla paylaşmak içindir. Niyetimiz hayır, akıbetimiz hayır olur inşallah. Dua eder, dualarınızı beklerim...

En Çok Okunan Yazılar

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!