Net Fikir » Tüm Yazılar
Namazda Müdrik Bahsi
Müdrik (namazı imamla birlikte kılan kimse) Hakkında Meseleler
300- Müdrik, namazın başından sonuna kadar fasılasız olarak imama uyan ve bütün rekatleri imamla beraber kılan kimsedir. İmama ilk rekatın rükûunda yetişen, o rekata yetişmiş ve müdrik adını almış olur.
Namaza imam ile beraber başlamanın fazileti pek büyüktür. Bu hususta aşağıdaki meseleler ortaya çıkar:
301- Bir kimse tek başına bir farz namaza başladıktan sonra, bulunduğu yerde cemaatla o farz namaz kılınmaya başlansa bakılır: Eğer tek başına namaz kılmakta olan henüz secdeye varmamış ise, namazı bırakıp imama uyar. Böylece cemaat sevabını kazanmaya koşar. Bu müstahabdır. Eğer bir kez secdeye varmış ise, bakılır: Kıldığı namaz sabah veya akşam namazı ise, yine namazını bırakır ve imama uyar. Fakat bunların ikinci rekatı için secdeye varmışsa, artık namazı bırakmayıp tamamlar, imama uyamaz. Çünkü sabah namazından sonra nafile kılınamayacağı gibi, üç rekatlı bir namaz da nafile kılınamaz.
Öğle namazı gibi dört rekatlı bir farz ise, kıldığı bir rekata bir rekat daha ilave eder, teşehhüdde bulunur ve selam vererek imama uyar. Evvelce kıldığı o iki rekat namaz nafile olmuş olur. Böyle bir namazın üçüncü rekatında bulunup da henüz secdesine varmamış ise, hemen ayakta veya oturarak selam verip namazdan çıkar ve imama uyar. Yalnız başına kıldığı iki rekat yine bir nafile olmuş olur. Fakat bu namazın üçüncü rekatını secde ile bağlasa, artık bunu tamamlar, farzını kılmış olur. Bu namaz, öğle veya yatsı olduğuna göre de, kendi farzını kıldıktan sonra imama uyabilir. İmam ile kılacağı bu namaz bir nafile olmuş olur. Fakat ikindi namazında ise, imama uyamaz; çünkü ikindi namazından sonra nafile kılınması mekruhtur.
302- Nafile bir namaza başlamış olan bir kimse, yanında cemaatla namaza başlanınca, bu nafileyi iki rekat olmak üzere tamamlar. Ondan sonra selam verip cemaata katılır. Üçüncü rekata kalkmış ise, onu da dörde tamamladıktan sonra cemaata katılır.
Bundan cenaze namazı müstesnadır. Şöyle ki: Böyle nafileye başlamış olan kimse, kılınmaya başlanan bir cenaze namazının kaçırılacağından korkarsa, kılmakta olduğu namazı hemen bırakıp cenaze namazı için imama uyar. Sonra nafileyi kaza eder. Çünkü cenaze namazının kazası yoktur.
303- Cemaatle sabah namazına başlanmış olduğunu gören kimse, cemaate yetişebileceğini zannederse hemen sabah namazının sünnetini kılar. Gerek görürse, "Sübhaneke" ile "Eûzü"yü ve sure ilavesini bırakıp yalnız Fatiha suresi ile rükû ve sücudda birer tesbih ile yetinebilir. Ondan sonra imama uyar. Fakat cemaate yetişeceğini hiç zannetmiyorsa, sünnete başlamayıp imama uyar; artık bu sünneti kaza edemez. Eğer sünnete başlamış ise, onu tamamlar, bırakmaz.
Fakat öğle, ikindi ve yatsı namazları böyle değildir. Bunların cemaatla kılınmaya başlanmış olduğunu gören kimse, bunların sünnetini kılmadan imama uyar. Sonra öğlenin dört rekat sünnetini kaza eder. İkindinin sünnetini vaktin kerahetinden dolayı kaza edemez. Yatsı namazının dört rekat sünnetini, bir gayri müekked sünnet olduğu için dilerse kaza eder, dilerse kaza etmez.
304- Vaktin çıkacağını veya cemaatin tamamen kaçırılacağını kesinlikle anlayan kimse, sünnetleri kılmayacağı gibi, kendisinde bulunan az bir pisliği gidermekle uğraşamaz. Fakat başka bir cemaat bulabileceğinden emin olan kimse, az necaseti gidermeden namaza başlamaz; bu daha faziletlidir. Böylece namazı ittifakla sahih duruma geçer.
Kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sad. Ali Fikri Yavuz,Ravza Yayınları
Doğu Türkistanı Hatırlamak
İslâm âleminin unutulmaması gereken önemli kriz bölgelerinden biri de Doğu Türkistan’dır. Biz de mübarek Ramazan vesilesiyle bu bölgeden özetle söz etmek ve oradaki Müslümanların hak mücadelesiyle ilgili duygularımızı, duyarlılıklarımızı tazelemek istedik.
"Doğu Türkistan davasına sahip çıkmaya isimle başlamak gerekir. Çin yönetimi bu bölge üzerindeki gayri meşru işgalini kökleştirmek ve buranın kimliğini değiştirmek amacıyla ismini değiştirme yoluna gitti. Yani İslâm âleminin işgal altında olan pek çok bölgesinde oynanan isim üzerinden kimlik değişikliği oyunu burada da oynandı. Burası Büyük Türkistan veya Uluğ Türkistan diye adlandırılan bölgenin doğusunu oluşturduğundan Doğu Türkistan olarak adlandırılır. Tarihi kaynaklarda da bu isimle anılır. Çin yönetimi, bağımsızlık ve özgürlüğünü elinden alarak işgal altına soktuğu bu bölgenin adını Sinkiang olarak değiştirdi. Çincede Yeni Ülke anlamına geliyormuş. Tabii burası yeni ülke değil. Oldukça köklü bir tarihe sahip. Yüzyıllar boyunca önemli bir siyasi hakimiyetin merkezi olmuş.
Doğu Türkistan tarihte altı buçuk asır boyunca Büyük Hun İmparatorluğu’nun merkezi olmuş, sonraki dönemlerde de arka arkaya muhtelif Türk devletlerinin hâkimiyeti altında kalmıştır. Karahanlılar döneminde bölge halkının çoğunluğu Müslüman oldu. 1760’ta Çin - Mançur istilasına uğradı. Bu dönemde büyük zulme maruz kalan bölge halkı zaman zaman işgalcilere isyan etti. 1865’te Yakup Bey’in öncülüğünde yürütülen mücadeleyle işgalciler çıkarılarak Kaşgar Hanlığı adıyla bağımsız devlet kuruldu ve o da Osmanlı hilafetine tabi oldu. Fakat sadece 12 yıl ayakta kalabildi ve 1877’de Yakub Bey’in ölümünden sonra yeniden Çin işgaline uğradı. Çin işte bu işgalden itibaren isimlerden başlayarak yoğun bir asimilasyon faaliyeti başlattı.
Müslümanlar zaman zaman başkaldırdılar ve 12 Kasım 1933’te Şarki Türkistan İslâm Cumhuriyeti adıyla bağımsız bir devlet kurdular. Fakat Rusların devreye girmesiyle bu devlet yıkıldı ve toprakları Rusya - Çin işbirliğiyle işgal edildi.Doğu Türkistan Müslümanları Mao devriminden önceki Çin’e karşı 1944’te ayaklandı ve bağımsızlık ilan ettiler. Ancak kurulan Şarki Türkistan Cumhuriyeti adlı bağımsız devlet sadece beş yıl ayakta kaldı ve Mao devriminden sonra Çin Halk Cumhuriyeti adını alan devlet bölgeyi yeniden işgal etti.
Komünist Çin’in işgalinden sonra da Müslümanlara yönelik yoğun baskı ve asimilasyon faaliyeti başlatıldı. Onları dinlerinden uzaklaştırma ve ateist yapma amacına yönelik baskılar arttı. Müslümanların çocuklarına inançlarını ve dinî yaşayışlarını öğretmeleri engellendi. Özellikle yetişen neslin Müslümanca yaşamasının önlenmesi için yakın takip başladı. Müslümanlar dinî kimliklerinden dolayı dışlandı ve kötü muamelelere maruz kaldılar. Bütün bu haksızlıklara ve baskılara karşı zaman zaman topluca tepki gösterdi, başkaldırılar gerçekleştirdiler. Komünist Çin bu başkaldırıları çok katı bir şekilde şiddete başvurarak bastırdı. Bu şiddet sebebiyle başkaldırıların bastırılmasında çok sayıda Müslüman hunharca katledildi.
Çin yönetimi sadece Müslümanlara baskı yapmakla yetinmeyerek onların yoğun olduğu bölgelere diğer bölgelerden Çinlileri getirip yerleştirerek nüfus kaydırması yaptı. Bu uygulamanın amacı Müslümanları kendi bölgelerinde zayıf düşürmek ve onların hak arama mücadelelerine karşı sadece askeri güçleri değil aynı zamanda birtakım sivil unsurları da devreye sokmaktı. Bundan dolayı sadece nüfus kaydırması yapmakla yetinmeyerek nakledilen gayrimüslim göçmenlerde Müslümanlara karşı kin ve düşmanlık duygularının kökleşmesini amaçlayan provokatif bir stratejiyi devreye soktu. 2009 Temmuz’unun başlarında yaşanan olaylar da işte bu stratejinin bir ürünüydü. Söz konusu olaylar göçmenlerin tahrik amaçlı faaliyetlerinden dolayı başladı ve Çin güvenlik güçleri de çıkan çatışmaları bahane ederek Müslümanlara karşı aşırı bir şiddete başvurdu. O zaman camilerden bile göçmenlerin tahriklerine ve saldırılarına karşı haklarına ve onurlarına sahip çıkan Müslümanları eleştiren hutbelerin okunması işgalin boyutlarını ortaya koyması, minberlerin bile İslâmî mesajın değil işgal güçlerinin beyanatlarının okunması için kullanıldığını göstermesi açısından ibret vericiydi.
Çin yönetiminin Doğu Türkistan’daki Müslümanlara yönelik asimilasyon ve baskı faaliyetleri devam ediyor. Baskı ve yakın takip sebebiyle Doğu Türkistan Müslümanları bu yıl da rahat ve huzurlu bir Ramazan geçiremedi ve gerçek anlamda bir bayram yaşama imkânı elde edemediler."
Ahmet VAROL 08.09.2010
İmam Şarani Hz. ve Kadir Gecesi
Kur’ân-ı Kerîm’de medhedilen en kıymetli gecedir. Kadir gecesinin fazîleti, üstünlüğü (bin aydan daha fazîletli, kıymetli, hayırlı olduğu), bizzât Allahü teâlâ tarafından, Kadir sûresinde açıkça bildirilmiştir.Kur'an-ı Kerim'de Cenab-ı Hak, bu mübarek gecenin kıymet ve faziletini şöyle beyan buyurmaktadır:
"Biz onu (Kur'an'ı) Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır.. O gecede, Rablerinin izniyle melekler ve Ruh (Cebrail), her iş için iner dururlar. O gece, esenlik doludur. Tâ fecrin doğuşuna kadar." (Kadir Suresi )
"Biz onu (Kur'an'ı) Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır.. O gecede, Rablerinin izniyle melekler ve Ruh (Cebrail), her iş için iner dururlar. O gece, esenlik doludur. Tâ fecrin doğuşuna kadar." (Kadir Suresi )
Resul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz buyuruyor:"Kim Kadir Gecesi'nde inanarak, ihlas ile o geceyi ibadetle geçirirse, geçmiş günahları bağışlanır.""Kadir Gecesi yatsı namazında cemaatte hazır bulunan, ondan nasibini almıştır."
Müminlerin annesi Hz.Aişe (r.a.) şöyle diyor :
-Dedim ki: Ya Resullullah, Kadir Gecesi'ni bilirsem onda ne şekilde dua edeyim? Şöyle buyurdu:
- Allahümme inneke afüvvün kerîmün tuhibbül afve fa'fü anni. (Allah'ım sen affedicisin, affı seversin, beni affeyle.)Peygamberimiz (sav) buyuruyor:
"Kadir gecesinde bir defa, Kadir sûresini okumak, (başka zamanda) Kur’ân-ı kerîmi hatmetmekten daha sevâptır. Bu gece koyun sağma müddeti kadar namaz kılmak, ibâdet etmek, bir ay her geceyi ibâdetle geçirmekten daha kıymetlidir."
Bu mübarek gecede dua sünnettir. O icabet vakitlerinden birisidir. Süfyan-ı Sevrî demiştir ki, o gece dua etmek, namaz kılmaktan daha sevaptır. Kur'ân okuyup da dua ederse güzel olur.
İbnü Hacer Heytemî Tuhfetü'l-Muhtâc'da der ki: "Kadir gecesini görene, saklaması sünnettir. Onun kemâliyle faziletine ancak Allah Teâlâ'nın bildirdiği kimseler nail olur."
Kadir Gecesi Kaçıncı Gecedir?
Kadir gecesinin, Ramazanı şerifin 20.sinden sonraki tek gecelerinde aranmasına dair müteaddit hadis şerifler varid olmuştur. Birinden itibaren tek gecelerde aranmasını tavsiye eden büyüklerimiz de vardır.İmamı Şa'rani Hazretleri, Kadir gecesinin kaçıncı gece olduğunu, Ramazanı şerifin giriş günlerine göre şöyle tesbit etmiştir. İmamı Şarani Hazretleri 30 sene Kadir gecesiyle bu tarife göre müşeref olmuşlardır. Bir çok Allah dostuda bu usulle Kadir gecesini bulmuşlardır.
Kadir gecesinin, Ramazanı şerifin 20.sinden sonraki tek gecelerinde aranmasına dair müteaddit hadis şerifler varid olmuştur. Birinden itibaren tek gecelerde aranmasını tavsiye eden büyüklerimiz de vardır.İmamı Şa'rani Hazretleri, Kadir gecesinin kaçıncı gece olduğunu, Ramazanı şerifin giriş günlerine göre şöyle tesbit etmiştir. İmamı Şarani Hazretleri 30 sene Kadir gecesiyle bu tarife göre müşeref olmuşlardır. Bir çok Allah dostuda bu usulle Kadir gecesini bulmuşlardır.
Ramazan Ayının Birinci günü Pazar günü girerse 29.gece, Pazartesi girerse 21.gece, Salı girerse 27.gece, Çarşamba girerse 19.gece, Perşembe girerse 25.gece, Cuma girerse 17.gece, Cumartesi girerse 23.gece.Bu usule göre Ramazan ayının birinci günü tesbit edildikten sonra, hangi günün Kadir gecesine denk geleceği kolaylıkla bulunmuş olur.
Seferilik Hükümleri
Seferin Hükümleri
263- Dar-ı harbde (düşman yurdu içinde) askerin ikamete niyeti sahih değildir. Fakat güvenlik teminatı ile böyle bir bölgede bulunan müslümanların orada ikamete (onbeş günden fazla durmaya) niyet etmeleri sahihdir.
256- Yolcular
hakkında bir takım kolaylıklar ve ruhsatlar gösterilmiştir. Şu uygulamalar bu
kolaylıklardandır: Ramazan ayında yolculuk halinde bulunan kimse için, orucu
sonraya bırakmak mubahtır. Misafirler (yolcular) için mestler üzerine mesih üç
gün üç gecedir. Misafir dört rekat farz namazlarını iki rekat olarak kılar.
Buna: "Kasr-ı Salat" denir. Hanefilerce, misafirin böyle namazını kısaltması
gerekir. Buna aykırı olarak bu farzların dört rekat olarak kılınması mekruhtur.
Bununla beraber iki rekat kılıp da teşehhüdde bulunduktan sonra iki rekat daha
kılacak olsa, farzı yerine getirmiş olur. Bu son iki rekat nafile sayılır. Ancak
selamı geciktirmiş olmasından dolayı hata işlemiş olur. Fakat birinci teşehhüdü
terk etse veya önceki iki rekatta kıraatta bulunmamış olsa, farzı yerine
getirmiş olmaz. Sabah ve cuma namazlarında da hüküm böyledir.
"Kasr-ı Salat=Namazı kısaltmak", Peygamber Efendimizin hicretlerinin dördüncü yılında meşru kılınmıştır. Meşru oluşu, kitab, sünnet ve ümmetin icmai ile sabittir. (İmam Şafiî'ye göre misafir (yolcu) olan kimse serbesttir. Dilerse dört rekatlı farzları dört rekat olarak kılar)
257- Misafir
kimse, vatanına dönünce yolculuk hükmünden çıkar. Vatanında beklemeyi niyet
etmesi şart değildir. Fakat kendi asıl vatanından başka bir yere gidip orada
niyetsiz olarak beklemekle misafir olmaktan çıkmaz. Ancak en az onbeş gün bu
beldede oturmaya niyet ederse, o zaman sefer hükmünden çıkar. Onbeş günden az
ikamete (oturmaya) niyet etse veya ayrı ayrı iki beldede onbeş gün ikamete niyet
edip bunlardan yalnız birinde onbeş gün durmasa, misafirlik hükmü son
bulmaz.
258- Bir misafir, bulunduğu yerde onbeş gün durmayı niyet etmeyip
bugün, yarın çıkacağım diye uzun zaman orada kalacak olsa, yine misafirlik
hükmünden çıkmaz. Öyle ki, bir beldeye gidip belli bir işini gördükten sonra
dönmek kararında olan bir kimse, o işin onbeş günden az bir zamanda
yapılamayacağını bilmedikçe yine sefer hükmünden çıkmaz, mukim sayılmaz. Eğer
onbeş günden önce bitmeyeceğini biliyorsa, niyet etmese bile mukim
sayılır.
259- Sahrada ikamete niyet sahih değildir. Ancak göçebe halinde
olup çadırlarda oturanlar, kendilerine ve hayvanlarına onbeş gün yetecek yiyecek
ve içecekleri bulunduğu takdirde, sahralarda onbeş gün oturmaya niyet ederlerse,
mukim sayılırlar.
260- Sefer ve ikamet
hallerinde, kendisine uyulan kimsenin niyeti geçerlidir. Ona uyanın niyetine
itibar yoktur. Onun için asker, kumandanının, köle efendisinin, işçi iş verenin,
öğrenci hocasının, peşin olan nikah bedelini almış bulunan kadın, kocasının
niyetine göre mukim veya misafir olur.
261- Sefer hususunda henüz buluğ
çağına ermemiş çocuğun niyeti geçerli değildir. Bunun için böyle bir çocuk
hakkında sefer hükümleri uygulanmaz. Çünkü sefer hususunda, sefer müddeti olan
bir mesafeye gitmeyi niyet etmek şart olduğu gibi, fikrinde özgür olmak ve buluğ
çağına da ermiş bulunmak şarttır. (Şafiî'lere göre, mümeyyiz olan (kâr
ve zararını seçen) çocuğun sefere niyeti geçerlidir, namazını
kısaltabilir.)
262- Sefer halinde bulunan bir kimse, tabi bulunduğu
şahsın niyetini, nereye kadar gideceğini bilmediği ve sorusuna da cevab
alamadığı takdirde, üç günlük mesafeye gidinceye kadar namazlarını tam kılar;
ondan sonra kısaltmaya (kasra) başlar. Düşman eline esir düşen bir müslüman
hakkında da hüküm böyledir. Herhangi bir sebebden dolayı soru sorulamaması da
soruya cevab alınamaması gibidir.
263- Dar-ı harbde (düşman yurdu içinde) askerin ikamete niyeti sahih değildir. Fakat güvenlik teminatı ile böyle bir bölgede bulunan müslümanların orada ikamete (onbeş günden fazla durmaya) niyet etmeleri sahihdir.
264- En büyük idareci de, sefer konusunda diğer
insanlar gibidir. Buna göre bir idareci, sefer müddeti olan bir yolculuğa niyet
etmeksizin memleketi dahilinde dolaşıp dursa, namazlarını tam kılar. Fakat sefer
müddeti olan bir yere gitmeyi niyet edip dolaşırsa, namazlarını kısaltır. Sahih
olan budur. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ve onun dört
halifesi, Medine'den Mekke'ye gidince dört rekatlı farz namazları ikişer rekat
olarak kılarlardı.
265- Namaz vakti devam ettikçe, misafirlik ve ikamet
bakımından, namazın vasfı değişebilir; vakit çıkınca da, vasıf kararlaşmış olur.
Bunlarda vaktin sonu, yani "Allahü Ekber" diyebilecek bir zamanın kalmamış
olması muteberdir. Buna göre bir misafirin namazı, vakit henüz tamamen çıkmadan
vatanına dönmesi ile veya bir yerde onbeş gün ikamete niyet etmesi ile namazı
iki rekattan dört rekata döner. Fakat namazını henüz kılmadan vakit çıkıp da,
ondan sonra vatanına dönse veya bir yerde onbeş gün ikamete niyet edecek olsa,
artık bu namazı iki rekat olarak kaza eder, dört rekat olarak kaza etmez. Çünkü
vaktin çıkması ile, namazın vasfı (misafir namazı olması) kararlaşmış
olur.
266- Yolculuk halinde bulunan bir kadın hayız iken, gideceği yere üç
günden az bir mesafe kaldığı esnada temizlenecek olursa, namazlarını tam olarak
kılar.
267- Mukimin kazaya kalan namazları sefere çıkması ile, misafirin de kazaya kalan namazları ikamete niyet etmesi ile değişmez. Onun için ikamet halinde olan bir kimse, sefer halinde kazaya kalmış olan namazlarını ikişer rekat kılacağı gibi, sefer halinde bulunan kimse de, ikamet zamanında kazaya kalmış namazlarını dörder rekat olarak kılar.
268- Mukim misafire,
misafir de vakit içinde mukime uyabilir. Şöyle ki: Bir mukimin vakit içinde
olsun olmasın, misafire uyması sahihdir. Misafir iki rekati kıldıktan sonra
selam verince, mukim kalkar ve kıraat yapmaksızın namazını tamamlar. Yanılsa da,
bundan dolayı sehiv secdesi yapmaz. Çünkü bu mukim bir lâhık demektir. İmam olan misafirin, namazdan önce veya namazdan sonra
cemaata dönerek: "siz namazınızı tamamlayın, ben misafirim," demesi
müstahabdır:
Misafire gelince: Bu da ancak vakit içinde mukime uyabilir.
Bu halde dört rekatlı bir farz namazını mukim gibi tam olarak kılar, İmama vakit
içinde uymakla farz namazı iki rekattan dört rekata dönmüş olur. Fakat vaktin
dışında, yani kendisi misafir iken kazaya kalmış dört rekatlı bir namazında
mukime uyması sahih olmaz. Çünkü böyle kazaya kalmış namazı, evvelki iki rekat
olarak kararlaşmıştır.
269- Misafir ile mukim, dört rekatlı bir namazı
kazaya bırakmış olsalar, bu namazda misafir mukime uyamaz. Çünkü bu namaz,
misafir için iki rekat olarak kararlaşmıştır. Onun için birinci oturuş misafir
için farz olduğu halde, mukim için farz değildir, vacibdir. O halde farz namaz
kılan, nafile namaz kılana uymuş olur ki, bu caiz değildir.
270- Misafir
vakit içinde mukime uymuş iken namazı bozulsa bunu yine iki rekat olarak kılar.
Çünkü onun imama uyması bozulmuştur.
271- Yolculuk veya yağmur sebebi ile iki vakit namazı bir vakitte kılmak caiz değildir. Yalnız hac mevsiminde Arafat'da öğle ile ikindi namazlarını öğle vaktinde ve akşam ile yatsı namazlarını Müzdelife'de yatsı vaktinde bir arada cemaatla kılmak caizdir.
(Üç imama göre (Maliki,Hanbeli,Şafi Mezheplerinde), bir özür sebebi ile, öğle ile ikindi
veya akşam ile yatsı namazlarını öne almak veya geciktirmek suretiyle bir
vakitte toplamak caizdir. Öğle namazı ile ikindi namazı öğle vaktinde
kılınabileceği gibi, ikindi vaktinde de kılınabilir.)
272- Sefer
hükümlerinin uygulanması hususunda, yolculuğun meşru olup olmaması arasında fark
yoktur. Bunun için efendisinden kaçmış bir köle veya haksız yere kocasından
kaçmış bir kadın sefer müddeti yola çıkınca namazını iki rekat kılar ve isterse
orucunu da sonraya bırakabilir. (Üç İmama göre (Maliki,Hanbeli,Şafi Mezheplerinde), böyle yolcular,
misafirler hakkındaki kolaylıklardan yararlanamazlar. Onlar bu ihsana ehil
değillerdir.)
Kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sad. Ali Fikri Yavuz,Ravza Yayınları
Yolculukla ilgili Meseleler
273- Asıl vatana dönmekle yolculuk hali sona erer. Orada ikamete niyet edilmesi gerekmez. İkamet vatanı böyle değildir, orada (en az onbeş gün) oturmaya niyet lazımdır.
274- Bir insanın doğup büyüdüğü veya evlenip içinde yaşamak istediği veya içinde barınmayı kasdedip başka bir yere yerleşmek için gitmek istemediği yer, onun "asıl vatanı"dır!.
Bir kimsenin böyle doğduğu, evlendiği, içinde yerleşmeye karar verdiği yer olmayıp yalnız içinde en az onbeş gün kalmak istediği yer de, onun için bir "İkamet Vatanı"dır. Yeter ki o yer, böyle oturmaya uygun olsun.
Bir misafir için, onbeş günden az oturmak istediği yerde onun "Sükna Vatanıdır". Buna itibar edilmez. Bununla vatan-ı aslî de değişmez, vatan-ı ikamet de değişmez. Burada yolculuk hükümleri uygulanır.
275- Asıl vatan, kendi misli ile bozulur, ikamet vatanı ile bozulmaz. Şöyle ki: Bir kimse içinde doğup büyüdüğü veya evlendiği yeri terk edip başka bir beldeye yerleşse, artık önceki vatanı, asıl olmaktan çıkar. Sonradan orada olsa, onbeş gün oturmaya niyet etmedikçe, farz namazlarını dörder rekat kılması gerekmez. Fakat asıl vatanından geçici olarak çıkıp başka bir yeri ikamet vatanı edindikten sonra asıl vatanına dönse, niyete muhtaç olmaksızın mukim olur, namazlarını tam olarak kılması gerekir.
276- İkamet vatanı, asıl vatanla ve diğer bir ikamet vatanı ile ve sırf yola çıkmakla bozulur, aralarında sefer mesafesi bulunması şart değildir. Örnek: Bir kimse yolculuğu sırasında bir beldede bir ay kalmaya niyet edip bu kadar durduktan sonra tekrar yola çıksa veya diğer bir beldeye gidip orada en az onbeş gün oturmaya niyet etse, artık evvelki belde ikamet vatanı olmaktan çıkmış olur. Oraya tekrar dönmekle mukim olmaz. Orada mukim olabilmesi için tekrar en az on beş gün oturmaya niyet etmesi gerekir. Fakat ikamet vatanından ikamet müddeti içinde geçici bir iş için sefer müddetinden az bir kaç saatlik yola gidip dönmekle ikamet vatanı bozulmaz.
277- Vatanından çıkıp en az üç günlük uzaklıkta olan bir köye gitmek isteyen kimse, daha oraya gitmeden yolda bir beldede onbeş gün oturmaya niyet etse, bir görüşe göre burası bir ikamet vatanı olur. Diğer bir görüşe göre ise, olmaz.
278- Vatanından sefer niyeti ile ayrılıp henüz üç günlük bir mesafe almadan vatanına dönmek isteğinde bulunan bir yolcu, dönüp daha vatanına gitmeden önce, geriye dönüşü ile namazlarını tam olarak kılmaya başlar. Çünkü böyle bir yolculuğu bozmakla yolculuk bırakılmış olur.
279- Bir misafir, içinde oturmak istemediği bir beldede evlenecek olsa, bir görüşe göre mukim sayılır, diğer bir görüşe göre mukim sayılmaz. Tercih edilen görüş de budur.
280- İki beldede birer zevcesi olan kimse, bunlardan herhangisinin yanına giderse mukim sayılır. Fakat bunlardan biri vefat eder de, bulunduğu beldede kendisine ev, bağ ve bahçe gibi şeyler kalacak olsa, oraya gitmekle mukim sayılmaz. Fakat diğer bir görüşe göre, orası yine onun vatanı sayılacağından mukim olmuş olur.
(Malikilere göre, bir yolcu gittiği yerde tam dört gün oturmaya niyet edip kendisine yirmi vakit namaz farz olacak bir durum olsa, mukim sayılır. Namazlarını kısaltamaz. Bu müddete, o yere fecrin doğuşundan sonra girdiği gün ile oradan çıkacağı gün dahil değildir.
İmam Şafiî'ye göre, bir yerde, girip çıkma günlerinden başka, tam dört gün oturmaya niyet edilmesi, ikamet sayılır, namazlar orada kasredilmez (kısaltılmaz).
Hanbelilere göre de, bir yerde, oturmaya elverişli olmasa dahi, oturmaya niyet eden veya yirmi namazdan fazla farz bulunacak bir zaman durmaya niyet eden kimse mukim sayılır; namazlarını kısaltamaz.)
Kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sad. Ali Fikri Yavuz,Ravza Yayınları
Yolculuk (Seferilik) Müddeti
Seferin Anlamı ve Müddeti
249- Sefer ve Müsaferet, lügatta herhangi bir mesafeye gitmektir. Bunun karşıtı "ikamet"dir. Din yönünden sefer, belli bir uzaklığa gitmektir. Bu da orta bir yürüyüşle üç günlük bir mesafe (bazı fakihlere göre ortalama bir insanın bir günlük yürüyüşü 6 saat süreceği düşünülerek toplam onsekiz saatlik bir yolluk mesafe kabul edilmiş) bir uzaklıktan ibarettir, Buna: "Üç merhale" de denir. Orta yürüyüş, piyade yürüyüşüdür. Kafile halinde develerle olan yürüyüşlerde ise orta yürüyüş, deve yürüyüşüdür. Km cinsinden 90km'lik bir mesafeye tekabül etmektedir.
Bu üç günlük süre yolculukta mest üzerine mesh müddetinden bir uygulamadır.
Nitekim Hadis-i Şerifte Buyuruldu ki:
Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yolcu olduğumuz zaman, bize mestlerimizi üç gün üç gece, cenabet hali dışında küçük ve büyük abdest bozma ve uyku sebebiyle çıkarmamamızı emrederdi. [Tirmizi, Taharet 71, (96), Da'avat 102, (3529, 3530), Nesai, Taharet 98, (1, 83, 84), İbnu Mace, Taharet 86]
Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki: "Mest üzerine meshetmenin müddeti yolcu için üç gündür. Mukim için bir gün bir gecedir!" [Ebu Davud, Taharet 60, (157), Tirmizi, Taharet 71, (95), İbnu Mace, Taharet 86, (553)
Denizlerde de, yelken gemileri ile havanın mutedil olması esas alınır. İşte karalarda böyle bir yürüyüşle, denizlerde de mutedil bir havada yelkenli bir gemi ile aynı süredeki (onsekiz saat sürecek) bir uzaklık "Sefer Müddeti" sayılır. Demek ki bu yolun yalnız gidilecek mesafesi muteberdir. Yoksa gidip dönülmesine ait mesafesi muteber değildir. (Bu da uzaklık olarak yaya veya deve yürüyüşüdür ki 90 km lik bir mesafeye karşılık gelir.)
250- Vatanında veya vatan hükmünde olan bir yerde oturan kimseye "Mukîm" denir. Böyle bir yerden çıkıp en az üç günlük (yaya olarak onsekiz saatlik) bir mesafeye gitmeye başlamış olan kimseye de, din deyiminde "Misafir=Yolcu" adı verilir.
251- Yolculuk hali, esasen zorluk ve sıkıntıdan boş kalmaz. Bunun için dinimiz yolcular için bazı kolaylıklar göstermiştir. Yolculukda gece-gündüz devamlı olarak yola devam edilemez. Dinlenmeye ihtiyaç görülür. Bunun için fıkıh kitablarında üç gün üç gece diye sefer müddetini göstermek buna aykırı değildir. Bu bakımdan bir günlük normal yürüyüş, ortalama olarak altı saat kabul edilmiştir. Bazı yolculuklarda zahmet ve meşakkat olmasa da, hüküm şahsa değil, cinse göre olacağından sefer hükmü bütün yolculuk hallerini kapsar.
252- Fıkıh alimlerinden bazılarına göre, sefer müddeti onsekiz fersahlık bir mesafeden ibarettir. Bir fersah, üç mil ve her mil de 20 dakika sürecek olsa, onsekiz fersah "18" saat etmiş olur. Bir fersah, on iki bin adım, bir mil de dörtbin adım sayılmaktadır. Bununla beraber fersahlar düz yerler ile dağlık yerlerde ve dereliklerde bulunan durumlara göre değişir. Düz bir arazide bir fersah mesafe bir saatte alınabileceği halde, dağlık bir yerde böyle bir mesafe bir saatte alınamaz. Onun için bu konuda fersah bir ölçü sayılmamalıdır. Şu da var ki, fersah esas alındığı takdirde bir çok meseleler çözümlenmiş olur. Örnek: Tren ve uçakla olan yolculuklarda, gidilecek yerin kaç fersah olduğu göz önüne alınır. En az onsekiz fersahlık bir mesafeye gidilecek olursa, sefer müddeti gerçekleşmiş olur. Sefer hükmü uygulanmaya başlar. Böylece taşıtların yürüyüş halini göz önünde bulundurmaya gerek kalmaz.
Bu bilgiler ışığında bir kişi en az 90km lik bir mesafede yolculuk yapacaksa ve gideceği yerde 15 günden fazla kalmayacaksa bu kişi misafirdir, yani seferidir.
(Doğrusu üç İmam da bu fersah şeklini kabul etmişlerdir. İmam Malik ile İmam Ahmed'e göre, sefer müddeti "16" fersahdır. On altı fersah da 48 mildir. Bir mil ise altı bin el arşınıdır. Buna göre sefer müddeti, Maliki, Şafi ve Hanbeli mezheplerine göre (80km 640m) seksen kilometre ile altıyüz kırk metreye ulaşmış olur. İmam Şafiî'nin ilk görüşüne göre bir gün bir gecedir. Son görüşüne göre ise, "48" mildir.)
253- Gidilecek bir yerin hem karadan, hem de denizden yolu bulunsa, yolcunun gideceği yol esas alınır. Bir beldeye deniz yolu ile on iki saatte ve kara yolu ile onsekiz saatte gidilecek olsa, karadan gidenler misafir sayılır, denizden gidenler sayılmaz. O yerin karadan iki yolu bulunduğu takdirde de hüküm böyledir. Sefer mesafesinde bulunan yoldan gidenler ancak misafir sayılır.
254- Yolculuk hükmünün uygulanması, oturulan yerin yola çıkıldığı yöndeki evlerinden ayrıldıktan ve en az üç günlük bir vere gidilmesine niyet edildikten sonra başlar. Onun için bu evler tamamen geçilmedikçe ve sefere niyet edilmedikçe, sefer hali başlamış olamaz.
255- Bir beldenin kenarlarında olup "Fina-i Mısır" denilen yerler de o beldeden sayılır. Bunlar çoğunlukla bir ok atımından (dört yüz adımdan) az bir mesafe teşkil ederler. Belde ile bunlar arasında tarlalar ve bostanlar bulunmadıkça beldenin ekleri ve tamamlayıcıları sayılırlar. Onun için bunları da geçmek gerekir ki, yolculuk hükmü başlamış olsun. Şehrin dışındaki bağlar ve bostanlar, bekçilere ve bostancılara ait ev ve kulübeler şehirden sayılmaz.
Bir de bilinmesi gereken vatan konusu vardır. Vatan üç kısma ayrılır.
1-) Asli vatan: (vatan-ı asli) İnsanın doğup büyüdüğü veya evlenip yerleşmek istediği yerdir.
2-) İkamet vatanı: (vatan-ı ikamet) İnsanın asli vatanından en az 90 km uzaklıkta olup, Hanefi mezhebine göre orada on beş gün, şafii mezhebine göre ise dört günden fazla kalmaya niyet ettiği yerdir. Bu iki yerde de insan seferi sayılmaz.
3-) Geçici vatan (vatan-ı sükna) Hanefi mezhebine göre bir kimsenin on beş günden az, Şafii mezhebine göre ise, dört günden az kalma ya niyet ettiği yerdir, insan burada kaldığı müddetçe seferi sayılır.
Kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sad. Ali Fikri Yavuz,Ravza Yayınları
Beraat Kandiliniz Mübarek olsun
"Berat", (beraet) kelimesi "el-berâe" kelimesinin Türkçedeki kullanılış
şeklidir. Beri olmak, aklanmak, temiz ve suçsuz çıkmak demektir.
"Berâet" iki şey arasında ilişki olmaması, kişinin bir yükümlülükten
kurtulması veya yükümlülüğünün bulunmaması anlamına gelmektedir. Mü'minlerin bu gece günah yüklerinden kurtulup İlâhî bağışa ermeleri umulduğu için de Berat Gecesi denmiştir. Bir kısım âlimlerin, kıblenin Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'dan Mekke'deki Kabe istikametine çevrilmesinin Hicretin ikinci yılında, Berat Gecesinde gerçekleştiğini kabul etmeleri de geceye ayrı bir önem kazandırmaktadır.
Cenab-ı Hak buyuruyor:'Apaçık kitaba yemin olsun ki, Biz Kur'an-ı mübarek bir gecede indirdik. Biz, gerçekten uyarıcıyız. O mübarek gecede, her hikmetli iş katımızdan bir emirle ayırt edilir...'(Duhan, 44/1-4)
Ayette geçen, 'mübarek gece'den maksadın; Berat gecesi olduğu rivayet edilmiştir. Kur'ân-ı Kerim, bu gece, semadan dünya semasına indirilmiştir. Kadir gecesinde ise ilk kez Peygamber Efendimize indirilmeye başlanmıştır. Bu gecenin, dört adı vardır. "Mübarek gece", "Berae gecesi" "Sakk gecesi", "Rahmet gecesi". Ve denildi ki bununla Kadir Gecesi arasında kırk gün vardır. Berae ve Sakk gecesi denilmesi hakkında da denilmiştir ki, haraç tamamen alındığı zaman beraetlerini (temize çıkmalarını) dile getiren bir sened yazıldığı gibi, Allah Teâlâ da bu gece mümin kullarına bir kurutuluş (beraet) yazar.
Tefsirlerde bu gece ile ilgili olarak şu şekilde izahlar yer almaktadır: Vergi ödendiği zaman nasıl ki vergi borçlusuna borcundan kurtulduğunu gösteren bir belge veriliyorsa, Allah Azze ve Celle de Berat Gecesinde mü'min kullarına berat yazar.
Tefsirlerde bu gece ile ilgili olarak şu şekilde izahlar yer almaktadır: Vergi ödendiği zaman nasıl ki vergi borçlusuna borcundan kurtulduğunu gösteren bir belge veriliyorsa, Allah Azze ve Celle de Berat Gecesinde mü'min kullarına berat yazar. Bu gecenin beş özelliği olduğu Elmalı Hamdi Yazır Duhan Suresi tefsirinde şöyle geçer:
"Allahü teâlâ da bu gece mümin kullarına beraet yazar. Ve denilmiştir ki bu gecede beş özellik vardır:
1- Tefrik-i külli emrin hakim (her hikmetli işin ayrılması) 2-
Bu gecedeki ibadetin fazileti: Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)
buyurmuştur ki, "Her kim bu gece yüz rekat namaz kılarsa yüce Allah ona
yüz melek gönderir. Otuzu ona cenneti müjdeler, otuzu ona cehennem
azabından teminat verir. Otuzu da ondan dünya afetlerini savarlar, O'nu
da ondan şeytanın tuzaklarını hilelerini savarlar." 3-
Rahmet iner, Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurmuştur ki:
"Yüce Allah bu gece ümmetine öyle rahmet eder ki Kelb kabilesinin
koyunlarının kılları sayısınca." 4-
Mağfiret meydana gelir. Yine Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)
buyurmuştur ki "Yüce Allah bu gece bütün müslümanlara mağfiret buyurur
ancak kâhin, sihirbaz, yahut müşahin (çok kin güden) veya içkiye düşkün
olan, yahut ana-babasını inciten, veya zinaya ısrarla devam eden
müstesna." 5-
Bu gecede Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)a şefaatın tamamı
verilmiştir. Çünkü Resulullah Şaban'ın on üçüncü gecesi ümmeti hakkında
şefaat niyaz etti üçte biri verildi. On dördüncü gecesi niyaz etti üçte
ikisi verildi. On beşinci gecesi niyaz etti, hepsi verildi. Ancak
Allah'tan devenin kaçması gibi kaçanlar başka. Bir
de bu gece zemzem suyunun açık bir biçimde artması ilâhî âdetlerdendir.
Bununla birlikte çoğunluğun görüşü bu mübarek geceden maksadın kadir
gecesi olmasıdır. Çünkü, "Gerçekten biz onu kadir gecesinde indirdik."
(Kadr, 97/1) buyurulmuştur. Bir de, "Her hikmetli iş nezdimizden bir emr
ile o zaman ayrılır. (Duhan, 44/4) ifadesi, "Ondan melekler ve ruh
Rablerinin izniyle herbir iş için iner de iner. (Kadr, 97/4) ifadesine
uygundur. Bir de, "Ramazan ayıdır ki Kur'ân onda indirilmiştir." (Bakara
2/185) buyurulmuştur. Ve çoğunluğun görüşüne göre Kadir gecesi
Ramazan'dadır. Eğer dersen: Kur'ânın bu gecede indirilmesinin mânâsı
nedir? Derim ki; Şöyle dediler: Yedinci semadan dünya semasına bir cümle
olarak (toptan) Levh'te dünya semasına indirildi, ve Cebrail
(aleyhisselâm) sefereye (yazıcı meleklere) imlâ etti, sonra da
Peygamber'e yirmiüç senede kısım kısım indirilmiştir." (Elmalı Hamdi Yazır, Duhan Suresi)
Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) şöyle buyurduğu rivayet edilir:
"Bu gece Şaban'ın onbeşinci gecesidir. Allah Teâlâ bu gecede Benü Kelb kabilesinin koyunlarının tüyleri sayısınca insanları Cehennem'den kurtarır. Ancak kendisine şirk koşanların, müslümanlara karşı kin ve düşmanlık besleyenlerin, akrabaları ile münasebeti kesenlerin, gururlu ve kibirlilerin, ana-babasına asî olanların ve içki içmeye devam edenlerin yüzüne bakmaz. " (Münziri, et-Tergîb ve't-Terhib, II, 118)."
"Bu gece Şaban'ın onbeşinci gecesidir. Allah Teâlâ bu gecede Benü Kelb kabilesinin koyunlarının tüyleri sayısınca insanları Cehennem'den kurtarır. Ancak kendisine şirk koşanların, müslümanlara karşı kin ve düşmanlık besleyenlerin, akrabaları ile münasebeti kesenlerin, gururlu ve kibirlilerin, ana-babasına asî olanların ve içki içmeye devam edenlerin yüzüne bakmaz. " (Münziri, et-Tergîb ve't-Terhib, II, 118)."
İnsanların bir sene içerisindeki rızıkları, zengin veya fakir olacakları ve ecelleri gibi mühim hususlar o gece içerisinde meleklere bildirilir. O geceyi ibâdet ve tâatla geçirmek ve nafile namaz kılmak sevaptır. Fakat o geceye mahsus belirli bir namaz şekli yoktur. Nitekim Peygamber Efendimiz bu geceyi ibadetle geçirmiş ve Allah'a şöyle dua etmiştir: "Azabından affına, gazabından rızana sığınır, senden yine sana iltica ederim. Sana gereği gibi hamdetmekten âcizim. Sen seni senâ ettiğin gibi yticesin." (Münziri, Tergib, II, 119, 120)."
Şaban ayının yarısı (Berâet gecesi) gelince: gecesini namazla, gündüzünü oruçla geçiriniz. Cenâb-ı Allah o gece güneşin batmasıyla dünya göğüne iner ve şöyle der: Benden af dileyen yok mu; onu affedeyim. Rızık isteyen yok mu; rızık vereyim. Şifaâ dileyen yok mu; ifâ vereyim. " "Allah Teâlâ Şaban'ın onbeşinci geresi (Berâet gecesi) tecelli eder ve ana-babaya asi olanlarla Allah'a ortak koşanlar dışında bütün kullarını bağışlar." (İbn Mace, İkametü's-Salât, 191; Tirmizî, Savm, 38).
İmam-ı Gazali Hazretleri el-İhya isimli eserinde, Berat Gecesi'nde yüz rekât namaz kılınması hakkında bir rivayete yer vermiştir. İmam Nevevi gibi bazı hadis âlimleri böyle bir namazın sünnette yerinin olmadığını, bu namazın Hicret'ten 400 sene sonra Kudüs'te kılınmış olduğunu söylemişlerdir. Gecelerimizin ihyası için kaza namazları kılınabilir. Tevbe ve istiğfar edilip, salavat-ı şerifeler okunabilir. Teheccüd, evvabin gibi nafile namazlar kılınabilir.
Unutmayalım... Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimizin tebliğ ettiği İslam hükümleri sadece bir geceye has kılınmamıştır. Sadece böyle gecelerde ibadet etmek, mevlid okumak, ilâhîler
söylemek, bir gece boyunca ibadet edip sonrasında eski yaşantıya dönmek kandil gecelerini mübarek bilip camileri doldurmak sonrasında hiç uğramamak, kandil simidi dağıtmak gibi uygulamalarla yetinmek, bizim için asla yeterli değildir. Bu işler özünde biraz merasim ve tören havası barındırdığından bidaat öğeleri taşır. Allah rızasını kazanmak için her daim şuur içinde olup, ibadet ve taatla ömrümüzü geçirmek, haramlardan da uzaklaşmak gerekir.
Yüce Allah'ın sevgisine, hoşnutluğuna ve bağışlamasına ulaşmanın yegâne
yolu, Peygamberimize tabi olup O'nun yolundan gitmekle mümkündür...
Namazı Bozan Durumlar
Namazı Bozan ve Bozmayan Şeyler
475-
"Fesad" bozulma ve "İfsad" da, bozma demektir. Bunların karşıtı "Salâh (Sıhhat)"
ve "Islah" dır. İbadetlerde fesad ile "butlan" birdir. Fasid olan bir ibadete
"batıl" da denir. Bir şeyi bozan sıhhat halinden çıkaran şeye de, "müfsid"
denir. Çoğuluna "müfsidat" denir.
Bir namazın şart ve rükünlerinden biri
bulunmamakla o namaz fasid olacağı gibi, bu şart ve rükünler üzere
başlanıldıktan sonra bazı şeylerin bulunmasından dolayı da fasid olabilir.
Namazı böyle bozan şeylere "Müfsidat-ı Salât" adı verilir. Bunların bir kısmı
daha önce yeri geldiğinde anlatılmıştı.
Biz burada şart ve
rükünleri ile başlanmış bir namazı bozacak şeylerin başlıcalarını yazacağız.
Şöyle ki:
1) Namazda iki harfden ibaret dahi olsa, namaz kılanın işiteceği derecede söz söylemek namazı bozar. Bu hususta kasıd, yanılma, uyuma ve hata halleri eşittir.
2) Bir hastalık sebebiyle veya bir malın ve bir arkadaşın kaybolması gibi musibetten dolayı harfler belirecek şekilde sesle ağlamak veya "ah, uh, eh" diye inlemek, "öf demek, yahut bir toza üflemek veya bir şeyden bezginlik göstermek için "uf, tuh" demek namazı bozar.
Yüce
Allah'ın korkusundan, cennet veya cehennemi hatırlamaktan dolayı ağlamak, ah ve
iniltide bulunmak namazı bozmaz. Kendini tutamayacak derecede şiddetli
hastalıktan dolayı bir ah ve inilti de namazı bozmaz.
3) Cemaattan biri,
imamın okuduğu Kur'andan duygulanarak ağlasa veya "evet" dese, bakılır: Eğer bu
bir huzur ve huşu eseri ise, namazı bozulmaz. Fakat sadece ses güzelliğinden
lezzet duyma eseri ise namazı bozulur.
4) Bir özür veya makbul bir sebeb
bulunmaksızın "eh, eh..." diye boğazı gürültü çıkararak temizlemek namazı bozar.
Fakat zorlamayarak kendiliğinden gelen bir öksürme, bir özür sayıldığından
namazı bozmaz. Sesi düzeltip güzelleştirmek için veya namazda bulunduğunu
bildirmek için veya kendi imamının bir kıraat hatasını düzeltmek için bunun
yapılmasında namaz bozulmaz. Çünkü bu boğaz temizliği doğru bir maksada
dayanmaktadır. Sahih olan görüş budur.
5) Aksıran kimseye namazda "Yerhamükallah" denilmesi ve başkasının "Rahimekallah" demesi üzerine namazda "amin" denilmesi namazı bozar. Fakat aksıranın kendi nefsine karşı "Yerhamükallah" demesi namazı bozmaz. Yine, aksıran kimseye hamd etmesini hatırlatmak için namazda "Elhamdü lillâh" denilmesi, sahih olan görüşe göre namazı bozmaz. Çünkü bu sözün cevab yerinde olması benimsenmiş değildir. Bu yalnız bir hatırlatmadan ibarettir.
6) Namazda "Allah" ismi işitilmekle
"Celle Celâlüh" denilse veya Peygamber Efendimizin şerefli ismi işitilmekle
"sallallahu aleyhi ve sellem" denilse, bakılır: Eğer bununla bir cevap
kastedilmiş ise namaz bozulur. Fakat yalnız bir övgü ve yüceltme kasdedilmişse,
bozulmaz. Çünkü bu, namaza aykırı olmayan bir zikir olmuş olur.
7)
Namazda şeytani bir vesveseden dolayı "Lâ havle ve la kuvvete illâ billah"
denilse, bakılır: Eğer bu vesvese ahiretle ilgili bir şey ise, namaz bozulmaz.
Fakat dünya ile ilgili bir şey ise, namaz bozulur. Çünkü vesvese bir acıdır. Bu
durumda dünyaya ait bir acıdan dolayı bu "Lâ havle" sözü söylenmiş olur.
8) Namaz kılmakta olan kimse, kendisini çağırana veya içeriye girmek için izin
isteyene, namazda olduğunu anlatmak için "Elhamdü lillâh" veya "Sübhanellah"
dese veya okuyuşunu aşikâr yapsa, bununla namaz bozulmaz.
9) Kur'an-ı Kerim'in içinde veya hadis-i şeriflerde bulunan bir duayı namaz içinde okumak, namazı bozmaz. Namazda: "Allahümme Ekremnî, Allahümme en'im aleyye, Allahümme aslih emri, Allahümmerzuknî'l-afıyete, Allahümmağfir lî ve livalideyye ve lilmüminine velmüminat" denilmesi gibi...
Fakat: "Allahümmeğfir liammî, Allahümmeğfir lihalî" gibi bir dua, namazı bozar. Çünkü, böyle bir dua Kur'anda ve hadislerde yoktur.
10) Namazda, insanların sözlerine
benzer bir şekilde dua edilmesi ve insanlardan istenilmesi imkansız olmayan bir
şeyin Yüce Allah'dan istenilmesi, namazı bozar. Allahümme at'imnî lahmen
= Allah'ım bana et yedir." , "Allahümmekzi deyni = Allah'ım borcumu Öde,"
ve "Allahümmerzuknî zevceten = Allah'ım beni zevceyle rızıklandır" diye
dua edilmesi gibi...
11) Namazda bir kimseye dil ile selam vermek veya
başkasının selamını dil ile almak veya tokalaşarak selamlaşmak namazı bozar.
Sadece Aleyküm denilmesi veya yanılarak selam alınması da böyledir.
12)
Namazda el ile veya baş ile selam alınsa, sorulan veya istenilen bir şey için
baş, göz ve kaş ile işarette bulunulsa, namaz bozulmaz. Fakat bir namaz kılana:
"ileri git, yanında namaz kılacak kimseye yer ver" denilip, o da bu emre uyarak
hareket etse, namazı bozulur. Çünkü namaz içinde Allah'dan başkasının emrine
uymuş olur. Fakat kendiliğinden biraz çekilerek namaz kılacak kimseye safda yer
vermesi namazı bozmaz.
13) Namaz içinde çok sayılan iş ve hareket, namazı bozar. Az sayılan iş bozmaz. Şöyle ki: Namaza ve namazı düzeltmeye ait olmayan ve çok hareket sayılan bir hareket namazı bozar. Çok iş ve hareket o işdir ki, onu işleyen kimseyi dışardan bir kimse gördüğü zaman, namazda olmadığından şübhe etmez. Bunun karşıtı az iştir ki, sahibini gören, onun namazda olup olmadığından şübheye düşer.
Örnek: Namaz kılmakta olan bir kimse, yerden bir taş
alarak kuş veya benzeri bir şeye atacak olsa, namazı bozulur. Çünkü bu hareketi
çok harekettir. Fakat yanında bulunan bir taşı bir eliyle atacak olsa, namazı
bozulmaz. Çünkü bu bir az işdir. Ancak namaz içinde başka bir şey ile
uğraştığından dolayı günah işlemiş olur.
14) Bir kimse namazda, kendi
imamından başka bir kimsenin okuduğu Kur'andaki yanlışlığı veya takıldığı yeri
düzeltse namazı bozulur. Çünkü bu hareket bir öğretme ve öğrenme sayılır.
Öğretme ve öğrenme ise, çok harekettir. Fakat kıraat maksadı ile okuyup da bunun
sonunda o kimse için düzelme hasıl olsa, namazı bozulmaz.
Yine, kendi
imamı için düzeltme yapsa, namazı bozulmaz. İmamın yeteri kadar Kur'an okumuş
olması fark etmez. Çünkü bu aynı namazı düzeltmeye aitir. Fakat namaz kılan bir
kimse, kendisi ile beraber aynı namazda olmayan kimsenin okuyuşunu düzeltirse,
namazı bozulur, çünkü bu bir öğretme sayılır.
15) Bir kimse namazda iken
vücudunu bir kere veya arka arkaya iki kere veya değişik rekatlarda birer,
ikişer kere kaşısa, namazı bozulmaz. Fakat bir rekatta birbiri ardınca üç defa
kaşısa, bozulur. Ancak bir organını, elini tekrar kaldırmadan birkaç defa
kaşıması, bir defa kaşıma sayılır.
16) Namazda bir özür olmaksızın birbiri ardınca hiç durmadan en az üç adım atmak namazı bozar. Yine, bir şahsın çarpması üzerine, namaz kılanın elinde olmayarak yerden üç adım kadar yürümesi de namazı bozar. Namaz kılınan yerden tutup çıkarılmak da böyledir, namaz bozulur.
17) Namazda tekrarlama yapılmaksızın bir el ile baştan sarığı
veya giysiyi kaldırıp yere koymak veya bunları yerden kaldırıp başa koymak,
namazı bozmaz. Fakat bunları yerden kaldırıp başa koymak çok iş ve harekete
muhtaç olursa, namazı bozar.
18) Namaz kılmakta olanın bir kimseye bir el
veya bir kamçı ile vurması, namazı bozar. Çünkü bu, çok iş ve harekettir. Fakat
hayvan üzerinde namaz kılanın bu hayvana arka arkaya üç defa vurması, namazını
bozarsa da, bir veya iki defa vurması bozmaz. Sahih olan görüş budur. Yine, hayvanın yürümesi için, bir ayağı iki defa hareket ettirmek namazı bozmaz.
Fakat iki ayağı hareket ettirmek bozar, iki ayak, iki el yerinde sayılır.
19) Namazda iken hayvana binmek, namazı bozar, fakat namazda iken hayvandan
inmek bozmaz.
20) Namaz içinde bir ayakkabıyı iki el ile giyinmek, namazı
bozar. Fakat ayağındaki ayakkabılarını ayaktan kolayca çıkarıvermek, namazı
bozmaz.
21) Bir kimse yanılarak veya kasden bir buğday tanesi yese, bir
damla su içse, gözüne sürme çekse, bedeninin herhangi bir yerine yağ sürse, baş
ve sakalının saçlarını tarasa veya örse namazı bozulur. Çünkü bunlar birer çok
iştir. Fakat bir elinde bulunan yağı veya benzerini diğer eline almaksızın
başına veya başka bir organına sürse, bununla namazı bozulmaz. Çünkü bu az bir
iştir.
22) Namazda çocuğu alıp emzirmek namazı bozar. Namaz kılmakta olan
bir kadının memesini çocuk kendi başına tutup emecek olsa bakılır: Eğer süt
çıkmaksızın bir iki defa emmiş olursa, namaz bozulmaz. Fakat süt çıkarsa veya
süt çıkmaksızın iki defadan çok emerse, namaz bozulur.
23) Namaz içinde
bulunan bir erkeği, zevcesinin öpmesi veya okşaması ile namazı bozulmaz. Ancak
erkeğin şehveti uyanırsa, bozulur. Fakat bir kadının namazı, kocasının kendisini
şehvetle okşaması ile veya ister şehvet olsun, ister olmasın öpmesiyle bozulur.
Çünkü cinsel yaklaşma konusunda kocanın hareketi asıldır.
24) Bir kimse namazda iken, gözüne karşı gelen bir kitaba yalnız baksa yahut ne yazılmış olduğunu anlamak için bir göz atsa, sahih olan görüşe göre, namazı bozulmaz. Fakat karşısında bulunan bir Kur'an"ı Kerim'den yahut yazıları bulunan bir mihrabdan Kur'an-ı Kerim ayetlerini okuyacak olsa, bakılır: Eğer okuduğu ayetler, onun ezberinde idi ise, namazı bozulmaz. Fakat ezberinde yoktu ise, en az bir ayet okuyunca namaz bozulur; çünkü bu, bir öğrenme demektir. Bu mesele İmamı Azam'a göredir, iki imama göre, ziyade okumakla da bozulmaz. Ancak böyle bir okuma mekruhtur. Bunda, kitab ehline (Yahudi veya Hıristiyanlara) bir benzeyiş vardır.
25) Bir maksada bağlı olmayarak kalbe gelen kuruntular
ve işler namazı bozmaz. Onun için, bir kimse namaz içinde dili ile söylemeksizin
düşüncesi ile bir şiir veya bir hutbe düzenleyecek olsa, günah işlemiş olur.
Çünkü böyle yapan kimsenin kalbi, namazda başka şeyle uğraşmış olur. Bununla
beraber namazı bozulmaz.
26) Namaz kılmakta olan bir kimse, kaç rekat
namaz kıldığına dair olan bir soruya cevab olarak elinin parmaklarını gösterecek
olsa, namazı bozulmaz. Yine üç kelimeden az olmak üzere yazı yazsa, namazı
bozulmaz. Ancak görenler, onun namazda olmadığını sanırlarsa, namazı
bozulur.
27) Cemaatle namaz kılan kimse, bir özür sebebiyle, diğer bir
görüşe göre de özürsüz de olsa, ön tarafa, sağ veya sol tarafa yahut kıbleden
yüzünü çevirmeksizin arka tarafa bir rükün mikdarı, dura dura birer saf kadar
gitse, mescidden çıkmadıkça veya kırda ise, saflardan ayrılmadıkça namazı
bozulmaz. Çünkü mescidde ve sahrada safların bulunduğu kısım, tek bir yer
sayılır. Bunun için kırda namaz kılanın ön tarafında saf bulunmazsa, secde
yerinin önüne geçmesi ile namazı bozulur. Yine tek başına namaz kılanın da,
secde yerini geçmesi ile namazı bozulur. Kadınlar için evleri, bir görüşe göre
mescid, diğer bir görüşe göre kır hükmündedir.
28) Ağız dolusundan az
olan bir kusuntu, elde olmayarak yutulursa, bununla namaz bozulmaz.
29)
Namazda olan bir kimse, göğsünü özürsüz olarak kıbleden döndürse, namazı
bozulur. Fakat bir organdan kan çıkmak gibi bir sebeble abdestsizlik meydana
geldiğini yanlışlıkla zannetse de kıbleye arka çevirecek olsa, mescidden
çıkmadıkça namazı bozulmaz. Fakat bu adam imam olur da yerine başkasını
geçirirse, namaz bozulmuş olur.
30) Namazda bulunan kimseden burun
kanaması veya kusuntu gibi, istekle olmayan abdesti bozacak bir şey meydana
gelse, o kimse serbest olur: Dilerse abdest alıp yeniden namaz kılar. Buna
namaza yeniden başlama (istinaf-ı salât) denir. Faziletli olan da budur.
Dilerse, namaza aykırı hiç bir şeyle uğraşmaksızın en yakın yerdeki su ile
abdest alır ve tek başına idiyse, bu abdest aldığı yerde veya evvelce namaza
başlamış bulunduğu yerde namazının geri kalan kısmını tamamlar. Bir imama uymuş
idiyse, evvelki yerine dönüp orada namazını tamamlar. İmama uymanın sıhhatine
engel olacak bir yerde durup oradan tekrar imama uyamaz. Ancak cemaatla kılınan
namaz bitmiş olursa, o zaman yalnız başına namaz kılan gibi hareket eder. Bu
namaz kılışa da, başlanan namaza devam (bina-i salât) denir. Böyle bir kimse
abdest almak için yakın suyu bırakıp uzağa gitse veya gidip gelirken Kur'an
okusa veya bu arada avret yeri açılsa, artık namazı bina edemez (başladığı
namazdan geri kalan kısmı kılamaz). Yeniden namaz kılması gerekir. (Lâhik
bölümüne bakılsın.)
31) Namazı bozulan bir imamın, kendi yerine başkasını geçirmesi ittifakla caizdir. Şöyle ki: Bir imama, namaz kılarken burnu kanamak gibi (semavî) bir abdestsizlik gelse, cemaat içinden imam olmaya elverişli bir kimseyi işaretle veya elbisesinden tutarak mihraba geçirir. İmamla beraber yalnız bir kişi bulunmuş olsa, bu kimse imamete ehil ise, imamlığa geçmesi kararlaşmış olur. İmam böyle yerine bir adam geçirmeksizin mescidden çıksa veya sahrada ise safları geçmiş olsa, cemaatın namazı bozulur, imam tek başına namaz kılan hükmünde kalır. Dilerse abdest alıp namazı bina eder (bıraktığı yerden tamamlar), dilerse yeniden namazını kılar. Bu istihlâf (yerine başkasını geçirme) konusunda cemaatın bilgisi yoksa, istihlâf cihetine gidilmeyip namazın yeniden kılınması daha faziletlidir. Çünkü bu durumda namazın bozulmasını gerektiren bazı haller olabilir.
32) Dişlerin arasında kalmış olan bir
kırıntı namaz içinde yutulsa, bakılır: Eğer en az nohut mikdarı ise namazı
bozar. Bundan küçük ise namazı bozmaz.
33) Ağızda bulunan bir şeker
parçasının, namazda çiğnenmediği halde tadı boğaza gitse, namazı bozar. Fakat
namazdan önce yenmiş bir yemeğin ağızda kalmış olan tadı, namaz içinde tükürükle
boğaza gitse, bununla namaz bozulmaz.
34) Namazda sakız veya Hindistan
cevizi gibi bir şey, arka arkaya üç kez çiğnenecek olsa, namaz bozulur.
Yutulmasa da böyledir. Fakat çiğnenmediği halde bunun küçük bir parçası boğaza
gidecek olsa, bundan namaz bozulmaz.
35) Namaz içinde bayılma ve çıldırma halleri namazı bozar.
36) Dört rekatlı bir namazı bilmemezlikle iki rekat
sanarak birinci oturuştan sonra selam veren kimsenin namazı bozulur. Yatsının
farzını teravih, öğlenin farzını cuma veya sabah namazı zannederek birinci
oturuşta selam verilmesi de böyledir. Fakat yanılarak böyle bir selam vermekle
namaz bozulmaz.
Kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sad. Ali Fikri Yavuz,Ravza Yayınları
Kaza Namazı
Eda ile Kazanın Farkları ve Kaza Namazları
281- Bir namazı vaktinde kılmaya "eda" denir. Vaktinden sonra kılmaya da "kaza" denir. Vaktinde kılınan veya kılınacak olan bir namaza "vaktiyye" veya "salât-ı hazıra" denir. Vaktinde kılınmamış olan bir namaza da "faite" denilir. Bunun çoğulu "fevait" dir.
282- Vaktinde kılınmamış olan beş vakit farz namazlarının kazası farzdır. Vitir namazının kazası ise vacibdir. Sünnetlere gelince: Bir sabah namazı sünneti ile beraber kaçırılınca, o günün güneş doğuşundan (kerahet vaktinin çıkışından) sonra istiva zamanına kadar bu sünnet farz ile beraber kaza edilir. Güneşin yükselişinden (kerahet vaktinden) önce ve istivadan sonra sünnet kaza edilmez. İmam Muhammed'e göre, bu sünnet yalnız olarak kaçırılmış olsa, yine güneşin doğuşundan sonra istiva zamanına kadar kaza edilir. Bir de, öğle namazının her iki sünneti, farza yetişmek için terk edilecek olsa, farzdan sonra evvelki sünnet ve sonra iki rekat sünnet kaza edilir. Fetva bu şekildedir. Böylece vakit içinde sünnet iki defa gecikmemiş olur. Bununla beraber son iki rekat sünnetten sonra da dört rekat sünnet kaza edilebilir. Namazın sırası iki defa değişmemesi için bunu daha iyi görenler de vardır.
Cuma namazının ilk dört rekat sünneti hakkında bu öne alma ve sonraya bırakma hükmü vardır. Terk edilen diğer sünnetlerin kaza edilmesi gerekmez. Fakat başlanıldıktan sonra, her nasılsa terk edilmiş olan bir sünnetin (nafile namazın) kazası gerekir.
Örnek: Öğlenin son sünnetine başlamış iken, cenaze namazını kaçırmamak için bu Sünnet kesilmiş olsa, bu sünneti sonradan kaza etmek gerekir.
283- Bir namazı özürsüz yere kazaya bırakmak büyük günahdır (kebiredir) Bu namaz kaza edilmekle yerine getirilmiş olur. Fakat bunun geciktirilmesinden dolayı meydana gelen günahın bağışlanması için tevbe etmek ve Allah'dan afv dilemek lazımdır. Herhangi bir bahane ile namazı geciktirip kazaya bırakmakdan son derece sakınmalıdır. Çünkü bunun günahı çok büyüktür. İnsan, gerek yaratıcısına karşı ve gerekse insanlara karşı olan borçlarını bir an önce ödemeğe çalışmalıdır. Hayatın süresi belli, çok azdır! Borçlarını ödemeden ahirete gidenlerin hallerine ne kadar acınsa azdır.
UYARI: Kazaya kalan altmış, yetmiş senelik namazların belli bir günde (Ramazan ayının son cumasında) kılınacak bir günlük namaz ile kaza edileceği ve böylece bağışlanacağı hakkındaki sözlerin hiç bir dinî değeri yoktur. Bu konuda rivayet edilen bir hadis, hadis alimlerinin ve diğer alimlerin açıklamalarına göre asılsızdır, uydurmadır, ümmetin icmaına da aykırıdır. Çünkü böyle herhangi bir ibadet, senelerce terk edilmiş olan farzların ve vaciblerin yerini tutamaz. Böyle bir iddia, farzların ve vaciblerin terk edilmesini, önemsenmemesini gerektireceğinden akla, şeriata ve hikmete aykırıdır. Günah, kolaylığa sebeb olamaz. Bu usul ilminde bir esastır. Bir de bu hadisi nakledenler hadis alimlerinden değillerdir. Bir kaynak da gösterememektedirler. Artık bu naklin ne değeri olabilir?
Kazaya kalan namaz, bizim için yerine getirilmesi gerekir. Biz bunu yerine getirmek zorundayız, bunu yapmazsak azaba hak kazanmış oluruz. Şu kadar var ki, kazaya kalmış olan bir namazı Yüce Allah dilerse bağışlar ve dilerse bağışlamaz. Herhangi bir ibadet sebebiyle de sahibine bir çok sevablar da verebilir. Kimse bunlara karışamaz ve bunlar üzerinde kesin hüküm veremez. Yukardaki iddia, kesinlikle kazası gereken bir namazın, ona denk bir ibadetle kaza edilmesi hakkındaki farziyeti inkar etmektir ki, bu asla caiz olamaz.
284- Bir kimsenin namazı kazaya kalınca bakılır; Eğer o kimse tertip sahibi ise, bu kaza namazı ile vakit namazları arasında sırayı gözetmek gerekir. Tertib sahibi değilse, bu namazı kaza etmeden diğer namazları kılabilir.
285- Bir kimsenin tertib sahibi sayılabilmesi için, en az altı vakit namazı kazaya kalmamış olmalıdır. Altı vakit namaz kazaya kaldı mı, tertib sahibi olmaktan çıkar; artık onun ne kaza namazları arasında ve ne de kaza namazları ile vakit namazları arasında sırayı gözetmesi gerekmez.
286- Kazaya kalmış namazlarda eskiye ve yeniye gelince, bunlar iki kısımdır. Yakın zamanda kazaya kalanlar altı vakte ulaşınca, ittifakla sıra gözetme gereğini kaldırır. Evvelce kaçırılmış bulunan (eski) namazlara gelince, bunlar
da altı vakte ulaşmışsa, geçerli kabul edilen fetvaya göre sıra gözetmenin gereğini kaldırır.
Örnek: Bir kimse, vaktiyle bir ay namaz kılmayıp sonradan bunları kaza etmeden vakit namazlarını devamlı olarak kılmaya başlamışken tekrar bir vakit namazını kazaya bırakacak olsa, bu son namazını hatırladığı halde onu kaza etmeden vakit namazını kılabilir. Böyle bir kimse, geçmişteki kaza namazlarını tamamen kılmadıkça tertib sahibi olamaz. Sahih olan görüş budur.
287- Tertib sahibi olan zat, bir farz namazını veya İmamı Azam'a göre vacib olan bir namazı özürsüz yere veya hayız ve nifas gibi namazı düşürecek bir nitelikte olmayan bir özürden dolayı vaktinde kılmamış olsa, bu namazı, ilk vakit namazından önce kaza etmesi gerekir. Çünkü gerek kaçırılan namazların arasında ve gerek bunlar ile vakit namazları arasında sırayı gözetmek esasen şarttır. Ancak kazaya kalan namaz unutulup sonradan hatıra gelmişse veya vakit daralmış veya kaçırılan namazlar çok olur da tertib sahibi olmaktan çıkılmışsa, vakit namazı kılınır.
Örnek: Tertib sahibi olan kimse, her nasılsa uykuya dalıp o günün sabah namazını kılamamış olsa, bu sabah namazını o günkü öğle namazından önce kaza etmesi gerekir. Bunu hatırladığı halde onu kaza etmeksizin öğlen namazını kılsa, bu namaz İmam Muhammed'e göre bozulur. İmam Ebû Yusuf'a göre, farz olmaktan çıkar, nafile olur. İmamı Azam'a göre ise, muvakkat olarak sahih olur. Şöyle ki: Bundan sonra o sabah namazını kaza etmeden beş vakit namazı daha kılacak olsa, bu altı vaktin hepsi de sahih olmuş olur. Fakat böyle beş vakit namazını daha kılmadan o sabah namazını kaza ederse, arada kılmış olduğu vakit namazları fasid olup yeniden kılınmaları gerekir.
Yine böyle bir kimse, sabah namazını kaçırmış olduğu halde, bunu unutup öğle namazını kılacak olsa, bu öğle namazı sahih olur.Yine bir kimse, kazaya kalmış olan yatsı namazını fecirden sonra hatırlamış olur da, vakit yalnız sabah namazını kılmaya müsait bulunursa, sabah namazını kılar, yatsı namazını daha önce kaza etmemesi, bu sabah namazının sıhhatine engel olmaz. Ancak kaza namazını hatırladığı halde, vakit namazını pek uzatıp da bu bakımdan vaktin daralmasına sebebiyet verilmiş olursa, o zaman vakit namazı caiz olmaz.
288- Kazaya kalmış namazlar (faiteler) birkaç tane olur da, vakit bunlardan yalnız bir kısmı ile vakit namazına müsait bulunsa, sahih olan görüşe göre, sırayı gözetme gereği düşer. Yine bir kimsenin, vitirden başka altı vakitten çok veya altı vakit namazları kazaya kalmış olsa, bunları kaza etmeden vakit namazlarını kılması sahih olur. Çünkü bu durumda tertibe riayet edilmesinde güçlük vardır. Kazaya kalmış namazlar (faiteler), vitirden başka altı vakit olunca çok sayılır, altıdan az olunca da az sayılır.
(İmam Şafîî'ye göre, kazaya kalan namazlarla vakit namazları arasında sıra gözetilmesi şart değildir, müstahabdır.)
289- Bir kimse, bir günlük namazlarından birini kaçırmış olduğu halde, bunu bir türlü belirleyemezse, bir günlük namazını yeniden kılar. Çünkü böyle yapmakla kazaya kalan namaz, kesinlikle kılınmış olur; diğerleri de birer nafile olur.
İki, üç ve daha ziyade günlerde birer vakit namaz kaçırılmış olduğu halde, bunların hangi namazlar olduğu belirlenemeyince de, o kadar günün namazları yeniden kılınır.
290- Kazaya kalan namazlar bir çok olunca, bunların her birini belirleyerek niyet edilmesi gerekmez; çünkü bunda güçlük vardır. Onun için şöyle niyet edilmesi uygun olur: "ilk veya en son kazaya kalmış sabah veya öğle namazını kılmaya" diye kılınır.
291- Bir kimse, ne kadar namazı kazaya kaldığını bilmese, kuvvetli olan görüşüne göre hareket eder. Üzerinde kaza namazı kalmadığına kanaat getirinceye kadar kaza namazı kılar.
292- Bir kimse, bir namazı kılıp kılmadığında şüphelense, namazın vakti henüz çıkmamışsa onu yeniden kılar. Namazın vakti çıktıktan sonra şübhelense, bir şey yapması gerekmez. Çünkü farzın sebebi olan vakit çıkmıştır. Bir müslümanın namazını vaktinde kılmış olması ise bir asıldır.
293- Müslüman olmayanların yurdunda İslâm'ı kabul edip bilgisizliğinden dolayı namazlarını kılamamış olan bir kimse, sonradan İslâm yurduna gelip din görevlerini öğrense, önceki namazları kaza etmesi gerekmez. Fakat İslâm ülkesinde bulunup da ihtida eden (islamı kabul eden) kimse, bu hususta özürlü sayılmaz. İslâmı kabul ettiği tarihten itibaren namazlarını kılmakla yükümlü olur. Çünkü İslam yurdunda cehalet bir özür sayılmaz. Herkes din görevlerini ehlinden sorup öğrenebilir.
294- Bir kimse kaza namazını kılarken, cemaatle vakit namazına başlanacak olsa, namazını tamamlamadıkça cemaate katılmaz, isterse tertib sahibi olmasın.
295- Kazaya kalan aynı vaktin namazı, usulü üzere cemaatle, de kılınabilir.
296- Kaza namazlarının evde kılınması daha iyidir. Çünkü günahları örtüp açıklamamak lazımdır. Böyle bir açıklama Hakka karşı saygısızlık sayılır ve başkaları için de kötü bir örnek olabilir.
297- Bir kadın: "Yarınki gün şu kadar namaz kılayım veya şu kadar gün oruç tutayım." diye niyet ettiği halde o gün adet görmeye başlasa, o namazı veya orucu temiz olacağı günlerde kaza eder.
298- Kaza namazlarının belli vakitleri yoktur. Üç kerahet vakti dışında, istenilen her vakitte kaza namazı kılınabilir.
Örnek: Kazaya kalmış bir öğle namazı akşamdan sonra kılınabileceği gibi, bir akşam namazı da öğleden önce veya sonra kılınabilir.
299- Kaza namazları ile uğraşmak, nafile namazları ile uğraşmaktan daha iyi ve daha önemlidir. Fakat farz namazların müekked olsun olmasın, sünnetleri bundan müstesnadır. Bu sünnetleri terk ederek bunların yerine kazaya niyet edilmesi daha iyi değildir. Bu sünnetlere niyet edilmesi evladır. Hatta kuşluk ve tesbih namazları gibi, haklarında nakil bulunan nafile namazlar da böyledir. Bunlara da böyle nafile olarak niyet etmek evladır. Çünkü bu sünnetler, farz namazları tamamlar, bunların yerine getirilmesi mümkün değildir. Kaza namazlarının ise, muayyen vakitleri olmadığı için onların her zaman yerine getirilmesi mümkündür.
Namazları kazaya bırakmak günahtır. Bu günahdan mümkün olduğu kadar kurtulmak için sünnetleri feda etmek uygun olmaz. Böyle bir günahı işleyen kimsenin fazla ibadet ederek Allah'ın bağışlamasına sığınması gerekirken, hakkında Peygamber şefaatinin tecelli etmesine vesile olacak bir takım sünnet ve nafileleri terk etmek nasıl uygun olabilir? Hem bir kısım vakit namazlarını kazaya bırakmak, hem de diğer bir kısım vakit namazlarını, kendilerini tamamlayan sünnetlerden ayırmak iki kat kusur olmaz mı? Buna aykırı olan bazı nakiller geçerli değildir. Bunlar kabul edilen fetvaya aykırıdır. Hem sünnetleri, hem de kaza namazlarını kılmaya elverişli vakit bulamadıklarını iddia edenler bulunursa bunlar insaflı bir iddiada bulunmuş sayılmazlar. Boş yere en kıymetli zamanlarını harcayan insanlar, bilmem böyle bir iddiaya nasıl kalkışabilir?..
Kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sad. Ali Fikri Yavuz,Ravza Yayınları
Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!
Matematik Konularından Seçmeler
matematik
(301)
geometri
(133)
ÖSYM Sınavları
(61)
trigonometri
(56)
üçgen
(49)
çember
(36)
sayılar
(32)
fonksiyon
(30)
türev
(26)
alan formülleri
(25)
analitik geometri
(23)
dörtgenler
(19)
denklem
(18)
limit
(18)
belirli integral
(14)
katı cisimler
(12)
istatistik
(11)
koordinat sistemi
(11)
fraktal geometri
(7)
materyal geliştirme
(7)
asal sayılar
(6)
elips
(3)
tümevarım
(3)
binom açılımı
(2)
hiperbol
(2)










