Din Felsefesi Konu Özeti

İlahiyat lisans Tamamlama 2. Sınıf Ders Özetleri  ilitam kitaplarından yararlanarak özetleme yapılmıştır. Özetleme işleminde Ankara İlitam'ın uzaktan eğitim yayınları esas alınmıştır. öğrencilerimize faydalı olması amacıyla burada yayınlanmıştır. Özet için Hulusi Kaya hocamıza teşekkür ederiz. 

 

Sitede bulunan tüm İlahiyat dersleri konu özetleri, üniversitenin kendi kitabından satır satır okunarak büyük bir emek sarfedilerek tarafımdan çıkarılmıştır. Kişisel kullanıma açık olarak dijital ortamda herkese sunulmuştur. Hal böyleyken kırtasiyecilerin veya diğer menfaatperestlerin hiçbir yazılı izin almadan, bilgi vermeden çıkarları uğruna bu özetleri ders notu/kitap vs. haline getirerek ticari olarak satması, kul hakkıdır. Vebaldir. Asla buna Rızam yoktur.

| | Devamı... 0 yorum

Ahmet Çitil, Matematik ve Metafizik

“Bu kitap son iki yüzyıldır yapıldığı biçimiyle matematik felsefesine bir katkıda bulunmak amacıyla kaleme alındı. Günümüzde yaygın bir biçimde yapılmaya çalışıldığından farklı olarak biz “nesne” anlayışı üzerinde durmaya ve matematik felsefesinin konularını genel anlamda ontolojinin konularıyla ilişkilendirerek anlamaya çalıştık. Kant’ın sözünü ettiği “matematiksel nesnelerin inşa ediliş süreci”ni ve söz konusu inşa mekânını varlıksal bakımdan temellendirmeye çalıştık. Biçimsel bir dil içerisinde inşa ile geometrik inşayı ayırt ederek ayrı ayrı ele aldık.Kümenin matematiksel nesnelerle bağıntısını ortaya koymaya çalıştık. Tüm bunların sonucunda Sürey Varsayımı’nın nesnel zeminini açıklığa kavuşturmayı hedefledik. 
Araştırmalarımızın neticesinde vardığımız bir sonuç şu biçimde ifade edilebilir: Özellikle Alman düşünürü Kant’ın görüşleri ve Kant’ın eleştirilmesi üzerinden biçimlenen tartışmalar bugün matematiği anlamamız konusunda bir yarar getirmekten çok bir engel oluşturmaktadır. Bunun temel nedeni, Kant’ın matematiğin mahiyetini ortaya koymak üzere çizdiği ontolojik çerçeveye ilişkin asli eksikliklerdir. Söz konusu bu eksiklikler Kant’ı izleyen yahut eleştiren düşünce anlayışları tarafından da giderilememiştir. Kanaâtimizce Kant sonrasındaki bu dönem özelde matematiğin mahiyeti üzerine yürütülen düşünsel etkinliğin, genel olarak da fikriyatın nesnesizleştiği bir dönemdir. Özellikle giriş bölümünde bu sürece ilişkin görüşlerimizi netleştirmeye çalıştık. Yaptığımız çalışmaların tam ya da hatasız olduğunu düşünmüyoruz. Ancak özelde matematik felsefesinin, genelde de felsefenin nesneye, nesnenin kuruluşuna ve düşünceye konu edilişine ilişkin ilgisinin artırmasının kendi deneyimimizi anlamamıza yardımcı olacağına inanıyoruz. Son iki yüzyıldır matematik felsefesinde sorun olarak görülen pek çok konunun, felsefecilerin nesne üzerine düşünmeyi bırakmalarından kaynaklandığını düşünüyoruz. Umarız bu çalışmamız düşünürlerin “nesneye yönelişi”ne bir nebze olsun hizmet edebilir.”

Ahmet Çitil, Matematik ve Metafizik, ALFA YAYINLARI,Yayın Yılı: 2012, 262 sayfa
| Devamı... 0 yorum

Ah! Matematik


Matematik eğitim hakkında öğrencilerin çektiği sıkıntılar, başarısızlık nedenleri ve matematik başarısında nelerin yapılması gerektiği konusunda güzel bir inceleme yazısına rastladım.Sizinle paylaşmak istedim. "Matematik, bir disiplinler manzumesi… Mantık ve muhakeme yeteneğinin zirve noktası. Bir düşünme biçimi, kaçamayacağımız bir sosyal olgu. Tabiri diğerle hayatın karmakarışık problemlerini çözen mücessem bir bilim adamı… Matematik, bütün bunların yanında aklı işleten, akla kapı açan, varlıklar arasında ilişkiler kuran, neden ve niçin ile yanıp tutuşurken madde ve mana cihetiyle hayatı anlamlandıran bir derstir de. Peki, bizim için bu derece önemli olan matematik, nasıl oluyor da can sıkıcı, korkutucu bir ders haline gelebiliyor? Neden matematiği öğrenemiyoruz? Niçin toplum olarak matematikten bu kadar uzağız?


Değerli eğitimciler, “öğrencilerinize neden matematik sizler için bu derece önemli” diye bir soru yönelttiğinizde, alacağınız cevap büyük bir ihtimalle matematiksiz LGS, LYS, YGS ve KPSS gibi daha nice sınav çorbalarında başarılı olunamayacağıdır. Maalesef bizlerde öğrencilerimizin bu tür sözlerini destekler mahiyette açıklamalarda bulunmuşuzdur çoğu zaman. Bundandır ki, toplumda; “Matematik = sınav ya da sınav = matematik” Denklemi büyük bir yekûn oluşturmaktadır. Bu durum, haliyle sınava endeksli bir dersin tam manasıyla öğrenilmemesine neden olduğu gibi öğrencilerimizde stresle birlikte matematik fobisinin de ayyuka çıkmasına sebebiyet vermektedir. Oysa bizim ne ilköğretim matematik programlarımızda ne de orta öğretim matematik programlarımızda, ne de Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Başkanlığınca onaylanan matematik dersinin genel amaçları içerisinde öğrencileri LGS, LYS, YGS ve KPSS gibi sınavlara hazırlama gibi bir düşünce söz konusu değildir. Bu tür sınavlar hiçbir zaman amaç değil, olamaz da… Üzülerek söylemek gerekirse birer araç olan bu sınavlar amaca dönüştüğünden öğrencilerimiz için matematik tıpkı tek kullanımlık bir eldiven gibi… Sadece sınavlarda var, hayatın içinde yok.

Matematik öğrenilmiyor, matematik ezberleniyor, ezberletiliyor. 2000 yılından itibaren üç yılda bir uygulan PİSA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) sonuçlarına baktığımızda, durumumuz ortada. PİSA, bir yönüyle müfredattaki kazanımların ne ölçüde gerçekleşip gerçekleşmediğini ölçmese de öğrencilerin temel yeterliliklerini, onların matematikteki bilgi ve becerilerini sınama noktasında bir boy aynası… Bu endam aynasında elbisemizin uzun ve kısalığını; giydiğimiz gömleğin büyük ve küçüklüğünü görebilmek çoğu zaman mümkün.

“Örneğin PİSA 2003’de okuma becerileri testinde öğrencilerin % 36,8’i temel yeterlilik düzeyinin altında iken bu oran PİSA 2012’de % 21,6’ya; Fen bilimleri testinde % 38,6’dan, % 26,4; matematik testinde ise % 52,3’den, %42,2’ye inmiştir. Bu sonuçlar tüm alanlarda temel yeterlilik düzeyinin altındaki öğrenci oranlarının azaldığını göstermekte ise de,[1] “PISA 2003,2006, 2009 ve son olarak 2012'deki sonuçların geneline baktığımızda, Türkiye'nin hem matematik, hem fen bilimleri hem de okuma testlerinde, uluslararası ortalamaların çok altında kalmış olduğu gerçeği hatırımızdan çıkmamalı. Uluslararası bir sınavdan ülke içine dönelim.

Matematik açısından durum pekte farklı değil. Yaptığımız araştırmaya göre[2]…… İlinde 8. Sınıfların girdiği TEOG sonuçlarına baktığımızda Türkçe dersinin TEOG ortalaması 60,6, Matematik dersinin 42, Fen ve Teknoloji dersinin 56,9, T.C İnkılap Tarihi dersinin, 55,8, İngilizce dersinin 37,2, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin ise 64,6 olduğudur. Dikkat edilirse Matematik dersinin TEOG ortalamasının İngilizce dersinden sonra not ortalamasının en düşük ders olduğu görülecektir. Bu araştırmayı bir örneklem olarak kabul edecek olursak Türkiye’deki durumda aşağı yukarı bu minval üzeredir. Matematik öğrenilmiyor, ezberleniyor dedik. İşte matematik üzerine yapmış olduğum araştırmamdan ilginç ve bizleri güldüren birkaç misal vereyim[3]:

 —Üçgen çeşitlerini sayınız? —Eşkenar üçgen, ikizkenar üçgen, üçüz kenar üçgen (Ayşe 4/A sınıfı öğrencisi)

 —Doğal sayılar hangileridir? —Doğal sayılar doğada bulunur. (Eren 5/A sınıfı öğrencisi)

 —Dikdörtgen nedir? —Dikdörtgen dörtkenarı olan bir üçgendir.( Mehmet -Sos/11-A sınıfı öğrencisi)

 —Kaç çeşit kesir vardır yazınız? — 1- Basit Kesir 2-Zor kesir( Zelal 4/B sınıfı öğrencisi)

Ülkemizde neredeyse on yıla yaklaşmış olan yapılandırmacı eğitimle birlikte artık matematiğin ayaklarının yere sağlam basacağını ümit ediyoruz. Davranışçı ekolde matematik için önemli olan çoğu zaman öğrencilerimizin bilişsel düzeyiydi. Bu nedenle öğretilen programlarda daha çok işlem basamağı üzerinde durulurdu. Öğrencilerimize problem diye verdiğimiz soruların başına baktığımızda tünelin sonunu görebiliyorduk. Öğretilen matematik kitaplarında belirli rutin problemler ve çözüm önerileri vardı. Dolayısıyla modası geçmiş müfredatla yetişen bir kafanın düşünce üretmesini beklemek safderunluk olurdu. Oysa 2004–2005 yılından itibaren diğer derslerle birlikte yenilenen matematik programımızda, problem çözme, tahmin etme, desen verme, akıl yürütme, araştırma ve karar verme gibi daha pek çok becerilerin ön plana çıktığını görebilmekteyiz.

Program, öğrencilerimizin sadece bilişsel gelişim alanlarını değil, duyuşsal ve devinimsel (psiko-motor) gelişim alanlarının da gelişmesini öngörüyor. Ayrıca matematikte öğrendiğimiz bilgilerin günlük yaşamda kullanılması son derece önemlidir. Kariyer bilinci, insan hakları ve vatandaşlık, rehberlik ve psikolojik danışma gibi ara disiplinlerle de ilişkilendirilmesi yeni müfredattaki matematiğin hayattan kopmadığını gösteren önemli ipuçlarıdır. Yine yeni programın öğrenciyi klasik (yazılı-sözlü) değerlendirme yerine süreç değerlendirmeyle (proje ve performans görevleri, ürün dosyası vb.) ölçmesi objektiflik adına önemli bir adımdır. PİSA sonuçlarına göre istediğimiz düzeyde olmasa da başarı oranımızın bir nebze artması uyguladığımız yapılandırmacı (Constructivism) eğitim sisteminin toplum nezdindeki kabul edilebilirlik oranını artırmaktadır. Şimdi yazımızı destekler mahiyette Matematiği neden sevmiyoruz, nasıl severiz adlı eğitimci İsmail Kadıoğlu’nun yazısının bir bölümüne bakalım.[4]

 “Matematiği sevmek zorunda mıyız, matematik insanlara ne kazandırır ve neler öğretir? Matematik nedir neye yarar: Matematik, Ahmet’in dersten çıkınca, dost doğru hatasız bir şekilde evine gitmesine yarar. Matematik, yolda giderken, belediyenin açık bıraktığı çukura düşmemeyi öğretir. Matematik, yolda yürürken, bir yerlere, elektrik direğine çarpmamayı öğretir. Matematik, komşumuz karı koca arası kavgalı haldeyken onları nasıl barıştırılacağını öğretir. Matematiği iyi olan kişi, onların problemlerinin nasıl kolay çözülmesi gerektiğini bilir. Matematik problem çözmeyi öğretir. Matematik düşünmeyi öğretir. Hem de doğru düşünmeyi öğretir. Her insan; matematiksel düşünmeye sahip olmalı, her problem çözmede matematikçe düşünmeye sahip olmalı. Prof. Dr. Davis, anaokulu öğrencilerine sormuş, “6 tane kurabiyen var, arkadaşınla nasıl paylaşırdın?” Çocuk adil davranmış “3 ona, 3 bana” demiş. “Peki, başka nasıl paylaşırdın?” diye sormuş. “4 bana, 2 ona.” “Başka?” “6 bana, sıfır ona.” “Başka?” Kurabiyenin bir tanesini bölmüş, “yarım ona, 5,5 bana” demiş. Bu cevap çok ilginç değil mi? Çocuğa sunulan bu hareket, ona fırsat vermektedir. Başka çözüm yolları bulabileceği düşüncesi verildiğinde çocuk kendi yöntemleriyle problemi çözebiliyor. “Sen ne düşünüyorsun?” “Başka farklı çözüm var mı?” şeklindeki sorularla, çocukların farklı düşünce ortaya koymalarına fırsat vermeliyiz. Tabi bu tür davranışlar, okula gitmeden, aile içinde başlamak üzere, ilköğretim ağırlıklı ve lisede de bu şekilde davranıp, matematiğin zor olmadığını, yapılabilirliğini gösterip, çocuğa sevdirmeliyiz. İşte o zaman, matematik dersi, konuları biriktirmeden, günlük çalışarak sevilebilir.

Matematik dersinin sevilmemesinin nedenlerinden biri, klasik anlayışla öğretilmeye çalışılmasıdır. Oyunlar ve ilgisini çeken sorular sorarak sevdirebiliriz. Kavramları, soyuttan somuta dönüştürerek. Çocukların birbirleriyle konuşmalarına fırsat vererek sevdiririz. Sevilmek zorunda ve durumunda olan bu ders neden sevilmez? Çocuklar sayılarla geç karşılaşıyorlarsa… Sayısal sonuçlar kendilerini iyi hissettirmiyorsa…”Bütün bu güzel gelişmelerin yanında asıl önemlisi, öğrencilerimize matematiği sevdirerek öğretecek olan öğretmenlerimizdir. “Eğitici bir matematik dersi; öğrenciyi sıraların üzerinde oturtarak dinleten bir ders değildir. Öğrencinin eline şerit metreyi verip sınıfta, okulun bahçesinde uzaklıkları ölçtüren; gözlemler, mukayeseler yaptıran bir derstir. Coğrafya dersi yeri ve göğü ait incelemeler yaptıran ayaklı ve canlı bir derstir. Kısacası tüm dersler sınıfın dışına taşan gezici, dolaşıcı, arayıcı, inceleyici, gözleyici olmak zorundadır.”[5] Daha, yapılandırmacı eğitimin esamesi bile yokken bizim içimizden çıkan bir eğitimcimizin 99 yıl önce söylediği bu söz çok önemlidir. Her şeyi dışarıdan arayan, kendi insanın neler yapabileceğini göremeyen, sadece Batı gözlüğü takarak hayata bakanların kulakları çınlasın! "

Necati İLMEN 

Kaynak: www.memuryeri.com/12181.html 
[1] Star Açık Görüş, 15 Aralık 2013.
[2] …..İlindeki 8. Sınıf TEOG araştırması.
[3] İLMEN. N. Kırk Yamalı Bohça, Çizgi Yayınları, 2012, s.93.
[4] http://www.anamursedir.com/yazar.asp- İsmail Kadıoğlu.
[5]Hakkı Baltacıoğlu İsmail, Talim Terbiye, “İnkılâp” Yıl, 1915

Din Felsefesinden Ateiste Cevaplar

Din felsefesi, din adına sadece kuru bir felsefe yapmaktan ibaret olmayıp, din alanında ciddi sorgulamalar yaparak en doğruya ulaşmak için yapılan sistemli düşünme biçimlerinin bütününü ifade eder. Felsefe özel anlamda akıl yürütme, doğru biçimde kullanıldığında iyi bir cevap bulma işlemidir. Kişinin hakikati bulmasında önemli olan kalp’ten gelen ses olduğundan, akli muhakemelerin hepsi, yetersiz kalarak bir yerde tıkanacaktır. Bu nedenle felsefe sayesinde yapılan bütün düşünmeler, hakikate ulaşmada bize fikirler verse de varılan hakikatin kalpte yeşermesi en doğru eylem biçimi olacaktır. Zira kalp, fiilin mekanıdır. Kalbe uğramadan yapılan iş ve işlemler, çok sığ kalacaktır. Bizim buradaki amacımız; akli muhakeme ve felsefe eşliğinde yapılan sorgulamaları, dini inançları ret eden kişiler kapsamında doyurucu bilgiye ulaştırmaktan ve onların da iman nurundan faydalanmalarını sağlamaktan başka bir şey ifade etmemektedir. Din felsefesi kullanarak ateizm ve ateistlere verdiğimiz cevaplarda, Batılı filozofların çalışmalarından yararlanarak, aslında ortaya çıkan Batı kaynaklı inançsızlık mekanizmalarına da bir nevi kendi içlerinden cevap vermiş olacağız. Kendi doğrularımızı ayet ve hadisler eşliğinde zikretmek, bir ateist için bir anlam ifade etmediğinden, onların kendi silahları ile konuşmak daha doğru olacaktır. İşte bu nedenle inançsızlık kavramına evrensel bir düşünme biçimi olan Din felsefesinden cevaplar sunmaya çalışacağız. [Bu yazıda, genel anlamda ateizm ve inançsızlık kavramı incelenmiş olup, özelde Deizm ve Agnostizm gibi benzeri inançsızlık türlerine fazla detaya inmeden değinilmiş ve Deizm/Agnostizm kavramları, geniş kapsamlı bir inceleme olmadan yüzeysel olarak incelenmiştir.] detaylı bir yazı için (Bknz. Deizm kıskacındaki gençlik)
İman; her şeyden önce bir kalp işidir. Kalbin bir nedene bağlı olarak veya olmadan herhangi bir fikre, düşünceye veya bir var oluşa inanması kelime olarak imanı temsil eder. Akıl ise bu "iman" eylemine sebepler bulmaya yardımcı bir vasıtadır. İman ile akıl birbirine zıt iki kavram da değildir. İman ve akıl ilişkisi, birbirini destekler mahiyette, yalnız herbiri kendi içerisinde sınırlar ihtiva eden iki kavramı bizlere sunar. İman, kalbi bir fiil olmakla beraber bazı halleri akılla izah edilebilir. Ama her imanın akılla izah edilmesi mümkün değildir. Bu nedenle herhangi bir inancı ne kadar akılla anlamak için uğraşsak da çabamız yetersiz kalacaktır. Çünkü aklın sınırları vardır. İman ise gönül ve kalp işidir. 
| | | | Devamı... 1 yorum

İslam Hukuku 2 Konu Özeti

İlahiyat lisans Tamamlama 2. Sınıf Ders Özetleri  ilitam kitaplarından yararlanarak özetleme yapılmıştır. Özetleme işleminde Ankara İlitam'ın uzaktan eğitim yayınları esas alınmıştır. öğrencilerimize faydalı olması amacıyla burada yayınlanmıştır. 
 

Sitede bulunan tüm İlahiyat dersleri konu özetleri, üniversitenin kendi kitabından satır satır okunarak büyük bir emek sarfedilerek tarafımdan çıkarılmıştır. Kişisel kullanıma açık olarak dijital ortamda herkese sunulmuştur. Hal böyleyken kırtasiyecilerin veya diğer menfaatperestlerin hiçbir yazılı izin almadan, bilgi vermeden çıkarları uğruna bu özetleri ders notu/kitap vs. haline getirerek ticari olarak satması, kul hakkıdır. Vebaldir. Asla buna Rızam yoktur. 
| Devamı... 0 yorum

Vazgeçilmez Olma Düşüncesi

Bir gün bir doktora, gerginlik ve tedirginlikten şikayetçi olan bir hasta gelmiş.Yapması gereken çok işinin bulunduğunu; fakat kendisinin rahatsız, işlerin ise beklemeye tahammülü olmadığını söylemiş. 
 Doktor,  
-Bu işleri başka biri yapamaz mı? Ya da bir başkası size yardımcı olamaz mı? diye sormuş. 
Adam,
- Onları yalnız ben yapabilirim; bütün işler bana bakıyor! diye cevap vermiş.
Doktor,adamın durumunu iyice tetkik ettikten sonra anlamış ki adam kendini vazgeçilmez biri olarak görüyor. Kibir gibi kötü bir hasletin için yanıp kavrulmak üzere. Doktor adama dönmüş ve;
-Sana bir reçete vereceğim. Bu reçeteyi aynen tatbik etmen gerekiyor! diyerek, yazıp eline bir kağıt vermiş.
Adam reçeteyi eline alıp baktığında, hayretler içinde kalmış. Reçetede, her gün en az iki saat işi bırakıp yürüyüş  yapacaksın ve her haftanın yarım gününü bir mezarlıkta dolaşarak geçireceksin yazıyormuş. 
Hasta adam;
- Yürüyüşü anladık ama; neden mezarlık? diye sormuş.  
Doktor,
Oraya gidip mezar  taşlarına bakmanı istiyorum. Mezarlıklar, kendilerini vazgeçilmez  sanan insanlarla doludur. Sen de onlar gibi ölüp mezarlığa gömülünce, kendinden başkasının yapmasına imkan olmadığını zannettiğin işlerin, başkaları tarafından da yapılmaya devam ettiğini göreceksin, demiş.
 
| Devamı... 0 yorum

Hiç'lik Makamı

Nasreddin Hoca’ya sormuşlar: “Kimsin?”“Hiç” demiş Hoca, “Hiç kimseyim .Dudak büküp önemsemediklerini görünce,Nasreddin Hoca sormuş: “Sen kimsin?”
“Mutasarrıf” demiş adam, kabara kabara.
Adamın övündüğünün ve kibirlendiğini görünce “Sonra ne olacaksın?” diye sormuş Nasreddin Hoca.
“Herhalde vali olurum” diye cevaplamış adam...
“Daha sonra?..” diye üstelemiş Hoca.
“Vezir” demiş adam.
“Daha daha sonra ne olacaksın?”
“Bir ihtimal sadrazam olabilirim.”
“Peki ondan sonra?”
Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp son makamını söylemiş:
“Hiç.”
“Daha niye kabarıyorsun be adam, ben şimdiden, senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım: "Hiçlik makamında"
Hz Mevlana derki ;
Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken,sen hiç ol...Menzilin yokluk olsun.İnsanın çömlekten farkı olmamalı,nasıl ki çömleği ayakta tutan dışındaki biçim değil,içindeki boşluk ise,insanı ayakta tutanda benlik zannı değil hiç'lik bilincidir.
| Devamı... 0 yorum

Bir Kral ve Köylü Hikayesi

Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacaktı?.. Ülkenin en zenginleri, en güçlü kervanları, saray görevlileri birer birer geldiler... Sabahtan öğlene kadar... Hepsi, kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu da; ''Halkından bu kadar vergi aldığı halde saraya yollarını temiz tutamıyor''diye yüksek sesle kralı eleştirdi. 
Sonunda bir köylü çıkageldi saraya; meyve ve sebze getiriyordu. Yoldaki engeli görünce sırtındaki küfeyi yere indirdi ve olanca gücüyle itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kalmış ama büyük engeli de yolun kenarına çekmiş oldu. Tam küfesini sırtına almak üzereydi ki kayanın eski yerinde bir kesenin olduğunu gördü... Açtı, kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde; 
 -''Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir.'' diyordu kral... 
Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı. 
''Her engel, hayat şartlarımızı daha da iyileştirecek bir fırsattır" 


Bu hikaye, bana güzel bir hadis-i şerifi hatırlattı. 

"İman, yetmiş küsür derecedir. En üstünü “Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)” sözüdür, en düşük derecesi de rahatsız edici bir şeyi yoldan kaldırmaktır. Haya da imandandır. 
(Buhârî, Îmân, 3; Müslim, Îmân, 57, 58.)

"Kardeşine tebessüm etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır. İyi göremeyen bir kimseye yardımcı olman senin için sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik gibi şeyleri kaldırıp atman da senin için sadakadır." 
(Tirmizî, “Birr”,36)
| Devamı... 0 yorum

İlitam 2.Sınıf 2.Dönem Arasınav Soruları 2014

ANKARA ÜNİVERSİTESİ 2013-2014 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI BAHAR YARIYILI ARA SINAVI
İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA UZAKTAN EĞİTİM PROGRAMI (YARIYILLIK)
12-13 NİSAN 2014
CUMARTESİ ÖĞLEDEN SONRA - PAZAR ÖĞLEDEN SONRA OTURUMLARI

DERSLER: TEFSİR METİNLERİ2, HADİS METİNLERİ2, DİNLER TARİHİ,TASAVVUF TARİHİ, DİN FELSEFESİ

SORULARI İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ: (RAR DOSYASI)
Devamı... 0 yorum

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!