Su Kasidesi, Fuzuli

Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su
Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su

(Ey göz! Gönlümdeki (içimdeki) ateşlere göz yaşımdan su saçma ki, bu kadar (çok) tutuşan ateşlere su fayda vermez.)

Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
Yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su

(Şu dönen gök kubbenin rengi su rengi midir; yoksa gözümden akan sular, göz yaşları mı şu dönen gök kubbeyi kaplamıştır, bilemem..)

Zevk-ı tîğundan aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk
Kim mürûr ilen bırağur rahneler dîvâra su

(Senin kılıca benzeyen keskin bakışlarının zevkinden benim gönlüm parça parça olsa buna şaşılmaz. Nitekim akarsu da zamanla duvarda, yarlarda yarıklar  meydana getirir.)



Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânun sözin
İhtiyât ilen içer her kimde olsa yara su

(Yarası olanın suyu ihtiyatla içmesi gibi, benim yaralı gönlüm de senin ok temrenine, ok ucuna benzeyen kirpiklerinin sözünü korka korka söyler.)

Suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâra su

(Bahçıvan gül bahçesini sele versin (su ile mahvetsin) , boşuna yorulmasın; çünkü bin gül bahçesine su verse de senin yüzün gibi bir gül açılmaz.)

Ohşadabilmez gubârını muharrir hattuna
Hâme tek bahmahdan inse gözlerine kara su

(Hattatın beyaz kâğıda bakmaktan, kalem gibi, gözlerine kara su inse (kör olsa, kör oluncaya kadar uğraşsa yine de) gubârî (yazı) sını, senin yüzündeki tüylere benzetemez.)

Ârızun yâdıyla nem-nâk olsa müjgânum n'ola
Zayi olmaz gül temennâsıyla virmek hâra su

(Senin yanağının anılması sebebiyle kirpiklerim ıslansa ne olur, buna şaşılır mı? Zira gül elde etmek dileği ile dikene verilen su boşa gitmez.)

Gam güni itme dil-i bîmârdan tîgun dirîğ
Hayrdur virmek karanu gicede bîmâra su

(Gamlı günümde hasta gönlümden kılıç gibi keskin olan bakışını esirgeme; zira karanlık gecede hastaya su vermek hayırlı bir iştir.)

İste peykânın gönül hecrinde şevkum sâkin it
Susuzam bir kez bu sahrâda menüm-çün ara su

(Gönül! Onun ok temrenine benzeyen kirpiklerini iste ve onun ayrılığında duyduğum hararetimi yatıştır, söndür. Susuzum bu defa da benim için su ara.)

Men lebün müştâkıyam zühhâd kevser tâlibi
Nitekim meste mey içmek hoş gelür hûş-yâra su

(Nasıl sarhoşa şarap içmek, aklı başında olana da su içmek hoş geliyorsa, ben senin dudağını özlüyorum, sofular da kevser istiyorlar.)

Ravza-i kûyuna her dem durmayup eyler güzâr
Âşık olmış galibâ ol serv-i hoş-reftâra su

(Su, her zaman senin Cennet misâli mahallenin bahçesine doğru akar. Galiba o hoş yürüyüşlü, hoş salınışlı; serviyi andıran sevgiliye aşık olmuş.)

Su yolın ol kûydan toprağ olup dutsam gerek
Çün rakîbümdür dahı ol kûya koyman vara su

(Topraktan bir set olup su yolunu o mahalleden kesmeliyim, çünkü su benim rakibimdir, onu o yere bırakamam.)

Dest-bûsı ârzûsıyla ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su

(Dostlarım! Şayet onun elini öpme arzusuyla ölürsem,öldükten sonra toprağımı testi yapın ve onunla
sevgiliye su sunun.)

Serv ser-keşlük kılur kumrî niyâzından meger
Dâmenin duta ayağına düşe yalvara su

(Servi kumrunun yalvarmasından dolayı dikbaşlılık ediyor. Onu ancak suyun eteğini tutup ayağına düşmesi
(yalvarıp aracı olması bu dikbaşlılığından)kurtarabilir.)

İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile
Gül budağınun mizâcına gire kurtara su

(Gül fidanı bir hile ile (meşhur gül ve bülbül efsanesindeki gibi yine) bülbülün kanını içmek istiyor; bunu engelleyebilmek için suyun gül dallarının damarlarına girerek gül ağacının mizacını değiştirmesi gerekir.)

Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme
İktidâ kılmış târîk-i Ahmed-i Muhtâr'a su

(Su Hz. Muhammed'in (s.a.v) yoluna uymuş (ve bu hâli ile) dünya halkına temiz yaratılışını açıkça
göstermiştir.)

Seyyid-i nev-i beşer deryâ-ı dürr-i ıstıfâ
Kim sepüpdür mucizâtı âteş-i eşrâra su

(İnsanların efendisi, seçme inci denizi (olan Hz.Muhammed'in s.a.v) mucizeleri kötülerin ateşine su
serpmiştir.)

Kılmağ içün tâze gül-zârı nübüvvet revnakın
Mu'cizinden eylemiş izhâr seng-i hâra su

(Katı taş, Peygamberlik gül bahçesinin parlaklığını tazelemek için (ve onun) mucizesinden dolayı su
meydana çıkarmıştır.)

Mu'cizi bir bahr-ı bî-pâyân imiş âlemde kim
Yetmiş andan min min âteş-hâne-i küffara su

(Hz. Peygamberimiz'in mûcizeleri dünyada uçsuz bucaksız bir deniz gibi imiş ki, ondan (o mucizelerden) , ateşe tapan kâfirlerin binlerce mâbedine su ulaşmış ve onları söndürmüştür.)

Hayret ilen barmağın dişler kim itse istimâ
Barmağından virdügin şiddet günü Ensâr'a su

(Mihnet günü Ensâr'a parmağından su verdiğini (bir mucize olarak parmağından su akıttığını) kim işitse
hayret ile (şaşa kalarak) parmağını ısırır.)

Dostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât
Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâra su

(Dostu yılan zehri içse (bu zehir onun dostu için) âb-ı hayat olur. Aksine düşmanı da su içse (o su,
düşmanına) elbette yılan zehrine döner.)

Eylemiş her katreden min bahr-ı rahmet mevc-hîz
El sunup urgaç vuzû içün gül-i ruhsâra su

(Abdest (almak) için el uzatıp gül (gibi olan)yanaklarına su vurunca (sıçrayan) her bir su damlasından binlerce rahmet denizi dalgalanmıştır.)

Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl
Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su

(Su ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan taşa vurarak ömürler boyu, durmaksızın başıboş gezer.)

Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr
Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su

(Su, onun eşiğinin toprağına zerrecikler halinde ışık salmak (orayı aydınlatmak) ister. Eğer parça parça da
olsa o eşikten dönmez.)

Zikr-i na'tün virdini dermân bilür ehl-i hatâ
Eyle kim def-i humâr içün içer mey-hâra su

(Sarhoşlar içkiden sonra gelen bat adrysını gidermek için nasıl su içerlerse, günahkârlar da senin na'tının
zikrini dillerinde tekrarlamayı (dertlerine) derman bilirler.)

Yâ Habîballah yâ Hayre'l beşer müştakunam
Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâra su

(Ey Allah'ın sevgilisi! Ey insanların en hayırlısı! Susamışların (susuzluktan dudağı kurumuşların) yanıp
dâimâ su diledikleri gibi (ben de) seni özlüyorum.)

Sensen ol bahr-ı kerâmet kim şeb-i Mi'râc'da
Şebnem-i feyzün yetürmiş sâbit ü seyyâra su

(Sen o kerâmet denizisin ki mi'râc gecesinde feyzinin çiyleri sabit yıldızlara ve gezegenlere su ulaştırmış.)

Çeşme-i hurşîdden her dem zülâl-i feyz iner
Hâcet olsa merkadün tecdîd iden mimâra su

(Kabrini yenileyen (tamir eden) mimara su lazım olsa,güneş çeşmesinden her an bol bol saf, tatlı ve güzel
su iner.)

Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dil-i sûzânuma
Var ümîdüm ebr-i ihsânun sepe ol nâra su

(Cehennem korkusu, yanık gönlüme gam ateşi salmış,(ama) o ateşe, senin ihsan bulutunun su serpeceğinden
ümitliyim.)

Yümn-i na'tünden güher olmış Fuzûlî sözleri
Ebr-i nîsândan dönen tek lü'lü şeh-vâra su

(Seni övmenin bereketinden dolayı Fuzûlî'nin (alelâde)sözleri, nisan bulutundan düşüp iri inciye dönen su
(damlası) gibi birer inci olmuştur.)

Hâb-ı gafletden olan bîdâr olanda rûz-ı haşr
Eşk-i hasretden tökende dîde-i bîdâra su

(Kıyamet günü olduğu zaman, gaflet uykusundan uyanan düşkün (yahut aşık) göz, (sana duyduğu) hasretten su(gözyaşı) döktüğü zaman,)

Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrûm olmayam
Çeşm-i vaslun vire men teşne-i dîdâra su

(O mahşer günü, güzel yüzüne susamış olan bana vuslat çeşmenin su vereceğini, beni mahrum  bırakmayacağını ummaktayım.)


| | | Devamı... 0 yorum

Müslümanların Tuzaklarla İmtihanı

Gazete köşe yazarlarımız; Müslümanların bugünlerde yaşadığı elem dolu günlerinin sebepleri hakkında uzun uzadıya yazılar kaleme alırken her biri farklı sebepleri sıralamaktadır. Bu yazarlardan kimileri çok isabetli tespitler yapmakta kimileri de "bir komplo teorisi" kapsamında değerlendirilebilecek yazı ve makaleler kaleme almaktadır. Genel izlenimim; bu konuda kafa yoran yazarlarımız, bütün bu sorunların ana nedeni olarak Müslüman dünyasındaki "parçalanmışlık ve başı bozukluk" çerçevesinde hem fikirdir. Bu yazıda; değişen gündem ve şartlardan uzaklaşarak Müslümanların içinde bulunduğu ortamı değerlendirici, güncel örneklerden faydalanarak farklı pencerelerden bakıp bazı tespitler yapmayı ve kimilerine göre komplo sayılabilecek bazı öngörüleri haddi aşmadan istifadenize sunmayı amaçlıyorum. 
| | | Devamı... 1 yorum

Zindandan Mehmede

Zindan iki hece, Mehmed'im lâfta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de, geri adam, boynunda yafta...
Halimi düşünüp yanma Mehmed'im!
Kavuşmak mı? .. Belki... Daha ölmedim!

Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yol da tutuktur hapse düşeli...
Git ve gel... Yüz adım... Bin yıllık konak.

Ne ayak dayanır buna, ne tırnak!
Bir âlem ki, gökler boru içinde!
Akıl, olmazların zoru içinde.
Üstüste sorular soru içinde:
Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?

Bir idamlık Ali vardı, asıldı;
Kaydını düştüler, mühür basıldı.
Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı.
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil...

Müdür bey dert dinler, bugün 'maruzât'!
Çatık kaş.. Hükûmet dedikleri zat...
Beni Allah tutmuş, kim eder azat?
Anlamaz; yazısız, pulsuz, dilekçem...
Anlamaz; ruhuma geçti bilekçem!

 

Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil;
Sayım var, maltada hizaya dizil!
Tek yekûn içinde yazıl ve çizil!
İnsanlar zindanda birer kemmiyet;
Urbalarla kemik, mintanlarla et.

Somurtuş ki bıçak, nâra ki tokat;
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...
Yalnız seccâdemin yününde şefkat;
Beni kimsecikler okşamaz mâdem;
Öp beni alnımdan, sen öp seccâdem!

Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan!
Dakika düşelim, senelik paydan!
Zindanda dakika farksızdır aydan.
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük, duman duman erisin!

Peykeler, duvara mıhlı peykeler;
Duvarda, başlardan, yağlı lekeler,
Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler...
Duvar, katil duvar, yolumu biçtin!
Kanla dolu sünger... Beynimi içtin!

Sükût... Kıvrım kıvrım uzaklık uzar;
Tek nokta seçemez dünyadan nazar.
Yerinde mi acep, ölü ve mezar?
Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz?
Güneşe göç var da, kalan biz miyiz?

Ses demir, su demir ve ekmek demir...
İstersen demirde muhali kemir,
Ne gelir ki elden, kader bu, emir...
Garip pencerecik, küçük, daracık;
Dünyaya kapalı, Allaha açık.

Dua, dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış...
Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu;
İplik ki, incecik, örer boşluğu.

Ana rahmi zâhir, şu bizim koğuş;
Karanlığında nur, yeniden doğuş...
Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş!
Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!

Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!


| | Devamı... 0 yorum

Sakarya Türküsü, Necip Fazıl Kısakürek

 

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük! ..
Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya, sâf çocuğu, mâsum Anadolunun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşiyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! ..



1949
| | Devamı... 0 yorum

Srebrenica Katliamı

1991-1995 Yugoslavya'da Sırp Cumhuriyeti Ordusu'nun Srebrenitsa'ya karşı giriştiği 'Krivaya Harekâtı' esnasında Temmuz 1995'te yaşanan ve belirlenmiş rakamlara göre en az 8.372 Boşnak Müslümanın Bosna-Hersek'in Srebrenitsa şehrinde, insan sıfatlı Sırp generali Ratko Mladiç komutasindaki ağır silahlarla donatılmış Sırp ordusu tarafından acımasız bir şekilde yok edilmesi için katliama tutulmasıdır. Bu hayvanları bile aratan vahşi katliamda erkekler sorgulanmak bahanesiyle tutuklanıp toplu halde işkencelerle öldürülüp toplu mezarlara gömülmüşlerdir. Katliamda bir kısım kadın ve küçük yaşta çocuğun da öldürüldüğü, tecevüzlere uğradığı, hamile kadınların karınlarının deşilerek çocuklarının çıkarılıp eğlence malzemesi yapıldığı belgelerle kanıtlanmıştır. Avrupa'nın göbeğinde gerçekleşen bu katliam ve zulüme Avrupa müdehale etmediği gibi sessiz bir şekilde hatta onaylarcasına göz yummuştur. Birleşmiş Milletler Srebrenitsa'yı güvenli bölge ilan etmiş ve hatta Hollanda'nın sözde barış gücü askerininin de oradaki varlığına rağmen katliam önlenemediği gibi yapılan zulme sessiz kalınarak teşvik edilmiştir. Hollandalı askerler bir gece yarısı Bosna'daki BM Barış Gücü komutanı Hollandalı generalden aldıkları emir doğrultusunda kenti boşaltmışlardır. Sözde barış adına görev yaptığını sanan Hollanda ordusu, adeta Sırplara şehri peşkeş çekerek katliamın fitilini ateşlemiştir. Savaş sırasında şehrin güvenliğinden sorumlu olan Hollandalı Komutan Thom Karremans kendisine sığınan 25 bin mülteciyi ve şehri Sırplara teslim ederek katliamın başlamasında büyük pay sahibi olmuştur.

| | | Devamı... 1 yorum

Etme, Mevlana Celaleddin Rumi

Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun, etme. 
Başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun, etme. 
 
Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı? 
Hangi hasta gönüllüyü kastediyorsun, etme. 
 
Çalma bizi, bizden bizi, gitme o ellere doğru. 
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun, etme. 
 
Ey ay, felek harab olmuş, altüst olmuş senin için... 
Bizi öyle harab, öyle altüst ediyorsun, etme. 
 
Ey, makamı var ve yokun üzerinde olan kişi, 
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun, etme. 
 
Sen yüz çevirecek olsan, ay kapkara olur gamdan. 
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun, etme. 
 
Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan. 
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun, etme. 
 
Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer; 
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme. 
 
Ey, cennetin cehennemin elinde oldugu kişi, 
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun, etme. 
 
Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize, 
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun, etme. 
 
Bizi sevindiriyorsun, huzurumuz kaçar öyle. 
Huzurumu bozuyorsun, sen mahvediyorsun, etme. 
 
 Harama bulaşan gözüm, güzelliğinin hırsızı. 
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun, etme. 
 
İsyan et ey arkadaşım, söz söyleyecek an değil. 
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme.
| | Devamı... 0 yorum

Medeniyet ve Umran

"Medeniyet mi umran mı tercihine bizi zorlayan iki şahsiyet var: İbn-i Haldun ve âmâ üstad Cemil Meriç. Meriç, medeniyet mevzuunda ibn-i Haldun’un umran kavramını savunur: “İslâm bu keşmekeşten asırlarca önce kurtulmuş. Medeniyet ve kültür tek kelimeyle ifade edilmiş: Umran.” “Haldun’un, umranı bir kavmin yaptıklarının ve yarattıklarının bütünü, içtimaî ve dînî düzen, âdetler ve inançlar” olarak târif ettiğini, umrana yüklediği mânanın medeniyet kavramından daha şümullü ve Avrupa'nın hiçbir zaman hiçbir kelimesiyle kucaklayamayacağı bir bütünlüğe sahip olduğunu söyler. Ona göre umran kelimesinde derinlik ve kuşatıcılık vardır. “Yalnızca bilgiyi değil irfânı ve bilgeliği de anlatır; şehri ve bâdiyeyi de (kır, çöl) içine alır. Umrandan habersizdik, medeniyete de ısınamadık. İnsanlığın tekâmül vetiresini ifade için kendimize lâyık bir kelime bulduk: Uygarlık. Mâzisiz, mûsikisiz bir hilkat garibesi. Umran'ı içtimaî hayatla karşılayabiliriz. Haldun için temeddün’le (medenileşme) umran farklıdır. Temeddün: Şehir medeniyeti. Umran, hem bedevîliği hem hadarîliği kucaklar.” Medeniyet kavramı yerine umranı tercih etmemelerinden dolayı Tanzimatçıları tenkid eder. Ahmet Cevdet Paşa'nın medeniyet târifini daha gerçekçi bulur, fakat tek kusuru umran gibi kucaklayıcı bir kelimeyi, medeniyet gibi müphem ve mâzisiz bir lafza feda etmesidir. Hemen belirtelim ki, Tanzimat’la başlayarak Birinci Dünya Savaşı yılları ve Cumhuriyet döneminde medeniyet kelimesine civilization, Batılılaşma, modernleşme gibi olumsuz mâna yükletildiği için medeniyet kavramı millet nezdinde Frenkleşme şeklinde anlaşılmıştır. Meriç’in, medeniyet kelimesi için kullandığı “müphem, mâzisiz…” ifadelerinin altında bu sebepler vardır. İslâmî mânasıyla “Medine” den neşet eden medeniyet tasavvurunu kastetmemektedir. 
“MEDENİYETİN, BATI’NIN EMELLERİNİ GÜZEL GÖSTERMEYE YARAYAN ÖRTÜ GİBİ GÖRÜLMESİ” Tanzimat’tan Meşrutiyet’e kadar aydınlar tarafından parlak bir müdafaaya rağmen medeniyet kelimesinin halk tarafından sevilmediğini ve şüpheyle bakıldığını, medeniyet kelimesinin Batı’nın gizli emellerini güzel göstermeye yarayan bir örtü gibi görüldüğünü, Avrupa'dan gelen her mefhum gibi “Garaz-ı nefsani” ve “Tek dişi kalmış canavar” olarak anlaşıldığını, halk şuurunda düşman bir Avrupa, sefahat ve fuhşiyattan şeklinde çağrışım yaptığını ifade eder. Bununla kalmaz; “Yeni tanıdıkları bir dünyanın şaşasıyla gözleri kamaşan hayalperest müstağribler için medeniyet bir teslimiyet ve temessüldür (başka bir şeye benzeme)” sözleriyle Batıcı aydınları zavallı taklitçiler olarak görür. Meriç’e göre, biz büyük bir medeniyetin çocuklarıyız. Utanılacak mâzisi olmayan, insanlığa büyük hizmetleri olmuş, çağlar kapatıp çağlar açmış bir medeniyetin çocuklarıyız. Fakat medeniyetimiz İslâmî duruşumuzdaki fetretten dolayı hâkimiyetini kaybetmiş ve Batı medeniyetinin tesiri altına girmiştir. Bu tesir kimilerini kendi medeniyetinden utanan ve reddeden bir mağlubiyet kimliğine sokmuştur. Suçu aydınlara yükler ve İslâm medeniyetinden yana olduğunu beyan eder: “Ama ne biz medeniyetimizi inkâr ettik, ne de Batılılar bizi asırlardır bildiklerinden farklı bildiler. Batıcılarımız, yâni müstağriblerimiz ne kadar medeniyet hüviyetimizi inkâr etse de Batılıların gözünde biz düşman bir medeniyetiz. Oysa bu medeniyet, tek başına ortaçağ karanlığını aydınlattı. Tarihte hiç bir insan topluluğu, İslâm inkılâbı, yâni medeniyeti kadar uzun bir hamle yapmadı. Bu medeniyet bir asırda okyanusları birbirine birleştirdi, çeşitli ırktan insanları birbirine kaynaştırdı, târihleri birbirleriyle hamur yaptı.” 
“İSLÂM KUVVETTEN DOĞMUŞ BİR MEDENİYET DEĞİL, MEDENİYETTEN DOĞMUŞ BİR KUVVETTİR” Ona göre, İslâm kuvvetten doğmuş bir medeniyet değil, medeniyetten doğmuş bir kuvvettir. O muhteşem medeniyetin gücü kaba kuvvet değildi. İrfandı, teşkilâttı, nizamdı. İslâm medeniyetinde ruh ile dimağ, fazilet ile terakki, mânevî kudretle maddî umran yan yan yanadır. İslâm’ın Semerkand’da, Buhara’da, Şam’da, Bağdat’ta, Konya’da, İstanbul’da, Kahire’de, hele Endülüs’te, Kurtuba’da meydana getirdiği medeniyetler ortaçağ karanlığı içindeki insanlığın ümidiydi. Bütün medeniyetler İslâm medeniyetine borçludur. Fatih’in Semaniye, Kanunî’nin Süleymaniye medreseleri medeniyetin şahitleriydi. Süleymaniye’nin kubbesi, Mohaç’tan daha muazzam bir zaferdi. Loncaları, kervansarayları, şifahâneleri ve sebilleriyle milleti yaşatan vakıf müessesesi başlı başına bir medeniyet harikasıydı ona göre. Medeniyet meselesinde safını belirlediği içindir ki İslâm medeniyetinin ulaştığı her yerde zulmü ortadan kaldırıp beldeleri, memleketleri umran ve adâletle şenlendirdiğini, Batı’nın seküler ve sömürgeci medeniyetinin Tanrı’yı öldürdükten sonra insanı da öldürdüğünü söyler. Vecdle tasvir ettiği medeniyet bağlılığını “Türk İslâm medeniyeti ahlâka, feragate dayanan bir medeniyet. Gerçekleştirdiği değerler edebiyattan da, felsefeden de, ilimden de muazzez. Ben bu mazlum medeniyetin sesi olmak istiyorum” sözleriyle tescil eder. 

| | | | Devamı... 0 yorum

2015 LYS Matematik-Geometri Çözümleri (%20)

2015 LYS matematik ve geometri sınavında çıkan soruların tamamı, sınavdan sonra ÖSYM tarafından yayınlanmamıştır. Bu sınavda ÖSYM basına örnek kitapçık olarak bazı soruları seçerek onların yayınlanmasına izin vermiştir. Sınava giren adaylar ÖSYM kullanıcı adı ve şifreleri ile giriş yaprak erişim sayfasından soruların cevaplarına ulaşabilmektedir. 


AÇIKLAMA METNİ: 20 Haziran 2015 tarihinde yapılan Fen Bilimleri Sınavının (2015-LYS-2) Kimya Testinin Temel Soru Kitapçığında yer alan 8 ve 14. sorular ile 14 Haziran 2015 tarihinde yapılan Yabancı Dil  Sınavının (2015-LYS-5) İngilizce Testinin Temel Soru Kitapçığında yer alan 49. soru, ÖSYM Yönetim Kurulu kararı ile iptal edilmiştir. 2015 Öğrenci Seçme ve Yerleştirme (ÖSYS) Kılavuzunun 4.6.1. LYS Puanları Nasıl Hesaplanacaktır? maddesinde yer alan “Sınavdan sonra yapılan analizlerde bir testteki sorulardan herhangi biri, biçimsel veya bilimsel bir nedenle ÖSYM tarafından geçersiz sayıldığı takdirde, ilgili testte yer alan sorulardan herhangi birini işaretleyen tüm adayların bu soruyu doğru cevapladığı kabul edilecektir.” hükmü gereği; Kimya Testi ile İngilizce Testinde en az bir cevabı bulunan tüm adayların bu soruları doğru cevapladıkları kabul edilerek değerlendirme işlemi yapılmıştır.

LYS MATEMATİK (LYS 2015) Adet
Temel Kavramlar 2
Faktöriyel 1
Bölme ve Bölünebilme 1
OBEB-OKEK 1
Rasyonel Sayılar 1
Basit Eşitsizlikler 1
Mutlak Değer 0
Üslü İfadeler 1
Köklü İfadeler 1
Oran-Orantı 1
Fonksiyonlar 0
Kümeler 3
Perm-Komb-Binom-Olasılık 2
Polinomlar 2
Çarpanlara Ayırma 1
2.Dereceden Denklemler 1
Eşitsizlikler 0
Parabol 0
Mantık ve İspat Yöntemleri 0
Modüler Aritmetik 0
İşlem 1
Trigonometri 2
Karmaşık Sayılar 3
Logaritma 2
Toplam Çarpım Sembolü 2
Diziler-Seriler 2
Özel Tanımlı Fonksiyonlar 1
Limit ve Süreklilik 1
Türev ve Uygulamaları 7
İntegral 7
Konikler (Elips,Hiperbol,Parabol) 0
Determinant-Matris 3
Matematik Toplamı 50
Geometri Toplamı  30
TOPLAM 80

ÖSYM'nin yayınlanmasına izin verdiği %20 lik kitapçıkta yer alan soruların çözümlerine aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz. 

Soru dağılımı matematik müfredatı içerisinde yer alan bütün konuları kapsayacak biçimde geniş bir dağılım göstermektedir. Öğrencilerimizin sınavlara hazırlanırken YGS basamağında 9.ve 10.sınıf konularını içerecek biçimde hazırlanmaları LYS basamağı için de tüm matematik konularına hakim olarak hazırlanmaları iyi bir bölüm arzu edenler için kesinlikle gerekli olacaktır. Yukarıdaki soru ve ünite tablosu da incelenerek hangi konulardan daha yoğun soru geldiği analiz edilerek o konulara/ünitelere daha çok ağırlık verilmelidir. Planlı ve programlı bir şekilde zamanı verimli kullanarak çalışma yapılırsa başarıya ulaşmak kolay olacaktır. Bütün öğrencilerimize sınavlarında başarı dileriz...

Taş Fırın Yapımı

Kara fırın, taş fırın veya odun fırını ekmek, pide, pizza ve benzer ürünlerin pişirildiği geleneksel fırının adıdır. Genellikle ekmek fırını olarak kullanılan bu fırınların özelliği, yakacak için ayrı bir ısıtma haznesine sahip bulunmamaları, fırında yakılan odunun, pişmekte olan ürünlerle aynı iç mekânı paylaşmasıyla birlikte odun ateşinde daha kaliteli ve lezzetli bir pişirmenin yapılmasıdır. İşte bu geleneksel değerimizin nasıl yapıldığını facebooktan tanışıklık kazandığım Mehmet Yazgünoğlu Bey'in 05/01/2014 tarihinde evinin bahçesinde yaptığı ve yapım aşamalarını tek tek fotoğrafladığı albüm eşliğinde sizinle paylaşmak istiyorum. Buradaki bilgilerin rehberliğinde siz de kendinize ait bir fırını yapabilirsiniz.
| | Devamı... 88 yorum

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!