Ramazan Ayı ve Oruç

“Nice oruç tutanlar vardır ki, orucundan onlara kalan sadece açlık ve susuzluktur. Nice (gece ibâdeti için) kalkanlar vardır ki, onların bundan hisseleri (ancak) uykusuzluktur.” (Hadîs-i Şerîf, Sünen-i İbn-i Mâce)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:
• Âdemoğlunun yaptığı her amel(in sevabı) on mislinden yedi yüze kadar katlanır. Allâhü Teâlâ şöyle buyuruyor: Ancak oruç hariç. Çünkü oruç benim içindir ve onun mükâfatını ben veririm. Zira oruç tutan benim için şehvetini, yemesini içmesini terk eder. Oruç cehenneme karşı kalkandır. Oruçlu için iki ferah (sevinç) vardır: Biri iftar yaptığı zamanda, diğeri de Rabb’ine kavuştuğu zamandadır. Oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha güzeldir.”
• “Ramazan ayının ilk gecesi olduğunda şeytanlar ve azgın cinler zincire vurulur, Cehennem kapıları kapanır, hiçbir kapısı açılmaz, cennet kapıları açılır ve hiçbir kapısı kapanmaz. Bir nidacı: ‘Ey hayır işlemek isteyen, gel. Ey günah işleyecek olan, günahtan vazgeç.’ diye nida eder, çağırır.
(Ramazan ayında) Allâh’ın cehennemden âzât ettiği kulları vardır. Bu, Ramazan’ın her gecesi böyledir.”
• “Kim faziletine inanarak ve mükâfâtını sadece Allâh’tan ümid ederek terâvih namazını kılarsa geçmiş günahları bağışlanır.
• Kim faziletine inanarak ve mükâfâtını sadece Allâh’tan ümid ederek ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır.
• Kim faziletine inanarak ve mükâfâtını sadece Allâh’tan ümid ederek kadir gecesini ihya ederse geçmiş günahları bağışlanır.”
• “Kim ki, yalan sözü ve yalan işi bırakmazsa, Allâhü Teâlâ o kimsenin yemeyi, içmeyi bırakmasına bir kıymet vermez..”
• Ramazan ayın(da günahlar)dan sakınınız. Çünkü diğer zamanlarda olmadığı kadar sevaplar kat kat verilir. Günahlar da böyle kat kattır.
| Devamı... 0 yorum

İlim ve Alim

 “Allah rızâsı için öğrenilmesi îcâb eden ilmi, sâdece dünyâ için öğrenen kişi, kıyâmet gününde cennetin kokusunu dahi duyamaz.” (Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Ebû Dâvûd) 

Âlimlerin dünyâya muhabbet ve rağbetleri, onların güzel yüzleri üzerine bir lekedir. Her ne kadar onlardan insanlar için faydalar hâsıl olsa da ilimleri kendi haklarında faydalı olmaz. Onlar vasıtasıyla dîn takviye olsa da buna i'tibar yoktur. Çünkü takviye zaman zaman bazı fâcirlerden ve dîni inançları zayıf, gevşeklerden de hâsıl olur. Peygamberlerin Efendisi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Muhakkak Allâhü Teâlâ bu dîni fâcir bir kişi ile de takviye eder.” Onlar fâris taşı gibidir. Demir veya düz bir şey ona bitiştirilse altın olur. Ama o, taş olarak kalır…

... Şüphesiz bu ilim, onlar hakkında zararlıdır. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Kıyâmet günü insanların azâbı en şiddetli olanı Allâhü Teâlâ’nın, ilmiyle menfaatlendirmediği âlimdir.” buyurmuşlardır. Çünkü o ilimlerle onların aleyhlerine delil tamamlanmış oldu. Nasıl zararlı olmaz? Onlar Allah katında eşyânın en azîzi ve varlıkların en şereflisi olan ilmi, alçak dünyâ malı, makâmı ve dostları için vesîle yaptılar. Halbuki Allah katında dünyâ alçak, hakir ve mahlûkâtın en çok buğzolunanıdır...

Ders okutmak ve fetvâ vermek, ancak Allâhü Teâlâ’nın rızası için olursa ve makam ve mevki sevgisinden, mal ve mertebe elde etme hırsından uzak olursa fayda verir. Bunlardan uzak olduğunun alâmeti ise dünyâdan yüz çevirmek ve ona rağbet etmemektir.

Büyüklerden biri şeytanı, insanlara vesvese vermeyi ve onları saptırmayı bırakmış, oturuyor gördü. Ona, böyle rahat oturmasının sırrını sordu. Mel'un şöyle dedi: “Bu zamandaki kötü âlimler bana işimde çok büyük yardım ediyorlar ve (insanları) saptırmayı benim adıma işliyorlar, benim başımı rahatlatıyorlar.”

Hakikat, şu zamanda din işlerinde vâki olan her za'fiyet ve gevşeklik ve dinin yayılmasında ve takviyesinde zuhûr eden her gevşeklik ancak kötü âlimlerin uğursuzluğundan ve niyetlerinin bozuk olmasındandır. Evet, eğer âlimler dünyâdan yüz çevirselerdi, makam ve mevki sevgisinden, mal ve mertebe elde etme hırsından kendilerini kurtarmış olsalardı, onlar âhiret âlimlerinden ve enbiyânın-aleyhimü's-salevâtü ve't-teslîmât- vârislerinden olurlardı. Çünkü onlar mahlûkatın en faziletlisidir.(Fazilet Takvimi/2012)
| Devamı... 0 yorum

A4 kağıdı boyutu

21 cm’ye 29,7 cm...  A4 kağıdının boyutlarını veren ölçüdür. İyi de neden böyle bir ölçü kullanılmış? Merak edip kağıdın en ve boy oranını ölçüp birbirine böldüğünüzde sabit bir değerle karşılaşırız.

Bir A4 kağıdının boyunu enine bölünce çıkan 1.4142 sayısı, esasında √2'nin yaklaşık değerini verir.. Böyle bir kağıt oranının farkedilmesinin tarihi 1768’e kadar gidiyor. √2 sayısının anlamı çok basitti. Bu orana sahip kağıdı, her ikiye katladığınızda uzun kenarın kısa kenara oranı hiç değişmeden √2 kalıyordu. √2’nin önemi kağıt üzerindekilerin aynı oranda büyütülmesini veya küçültülmesini sorunsuz yapmasından geliyor. Bu oranın avantajları, ilk kez 1768’de Alman bilim adamı Georg Lichtenberg tarafından yazılmıştır. Bu yüzyılın başında Dr Walter Porstmann, Lichtenberg'in fikrini kullanarak çeşitli kağıt boyutları tasarladı ve 1922’de Almanya’da DIN 476 standardı olarak kabul edildi. Kullanımdaki en yaygın kağıt boyutu A4 olduğu için DIN A4 olarak adlandırıldı. Bu standart çok sayıda ülke tarafından kabul edildi. 1975’de uluslararası standart olarak kabul edildi (ISO 216). Şimdi ABD ve Kanada dışında hemen hemen tüm ülkelerdeki kağıt standardı budur. Amerikalılar bu standartın yerine letter boyutunu kabul etmişlerdir.

A4, A0’in 4 kez katlaması sonucu çıkan boyuttur. 210x297 mm boyutlarındadır. A0 kağıdın boyutu 841x1189 mm olarak tasarlanmıştır. Bu da tam 1 metre kare alana sahip olduğu anlamına gelmektedir.

A1: 0,5 m²
A2: 0,25 m²
A3: 0,125 m²
A4: 0,0625 m²

Kağıt boyutu için A dışında, aynı yaklaşımla hazırlanmış B ve C standartları da vardır. B0 ve C0 boyutlarının tanımı ile katlanarak B ve C serileri oluşturulmuştur. B daha çok kitap boyutu, C ise zarf boyutu olarak kullanılır. Kağıt boyutu standartları özellikle yazıcılar ve fotokopi için büyük kolaylık oluşturur.
Kaynakça: http://blog.milliyet.com.tr/a4-kagit-boyutunun-sirri/Blog/?BlogNo=18057

Uyan ey gözlerim

Osmanlı Padişahlarından III.Murad, bir gün uykusuna yenik düşüp sabah namazına uyanamamış idi. Kendi düştüğü bu duruma çok üzülmüş ve o anda aşağıda paylaştığım "Uyan ey Gözlerim Uyan" şiirini kaleme almıştır.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Azrail’in kastı canadır inan
Uyan ey gözlerim gafletten uyan
Uyan uykusu çok gözlerim uyan

Seherde uyanırlar cümle kuşlar
Dill-u dillerince tesbihe başlar
Tevhid eyler dağlar, taşlar, ağaçlar
Uyan ey gözlerim gafletten uyan
Uyan uykusu çok gözlerim uyan

Semâvâtın kapıların açarlar
Mü’minlere rahmet suyun saçarlar
Seherde kalkana hülle biçerler
Uyan ey gözlerim gafletten uyan
Uyan uykusu çok gözlerim uyan

Bu dünya fanidir sakın aldanma
Mağrur olup tac-u tahta dayanma
Yedi iklim benim deyu güvenme
Uyan ey gözlerim gafletten uyan
Uyan uykusu çok gözlerim uyan

Benim, murad kulun, suçumu affet
Suçum bağışlayıp günahım ref’et
Rasûl’ün sancağı dibinde haşret
Uyan ey gözlerim gafletten uyan

Uyan uykusu çok gözlerim uyan

 

 

| | Devamı... 0 yorum

Gıyâsüddîn Cemşîd bin Mes'ûd el-Kâşî

Gıyâsüddîn Cemşîd b. Mes‘ûd el-Kâşî (ö. 832/1429) Genel bilinene göre 14. ve 15. Yüzyılları arasında yaşadığı kabul edilir. 1380 de Kaşan’ da doğmuş olduğu kabul edilen Matematikçi ve Gökbilim adamıdır. Babası, zamanın önde gelen din ve fen alimlerindendi. Önce sarf, nahiv ve fıkıh ilmini öğrendi. Fıkıh ilminde söz sahibi oldu. Mantık, matematik ve astronomi ilimlerini tam manasıyla tahsil etti. Öğrenimini Kaşan’da tamamlamış, Uluğ Bey'in daveti üzerine Semerkand'a gitmiş ve çalışmalarına burada devam etmiştir. Matematik ve astronomi üzerine çalışmaları olan el-Kaşi, aritmetikte ondalık sistemi ilk kullanan kişidir. Meraga Gözlemevi’nde yapılmış olan gözlemleri içeren İlhan’ın Zici adlı zicteki tabloları yeniden hesap ederek İlhan’ın Zici’ni tamamlayan Hakan’ın Zici adlı eserini yazmıştır; Süllem el-Sema adlı eserinde ise gök cisimlerinin uzaklıkları sorununu tartışmıştır. 
Gıyaseddin Cemşid el-Kaşi’nin en önemli eseri, Ortaçağ İslâm Dünyası’ndaki matematik bilgisini bütün yönleriyle serimlediği Matematiğin Anahtarı adlı kitabıdır; bu eserinin bir bölümünde ondalık kesirleri kuramsal yönden incelemis ve bu kesirlerle toplama, çıkarma, çarpma ve bölme gibi aritmetiksel işlemlerin nasıl yapılacağını örnekleriyle göstermiştir. 1406, 1407 ve 1408 seneleri için ay tutulmasının hesaplamalarını yaptı. Ayın ve Utarid’in yörüngelerinin eliptik düzlemde olduğunu açıkça ispat etti. Böylece, Keplerin bunu kendine mal etme iddiası geçersiz ve asılsız kaldı. 1416 senesinde Karakoyunlu Sultanı İskender’in hizmetinde bulundu. Uluğ Bey tarafından Semerkand’a davet edildi. Gıyaseddin Cemşid, önce Nasirüddin Tusi’nin eserlerini inceledi. Kutbüddin Şirazi’nin eserlerini tetkik ederek. Meragâ da yapılan rasathanede çalışarak, astronomi cetvellerini (zicleri) yeniden düzenleyip ortaya koydu. Böylece astronomide yeni ufukların açılmasını sağladı. 
Avrupalı ilim tarihçileri, yıldızların ve gezegenlerin yörüngelerinin daire şeklinde olmayıp, Elips şeklinde olduğunun keşfini Kepler’in başarılarından sayarlar. Halbuki, ondan yüz sene önce Gıyaseddin Cemşid, bu ilmi Hakikatı Nüzhet-ül Hedaik adlı eserinde izah etmiş ve ortaya koymuştur. 
Dilimizde “değersizliğin ifadesi” olan “solda sıfır deyimi”, ondalık kesirlerde virgülün solunda kalan sıfır için kullanarak ondalıklı sayılara farklı bir anlam kazandırmıştır. Gıyaseddin Cemşid, astronominin yanında, ilmi çalışmalarını daha çok matematik alanında yoğunlaştırdı. İlim tarihinde, aritmetikte ondalık kesir sisteminde virgülü ilk defa kullanma şerefi, Gıyaseddin Cemşid’e aittir. Ondalıklı kesir kuralını ilk defa kullanmış, bunlar üzerinde toplama, çıkarma, çarpma ve bölmeler yapmıştır. Halbuki, ondalık kesirlerin keşfi, Simon Stefan’a atfediliyordu. 1948 senesinde Alman bilim tarihçisi Pouluckey, yaptığı araştırmalar sonucu, ondalık kesirlerin asıl Cemşid’in bulduğunu ispatlamış ve ilim alemine kabul ettirmiştir. Cemşid, Simon Stefan’dan yüz altmış sene önce yaşamıştır. O’nun ondalıklı sayılar üzerindeki çalışmaları ve dört işlem basamakları bugün bilim dünyası tarafından ilk olma vasfıyla kabul edilmiştir. Avrupâ da ise, bu sistem ancak Arapça’dan çeviri hareketleri sonucunda ortaya çıkan ilimdeki ilerlemeler sayesinde 16. asırdan sonra kullanılabilmiştir. 
ESERLERİ 
1-Risalet-ül Muhitiyye: Ondalık sayılarla ilgili kurallara ve Pi sayısının değerine bu eserde yer verdi. Arapça yazılan eser, İstanbul ve dünyanın birçok kütüphanesinde mevcuttur. Çeşitli yabancı dillere tercüme edilmiştir. 
2-Kitabu Miftah-il-Hisab (Hesap Anahtarı): Bir mukaddime ile beş bölümden meydana gelen eserin, birinci bölümünde tam sayılarla hesaplama, ikinci bölümünde kesirli sayılarla hesaplar, üçüncü bölümünde astronomide kullanılan hesaplar, dördüncü bölümünde topografik alan hesapları, beşinci bölümünde ise bilinmeyenli hesaplar anlatılmaktadır. 
3-Risalet-ül-Kemaliye veya Süllen-üs-Sem’a (göğün dereceleri): Gök cisimlerinin dünyadan uzaklığı, büyüklükleri ve boyutlarından bahseden bu eser, Mustafa Zeki tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Yazma nüshaları İstanbul ve Avrupa kütüphanelerinde bulunmaktadır. 
4-Kitabu-Ziye-il-Hakani fi Tekmili ziye-il-İlhani: Nasirüddin Tusi’nin yazdığı Ziyei’l-İlhani adlı eserde incelenen yıldızların koordinatlarını kendi rasatlarına göre düzenlemiş ve tamamlamıştır. 
5-Nüzhet-ül-Hadaik: Kendi bulduğu Takabül-Menatık adlı bir rasat aletinden bahseder.

Miraç Kandilimiz Mübarek Olsun

Miraç kelimesi, Arapça'da merdiven, yukarı çıkmak, yükselmek anlamlarını dile getirir. İslam'da Hz. Peygamber Efendimizin  (s.a.s)' in göğe yükselerek Allah'ın huzuruna kabul edilmesi olayı. Mirac olayı hicretten bir yıl ya da onyedi ay önce Receb ayının yirmi yedinci gecesi gerçekleştiği rivayet edilir. Rivayetlerde bu olayın iki aşaması vardır. Birinci aşamada Peygamber Efendimiz (s.a.s) Mescidül-Haram'dan Beytü'l-Makdis'e (Kudüs) götürülür. Kur'an-ı Kerim'de geçen bu aşama, gece yürüyüşü anlamında "İsra" adını alır. İkinci aşamayı ise Peygamber Efendimiz(s.a.s)'in Beytü'l-Makdis'ten yükselişini oluşturur. Mirac olarak anılan bu yükselme olayı, Kur'an'da anılmaz, ama çok sayıdaki hadis kaynağında ayrıntılı biçimde anlatılır.

Miraç Hadisesi, hadislerde verilen bilgiye göre Peygamber Efendimiz (s.a.s), Kâbe'de Hatim'de ya da amcasının kızı Ümmühani binti Ebi Talib'in evindeyken, Cebrail (a.s) gelip göğsünü yarmış, kalbini Zemzem ile yıkadıktan sonra içini hikmet ile doldurmuştur. Peygamber Efendimiz (s.a.s) "Burak" adlı bir bineğe bindirilerek, Beytü'l-Makdis'e getirilip göğe yükseltilmiştir. Çeşitli kaynaklarda Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve diğer bazı peygamberler ile görüştüğü ve onlara namaz kıldırdığı rivayet edilir.

Peygamber Efendimiz (s.a.s), Beytü'l-Makdis'te kurulan bir Mirac'la ve yanında Cebrail olduğu halde göğe yükselmeye başlamıştır. Göğün birinci katında Hz. Adem, ikinci katında Hz. İsa ve Yahya, üçüncü katında Hz. Yusuf, dördüncü katında Hz. İdris, beşinci katında Hz. Harun, altıncı katında Hz. Musa ve yedinci katında Hz. İbrahim ile görüşmüştür. Cebrail ile birlikte yükseliş Sidretü'l-Münteha'ya kadar sürmüş bundan sonrasına Cebrail, "Buradan bir parmak ucu ileri geçecek olursam yanarım" diyerek geçemeyerek Sidretü'l Münteha'da kalmış Peygamber Efendimiz (s.a.s) yükselişine tek başına devam etmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.s) bu yükselişinde "Refref" adlı başka bir binekle yükselişini sürdürmüştür. Bu yükseliş sırasında Cennet ve nimetlerini, Cehennem ve azabını müşahede etmiştir. Sonunda Hz. Allah, mahiyetini bilmediğimiz bir şekilde Peygamber Efendimiz (s.a.s)'a tecelli etmiştir. Allah, Peygamber Efendimiz (s.a.s)'a miraçta 3 şey vermiştir. 1) Allah'a şirk koşmayanların Cennet'e gireceği müjdesi, 2) Bakara suresinin son ayetleri olan "Amenerrasülü" 3) Beş vakit namazın farz kılınması Peygamber Efendimiz (s.a.s), mirac hadisesinden sonra yeniden "Refref" ile Sidretü'l-Münteha'ya, oradan da "Burak'la Mescid-i Aksa'ya ve oradan da Mekke'ye döndürülmüştür.

Mirac Gecesinin ertesi günü, Peygamber Efendimiz (s.a.s) çevresindekilere Mirac olayını anlatmıştır. Olayı duyan müşrikler, yoğun bir kampanya başlatarak, Peygamber Efendimiz (s.a.s)'i suçlamaya, alaya almaya başlamışlardır. Bu söylentiler, bazı müslümanları da etkileyerek şüpheye düşürmüştür. Olayın gerçek olup olmadığını araştırmak isteyenler, Beytü'l-Makdis'e ve Mekke'ye gelmekte olan bir kervana ilişkin sorular sorarak, Peygamber Efendimiz (s.a.s)'i sınamışlardır. Peygamber Efendimiz (s.a.s)'in verdiği bilgilerin doğruluğu müslümanları şüpheden kurtarmışsa da müşriklerin inatlarını kırmamıştır.
Mirac olayı, müşriklerin inatlarını ve düşmanlıklarını artırarak onlar için bir fitne nedeni oldu. Bu miraç olayı karşısındaki muazzam tutumu ve insanların içine düştüğü sorgulamalar karşısındaki şüphesiz imanı sebebiyle Hz. Ebu Bekir (r.a), Peygamber Efendimiz (s.a.s) tarafından "Sıddîk" lakabıyla onurlandırılmıştır. Hz. Ebu Bekir (r.a) olayı kendisine anlatarak hala inanmaya devam edip etmeyeceğini soran müşriklere hitaben: "O söylüyorsa şüphesiz doğrudur" cevabını vermiştir.
 
>>>İsra ve Mirac olayı, hakikattir. Buna böyle inanmak imanın gereğidir. Peygamber Efendimizin miraca çıkmasının en büyük hikmeti, arka arkaya gelen üzüntülü hadiselerden sonra (hanımı Hz Haticenin ve amcası Ebu Talibin vefatı müslümanların baskı altında oluşu, Taif'de islamı davet ederken taşlanması vs. gibi) Peygamber Efendimizin Allah tarafından ödüllendirilmesi ve tüm üzüntülerin geçip mutluluğun hakim olacağını müjdelemesi açısından, biz inananlara bir ders niteliği taşır. Miraç hadisesi, Peygamber Efendimiz uykusundan uyandırılıp rüya ve uyku hali olmaksızın uyanık iken gercekleşmiş ve ruh ile birlikte bedenin birlikte olduğu muazzam bir durum içine alan ve keyfiyetini bilemediğimiz bir şekilde cereyan etmesi acısından cok büyük bir mucize olma özelliği taşır.

Miraç gecesi müminlerin kazanç elde ettiği bir gecedir. Mirac olayının gerçekleştiği gece müslümanlara göre, Kadir gecesinden sonra en kutsal gece sayılmış ve bu gecenin ibadetle ihyası gelenek haline gelmiştir. Osmanlılar döneminde, böyle mübarek gecelerde camiler kandillerle donatıldığı için, Mirac kandili olarak da anılmıştır. Miraç kandilinin gecesini izleyen gün, cami ve tekkelerde Mirac olayını anlatan ve Miraciye adı verilen şiirlerin okunması ve dinleyenlere süt ikram edilmesi de bir gelenek olmuştur.

Miraç Kandilimiz mübarek olsun. Bizim miracımız da secdemizle Allah'la buluştığumuz namazlarımızdır. Allah, namazlarımızı ve dualarımızı kabul etsin (Amin)

 “Ayetlerimizden bir kısmını göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan alıp çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah’ın şanı ne yücedir. Şüphesiz ki O her şeyi hakkıyla işiten, her şeyi hakkıyla görendir.”(İsra Suresi-1)

Matrakçı Nasuh

Türk, mizah adamı ve minyatürcüsüdür. Ayrıca matematik ve tarih konularında kitaplar da yazmış çok yönlü bir bilgindir. Doğum tarihi ve yeri bilinmiyor. Kâtip Çelebi ölüm tarihi olarak 1533′ü vermekteyse de, bunun doğru olmadığı bugün kesinleşmiştir. Çeşitli kaynaklarda onun 1547′den, 1551′den, 1553′ten sonra ölmüş olabileceği ileri sürülmektedir. Yaşamı üstüne bilgi de yok denecek kadar azdır. Saraybosna yakınlarında doğduğuna, dedesinin devşirme olduğuna ilişkin kesinleşmemiş ipuçları vardır.
Sultan II. Beyazid döneminin (1481-1512) sonlarına doğru Enderun’da eğitim gördüğü ve sonra matematik eğitimcisi olarak öğrenci yetiştirdiği bilinmektedir.Devrin ünlü şairi Saî'den dersler almıştır. Ünlü bir hattat olan Nasuh, divânî ve nesih yazı stillerinde değişiklikler yapmıştır. Divânî yazı stilinde, daha kapalı ve daha küçük yazılan harfleri daha büyük ve daha açık kaleme alarak kolayca yazılmasını ve okunmasını sağladı. Nesih yazı stilinde de harfleri daha irileştirdi ve harflerin şekilleri üzerinde değişikliklere gitti. Bu güncellemeler, Acem üslubunu Rumî üsluba dönüştürerek Osmanlı tarzını oluşturmak anlamına geliyordu.Divânî yazı stilinde önde gelen isimlerden birisi olmuştur. Sopalarla oynanan ve bir tür savaş oyunu olan matrak adlı sporda ustalığından dolayı matrakçı lakabıyla anılmıştır. Değişik silahları kullanmaktaki ustalığı da bilinmekte olup bu konuda Tuhfetü'l-Guzât adlı bir kitap da yazmıştır. Matrakçı Nasuh'un minyatür-harita karışımı kendine has bir üslubu vardır. Eserlerinde yeryüzünün kuşbakışı görünümünü resmeder. Buna karşın şekilleri tepeden değil, sanki karşıdan görüyormuş gibi çizer. Bu resimlerde kuş ve tavşan gibi hayvanlar olsa da insanlar asla belirmez. Şehirlerdeki binalar tek tek seçilebilir.Matematiğe ilişkin iki kitabı Cemâlü’l-Küttâb ve Kemalü’l- Hisâb ile Umdetü’l-Hisâb’ı I. Selim (Yavuz) döneminde yazmış ve padişaha adamıştır. Bu yapıtlardan sonuncusu uzun yıllar matematikçilerin elkitabı olarak kullanılmıştır.  Geometri ve matematik alanındaki çalışmaları neticesinde uzunluk ölçülerini gösteren cetveller hazırlamıştır. I. Selim zamanında ona adadığı Cemâlü'l-Küttâb ve Kemalü'l- Hisâb kitapları, Napier'den elli sene oncesinde adiyla anilan çarpma metotlarını ve modern matematik ögretiminde öncü bir kitap kabul edilen bır referans olarak Enderun'da okutulmus, Napier gibi matematikçilere ılham kaynağı olmuştur.

Tarih alanında da çalışan Matrakçı Nasuh, Taberî Tarihi 'ni Mecmaü't-Tevârih adıyla Türkçeye çevirmiştir. 3 nüsha olarak yayınlanan Süleymannâme kitabında 1520-1537, 1543-1551 ve 1542-1543 yıllarını anlatmıştır. 1537-1538 yıllarında yazdığı Fetihname-i Karabuğdan, Kanuni Sultan Süleyman'ın Boğdan seferini anlatır. Bu kitaplarda, yol boyunca ordunun geçtiği şehirlerin minyatür şeklinde haritalarını çizmiştir. Çizimleri bugün hem estetik, hem de geçmişe ait çok ayrıntılı bilgiler içermesi hasebiyle şaheser olarak tanımlanmaktadır. Nasuh, Kanuni'nin Fransa kralı I. François'ya destek amacıyla Barbaros Hayreddin Paşa komutasında gönderdiği donanmaya katıldı. Yine yol boyunca donanmanın uğradığı limanları resmetti.
Matrakçı ya da Matrakî adıyla anılması, lobotu andıran sopalarla oynandığı ve eskrime benzeyen bir tür savaş oyunu olduğu bilinen “matrak” oyununda çok usta olmasından ve belki de bu oyunun mucidi bulunmasından ileri gelmektedir. Nasuh ayrıca çok usta bir silahşördü. Bu nedenle Silahî adıyla da anılırdı. Türlü silah ve mızrak oyunlarındaki ustalığı nedeniyle Osmanlı ülkesinde “üstad” ve “reis” olarak tanınması için 1530′da I. Süleyman (Kanuni) tarafından verilmiş bir beratı da vardır. Yaygın kanaate göre 28 Nisan 1564'te vefat etmiştir. Matrakçı Nasuh'un ölümünün 450. yılı dolayısıyla, Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) 05-20 Kasım 2013 tarihleri arasında Paris’te yaptığı 37. UNESCO Genel Konferansı’nda Matrakçı'yı anma programına almıştır

Eserleri:
  • Cemâlü'l-Küttâb ve Kemâli'l-Hüssâb
  • Umdetü'l-Hisâb
  • Mecmuatü't-Tevârih
  • Süleymannâme
  • Fetihname-i Karabuğdan
  • Beyan-ı Menazil-i Sefer-ul Irakeyn
  • Tuhfet-ul Guzat

Zikrullah Şiiri, Abdurrahim Karakoç

Bugün güzel insan, çok sevdiğim abimiz, canımız, şair ve yazar, kıymetli dava adamı Abdurrahim Karakoç (1932-2012) 80 yaşında vefat etti. (07/06/2012) Ocak ayından bu yana uzunca bir süredir Selçuk Üniversitesi ve ardından Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanelerinde akciğer enfeksiyonu tedavisi görmüştü. Bugün de hepimizi bekleyen ecel gerçeğine boyun eğerek, öğle saatlerinde Allah’a ruhunu teslim etti. Allah, mekanını cennet etsin. Allah, ailesine ve sevdiklerine sabırlar versin. 
Abdurrahim Karakoç, halk şiiri geleneğini ustalıkla kullanan, sade bir dil ile meramını anlatan iyi bir şairdi. Vatan ve millet sevdalısı, kaygısı ve davası olan bir adamdı. Allah,  gani gani rahmet etsin

| | Devamı... 0 yorum

Abdülhamid ibn Türk (Ebu Berze)

Tam adıyla Ebü'l-Fazl Abdülhamîd bin Vâsi' bin Türk el-Huttelî el-Hâsib (ö. Bağdat, 27 Ṣafar 298), dokuzuncu yüzyılda yaşamış Türk asıllı Müslüman matematikçidir.  Halife Al-Maʾmūn zamanında Maveraünnehir'de doğan 9. yüzyılın ilk yarısında yaşayan ibn Türk (Abdülhamid İbni Vasi İbni Türk Ebu Fazl) ( ? - 847) Ceyl kentinden olduğu için el-Ceyli veya matematikçi anlamına gelen el-Hasip de denmektedir. Adından da anlaşıldığı gibi Türk oğlu olan bu bilim adamı sayılar teorisi ve cebir konularında çalışmalar yapmıştır. İbn el-Kefti onun adını ʿAbd al-Hamid ibn vase ibn Türk Gili (Gilan) olarak zikretmiştir. Buradaki Gilan lafzından Amu Derya'nın batısındaki bir köy olan Gilan doğumlu olduğu anlaşılır. Farslı ibni Nedim ise Abd-ul-Ḥamīd b. Türk ibn Turk al-Khuttalî  olarak ismini zikretmiştir. 
Bilinen Eserlerinden Bazıları:
1. Kitāb al-Jāmeʿ fi’l-ḥesāb ("Kapsamlı hesap kitabı") altı kitap halindedir; İbn el-Nedīm  tarafından Ebu Barza'ya atfedilir.
2. Kitāb al-M'āmalāt ("İşlemler kitabı) İbn el-Nedīm  tarafından Ebu Barza'ya atfedilir.
3. Kitāb al-Mesāḥa ("Ölçme kitabı")  İbn el-Nedīm  tarafından Ebu Barza'ya atfedilir.
4. el-Fihrist, İbn el-Kefti tarafından Ebu Barza'ya atfedilir.
5. Nev'ı vāder al-ḥesāb va ḵavāṣṣ al-aʿdād (“Hesaplama ve Sayıların özellikleri çeşitleri kitabı”), İbn el-Kefti tarafından Ebu Barza'ya atfedilir.
6. Kitāb al-Cebr va’l-mukabele (“Katışık Denklemlerde Mantıki Zaruretler”) İbn el-Kefti tarafından Ebu Barza'ya atfedilir.
Abülhamid İbn Türk’ün eserlerini inceleyen Ord.Prof. Dr. Aydın Sayılı’ya göre İbn Türk, üç tip ikinci derece denklemini sistemli bir yaklaşımla ve geniş açıklamalar yaparak ayrıntılı biçimde çözmektedir. Çözüm için seçtiği yöntem, geometrik yoldur ve Mezopotamya geleneğini devam ettirmekte, formül kullanmadan sözlü anlatımla sonuca varmaktadır. Denklemleri incelemesi, kendinden önce gelenlerden biraz farklı ve sonrakilere yol gösterecek biçimdedir. Aydın Sayılı'ya göre;  Yapıtları "Kitab-ül Cami fi'l hisap" (altı kitap halindedir),"Kitab'ül muamelat", "Kitab'ül Mesaha" (Ölçme işleri)'dir. Onun erken dokuzuncu yüzyılda Bağdat'ta yaşadığı ve çalıştığı ve matematik eserleri yayımladığı kesindir.. O cebir üzerine bir çalışma yazmış, "Katışık Denklemlerde Mantıki Zaruretler" olarak adlandırılan karesel (ikinci dereceden) denklemlerin çözümü üzerine sadece bir bölümü geriye kalabilmiştir. Abdülhamid İbn Türk'ün, "Kitāb al-Cebr va’l-mukabele" başlıklı el yazması, el-Harezmi'nin el-cebir kitabına çok benzemekle birlikte, zamanlama konusunda farklılıklar bulunmaktadır. Abdülhamid İbn Türk bu kitabı Harezmi ile aynı zamanda veya belki ondan daha erken de yayımlanmış olabilir. Bu konuda tam bir kesinlik yoktur. 
Aydın Sayılı'nın Katışık Denklemlerle ilgili inceleme kitabı için tıklayınız.

Ebû Kâmil’in bir kitabı ile Harîzmi’nin iki kitabının Arapça asılları ve çevirileriyle birlikte bugüne kadar ulaşmış olmalarına karşılık, Aydın Sayılı’nın yayımladığı kısa bir yazısı dışında, ne Abdülhamîd b. Vâsi’nin, ne de Ebû Berze’nin eserlerinin elde olmayışı, cebir konusunda ilk kitapları yazanın kim olduğunun tesbitini güçleştirmektedir. Salih Zeki’ye göre, Abdülhamîd b. Vâsi’nin, Harizmî’den önce yaşadığı kesin olarak bilinmektedir. Aydın Sayılı ise, konuyu genişçe inceledikten sonra, ikisinin aşağı yukarı çağdaş olduklarını ve belki Abdulhamîd b. Vâsî’nin biraz daha önce yaşamış olduğunu, Harizmî’nin bu bilim dalında öncü olduğu savında bulunmayışının da, Ebû Berze’ye hak verdirebileceğini, ancak bugün için yine de kesin bir şey söylenemeyeceğini ifade etmektedir.  Özel tipler halinde gruplandırılmış ikinci derece denklemlerinin çözümlerini,Abdülhamid İbn Türk,  Hârizmî'nin çözümlerinden daha ayrıntılı olarak vermiştir. Mesela x² + c = bx denkleminin, diğer denklem tiplerinden farklı olarak iki çözüm kümesi  olduğunu Abdülhamid ibn Türk ayrı ayrı şekillerle göstermiş olduğu halde, Hârizmî bir tek şekil ile göstermekle yetinmiştir. Abdülhamid ibn Türk, bu ikinci derece denklemde bazı durumunda çözümün yapılamayacağını da yine şekil yardımıyla kanıtlamıştır. İbn Türk'ün söz konusu cebir kitabı, Hârizmî'nin ilk cebir kitabı yazarı olma özelliğini şüpheli bir hale getirmektedir. Kâtip Çelebi de, “Keşfü z-zünun”da, Abdülhamîd b. Vâsi'nin torunu Ebû Berze'nin dedesi hakkında verdiği, onun cebir biliminin kurucusu olduğuna ve bu konuda Muhammed b. Musa el-Harîzmi’den önce geldiğine dair bir bilgiyi aktarmakta, arkasından da, Abdülhamid ibn Türk’den biraz daha sonra yaşadığı sanılan Ebû Kâmil eş-Şüci el-Eslem’in, Abdülhamid ibn Türk'ü gerçekleri saptırıcı olmakla suçlayan ve cebir bilimini asıl kuranın Harizmî olduğunu öne süren bir takım sözlerini de kaydetmektedir.
Kitabü’l-Cebr vel-mukabele”de aynı konuyu işleyen Harizmî’nin ise denklemleri, Abdülhamid b. Vâsi kadar sistemli biçimde ele almadığı ve ayrıntıya girmeden çok kısa bir açıklamayla çözüme vardığı görülmektedir. Aydın Sayılı, bu duruma Harizmî’nin konuyu bilinmeyen olarak saymamış, bu nedenle de ayrıntılara girmeye gerek görmemiş olabileceği biçiminde bir yorum getirmektedir. Onun ilk cebir kitabını, İslâm dünyasında da, Batı dünyasında da cebir biliminin kurucusu olarak kabul edilen Harizmi’den önce yazmış olabileceği olasılığını pek zayıf sayılamayacağı sonucuna varmaktadır. Bilinenler ışığında yaşadığı yıllar göz önüne alındığında, Harezmiden daha önceleri Abdülhamid ibn Türk'ün cebir konusunda çalışmalar yaptığını ve bu alanda ilk eserleri kaleme aldığını söyleyebiliriz.
İbn-i Haldun, Mukaddime’sinde, yalnız Harizmî ile Ebu Kâmil’den söz etmekte ve olasılıkla Ömer Hayyam’a da atıfta bulunmaktadır. İbn Haldun’un zikretmemesine karşın, İbn-ün Nedim ve İbn-ul Kıfti’nin ondan övgüyle söz etmeleri ve Ebu Kâmil’in de Ebu Berze’nin iddiasını şiddetle reddedip, onu Harizmî’ye rakip gördüğünü belli etmesi, Abdulhamid b. Vasi’nin o dönemin büyük bir matematikçisi olduğunu kesin olarak ortaya koymaktadır.
Kaynakça: Aydın Sayılı, Abdülhamit İbni Türk'ün Katışık Denklemlerde Mantıki Zaruretler Adlı Yazısı ve Zamanın cebri. TTK Ankara 1962.
Sâlih Zeki / Âsâr-ı Bâkiye (II, s. 246, 1913), 
Prof. Dr. Aydın Sayılı / Abdülhamid İbn Vâsî İbn Türk'ün Cebir Konusundaki Bir Yazısı (VI. Türk Tarih Kongresi Bildiriler, s. 95-100, 1967), 
Ülkü Kumral / Müslüman Bilim Adamları (Akit, s.16-18), TDV İslam Ansiklopedisi (c. I, s. 297, 1988). 

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!