“Bir gece, kendisine bazı âyetlerimizi gösterelim diye kulunu Mescid-i Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah tüm eksikliklerden münezzehtir. O, gerçekten her şeyi işitmekte ve görmektedir.” (el-İsra-1)
سُبْحَانَ الَّذ۪ٓي اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلًا مِنَ الْمَسْجِدِ
الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذ۪ي بَارَكْنَا حَوْلَهُ
لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ
İsra ve Mirac hadisesi haktır. Ayet ile sabittir. İsra olayı, içerisinde çeşitli hikmetler barındırır. Kısa ve öz bir okumayla bu hadise, Resulullah'a ﷺ ikram edilmiş büyük bir mucizedir. Allah bizleri de o büyük peygamberin ﷺ şefaatinden mahrum etmesin. Allah bizleri, ümmeti Muhammede hediye olarak verilen namazla kurtuluşa erenlerden, Allah'a ﷻ kavuşanlardan eylesin. İsra ve Mirac hadisesi ile ilgili tefsir okumalarımdan bazı özet notları aşağıda paylaştım. Allah, ﷻ tüm bunların vesilesiyle dünyada ve ahirette lütuf ve ikram görenlerden kılsın.(Amin)
***
1) Allah'ın ﷻ gücü her şeye yeter, onun ilmi ve kudreti hiçbir şeyle sınırlandırılmaz.
2) Allah, ﷻ her türlü kötülüklerden ve noksanlıklardan uzaktır, Allah, ﷻ çirkinliklerden münezzehtir.
3) İsra hadisesinin inkarı, aklen ve naklen mümkün değildir. Bunu inkar edenler, esasında nübüvveti inkar ederler.
4) İsra hadisesinin bir hediyesi olan "Namaz", müminin miracıdır. Namaz, Allah'a ﷻ dünyada kavuşmanın bir vesilesidir.
5) Kulluk makamı (abd), yüce bir mertebedir. Allah'ın ﷻ bir insanı "abd" olarak isimlendirmesi, ona izafe edilen makamın yüceliğini gösterir. "abd"(kul) sözüyle hem rûh hem de beden murad edilmiştir.
6) Allah ﷻ için zaman ve mekan kavramının boyutu bizim idrakimizden farklıdır. Kısacık zaman dilimine istediğini sığdırabilir. Nitekim gecenin az bir bölümünde İsra hadisesi vuku bulmuştur.
7) Yer ve mekan gibi kavramlar, mahlukları bağlar; uzaklık-yakınlık gibi kavramlar, akıl dairesinde bir anlamı ve sınırı olan kavramlardır. Mekansal olarak birbirine uzak gibi görünen iki mescidin yolunu bir anda katetmek, aklen mümkündür.
8) Allah,ﷻ zaman içinde zaman, mekan içinde mekan yaratır. Bunu istediği anda ona engel olacak yoktur, dilediği kuluna böyle ikram eder.
9) Nübüvvet, en büyük mucizedir. Tasdik edilmesi ancak hidayetle mümkündür. İsra ve mirac gibi büyük bir olayın ardında bile fitne gruplarının hezeyanları, hidayetin ancak Allah'a ﷻ ait olduğunu ifade eder.
10) Üzüntü
ve neşe gibi insana has durumlar, hep aynı hal üzere devam etmez. İnsanların halleri değişkendir. Allah ﷻ bir anda bütün bu durumları değiştirebilir. Nitekim
peygamberimiz ﷺ isra ve mirac ile huzur ve kuvvet bulmuş, düşmanlarına
karşı cesareti ve şecaati artmıştır.
11) Ayetin (el-İsra-1) belagatında, "Sübhân" kelimesi ile Allah'ın ﷻ yüceliği ve bütün çirkinliklerden uzak olması ile başladıktan sonra gecenin az bir bölümünde yine uzaklık bildiren "uzak mescid" Aksâ’ya, Mescid-i Haram’dan kulun yürüyüşü anlatılır. Sonra birtakım ayetlerin kuluna gösterildiği ifade edilir, Resulullah ﷺ bütün bunları müşahede ettiği, ayetleri dinlediği belirtilip, ayetleri müşahedenin iki büyük unsuru olan görme ve işitme ile ilgili iki sıfat (semi ve basar) ile ayet-i kerime biter ve Allah'ın ﷻ her şeyi "işiten ve gören" olması ile birlikte ilahi mesaj aktarılır. (26/01/2025)
***

"Ayeti kerimede geçen 'Sübhâne' (سُبْحَانَ) kelimesi, tesbih cinsinin ism-i alemidir. Bu ifadenin manası, Allah’ı ﷻ hertürlü kötülüklerden ve noksanlıklardan tenzîh etmek, yani onlardan uzak olduğunu söylemektir. (Allah'ı tesbih ettim) denilir. Bu ifadenin manası, "Allah’ı ﷻ hertürlü kötülüklerden ve noksanlıklardan tenzîh ederim" demektir. Bu Sübhâne lafzı, değişik birtakım manalara da gelmektedir. Sübhân kelimesi, "Namaz" manasına da gelir. Hak Teâlâ’nın "Eğer çokça tesbih edenlerden olmasaydı" (Saftat, 143) ayeti bu manadadır. "Sübhan" kelimesi, nafile namaz manasına da gelir. Namaz kılana da "müsebbih" denilmiştir. Yine "Sübhan" kelimesi, "nur ve parlaklık" anlamına da gelir. "O’nun sübuhâtı, yetiştiği her şeyi yakardı" (Müslim, imân, 293 (1/162); İbn Mâce, Mukaddime, 13 (1/70-71).) hadis-i şerifte geçtiği gibi, "Allah’ın nuru" manasına geldiği de rivayet edilmiştir." [Fahruddin Razi] “Sübhâne” (سُبْحَانَ) kelimesi Allah’ı ﷻ dengi bulunmaktan yüce tutmak ve yüceltmek ve ortakları olmaktan tenzih etmek anlamına gelir."[Tevilat'ül Kur'an] Bu "Sübhâne" ifadesi, Allah düşmanlarının Allah’a ﷻ izafe ettikleri bütün çirkinliklerden Allah’ın ﷻ tam anlamıyla tenzih
edilmesi mânasına delâlet eder." [El-Keşşaf] "Araplar, hayatlarında acayip bir şey gördükleri zaman tesbih eder (sübhanallah) derler; sanki Allahü Teâlâ da bu ayette Resul’üne verdiği nimetten dolayı kullarının hayret ve dikkatini çekmiştir." [Ez-Zadül Mesir, ibn Cevzi]
"Sûrenin böyle mükemmel ve yüksek bir tesbih ve tenzih ile başlaması, daha sonra zikredilecek hayret verici işlerin önemi ile ilgilidir. Bunda birinci olarak, akıllara hayret veren imkanların üstünde olan İsrâ hadisesini yüceltmek ve onu doğrulamak için, kalblerin temizlenmesini hazırlamak ve makamın nezaketi dolayısıyla benzetme kuruntularından genellikle korunmayı hatırlatma vardır. İkinci olarak, onu mümkün görmeyen dinsizlere karşı yüce Allah'ın ﷻ noksan vasıflardan beri bulunduğunu ve dolayısıyla acizlik ve yalan gibi kusurlardan uzak olduğunu açıklamakta, kudret ve bağışlamasının yücelik ve büyüklüğünü ilan etmek vardır." [Elmalılı Hamdi Yazır]
"Esra" أَسْرى ve serâ kelimeleri aynı fiilin iki farklı lehçedeki telaffuzu olup, “İsrâ (gece yürüyüşü) anlamına gelir. Burada لَيْلًا (geceleyin) ifadesi nekire olarak kullanılmış; böylece gece yürüyüşünün süresinin çok kısa olduğu, Mekke’den Şam’a kırk gecede gidilebilecek olan yolun sadece gecenin bir kısmında götürüldüğü anlatılmak istenmiştir. Zira kelimenin nekire olarak kullanılmış olması kısmîlik mânasına işaret eder. Ayette yer alan “Mescid-i Haram”dan maksat, İbn Abbâs’ın naklettiği bilgiye göre bütünüyle harem bölgesinin adıdır. çünkü İbn Abbas “Harem bölgesinin tamamı mescittir.” demiştir. Bu ilişki sebebiyle ayette, Mescid-i Haram ifadesi geçmiştir." [El-Keşşaf]
"Allah bilir ya, bu ayetteki beyanın anlamı sanki şöyledir: Kulunu bir gece vaktinde bir aylık yürüme mesafesindeki yolu katettirmeye gücü yeten Allah,ﷻ ölümden sonra insanları diriltmeye elbette kādir olur; resûlünü korumaya, ona yardım etmeye, nübüvvet ve risâletine dair mûcizelerini gösterme ve muhalefet edip onu yalanlayanların bütün hilelerini boşa çıkarma imkânına sahip olur." [Tevilat'ül Kur'an]
"Peygamberlik mertebesindeki hususiyete gelince, peygamberlik, Mele-i Âlâ ile irtibatı olan bir mahiyete sahiptir ve diğer insanların sahip olduğu normal ahval ile mukayese dahi edilemeyecek bir fevkalâdelik taşır. Bir peygamberin Allah'ın ﷻ tecellisine mazhar olarak, bilinen veya bilinmeyen vasıtalarla uzak bir âleme götürülmüş olması, onun Mele-i Âlâ ile ittisal edip oradan emirler almasından daha dehşet verici değildir. İnsanoğlu için güç, kolay veya imkânsız görülen şeylerin hepsi, kudret-i ilâhi önünde
müsavidir. O, bir şeye «ol» dedi mi, o şey oluverir." [Ebu'l Leys Semerkandi]
"Allah, ﷻ mescide “aksâ” (أقصى) adını verdi. “Aksâ” kelimesi, "en uzakta olan" demektir. Mescid-i Aksā (en uzak Mescid) ifadesi Beyt-i Makdis anlamına gelir; çünkü o dönemde Beyt-i Makdis’ten daha uzak bir mescit yoktu. Hazret-i Peygamberin ﷺ kendilerine bu olayı anlattığı kimseler içerisinde Mescid-i Aksā’nın bulunduğu bölgelere yolculuk yapmış, oraları görmüş kimseler de bulunuyordu. Bunlar Hazret-i Peygamberden ﷺ Mescid-i Aksā’yı kendilerine tarif etmesini istediler. Bunun üzerine Beyt-i Makdis Hazret-i Peygamberin ﷺ gözünün önünde tecelli ettirilmiş, o da ona bakarak insanlara Mescid’i tarif etmeye başlamıştır. Bunu duyanlar, “Doğru tarif etti.” demişlerdir. Bunun üzerine Kureyşliler, “O zaman bizim kafileden haber ver.” demişler; Hz. Peygamber ﷺ de kafiledeki develerin sayısından durumlarına kadar haber vermiş ve “Falanca gün Güneş’in doğuşuyla birlikte kafile buraya ulaşır, en önünde de alaca bir deve bulunacaktır.” demiş. Bunun üzerine insanlar o gün erken vakitte (Şam istikametine bakan) tepelere doğru çıkıp gözetlemeye başlamışlar. Derken içlerinden biri, “İşte vallahi Güneş doğuyor.” diye bağırmış. Bir diğeri, “İşte, vallāhi kafile geliyor, en önde de tıpkı Muhammed’in dediği gibi alaca bir deve var!” diye bağırmış. Fakat buna rağmen inanmamışlar ve “Bu apaçık bir sihirden başka bir şey değildir.” demişlerdir. Hz.Peygamber ﷺ İsra hadisesi ile aynı gece semâya da yükselmiştir, yani miraca çıkmıştır. Mirac olayı, Beyt-i Makdis’ten
başlamıştır. Yine Kureyşlilere semâda gördüğü bu sıra dışı halleri anlatmış, peygamberlerle karşılaştığını, Beyt-i Ma‘mûr’a ve Sidre-i
Müntehâ’ya kadar gittiğini söylemiştir." [El-Keşşaf]
"Hz. Peygamber ﷺ Mescid-i Haram’a çıkıp mi’racını Kureyşe haber verdiğinde muhatapları bunu imkânsız görüp taaccüple karşıladılar. Hatta, önceden iman edenlerden bazıları dinden çıktı. Bazı adamlar Hz. Ebubekir’e koşup Hz. Peygamberin ﷺ anlattıklarını naklettiler. O şöyle dedi: “Eğer böyle demişse, doğru söylemiştir.” Dediler: “Bu anlatılanlara rağmen O’nu tasdik ediyor musun?” Hz. Ebubekir (r.a] şöyle cevap verdi: “Ben, bundan daha uzak şeyleri söylemesinde O’nu tasdik ediyorum, bunu niye tasdik etmeyeyim?” Bundan dolayı kendisine “Sıddîk” lakabı verildi. Hz. Peygamberi ﷺ zor durumda bırakmak için Beyti Makdis ve kervanlarının durumlarından bilgi istediler. Allah Teâlâ, peygamberimizin ﷻ gözünden perdeyi kaldırdı onlara her şeyi anlattı. Beyti Makdis ve kervanları hakkında Hz. Peygamberin ﷺ vasfettiklerini aynen bulmalarına rağmen yine de inanmadılar, “bu apaçık bir sihir” dediler. Cisimler, kendileriyle ilgili arızî hâlleri kabulde eşittirler. Allah ﷻ ise, imkân dairesindeki her şeye kâdirdir. Allah'ın ﷻ gücü sınırlanmaz ve kudreti her şeye yeter." [Kadı El-Beydavi]
"Resûlullah’ın ﷺ bu mânevî yolculuğa Mekke’den başlayıp semalara yükseldikten sonra Mescid-i Aksa’ya gelmiş ve oradan da tekrar Mekke’ye döndürülmüştür. Semaya yükseltilen Resûlullah, semanın birinci katında Hz. Âdem, ikinci katında Hz. Îsâ ve Hz. Yahyâ, üçüncü katında Hz. Yûsuf, dördüncü katında Hz. İdrîs, beşinci katında Hz. Hârûn, altıncı katında Hz. Mûsâ, yedinci katında ise Hz. İbrâhim ile görüşmüştür. Kur’an’ı Kerim'de “sidretü’l-müntehâ” (hudut ağacı) denilen ve bir görüşe göre yaratılmışlarca bilinebilen alanın son sınırını işaretlediği kabul edilen hudut noktasının ötesine, Cebrâil’in geçme imkânı olmadığı için Hz. Peygamber ﷺ refref denilen bir araçla tek başına yükselmesini sürdürmüştür. (Şevkânî, V, 124) Bu sırada kendisine evrenin sırları, varlığın kaderiyle hükümlerin tesbiti için görevlendirilmiş olan meleklerin çalışmaları gösterilmiştir. Nihayet bir yoruma göre bir beşerin insan olma özelliğini koruyarak Allah’a ﷻ yaklaşabileceği son noktaya kadar yaklaşmıştır. (Şevkânî, V, 123) İnsan idrakinin kavramaktan âciz olduğu bir şekilde gerçekleşen bu buluşma sırasında Resûlullah’a ﷺ içlerinden günahkâr olanlar –eğer affedilmezlerse– bir süre cehennemde cezalandırıldıktan sonra bütün ümmetinin cennete kabul buyrulacağı müjdelenmiş; ayrıca kendisine bir hediye olarak Bakara sûresinin “Âmene’r-resûlü...” diye başlayan son iki âyeti verilmiştir. İslâm’ın temel ibadetlerinden beş vakit namaz farz olarak burada emredilmiştir. Nihayet Hz. Peygamber ﷺ Mekke’den ayrıldığı noktaya geri dönmüştür." [Kur'an Yolu Tefsiri]
Müfessirlerin çoğunluğu mi‘racı Hz. Peygamber’in ﷺ hem bedeniyle hem de ruhuyla uyanıkken yaşadığı bir olay olarak kabul etmişlerdir. Taberi'ye göre "Allah, ﷻ Kulunun ruhunu değil, mutlak bir ifade ile ayette "kulunu geceleyin götürdüğünü" ifade buyurduğuna göre, "Peygamber ﷺ sadece Ruhuyla miraca çıkmıştır" diyerek ayetin anlamını sınırlamaya hakkımız yoktur." Resûlüllahﷺ Miraca ruh ve beden olarak çıkmıştır. Zira hadiseyi anlatan bu Sûrenin ilk kelimesi "Sübhan"dır ki bu kelime, fevkalade olayları anlatmak için kullanılır. Resûlüllah'ın cismen değil de sadece ruhen gittiğini söylemek, bu kelimenin kullanılacağı nisbette fevkalede bir olay değildir. Ayrıca âyet-i Kerîmede "Geceleyin kulunu yürüttü" ifadesi yer almaktadır. Geceleyin yürümek, fiilen mesafe katetmektir. Bu da ancak bedenle olur. "Kul" kelimesi de kişinin ruh ve bedeni için birlikte kullanılır. İnsanın sadece ruhuna kul denilmez. Diğer yandan, Buhari de dahil sahih Hadis kitaplarında, Resûlüllah’ın ﷺ "Burak" isimli bir bineğe bindirildiği zikredilmektedir. Ruhun tek başına bineğe ihtiyacı olmadığı muhakkaktır. Kureyşli Müşrikler, Resûlüllah’ın İsra ve Miracını inkar edip yalanlamışlardır. Şâyet İsra ve Mirac bedenen değil de ruhen ve uyku halinde' meydana gelmiş olsaydı. Kureyşlilerin bunu yalanlamalarına gerek kalmazdı. Çünkü bilirlerdi ki, kişi uyku halindeyken birçok harika olayları görebilir. Bu sebeplerden dolayı İsra ve Mirac olayı hem ruhen ve hem bedenen cereyan etmiş mucize bir olaydır." [Taberi, XV, 261]
"Abd (kul)"' lafzı, ancak hem rûh hem de beden toplamını içine alan bir lafızdır. Bunun delili Cenâb-ı Hakk’ın "Bir kulu. namaz kılarken men edeni gördün mü sen?"(Alak, 9-10) ayetidir. Bu ayette geçen "abd"(kul) sözüyle hem rûh hem de bedenin murad edilmiş olduğunda şüphe yoktur. [Fahruddin Razi]
"Âyette hitab olarak Allah Teala, ﷻ Hz. Muhammed ﷺ için "Rasulü" veya "peygamberi" yerine "kulunu" demiştir. Bunun sebebi Hz. İsa'da olduğu gibi insanların Hz. Muhammed'e ﷺ ulûhiyyet isnad etmemesi içindir. Çünkü Hz. Peygamber ﷺ Miraç hadisesinde dünya âleminden sıyrılarak, beden cismi ile mele-i a'lâya yükselmiştir. Bu ise beşerî âdete zıt bir olaydır. Ayrıca burada kulluk makamının şerefine de işaret vardır." [İsmail Hakkı Bursevi]
"Mekke’den Arş’ın üzerine çıkmanın, isra ve mirac hadisesinin mümkün bir şey olduğuna dair kesin aklî deliller mevcuttur. Benzer şekilde kısa bir sürede böyle hadiselerin olması aklen mümkündür. Kur’ân-ı Kerim; Neml suresinde 'kendinde kitaptan ilmi bulunan bir kimsenin' Belkîs’ın tahtını Yemen’in en uç noktasından Şam Diyarı’nın en uç noktasına, göz açıp kapama süresi içinde getirdiğine delâlet eder. Bunun delili, Cenâb-ı Hakk’ın, "Nezdinde kitaptan ilim bulunan (zât), ben dedi, göz açıp kapama süresi içinde onu sana getiririm" (Neml, 40) ifadesidir. Mirac hadisesinde geçen "Burak" vasıtası gibi birtakım vesilelerin olduğu zikredilmiştir. Kur’ân’ı Kerim'de, rüzgârların, Hz. Süleyman (a.s)’ı kısa bir müddet içinde uzak beldelere götürdüğü zikredilmektedir. Nitekim Cenâb-ı Hak, Hz. Süleyman (a.s)’ın hareketini nitelerken, "Süleyman’a da rüzgarı (musahhar kıldık) ki onun sabahı bir ay, akşamı bir aydı" (Sebe, 12) buyurmuştur. Yani, bu ayete göre, Hz. Süleyman bir günde, yaklaşık iki aylık bir mesafe katediyordu. Binâenaleyh, böylesi bir hareket bazı cisimlerde tahakkuk edince, onun, diğer cisimlerde de tahakkuk etmesinin mümkün olması gerekir ki, bu da böylesi bir hareketin Hz. Muhammed’in ﷺ bedeni için tahakkuk etmesinin esasen mümkün bir şey olduğuna kesinlikle hükmetmeyi gerektirir. Bunun böyle olduğu sabit olunca biz diyoruz ki: Alemin yaratıcısının, bütün mümkinâta kadir olduğu delil ile sabittir. Bu kadar bir sürate ulaşmış olan bir hareketin, Hz. Muhammed’in ﷺ bedeni için de tahakkuk etmesinin mümkün olduğu da sabit olur. Binâenaleyh, Allah ﷻ Teâlâ’nın, buna (mümkün olduğu için) kadir olması gerekir. Bu durumda da, bu mukaddimelerin tamamında, Mirac hadisesinin bilfiil tahakkuk etmesinin, haddizatında mümkün bir şey olduğu neticesi elde edilir. Bu konuda söylenebilecek en son söz şudur: Burada geriye sadece, bu hadiseye hayranlık duymak ve taaccüb kalır. Ancak ne var ki, bu hayret de, sadece buraya has değildir. Tam aksine bu, (eğer yapılacaksa) bütün mucizeler için de söz konusudur. Binâenaleyh Musa (a.s) has bir değneğin, yetmiş bin değneği ve urganı yutacak, sonra da o anda, eskisi gibi küçük bir değnek haline dönüşecek bir ejderha olması da şaşırtıcı bir durumdur. Yine, koskaca bir dağdan büyük bir devenin çıkması, büyük bir dağın (Tûr), havada adeta bir şemsiye gibi tutulması da şaşırtıcı bir durumdur. Keza, bütün mucizeler hakkında aynı durum söz konusudur. Binâenaleyh, sadece bir hayret, bütün bunları inkâr etmeyi ve kabul etmemeyi gerektiriyorsa, o zaman, mucizelerin isbâtıyla ilgili bütün görüşlerin, sözlerin, hükümlerin fasit, aslı esası olmadığına kesinkes hükmetmek gerekir. Halbuki mucizelerin isbatı ve kabul edilmesi, nübüvvet temelinin kabul edilmesinin neticesi olarak, fer’î bir husustur." [Fahruddin Razi]
"İsra ve Mirac hadisesinde asında hiçbir bir imkânsızlık yoktur. Zira Hendesede sabittir ki, güneşin kutru (çapı), dünyanın yüz altmış küsur katıdır. Sonra dünya feleğinin tersine dönen en büyük feleğin hareketiyle, bir saniyeden az bir zamanda dünyanın alt tarafı, üst tarafına gelmektedir. Ve sabit bir gerçektir ki, cisimler, hareketin de dahil olduğu durumları kabul etmekte eşit bulunuyorlar. Ve Allah, ﷻ imkân dahilinde olan her şeye kaadirdir. Bu itibarla Allah,ﷻ o hareketi hatta ondan daha hızlı bir hareketi nasıl meydana getiriyorsa, Peygamberimizin ﷺ bedeninde veya onu taşıyan, binekte de benzer hareketi yaratmaya da muktedirdir. Zaten eğer Mirac, normal şartlara göre imkânsız olmasaydı, mucize olarak sayılmazdı." [İrşâdü'l Akli-Selîm, Ebu's Suud]
Miracın hikmeti: Hz. Muhammed'in ﷺ feleklere yükselip göklerin, kürsinin ve arşın hallerini müşahede etmiş olması, bu alemin hallerini ve korkunç durumlarını görüp müşahede etmesini gözünde küçültmesine, önemsiz saymasına sebep olması, aslında imkânsız bir şey değildir. Böyle mirac gibi bir olaya peygamberin ﷺ şahit olması, onun kalbinde bir tür kuvvet meydana getirir ki; Hz. Muhammed ﷺ bunları göz önüne aldığında, Allah'a ﷻ davete başlaması mükemmelleşir ve Allah düşmanlarına karşı iltifat etmemesi de kuvvet kazanır. Onlara karşı cesareti artar. Bunu şu durum daha iyi izah eder: Bu konuda, Allah'ın ﷻ kudretini görüp müşahede eden kimsenin, cihad vb. şeylerin sıkıntılarına göğüs germeye karşı gönlündeki kuvvet ve kalbindeki sebat, bunu görüp müşahede etmeyenlere kıyasla birkaç misli daha kuvvetli olur. Ayetlerimizden bazısını gösterelim diye (bunu yaptık)" ifadesi, adeta İsra hadisesinin faydasının bu olduğuna delalet eder gibidir. Allah, ﷻ en iyisini bilir." [Fahruddin Razi]
"Hz. Muhammed'in ﷺ İsrâ mucizesine mazhar kılınması, O'nun izzet ve değerini arttırmak ve makamını yükseltmek içindir, yoksa Cenab-ı Hak sevgili elçisinin sözlerini ve davranışlarını kendisine yaklaştırmadan da hiçbir vasıtaya gerek duymadan da her şekilde bildirebilir." [İsmail Hakkı Bursevi]"
"Peygamberimizin ﷺ göklere yükseltildiği (mirac), burada kendinden önceki peygamberleri gördüğü şeklinde rivayet edilen haberler ve bu haberlerde sözü edilen bilgilere dair biz de Ebû Bekir Sıddîk’ın (r.a) söylediğini deriz: “Eğer bunları O söyledi ise doğru söylemiştir, ben de bunlara şahitlik ederim. Fakat eğer sözü edilen bir takım benzer rivayet ve başka haberler doğru değilse biz âyette belirtilen kadarını söyleriz: "Hz. Peygamber ﷺ Beytül Makdis’e, Mescid-i Aksâ’ya kadar gece yürütüldü" deriz, âhad haberleri buna ilâve etmeyiz, çünkü bunlar âhad haberlerdir, âhad haberlerin verdiği bilgiye göre şahitlik yapmak caiz olmaz." [Tevilat'ül Kur'an]
Son söz olarak; "Allah'ın ﷻ kudretine göre isra ve mirac gibi bir mucize olayda hiçbir vasıtaya gerek yoktur. Yüce Allah'ın ﷻ dilediğini bir anda herhangi bir
yere ulaştırmaya kesinlikle gücü yeter. Fakat isra ve mirac hadisesinde zikredilen tüm olaylar ve vasıtalar, Allah'ın ﷻ âyetlerini göstermek ve
ikramını ortaya koymak cümlesinden sayılır. Çünkü "Ona âyetlerimizden gösterelim diye" ifadesi gereğince İsrâ'nın hikmeti âyetleri (alâmetleri) göstermektedir. Tefsircilerden bazıları gök cisimlerinin hareketlerinin süratlerinden bilimsel misaller getirerek İsrâ ve Mirac'daki süratli yürüyüşü akıllara yaklaştırmaya çalışmışlardır. Fakat "İsra ve Mirac" doğrudan doğruya ilâhî âyetlerden olan bir harika bir olay olup, tabiî bir görüş açısı ile açıklanabilmekten de uzaktır. Tabiî bir tasarı, bir olayı benzerlerine göre düşünmek demektir. Halbuki benzeri görülmemiş bir olayı benzerleri ile düşünmeye kalkışmak çelişki olur. O, ancak müşahede veya nakil haber ile bilinir. Burak ve Mirac vasıtalarının özel olarak tahsisine bir hikmet yönü de düşünebiliriz. Fakat bütün bunlar, en fazla noksan akıldan tam akla yaklaştıracak iman delilleri olabilir. Yoksa yer, zaman, hareket, ruh nitelikleri meselelerinin mahiyetiyle ilgili bulunan ve yüce Allah'ın ﷻ kudretinin en büyük âyetlerinden olan Mirac mucizesi üzerinde düşünmek, aklın anlayış ölçüsünden çok yüksektir. Onun için demişlerdir ki o Mirac kelimelerle nitelendirilemeyecek kadar yücedir. Bu konuda şundan başka ne söylenebilir? O, Allah her şeye gücü yetendir. Hiçbir şey O'nu aciz bırakamaz." [Elmalılı Hamdi Yazır]
Lütfen ilgili yazıların altında, yorumlarınızı bizimle paylaşınız. Kırık bağlantıları ve hatalı içerikleri mutlaka bildiriniz. Bizlere güzel dualar ederek destek olunuz...
KADİR PANCAR...