İslam'da Çalışmanın Önemi

Müslümanın çalışmadan miskin bir hayat sürmesi kabul edilemez. Meşru yollardan kazanmak şartıyla her müslümanın kendi rızkını kazanması ve başkalarına muhtaç olmaması için çalışması esastır. Dilenmek asla kabul edilebilir bir durum olamaz.
Hadis-i şeriflerde Peygamber Efendimiz (s.a.s) "Hiç bir kimse kendi elinin emeği ile kazandığından daha hayırlı bir lokma asla yiyemez". [Buhârî, II, 9] "Allahım! Tembellikten, korkaklıktan, ihtiyarlığın verdiği düşkünlük ve cimrilikten sana sığınırım". [Buhârî, III, 224.] "İnsanın yiyip içtiklerinin en helal ve bereketli olanı, çalışıp kazanarak elde ettiğidir" [İbn Mâce, II, 723.] "Birinizin sırtında odun destesi taşıması, versin veya vermesin, insanlara gidip el açmasından daha iyidir" [Buhârî, III, 9.] buyurarak çalışmanın ne kadar önemli olduğunu ifade ederek insanları dilenmekten ve miskinlikten alıkoymuştur.
Peygamber Efendimiz (s.a.s), peygamber olarak görevlendirildikten sonra çalışmalarını farklı ve geniş bir alanda sürdürmüştür. Allah tarafından kendisine verilen tebliğ görevini yerine getirmek için tüm gücüyle ve her türlü güçlüğe göğüs gererek yerine göre bir devlet adamı, yerine göre de bir komutan ve gerektiğinde de bir işçi olarak çalışmıştır. Bir davetçi olarak Mekke'de ve bu şehrin dışında İslâm'ı yaymak için yoğun faaliyetlerde bulunmuştur. O, Kur'an-ı Kerim'de "Kitap ve hikmeti, insanlara bilmediklerini öğreten" bir kimse olarak takdim edilmektedir. Kendisi de bizzat muallim olarak gönderildiğini ifade etmiştir. Bu bağlamda o, eğitim görevini yerine getirmek amacıyla her kademeden sahâbîleri eğitmek için bir öğretmen olarak çalışmıştır. Yerine göre Peygamber Efendimiz (s.a.s) bir işçi gibi çalışmıştır. Hicret esnasında konakladığı Kuba'da mescid yapılırken ilk taşı kendisi koymuş, bununla da yetinmeyerek inşaat çalışmalarına katkıda bulunmuştur. Bir gün bu çalışmalar esnasında güçlükle kaldırabildiği bir taşı kucağına alır. Bir sahâbî yanına vararak "Yâ Resûlallah! Babam anam sana feda olsun! Elindekini bana ver" der. Hz. Peygamber "Hayır! Sen de başkasını al" der. Mescidin inşaatı bitinceye kadar çalışmaktan geri durmaz. Sahâbeyi çalışmaya teşvik eder. Aynı şekilde Mescid-i Nebevî'nin temeline de ilk taşı kendisi koyar. Muhâcirler ve ensarla birlikte çalışır. Kuba mescidinde olduğu gibi yine bir gün kerpiç taşırken bir Müslüman "Yâ Resûlallah! Onu bana ver, ben taşıyayım" der. Fakat o : "Sen de başka taş al ve taşı! Sen Allah'a benden daha muhtaç değilsin" der. Hz. Peygamber Mescidin inşaatında ağır taşları yüklenir, kerpiçleri elbisesine doldurur ve taşırdı. Bu esnada da "Hayat ancak Ahiret hayatıdır. Allahım! Muhâcirlere ve ensara rahmet eyle"[İbn Hişâm, I, 496.] derdi. 

Peygamber Efendimiz (s.a.s) çalışmalarıyla Müslümanları coştururdu. Ümmü Seleme'nin anlattığına göre Mescid'in inşaatında onun çalışmasına ihtiyaç duyulmadığı halde, taş ve kerpiç taşımış; onu gören Müslümanlar da kendilerinin boş durmalarının doğru olmayacağını söyleyerek çalışmalarını hızlandırmışlardır. Hendek Savaşı'nda da kazılacak yerleri bizzat kendisi çizdiği gibi, kendisi için kurulan Türk çadırından çıkıp bizzat çalışmıştır. Kazma, kürek ve hatta balyozla çalışmış, zembille toprak taşımıştır.[Vâkıdî, II,446, 453.] Gerektiğinde söküklerini dikmiş, ayakkabılarını tamir etmiş,[ İbn Sa'd, 367.] gerekli gördüğünde çarşı-pazarı kontrol etmiştir. Hz. Peygamber yapılan işin gelişigüzel değil, düzgün ve sağlam yapılmasına önem verirdi. Bir vesile ile şunları söylemiştir: "Sizden biriniz bir iş yaptığı zaman, onu mükemmel bir şekilde yapsın" [İbn Sa'd, I, 142.]
Peygamber Efendimiz (s.a.s) Müslümanları çalışmaya teşvik etmiştir. Nitekim işi olmayan birisine, âletler temin ederek, odun kesip satmasını söylemiştir: Ensardan bir şahıs gelip Hz. Peygamber'e yoksulluktan şikayet eder. Sonra dönüp şöyle der: "Ey Allah'ın elçisi! Bir ev halkı içinden geldim ki, yanlarına dönünceye kadar bazılarının ölmüş olacağını sanıyorum." Peygamberimiz "Git, bak birşey bulabilecek misin?" der. Adam gider ve bir yaygı ile bir bardak getirerek "Ey Allah'ın elçisi! Bu yaygının yarısını yere seriyor, yarısını da bürünüyorlardı. Şu bardakla da su içiyorlardı" der. Peygamberimiz "Bu ikisini benden bir dirheme kim satın alır?" diye sorar. Bir adam "Ben alırım" der. Peygamberimiz "Bir dirhemi kim artırır?" diye sorar. Bir başka adam "Onları iki dirheme alırım" der. Peygamberimiz "Bunlar senindir" der ve adamı çağırarak ona "Bir dirhemle ailene yiyecek al, bir dirhemle de bir balta satın alarak bana gel" der. Adam da öyle yapar ve gelir. Hz. Peygamber "Şu vadiye git, orada ne bir diken, ne bir odun bırak. Bana da on günden önce gelme" der. Adam öyle yapar ve sonra Hz. Peygamber'e gelerek "Bana emrettiğin şey bereketli oldu" der. Bunun üzerine Peygamberimiz şöyle buyurur: "Bu, senin için kıyamet günü yüzünde dilenmekten dolayı lekeler veya tırmık izleri olarak gelmenden daha iyidir". [İbn Mâce, II, 740-741; Kettânî, II, 285.]
Peygamberimiz durumlarına göre özürlüleri bile çalışmaktan alıkoymamış, onların ticaret yapmasını kolaylaştırıcı hükümler getirmiştir. Bu tutumuna bir örnek verelim: Ticaretle meşgul olan Münkız b. Amr adlı sahâbînin aklî dengesi bozulur ve dilinde bir tutukluk meydana gelir. Buna rağmen ticarî faaliyetlerini devam ettirir. Fakat sürekli aldanır. Hz. Peygamber'e gelerek durumunu anlatır. Hz. Peygamber onun ticaret yapmasını, çalışmasını yasaklama yerine kolaylaştırma yoluna gider; alışveriş yaparken, "aldatma yok" demesini ve satın aldığı malda üç gün muhayyerlik hakkına sahip olduğunu satıcıya söylemesini ister. Münkız Hz. Osman zamanında bile Hz. Peygamber'in kendisine tanıdığı bu hakkı satıcılara karşı kullanmıştır. [İbn Hacer, el-İsâbe, II, 302-303.]


Faydasız ve boş şeylerle meşgul olmamak ve boş durmamak Hz. Peygamber'in prensiplerinden biriydi. Hz. Peygamber (s.a.s) paranın piyasaya arzı konusu üzerinde durmuştur. O bu hususta şöyle buyurur: "Kim bir akar veya ev satıp da parasını onun benzeri bir şeye yatırmazsa, onun bereketini görmemeye müstehak olmuştur".[İbn Mâce, II, 832.] Ticareti teşvik etmiş, ticaret ortaklıkları kurmuştur. Ticareti teşvikle ilgili şu sözü çok meşhurdur: "Rızkın onda dokuzu ticarette, onda biri ise sürüdedir".[Münâvî, Feyzülkadîr, III, 244-245.] Bu sözüyle Hz. Peygamber ticaretin bir millet için ne derece önemli olduğunu dile getirmiştir. Bir devletin ekonomisinde iç ve dış ticaretin büyük önemi vardır. Hz. Peygamber ticareti teşvik etmek suretiyle, aynı zamanda medenî bir hayat tarzını da teşvik etmiştir. Çünkü ticaret, yerleşik bir hayat tarzının oluşmasına ve imar faaliyetlerinin gelişmesine vesile olmaktadır. Hz. Peygamber'in en yakın arkadaşları ticaretle uğraşıyorlardı. Sözgelimi dört halife birer tüccar idiler. Hz. Ebû Bekir, Hz. Peygamber'in vefatından bir yıl önce ticaret amacıyla Busrâ'ya gitmişti.[İbn Hanbel, VI, 316. ] Hz. Peygamber ticaretin yanında ziraate ve özellikle ağaç dikmeye de teşvik etmiştir.
| Devamı... 0 yorum

El Yapımı Dolma Kalem

Bugün haber sayfalarında gezinirken okuduğum bir haberden esinlenerek bir anda aklıma düşen, benim de çok sık kullandığım ve kullanmaktan da çok zevk aldığım dolma kalemlerin nasıl yapıldığını merak edenler için kısa bir araştırma yaptım ve aşağıdaki videoyu buldum. Videoda dolmakalem yapımına hayatını vermiş üstadların çalışmalarının belgesel haline getirildiği bir çalışmanın Japon ustalardan Harumi Tanaka'nın olduğu bölümünü sizinle paylaşmak istedim. 
Harumi Tanaka; çeşitli materyallerden el sanatıyla "HAKASE" (Hakase Bespoke fountainpen) adı altında dolma kalem üreticisi konumuna gelmiş, internet yoluyla da bu kalemleri sipariş edenlere, dünyanın bir ucundan satışını gerçekleştirmeye başlamış bir emektar bir kalem ustasıdır. Hakase şirketi, kalemlerdeki değişim sürecine farklı bir şekilde dayanmayı başarmış ve halen dolma kalem üretimine kaldığı yerden devam etmektedir. Yoshio Yamamoto 'nun (1911-1976) çırağı olarak sektöre giren, zanaatkar Harumi Tanaka'nın becerileri ve CEO Masaaki Yamamoto'nun özgün fikriyle şirket gelişim göstererek, kişiye özel dolma kalemler üretmeye başlamış ve bu sektörde adını dünya çapında duyurmuştur. Yazı araçlarının çeşitlenmesi, kelime işlemcilerin ve bilgisayarların yaygınlaşmasıyla dolma kalemler artık fazla satılmadığından, çeşitli marka ve uzman dolma kalem mağazalarının sektörde ortadan kaybolmasıyla başlayan zorlu süreçte, Hakase firması için de farklı mecralara atılmak gerekiyordu. Hakase firması, köklü geçmişine dayanarak dijital çağda pes etmeden önce, son bir meydan okumayı üstlenmeye karar vermiş ve 1982 yılında dünyanın ilk özel el yapım dolma kalemini piyasaya sürmüştür. 1982 yılından itibaren bugüne kadar halen aynı minvalde işlerine devam etmiştir. Bu arada şirketin kurucu lideri Harumi Tanaka, 27 yıl dolma kalem ürettikten sonra 2011 yılında 74 yaşında emekli olmuştur. Kurduğu Hakase Şirketi ise halen kişiye özel tasarımlarla dolma kalem üretmeye ve dijital çağa direnmeye devam ediyor.
VİDEO ADRESİ:
https://youtu.be/1F12qUyIACM?si=Gxg4QGXXR21IMFgk

Uzak doğuda el yapımı kalem ustalarından Japon Harumi Tanaka'nın kaplumbağa kabuğu, bufalo boynuzu, sert ağaçlardan ince ve zarif el sanatıyla yaptığı dolma kalemleri görmeniz için videoyu izlemenizi tavsiye ediyorum. "Benim için en güzel kalem çeşidi dolma kalemdir, dolma kalemle yazı yazmayı diğer tüm kalemlere tercih ederim" diyerek sizi videoyla baş başa bırakıyorum.
 
 
"Dolma kalemle yazı yazmayı seviyorum. Bir tükenmez kalem gibi değil. Benim için dolma kalem yazının estetiğini ifade etmenin ayrı bir doğası olarak görünüyor. Kişiye özel bir dolma kalem fikri bile, sıradan kalemlere göre kıymet bakımından daha güzel bir his değil mi? Yıllar önce hediye gelmiş özel bir dolma kalemin, elimden düşerek ucu kırıldığında, sanki bir parçam gitmiş gibi hissetmiştim. Uzun zaman tamiri için uğraşmış ama sektörde tamirat işleri kalmadığından öylece kalmıştı. Olaydan yıllar sonra, bir ümit olarak, kalem şirketinin yurt dışı üretim departmanına konuyu yazmış, "dolma kalemin garantisinin bittiğini, yıllar önce alındığını, özel bir hediye olduğunu anlatıp; eski bir kalemi tekrar yazı hayatına kazandırabilecek misiniz" tarzında bir e-posta göndermiştim. Şirketten kısa süre içinde gelen cevapla, kalemi şirketin İstanbul temsilciliğine göndererek ücretsiz tamir ettirmiş ve çok mutlu olmuştum. Yaşadığım bu olay, yabancılardaki iş ahlakını ortaya koyması açısından halen aklımdadır." (KP)
| Devamı... 1 yorum

Yazının Estetiği Dolma Kalem Üreticileri

Graf von Faber-Castell
1761’de Kaspar Faber, Nürnberg yakınlarındaki Stein’da kurşun kalem üretmeye başladı. 4. jenerasyon Baron Lothar Faber 1839’da şirketi devraldığında kurşun kalemi kaliteli bir ürün ve dünyanın ilk markalı yazım gereci haline getirdi. Geçmişi yeniden keşfetmek, bunu geleceğe kusursuz tasarım ve yeni teknoloji ile taşımak onlar için kişisel bir meydan okuma demekti. Bu tutkunun sonucu Graf von Faber-Castell koleksiyonu şekil kazandı. Özenle seçilmiş malzemelerin, fonksiyonellik ve mükemmel estetiğin birleşimi ile Graf von Faber-Castell "Basitlik İçinde Lüksü" barındırıyor. 2011’de 250. kuruluş yılını kutlayan Faber-Castell, kalem ve yazım gereçleri alanında bir dünya devi. Dünyanın en eski yazım gereçleri firması olan ve her zaman kalite, yenilikçilik ve üretkenliğin simgesi olan Faber-Castell’in dünyada 10 ülkeye yayılmış kendisine ait 14 üretim tesisi bulunuyor. Bunun yanısıra Faber-Castell’in 23 ülkede satış firması, 120’nin üzerinde ülkede distribütörü vardır. Firmanın dünya çapında çalışan sayısı ise 7000’in üzerindedir. 

Montegrappa
İtalya’nın ilk kalem üreticisi Montegrappa, 1912 yılından beri İtalya’nın tarihi kenti Bassano Del Grappa’da, adeta bir kültür mirasçısı olarak faaliyet gösteriyor. Bilinen en değerli kavramlar, mitler, olaylar, Montegrappa’nın limitli üretim kalemlerinde yeniden canlanıyor. Duyguları, karakteri, fikirleri çok değerli olanlar, onları kağıda geçirirken parmakları arasındaki yazı aracının da bu değeri taşıyabilecek özellikte olmasını isterler. Bu değer, dünyanın en üst düzey ustalarının elinden çıkan Montegrappa’nın ucundan kağıda nazikçe sızar ve sonsuzlaşır.


Caran d'Ache
Caran d'Ache firması 1924 yılında İsviçre'nin tarihsel saat ve mücevherat imalatçısı Arnold Schweitzer tarafından kurulmuştur. Günümüzde üstün kalite ve kanıtlanmış deneyim efsanesidir. Şirket İsviçre'nin tek kurşun kalem, sanatsal malzeme ve lüks yazı gereçleri üreticisidir. İsviçre bütün dünyada "teknik üstünlük, hassasiyet, güvenirlik ve buluş sembolü" olarak kabul edilmektedir. Tüm ürünler el ile, Cenevre fabrikalarında üretilir ve bu üretim üstün geleneksel el sanatçılığını, bilgisayar destekli makinelerle birleştirmektedir.

Pelikan 
Pelikan markası 1838 yılında Hannower de Carl Hornemann tarafindan kurulan dünyanın ilk dolma kalem ve mürekkep üreticisidir. Özel el işçiliği ile hazırlanan kalemleri nesilden nesile köprü oluşturmaktadır. Limited edition ve dünyanın yedi harikası olan dolma kalem serilerinin her birinin ayrı bir efsaneleşmiş hikayeleri mevcuttur. Dünyaya ilk diferansiyelli piston mekanizmasını tanıtan pelikan kalem; ilk kurulduğu günden itibaren hem gündemi yakalayan hem de klasik modellerini koruyan kalem meraklılarının önemli bir markasıdır.

Montblanc
Montblanc markasının gelişimi 1906 yılına dayanıyor. Alman kırtasiyeci Klaus Johannes Voss’un, sadece zengin azınlığın alabildiği dolma kalemleri halka yaygınlaştırma isteği, birkaç arkadaşı ile bir araya gelerek dolma kalem imalatına başlamasıyla vücut buldu. Montblanc’ın bu yeni stratejisi ile dolma kalem sadece zenginlerin kullanabileceği bir araç olmaktan çıktı. Bugün ise Montblanc sınırlı sayıdaki özel dolma kalem serileri ile kalem tutkunlarının gözdesi... Sadece kalemde değil saat ve gözlükte de üretimi olan Montblanc etkileyici tasarımları ve kalitesi ile, adını aldığı zirvenin hakkını veriyor.Montblanc markası daha fazla çocuğa okuma yazma öğetmek için UNICEF'in küresel girişimlerine destek veriyor.

Conklin
Amerika Birleşik Devletleri’nin Toledo kentinde 1898 yılında kurulan Conklin Pen Company® dolma kalemlerin altın çağının en önemli ve yenilikçi üreticilerinden biridir. Günümüzde, klasik modellerin orjinal tasarımlarına sadık kalınarak sanatçılar tarafından işlenen el yapımı kalemler, Conklin’in efsanevi ismini aynı kalite ve detayda sürdürmektedirler. Dünyanın her ülkesinde Conklin kalemlere hem kolleksiyoncular hem de kalemseverler tarafından yüksek değer biçilmekte ve büyük ilgi gösterilmektedir.

Porsche Design 
Porsche Design 1972 yılında Porsche kurucusunun torunu ve aynı zamanda Porsche 911'in tasarımcısı Prof. Ferdinand Alexander Porsche tarafından kuruldu. Bir simge haline gelen Porsche 911'den sonra Prof. Ferdinand Alexander Porsche, izleyen yıllarda kalem, gözlük ve saat gibi birçok klasik ürünü "Porsche Design" markası altında dünya çapında pazarladı. Porsche Design ürünlerinin bir diğer özelliğide, tasarlanan tüm ürünlerde otomobil ve uçak yapımında kullanılan malzemelerin kullanılmasıdır.

Dupont 
Kurucusu Simon Tissot – Dupont ‘dur. 1872 yılında ilk olarak Savoie’ den Paris’e taşınmıştır. Hanedanın kurucusu olarak, isminin baş harfleri markanın isminde S.T. Dupont olarak kullanılır. Oğulları, André ve Lucien Dupont, babalarının işini devralıp çalışmalarını lüks seyahat bavulları ve aksesuarları üzerine yoğunlaştırmışlardır. 1952 yılında S.T. Dupont ilk gazlı çakmağını üretmiş ve 1960’lı yılların kült nesnesi olmuştur. S.T. Dupont dünya çapında popülerliğini ispat etmiş ürünleri temsil eder. Dünya üzerinde her üç çakmaktan ikisi S.T.Dupont imzasını taşımaktadır.

Waterman 
Waterman markası 1883 yılında Lewis Edson tarafından kuruldu. Kurulduğu yıl icat ettiği tekrar doldurulabilir dolma kalem “ the Regular”’ın patenti 1884 yılında alındı. O günden bu yana sürekli yenilik arayışında olan Waterman, üretkenlik bakımından zengin uzun geçmişi sayesinde yazım alanında güvenilir bir referans haline gelmiştir. Her kalemin benzersiz özel olduğu, sahibinin karakter ve mizacını yansıttığına inanan Waterman markası, kullandığı değişik malzeme, renk ve tasarımları ile özgün Fransız zarafetinin simgesi olmaya devam etmektedir.

Sheaffer Sheaffer 1912 yılında Walter A. Sheaffer tarafından Amerika’nın Iowa eyaletinin Fort Madison şehrinde kurulmuştur. Dolma kalem doldurma aparatları fikriyle küçük sermaye ve 7 kişi ile kurulan Sheaffer günümüzde sağlam ve gösterişli yazı kalemleri üretiminde dünyaca ünlü bir marka haline gelmiştir. Sheaffer yıllardır, sağlam, şık ve gösterişli kalemler üretiyor ve kalite, zarafet, şıklık, mükemmellik arayanların vazgeçilmez tercihi olmaya devam ediyor. 

Parker 
Parker Pen Company 1888 yılında George Parker tarafından “Bir şeyi daha iyi yaparsan insanlar onu satın alacaktır” felsefesini temel alarak kuruldu. 1888 üretime başlayan Parker, 1891 yılında ilk dolma kaleminin patentini aldı. Parker markasının ilk çığır açan teknolojik buluşu 1894 yılında “Lucky Curve” mürekkep besleme sistemi ile geldi. George Parker’ın daha güvenilir bir kalem üretme ihtiyacı ile ortaya çıkan PARKER markası; son tüketici odaklı araştırmaları, teknolojik devrimleri ve yorulmayan üretkenlik anlayışı ile “Lüks Yazım” kategorisinde her zaman öncü olmuştur. 

Waldmann 
Waldmann’ın tarihi; 1920 yılında Almanya‘nın kuyumculuk merkezi Phorzheim bölgesinde altın ve gümüşten yüksek kalitede tükenmez ve kurşun kalem üretimi ile başladı. İlerleyen yıllarda Waldmann, pirinç, som gümüş ve 18 ayar altından dolma ve tükenmez kalemler tasarladı ve üretti. Waldmann'ın çevirme mekanizmalı, 2 ve 4-renkli tükenmez kalem sistemi firmaya dünya çapında patent hakkı kazandırdı. Tarihinin her aşamasında olduğu gibi bugün de Waldmann, ürünlerini %100 Almanya'da üretmektedir. Ayrıca Waldmann müstesna yüzeyler işlemede, özellikle de geleneksel el oyması alanında, ün yapmış bir firmadır. Bugün çok az sayıda sanatçı 'Viyana Gravürü'nü yapabilmektedir ve sadece Waldmann bu zarif gravürlerle işlenmiş, her biri kendine has olan yazı gereçlerini sunmaktadır.  

Cross 
Cross, 1846 yılında Amerika’da, Alonzo T. Cross adında üretken bir kalem zanaatçısı tarafından kurulmuştur. İlk patentini 1876 yılında yüzyılımızın tükenmez kaleminin öncüsü olan “stylographic” kalemle almıştır. Sonraları 21 yeni patent daha bu kalem patentini takip etmiştir. 1946 yılında, yani kuruluşunun 100. yılında bugün klasik “Century” modeli olarak anılan ince tükenmez kalemi piyasaya sürmüştür. 1996 yılında kuruluşunun 150. yıldönümünü kutlarken, aynı zamanda klasik “Century” modelinin de 50. yaşını kutluyordu. Her iki kutlama için sınırlı sayıda üretilmiş özel koleksiyon kalemleri piyasaya sürülmüştür. 

Lamy 
1930 yılında C. Josef Lamy tarafından Almanya’nın Heidelberg kentinde kurulan Lamy, 6 milyon yazı gereçleri üretimi, 400 personeli ve yıllık €50 milyon cirosuyla Almanya’da pazar lideri konumundadır. Dünya çapında 70 ülkeye ihraç edilen Lamy modelleri, Avrupa’nın en ünlü tasarımcıları tarafından dizayn edilmektedir. Modern, farklı ve fonksiyonel tasarımlara sahip Lamy ürünleri, IF (Uluslararası Tasarım Forumu) Good Design, Avrupa Tasarım Ödülleri, Red Dot gibi uluslararası tasarım yarışmalarında 100’den fazla tasarım ödülüne layık görülmüştür.  

Picasso 
Picasso Sanat Koleksiyonu, sanat ve yaşam kombinasyonu teması ile tasarlanan ve tanıtımı yapılan, amacı altında çok sayıda seçkin ürünlerini imal eden bir markadır. Ürünlerinde pek çok muhteşem sanat eserlerinden ve pek çok usta zanaatkardan ilham alan, sanatı yüksek kalite ile birleştirerek şık ve cezbeddirici ürünleri bizlere sunan, alanında bir çok müzayede rekorlara imza atmış , ürünlerinin birçoğunda insanları hayaller alemindeymiş gibi hissettirerek dikkatleri üzerine çekmeyi başarmış asortik ve şık olan çeşitleri bizlere sunan bir markadır.  

Scrikss 
Türkiyede’ki kalem pazarında hem bir üretici hem de dünya çapında önemli markaların distribütörü olarak liderliğini sürdüren Scrikss 1963 yılında kuruldu. İspanyol kökenli olan Scrikss kelimesi Katalan dilinde yazmak anlamına gelen “Escriure” sözcüğünden türetilmiştir. Ucu dışında tamamı yerli üretim olan ilk Türk dolma kalemi 1966 yılında Scrikss tarafından üretilmiştir. 1993 yılında kaliteli yazı araçları dalında Hollanda’da kalite ödülünü kazanmış, aynı yıl Frankfurt ve Moskova fuarlarına katılarak Türkiye’yi başarıyla temsil etmiştir. 

Diplomat 
1922 yılında kurulan Diplomat markası kalem üretimini bir sanata dönüştürmektedir. El yazısının insan karakterindeki yerini çok iyi bilen marka, hem ergonomik, hem şık, hemde yazıya değer katacak kalitede ürünler üretmektedir. El işçiliği ile üretilen bu kalemler Diplomat'ın Dünya'nın en kaliteleri kalemleri üretmesinde önemli bir rol oynamaktadır. 1958 yılında ilk modern dolma kalemini piyasaya çıkaran firma o dönemde kalitesini yenilikle birleştirmiş ve her geçen yıl markaya eklenen ürünlerle kalem sektöründe lider firmalardan biri haline gelmiştir. 

Monteverde 
Dünyada en fazla çeşitte el yapımı akrilik reçine ve karbon fiber kalem sunan firma A.B.D menşeli Monteverde‘dir. Monteverde sadece inovasyon ve teknoloji alanında değil tasarımda da lider üreticilerdendir. Son moda renkleri ve desenleri kullanarak elde üretilen gövde tasarımları dünyanın her köşesinde yüksek beğeni ve övgüyle kullanılmaktadır. Monteverde bu özel kalem dünyasını beğeninize sunarak, el yazısıyla iletişimin giderek bir istisna haline geldiği günümüzde, sizi yazı tutkunuzu yeniden keşfetmeye davet ediyor. 

Kaweco 
1881’de M. Luce et M. Ensslen tarafından Heidelberg’de adıyla açılan kalem fabrikasında o yıllarda kalemlerin ahşap uçları üretilirken kalemlere ait uçlar Amerika’dan ithal edilmekteydi. Kaweco 1914 yılında Leipzip fuarında altın ödül aldıktan sonra aynı yıl 1. Dünya Savaşı patlak verir, ancak ticari faaliyetlerini ve üretimini sürdürme izni alır. 1971 yılında 20. Olimpiyat Oyunları için Kaweco resmi lisans almıştır. Bu resmi lisans ile üzerlerinde değerli taşlar bulunan kalemler, Kaweco Spor Setleri adıyla piyasaya çıkmıştır. 

Visconti 
1995 yıllarından itibaren kurulan bu yeni kalem üreticisi firma; yirmi yılı aşkın bir süredir "Visconti" ismi yoğun tarihi ve teknolojik araştırmalardan gelen olağanüstü zarif yazı gereçleri ile eş anlama gelmektedir.Visconti tüm dolma kalem ,roller kalem ve tükenmez kalem çesitliliği boyunca daima güçlü karakterlerini ve özelliğini yansıtan üst kalite ürünlerini geniş ürün yelpazesi ile sunmuştur.1988 yılında kurulan Floransa markasının yöneticisi olan güçlü üretken dinamizmin beklenmedik şekilde yetişen gücü "Dante Del Vecchio" ile aynı özellikleri Visconti'nin yüm eserlerinde bulabilirsiniz. O'nın yazı enstrümanları sanatı ile ilgili sürekli yeni etkileşimler için yaptığı araştırmaların temelini,tarihi dolma kalemlere olan kişisel tutkusu oluşturuyor. 

Pierre Cardin 
Pierre Cardin, İtalyan göçmeni bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Ailesi çiftçi olan küçük Pierre'in çok daha büyük hayalleri vardı. Pierre Cardin, 60'lı yıllardan günümüze tam 140 ülkede 900 farklı ürün lisansıyla en çok kabul gören ticari marka olmayı başardı. Başardığı şey hayallerinin ta kendisiydi ve sadece kendi kararlarına bağlı kaldı. Bir moda imparatoru olarak anılmasına rağmen "yaşamı boyunca en iyi bildiği şeyin kendi elleriyle çizmek, kesmek ve dikmek" olduğunu söyleyecek kadar da mütevaziydi.Her alanda geniş bir yelpazeye sahip firma son yıllarda lüks kalem üretimi alanında da faaliyet göstermeye başlamıştır.

Dolmakalemlerde uç kalınlığı nedir?
Dolmakalem uçlar, kullanıcıların tercihine göre genel olarak beş farklı kalınlık modeli bulunmaktadır:
EF (extra fine:çok ince), F (fine:ince), M (medium:orta), B (broad:kalın) ve BB (Kaligraf:kesik uç). 
Türkiye'de en çok F ve M tipi uçlar satılmaktadır. M genel olarak ince (F) yazmanın zor olduğu durumlar için herkese hitap eden bir uç modelidir. 
| Devamı... 2 yorum

Ehli Küfre Benzemek

Dünyanın şu acayip ortamında, artık herşey herşeye karışmış durumda iken iman sahibi biz müslümanların, imanlarını muhafaza etmenin ne kadar zor olduğunun idarki içindeyiz. Şeytan ve şeytanlaşmış insanlar; iman kalelerini yıkmak için her yönden saldırı içinde iken, dünyanın bu sefil hatalarını düzeltmeye kendini adamış kutlu insanların nurlu çabalarını hatırlamak bize bugünleri daha iyi kavramaya yardımcı olacaktır diye düşünüyorum. Hindistan coğrafyasında, uydurma din ve anlayışlara karşı büyük bir mücadele veren İmam Rabbani (k.s)'nin mektubat eserinden bir kesiti sunmak belki bugünlerimizi daha iyi anlamaya vesile olacaktır inşallah.

İmam-ı Rabbani Müceddid-i Elf-i Sani Hazretleri, 1.cilt 266.mektubunda; "Bilinmesi gerekir ki: Küfür ve küffar Hakkında adavetin zatî olduğu tahakkuk ettiği için; rahmet ve re'fetin âhirette küffara şümulü mümteni olmuştur; zira, bu cemal sıfatlarındandır. Aynı şekilde, rahmet sıfatı, zatî adaveti de kaldıramaz.. Zira, zatin taalluk ettiği şeyler, sıfatın taalluk ettiği şeylerden daha kavi ve daha yüksektir. Bunun için: Zatın muktazasını, sıfatın muktazası tebdil ve tağyir edemez. Nitekim, bu mana: — «Rahmetim, gazabımı geçti..» Hadis-i kudsisinde anlatıldı. Burada anlatılan gazaptan murad: Müminlerin asilerine inhisar eden, sıfata bağlı gazap olsa gerek.. Müşriklere mahsus olan gazap değildir. Şöyle bir şey sorulabilir: — Yukarıda tahkikini yaptığınız gibi; küffarın dahi, dünyada rahmetten nasibi vardır. Bu durumda, nasıl olur da, rahmet sıfatı dünyada, zatî adaveti kaldırır?. Bunun için şu cevabı veririm: — Kâfirlere, dünyada iken rahmetin husulü, ancak zahir ve suret itibarı iledir. Amma, hakikatte bu onlar Hakkında istidraçtır ve keyddir. Nitekim, şu mealdeki âyet-i kerimeler, bu mananın şahididir: — «Öyle mi sanıyorlar ki, kendilerine malla ve evladla yardım ediyoruz. Hayırlarda onlar için koştuğumuzu sanıyorlar.» (23/55) Bir başka âyet-i kerimede ise, Allah-ü Taâlâ şöyle buyurdu: — «Bilemeyecekleri cihetten, onları derece derece helake götürürüz. Onlara mühlet veriyorum; gerçekten keydim metindir.» (68/44) Çok faydalı bir mesele.. "
"Cehennemin ebedî azabı, küfrün cezasıdır. Bu manada, sorulabilir: — İmanı olmasına rağmen; bir şahıs küfür merasimini icra eder, küfür ehlinin merasimine de tazim eder, ulema dahi onun için: Fiilleri dolayısı ile küfür hükmünü verir; mürtedlerden sayar.. Nitekim, Hanud Müslümanları bu beliyyeye müptelâ olmuşlardır. Durum böyle olunca, o şahsın ebedî olarak cehennem azabında kalması gerekir ki ulemanın fetvasının muktazası dahi budur." İmam Rabbani Mektubat-266
"Durum böyle iken, sahih rivayetlerde şöyle gelmiştir: — «Kalbinde zerre kadar imanı olan, ebedî azap görmez; ateşten çıkarılır.» Bu meselede senin tahkikin nedir?. Şöyle derim: — Eğer o kimse, sırf kâfir ise., onun için daimî azabı, isabetli görürüz. Allah-ü Taâlâ, bizi ondan saklasın. Bu küfür merasimlerini yapmasına rağmen, kalbinde zerre mikdarı iman var ise., ateşte azap görür. Lâkin umulan odur ki: Bu zerre kadar imanı bereketi ile, cehennemde ebedî kalmaktan kurtulur. Cehennem azabında istikrar bulmaktan necata erer." 
"Bir keresinde, bir hasta şahsın ziyaretine gittim. Ölüme yaklaşmıştı. Haline teveccüh ettiğim zaman gördüm ki: Kalbi, şiddetli zulmetler içinde.. Her nekadar bu zulmetin kalkması için, teveccüh ettiysem, hiç kalkmadı. Çokça teveccühten sonra bilindi ki: Bu zulmetler, kendisinde saklı duran küfürden naşidir. Bu sıkıntıların menşei dahi, küfür ehli ile dost geçinip durmasıdır. Bundan sonra bana belli oldu ki: Bu zulmetlerin defi için teveccüh yerinde bir iş değil.. Zira, onun bu zulmetlerden temizlenmesi cehennem azabına kalmıştır. Ki: Küfrün cezası odur. Bu arada şu dahi bilinmiş oldu ki: İmandan bir zerre, onu ebedi cehennem azabında kalmaktan kurtaracaktır. Bu dahi o mikdar imanın bereketi ile olacaktır. Bu durumu, onda müşahede ettikten sonra, hatırıma şöyle geldi: — Bunun namazını kılmak caiz mi?. Yok caiz değil mi?. Diye.. Bu da teveccühten sonra zahir oldu ki: Onun namazını kılmak yerinde olur. O Müslümanlar ki, imanın varlığı ile beraber, ehl-i küfrün âdetlerini icra ederler ve onların günlerine tazim ederler., onların namazını kılmak yerinde olur. Onları, küffar arasına katmak doğru olmaz.. Nitekim, bu iş bugün yapılmaktadır. Şu da yerinde olur ki: İşin sonunda, ebedi azaptan onların necatlar, umula.." İmam Rabbani Mektubat-266
"Buraya kadar anlattıklarımızdan da anlaşılmış oldu ki: Ehl-i küfre af yoktur. Onlar için bağışlanmak da yoktur. Şu âyet-i kerime bu manada açıktır: — «Allah, kendisine şirk koşanları bağışlamaz.» (4/48) Şayet katıksız kâfir ise., onun küfrünün, cezası, ebedi azaptır. Eğer ondaki fücura rağmen, zerre kadar îmanı var ise., onun cezası da muvakkat azaptır. Sair büyük günahlarını, Allah dilerse bağışlar; dilerse azab eder." İmam Rabbani Mektubat-266 
İbn-i Ömer (r.a.) teşebbüh (benzemek) hakkında şöyle buyururlar:Bir kimse müşriklerin arzına ev bina edip, onların bayramlarına katılmak suretiyle onlara benzerse, o kimse kıyamet günü onlarla beraber haşrolunur.” (Feyzü’l-Kadir, 104)
İmam-ı Rabbani Müceddid-i Elf-i Sani Hazretleri, 3.cilt 41.mektubunda “Bundan başka, şirk âdetlerine, küfür mevsimlerine tazim etmek şirkte sağlam bir basamaktır. İki dini tasdik eden dahi, şirk ehlinden sayılır. İslâm hükümlerinin mecmuu ile küfrü bir araya getirmeye teşebbüs eden dahi müşterektir. Halbuki küfürden teberri etmek, şirk şaibelerinden sakınmak tevhiddir. Marazların, hastalıkların defi için, asnamdan ve tağuttan (sahte tanrılar, kâhin ve putlardan) yardım talep etmek aynen şirktir. Böyle şeyler, ehl-i İslâm'ın cahilleri arasında şayi olmaktadır. Yontulmuş taşlardan hacet talep etmek dahi küfrün kendisi olup yüce Vacibü'l-Vücud zatı inkârdır. 
Allahu Teala, bazı dalâlet ehlinin halinden şikâyet ederek, şöyle buyurdu: "Şu kimseleri görmez misin ki, onlar sana indirilen ve senden önce indirilene iman ettiklerini sanırlar; kâhini de hakem tutmak isterler. Halbuki, ona küfretmek için emir almışlardır. Şeytan dahi, onları, derin bir sapıklıkla saptırmak ister."(4/60) Kadınların pek çoğu, memnu olan bu yardım talebini yapmaya müptelâdırlar. Bu tür kadınların kendilerinde bulunan tam cehalet sebebi ise, müsemmadan hali olan bu isimlerden beliyyenin defini talep ederler... Şirk ehlinin ve şirkin merasimini edaya meftundurlar. Bilhassa, Hindistan kadınları sırasında: -Setile... diye bilinen cederi (çiçek veya benzeri kabarcıklı bir hastalık) marazının arız olduğu vakitlerde. Anlatılan fiil (hstalıktan şifa bulmak için dalalet ehlinden yardım talep etmek), o kadınların hayırlısında ve şerlisinde; bu zamanda müşahede edilip görülmektedir. O derecede ki, bu şirkin inceliklerinden geri kalan, onun âdetlerinden bir âdete gitmeyen tek kadın bulunamamaktadır. Meğer ki Allahu Teala'nın koruduğu biri ola... 
Hinduların büyük bildikleri günlere tazim, Yahudilerce bilinen gün âdetlerine uymak küfrü icab ettirip şirki gerektirir. Nitekim ehi-i islâm'ın cahilleri, küffarın belli günlerinde küfür merasimini icra etmektedirler. Bunları kendileri için de bayram kabul edip kızlarının ve kardeşlerinin evlerine onlara benzeyen hediyeler yollamaktadırlar. Zarflarını dahi küffar gibi o mevsimde boyarlar. Ayrıca onları kırmızı pirinçle doldurduktan sonra yollarlar. O mevsime de tam manası ile itina ederler. Bütün bu anlatılanlar şirktir ve Allah'ın dinine karşı küfürdür. Bu manada, Allahu Teala, şöyle buyurdu: "Onların pek çoğu, Allah'a iman etmez; meğer ki müşrik halleri ile inanalar..."(12/106)
Kendilerine adak yapılmış olarak, meşayihin kabirlerinde, meşayih için adak olarak kesilen kurbanları dahi, fıkhi rivayetlerde fukaha şirke dahil edip üzerinde sıkı durdular. Sonra bunu, şer'an men edilen cinne tapanların kestikleri cinse dahil eylediler. Kendisinde şirk şaibesi olduğundan, bu amelden dahi sakınmak gerek. Zira, adak yolları bunun dışında çoktur. Neden dolayı, öyle bir şekilde hayvan boğazlanıp da, cinne tapanların cin için kestiklerine benzetilip onlara katılmak olsun? İmam Rabbani Mektubat-453 (3.Cilt-41)

Toprağı Bol Olsun!

Bugün bir arkadaşımızın babasının vefatı haberini aldıktan sonra söylediği "Toprağı bol olsun" ifadesinden sonra yıllar önce zevkle okuduğum İki Dirhem Bir Çekirdek, İskender Pala’nın deyimlerimizin ardındaki bu muhteşem birikime nüfuz ettiği özel bir eseri hatırlamadan edemedim.  İşte bu kitapta-İki Dirhem Bir Çekirdek-(okumayanlar için kesinlikle tavsiye edilecek güzel bir kitap olduğunu belirteyim) “Toprağı bol olmak” deyiminin aslı nedir? Onu kısaca sizinle de paylaşayım ki bu deyimi bir daha müslümanlar için kullanmayınız. 

Yakın zamanlara kadar Müslüman ölüler için, “Allah rahmet etsin!”, diğer müslüman olmayan ölüler için de “Toprağı bol olsun!” denilirdi. Şimdi görüyoruz ki televizyon kanallarında, haber bültenlerinde, gazetelerin ölüm ilanlarında, gündelik hayatta pek çok kimsenin dilinde bu deyimin bilinçsizce ve Müslüman ölüler hakkında da kullanıldığını görüyoruz. Bu da ne kadar üzücü ve vahim bir olay. Dil denilen organ ne tuhaf bir organ ki biilmeden de olsa insanı çok kere günahkar edebiliyor.
"İlkçağ inançlarına göre insanlar öldükleri vakit birtakım eşyalarıyla birlikte gömülürlerdi. İnsanlar inandıkları 'tanrılarına' sunmak ve öte dünyada kullanmak üzere mezarlara birlikte götürdükleri bu eşyalar, genellikle kıymetli maden ve taşlardan mamul kap kacak ile takılardan oluşurdu. Türk beyleri de İslamiyetten önceki zamanlarda “korugan” dedikleri mezarlarına altın, gümüş ve mücevherleriyle birlikte gömülürler, sonra da üzerine toprak yığdırtarak höyük yapılmasını vasiyet ederlerdi. Eski medeniyetlerin beşiği olan Ortadoğu ve Anadolu’da pek çok ünlü hükümdarlara ait bu tür mezar ve höyükler hâlâ bulunmaktadır. Altın ve hazine, her zaman insanoğlunun ihtiraslarını kamçılamış, nerede ve ne kadar kutsal olursa olsun, elde edilmek için insanı kanunsuz yollara sevketmiştir. Höyüklerdeki hazineler de zamanla yağmalanmaya başlanınca, ölenin ruhunun muazzeb edildiği düşünceyle üzerine toprak yığılır ve gittikçe daha büyük höyükler yapılır olmuş. O kadar ki ölenin yakınları ve cenaze merasimine katılanların birer küfe toprak getirip mezarın üstüne atmaları gelenek hâlini almış. Öyle ya, mezarın üzerinde toprak ne kadar bol olursa, düşmanlar ve art niyetliler tarafından açılması ve hazinenin yağmalanması o kadar engellenmiş olurdu. Bu durumda toprağı bol olan kişi de öte dünyada rahat edecek, en azından kullanmaya eşyası ve tanrılarına sunmaya hediyesi bulunacaktır. Bugün dilimizde yaşayan “Toprağı bol olmak” deyiminin aslı budur. Türklerin İslam dairesine girdikten sonra terkettikleri höyük geleneğindeki, “toprağı bol olmak” deyimi, bu defa gayrimüslimler hakkında kullanılmaya başlanmıştır. Ölenin Müslüman olmadığının alâmeti sayılmıştır."İskender Pala-İki Dirhem Bir Çekirdek


Bu deyim etrafında, Mehmet Oruç yazarımızı da hatırlayalım. Yukarıdaki düşünce etrafında açıklamalara değinen yazarımız; gayri müslimler için de iyi anmalar ve Allah'tan cennet dileyenleri eleştiren yazısında şöyle der. "Son zamanlarda, cahilce, bu tür bir başka yanlışlık daha yapılıyor. Ölen gayrimüslimlere de, “Rahmetli” “Allah rahmet etsin!” deniyor. Dinimize göre, gayrimüslime “Rahmetli”, “Allah rahmet eylesin” demek, onu Müslüman kabul etmektir; bu da küfürdür. Yani dinden çıkmaya sebeptir. Gayrimüslim açıkça, Müslüman olduğunu ilan etmedikçe dinimize göre Müslüman sayılmaz. “Gizli Müslüman” bile olsa, ona rahmetli denilmez. Çünkü dinimiz zahire, yani görünüşe göre hüküm verir... 
Mehmet ORUÇ 
08/09/2001 
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/mehmet-oruc/123064.aspx

Son söz olarak, 'sözün' ehemmiyetine binaen, Yunus Emre'ye de kulak verelim.

Keleci bilen kişinin yüzünü ağ ede bir söz
Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz
Söz ola kese savaşı söz ola bitire başı
Söz ola ağılı aşı bal ile yağ ede bir söz


Kelecilerin pişirgil yaramazını şeşirgil
Sözün us ile düşürgil dimegil çağ ede bir söz
Gel ahî ey şehriyâri sözümüzü dinle bâri
Hezâr gevher ü dinârı kara taprağ ede bir söz

Kişi bile söz demini demeye sözün kemini
Bu cihân cehennemini sekiz uçmağ ede bir söz
Yürü yürü yolun ile gâfil olma bilin ile
Key sakın ki dilin ile cânına dağ ede bir söz

Yûnus imdi söz yatından söyle sözü gayetinden
Key sakın o şeh katından seni ırağ ede bir söz
| Devamı... 0 yorum

Büyük Matematikçi Ömer Hayyam

ÖMER HAYYAM (Ebul Feth Ömer bin İbrahim; Ömer Hayyam da denir), İranlı şair ve bilgin (Nişapur 1044.ay.y 1123/1136). Hayatı, gençlik yılları kesinlikle bilinmiyor. Elde bulunan eserlerinden, hayatıyla ilgili olayları anlatan bazı kitaplardan, mantık, felsefe, matematik ve astronomi konularında çalıştığı, bu alanlarda düzenli bir öğrenim gördüğü anlaşılmaktadır. Hayyam (”Çadırcı”) takma adını, atalarının çadırcılık yapmaları yüzünden aldığı söylenir. Ömer Hayyam, zamanında daha çok bilgin olarak ün kazandı. İran’ın, Selçuklular yönetiminde olduğu bir çağda yetişen Hayyam, Horasan ülkesindeki büyük şehirleri, Belh, Buhara ve Merv gibi bilim merkezlerini gezdi, birara Bağdat’a da gitti. Zamanının hükümdarlarından, özellikle selçuklu sultanı Melikşak ve Karahanlılardan Şemsülmülk’ten büyük yakınlık gördü. Saraylarında, meclislerinde bulundu. Reşidüddin’in “Cami-üt-Tevarih” adlı eserinde anlattığına göre Nizamülmülk ve Hasan Sabbah, Ömer Hayyam ile okul arkadaşıydılar. Gerek Hayyam’ın zamanında, gerek sonraki çağlarda yazılan kaynaklarda, çağının bütün bilgilerini edindiği, o alanlarda derin tartışmalara girdiği, medresede fıkıh, ilahiyat, kıraat, edebiyat, tarih, fizik ve astronomi dersleri verdiği, astronomi ve matematik çalışmaları yaptığı yazılıdır. Güneş yılını esas alan, Melikşah döneminde hazırlanan, Celali takvimlerinin oluşturulmasında heyet çalışmalarında bulunmuştur.

Chris Waring, Matematiğin Öyküsü

"Günümüzden 20.000 yıl önce yaşamış insanlar asal sayı fikrini biliyordu! İnanmazsanız İşango kemiği üzerindeki çentikleri sayın.Matematik dininin mensubu olan Pisagorculara göre sayılar hem kutsal hem de rasyoneldi ve Pisagor irrasyonel sayı kavramını icat eden müridi Hippassus’u kendi elleriyle öldürmüştü!Avrupalılar, Arap rakamlarını almasalar ekonomi, bilim ve teknolojide büyük bir atılım yapamazdı!

Filozof René Descartes analitik geometriyi, hasta yatağında tavanda gezen sineğin hareketlerini gözlerken keşfetti!Fransız matematikçi Pierre de Fermat 1637 yılında öyle bir matematik sorusu sordu ki, 350 yıl boyunca bu soruyu hiç kimse çözemedi!İkinci Dünya Savaşı sırasında, İngiliz Gizli Servisi için çalışan Alan Turing ve diğer matematikçiler, Almanların Enigma şifrelerini kırarak savaşın seyrini değiştirdi!"

Chris Waring, SAY Yayınları, Çevirmen: İbrahim Hoca Yayın Tarihi 2013
Orjinal Adı From 0 to Infinity in 26 Centures, Sayfa Sayısı 210

Matematiksel Modelleme ve Problem Çözme

Modelleme ile ilgili önemli sorulardan birisi, modelleme ile problem çözme arasında bir fark olup olmadığı; eğer varsa bu farkın ne olduğudur. Matematiksel modelleme en çok geleneksel sözel problemlerle karıştırılabilmektedir. Reusser ve Stebler’e (1997) göre geleneksel sözel problemler, öğrencilerde kitapta olan veya öğretmen tarafından sorulan her problemin çözülebilir ve çözülmesi gereken bir problem olarak düşünme; problem anlaşılmadı ise doğru matematiksel işlemleri seçmek için anahtar kelimelere veya daha önce çözülen benzer problemlere bakma gibi bazı didaktik kabullerin gelişmesine sebep olmaktadır. Ayrıca, sözel problemlerde gerçek hayat durumu gibi yansıtılan durumlar genellikle bir gerçek hayat durumu da değildir (Niss ve ark., 2007). Bu problemlerde bütün değişkenler belli, idealleştirilmiş ve gerçeklikten uzak, yapay bir durum söz konusudur.
Sözel problemleri çözerken öğrenciler sıklıkla gerçek hayat durumlarını ve deneyimlerini göz önünde bulundurmadan sadece işlemlere odaklanmaktadırlar (ör. Greer, 1997; Nunes, Schliemann ve Carraher, 1993). Sözel problemlerdeki gerçekçi durumu öğrencilerin nasıl algıladıklarını matematiksel modelleme bağlamında inceleyen birçok çalışma vardır (Greer 1997; Verschaffel ve De Cor - te, 1997; Verschaffel, De Corte ve Borghart, 1997; Verschaffel ve ark., 2002). Bu çalışmalarda öğrencilerin sözel problemleri çözerken gerçek hayat durumlarını da göz önünde bulundurma becerilerini geliştirmek hedeflenmiştir. Kullanılan soru türleri aşağıdaki örnekte de görüldüğü gibi geleneksel sözel problemlere çok benzemekle birlikte, göz önünde bulundurulması gereken bir gerçek hayat durumu söz konusudur.
 “228 kişilik bir turist kafilesi yüksek bir binanın tepesinden şehri izlemek istemektedir. Binada kapasitesi 24 kişilik tek bir asansör bulunmaktadır. Asansör bütün kafileyi binanın tepesine çıkarabilmek için kaç sefer yapmalıdır?” (Vers - chaffel ve De Corte, 1997, s. 584)
 Bu problemde, geleneksel sözel problemlerden farklı olarak (ondalık) kesir olarak çıkan bir sonucun öğrenciler tarafından nasıl yorumlandığını sorgulamaktadır. Burada öğrencilerin sözel problemlere verdikleri cevapları gerçek hayat bağlamında da test etme becerilerini geliştirme amaçlanmıştır. Yani 228’in 24’e bölümü sonucu kalan 12 kişi için asansörün bir sefer daha yapması gerektiği fikri öğ - rencilere kazandırılmaya çalışılmaktadır. Böylece bu tür sözel problemler matematiksel modelleme için başlangıç uygulamaları olabilir (Verschaffel ve De Corte, 1997). Ancak yine de, bu tür problemlerde idealleştirilmiş bir gerçek hayat durumunun bütün bilinenleri, bilinmeyenleri ve sonucu bulmak için yapılacak işlemler anahtar kelimelerle sorunun içerisinde gizlenmiştir. Lingefjard (2002b), modelleme sürecinde öğrencilerin yaşadıkları birçok alt sürecin problem çözme olduğunu ve matematiksel modelleme ile problem çözme arasında bir karşılaştırma yapmanın çok anlamlı olmadığını ifade eder. Fakat yine de, matematiksel modelleme ve geleneksel problem çözme arasındaki farklar ve benzerlikler birçok araştırmacı tarafından incelenmiştir (ör. Lesh ve Doerr, 2003a; Lesh ve Zawojewski, 2007; Mousoulides, Sriraman ve Christou, 2007; Zawojewski ve Lesh, 2003). Bu çalışmalarda geleneksel problemlerle kıyaslandığında matematiksel modelleme problemlerinin daha açık uçlu, öğrencilere farklı düşünme fırsatları sunan, daha gerçekçi ve anlamlı öğrenmeyi destekleyen özelliklere sahip olduğu ifade edilmektedir.
Lesh ve Zawojewski (2007), Polya geleneğini devam ettiren problem çözme çalışmalarının betimsel düzeyde kalmakta olduğu ve öğrencilerin gerçek hayatta problem çözme becerilerini geliştirme sorununa bir çözüm sunmadığı için eleştirmektedir. Bu araştırmacılara göre problem çözme alan yazınında bahsedilen problemi anlama, bir strateji belirleme, uygulama ve test etme gibi aşamalar çalışmaların çoğunda ortaya çıkan ve farklı terimlerle adlandırılan sıralı yapıyı ifade etmektedir. Bununla birlikte, yine alan yazında belli başlı problem çözme stratejileri tanımlanmaktadır. Gerçek hayatta bireylerin ileriki yaşamlarında karşılaşabilecekleri problem durumları daha karmaşık olacaktır. Lesh ve Doerr (2003a) ve Lesh ve Zawojewski (2007) gibi araştırmacılar tarafından tartışılan fikirler doğrultusunda hazırlanan matematiksel modelleme ve problem çözmenin bir karşılaştırması aşağıda verilmiştir.
Problem Çözme ve Matematiksel Modellemenin bir Karşılaştırması (Lesh ve Doerr [2003a] Lesh ve Zawojewski’den [2007] derlenmiştir.)

Matematiksel Modelleme Yaklaşımları
Matematik ile gerçek hayat arasında bağ kurmaya çalışan her tür uygulama matematiksel modellemeyle ilişkilendirilebilir. Fakat farklı teorik altyapılar çerçevesinde matematik eğitiminde modelleme kullanımına yönelik farklı yaklaşımlar söz konusu olup uluslararası çalışmalarda da henüz ortak bir anlayış oluşmamıştır (Kaiser, Blum, Borromeo Ferri ve Stillman, 2011; Kaiser ve Sriraman, 2006). Bazı araştırmacılar modellemeyi matematik eğitiminde yapılandırmacılığın da ötesinde bir paradigma, eğitim ve öğretimi yorumlamada yeni bir yaklaşım olarak benimserken (Lesh ve Doerr, 2003a, 2003b) bir kısım araştırmacılar matematiksel modellemeyi gerçek hayat durumlarının matematiksel dilde ifade edilmesi, hazır verilen matematiksel yapıların, modellerin ve formüllerin gerçek hayatta uygulamaları olarak görmektedir (Haines ve Crouch, 2007).
Matematiksel modelleme alanında yapılan çalışmalarda tartışılan konuların anlaşılması için bu farklı yaklaşımların benzer ve farklı yönleri irdelenmelidir. Ancak ne yazık ki, birçok araştırmacı tarafından dile getirilmekle birlikte henüz matematiksel modellemenin anlaşılmasındaki farklılıklara yönelik ayrıntılı ve sistematik bir şekilde analiz eden bilimsel çalışmalar yeterli düzeyde değildir (Kaiser, 2006; Kaiser ve Sriraman, 2006; Sriraman, Kaiser ve Blomhoj, 2006). Bu nedenle, matematiksel modellemenin öğrenimi ve öğretimi ile ilgili tüm dünyada kabul gören bir teoriden bahsetmek de henüz mümkün değildir (Kaiser ve ark., 2006).
International Commission on Mathematical Instruction (ICMI) ve the International Community of Teachers of Mathematical Modelling and Applications (ICTMA) tarafından düzenlenen kongrelerde modellemeyle ilgili sunulan çalışmaların genel hedefleri ve teorik çerçeveleri göz önünde bulundurularak Kaiser (2006) ile Kaiser ve Sriraman (2006) tarafından yapılan sınıflandırma bu konuda faydalı bir bakış açısı sağlamaktadır. Araştırmacılar sınırlı sayıdaki çalışmaları inceleyerek bunlara yön veren Matematiksel Modelleme yaklaşımlarını 6 başlık altında sınıflandırmaktadırlar: ( i) gerçekçi veya uygulamalı modelleme, ( ii ) bağlamsal modelleme, ( iii ) eğitimsel modelleme, ( iv ) sosyokritik modelleme, ( v ) epistemolojik veya teorik modelleme ve ( vi ) bilişsel modelleme. Bu sınıflandırmada her bir yaklaşım matematiksel modellemenin farklı bir yönünü ön plana çıkarmaktadır.
Gerçekçi veya uygulamalı modelleme yaklaşımı, öğrencilerde problem çözme ve modelleme becerilerini geliştirmeyi hedeflemektedir. Bu yaklaşımda öğrencilere mühendislik ve diğer bilim dallarından problem durumları verilerek öğrendikleri matematiksel bilgileri farklı bağlamlarda uygulamaları önemsenmektedir. Bağlamsal modelleme yaklaşımında öğrencilere yapaylıktan uzak anlamlı gerçek hayat durumları verilmektedir. Böylece öğrencilerin matematiksel kavramları uygun bağlamlar içerisinde tecrübe ederek daha anlamlı öğrenebilecekleri varsayılır.
Eğitimsel modelleme ise gerçekçi modelleme yaklaşımı ile bağlamsal modelleme yaklaşımının bir çeşit karması olarak düşünülebilir. Bu yaklaşımda matematiksel modelleme ile uygun öğrenme ortamlarının ve süreçlerinin oluşturularak öğrencilere kavramların öğretilmesini amaçlamaktadır.
Sosyokritik modelleme yaklaşımı ise matematiğin sosyokültürel ve etnomatematik boyutlarına odaklanmaktadır. Bu yaklaşıma göre matematik öğretimi ile öğrencilere kendi yaşadığı topluma ve kültürel yapıya özgü kullanabileceği eleştirel düşünme becerileri kazandırılmalıdır. Bunu gerçekleştirmede matematiksel modelleme etkinliklerinin önemli olduğu düşünülmektedir. Bu çerçevede modelleme sürecinde öğrencilerin basitten karmaşığa doğru matematiği kullanarak tartışmaları onların eleştirel düşünme becerilerinin gelişmesine katkı sunacağı varsayılır.
Epistemolojik veya teorik modelleme yaklaşımı ise matematiksel modellemede, matematiksel kavramlar arasındaki ilişkileri ve öğrencilerin bunlar üzerinde konuşmalarını ön planda tutmaktadır. Bu yaklaşıma göre modelleme etkinliklerindeki gerçekçi bağlam ikinci planda olup, içerisinde matematik olan her uğraş bir modelleme etkinliği olarak kabul edilir. Son olarak, bilişsel modelleme yaklaşımı ise modelleme sürecinde öğrencilerin yaşadıkları bilişsel ve üst bilişsel düşünme süreçlerinin analiz edilmesine odaklanmaktadır. Bu yaklaşıma göre modelleme etkinlikleri öğrencilerin düşünme süreçlerini anlama ve destekleme amacıyla öğretmenlere yol gösterici bir ortam sunmaktadır. Kaiser (2006) ile Kaiser ve Sriraman (2006) tarafından öne sürülen sınıflandırma, sistematik bilimsel bir analizden ziyade araştırmacıların öznel yorumlarını içermektedir. Bu sınıflandırmadaki modelleme yaklaşımlarını birbirinden kesin sınırlarla ayırmak pek de mümkün değildir. Nitekim bunun yüzeysel bir sınıflandırma olduğunu bu araştırmacıların kendileri de belirterek matematiksel modelleme ve ilgili kavramları üzerine ortak anlayışı artırmak ve derinleştirmek için bu konuda daha ayrıntılı çalışmaların yapılması gerektiğini önermektedirler. Kaiser ve Sriraman (2006) tarafından yapılan sınıflandırma farklı matematiksel modelleme yaklaşımlarını ve anlayışlarını ifade etmekle birlikte aralarındaki farkı net bir şekilde ortaya koymamaktadır.
Matematiksel modellemenin matematik öğretiminde kullanım amacı bakımından daha basit bir sınıflandırma yapmak mümkündür. Genel olarak bakıldığında matematiksel modellemenin matematik eğitiminde kullanım amacına yönelik iki farklı yaklaşımdan söz etmek mümkündür: ( i ) matematik öğretiminin amacı, ( ii ) matematiği öğretmek için kullanılan bir yöntem (araç) (Galbraith, 2012; Gra vemeijer, 2002; Julie ve Mudaly, 2007; Niss ve ark., 2007). 
Birinci yaklaşımda matematik öğretimi ile hedeflenen öğrencilerin modellerinin ve bu modelleri kullanarak matematiksel modelleme yapabilme becerilerinin geliştirilmesi hedeflenir. Matematik sel kavram ve modeller verildikten sonra gerçek hayat uygulamaları ile desteklenir. Bu yaklaşımda matematikten gerçek hayata (matematikten gerçek hayata) doğru bir yönelim vardır. 
İkinci yaklaşımda ise matematiksel modelleme matematiksel kavram ve modellerin öğretilmesinde bir yöntem ve bağlam olarak kullanılır. Bu yaklaşımda ise gerçek hayattan matematiğe doğru bir yönelim söz konusudur. Birincisinde matematiksel yapılar, kavramlar ve modeller idealleştirilmiş gerçek hayat durumlarında uygulanacak birer hazır “obje” olarak ele alınırken ikincisinde ilgili matematiksel yapıların oluşturulması, geliştirilmesi ve genelleştirilmesini ifade eden “sürece” daha çok vurgu yapılmaktadır.  Yazının tam PDF metni için tıklayınız.
Ayhan Kürşat ERBAŞ
Orta Doğu Teknik Üniversitesi

Naat-ı Şerif, Arif Nihat Asya

 
Seccaden kumlardı..
................................
Devirlerden, diyarlardan
Gelip, göklerde buluşan
Ezanların vardı! .
Mescit mümin, minber mümin...
Taşardı kubbelerden tekbir,
Dolardı kubbelere “amin”..

Ve mübarek geceler dualarımız;
Geri gelmeyen dualardı...
Geceler ki pırıl pırıl
Kandillerin yanardı..
Kapına gelenler ya Muhammed,
- uzaktan, yakından –
Mümin döndüler kapından...
Besmele, ekmeğimizin bereketiydi,
İki dünyada aziz ümmet;
Muhammed ümmetiydi.
Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!


Şimdi seni ananlar,
Anıyor ağlar gibi...
Ey yetimler yetimi,
Ey garipler garibi;
Düşkünlerin kanadıydın,
Yoksulların sahibi...
Nerde kaldın ey Resûl,
Nerde kaldın ey Nebi?

Günler, ne günlerdi, yâ Muhammed,
Çağlar ne çağlardı:
Daha dünyaya gelmeden
Mü’minlerin vardı...
Ve bir gün, ki gaflet
Çöller kadardı,
Halîme’nin kucağında
Abdullah’ın yetimi
Âmine’nin emaneti ağlardı.
Hatice’nin goncası,
Aişe’nin gülüydün.
Ümmetinin gözbebeği
Göklerin resûlüydün...

Elçi geldin, elçiler gönderdin...
Ruhunu Allah’a,
Elini ümmetine verdin.
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke’de bunalırsan
Medine’ye göçerdin.
Biz bu dünyadan nereye
Göçelim, yâ Muhammed?

Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet
Altın devrini yaşıyor...
Diller, sayfalar, satırlar
“Ebu Leheb öldü” diyorlar.
Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed
Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor!

Neler duydu şu dünyada
Mevlidine hayran kulaklarımız;
Ne adlar ezberledi, ey Nebî,
Adına alışkın dudaklarımız!
Artık, yolunu bilmiyor;
Artık, yolunu unuttu
Ayaklarımız!
Kâbe’ne siyahlar
Yakışmamıştır, yâ Muhammed
Bugünkü kadar!


Hased gururla savaşta;
Gurur, Kafdağı’nda derebeyi...
Onu da yaralarlar kanadından,
Gelse bir şefkat meleği...
İyiliğin türbesine
Türbedâr oldu iyi.
Vicdanlar sakat
Çıkmadan yarına,
İyilikler getir, güzellikler getir
Âdem oğullarına!
Şu gördüğün duvarlar ki
Kimi Tâif’tir, kimi Hayber’dir...
Fethedemedik, yâ Muhammed,
Senelerdir.

Ne doğruluk, ne doğru;
Ne iyilik, ne iyi...
Bahçende en güzel dal,
Unuttu yemiş vermeyi...
Günahın kursağında
Haramların peteği!
Bayram yaptı yapanlar;
Semâve’yi boşaltıp
Sâve’yi dolduranlar...
Atını hendeklerden -bir atlayışta-
Aşırdı aşıranlar...
Ağlasın Yesrib,
Ağlasın Selman’lar!

Gözleri perdeleyen toprak,
Yüzlere serptiğin topraktı...
Yere dökülmeyecekti, ey Nebî,
Yabanların gözünde kalacaktı!

Konsun -yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!

Yüreklerden taşsın
Yine, imanlar!
Itrî, bestelesin Tekbîr’ini;
Evliyâ, okusun Kur’ân’lar!
Ve Kur’ân-ı göz nûruyla çoğaltsın
Kayışzâde Osman’lar
Na’tını Galip yazsın,
Mevlid’ini Süleyman’lar!
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
Geri gelsin Sinan’lar!
Çarpılsın, hakikat niyetine
Cenaze namazı kıldıranlar!

Gel, ey Muhammed, bahardır...
Dudaklar ardında saklı
Âminlerimiz vardır...
Hacdan döner gibi gel;
Mi’râc’dan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!

Bulutlar kanat, rüzgâr kanat;
Hızır kanad, Cibril kanad;
Nisan kanad, bahar kanad;
Âyetlerini ezber bilen
Yapraklar kanad...
Açılsın göklerin kapıları,
Açılsın perdeler, kat kat!
Çöllere dökülsün yıldızlar;
Dizilsin yollarına
Yetimler, günahsızlar!
Çöl gecelerinden, yanık
Türküler yapan kızlar
Sancağını saçlarıyla dokusun;
Bilâl-i Habeşî sustuysa
Ezânlarını Dâvûd okusun!

Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!