Toplum İçinde Yaşamak

Etiketler :
Ebû  Muse'l-Eş'arî'den  nakledildiğine  göre  Allah  Rasulü  (s.a.s.)  şöyle buyurdular: “Sizden biriniz bir mescide veya bir çarşıya ya da bir meclise elinde  oklarla  uğradığında,  onların  ucunu  tutsun."  Ebu  Musâ  dedi  ki:  " Allah'a yemin olsun ki, bu okları birbirimizin yüzlerine doğrultmadan bu dünyadan ayrılmadık." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV/400)

Hadis-i Şerif, insanların toplum içinde birbirlerine zarar vermeden yaşamalarını hedefleyen Allah Rasûlü'nün,  bazılarımız için belki ayrıntı sayılabilecek bir  konudaki  uyarısını  içermektedir.  Hz.  Peygamber'in  yaşadığı dönemde  insanlar  savunma  amacıyla  veya  özel  bir  sebeple  çoğu  kez silahlarını  yanlarında  bulundurmakta,  çarşı  ve  mescid  gibi  insanların yoğun oldukları yerlere de bu şekilde çıkmaktaydılar. Günün şartlarına göre, kılıç, ok veya hançer gibi yanda taşınan bu silahların, açık olması veya uçlarının dışarıda bulunması halinde, sokakta  yürürken, mescidde namaz kılarken veya bir mecliste otururken yakındaki kişilere dokunarak zarar  vermesi  muhtemeldi.  Allah  Rasûlü,  belki  yaşanan  bazı  olaylar üzerine veya bir ön tedbir olarak bu uyarıyı yapmıştı. Yine bu endişeden hareketle o, "kılıcın, kınından çıkarılmış olduğu halde alınıp verilmesini yasaklamıştı".(Ebu  Davud,  Cihad,  67)  Onun,  "ana-baba  bir  kardeşi  bile olsa,  bir  din  kardeşine  demirle  işaret  eden  kimseye meleklerin  lânet edeceğini"  bildirmesi  de  (Müslim,  Birr,  35)  aynı  duyarlılığın  bir sonucuydu.  Buhari'de  yer  alan  bir  rivayette  bu  anlatım  daha  da netleşmekte  ve  "  hiç  kimse  kardeşine  silahla  işaret etmesin.  Çünkü  o bilmez ki, belki şeytan elini çekiverir de (kardeşini istemeden  vurabilir) ve böylece bir Cehennem çukuruna yuvarlanmış olur,"buyrulmaktadır. (Buhari,  Fiten,  7)  Muhtemelen,  bizdeki  "şeytan  doldurur"  sözünün kaynağı olan bu hadisle aynı bölümde yer alan, "bize silah çeken bizden değildir"  (Buhari,  Fiten,  7)  hadisi  bu  konuda  son  noktayı  koymakta  ve hiçbir  müminin,  bu  sıfatıyla  din  kardeşine  silah  çekemeyeceğini  ifade etmektedir.
Görüldüğü  üzere  sevgili  Peygamberimiz  bu  mesajlarıyla  14  asır öncesinden  sanki  bizlere  hitap  etmektedir.  Kaza  kurşunuyla  en yakınlarını  öldüren,  sevincini  ifade  için  kalabalıkta  veya  meskûn mahalde silahını ateşlemeyi marifet sayan, en mutlu günlerini kutlamak için  silahtan  başka  bir  şey  aklına  gelmeyen  insanların  doğurdukları tehlike  ve  yol  açtıkları  olumsuz  sonuçlar  bu  uyarıların  önemini  bir  kez daha  ortaya  koymaktadır.  Şaka  veya  korkutma  kastıyla  birisine  silah doğrultmanın,  ihmal  veya  dikkatsizlik  sonucu  tehlikeli  biçimde  silah taşımanın  sebep  olabileceği  kazalar  bile  büyük  acılara  ve  telafisi mümkün olmayan zararlara yol açarken, herhangi bir bahaneyle ortalığa yüzlerce  kurşun  sıkmanın  nelere  mal  olduğunu  hemen  her  gün yaşayarak  görüyoruz.  Çoğu  zaman  faili  bulunamadığı  için  "maganda kurşunu"  deyip  geçtiğimiz  ve  belki  de  kendileri  bile  hangi  cana kıydıklarının  farkında  olmayan  bu  sorumsuz  insanlar,  bugün  aramızda ellerini kollarını sallayarak dolaşsalar da, yarın  ilahî adaletten yakalarını asla kurtaramayacaklardır.
Yol üzerinde insanlara zarar verecek şeylerin kaldırılmasını bile imandan bir  şube  sayan  (Müslim,  İman,  14)  Allah  Rasulü'nün, başkalarına  zarar verip  vermemeyi  imanla  ilişkilendirmesi  son  derece  anlamlıdır.  Çünkü onun  tarifine  göre,  "müslüman,  başkalarının  elinden ve  dilinden  salim olduğu; mümin ise, insanların, canları ve malları konusunda kendisinden emin  olduğu  kimsedir".(Tirmizî,  İman,  12)  Onun  için,  mümin, başkalarına  zarar  vermek  bir  yana,  zarar  verme  potansiyeli  taşıyan  her hareketten  de  titizlikle  kaçınmak  zorundadır.  Toplum  içinde  yaşayan insanlar,  kendilerinden  önce  başkalarını  hesab  etme alışkanlığını kazanırlarsa  daha  rahat  bir  hayat  sürmenin  yolunu  da  bulmuş  olurlar. Çünkü,  önce  başkalarıyla  ilgili  hesabı  yapıp  onlara bir  zararlarının dokunmayacağını anladıklarında, kendi alanlarının sınırlarını daha kolay belirleyecek  ve  işlerini  gönül  huzuru  içinde  yapacaklardır.  Her  şeyin merkezine kendi çıkarlarını koyan insanlar etraflarına fazla bakmadıkları için,  bu  çıkarları  elde  ederlerken  kimlere  zarar  verdiklerini  ancak şikayetler  çoğalınca  anlarlar.  Bu  aşamadan  itibaren çatışmalar  ve düşmanlıklar başlayacağı için çoğu zaman iş işten geçmiş olur.
İslâm Dini,  her  şeyin  merkezine  kendisini  koyan  bencil  insan  yerine, başkalarını  da  hesaba  katarak,  onlarla  barış  ve  huzur  içinde  yaşayacak insan  modelini  hedeflemiş,  Allah  Rasûlü  de  söz  ve  tatbikâtıyla  bunun nasıl başarılacağını göstermiştir. Rivayetin son kısmında yer alan Ebû Muse'l-Eş'arî'ye ait söz acı bir itirafı dile getirmektedir. Hicretin 42. yılında ölen Ebû Musâ, Hz. Peygamber'in vefatından  sonra  ortaya  çıkan  siyasî  ve  sosyal  çalkantılara,  Cemel  ve Sıffîn  gibi  iç  savaşlara  yakınen  şahit  olmuş  ve  bunların  Müslüman toplum  üzerindeki  tahribatını  bizzat  görmüş  bir  sahabidir. Müslümanların,  birbirlerine  zarar  vermemek  için  oklarını,  kılıçlarını korumaya  almaları  konusunda  Hz.  Peygamber'in  hassasiyetini  yansıtan bu hadisi nakleden Ebû Mûsa, daha 30 yıl geçmeden, o okları ve kılıçları birbirlerine  karşı  kullanır  hale  gelen  Peygamber  ümmetinin  düştüğü durumu hayıflanarak anlatmaktadır. Hicretin 74. yılında vefat eden Hz. Ömer'in oğlu Abdullah  b.  Ömer de, kendisine, ihramlıyken sivrisineğin öldürülmesinin  hükmünü  soran  Iraklı  bir  adama,  "şuna  bakın, Nebi(s.a.s.)in torununu öldüren adamlar bana sivrisineğin öldürülmesini soruyor" diyerek, o acı günleri aynı hayıflanma duygusuyla yâd etmiştir. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/152; Buhari, Edeb, 18)
Sonuç olarak, toplum içinde yaşamak, mutlaka sorumluluk, yerine göre fedakârlık  gerektirir.  Fedakârlık  bir  yana,  sadece  sorumluluklarımızın farkında  olmak  bile  toplum  olarak  huzurlu  bir  hayat sürmemiz  için yeterli olacaktır.
İ. Hakkı Ünal,  40 Hadis 40 Yorum, DİB. Yay., Ankara 2011, ss. 118-122.

0 yorum:

Fayda vermeyen ilimden Allah'a sığınırım. “Allah'ım; bana öğrettiklerinle beni faydalandır, bana fayda sağlayacak ilimleri öğret ve ilmimi ziyadeleştir."

İlim; amel etmek ve başkalarıyla paylaşmak içindir. Niyetimiz hayır, akıbetimiz hayır olur inşallah. Dua eder, dualarınızı beklerim...

En Çok Okunan Yazılar

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!