Üçgenin çevrel çemberi ve alanı

Herhangi bir üçgenin köşe noktalarından çizilen çembere üçgenin çevrel çemberi denir. Esasında çember üzerinde alınan üç farklı noktayı birleştiren doğru parçaları (kirişler) yardımıyla çember içinde bir üçgen oluşturulur. Çevrel çemberin merkezi üçgenin iç bölgesinde veya dış bölgesinde yer alabilir. Meydana gelen bu üçgenin alanını, çevrel çemberin yarıçapını kullanarak bulabiliriz. Çevrel çember yardımıyla üçgenin alanı hesaplanırken, üçgenin bütün kenar uzunlukları çarpılır ve çarpım sonucu çevrel çemberin yarıçapının dört katına bölünür. Bu şekilde üçgenin alanı bulunmuş olur. 

TEOREM: Bir üçgenin alanı, tüm kenar uzunluklarının çarpımının, çevrel çemberin yarıçapının dört katına bölümüne eşittir. 

İSPAT-1:İspatını yaparken üçgenin sinüs alan formülü kullanılarak ispat yapılabileceği gibi çember özellikleri ve benzerlik kullanılarak da ispatlama yapılabilir. Bunun için bir çember çizelim. Ve çember üzerinde üç farklı nokta alarak bir üçgen oluşturalım. 

Şekilde ABC üçgeni çizilmiştir. Üçgende B noktasından indirdiğimiz yüksekliğe h diyelim. Aynı zamanda, BO doğrultusunu uzattığımızda, O merkezli çemberde |BD| çapını elde etmiş oluruz. ABD üçgeninde A açısı çapı gördüğünden, çapı gören çevre açının ölçüsü 90 derece olur. Aynı yayı gören çevre açılar birbirine eşit olduğu için D açısı ile C açısı birbirine eşittir. (Çünkü D açısı da C açısı da AB yayını görüyor.) Bu açıların ölçülerini y olarak adlandıralım. Üçgenin iç açıları toplamı 180 derece olduğu için, BEC üçgenindeki B açısıyla, ABD üçgenindeki B açısı birbirine eşittir. Bu açılara da x diyelim. x+y=90 derece olur. Şekilden de görüldüğü gibi BEC ve BAD üçgenlerinin iç açıların ölçüleri birbirine eşittir. Yani bu iki üçgen arasında açı açı açı benzerliği (AAA Benzerliği) vardır. 

Benzelik teoremi gereğince bu iki üçgende, açıların gördükleri kenarların oranları birbirine eşit olduğundan, 90 derecenin gördüğü kenarların oranı ile, y açılarının gördükleri kenarların oranı birbirine eşit olur. Buradan, a/(2.R) oranının h/c oranına eşit olduğu görülür. Bu eşitlik düzenlenip h tek başına bırakıldığında; yüksekliği h=(a.c)/(2.R) olarak buluruz. ABC üçgeninde alan formülü olan taban uzunluğu ile yüksekliğin çarpımının yarısı formülü uygulandığında, taban uzunluğu b, tabana ait yükseklik h olmak üzere, Alan(ABC)= (h.b)/2 olur. h yerine yukarıda bulduğumuz eşitliği yazıp düzenlediğimizde, Alan(ABC)=(a.b.c)/(4.R) elde ederiz. 

İSPAT-2:Sinüs alan bağıntısı kullanılarak da aynı formül ispatlanabilir. Bunun için üçgenin sinüs alan formülü yazılır ve buradan sinüs teoreminden elde edilen eşitlik yerine yazılarak, çevrel çember alan ispatı yapılmış olur.


Kirişler Dörtgeni

Bir çember üzerinde yer alan iki farklı noktayı birleştiren doğru parçasına "kiriş" adı verilir. Çember üzerinde alınan dört farklı noktanın kirişler yardımıyla birleştirilmesiyle bir dörtgen meydana gelir. Köşe noktaları bir çember üzerinde buluna bu dörtgene "kirişler dörtgeni"  denir. 

Dörtgenlerin vektörel alan formülleri

Paralelkenarın alanı vektörel olarak bulunurken, paralelkenarın birbirinden farklı uzunluğa sahip olan kenarlarını taşıyan, taşıyıcı kenar vektörlerinin normları ve bu vektörlerin aralarındaki açının sinüs değerinin çarpımı ile alan hesaplaması yapılır.

Küre yüzeyinde katı açı kavramı

Steradyan: kürenin merkezini tepe olarak alan ve küre yüzeyinde bu kürenin yarıçapına eşit bir kare kadar alan ayıran uzay açısına eşittir. Boyutsuz bir büyüklük olup, 1995 yılından itibaren türetilmiş steradyan (sr) birim olarak tanımlanmıştır. Steradyen eskiden bir SI tamamlayıcı birimi iken bu kategori, 1995 yılında Uluslararası ölçü birimleri standartlarına (SI: Système International (d'unités)) içeriğinden kaldırılarak, steradian SI türetilmiş bir birim olarak kabul edilmiştir. Steradyan (Katı açı), genelde Omega (Ω) sembolü ile gösterilir. Standart kısaltması "sr" olarak verilmiştir. 
| | | | | Devamı... 0 yorum

Saat problemlerinde açı özellikleri


Saat, zamanı ölçmeye yarayan alettir. İki farklı zaman arasındaki farkı insanlar tarafından oluşturulan ölçüler dahilinde ölçmeyi sağlar. Mısırlılar, Güneş'in her gün belirli bir düzende doğup battığını keşfetmişti. Bundan yararlanarak güneş saatini icat etmeyi başardılar. Bu saat çeşidinde dik duran bir cismin güneşin geliş açısına göre oluşturduğu gölge boyuna bakılarak saat hesaplanıyordu. Ancak güneş saati, geceleri güneş olmadığından çalışamıyordu. Bunun üzerine Antik Mısırlılar kum saati ve su saatini icat ettiler. Su saatinin temel prensibi, suyun düzenli bir şekilde bir kaba veya bir kaptan dışarı akması üzerine kuruludur. Güneş saatinden sonra, muhtemelen MÖ 16. yüzyılda yine Mısırlılar veya Babilliler tarafından kullanılmaya başlandığı kabul edilir. (Bkz. Saatlerin Tarihsel Gelişim Süreci)
Saat Problemleri:Bir analog saat üzerinde, 360 dereceyi 12 parçaya böldüğümüzde, her iki sayı arası için, 30 derece düşer. Dolayısıyla akrep bir saatte 30 derecelik yol alır. Yelkovan ise, bir saatte 360 derecelik yol alır. Yani 60 dakikada 360 derecelik yol alırsa, yelkovan 1 dakikada 6 derecelik yol alır. Saat problemleri ile ilgili aşağıda iki örnek soru çözümü verilmiştir.

| | Devamı... 0 yorum

Saatin tarihsel gelişim süreci

Saat, zamanı ölçmeye yarayan alettir. Saat, iki değişik zaman arasındaki farkın, insanlar tarafından oluşturulan ölçüler dahilinde ölçülmesini sağlayan alettir. Mısırlılar, Güneş'in her gün belirli bir düzende doğup battığını keşfetmiştir. Bundan yararlanarak güneş saatini icat etmeyi başardılar. Bu güneş saat çeşidinde, dik duran bir cismin güneşin geliş açısına göre oluşturduğu gölge boyuna bakılarak saat hesaplanıyordu. Ancak güneş saati, geceleri güneş olmadığından çalışmıyordu. Bunun üzerine Antik Mısırlılar, kum saati ve su saatini icat ettiler. Su ve kum saatlerinin temel prensibi, suyun/kumun düzenli bir şekilde bir kaba veya bir kaptan dışarı akması üzerine kuruludur. Bu saat çeşitlerinin güneş saatinden sonra, muhtemelen MÖ 16. yüzyılda yine Mısırlılar veya Babilliler tarafından kullanılmaya başlandığı kabul edilir.  Hint ve Çin coğrafyalarında da güneş saatleriyle birlikte su ve kum saatleri de erken dönemlerde kullanılmıştır.
Zamanı göstermek için altıncı yüzyıldan itibaren, Çin’de bir başka saat çeşidi olarak "işaretli mumlar" da zamanı göstermek için kullanılmıştır. Astronomik ve astrolojik saat yapımı da, Çin’de M.S. 200 ila 1300 yılları arasında geliştirilmiştir. Erken dönemde Çinli astronomlar, astronomik olayları gösteren çeşitli mekanizmaları kullanmıştır. Gök bilimci Su Sung ve ortakları 1088 yılında ayrıntılı bir su saati inşa ettiler. İslam Dünyasında saat hususunda, Mısır ve Çin uygarlıklarının kendilerinden önceki dönemlere ait ilerlemelerinin geliştirilerek kullanıldığı, tarihi vesikalarda tespit edilmiştir. Abbasi halifesi Harun Reşid (763-809) zamanında, Kudüs'te Hristiyan hacılara iyi davranılması konusunda istekte bulunan Büyük Karl'a gönderdiği çeşitli hediyeler arasında bulunan bir saat, o zamanın Avrupa'sında büyük ilgi uyandırmıştır. Harun Reşid'in hediyesi bu saatin çanı çalınca, kralın huzurundakiler, içine şeytan girmiş diye korkarak kaçıştıkları rivayet edilmiştir.[1] Frenkler’i şaşkına çeviren bu saat karşısında hayrete düşen Kral'ın yanındakiler, sihirli sandıkları saati kırmaya çalışmalarına rağmen İmparator orada olanları engellemiştir. [2] 
Cebir ilminin kurucusu kabul edilen matematikçi Muhammed b. Musâ el-Harezmî (ö. 232/847) namaz vakitlerini belirlemeye yarayan pergel gibi zamanı gösteren bir alet yaptığı da kaynaklarda zikredilmiştir. İsmâil b. Rezzâz el-Cezerî’nin (1136-1206) "Kitâb fî Maʿrifeti’l-ḥiyeli’l-hendesiyye" adlı eserinde ele alınan günümüzdeki çalar saatlere benzer uyarıcı bir su saatinden bahsedilmiştir. El-Cezeri'nin eseri 'nin Kitâbü’l-Ḥiyel’de çok ilginç dört adet mum saati tanıtılmaktadır. Yemen’deki Resûlîler Hanedanı’nın sultanı el-Melikü’l-Eşref Ömer b. Yusuf (694-696/1295-1296)'un “Muinu’t-Tullâb alâ Ameli’l-Usturlab” eserinde Kahire’nin enlem derecesi için imal ettiği güneş saati çizimi de, ilk dönem saatlerine İslam dünyasının örnekleri olarak gösterilebilir.[3] Mısır ve Çin coğrafyalarında ilk örneklerine rastlanılan bu tür saatlerin, Ortaçağ İslâm dünyasında da sıklıkla kullanıldığı bu misallerden anlaşılmaktadır. 
Mekanik saatler, eski su saatlerinin yerini almış ve ilk saat mekanizması 1275 yılında icat edilmiştir. 1300’lerin başında, İtalya’da üç adet mekanik saat inşa edild Bir saat mekanizmasının ilk çizimi 1364 yılında Jacopo di Dondi tarafından yapılmıştır. 14. yüzyılın ortalarından sonlarına kadar geniş mekanik saatler birkaç kentin kulelerinde ortaya çıkmaya başlamıştır. Alman kilit ustası Peter Henlien, tarihte bilinen ilk kurmalı saati 1524 yılında üretmiştir. 16. yüzyılda, daha önce saat yapımında kullanılan demir yerine, prinç, bronz ve gümüş kullanılmaya başlandı. 1540 yılında reformcu John Calvin'in insanları takı kullanmaktan men etmesiyle dönemim kuyumcuları geçimini sağlamak için başka bir zanaat öğrenmek zorunda kalmışlar ve bu nedenle İsviçre saat endüstrisi doğmuştur. Galileo, sarkaçlı saat hareketini 1582 tarihinde Huygens'ten daha önce incelemiş olmasına rağmen sarkaç saat tasarımı patentini alamamıştır. Christiaan Huygens, 1656’da “doğal” bir salınım periyoduna sahip bir mekanizma tarafından düzenlenen ilk sarkaçlı saati yapmıştır. Huygens’in sarkaçlı saatinde günde 1 dakikadan daha az bir hata veriyordu ve daha sonraki düzeltmeler sayesinde saatin hatalarını günde 10 saniyeye düştü. 1770 yılında ise ilk kez kendi kendine sarmalı mekanizma Abraham-Louis Perrelet tarafından icat edildi. 
İslâm âleminde mekanik saatlerle ilgilenen ilk kişi 1579 yılında İstanbul Rasathânesi’ni kuran, Takıyyüddin er-Râsıd’dır. Takıyyüddin saatçilik üzerine "el-Kevâkibü’d-dürriyye fî vażʿi’l-benkâmâti’d-devriyye" isimli bir kitap yazmıştır. Ayrıca onun "Âlât-ı Raṣadiyye" adlı gökbilim aletleriyle ilgili kitabında da bir astronomik saatin nasıl gerçekleştirileceği anlatılır. [4] 18. yüzyılın sonlarından itibaren sayıları gittikçe artan büyük İstanbul camilerinin yanlarındaki muvakkithânelere namaz saatlerini belirlemede yardımcı olması için büyük boy sarkaçlı saatler konulmuştur. Osmanlılar’da II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) gündeme gelen saat kulelerinin yapımındaki Avrupa'ya nazaran bu gecikmenin sebebi, zaman kavramının namaz vakitlerine sıkı sıkıya bağlı olmasından kaynaklanmaktadır. 
İlk kol saati, 1812 yılında Napoli Kraliçesi için üretilmişti. Ancak kol saatlerin ilk ortaya çıkış tarihi 1570’li yıllara kadar dayansa da, o zamanlar kol saati olarak tanımlanmamıştır. 1884 yılına kadar Greenwich’teki bir konferansta küresel zaman ölçümü konusunda anlaşmaya varıldı ve Greenwich Ortalama Saati’ni uluslararası standart olarak kabul edildi. Zamanın ölçümü ve bunun hesaplanması için kullanılan araçların gelişimi sürekli devam etmektedir. En son seviyede bulunan atom saatleri henüz kişisel kullanım için uygun görülmemekle birlikte teknolojinin gelişimi sayesinde kullandığımız kol saatleri veya akıllı cihazlar atom saatleri ile iletişime geçerek en doğru zamanı gösterebilmektedir.

Helenistik dönemde (m.ö. 330-30) günümüzde olduğu gibi gün yirmi dört eşit saate bölünmeye başlanmıştır. Ancak Helenistik dönemdeki zaman algısı günümüz dünyasından farklı olarak, günün öğleyin zeval vakti veya gece yarısı başlatılması ile (zevâlî, alafranga) akşam güneş batarken başlatılması (gurûbî / ezânî, alaturka) gibi iki farklı uygulamaya yol açmıştır. İslam Dünyasında buna benzer biçimde günümüzdeki anlayıştan farklı olarak Hicrî kamerî takvimde, aylar hilâl doğarken yani güneş ufukta batarken başlar. Yeni ayla birlikte yeni bir gün başlar ve güneşin alçalarak üst kenarının ufuk çizgisine teğet hale geldiği anda; saat 12.00 yahut 00.00 olduğu kabul edilir. Dolayısıyla başlayan gece geçmiş güne değil, bu yeni güne ait sayılır. Bu sebeple hicrî takvimdeki mübarek sayılan cuma geceleri milâdî takvimin perşembe, kandil ve bayram geceleri de yine bir gün öncenin gecesine rastlar. Bu şekildeki Hicri Takvim ve saat uygulaması; Cumhuriyetin ilanı ile birlikte Türkiye'de, Avrupa ile saat ve tarih uyuşmazlığı gerekçe edilerek, Türkiye Cumhuriyeti Dahiliye Nezâreti’nin yayımladığı Nisan 1912 tarihli tâmimle alafranga ve alaturka saat sistemlerinin bir arada kullanılmasının ortaya çıkardığı sorunlar dile getirildikten sonra, tüm resmî dairelerde alafranga saatin kullanılması, 26 Aralık 1925 tarih ve 697 sayılı kanun ile zorunlu kılınmıştır. “Türkiye Cumhuriyeti dahilinde gün gece yarısından başlar ve saatler 0.00’dan 24.00’e kadar sayılır”; 2. maddesinde, “İzmit civarından geçen, Greenwich’e göre 30. derecede bulunan boylam dairesi bütün Türkiye Cumhuriyeti saatleri için esastır.” maddesi ile bu kanun yürürlüğe girmiştir.

KAYNAKÇA:
[1] Hitti, 298; Muhammed Hudari, Tarih, I/133; G. Labon, Hadâretü’l-Arab, çev.: Adil Zuaytır, Kahire 1948, 215; G. Sarton, Introduction of the History of Science, London 1962, c. I, s. 527. 
[2] Muhammed Hudari, c. I, s. 133
[3] Fuat Sezgin, c. III, s. 85.
[4] Atilla Bir- Mustafa Kaçar, “Saat”, DİA, İstanbul 2008, c. XXXV, s. 323.

Açı ölçü Birimleri

Açı ölçü birimi olarak genellikle günlük hayatta derece birimi kullanılır. Dereceden başka açı ölçü birimi olarak özellikle trigonometri alanında sıklıkla radyan birimi kullanılır. Grad da bir başka ölçü birimidir. Haritacılık ve askeri alanlar gibi daha hassas ölçüm gerektiren yerlerde sıklıkla grad birimine ihtiyaç duyulur. Küre yüzeyinde de açıları ifade edebilmek için, steradyan (katı açı) birimi tanımlanmıştır.

Derece; bir çemberin çevre yay uzunluğu, 360 eş parçaya ayrıldığında bu parçalardan her birinin merkezle oluşturduğu açının ölçüsü, 1 derece olarak ifade edilir.
| | | | Devamı... 0 yorum

Nasreddin Hoca ve üç papaz hikayesi

Rivayet odur ki, Sultan Alaaddin zamanında üç Hristiyan papaz, Anadolu’yu dolaşarak halkın kafasını karıştırmayı kendilerine görev edinmişler... Gittikleri yerlerde o yörenin en âlim kişisini bulup, papazlardan her biri o alim kişiye cevabı bilinmeyen bir soru soruyorlar ve âlimi halk nezdinde küçük düşürüyorlarmış... Gel zaman git zaman bu üç papazın şöhreti halk arasında yayılmaya başlamış. Halk çaresizlik içinde kalarak, bu papazların karşılarına çıkaracakları ve onların sorduklarına cevap verecek kimseleri bulamaz olmuşlar. Köy halkları, papazların bu durumları karşısında çaresizlik içinde aciz kalmaya başlamışlar...

Köyde yaşayan bir aklı evvelin gönlüne Nasreddin Hoca düşmüş, kendi kendine "bu papazların sorularına cevap verse verse bizim Nasreddin Hoca verir" diyerek Nasreddin Hoca’yı köye çağırmış. Hoca eşeğini yedeğine almış olarak  halkın toplanmış olduğu köy meydanına gelmiş ve onu çağıran kişiden yaşanan olayları dinlemiş ve papazların karşısına çıkıp sorularına cevap vermeye karar vermiş. Köylüler, papazları tekrar köy meydanına sorular sormaları için çağırmışlar. Nasreddin Hocayı karşılarında eşeği ile gören papazlar, Hocayı alaya alıp küçümsemişler ve şöyle demişler: 
“Eğer sen bizim söylediklerimize tam olarak cevap verirsen, biz senin dinine girer Müslüman oluruz, aksi halde sen bizim dinimize girersin tamam mı?” demişler. Hoca sakalını sıvazlayıp gevrek gevrek gülmüş ve; “Artık size cevap vermek lazım oldu.” demiş. Bu cevap üzerine papazlar sırasıyla Hoca'ya sorularını sormaya başlamışlar.
Birinci papaz, Nasreddin Hoca’ya bir adım daha yaklaşarak, “Söyle bakalım, dünyanın ortası neresidir?” der. Hoca, o gevrek gülüşünü arttırarak; “Ben de cidden bir soru soracağınızı zannetmiştim. Bunu bilmeyecek ne var; Benim karakaçanın sağ ön ayağının bastığı yerdir.” der... Papaz aptallaşmış, kem küm etmiş ve son bir gayretle; “Burası olduğu ne malum?” demiş. Nasreddin Hoca, papaz daha lafını bitirmeden sözü papazın ağzına tıkamış; “İhtimal vermiyorsan ölçüp bak, işte ben buradayım. Ben ve Karakaçan’ım seni burada bekliyoruz!..” Birinci papaz, durum karşısında çaresiz geri adım atmak zorunda kalmış.

İkinci papaz, ilkinin boynu bükük geri adım atması üzerine, hemen meydana gelerek sormuş “Söyle bakalım Hoca, gökte ne kadar yıldız vardır?” Nasreddin Hoca yine gülmüş, eşeğin sırtını sıvazlayarak; “Benim Karakaçan’ımın sırtında ne kadar kıl varsa, gökte de o kadar yıldız var...” demiş.
Papaz “Nereden belli Hoca saydın mı?” diye itiraz etmiş etmesine ama Nasreddin Hoca: “İnanmazsan otur say istersen.” demiş. Papaz bunun üzerine “Hoca! hiç eşeğin kılları sayılır mı?” diyerek itirazını sürdürmüş bunun üzerine Nasreddin Hoca: “Ee, madem eşeğin kılları sayılmaz, gökteki yıldızların adedi hiç sayılır mı?” diyerek cevabı yapıştırıvermiş. İkinci papaz da Nasreddin Hoca’nın son sözü ile savunmasını kaybedip boynunu bükerek geri çekilmiş.

Üçüncü papaz, diğer ikisinin yenilgisinden sonra ortaya atılarak sakalını sıvazlayıp: “Buraya kadar iyi idare ettin Hoca Efendi. Bu son soruya da cevap verebilirsen biz sözümüzden geri dönmeyiz. Senin dinine gireceğiz, ama şayet cevap veremezsen de sen bizim dinimize gireceksin kabul mü?” demiş.
Nasreddin Hoca: “De hele, sor şu güvendiğin soruyu...” demiş. Bunun üzerine son papaz sorusunu sormuş:  “Peki söyle bakalım benim sakalımda kaç kıl var?” Nasreddin Hoca, hemen yanındaki eşeği Karakaçan’ın kuyruğunu kavrayarak; “Şu bizim Karakaçan’ın kuyruğunda kaç kıl varsa, senin sakalında da o kadar kıl var.” diye cevap vermiş. Papaz: “Amma yaptın Hoca, nereden belli aynı olduğu?” diyerek itiraz etmiş. Nasredin Hoca: “Eğer bana itimadın yoksa, gel bir kıl senin sakalından, bir kıl da bizim eşeğin kuyruğundan koparalım; denk gelmezse o zaman konuşalım...” demiş.
Üçüncü papaz bu teklif karşısında mecburen gerilemek durumunda kalmış ki zaten maksatları sorularına cevap almak değil, karşılarına diktikleri âlimleri âciz bırakmakmış. Ancak sonunda da kendi kazdıkları kuyuya kendileri düşmüşler ve Nasreddin Hoca'nın hazır cevaplığı karşısında geri adım atmak zorunda kalmışlar. Yaptıkları davranıştan dolayı köy halkından da özür dileyerek, verdikleri sözü tutup müslüman olmuşlar. 

Nasreddin Hoca, Sivrihisar yöresinde 1208 yıllarında doğmuştur. Babası Hortu köyü imamı Abdullah Efendi, annesi aynı köyden Sıdıka Hatun’dur. Nasreddin Hoca, ilk derslerini babasından almıştır. Önce Sivrihisar’da medrese eğitimi gören Nasreddin Hoca, babasının vefatı üzerine Hortu’ya dönerek köyün imamı olmuştur. Daha sonra Mutasavvıf Seyyid Muhammed Hayrânî’nin talebesi olmuş ve hocasının Akşehir’e göçmüştür. Nasreddin Hoca, 1237’de Akşehir’e yerleşerek, Seyyid Mahmud Hayrânî ve Seyyid Hacı İbrahim’in derslerini dinlemiştir. Bir rivayete göre medresede ders okutmuş ve kadılık görevinde de bulunmuştur. Bu görevlerinden dolayı kendisine Nasuriddin Hâce adı verilmiş, sonradan bu ad Nasreddin Hoca şekline dönüşmüştür. 
Nasreddin Hoca, sağlam bir İslam inancına, köklü bir dinî bilgiye  ve ciddi bir ahlakî yapıya sahiptir. Tasavvuf kültürüne de vakıf olan Nasreddin Hoca, bir çok tarihî yazma eserlerde evliyalar arasında zikredilmiştir. Nasreddin Hoca Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde “hakîm ulu bir can” olarak tanıtılır. Nasreddin Hoca ile ilgili en eski kaynak olan Ebu’l-Hayr Rûmî’nin Saltuknâmesi’nde (M. 1495) Sarı Saltuk, Nasreddin Hocaya bir hediye göndererek kendisinden dua talebinde bulunur. Nasreddin Hoca, Miladi 1284 tarihinde Akşehir’de vefat etmiştir. 
Nasreddin Hoca, Anadolu kökenli bir karakter olmasına karşın fıkraları Doğu Türkistan'dan Macaristan'a, Güney Sibirya'dan Kuzey Afrika'ya Türkçe konuşulan ve Osmanlı İmparatorluğu hakimiyeti altında bulunan bölgelerde anlatılarak zaman içerisinde farklı ülkelerde farklı diller konuşan insanlarca da benimsenmiştir. Günümüzde Türklerin siyasi ve kültürel etkisine bağlı olarak Bulgarlar, Çinliler, Ermeniler, Gürcüler, İtalyanlar, Ruslar aralarında bulunduğu Türk olmayan toplumlarda da Nasreddin Hoca fıkralarının benzerleri yer almaktadır. Bu toplumlarda zikredilen fıkralar, yazıldıkları çevrenin ulusal ve bölgesel özellikleri gereğince kısmen değişmiş, temalar ve hikâyenin kahramanı yeni biçimler alarak düzenlenmiştir.
| Devamı... 0 yorum

Düzlemde Dönüşüm Fonksiyonu ve Öteleme

Düzlemin noktalarını yine düzlemin noktalarına eşleyen bire bir ve örten fonksiyona düzlemin bir dönüşümü adı verilir. Analitik düzlemde verilen herhangi bir nokta düzlemde bir dönüşüm fonksiyonu altında aynı ya da farklı başka bir noktaya eşlenebilir.
Dönüşümler öteleme, yansıma ve dönme başlıkları altında incelenebilir. Bu dönüşümlerin ayrıntılarına geçmeden önce dönüşüm fonksiyonuna biraz örnek vermek yerinde olacaktır.

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!