Cemaatle Namaz nasıl kılınır?


Namazların Cemaatle Kılınma Şekli
    190- Cemaatle namaz kılanlar şu şekilde hareket ederler:
    1) Cemaatten her biri imama uymayı niyet eder. Kılacak olduğu namaz hangi vaktin ise onu kasdederek: "Niyet ettim bugünkü falan vaktin farz namazını kılmaya, uydum imama" şeklinde niyet eder. Sonra imam ellerini kaldırır, aşikare "Allahu Ekber" diyerek namaza başlar. Ona uyanlar da ellerini kaldırarak gizlice "Allahu Ekber" deyip imamla namaz kılmaya başlarlar. Beraberce namaz kılanların hepsi "Sübhaneke"yi okur, sonra cemaat susar. İmam gizlece "Eûzü Besmele" okur. Sonra kıraata başlayarak namazı kıldırır.
    Şöyle ki: İmam sabah, akşam, yatsı namazlarının ilk ikişer rekatlarında ve vitir namazının her üç rekatında Fatiha suresi ile buna ilave edeceği ayetleri aşikare olarak okur, cemaate işittirir. Bütün tekbirleri, tesmi'leri ve selamları aşikare yapar. Akşam namazının üçüncü ve yatsı namazının üçüncü ve dördüncü rekatlarında, öğle ve ikindi namazının bütün rekatlarında kıraati gizli, tekbirleri, tesmi'leri ve selamları aşikare yapar.
    2) İmam sabah namazının ilk rekatında okuyacağı ayetleri, ikinci rekatta okuyacağı, ayetlerden iki kat fazla yapmalıdır. Bu hem bir sünnettir, hem de cemaatın birinci rekata yetişmesine bir sebebdir.
    3) İmama uyanlar tekbirleri gizlice alırlar. İmam rükûdan kalkarken aşikare olarak "Semiallahu limen hamideh" ve gizlice "Rabbena ve lekelhamd" deyince, cemaat da gizlice yalnız: "Allahümme Rabbena ve lekelhamd" yahut sadece "Rabbena lekelhamd" der. Sonra rükûda imamla beraber gizlice üç kere "Sübhane Rabbiye'l-Azim" ve secdede de yine üç kere "Sübhane Rabbiye'l-alâ" derler.
    4) İmam ile cemaat birinci oturuşlarda Tahiyyatı, ikinci oturuşlarda ise, Tahiyyatı, salavatları ve Rabbena âtinâ'yı gizlice okurlar. İmam önce sağ tarafa, sonra sol tarafa aşikare olarak selam verince, cemaat da ona uyarak birlikte gizlice selam verir. İmam aşikare okuduğu Fatiha'nın sonunda gizlice "Amin" diyeceği gibi, cemaat da gizlice yine "Amin" der.

    
5) İmam selam verdikten sonra, müezzin aşikare olarak: "Allahümme entesselâmu ve minkesselâm. Tebarekte ya zelcelâli vel-ikram" der. Sünnet varsa onu kılar. Sonra Peygamber efendimize salat-selam okunur. Ya müezzin sesli olarak veya imam ile cemaattan her biri gizlice "Ayetü'l-Kürsî"yi okur. Otuz üçer kere "Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahu Ekber" derler. Bu tesbihlerin sayısı parmaklarla hesablanabileceği gibi, tesbih taneleri ile de hesablanabilir. Önemli olan sayıları tam yapmaktır.
    6) Yukarıdaki şekilde otuzüçer kere tesbih, tahmid ve tekbirden sonra, müezzin yüksek sesle: "Lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerike leh. Lehulmülkü ve lehulhamdü ve hüve ala külli şey'in kadîr. Sübhane Rabbiyel aliyyil'alel-vehhab" der.Bütün cemaat dua edip ellerini yüzlerine sürerler.Yalnız başlarına namaz kılanlar da bunları okurlar. Bütün bunlar namazların adab ve müstahablarındandır. Bunlara riayet edenler büyük sevab kazanırlar.
    7) Yukarıdan beri saydığımız namazların vakitlerinde rükün ve rekatları ile kılınması, Peygamber Efendimizden şübhe götürmeyen bir rivayetle sabit olmuş ve zamanımıza kadar geçen yıllarda bütün ümmetin ittifakı ile kararlaşmıştır. Peygamber Efendimiz:"Beni nasıl namaz kılar gördünüz ise, öylece namaz kılın" diye emretmiştir.Onun için Peygamber Efendimizin kılmış olduğu namazlara aykırı bir namaz, İslam dininde asla geçerli sayılmaz.
 Kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sad. Ali Fikri Yavuz,Ravza Yayınları 
| | | Devamı... 0 yorum

Namaz Nasıl Kılınır?


Namazlar Nasıl Kılınır?

    188- Bilindiği gibi namazlar farz, vacib, sünnet ve müstahab kısımlarına ayrılmakta ve ikişer, üçer, dörder rekatlı bulunmaktadır. Bu namazlar aşağıda bir rekati belirtildiği gib farzlarına, vaciblerine, sünnetlerine ve adabına riayet edilerek kılınır:


     1) Sabah Namazları
    Sabah namazının iki rekat sünnetini kılmak için: "Niyet ettim bugünkü sabah namazının sünnetini kılmaya", diye niyet edilir. Hemen eller yukarıya kaldırılıp "Allahu Ekber" diye tekbir alınır. Ondan sonra eller bağlanır ve "Sübhaneke allahümme ve bihamdike ve tebarekesmüke ve tealâ ceddüke ve la ilahe gayrük" okunur. Arkasından "Eûzübillahimineşşeytani'r-racim Bismillahirrahmanirrahim" diyerek eûzü besmele çekilip Fatiha suresi okunur sonra "Amîn" denir ve bir mikdar daha Kur'an okunur (1). Arkasından "Allahu Ekber" deyip rükûa varılır. Bu halde en az üç defa "Sübhane Rabbiye'l-Azîm" denir. Sonra "Semiallahülimen hamideh" denilerek ayağa kalkılır. Ayakta "Allahümme rabbena ve lekelhamd" denilir (2). Ondan sonra "Allahu Ekber" diyerek secdeye varılır. Secde halinde de üç defa "Sübhane Rabbiyel'alâ" denir. Sonra "Allahu Ekber" denilerek kalkılır ve dizler üzerine oturulur ve bir tesbih miktarı durulur. Yine "Allahu Ekber" denilerek ikinci secdeye varılır. Bunda da üç defa "Sübhane Rabbiyel'alâ" denilir. Bununla bir rekat bitmiş olur.
    Bu ikinci secde arkasından "Allahu Ekber" denilerek ikinci rekata kalkılır. Tam ayakta iken yalnız besmele çekilir. Fatiha suresi ve bir mikdar daha Kur'an okunur. Birinci rekatta olduğu gibi, rükû ve secde yapılır. İkinci secdeden sonra oturulur ki, buna "Ka'de = oturuş" denir. Burada "Ettehiyyatü lillâhî ve Allahümme Salli ve Barik, Rabbena atina" diyerek dualar sonuna kadar okunur. Sonra "Esselâmü Aleyküm ve Rahmetullah" diyerek sağ tarafa ve yine "Esselâmü Aleyküm ve Rahmetullah" diyerek sol tarafa selam verilir. Böylece iki rekatlı namaz bitmiş olur (3).
    Bütün bu tekbirler, tesbihler ve kıraatlar, yalnız namaz kılanın işitebileceği bir sesle gizlice yapılır.
    Namazda erkeklerle kadınların ellerini nasıl kaldıracakları, nasıl bağlayacakları, rükû ile secdede ve ka'delerde nasıl vaziyet alacakları "Namazın sünnetleri ve edebleri" bölümünde bildirilmiştir.
    Sabah Namazının iki rekât Farzına gelince: Önce yalnız erkeklere mahsus olmak üzere ikamet getirilir. Sonra "Bugünkü sabah namazının farzını kılmaya" diye niyet edilir. Eller kaldırılarak "Allahu Ekber" diye namaza başlanıp eller bağlanır. Sabah namazının sünnetinde bildirildiği gibi iki rekat kılınır ve tamamlanmış olur. Yalnız sabah namazlarının farzlarında Fatiha'dan sonra biraz fazla Kur'an okunması sünnettir. Bu sünnetin en az derecesi kırk ayettir. Bununla beraber üç kısa ayet de okunması caizdir. Vaktin çıkmasından korkulduğu zaman az ayet okunur. Öyle ki, yalnız Fatiha ile veya birkaç ayet ile yetinilir.
    Yalnız başına bu sabah namazının farzını kılan kimse, tekbirleri ve "Semiallahu limen hamideh" cümlesini, Fatiha'yı ve ekleyeceği ayetleri aşikare olarak okuyabilir.
    2) Öğle Namazları
    Öğle namazının ilk dört rekat sünnetinin evvelki iki rekatı, tam sabah namazının iki rekat sünneti gibi kılınır. Yalnız bunda niyet "Bugünkü öğle namazının ilk sünnetine" diye yapılır. Bir de bunda ikinci rekattan sonraki oturuş, son oturuş değil, birinci oturuş (ka'de) olduğundan bu oturuşta yalnız "Tahiyyat" okunur. Sonra "Allahu Ekber" deyip ayağa kalkılır. Yalnız Besmele, Fatiha ve bir mikdar da Kur'an okunarak yukarda bildirildiği şekilde, rükû ve secde yapılır. Ondan sonra dördüncü rekat için "Allahu Ekber" denilerek ayağa kalkılır. Bunda da yalnız besmele ile Fatiha ve bir mikdar da Kur'an okunarak yine bildirildiği gibi, rükû ve secdelere varılır. Sonra oturulur; bu oturuş son ka'dedir. Bunda da Tahiyyat okunduktan sonra, Salli ve Barik, Rabbena atina duaları tamamen okunup, yazdığımız şekilde, iki tarafa selam verilir. Böylece bu dört rekat sünnet kılınmış olur.
    Öğle Namazının Dört Rekat Farzına Gelince: Sünnetten sonra namaza aykırı bir iş yapmadan ayağa kalkılır. İkamet getirilir. O günkü öğle namazının farzını kılmaya niyet edilir. Eller yukarıya kaldırılarak "Allahu Ekber" diye tekbir alınır. İlk iki rekatı sabah namazının iki rekat farzı gibi kılınır. Ancak bu iki rekattan sonraki oturuş, birinci ka'de olduğundan bunda yalnız "Tahiyyat" okunur. Ondan sonra "Allahu Ekber" denilerek üçüncü rekata kalkılır. Yalnız Besmele ile Fatiha okunur. Anlatıldığı gibi rükû ve secdelere varılır. Sonra "Allahu Ekber" diyerek dördüncü rekata kalkılır. Besmele ile yalnız Fatiha suresi okunarak rükû ve secdelere gidilir. Sonra oturulur. Bu oturuş son ka'dedir. Bunda "Tahiyyat" okunduktan sonra "Salli ve Barik, Rabbenâ âtinâ" duaları okunur ve iki tarafa selam verilir. Böylece öğlenin farzı bitmiş olur.
    Öğlenin farzında okunacak ayetler, sabah namazında okunacak mikdardan daha az olur.
    Öğlenin Son İki Rekat Sünnetine Gelince: Bu da, "Bugünkü öğle namazının son sünnetini kılmaya" diye niyet edilip tamamen sabah namazının sünneti gibi kılınır. Bu son sünneti dört rekat kılmak müstahabdır. O zaman ya her iki rekatta bir selam verilir veya dört rekatın sonunda selam verilir. Dört rekat sorumda selam verilince, ilk oturuşta yalnız "Rabbena atina" duası okunmaz. Üçüncü rekat için tekbir alınarak ayağa kalkınca yine "Sübhaneke" okunur. Sonra bu son iki rekat evvelki iki rekat gibi kılınır.
    Yalnız başına namaz kılan kimse, öğle namazlarının hem sünnetlerinde, hem de farzında kıraati, tekbirleri, tesbih ve tahmidleri gizlice yapar.
    3) İkindi Namazları
    İkindi namazının dört rekat sünnetinin her iki rekatı, müstakil (iki rekatlı) namaz gibidir. Onun için bu dört rekatın her iki rekatı (şef'î) tamamen sabah namazının iki rekat sünneti gibi kılınır.
    Şöyle ki: Önce o günkü ikindi namazının sünnetini kılmaya niyet edilir. Bu namazın ilk iki rekatı bildirildiği gibi kılınınca oturulur. Bu oturuş, son oturuş demektir. Bunda "Tahiyyat ve salavatlar" okunur. Yalnız "Rabbena atina" duası okunmaz. Sonra "Allahu Ekber" diyerek üçüncü rekata kalkılır. Sübhaneke ve Eûzü Besmele'den sonra Fatiha ile bir mikdar ayet okunarak rükûa ve secdelere varılır. Ondan sonra tekbir ile dördüncü rekata kalkılarak yalnız Besmele ile Fatiha ve bir mikdar da Kur'an okunur. Sonra yine rükû ve secdelere varılır. Ondan sonra oturulur. Bu son oturuş olduğu için bunda "Tahiyyat ile Salavatlar" ve "Rabbenâ âtinâ" okunur ve iki tarafa selam verilir.
   İkindi Namazının Farzına Gelince: Bu da tamamen öğle namazının farzı gibi kılınır. Yalnız niyet değişir. O günkü ikindinin farz namazını kılmaya niyet edilir.
    Tek başına namaz kılan kimse, ikinci namazının sünnetini de, farzını da öğle namazı gibi gizli okuyarak kılar.
    4) Akşam Namazları
    Akşam namazının üç rekat farzı, öğle ile ikindi namazlarının ilk üç rekat farzları gibi kılınır. Şöyle ki: O günün akşam namazının farzını kılmaya niyet edilip namaza tekbir ile başlanır. Yukarda açıklandığı üzere ilk iki rekatı kılınarak oturulur. Bu, birinci oturuştur. Bunda yalnız "Tahiyyat" okunur. Ondan sonra üçüncü rekata kalkılarak yalnız besmele ile Fatiha suresi okunur. Sonra "Allahu Ekber" denilerek rükû ve secdelere varılır. Ondan sonra oturulur ki, bu da son oturuştur. Bunda "Tahiyyat ile Salavatlar" ve "Rabbenâ âtinâ" okunur, iki tarafa selam verilir.
    Akşam namazının farzında vaktin darlığından dolayı kısa sureler okunur.
    Akşam Namazının Sünnetine Gelince: Bu da "Bu akşam namazının sünnetini kılmaya" diye niyet edilip tam sabah namazının sünneti gibi kılınır. Bu sünneti altı rekat olarak kılmak ise müstahabdır. Bu halde her iki rekatta bir selam vermeli ve aynı şekilde her iki rekatı kılmalıdır. Bununla beraber dört rekatında bir selam verilip ikindi namazının sünneti gibi de kılınabilir. Bu ziyade olan dört rekat namaza "Salât-ı Evvabîn" denir. Bunun çok sevabı vardır.
    Tek başına akşam namazının farzını kılan kimse, onu sabah namazının farzı gibi aşikare de kılabilir.
    5) Yatsı Namazları
    Yatsı namazının ilk dört rekat sünneti, tamamen ikindi namazının dört rekat sünneti gibi kılınır. Dört rekat farzı da, tamamen öğle ve ikindi namazlarının farzları gibi kılınır. İki rekat son sünnetine gelince, bu da tamamen sabah ve akşam namazlarının iki rekat sünnetleri gibi kılınır. Yalnız niyetler değişir, yatsı namazının farzına ve sünnetine niyet edilir. Yatsı namazının son sünneti de, dört rekat olarak kılınabilir. Bu halde tamamen ilk dört rekat gibi kılınır. Bununla beraber iki rekatta bir selam vermek sureti ile de kılınabilir. Bu takdirde her iki rekatın ka'desinde "Tahiyyat ile Salavatlar" ve "Rabbena atina" duası okunur. Geceleyin kılınan nafile namazlarda daha faziletli olan, böyle iki rekatta bir selam vermektir.
    Tek başına namaz kılan kimse, yatsı namazının farzını sabah namazının farzı gibi namaz surelerini sesli okuyarak da kılabilir.
    6) Vitir Namazı
    Üç rekattan ibaret olan vitir namazı da şöyle kılınır: Önce o günün vitir namazını kılmaya niyet edilir. "Allahu Ekber" denilerek namaza başlanır. Sübhaneke okunduktan sonra "Eûzü Besmele" çekilerek Fatiha okunur. Arkasından bir mikdar daha Kur'an-ı Kerîm okunur. Açıklandığı şekilde rükû ve secdelere gidilir. Sonra ikinci rekata kalkılır ve yalnız besmele ile Fatiha suresi ve bir mikdar daha Kur'an-ı Kerîm okunarak yine rükû ve secdelere varılır. Ondan sonra oturulur. Bu oturuş birinci ka'dedir. Bunda yalnız "Tahiyyat" okunur. Ondan sonra "Allahu Ekber" denilerek üçüncü rekata kalkılır. Bunda da yalnız Besmele ile Fatiha ve bir mikdar daha Kur'an-ı Kerîm okunarak daha ayakta iken eller kaldırılıp "Allahu Ekber" diye tekbir alınır. Tekrar eller bağlanıp ayakta "Kunut" duası okunur. Sonra "Allahu Ekber" diye rükû ve secdelere gidilir. Ondan sonra oturulur. Bu da son oturuşdur. Bunda da bildiğimiz gibi "Tahiyyat ile Salavatlar" ve "Rabbenâ âtinâ" duası okunarak iki tarafa selam verilir.
    İmam Şafiî'ye göre, vitirde Kunut duasını okumak, ramazanın son yarısına mahsustur ve rükûdan kalkınca, okunur. Şafiî'lere göre vitir namazının en azı bir rekat, en çoğu da on bir rekâttır.
Vitir Namazına Dair Bazı Meseleler
    189- Vitir namazının bazı özellikleri vardır ki, bunları kısaca şöyle sıralayabiliriz:
    1) Vitir namazı, yalnız Ramazan ayında cemaatla kılınır. İmam olan zat da üç rekatın hepsinde tekbirleri, tesmi'leri ve kıraatı aşikare yapar. Kunut duası imam ve cemaat tarafından gizlice okunur. Ramazan ayından başka günlerde ise, vitir namazını cemaatla kılmak mekruhtur.
    2) Mesbuk olan kimse, imamla beraber Kunut duasını okur. Yetişememiş olduğu rekatları kaza edince, artık Kunut duasını okumaz. Mesbuk için ileride bilgi verilecektir.
    3) Bir kimse vitir namazında şübhelenip üçüncü rekatta mı, yoksa ikinci rekatta mı olduğunu kestiremezse, bulunduğu rekatta Kunut'u okur. Rükûdan ve secdelerden sonra kalkar bir rekat daha kılar, tekrar Kunut'u okur. Rükû ve secdelerden sonra "Teşehhüd"de bulunur. Selam ile namazını tamamlar. Eğer birinci rekatta iken böyle şübheye düşse, üçüncü rekat olmak ihtimali olan her rekatta Kunut duasını okur.
    4) Vitirden başka namazlarda Kunut duası okunmaz. Yalnız bir musibet ve bela gibi hallerde sabah namazının farzında Kunut okunabilir.
    (İmam Malik ve İmam Şafii'ye göre, daima sabah namazlarının farzında rükûdan sonra kavme halinde Kunut duası okunur. Bu Kunut, Malikî'lere göre müstahab, Şafiî'lere göre sünnettir.)
    5) Sabah namazlarında Kunut duasını okuyan bir Malikî veya bir Şafiî'ye uyan bir Hanefî sükut eder, Kunut'u okumaz. Eğer okumak isterse gizlice okur.
    6) Kunut duasını bilmeyen, yalnız "Rabbenâ âtinâ" ayet-i kerîmesini okuyabilir. Üç defa "Allahümme'ğfîrli" de diyebilir. Üç defa: "Ya Rabbî" demesi de caizdir.
(*)
 Kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sad. Ali Fikri Yavuz,Ravza Yayınları

Test Çözerken Nelere Dikkat Etmeliyiz?

"Bana bir problem ve 1 saat süre verilse bu sürenin 45 dakikasını problemi anlamaya 10 dakikasını çözüm yolları üretmeye 5 dakikasını çözmeye ayırırım" Einstein

Test tekniğini kavramak hem öğrenciyi daha doğru sonuçlara yönlendirir hem de testi çözerken hız kazandırır. Sınavda sorular test tekniğine göre sorulduğundan dolayı test tekniğini kazanılmalıdır. Bunda mutlaka bilgiye ihtiyaç vardır ama aynı zamanda yorum gücünü kazanmak, süreyi iyi kullanmak, kıyas yapabilmek ve farklı olanı diğer benzer olanlardan ayırabilme yeteneğini geliştirmek konu bilgisi ile birlikte olması gerekli önemli yardımcılardandır.Test tekniğine alışmak için bol bol soru çözülmelidir. 

Test çözülecek konu bütün ayrıntılarıyla bilinmeden teste geçilmemelidir. Eğer konu önceden çalışılmış ise teste geçmeden evvel konu tekrar edilmelidir. Böylece unutulmuş olabilecek bazı konular ve formuller hatırlanacak ve testteki sorular duraksanmadan çözülecektir. Diğer türlü konu tekrar edilmeden yapılacak olan test çözümü önceden öğrenilen konu ile ilgili karışıklıklara sebep olucak ve öğrenci kesin bildiğinden bile şüphe eder hale gelecektir.

Konu bütün yönleriyle bilinmeden test çözümü vakit kaybıdır. Öğrencinin yanlışının çok çıkmasına ve moralinin bozulmasına neden olur.Yeni öğrenilmiş konularla ilgili test çözerken kolay sorulardan zor sorulara doğru bir yol izlenmelidir. Bunun içinde kaynak test seçimi çok önemlidir.Öğrenilen konu ile ilgili yeteri miktarda soru çözülmelidir. Bu miktar dersin çeşidine göre hatta aynı dersin farklı iki konusuna göre bile farklılık gösterir.Farklı kaynaklardan öğrenci mümkün olduğunca faydalanmalıdır fakat amaca hitap etmeyen soru kaynakları boşa zaman harcanmasına ve gereksiz bilgilerin öğrenilmesine neden olabilir.

Bütün çalışmalarda sorular zaman tutarak çözülmelidir. Test sorularında ve sınavlarda asıl rakibin verilen süre olduğu unutulmamalıdır. İlk kez fazla miktarda soru çözmeye başlayan bir öğrenci için hedef en kısa zamanda bir soruya en fazla 1 dakikalık zaman ayıracak şekilde soruları doğru cevaplandırmak olmalıdır. Kaliteli dökümanlardaki soruların büyük bir çoğunluğu bir dakikanın altında çözülebilecek sorulardan oluşmaktadır. Öğrenci bu seviyeye çıkabilmesinin tek yolunun bol bol soru çözmek olduğunu bilmelidir.

Test çözerken öğrenci kendini gerçek sınavdaymış gibi düşünmelidir. Sürekli olarak kısa süreli molalar vermek yerine bir oturuşta ara vermeden çözmeye çalışmalıdır.Soru kökleri iyi okunmalı, soruda ne istendiği iyi anlaşılmalıdır.Böylece soru soru olmaktan çıkıp ipucu olacaktır. Zaman kazanmak için soruyu sonuna kadar okumadan cevap seçeneklerine geçmek öğrenciyi yanıltırSoru kökleri okunurken olumlu veya olumsuz ifadelere dikkat edilmelidir.Soru kökündeki verilen bilgilerin hiçbirisi gereksiz yere verilmez. Bu bilgileri kullanan öğrenciler bu bilgileri kullanmayanlara göre başarılı olurlar çünkü verilen bu bilgiler aslına problemin çözümüne katkısı olan ipuçlarıdır.

SORUDA GEREKSİZ BİLGİ YOKTURSözgelimi, bir geometri sorusunda iki uzunluğun paralelliği verilmişse bu bilgi o sorunun çözümünde mutlaka kullanılacak demektir. Öğrenci soruda verilen bilgileri değerlendirdikten sonra isteneni belirlemeli ve aradaki ilişkiyi belirlemelidir.Her testte öğrenci bilgi düzeyinin altında ve üstünde sorularla karşılaşılır. Ancak testin geneli itibariyle standart bir bilgi birikimiyle çözülebilecek sorular ağırlıktadır.

Öğrenci sorulara önyargılı yaklaşmamalıdır. "Bu soru çok zor ya kesinlikle yapamam abi.. veya tam tersi bu soru çok kolay cevap A şıkkı" gibi zaman kazanmaya yönelik aceleci davranışlar kazanmak yerine kaybetmeye sebep olabilir.Hatalı okuma alışkanlıkları da öğrencinin önemli sorunlar yaşamasına neden olabilir.

Olumsuz bir ifadeyi olumlu olarak okumak soruyu veya cevabı hatalı düşünmeye ve yanlış seçeneği belirlemeye sebep olabilir.Seçeneklerden hiçbirisiyle alakalı olarak tahmin yürütülemiyorsa veya sorunun ait olduğu konu bilinmiyorsa cevaplandırılmamalıdır. Yani bilinmeyen sorular boş bırakılmalıdır. Bazen seçeneklerdeki yanlışları bulmak bir doğruyu bulmaktan daha kolaydır. Yanlış seçenekler elenerek doğru cevaba ulaşmak bazen daha az vakit alır.Testlerde öğrenci kendini en iyi hissettiği dersin sorularıyla başlamalıdır. Öğrenci test çözerken seçeneklerdeki kendi görüşü olan seçeneği değil soruda istenilen doğru cevabı bulmaya çalışmalıdır. Özellikle sözel derslerin sorularını ilgilendiren önemli bir durumdur.Yine sözel derslerin testlerinde karşılaşılan bir durum olarak bütün seçenekler okunmadan şıklar işaretlenmemelidir. Çünkü bazı sorularda doğru cevap değil en doğru cevap sorulur. Bu tip soruların doğru cevapları kesinlik sırasına göre sıralanabilir olmaktadır.Her sorunun çözümünden sonra o sorunun sağlaması yapılmalıdır.

Özellikle uzun çözüm gerektiren sayısal derslerin sorularında işlemin sonucu bulunduktan sonra bir kere daha soruda ne istendiği kontrol edlmelidir ki çok basit hatalara düşülmesin.Öğrenci sınav esnasında veya test çözerken hızını belirli aralıklarla kontrol etmelidir. Yorulduğunu hissettiği anlarda kısa molalar vermelidir. Fakat test çözerken değilde çalışmaya başlayacağı zaman kendisini yorgun ve isteksiz hisseden bir öğrenci çalışma saatlerini yanlış seçmiş demektir. En kısa zamanda haftalık çalışma planında değişiklikler yapmalıdır. 

Çözülen her testte seçenekler cevap kağıdına işaretlenirken kaydırma yapmak gibi basit ve dikkatsizlik sonucu oluşan durumlara düşülmemelidir.Karşılaşılan zor sorularla öğrenci inatlaşıp zaman kaybetmemelidir. Zamana karşı bir yarış içine girilmelidir. Ayrıca zor soruyu yapanlar değil çok soruyu doğru biçimde cevaplandıranlar sınavı kazanır.Sözel derslerdeki özellikle Türkçe dersine ait olan paragraf sorularında ilk önce soru kökünü okunmalı daha sonra paragraf okunmalıdır. Böylece paragraf okunurken cevap araştırılmış olunacaktır. Diğer türlü paragraf okunduktan sonra soru kökü okunacak daha sonra soruda sorulan sorunun cevabını bulmak için paragrafın tekrar okunması gerekecektir.Öğrenci sınavlarda çevresindeki kişilerin hangi testi çözdüğü veya kaç soruyu cevapladığıyla veya bu benzeri kendisine vakit kaybettirecek ve motivasyonunu bozacak davranışlarda bulunmamalıdır.Test hızı ancak ancak bol bol soru çözerek arttıralabilir. Bu yüzden öğrenci soru çözümüne mümkün olduğunca vakit ayırmalıdır.Cevap anahtarı olan testler çözülürken testin tamamı bitmeden cevap anahtarı kontrolü yapılmamalıdır. Bu öğrencinin konsantrasyonunu bozar ve de aşırı derecede vakit kaybına neden olur.
Alışkanlık yaptığı takdirde ise öğrencinin akıcı bir biçimde soru çözmesini engeller. 

Boş bırakılan sorular yanlarına boş manasına gelen işaretler konup geçilmelidir. Yapılamayan soruların cevabını öğrenip tekrar çözmeye çalışmak hatalıdır ve öğrencinin vaktini yer. En son cevap anahtarı kontrol ederken boş bırakılan sorularla ilgilenmelidir.Soruların çözümünden sonra mutlaka ve mutlaka cevap anahtarı kontrolü yapılmalıdır. Doğrular yanlışlar ve boş sorular belirlenmelidir. 
Yanlış yapılan veya boş bırakılan soruların tamamı mutlaka incelenmelidir. Hata bilgi eksikliğinden mi yoksa dikkatsizlikten mi kaynaklanıyor belirlenmeli ve bu soruların çözümleri mutlaka öğrenilmelidir.Sınavda veya test çözerken yapılan hatalar öğrencinin moralini bozmamalı veya üzüntüye neden olmamalıdır. Yapılan hataların doğruya ulaşmak için bir fırsat olduğunu bilmelidir.
Hata yapmak doğaldır ama aynı hatayı tekrar tekrar yapmamalıdır.

Plân Yaparken Dikkat Edilecek Hususlar Nelerdir?

Çoğu öğrencimiz, birden çok dersi aynı günde çalışmak zorunda olmaktan yakınıyor. Ayrıca hem sınavlara hazırlığı hem de okul derslerini bir arada yürütme konusunda sıkıntı çektiklerini söylüyor. “Nasıl çalışsam, hangisine önce başlasam, ikisini bir arada yürütebilir miyim, zamanı yetirebilecek miyim?” gibi endişe ve kararsızlıklar gerçekte plansızlığın doğal bir sonucudur.

ÖRNEK ÇALIŞMA PLANI: Matematik Dersi YGS Konuları ve Matematik Konularına haftalık olarak çalışma planına ulaşmak için tıklayınız. (Özellikle yaz tatili çalışma planı için uygundur)

Plân Nedir?
Yapılacak işlerin belli bir süre ve düzen içine sokulmasına plan denir. Sınavlara hazırlık ciddi bir iştir. Bu işte başarıya ulaşmak, planlı bir çalışmayla mümkündür.Planlanmış bir çalışma, hedefe yönelik yapılacak işlerin etkili bir şekilde yürütülmesini sağlar. Plan; “nasıl”, “ne zaman” ve “nerede” , “hangi derse çalışılacağına” karar verme demektir.
Plânsızlık Ne Tür Sorunlara Yol Açar?
Plansızlık; öğrencide dikkatsizliğe, yorgunluğa, bitkinliğe, isteksizliğe ve dalgınlığa neden olur. Bu durum, öğrencide ruhsal baskı, kararsızlık, çalışmaya motive olamama ve verimsiz çalışma gibi olumsuz sonuçlara yol açar. Bu sorunların aşılması için planlı çalışmanın nasıl yapılacağı çok iyi bilinmeli ve çalışmalar planlı bir şekilde yürütülmelidir. Planlı çalışmada yapılacak ilk iş, çalışma sürelerini belirlemektir. Yani hangi dersin hangi konusuna ne zaman çalışılacağını saptamaktır.Planlar ; günlük, haftalık, aylık ve yıllık olarak değişik şekillerde yapılabilir. Bir öğrenci en az bir adet günlük, bir adet de haftalık plan yapmalıdır. 
Plân yapılırken;· Günlük çalışma süreleri derslere uygun bir şekilde ayrılmalıdır.
· Hangi dersin hangi saatte çalışılacağı kararlaştırılmalıdır.
· Öğrenilmesi zor olan dersler, zihnin algılama gücünün en yüksek olduğu saatlere yerleştirilmelidir.
· Öğrenilmesi kolay dersler, zihnin yorulduğu ve algılama gücünün zayıfladığı saatlere yerleştirilmelidir.
· Her öğrencinin algılama gücünün en yüksek olduğu saatler farklılık gösterebileceği gibi genelde zihnin dinlenmiş durumda bulunduğu sabah saatleri etkili öğrenmenin en verimli biçimde olabileceği saatler olarak kabul edilmektedir.
· Planlama yapılırken, plana yerleştirilen derslerin okul derslerindeki plana uygun olması öğrenmeyi artırır. Örneğin Pazartesi günü okulda matematik dersi görülüyorsa evde uygulanan planda da pazartesinin matematiğe ayrılması tercih edilen bir yöntem olmalıdır.
· Çalışma günleri planlanırken her günün aynı saatlerine denk getirilmesi öğrencinin o saatlerde çalışmaya motive olmasını sağlayacaktır. Bu aynı zamanda dikkatin toplanmasına ve zamanla öğrencinin o saatlerde çalışma isteğinin uyanmasını sağlayacaktır.
· Planda yemeklerden sonraya ders çalışma konmamalıdır. En az yarım saat ara verecek şekilde planlama yapılmalıdır; çünkü yemekten hemen sonra yapılacak bir çalışma verimli olmayacaktır.
· Plan hazırlanırken ders çalışma süreleri 45 – 50 dakika tutulmalı ve 10’ar dakikalık aralar verilmelidir. Uzmanlar, en etkili çalışma yönteminin ara verilerek yapılan çalışmalar olduğunu belirtmektedir. Ancak, dinlenme süresinin 10 dakikadan fazla olması, dikkatin dağılmasına ve çalışmaya karşı isteksizliğin artmasına neden olacağından bu süre aşılmamalıdır.
· Planlama yapılırken öğrenmede birbirine yakın dersleri peş peşe koymamak gerekir. Örneğin; matematik ve fen dersleri peş peşe gelmesi yerine, matematikle Türkçeyi peş peşe getirecek bir plan tercih edilmelidir. Kısacası bir sayısal dersle bir sözel dersin peş peşe geldiği bir plan daha uygundur.
· Plan yazılı hale getirilmeli ve sürekli görülüp motive olunan bir yere asılmalıdır ki planlı çalışmayla ulaşılacak hedef her an akılda olsun.
ÖRNEK ÇALIŞMA PLANI: Matematik Dersi YGS Konuları ve Matematik Konularına haftalık olarak çalışma planına ulaşmak için tıklayınız. (Özellikle yaz tatili çalışma planı için uygundur)

Zamanı Verimli Kullanmak

Zaman,  Allah’ın insana bahşettiği en büyük nimetlerden biri olup, önemli olan bu nimetin kımetini bilmek ve en güzel biçimde değerlendirmektir. Zamanı değerlendirmek onu ölçülü ve bilinçli kullanmakla olur. Elden çıkınca kazanılmayan ve geriye gelmeyen tek sermeye zamandır. Zaman iyi planlama ile genişler, vakit içinde vakit olur. Zaman, israf edilince de geriye sadece pişmanlıklar bırakarak olanca hızıyla akıp gider. Ömrümüz, sınırlı ve sonlu olduğundan sınırsız ve sonsuz mükafatları kazanabilmenin ve dünya hayatında başarılı olabilmenin yolu zamanı doğru ve verimli kullanmaktan geçer. 

Bir gün 24 saat olarak belirlenmişken ne kadarında bizler ibadet ediyoruz? Zamanın yaratıcısı olan Rabbimizi, kaç dakika samimi olarak zikredebiliyoruz? Bilgisayar, telefon ve televizyon başında günde kaç saat harcıyoruz? Lüzumsuz konuşmalarla, gıybet ve dedikodularla, boş ve amaçsız telefon/bilgisayar oyunlarıyla ne kadar vakit tüketiyoruz? Güneş dünyamıza doğarken biz hala uykuda mıyız? Yemeğimizi kaç dakikada yiyoruz? Günde kaç saat kitap okuyor veya ilim tahsil ediyoruz? Benzer sorulara verilen cevaplar, aslında herkesin hayatta hiç farkında olmadan geçirdiği zaman dilimini nasıl harcadığını göstermektedir. Bu soruların cevabı aynı zamanda ne kadar çok vakte sahip olunduğunu da bizlere göstermektedir. Öyleyse herkes kendi sahip olduğu zaman potansiyelini düşünüp, vakti nasıl değerlendirmesi gerektiğini düşünmelidir. Bir şey bütünüyle elde edilemezse, tamamen de terk edilemez derler. Zaman elimizden kayıp geçiyor denilerek "akışa bırakmak" bu anlamıyla çok büyük bir gaflettir. Zamanı elden geldiğince iyi değerlendirmek, başarının ve huzurun anahtarıdır. 

Kur’an-ı Kerim’de zamanın en büyük nimet olduğu açıkça ifade edilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de birçok ayet-i kerimede farklı boyutlarıyla zamana yemin edilmektedir. "Asra", "sabaha", "şafağa" "kuşluk vaktine", "tan yerinin ağarmasına", "güneşe ve kuşluğuna","Ay'a", "çekilip gittiğinde geceye", "aydınlandığında sabaha", "kıyamet gününe", "güneşi açıp ortaya çıkaran gündüze", "açılıp aydınlandığı zaman gündüze", "dolunaya", "Ortalığı bürüdüğü zaman geceye","Güneşe ve onun parıltısına", "Güneşin ardından gelen Ay'a"...zamanla ilgili kavramlara Kuran-ı Kerim'de yemin edilmiştir. Söz konusu yemin ayetleri, çok çarpıcı şekilde zamanın önemine dikkat çektiği gibi, zamanın ortaya koyduğu hakikatlere de işaret etmektedir. Ayrıca yemin ile başlayan ayetler, insanların hassas ve dikkatli olmaları istenen durumlara delalet eder.  

Kur’an ve sünnete göre ibadetlerde zaman algısı Güneşin ve ayın hareketleri merkeze alınarak yapılmıştır. İslam'da ibadetler bir zaman çizelgesine göre düzenlenmiş ve insanlığa bildirilmiştir. Namaz vakitleri, oruç ve hac ibadetleri bir zaman çizelgesi eşliğinde yapılır. Örneğin farz olan sabah namazı, günün en güzel ve bereketli zamanı olarak nitelenen imsak anı ile başlar ve güneşin doğumuna kadar devam eder. Güneşin doğuşu ile gündelik hayat başlar ve beş vakit namaz saatlerine göre de hayat tanzim edilmiş olur. 

Dünya insanı, en büyük semayesi olan zamana karşı ilginç bir kayıtsızlık içinde olabilmektedir. Boş işlere gereğinden fazla zaman harcayarak, esas odaklanması gereken durumlardan uzaklaşabilmektedir. İnsanoğlu, teknolojik gelişme ve ilerlemelere rağmen geçmişe kıyasla bedenini daha az yoran gündelik işlerine nazaran kendisine daha az vakit kaldığını görmektedir. Gençlerin ve çocukların en kıymetli ve kaliteli zamanlarını tükettikleri mekânlar, dijital araçlar, sosyal medya uygulamaları, akıllı telefonlar, saatlerini heba eden bilgisayar oyunları, izlenme ve beğeni alma amacıyla izlenen/çekilden videolar/fotoğraflar; adeta onları hayatı yaşamaktan, Allah'ı anmaktan, faydalı ilim tahsilinden uzaklaştırma işlevi görmektedir. Günümüz İslam dünyasının, özellikle gençliğimizin en hayati meselesi, zamana dair kapsamlı bir muhasebe yaparak, vaktini zayi eden gereksiz meşguliyetleri hayatın dışına çıkarmak olmalıdır. En vazgeçilmez nimetimiz olan akıl nimetini, aklımızı alan telefonlara/bilgisayarlara peşkeş çekmekten, oyun oynarken oyuncak olmaktan kendimizi kurtarmamız gerekmektedir. Saatin saniyeleri akıp gitmektedir. Her saniye geri gelmemek üzere hayatımızdan çıkıp gitmektedir. Hayali, hedefi ve amacı olan insanlar olarak, anın kıymetini bilmek durumundayız. Zaman, en büyük hazinemizdir. Zaman, bir insan için vakti gelince alınacak olan Allah’ın bir nimeti ve emanetidir. Zaman dünya ve ahiret huzuru için en kıymetli sermaye ve hesabı sorulacak bir hazinedir. Zaman, israf edilecek bir şey değildir. Vaktin değerlendirilmesi açısından, “öyleyse bir işi bitirince diğerine koyul” (İnşirah Suresi-7) ayeti, bizlere büyük bir ibret kaynağıdır. Peygamber efendimiz de; “İki nimet vardır ki insanların çoğu onlar hususunda aldanmıştır." (Buhârî, Rikâk, 1) buyurmuş ve insanlığın aldandığı bu nimetleri; "sağlık ve boş vakit" olarak açıklamıştır. 


Zamanı ölçüsüz bir şekilde harcamak, daha çok kazanmak, daha çok eğlenmek, daha çok haz elde etmek gibi amaçlarla heba etme anlayışı ne dünya ne de ahiret hayatımızıza bir anlam ve değer katmayacaktır. Hz. Ömer (r.a), Allah’ım! Senden zamanın iyisini ve vakitleri bereketli kılmanı niyaz ediyorum.” diye ilticada bulunmuş. Vakitlerin boşa geçirilmemesi hususunda da “Ben sizden birini boş görmeyi istemiyorum. Ya dünya işi ya da ahiret işi” tavsiyesinde bulunmuşlardır. “İş bir kere geri kalırsa hiçbir vakit ilerlemez.” uyarısı da Hz. Ömer’e (r.a) aittir. Hz. Ali’nin (r.a) öğüdü ise şu şekildedir: “Dünya her an bizden uzaklaşmakta, ahiret de yaklaşmaktadır. Bunlardan her ikisini de tercih edenler vardır. Siz ahireti tercih edenlerden olun, dünyayı tercih edenlerden olmayın. Zira bugün çalışma var, hesap yok; yarın ise hesap var, çalışma yoktur.” Hz. Ömer’in oğlu Abdullah b. Ömer; “Akşama eriştin mi sabahı bekleme. Sabaha eriştin mi de akşamı bekleme. Sıhhatli olduğun zaman hastalığın için, sağken ölümün için hazırlık yap.” uyarısında bulunmuştur. İmam-ı Gazalî hazretleri, zamanla ilgili olarak: “Geçmiş zaman elden çıkmıştır, gelecek ise henüz gayıptır. Öyle ise senin için mevcut olan, içinde bulunduğun şu andır.” sözü ile zamanın kıymetini ifade eder. Hasan-ı Basri Hazretleri de, “Fecir vaktinde gün der ki; Ey âdemoğlu! Ben yeni bir mahlûkum. Ameline de şahidim. Beni değerlendir; çünkü ben geçtim mi kıyamet gününe kadar dönmem.” sözüyle insanları, zaman karşısında hoyratça davranmaması konusunda uyarır. İmam Azam, zamanı boşa geçirmenin en büyük felaket olduğunu nitelerken, İmama Şarani hazretleri de; “Alelade bir insan zamanı nasıl bitireceğini, akıllı bir insan ise zamanı nasıl kullanacağını düşünür.” diyerek vakit hususunda iki ayrı insanın durumunu bizlere örnek olarak gösterir. 

Zamanı verimli kullanmak da ancak zamanı bir disiplin altına almakla mümkün olur. Allah'ın tayin ettiği vakitler esasında zaman yönetiminde bizlere ipuçları vermektedir. İbadet, çalışma, tefekkür, dinlenme vakitleri, peygamberimizin (s.a.v) uygulamalarıyla biz insanlığa gösterilmiştir. Bizler bu işaretleri görebilmeli ve bunları hayatımıza tatbik edebilmeliyiz. Zamanı disiplin altına almak için güzel bir plan ve sıkı bir çalışma gerekmektedir. Zamanı verimli kullanabilmenin en önemli yolu planlamadır. Öyle kağıt üzerine yazılmış bir plan gibi düşünmeyelim. Bu planlamayı,  her anıyla günün programlanması gibi bir nizam düşünelim. İrademizi kuvvetlendirir ve planlamalarımızı sağlam bir şekilde yapabilir ve bu planları kararlılıkla hayatımıza uygulayabilirsek, amaçlarımıza ulaşabilir ve işlerimizde başarılı olabiliriz. Biz boş durduğumuz zaman, zaman durmuyor. Biz ne yaparsak yapalım, zaman kendi ekseninde akıp gidiyor. Sayılı olan nefeslerimiz, ömrümüz elimizden kayıp bizden uzaklaşıyor. Her canlıyı bekleyen sona doğru, hızla yol alıyoruz. Son, gelip bizi kuşatmadan mevcut anın kıymetini bilmeli ve buna göre hazırlık yapmalıyız. Kesinlikle, tembellik göstermemeli ve bu yüzden planlarımızı yapacaklarımızı ileri tarihlere ertelememeliyiz. İşlerimizi ve çalışmalarımızı geleceğe bırakmamalıyız. Geleceğin, bizim için gelmesi kesin değildir. "Yarın yaparım" diyerek ertelenen pek çok iş ve çalışma yarım kalmıştır. 

İslam dini, dünya ve ahiret arasında bir denge kurmuştur. İslam ne Hristiyanların ruhbanlık anlayışı gibi tamamen dünyayı terk etmeyi, ne de Yahudilerin tapacak derecede hırsla dünyaya saldırmalarını asla kabul etmez. İslam, insanlara hem dünya için, hem de ahiret için çalışmalarını tavsiye etmektedir. “İnsanlardan öyle kimseler vardır ki, “Rabbimiz! Bize (nasibimizi) dünyada ver.” derler; böyle kimseler için ahirette bir nasip yoktur. Onlardan öyle kimseler de vardır ki, 'Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik, Ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından muhafaza eyle.' derler.” (Bakara, 2/200-202) ve “Allah’ın sana verdiği servet ile ahiret yurdunu ara; dünyadan da nasibini unutma; Allah sana nasıl iyilik ettiyse sen de öyle iyilik et.” (Kasas, 28/77) ayetleri dünya çalışmalarının ahiret ile birlikte denge halinde devam etmesini emreder. Peygamber efendimizin şu güzel sözünü hiç hatırdan çıkarmamalıyız. “Hiç ölmeyeceğini zanneden biri gibi çalış, yarın ölecek biri gibi de tedbirli ol.” (Câmiu’s-Sagîr, II/12, Hadis No:1201) veya yine benzer ifadelerle “Kendini hiç ölmeyecek zanneden kişinin çalışması gibi (dünya için) çalış, yarın öleceğini zanneden kişinin korkması gibi (günahlardan) kork." (Münavi. Feyzü’l-Kadir, II/12; Kenzü’l-Ummal, III/40, hn: 5379) şeklindeki hitaplarla zamanı etkili kullanarak hem dünyayı hem de ahiretinizi mamur kılmalıyız. Hazin bir gerçektir ki çoğu insan zamanı verimli kullanma konusunda pişmanlık duymakta ve hayatının en kıymetli anları olan gençliğini, sağlığını, kuvvetliliğini boş işlerle geçirip, Allah'ın emaneti olan zaman nimetini heba etmektedir. Zaman ve mekânla sınırlı bir varlık olan insanın en büyük sermayesi vaktin kıymetini anlaması ve buna dikkat ederek yaşamasında gizlenmiştir. 

Zamanı verimli kullanarak kişisel ve ailesel sorumluluklarımızı rahatlıkla ve en güzel şekilde yerine getirebiliriz. Zamanı verimli kullanmak, insana iç huzur sağlar, ruhen ve bedenen insanı dinlendirir. İnsanın kendine olan güvenini ve başarma inancını kuvvetlendirir. Zaman boş geçirilmediği için başka uğraşlara, hobilere, tefekküre, sportif faaliyetlere daha fazla vakit kalır. Böylece, zamanı tasarruflu kullanıp israf etmeyen insan, ruhen daha huzurlu olarak hayatına devam eder.  

Hayatımızı belli bir planlama doğrultusunda düzene koymadan, çalışma, dinlenme ve uyku zamanlarını sistemleştirmeden zamanı tam olarak değerlendiremeyiz. Muhakkak çalışma saatleri, dinlenme saatleri belirlenmeli ve bunlara riayet edilerek yaşamaya çalışılmalıdır. Fazla uyku ile vaktimizi heba etmemeliyiz. Sabahın nurlu saatlerini iyi değerlendirmeli, günümüze erken saatlerde beynin en zinde olduğu zaman diliminde başlamalıyız. Uyku saatlerimize oldukça dikkat etmeliyiz. "Sizin için geceyi bir örtü, uykuyu dinlenme hali kılan, gündüz vaktini ise bir diriliş ortamı yapan O’dur." (Furkan Suresi-47) ve "Geceyi (uyku için) örtü yaptık. Gündüzü de çalışıp kazanmak için fırsat kıldık."(Nebe Suresi/10-11) ayetlerinin gerektiği şekilde geceleri uyumalı, gündüzleri de işlerimize yoğunlaşmalıyız. Tam olarak dinlenmemiş ve uykusunu alamamış bir kişi, gündüzleri verimli çalışamaz. Gece uyumayıp, gündüzleri uyuma gibi ters durumların, fıtrata aykırı olduğunu bilerek hareket etmeliyiz. Gecenin geç saatlerine kadar yorgun düşmüş bir bedenle çalışmada, zihnen ve ruhen verimli olmak beklenemez. 

Rasülüllah (s.a.v), müminleri vakti iyi değerlendirmeye teşvik etmek için saatlerin, günlerin, ayların, yılların ve kısacası ömrün her bir anının, Allah Teâlâ"nın ayrı ayrı tecellilerine mazhar olduğunu bildirmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v), yatsı namazını kıldıktan sonra yatar, daha sonra gecenin üçte ikisi geçtiğinde uykusundan kalkar, teheccüt namazı kılar ve ardından son olarak vitir namazı kılarlardı. Bir hadis-i şerifinde peygamber efendimiz (s.a.v), gecenin ibadet açısından bereketini ifade etmek için şöyle buyurmuştur: “Rabb’imiz Tebâreke ve Taâlâ her gece, gecenin son üçte biri kaldığı zaman (keyfi­yeti bilinmez bir hâlde) dünyâ gökyüzüne tecelli eder ve: "Bana kim dua eder ki, onun duasını kabul edeyim! Benden kim bir hacetini ister ki, ona dileğini vereyim! Benden kim mağfiret ister ki, ona mağfiret edeyim!" der ve bu hal tan yeri ağarıncaya kadar devam eder. (Buhari, 2/66; Müslim, Salatul Müsafirin, 168; Müsned-i Ahmed, 2/487)" Erken yattıktan sonra belli bir süre uyuduktan sonra kalkıp, gece ibadetiyle meşgul olduktan sonra işlerimize yönelmek, sünneti tatbik açısından önemli olacaktır. Uyku için kesinlikle aynı saatlerde yatıp, günün erken saatlerinde kalkmayı adet haline getirmeliyiz ki bu konuda peygamberimizin yaşantısına uymak bizim için güzel bir ölçü olacaktır. 

Zaman denetimi ve yönetiminde çok önemli bir nokta da boşa harcadığınız zamanın ne kadar olduğunun bilincinde olmaktır. Pek çok kişi her gün ne yapacağını bilmeden, planlamadan olduğu gibi yaşamaktadır. Bundan dolayı kendi kabiliyetlerinin azını kullanmakla yetinmekte ve mevcut potansiyellerini heba etmektedirler. Düzgün bir planlama yapılmış olsa, insanlar zamanı verimli kullanmakla birlikte mevcut durumlarına göre daha başarılı olacaklar ve zamandan tasarruf ederek daha fazla verim sağlayacaklardır. Aynı zamanda hedeflerine ve amaçlarına daha kolay ulaşma imkanı bulacaklardır. Kendi özelliklerimizin farkında olmadan; cehalet içinde günlerimizi, vakitlerimizi heder etmek, bir gayesi ve hedefi olan insana yakışmaz. İnsanın önce zamanı nasıl yöneteceğini bilmesi ve buna uygun yaşantısını tanzim etmesi gerekir. Eğer bu konuda bilgi eksikliği varsa konuyla ilgili kitaplar okunmalı veya alanında uzman kişilerden/rehberlerden sorarak zaman yönetimini, zamanı verimli bir şekilde değerlendirmesini öğrenmek lazım gelir.  Bilmemek, tembellik yapmak, miskinlik içinde yaşamak müslümana yakışmaz. Zaman konusunda insana düşen vazife, cehaletini giderdikten sonra zaaflarına yenilmeden, bilgisini amele dökerek doğru ve iyi olanı yapmasıdır.


Zamanımızı boşa geçirtecek her türlü ortamdan, imkandan, aletten, arkadaşlardan kısacası zaman hırsızlarından uzaklaşmak da boynumuzun borcudur. Bunların başında teknolojik aletler gelir. Televizyon, telefon, bilgisayar, internet gibi teknolojik imkanlar; insan hayatını kolaylaştırmasının yanında, insanı esarete düşüren bir yapıya da sahiptir. İnsan, bu aletler vasıtasıyla fiziksel bağımlılıktan ziyade, bedeni ve ruhunu aynı anda saatlerce hapseden, her anını esir eden bir cendereye sıkışmış vaziyettedir. Onlarsız bir an bile duramadığı gibi her anını bu teknolojik imkanların emrine ve kontrolüne vermiş durumdadır. Televizyon/internet ve özellikle yakın dönemin gözdesi olan akıllı telefonlar, gelmiş geçmiş bütün hırsızların en maharetlisidir. Sinsice bütün zamanımızı alıp götüren bu vasıtalardan kurtulmak ne yazık ki o kadar kolay değildir. İçimize işleyen bir virüs, bir hastalık gibi, her anımızı kontrol etmeye başlamış bu teknolojik aletlere, "dur artık! "demeden zamanı verimli geçirme konusunda ne  yapılırsa yapılsın beyhude kalacaktır. 

Çalışmaların yanında, zamanı değerlendirmek için dinlenmek de gerekir. Beden veya zihin yorulduğu zaman hemen çalışmalara ara verilmeli, vücuda Allah'ın verdiği kuvveti yeniden kazanabilmesi için kendini yenileme fırsatı sunulmalıdır.  Durmak bilmeden çalışan insanlar, eninde sonunda bedenen ya da zihnen düşkün vaziyete gelirler ki hayatlarının ilerleyen zamanlarını heybelerinde bir şey kalmadan hastalıklara düşmüş vaziyette geçirmek durumunda kalabilirler. Her şeyin bir ölçüsü vardır. Ölçülü olmak, davranışlarda itidalli davranmak gerekir. Psikolog E.L.Rossi’nin “20 dakika Ara” adlı kitabında “Her insanın zihinsel ve fiziksel olarak verimli çalışabildiği belli bir periyodu vardır ve genellikle 1,5 saat civarındadır. İnsan bu periyodu aştığı zaman, vücut yorulma sinyalleri verir. Bu sinyaller esneme, konsantrasyon zorluğu, algıda zayıflama, dalgınlık gibi şekillerde kendini gösterir. Bu sinyaller hissedildiği anda çalışmaya kısa bir ara verilmeli ve dinlenilmelidir. Bu dinlenme, faaliyet değiştirerek veya 15 – 20 dakika gözlerini kapatıp sessizce bekleyerek yapılabilir. Gözleri kapatmaktan amaçlanan beyne bilgi girişini azaltmaktır. Çünkü beyne ulaşan bilginin büyük çoğunluğu görme yoluyla elde edilir. Elleri veya yüzü yıkama, hafif fiziksel hareketler yapma da ideal dinlenmeye katkıda bulunur.” demektedir. İslam dini, tamamen boş geçirilecek bir vakit, bir tatil anlayışı tanımlamaz. Günümüz dünyasının yeni bir keşif gibi sunduğu pek çok kavramı, Kur'an-ı Kerim; bu konuda da olduğu gibi  "yapmakta olduğumuz meşguliyeti değiştirilmekle dinlenebileceğimizi" asırlar öncesinden bizlere işaret eder. 

Çok kimsenin düşündüğünün aksine zihinsel yorgunluğu atmak için her türlü işi gücü bırakıp bir kenarda miskin miskin oturmak gerekmez. Değişik zihinsel ve bedensel faaliyetler, beynin değişik kısımları tarafından yönetilmektedir. Beyin çok farklı bir organdır. Yapılan işler değiştirildiğinde veya araya fasıla konulduğunda beyin canlılığını tekrar kazanır. Belki de İslam ibadetlerinin bu şekilde günün tamamına hakim olmasının bir hikmeti de budur. İşten yorulan zihin ve beden, Allah'a yönelerek, zihnen ve ruhen bir rahatlama hissettikten sonra, toplamış olduğu enerji ile sanki ilk defa işle koyulmuş gibi bir heyecan elde etmektedir. Dolayısıyla her faaliyet değiştirildiğinde, beynin bir merkezi üzerindeki yükü azalıp başka bir merkezi daha aktif hale gelir. Bu duruma, bir öğrencinin sayısal ve sözle ağırlıklı dersleri çalışma biçimleri örnek olarak gösterilebilir. Öğrenci, matematik problemlerini çözmeye ara verip bedensel bir işle meşgul olması veya sözel içerikli bir derse çalışması durumunda beyin kendini yeniler ve öğrenmesi daha kolay hale gelir. Eğer dinlenme arası verilmez ve sürekli olarak aynı ders içinde aktif olarak kalınırsa, belli bir zaman sonra vücut zorlandığı için stres hormonu salgılanır, konsantrasyon yeteneği zayıflar, kişinin dikkati dağılmaya başlar ve neticede verimlilik düşer. 

İnsanın ömrü, en değerli hazineden bile daha kıymetlidir. İnsan ne kazanacaksa veya ne kaybedecekse bu ömrü ile kazanacak ve elde ettiklerinden hesaba çekilecektir. Dünyada kendisine verilen ömür sayesinde, ebedi ikramlara ve azaba müstehak olacaktır. Bu nedenle zamanın değerlendirilmesi çok mühim, geri dönüşü olmayan bir konudur.  "Kuran-ı Kerim'de burulduğu gibi " İnsana ancak çalışmasının karşılığı vardır." (Necm Suresi/39) İnsan, ömrünün nasıl, ne zaman sona ereceğini bilmediği için her nefesin, her anın kıymetini bilmeli ve bir lahza bile boşa geçmemesi için elinden gelenin fazlasını yapmalıdır. Sonuç olarak; bir gayeye, bir başarıya, bir hedefe ulaşmak istiyorsak mevcut zamanımız, verimli bir şekilde değerlendirilmeli,  vaktin her bölümü planlanarak kıymetlendirilmelidir. Zaman, etkili kullanılırken vücudun madden ve manen dinlenmesine de dikkat edilmelidir. Allahım! Senden, senin ilim ve kudretinden hakkımda hayır beklerim. Senin büyük lütfundan ve kereminden talep ederim. Sen kadirsin, benimse gücüm yetmez, Sen, gizli ve aşikar herşeyi en ince detayına kadar hakkıyla bilensin, ben acizim bilemem. Allah’ım! Senden zamanın iyisini ve vakitlerin bereketli olmasını niyaz ediyorum. Ömrümüzü uzun ve bereketli kıl.Bizi ebedi kurtuluşa nail olanlardan eyle. (Amin) Vel Hamdü lillahi Rabbil Alemin...

Kadir PANCAR
05/02/2009

Zamanın verimli değerlendirilmesi konusunda yapılması gerekenleri başlıklar altında belirterek yazıyı nihayete erdirelim.

  • Zaman şuuru elde etmeli ve zamanın kıymeti bilinmelidir.
  • Allah'ın tayin ettiği vakitlere dikkat etmeli, ibadet, çalışma ve dinlenme buna uygun düzenlenmelidir.
  • Bir hedef ve amaç belirleyerek işe başlanılmalıdır. 
  • İşleri kolaylaştırmanın yolu aranmalı, zorlaştırma yoluna gidilmemelidir. 
  • Bir işi tam yapmalı, eksik ya da yarım yapmamalıdır. 
  • Uyku düzenlenmeli, uyku miktarı aşırıya kaçmamalıdır.
  • Gecenin belli bir bölümünün ibadetle değerlendirilmesi ayrı bir mesele olarak ele alınmalıdır.
  • Çalışmaya hemen karar vermeli ve beklemeden uygulamaya başlanmalıdır. 
  • Gerçekçi planlamalar yapılmalıdır.
  • Planlama ve zaman yönetiminde esnek olunmalıdır.
  • Yapılacak işler, öncelik ve önem sırasına koyulmalıdır. 
  • Çalışmalara uygun bir ortam seçip, düzene dikkat edilmelidir.
  • Dinlenme ve mola zamanları belirleyip, canlılığın muhafazası sağlanmalıdır.
  • Mükemmellik ve hatasız olmak gibi bir anlayışa düşülmemelidir.
  • Yapılan iş ne ise ona tam olarak odaklanılmalıdır.
  • Yüksek kaygı düzeyinden uzak durulmalıdır.
  • Her iş, herkes tarafından yapılabilir anlayışından vazgeçilmelidir. Gerektiği durumlarda başkalarından yardım istenilmeli veya iş daha iyi yapanlara devredilmelidir.
  • İş bitirme hedefleri konulmalı ve bu hedeflere ulaşılmalıdır.
  • Zorunlu olmayan işlerden ve boş/malayani uğraşlardan uzak durulmalıdır.
  • Beden ve zihnin zindelik durumuna göre karmaşıktan basit işlere doğru sıralama yapılmalıdır.
  • İşe başlanıldığında sadece bir işle meşgul olmalı başka işlerle zihin dağıtılmamalıdır. 
  • Yetenekler ve kişisel özellikler dikkate alınarak zaman yönetimi belirlenmelidir.
  • Yıllık, aylık, haftalık, günlük planlar yapmalı, ve bu planlara mümkün olduğunca uymalıyız.
  • Her işe gerektiği kadar, ne fazla ne de eksik zaman ayrılmalı her şey kararında olmalıdır.
  • Televizyon, telefon, internet gibi zaman hırsızlarına çok dikkat edilmelidir.
  • Teknolojik aletlere bağımlılığa bir son verilmelidir.
  • İyi arkadaşlar seçilmelidir.
  • Vakitleri zayi edecek imkan ve ortamlardan uzak durulmalıdır.
  • Ekip ve işbirliği halinde çalışma şartları, her zaman göz önünde bulundurulmalıdır.
  • Planlamalara sadık kalabilmek için gerektiğinde arkadaşlara "hayır" diyebilmelidir.
  • Ajanda ve not tutma alışkanlığı kazanılmalıdır.
  • Ara sıra muhasebe ve değerlendirme yapılarak zaman yönetimindeki olumsuzluklar tespit edilmelidir.
Unutmayın! Zamanın sahibi Allah'tır. Bizler zamana hükmedemeyiz. Sadece mevcut zamanı, çeşitli şekillerde değerlendirerek, lehimize ya da aleyhimize çevirebiliriz.

İyi bir Çalışma Ortamı Nasıl Olmalıdır?

Kişinin başarıyı yakalaması, gerekli şartların oluşturulmasıyla mümkündür. Bu gerek şartlardan biri de “çalışma ortamı”dır. Okul dışında çalışma için kullanılacak ortamlar da eğitim öğretime uygun olmalıdır. Çalışmada kullanılacak mekânlar bazı nitelikleri taşımalıdır.Çalışma ortamı kişinin başarısına doğrudan etkisi olan temel koşulların en önemlilerindendir. Okulların, sınıfların, laboratuvarların özel olarak tasarlanması; çalışma ortamının eğitim adına en iyi şekilde değerlendirilebilir duruma getirilmesinden başka bir şey değildir. Öyleyse okul dışında çalışma için kullanılacak ortamların da eğitim öğretime uygun olması gerekmektedir.


Çalışmada kullanılacak mekânlarının bazı nitelikleri taşıması beklenmektedir. Bu şartlar ideal çalışma ortamı açısından paylaşılmıştır. Böyle olmayan ortamlarda da başarılı olmak mümkündür. Standart bir yapı sağlamak esasında eğitim bilimleri açısından mümkün değildir. Başarılı olmak isteyen insanlar, her ortam ve olumlu/olumsuz şart altında, azim ve kararlılık kendilerinde olduğu sürece muvaffak olabilir. Bahaneler aramaya gerek yoktur. Önemli olan bir hedef belirlemek ve bu hedef doğrultusunda çalışmalarını planlayıp zamanı etkili kullanarak o gayeye ulaşmaya çabalamaktır. 

Ders çalışma mekânlarının ideal bazı nitelikleri şöyle sıralanabilir.
  • Mümkünse her öğrencinin özel bir çalışma odası olması olmalıdır. Bu oda öğrenci tarafından sadece ders çalışmak için kullanılmalıdır.
  • Çalışma odasında, ders çalışmak için kullanılacak bir masa olmalıdır. Masa, pencere kenarından uzakta olursa öğrenci dışarıya bakma gibi bir ihtimalden uzaklaşacağı için ders çalışmaya daha kolay motive olur veya motivasyonu bozulmaz. 
  • Öğrencinin oturabileceği bir sandalye olmalıdır. Sandalye yumuşak olmamalıdır. Hele koltuk türünde hiç olmamalıdır. Çünkü koltuk türü yumuşak oturaklar , öğrencinin ders çalışmasını olumsuz etkileyecek niteliktedir. Yatarak ve koltukta oturarak ders çalışma şekilleri tam manasıyla verimli olmaz.
  • Küçük bir kütüphane, çalışma odasının temel eşyalarındandır. Bu kitaplıkta sadece ders çalışma kitapları olmalıdır. Ayrıca çalışma sırasında kullanacağı müsvedde kâğıtlar ve diğer malzemeler de kütüphanede olmalıdır. Ders çalışma masasının üstü ise çok sade olmalıdır. Belki sadece bir ışık olmalıdır. Kalemlik dahi kütüphanede olmalıdır. Kalemlikte yeteri kadar kalem ve diğer gerekli eşyalar bulunmalıdır. Masada sadece o an çalışılacak doküman ve en gerekli yardımcı materyaller bulunmalıdır.
Çalışma odasında televizyon, yatak gibi öğrencinin her an çalışmasını bozabilecek, öğrencinin motivasyonunu bozup ona uyumayı hatırlatacak eşyalar bulunmamalıdır. Televizyon, öğrencinin zamanını büyük ölçüde alan , bunu yaparken de pek fark ettirmeyen bir zaman hırsızıdır. Öğrenci, hiç televizyon seyretmemeli demiyoruz. Mümkünse öğrenci televizyon programlarında seçici olmalı, izlemesinin kendisine bir şeyler kazandıracağı programları seyretmeli, ama bu bir plan doğrultusunda yapılmalıdır. Seyredilecek programlar ders çalışmayı aksatmayacak şekilde programa yerleştirilmeli, bu süreler de aşılmamalıdır. Ders çalışılan odada televizyon seyredilmemelidir. Öğrenci o odaya girdiğinde sadece ders düşünmeli, zamanla o oda öğrencide ders çalışmaya bir uyarıcı olmalıdır.

  • Telefon ve internet kesinlikle ders çalışma ortamında olmamalıdır. Dikkati dağıtıcı en büyük unsurların başında telefon gelmektedir. Sosyal medya, mesajlaşma gibi uygulamalar, insan tüm vaktini yok eden , belirlediği amaçlara ulaşmasını engelleyen, dikkat dağıtıcı araçların başında gelmektedir. İnternet/bilgisayar üzerinde bir araştırma yapılacaksa bu kullanım sadece araştırma yapılacak konu ile sınırlı kalmalı ve araştırma yapıldıktan sonra internet/bilgisayar kullanımı sonlandırılmalıdır. Aksi takdirdeçalışma dışı internet kullanımı, vaktinizi heba edecek durumlara sizleri sürükleyebilir.

  • Çalışma odası duvarlarında sadece hedefi hatırlatıcı afiş veya resimler bulunabilir. Tutulan takımın, sevilen artistin, sanatçının, hayallerdeki bir yerin resmi duvarlarda olursa öğrenci çalışma anında bu resimleri gördüğünde konsantrasyonunu kaybedip hayallere dalabilir.
  • Çalışma odası tertipli ve düzenli olmalı, dikkati dağıtacak gereksizlikler olmamalıdır. Kütüphanede ders kitapları dışında gazete dergi, roman veya herhangi bir yayın olmamalıdır; çünkü bu tür materyaller ders çalışırken öğrencinin gözüne takılırsa onu motivasyonu bozabilir.
  • Ders çalışma odasında müzik çalar bir alet olmamalıdır. Müzik, ders çalışırken dinlenirse kişinin algılama yeteneğini zayıflatır. Bazı kişiler müzik eşliğinde ders çalışmayı sevmektedir. Bu şekilde başarılı olduğunu da iddia edebilirler lakin bu tür bir çalışma, müzik ve ders arasında, beynimizin iki farklı durumla baş etmesi sorunuyla karşılaşmasını doğuracağı için, bedenen ve zihnen daha fazla yorgunluk hissetmemize sebep olacaktır.
  • Oda sıcaklığı çalışmaya uygun olmalı sıcak ve soğuk olmamalıdır. Tavsiye edilen oda sıcaklığı 20-25 derece arasıdır. Bu aralıklar aşıldığında öğrenci sıcaktan gevşeyecek, öğrencinin uykusu gelecek; bu sıcaklıktan daha aşağısına düşüldüğünde ise öğrenci ders çalışmaya yoğunlaşamayacak hep kafasında soğukla mücadele olacaktır.
  • Çalışma odası, yeteri kadar ışık almalıdır. Işık öğrencinin karşısından ya da sol yanından gelecek şekilde bir oturma planı yapılmalıdır. Çok yoğun ışık veya yetersiz ışık ortamı ders ortamına olumsuzluk oluşturabilir.
  • Çalışma odasının rengi de çok önemlidir. Açık mavi ve açık yeşil renkler doğada çokça bulunan renkler olmakla birlikte gözü dinlendirici özelliktedir. Beyaz ise ışığı en fazla yansıtan renk olduğundan bilinenin aksine gözü yorar. Kırmızı ve tonları da gözü yorar. Öyleyse çalışma odasının rengi yeşil ve mavinin açık tenleri olabilir; ya da krem, fildişi gibi daha açık renklerle çalışma odası boyanabilir. Siyah ve daha koyu renkler insanı bunaltabilir. Çok renkli veya karışık renklendirme yapılmış ortamlar da insan dikkatini dağıtabilir.
  • Ders çalışma odası sadece ders çalışmak için kullanılmalıdır. Öğrenci o odaya girdiğinde doğal olarak ders çalışmaya aklına getirmeli, ders çalışmaya vücut kendisini uyarmalıdır.
Bütün bunların yanında, başarılı bir öğrenci her ortamda çalışmayı öğrenmelidir. Teneffüs arasında, kütüphanede, gürültülü ortamda, bahçede, parkta, durakta otobüs beklerken, otobüste yolculuk yaparken hep boş vaktini değerlendirmenin yollarını aramalıdır.

Dikkat Eksikliği Ve Yoğunlaşamama Problemleri

Dikkat Eksikliği Sendromu olan çocukların çoğunda, okula başlamadan önce sendromun belirtileri fark edilmez. Bir çocuğun, dürtüsel davranışları, dikkatini toplayamaması ya da hiperaktif davranışları sınıfta huzuru bozduğu ve öğrenmeyi engellediği için dikkat çeker.. Doğal olarak öğretmenlerden teşhis koymaları beklenemez ancak öğretmen çocuğun bir uzman tarafından test edilmesini önerebilir. Özel öğretme yöntemleri ise teşhisin konulmasından önce bile yararlı olacaktır. Bir uzmana gösterilmesi tavsiye edilen çocukların, sınıfta ders dinlemekte zorlanıyor ya da sinıfta neler olup bittiğinin farkında değilmişçesine davranışlar sergiliyor olması gerekir. Bu çocuklar neyin önemli olduğuna karar veremez ve dikkatlerini yönlendiremezler. Diğer çocuklar bazı konulardan bir müddet sonra sıkılıp dikkatlerini toplayamazken, Dikkat Eksikliği olan çocuklar sürekli olarak dikkatlerini toplayamazlar. Bir işi bitirmeden bir başka işe başlar, harketlerinin doğuracağı sonuçları önceden düşünemezler. Özetle Dikkat Eksikliği olan bir çocuk, yaşına göre değil daha küçük yaşta bir çocuğun davranacağı gibi davranır.


Dikkat Eksikliği Sendromu olan çocukların çoğu hiperaktif davranışlar sergiler; yerinde oturamaz ve sürekli hareket halindedir. Sıralarını bekleyemez ve söz almadan konuşmaya başlarlar. Bu hareketler değişik ortamlarda ve değişik konularda aynı sürekliliği gösterir ve çocuğun öğrenmesini ciddi boyutlarda engeller. Eğer öğrencinizde Dikkat Eksikliği Sendromu ya da başka bir öğrenme sorunu gözlemlerseniz, öğrencinizin davranışlarını -tamamlayamadığı ödevleri, yerinden ne sıklıkla kalktığı gibi...- kağıda dökmenizde büyük yarar vardır. Öğrencinizin sorunları tartışmak üzere anne babası ile görüşmeli ve fikir alışverişinde bulunmalısınız. Çocuğun davranışlarını etkileyen başka etmenler varsa bunları en iyi öğrenebileceğiniz kaynak anne babadır. Çocuklardaki dikkat eksikliği zamanında giderilebilecek başarıyı etkileyen bir problem olup, anne ve babalar tarafından zamanında teşhis edilmesi önemlidir. Problem kaynağının ne olduğunu tam olarak belirlediğinizde tedavisi de daha kolay olacaktır. Bu nedenle zamanında, öğrenciyi sıkıştırmadan dikkatini toplayacak etkinlik çalışmaları ile bu sorunun üstesinden kolayca gelebilirsiniz. 

Dikkat eksikliğini gidermek için bir kaç öneriyi sizinle paylaşalım.
  • Çocuğunuzun bol bol kitap okumasını ve okduklarını anlatmasını isteyiniz.
  • Bir kitap okuduktan sonra kitap içerisinden ayrıntılı bilgiler içeren sorular sorunuz.
  • Beraber film izlerken bir ayrıntıya dikkat edip etmediğini sorunuz.
  • Çocuğunuzun satranç, dama gibi oyunları oynamasına teşvik ediniz.
  • Çocuğunuza okula gidip gelirken yaşadıklarını ve gördüklerini sorunuz, bunları size ayrıntısıyla anlatmasını isteyiniz.
  • Sayı sayma egzersizleri yapınız. Bunun için ileriye ve geriye doğru ritmik saymalar yapınız.
  • Gözlerini bir resime odaklayıp o resimin bir benzerini çizdirmeye çalışınız.
  • İki resim arasında fark bulma bulmacalarını çözmeye çalışınız.
  • Sayı bulmacaları sudoku gibi bulmacaları çözdürünüz.
  • Sakin bir şekilde 15-20 dk masa başında birşeylerle ilgilenmesini teşvik ediniz.
Unutmayın! dikkat eksikliği çok aşırı derecede büyütülecek bir sorun olmamasına rağmen, başarıyı önemli oranda etkileyen bir problem olarak görülmeli ve bazı etkinlik çalışmaları ile dikkat eksikliği probleminin üstesinden gelinerek çözüm yolları aranmalıdır.

Dikkat eksikliği ile ilgili olarak aşağıda yazı yı da paylaşmak yerinde olacaktır. 
Öğrencilerimizin en fazla şikayetçi oldukları konulardan biri da ders çalışmaya ”yoğunlaşamamak”tır. Konsantre olmadan çalışma başında harcanan saatler, öğrenme adına kişiye pek bir fayda getirmezken; kişinin kendini vererek yaptığı bir saatlik çalışma, çok verimli olur. Konsantrasyon verimli çalışmanın anahtarıdır. Konsantre olmadan çalışma başında harcanan saatler, öğrenme adına kişiye pek bir fayda getirmezken; kişinin kendini vererek yaptığı bir saatlik çalışma, önemli bir konunun anlaşılmasını sağlayabilir. Peki verimli bir çalışmanın gerekli ön şartlarından olan konsantrasyonu sağlamak için neler yapılabilir?


Uzmanlar, çalışmaya yoğunlaşmak amacıyla kişinin iradesine yardımcı olmak için alınabilecek tedbirler arasında şunları saymaktalar:
  • Çok istenen ve gerçekleştirilebilir bir hedef belirlemek,
  • Hedefe yönelik uygulanabilir ve gerçekçi bir plân yapmak,
  • Çalışmayı hatırlatacak ortamlarda bulunmak,
  • Zihnin açık olduğu saatleri değerlendirmek,
  • Çalışkan arkadaşlarla grup çalışması yapmak,
  • Yapılan işi sevmeye çalışmak,
  • Çalışmayı engelleyici endişelerin üzerine gidip onları yenmek,
  • Uykuyu hatırlatacak ortamlardan uzak durmak,
  • Ders çalışırken televizyon, bilgisayar, telefon ve müzik setinden uzak durmak,
  • Sadece bir iş yapmak, aynı anda bir çok işi bir arada yapmaktan kaçınmak,
  • Düzenli ortamlarda, gerekli araç-gereci temin ettikten sonra çalışmak,
  • Ara vererek ders çalışmak,
  • Aynı türden dersleri peş peşine çalışmaktan kaçınmak,
  • Derslerin arasında farklı etkinlikler yaparak zihni derse hazırlamak,
  • Doğal sayılabilecek gürültülerden etkilenmemeye alışmak,
  • Ulaşılması hayal edilen hedefi hatırdan çıkarmamak... 

Çalışmanın başındaki eşik enerji harcanınca kişi, ders çalışmaya yoğunlaşacak ve yaptığı çalışmalardan zevk alır hale gelecektir. Zevk alınarak yapılan çalışmalar verimli olur. Bu sonuca ulaşmak doğaldır ki birden olmaz ve az çok bir gayret gerektirir. Yeter ki belirlenen hedefe ulaşmak konusunda azimli ve istekli olunsun...
Adil MAVİŞ

Sınav kaygısını Yenebilmek

Sınav kaygısı, öğrencinin sınav anında potansiyeli tam olarak kullanamamasıdır. Öğrenciler sınav anında olumsuz iç konuşmalarla kendilerini etkiler ve düşünülen bu olumsuz konuların doğruluğuna inanırlar. Bunun sonucu öğrenci çalışmasının karşılığını alamamaktadır.Kaygı, insan davranışını yönlendiren motive eden bir özelliğe sahiptir. Ancak aşırı düzeyde yaşanması bizi engellemektedir. Kaygı ile baş etme derken, sınav durumlarında aşırı bir rahatlık ve gevşeme kesinlikle kast edilmemektedir. Sınavlar sonrasında bir konu ile bilgilerimizin değerlendirilmesi söz konusudur. Sınavlar öğrencinin kişiliğini yada genel anlamda başarılı yada başarısız olduğunu değerlendirmez. Sınavda göstereceğiniz performansa göre kendiniz için saptamış olduğunuz amaçlara ya hemen ulaşmanız yada bir başka sefere ertelemeniz söz konusudur. Bu açıdan bakıldığında performansınızı elinizden geldiğince az hata ile tamamlamak istemekte bunun içinde belli bir düzeyde kaygı yaşamak son derece doğaldır. Önemli olan kaygı düzeyinin sizin performansınızı olumsuz yönde etkileyecek yerlere gelmemesidir.

Herhangi bir duygunun oluşmasında, üç ana boyut vardır; Bunlardan ilki, dış çevremizde oluşan olaylardır.Örneğin, birinden hediye aldığımızda mutlu oluruz, Yakınlarımızı kaybettiğimizde üzülürüz, karanlıkta biri karşımıza çıkarsa korkarız, sınavlar sırasında heyecanlanırız.İkinci boyut, fizyolojik tepkilerimizdir. Örneğin, kalp atışlarında artış, midemizin sıkışması gibi.Son boyut ise dış olaylarla ilgili geliştirmiş olduğumuz inançlarımız olaylara yüklediğimiz anlamlar, özetle kafamızın içinde yaptığımız monologlar yada iç konuşmalardır.Sınav heyecanında kendiliğinden ortaya çıkan bizim elimizde olamayan bir şey değildir. Kendimizi heyecanlı hissetmemize yol açan bizim kendi düşüncelerimizdir. Düşüncelerimizin kaynağı da bizdedir.


Düşünceyi biz başlatır biz bitiririz. Bizim dışımızda hiç bir olay bizi şu veya bu şekilde düşünmeye yönlendirme gücüne sahip değildir. Sınav öncesinde kendimize bu sınavı başaracağım dersek başarmamız daha kolay olur. Ama yapmayacağım, başaramayacağım gibi olumsuz düşünceleri aklımızdan geçirirsek, bu bizim sınavda başarısız olmamıza yol açar.Sınava başlamadan kısa bir süre önce hissedilen duygu hali genellikle heyecandır. Beyin bir süre sonra karşılaşacağı soruları yanıtlayabilmek ve gerekli olan beyin fonksiyonlarını yerine getirebilmek için hazırlık aşamasındadır. Önemli olan bu doğal sürecin kaygıya ve paniğe dönüştürülmemesi, algılama, anlama, yorumlama, hatırlama gibi bilinçsel etkinliklerin olumsuz yönde etkilenmemesidir. Öğrenciler kimi zaman bu doğal süreçten "Eyvah kaygılanıyorum, bildiklerimi unutacağım, şimdi heyecandan elim ayağıma dolaşacak" gibi iç konuşmalarla olumsuz yönde etkilenebilmektedirler. Hatta kaygılanmamak için yeni kaygılar üretebilmektedirler. Bu koşullar altında birey etkili ve verimli düşünemediği algılama, hatırlama becerilerinin de istediği düzeyde kullanamamaktadır.

Tekrar hatırlatılması gerekirse aslında sizi sınav esnasında heyecanlandıran bu tür düşünceler veren iç konuşmalardır. Sınava başlamadan kısa bir süre önce heyecanlanmaya başladığınızı fark ettiğinizde, bunu diğer tüm öğrenciler gibi sizinde yaşadığınızı, bunun doğal olduğunu ve hatta sınavda başarılı olabilmek için bu heyecanın gerekli olduğunu kendinize söyleyin. Örneğin, sınavdan önce kendi kendinize sınavda başarılı olacağım, sınav esnasında rahat olacağım, soruları dikkatli okuyacağım, sınavdan sonra sınav kötü bile geçse bir dahaki sefere daha iyi çalışırım gibi şeyler söyleyebilirsiniz.

Aşağıda yer alan makale de aynı konu üzerinde yapılan araştırma sonuçlarından derlenerek hazırlanmıştır. Bilgi vermesi açısından okunabilir. 

Columbia Üniversitesi Teachers College a (Eğitim Fakültesi) göre herhalde Amerikalı öğrenciler dünyanın en fazla test alan öğrencileridir. Bu öğrenciler her yıl 100 milyondan fazla standart test almaktalar. Bu testlerin sonuçları eğitimciler, veliler, okul yöneticileri ve kamu oyu tarafından çok ciddiye alınmakta çünkü test sonuçları okul ve öğretmen başarısını göstermekte ve bir çocuğun gelecekte girebileceği okulları belirleyebilmekte. Teksas'lı yuva ve birinci sınıf öğretmeni Charlotte Sassman a göre test sonuçları en ince detaylara kadar inceleniyor ve gazetelerde yayınlanıyor. Böylece örnek okullar öne çıkarılıyor. Velilere düşen ise evlerini satıp en iyi test sonuçları bulunan okul ve mahallelere yakın yerlerde ev almak. Tabii bütün bunların stresi öğrencilerin üzerinde hissedilmekte. Testlere hazır en iyi öğrenciler bile stresi yaşıyor. Test olacağı haberi geldiğinde terlemeye başlıyor..mide kramplarıyla savaşmak zorunda kalıyorlar.

New Jersey de bir okulun hemşiresi test endişesinin öğrencinin sınavdaki performansının ciddi şekilde etkileyecek boyutlarda olabildiğini belirtiyor. Peki bu standart testleri bu kadar stresli yapan nedir? Öncelikle testlerin veriliş biçimi. Test süresi çok kesin olarak belirleniyor, sınav yönergeleri genellikle çok karışık ve kurallar esnek değil. Çoğu öğretmen ve öğrenci için bu durum normal olarak sınıflarındaki gerçekten çok farklı. Hatta sınıftaki oturma düzeni bile bu sınavlar için değiştiriliyor.
Bu sınavlarda öğretmenler doğal olarak yaptıkları gibi öğrencilerine yardım edemiyorlar ya da eğer gerekiyorsa sınav süresini uzatamıyorlar. 


Aşağıda bu stresli ortamı öğretmenlerin bazı davranışlarıyla nasıl yumuşatabileceklerini göreceğiz: Pozitif bir atmosfer oluşturun. Tamam kendinizi kaybetmeyin..bu sadece bir test ile ciddi olarak yapabileceğinizin en iyisini yapın arasında bir orta nokta tutturmaya çalışın. 
Öğrencilerle sınav öncesinde konuşarak onların endişelerini seslendirmelerine yardımcı olun.
Testi korkarak beklemelerine engel olun. Yeni kalemler verin, küçük ödüller düşünün..
İyi öğrenciler için test bir kendini gösterme aracı olabilir. Yalnız burada dikkat edilmesi gereken standart testlerin öğrenci ile ilgili her şeyi ölçmemesi.
Zaman yönetimi uygulayın. Yıl içersinde zamanı sınırlı tuttuğunuz testlerle öğrencilerin pratik yapmasını sağlayın.
Velileri işin içine sokun. Testten önce eve bir mektup gönderin ve hangi testin hangi amaçla ne zaman verileceğini söyleyin. Veliler genellikle çocuklarının test performansları ile ilgili olarak endişe duyarlar ve bu endişeleri çocuklarına yansır. Velilere sadece sınav başarısı için değil bütün yıl boyunca çocuklarına destek olmalarını önerin. ABD de yapılan bir araştırma sekizinci sınıf standart matematik sınav sonuçlarındaki farkın % 90 ının üç faktöre bağlı olduğunu göstermiştir. Bunlar; velilerin etkisiyle okula devam, evde okunan kitaplar ve kontrollu televizyon izleme. Aslında bunların kontrolu bütün yılın başarısını etkilemekte.
Son olarak kendinize yönelik olarak neler yapabilirsiniz? Öğrencilerin sınav endişesi bulaşıcı olabilir. Ayrıca öğretmenlerin kendileri de bir yerde test sonuçları kendi başarılarını da yansıtacağı için endişe duyuyor olabilirler. Ama öğretmenler rahat olursa öğrencileri de rahatlatabilirler.
(Kaynak: Donna L. Clovis, Instructor Dergisi)

Öğrencilerden ipuçları.
Önce bildiğim soruları cevaplarım ve hemen cevaplayamadıklarımı sonraya bırakırım
Sınava başlarken öğretmenimi dikkatle dinlerim ve bütün yönergeleri dikkatlice okurum. Bu sayede aptalca hatalar yapmam
Doğru cevabı hemen bildiğimi düşünsem de diğer cevap seçeneklerini de okurum
Eğer erken bitirirsem cevap anahtarını dikkatlice gözden geçiririm, sorulara iki doğru cevap işaretlemediğimden emin olurum.


Matematik korkusundan nasıl kurtulabilirsiniz?

Değişen ve hızla gelişen dünyamızda, genellikle öğrencilere sevilmeyen bir disiplin olarak görülen Matematiğin önemi ve yeri giderek artmaktadır.Matematiğin sözlük anlamı; "biçim, sayı ve çoklukların yapılarını, özelliklerini ve aralarındaki ilişkilerini us bilim yoluyla inceleyen ve sayı bilgisi, cebir, uzay bilim gibi dallara ayrılan bilim" olarak tanımlanmaktadır. Matematiğin ne olduğunu açıklamak, onun özelliklerini ve öğelerini belirtmekle mümkündür. Matematiğin öğeleri ise, sezgi, mantık, çözümleme, genellik, yapı kurma, bireysellik ve estetikten oluşur. Bu özellik ve öğelere dayalı olarak şunu belirtebiliriz. Matematik, yeni bilgilerin elde edilmesi, elde edilen bilgilerin açıklanması, denetlenmesi ve sonraki kuşaklara aktarılmasında yer ve zamana bağlı olmayan güvenilir bir araçtır.


Bir Düşünce biçimi ve evrensel bir dil olan matematik günümüzün gelişen dünyasında birey, toplum, teknoloji ve bilim için vazgeçilmez bir alandır. Günlük yaşamda, meslek ve işte gerekli olan çözümleyebilme, iletişim kurabilme, genelleştirme yapabilme, yaratıcı ve bağımsız düşünebilme gibi üst düzey davranışları geliştiren bir alan olarak matematiğin öğrenilmesi kaçınılmazdır.Günümüz toplumunun, sorunların üstesinden gelebilecek, problem çözebilecek bireylere gereksinmesi vardır. Matematik öğretiminin her aşamasında matematik öğretiminin amaçları ve öğretimde kullanılacak genel ilkeler göz önünde bulundurulmalıdır. matematik her biri üzerine kurularak gelişen bir alan olduğundan, ön öğrenmelerin önemi büyüktür. Ayrıca, matematik öğretiminde duyuşsal özellikler dikkate alınmalı ve öğrencilerin matematiğe ve matematik dersine karşı olumlu tutumlar geliştirmelerine yardımcı olunmalıdır. Planlı öğretimin tüm ilkelerine matematik öğretiminde de uyulmalıdır.

Matematiğin kendi değeri yanında, kimya, fizik ve dolayısıyla mühendislik ve askerlik gibi pratik alanlara ve bilhassa son zamanlarda ekonomi, biyoloji ve hatta sosyal bilimlere yardımı hızla arttığından, bu bilim her millet için hayati bir önem kazanmıştırÖncelikle matematiksel geçmişinizi tespit edin İşlem kabiliyetiniz yetersiz ise matematiğin temel konularını çalışmakla işe başlayabilirsiniz. İşlem kabiliyeti, matematiğin ABC’si gibidir. Nasıl ki harfleri bilmeden okuma-yazma öğrenemezseniz; işlem yapmayı bilmeden matematiğin diğer konularını öğrenmeniz mümkün değildir. Eğer işlem kabiliyetiniz düşük ise ders çalışmaya dört işlem, rasyonel sayılar ve işlemler, köklü ve üslü ifadeler, çarpanlara ayırma, özdeşikler konularıyla başlayabilirsiniz. İlköğretim öğrencileri özellikle dört işlem kabiliyetini (toplama, çıkarma, bölme, çarpma) çok iyi edinmiş olmalıdır. 

İşlem kabiliyetiniz iyi, fakat konuları anlamakta güçlük çekiyorsanız; ders çalışırken konuları kavramaya daha fazla vakit ayırmalısınız. Özellikle matematiğin en güç alanı çeşitli problem tiplerini birbirinden ayırt edebilmektir. Yani hangi problem nasıl çözülür? Bu ayırımı yapabilme seviyesine gelene kadar konu çalışmasına devam edin. Birçok matematik kitabının sonunda konu tekrar problemleri vardır. Her konunun sonundan bir problem seçerek, bu problemler arasındaki farklılıkları not edin. Her problemin çözümü için yapmanız gereken, ilk basamağı yazın. Mesela; OBEB ile OKEK problemleri arasındaki fark nedir? Yaş problemleri ile işçi problemlerini nasıl ayırt ederim ve her biri için işleme nasıl başlarım gibi. Güçlük çektiğiniz konuları asla atlamayın. Onları iyice öğrenmeden yeni konuya geçmeyin. Örnek problemleri işlem basamaklarını iyice kavrayana kadar tekrar tekrar çözün. Bunun vakit alacağını da aklınızdan çıkarmayın. 

İşlem kabiliyetiniz iyi, konuları anlıyor fakat çok hata yapıyorsanız; konu çalışmasından çok pratik yapmaya zaman ayırmalısınız. Bir konuda kendinizden emin olana kadar çok örnek çözün. Problem çözerken yanınızda bir saat bulundurun ve bir müddet sonra gittikçe kısalan sürelerde problemi çözüp çözemediğinizi kontrol edin. Konuları küçük parçalara ayırın ve basit örneklerden zor örneklere doğru ilerleyin Matematik dersinde elde edeceğiniz başarılar, geçmiş olumsuz deneyimlerinizin izini silecek, gelecek öğrenmeleriniz için yol açacaktır. Bunun için eksiklerinizi bir an önce telafi etmeye başlayın. Basit konuları çok iyi anlayana ve problem çözümünde yeterince otomatikleşinceye kadar soru çözmeye devam edin.

Olumsuz iç konuşmalara son verin. ‘Bunu asla anlayamam, bu problemi çözmem imkansız, başaramayacağım’ gibi içinizde sürekli tekrarlanan iç konuşmalarınıza kulak vermeyin. Olumsuz iç konuşmaların insana hiçbir faydası yoktur. Bu konuşmalardan kurtulmak için şu yöntemi kullanabilirsiniz: Olumsuz iç konuşmalarınız başladığı zaman gözlerinizi kapatın ve konuşan sesi bir hoparlör gibi düşünün. Şimdi bu sesi (hoparlörü) öne çağırın gelsin. Ne diyor? Bu sese ihtiyacınız var mı? Size bir faydası var mı? Eğer cevabınız olumsuz ise o hoparlörün sesini kısın, artık hiçbir şey söyleyemesin. Ya da o sesi kaale almadığınız biri karşınızda konuşuyormuş gibi düşünün. 
http://blog.milliyet.com.tr/kim-korkar-matematikten-/Blog/?BlogNo=202799

Matematik dersine nasıl çalışılır?
1- İhtiyaç duyduğunuzda öğretmeninizden ya da bilen bir kişiden yardım isteyin. Yapamadığınız soruların yanına bir işaret koyun. Ev ödevlerinde yapamadığınız soruları atlamayın. En kısa zamanda bu soruların çözümlerini bilen birinden öğrenin.
2- Sadece öğretmeni izleyerek konuyu anlayamayacağınızı unutmayın. Mümkün olduğunca kendiniz çok fazla örnek çözün.
3- Kuralları, formülleri, işlem basamaklarını küçük kartlara yazın. Bu kartlardan birini rastgele çekerek kural veya formül hakkında neler bildiğinizi kontrol edin. Bunu arkadaşlarınızla ya da aile fertlerinizle bir oyun haline getirebilirsiniz
4- Bir arkadaşınızla birlikte çalışın. Araştırmalar, grupla çalışan kişilerin yalnız çalışanlara göre daha iyi performans gösterdiklerini ispatlamıştır. Zaman zaman birbirinizin işlemlerini kontrol edin.
5- Konunun başlığını muhakkak yazın. Eve geldiğiniz zaman ödev yapmaya başlamadan önce defterinizdeki başlığı renkli bir kalemle çizin. Bu sizin ne yaptığınızı görmenize yardımcı olacaktır.
6- İşlem yaparken her basamağın yanına ne yaptığınızı kendi kelimelerinizle tekrar not edin.

Matematikte nasıl başarılı olunur?
Her şeyden önce şunu unutmayalım ki matematik, sanıldığı gibi zor bir ders değildir. Çeşitli nedenlerle bu derse karşı soğuyan öğrencilerimiz, peşin bir hükümle kendi kendilerine engel olmaktadırlar. Öğrenmenin ilk aşaması olarak ön yargılardan kurtulmak gerekir. Başaracağınıza inanmadığınız bir şeyi başaramazsınız. Bunun tersi olarak da başaracağınıza inandığınız bir şeyi de mutlaka başarırsınız. Yani olumlu düşünün. Matematik gerçekten zor bir ders olsa bile – ki gerçekte kolay bir derstir - başarabileceğinize kendinizi inandırırsanız bu işi halledersiniz. Öğrenmenin ikinci aşaması kişinin bilmediğini fark etmesidir. Bunun için de öncelikle matematikte durumunuzun ne olduğunu belirlemelisiniz. Şimdi bazı ölçüler verebiliriz:

"Okulda matematikte çok başarılıyım, fakat testlerde başarısız oluyorum." diyorsanız öncelikle sınav sisteminin okuldan çok farklı olduğunu bilmelisiniz. Okulda işlenen konular sınavlardaki soruların temelini oluşturmaktadır. Şayet sizler sadece okul dersleriyle yetinir başka bir çalışma yapmazsanız sınavlarda başarılı olma ihtimaliniz çok düşüktür. Çünkü, okulda öğrenilen konularla test sorularını kısa bir sürede çözmek çok zordur. Peki ne yapılabilir? Okulda konular çok iyi öğrenilmeli, Dershaneye gidiyorsanız konuları çok iyi takip etmeli, gitmiyorsanız evde ilköğretim 6. sınıftan itibaren olan bütün konuları sırayla çalışılmalısınız. Çünkü sınavlarda ilköğretim 6., 7. ve 8. sınıfın konularından soru gelmektedir.

Test tekniğini öğrenmek için bol bol test sorusu çözün. Belli aralıklarla deneme sınavı çözün ve başka öğrencilerin de girdiği deneme sınavlarına girin ve durumunuzu değerlendirin. "İşlem kabiliyetim az ve konuları anlayamıyorum."diyenlere ilk tavsiyemiz, ilk konudan itibaren kolay, zor demeden bütün konuları sırasıyla çalışmalarıdır. Nasıl ki alfabenin harflerini bilmeyen kişi okuyamaz, yazamaz; matematiğin temel kurallarını bilmeyen öğrenci de matematik konularını anlayamaz, anlayamadığı için de soruları çözemez. Öyleyse anlamadığınız bir kareköklü sayılar konusunun problemi o konudan kaynaklanmayabilir. Belki de daha önce öğrenmeniz gereken, fakat tam anlamıyla öğrenemediğiniz bir konudan (üslü sayılar gibi) kaynaklanabilir. Bu durumda konular birbirinin devamı olduğundan ve birbirini tamamladığından mutlaka her konu iyice anlaşıldıktan sonra bir diğer konuya geçilmelidir. Şu unutulmamalıdır ki temeli sağlam olmayan bina en küçük etkilerde bile yıkılabilir.


"İşlem kabiliyetim iyi; fakat konulara yabancıyım." diyen öğrencilerimize ilk tavsiyemiz bilgi eksiği olan konuları tam olarak öğrenmeleridir. İşlem kabiliyetinizin iyi olması, matematik konularını öğrenebileceğinizi gösterir. Vakit geçirmeden yapacağınız çalışma, hiç bilmediğiniz konuları çalışmak yerine, bilgi eksikliğiniz olan konuları tam anlamıyla çalışıp öğrenmenizdir.

"Konuları anlıyorum; fakat işlem kabiliyetim az ." şeklinde durumunu tarif eden öğrencilerimize ilk tavsiyemiz bol bol soru çözmeleridir. Konuları anlayabilmeniz, alt yapınızın o konuyu öğrenmeye yeterli olduğunu gösterir. İşlem kabiliyetinin az oluşu yeterli düzeyde soru çözmemenizden kaynaklanmaktadır. İşlem kabiliyetinizi geliştirmenizin en güzel yolu da bol bol soru çözmektir. Bu sayede hem konuları pekiştirmiş hem de işlem hızı kazanmış olursunuz. Burada dikkat edilecek husus, yapılamayan sorular karşısında karamsarlığa düşüp de soru çözmeyi bırakmamaktır. Yapılacak iş, takıldığınız yerde bir bilene sormak olmalıdır.

Neden matematik öğreniyoruz? 
Konuştuğunuz herkesin matematikle ilgili söyleyecek bir şeyleri vardır. Bazı insanlar matematiği sever, kimileri ise pek hoşlanmaz. Bazı öğrencilere göre matematik birçok kural ve formülden oluşan bir derstir. Kimine göre ise, matematik hayatın içindedir. Alışverişte bir şey satın alacağımız zaman, yemek yaparken kullanacağımız malzemenin ölçüsünü ayarlarken, ya da bir bina inşa ederken, yani sık sık kullandığımız bir şeydir. Öyleyse matematik sadece sayılardan ibaret bir ders midir? Elbette sayıların önemi tartışılmaz; fakat matematik aynı zamanda, ilişkileri görmeyi, sebeb-sonuç ilişkisini kurabilmeyi, okuma ve yazmayı, tabloları, resimleri, grafikleri yorumlayıp kullanabilmeyi içerir. Bulmaca çözmek, gazete okumak gibi gündelik faaliyetlerimiz aynı zamanda bizim için birer matematik alıştırmasıdır. 

Matematik sınavında heyecanlanıyorum Ders zamanı ayaklarım geri geri gidiyor. Tahtaya kalkmak benim için bir kâbus Konular daha zorlaşacak mı? Matematik kaygısı! “Matematik dersine gireceğim zaman ayaklarım geri geri gidiyor. Derste tahtaya kalkmak benim için bir kabus. Derste soru sormaya çekiniyorum. Şimdi bazı işlemleri anlayabiliyorum ama ileride konuların daha zorlaşacağından endişeleniyorum. En fazla matematik sınavına gireceğim zaman heyecanlanıyorum. Sınava nasıl hazırlanacağımı bilmiyorum. Derste konuları anlıyorum; ama eve geldiğimde, sanki hiç sınıfta bulunmamışım gibiyim. Matematik dersinden kalmaktan korkuyorum.” Yukarıdaki ifadeler sizden bir şeyler barındırıyorsa, matematik kaygısı taşıyor olabilirsiniz. Matematik kaygısı, matematik dersine karşı duyulan duygusal bir tepkidir. Geçmişte yaşanmış olumsuz ve deneyimlerden kaynaklanır. Bu, ileriki öğrenmeleri de engeller. (Der Spiegel, 50/2004 / Bilimteknik)


Aşağıdaki köşe yazısının da matematik öğrenme güçlüğü ve matematik kaygıları üzerine fikir vermesi bakımından incelemesi ve Dünya ülkeleri ile Türkiye'deki matematik öğrenme çabalarının kıyaslanması hakkında bilgi vermesi açısından okunması yararlı olacaktır.

Matematik, endüstrileşmiş toplumun hemen hemen her ürününde var. Hiçbir gökdelen, hiçbir cep telefonu veya antibiyotik matematik olmadan geliştirilemezdi. Gündelik yaşamda ne kadar çok matematik bilgisi varsa bunları kullanmak için o kadar az matematik bilgisi gerekiyor. Avrupa genelinde yüz binlerce öğrenci OECD adına uluslararası bir uzman ekibi tarafından hazırlanan “Programme for International Student Assessment”ın soru formlarını doldurdu. Araştırma daha çok öğrencilerin matematik kabiliyetini ölçmeye dayanıyordu. Türkiye 40 ülke arasında matematikte 33. sırada, okumada 33. sıra ve tabiat bilimlerinde 35. sırada kaldı. Matematik soruları, ezbere dayanmayan problemlerden oluşuyordu. Öğrencilerden formüllerle uğraşmak yerine matematiğin dünyada oynadığı rolünü kavrayarak, mantıklı bir şekilde uygulamaları istendi. Gündelik yaşamdaki soruların matematik diline çevrilmesi eğitimciler tarafından dilimize aşağı yukarı ‘matematik okuryazarlığı’ olarak çevrilebilecek, “Matematical Literacy” olarak adlandırılmakta. Başarılı Pisa öğrencileri her test sorusu için uygun formülü aramak zorunda olmasalar da, soruyu çok iyi anlamak zorundadırlar. 

Türkiye’yi diğer ülkelerden ayıran bir özellik, okul türleri arasındaki farklılıkların en büyük olduğu ülke olmasıdır. Japonyanın özellikle de matematikte hep üst sıralarda yer alması, durmadan çalışmayı gerektiren acımasız bir sisteme bağlanıyordu. Tokyo’daki Suginami İlköğretim Okulu’nda yapılan bir ziyaret ilk başta bu önyargıyı kanıtlıyor gibi. Matematik dersi matematik sorularının sınıfça toplu halde çözülmesiyle başlıyor. Bir öğrenci, örneğin 36 x 8 eşittir 288 dediğinde, dördüncü sınıfın geriye kalan tüm öğrencileri “doğru” diye yanıt veriyorlar. Öğretmen Yasuho Arita sırayla herkesi kaldırıyor ve en sonunda tüm öğrenciler aynı soruları kendi kendilerine çözüyorlar ve Arita öğrencilerin başında kronometreyle bekliyor. Hesap alıştırmaları bittikten sonra Arita’nın “ilginç matematik” dediği başlıyor. Öğretmen tahtaya köşeli bir insan çiziyor. Öğrenciler bu figürü yap boz parçalarına benzeyen Tangram taşlarıyla biçimlendiriyorlar. Ve birdenbire Japonya’daki matematik dersinin sanıldığı gibi sadece katı kurallarla işlemediği ortaya çıkıyor.


Arita, gayet cazip yöntemlerle öğrencileri matematiğe özendirmekte. Ona göre tek başına mekanik alıştırma, zorlu matematik problemlerini çözme hevesini söndürmekten başka hiçbir işe yaramaz. ‘Burada kişisel çaba gerekli.’ diyor Arita... Japon okullarındaki diğer önemli bir konu da problemlerin herkes tarafından tamamen anlaşılana dek sınıfça o problem üzerinde çalışılması. Anlaşıldığı üzere Japon öğrenciler toplu halde alıştırma yapma ve “ilginç matematik”le biçimlenen matematik dersinin yararlarını görüyorlar. Oysa ülkemizde diğer derslerde olduğu gibi matematik de büyük ölçüde formüllerin ezberlenmesine dayanır. “Müzik eğitimi alan bir öğrenciye yıllarca nota ezberletmeye benzeyen bu sistem, sanata, nefret duymaktan başka bir şey vermez.” diyor Enzensberger. Matematik korkutan bir ders olmamalı. Öğrencilerin sayılarla ilgili bilmece dünyasına olan meraklarını uyandırmak mümkün. Ve bu, sayılarla çevrili bir dünyada pek de şaşırtıcı olmasa gerek.
Çiğdem ALPARSLAN

En Çok Okunan Yazılar

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!