Kula kulluk edilmez

Sözlükte “esir, köle, uşak” anlamına gelen "kul" kelimesi, Türkçe bir kelime olup, Orhun Yazıtları’nda "esir ve köle" anlamında geçer. Osmanlı padişahlarındaki kullanımda, "halk, tebaa, hizmetkâr, sadık" gibi anlamlara gelir. Dîvânü lugāti’t-Türk’te "kul" kelimesine, Osmanlı kullanışına uygun olarak “tâbi, hizmetkâr, sadık” anlamları verilmiştir. Arapça ve diğer Sami dil ailesinde kul kelimesi, "abd" (ﻋﺒﺪ) şeklinde olup, “hür veya köle olan insan” anlamlarına gelir. Bazı kelimelerin mecazi olarak kullanımı, her ne kadar yaygınlık kazansa da itikadi açıdan uygun değildir. Kul kelimesi de kanaatimce sadece "Allah'a kul olmak" şeklinde, Allah'tan başka hiçbir varlığa has kılınamayacak kadar özel bir kelimedir. "Kul olmak" kelimesi, bazen çok sevilen kişiler için; "kulun kölen olayım" şeklinde sevgi-saygı amaçlı, bazen yüksek makamlar karşısında; "kulunuz" "bendeniz" şeklinde nezaket amaçlı, bazen de birini kendine hizmetçi kılmak manasında; "kapıma kul ederim" şeklinde tehdit amaçlı olarak, mecaza hamledilerek kullanılır. Benzer şekilde, tarihte Osmanlı padişahlarından nakledilen "kullarım" şeklindeki bir hitap tarzıyla da "köle, hizmetkar, asker" anlamlarında "kul" kelimesi kullanılmıştır. Bu kelimenin böyle mecaz ya da hakiki anlamıyla Allah'tan başka varlıklar için kullanılması, kanaatimce haddi aşan bir kullanımdır. O kadar kelime arasından "kul" kelimesinin seçilip kullanılması, nefsin kolayca kibre düşebilmesinin yolunu açması bakımından bana göre sıkıntılıdır. İşte bu yazıda "kul olmak" kelimesinin kullanımından yola çıkarak, "hiçbir mahluka kul veya köle olmadan yalnız Allah'a kul olunacağını" anlatmaya çalışacağım. 
Kuran-ı Kerim'de "abd" hitabı Muhammed ﷺ ve diğer peygamberler, cinler, melekler ve insanlar için kullanılmış ve tapınma manasındaki bir  kulluğun yalnızca Allah için olacağı, Kuran-ı Kerim'de net bir biçimde bildirilmiştir. "Allah’ı bırakıp tapındıklarınızın hepsi sizin gibi (yaratılmış) kullardır. Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi hemen onları çağırın da size cevap versinler." (A’raf Suresi, 194) ilahi hitabı ve “Allah’tan başkasına ibadet ve kulluk etmeyin. Doğrusu ben sizin adınıza elem dolu bir günün azabından korkuyorum.” (Hud Suresi, 26) ayeti, "kul" kelimesinin kullanımının da böyle bir vasıfa sahip olacağını akla getirir.
İnsan, yalnız Allah'a kul olur ve sadece O'na kulluk eder. Ancak Allah'a boyun eğerek gerçek manada huzur bulabilir. Allah'a itaat etmek ve O'nun emirlerini yerine getirmek, insanın hayatına bir anlam katar. Allah'a kul olmak; insanı doğruya, adalete ve hidayete yönlendirir. İnsanın gerçek huzuru bulması, Allah'a kul olmaktan geçer. Allah'a karşı sevgi ve itaat, insanın kalbini tatmin eder; manevi mertebeler elde etmesini, derecesinin yükselmesini sağlar. İnsan, yaratılış amacının bilincinde olmak zorundadır. İnsanın yaratılış gayesi, Allah'ı Rab olarak tanımak, sadece Allah'a ibadet etmek, daima Allah'a şükretmek ve O'nun rızasını kazanmaya çabalamaktır. İnsanın bütün varlığı ile Rabbine itaat etmesi ve O'nun rızasını kazanması için çaba göstermesi, bu dünyada varolmasının gereğidir.
Allah'ın kulları olarak insanlar, Allah'a itaatsizlik etmeden ve O'nun emirlerine eksiksiz uyarak yaşamaya gayret göstermelidir. İman, ibadet, takva ve güzel ahlak, insanın Allah'a kul olma sorumluluğunun temel unsurlarıdır. Allah'a kul olmak; insanın hayatında doğru yolu tercih etmesi, hidayete kavuşması, dünyada salih amel için hareket etmesi ve yaşamını Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla düzenlemesi anlamına gelir. İnsan, ancak Allah'a kul olur. O'nun emirlerine ve yasaklarına itaat eder. Yaratılmış hiçbir mahluk, ibadete layık değildir. İbadet ve kulluk ancak Allah'a yapılır. Nitekim Allah'ın kendilerine zenginlik, mal-mülk ve hakimiyet verdiği Karun, Haman, Firavun ve Nemrut gibi geçmişte ilahlık taslayan, mal ve servetleriyle böbürlenen sahte yeryüzü tanrıları; Allah yerine başka ilah arayışına giren buzağıyı tanrı edinen Samiri gibi daha pekçokları Allah'ın gazabı karşısında yok olup gitmişlerdir. "Karun'u, Firavun'u, Haman'ı da yok ettik. Andolsun ki, Musa, kendilerine apaçık belgeler getirmişti de onlar Yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Oysa azabımızdan kurtulamazlardı." (Ankebut Suresi, 39) Andolsun ki güç ve kuvvet ancak Allah'ındır.  İnsan, ancak Allah'a kul olursa gerçek anlamda özgürleşir ve huzura erer. İnsan yaratıcıya karşı kulluğunu kabul ettiği zaman, boyun eğip itaat ettiği zaman, dünyada hiçbir şeyden çekinmez, kimsenin önünde eğilmez. Bu durum da kişiye manevi bir huzur ve anlam katar. İnsan başka hiçbir varlığa kul olamaz, başka bir varlığın önünde eğilemez. Böylece Allah'ın emir ve yasaklarına uyarak hareket eden bir insan, ancak Allah'a kul olabilir. İnsanlar ister gönüllü olarak isterse de gönülsüz olarak davransın sonunda, "Göklerdeki ve yerdeki herkes Rahman’a kul olarak gelecektir." (Meryem Suresi, 93)
| | | Devamı... 0 yorum

Ticaretin Çürüyen vicdanı, "Kapitalizm Esnaflığı"

Ticaret, insanların ihtiyaçlarını karşılamak, gelir elde etmek veya kazanç sağlamak amacıyla mal ve hizmetlerin değiş tokuş edilmesi veya bir bedel karşılığında satılması sürecidir. Ticaret, sadece ekonomik bir faaliyet değil; aynı zamanda insanlar arasında kültür ve bilgi aktarımı ve toplumların birbiriyle etkileşim biçimidir. Ticaret, toplum ekonomisinin temel taşı olduğu kadar, insanların birbirine karşı güven ilişkilerinin inşa edildiği, ahlaki ve vicdani sorumlulukları taşıyan bir alandır. İslam’da ticaret; sadece kar amaçlı bir faaliyet değil aynı zamanda ahlâkî ve sosyal sorumluluk taşıyan, helal ve haram dairesi bulunan bir ibadet niteliğindedir. Yani Müslüman tüccar, sadece zenginleşmek için değil, toplumun refahına ve adaletine katkıda bulunmak, insanların ihtiyaçlarını temin ederek Allah'ın rızasını kazanmak, insanların huzur ve refahına katkıda bulunmak için ticaret yapar. Bu davranışlar, İslam'ın tüccara yüklediği ahlaki bir sorumluluktur. 
Ticaretin doğası gereği içerisinde para, servet, güç, ve menfaatler bulunur. Bu ticari ortamda ahlaki denge ve sorumluluklar kaybolduğunda, toplumsal düzende bozulma meydana gelerek ahlaki çöküntü ve huzursuzluklar oluşmaya başlar. Son yıllarda, ticaretin doğasında fıtri olarak bulunan bu ahlaki değerler giderek yok olmuş; aldatıcı reklamlar, düşük kaliteli ürünler, gramaj ve ölçü hileleri,  yüksek fiyat manipülasyonları, stok manipülasyonları, karaborsa, dolandırıcılık ve tağşiş gibi haksız kazanç elde etme yöntemleri giderek yayılmıştır. Ticaret ahlakının kaybolmaya başlamasıyla birlikte, insanlar arasında güven sorunları ortaya çıkmış ve ticaretin vicdanî sorumluluğu unutulduğundan, menfaat ve servet düşkünü insanlar topluma yayılmıştır. Bu durum yeni bir vakıa değildir. Tarihin her döneminde karşılaşılan bu tür ticari ahlaki çöküşlerin olması, toplumlarda vicdanları rahatsız etmiş ve toplum genelinde huzursuzluklara yol açmıştır. Geçmişte pek çok kavim, ticari menfaatlerin esiri oldukları için toplumsal kargaşa ve adaletsizlik sebebiyle yıkılıp gitmişlerdir. Fani dünyaya aldanan milletlerin hazin sonu maalesef böyledir. Günümüzde fırsatçı, sömürücü, çalışanı ezen, insanları aldatan, zengini daha zengin fakiri de perişan eden hileli ve bozguncu ticari davranışlarla dolu, paranın ilahlaştırıldığı ahlâksız kapitalist düzen, toplumları benzer bir tehlikeye doğru sürüklemeye başlamıştır. Tarih boyunca nice kavim ve toplumların ticaret ahlâkının bozulması nedeniyle uğradığı felaketler gibi, bugün de benzer bir tehlike ile karşılaşmış bulunuyoruz. İnsanlık bu gidişata dur demediği takdirde, toplumlar yalnızca ekonomik olarak sarsılmakla kalmayacak, ahlâkî ve sosyal bir çöküşle de yüzleşmek zorunda kalacaklardır.
 
Markette, pazarda, her türlü alışverişte sürekli karşılaştığımız bozuk ticaret ahlakı karşısında, toplum vicdanımızın sesini bu yazıda sizlerle paylaşmak istiyorum. Her geçen gün daha farklı şekillerde şahit olduğumuz ticari ahlak yoksunluğunu, örnekler eşliğinde izah ederek kapsamlı bir değerlendirme yapmak istiyorum. Burada anlatılan bozuk davranışlar, bir genelleme olmayıp dürüst esnaf ve tacirlerimizi konudan bağımsız tenzih ederek, kapitalist ahlak/sistem eleştirisi sunmaya çalışacağım.  Ticari ahlâkın hızla zedelenmeye başladığı, toplumsal ahlak ve vicdanın geri plana itildiği ve menfaat hırsının her şeyin önüne geçtiği bir çağda yaşıyoruz. Ne yazık ki, fırsatçılık, hilekârlık, sömürü ve adaletsizlik gibi davranışlar çağımızda yayılmış, toplumlar tarafından da yadırganması gerekirken normal görülerek kanıksanmıştır. Günümüzde aldatıcı reklamlar, düşük kaliteli ürünlerin yüksek fiyatlarla satılması, stok manipülasyonları ve tağşiş gibi ticaret ahlakı ile bağdaşmayan uygulamalar, özde kapitalizmi ve sömürü düzenini besleyen uygulamalardır. Bu haksız kazanç uygulamaları, maalesef giderek toplumumuzda yayılmakta ve böylece toplumun ahlaki çürümüşlüğü de böylece hızlanmaktadır. Haksız kazanç ve bozuk ticaret anlayışını belli başlıklar halinde zikrederek bu uygulamaları ticaretin çürüyen vicdanıyla beraber izah etmeye çalışalım: 
| | | Devamı... 1 yorum

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!