Medeniyet ve Umran

"Medeniyet mi umran mı tercihine bizi zorlayan iki şahsiyet var: İbn-i Haldun ve âmâ üstad Cemil Meriç. Meriç, medeniyet mevzuunda ibn-i Haldun’un umran kavramını savunur: “İslâm bu keşmekeşten asırlarca önce kurtulmuş. Medeniyet ve kültür tek kelimeyle ifade edilmiş: Umran.” “Haldun’un, umranı bir kavmin yaptıklarının ve yarattıklarının bütünü, içtimaî ve dînî düzen, âdetler ve inançlar” olarak târif ettiğini, umrana yüklediği mânanın medeniyet kavramından daha şümullü ve Avrupa'nın hiçbir zaman hiçbir kelimesiyle kucaklayamayacağı bir bütünlüğe sahip olduğunu söyler. Ona göre umran kelimesinde derinlik ve kuşatıcılık vardır. “Yalnızca bilgiyi değil irfânı ve bilgeliği de anlatır; şehri ve bâdiyeyi de (kır, çöl) içine alır. Umrandan habersizdik, medeniyete de ısınamadık. İnsanlığın tekâmül vetiresini ifade için kendimize lâyık bir kelime bulduk: Uygarlık. Mâzisiz, mûsikisiz bir hilkat garibesi. Umran'ı içtimaî hayatla karşılayabiliriz. Haldun için temeddün’le (medenileşme) umran farklıdır. Temeddün: Şehir medeniyeti. Umran, hem bedevîliği hem hadarîliği kucaklar.” Medeniyet kavramı yerine umranı tercih etmemelerinden dolayı Tanzimatçıları tenkid eder. Ahmet Cevdet Paşa'nın medeniyet târifini daha gerçekçi bulur, fakat tek kusuru umran gibi kucaklayıcı bir kelimeyi, medeniyet gibi müphem ve mâzisiz bir lafza feda etmesidir. Hemen belirtelim ki, Tanzimat’la başlayarak Birinci Dünya Savaşı yılları ve Cumhuriyet döneminde medeniyet kelimesine civilization, Batılılaşma, modernleşme gibi olumsuz mâna yükletildiği için medeniyet kavramı millet nezdinde Frenkleşme şeklinde anlaşılmıştır. Meriç’in, medeniyet kelimesi için kullandığı “müphem, mâzisiz…” ifadelerinin altında bu sebepler vardır. İslâmî mânasıyla “Medine” den neşet eden medeniyet tasavvurunu kastetmemektedir. 
“MEDENİYETİN, BATI’NIN EMELLERİNİ GÜZEL GÖSTERMEYE YARAYAN ÖRTÜ GİBİ GÖRÜLMESİ” Tanzimat’tan Meşrutiyet’e kadar aydınlar tarafından parlak bir müdafaaya rağmen medeniyet kelimesinin halk tarafından sevilmediğini ve şüpheyle bakıldığını, medeniyet kelimesinin Batı’nın gizli emellerini güzel göstermeye yarayan bir örtü gibi görüldüğünü, Avrupa'dan gelen her mefhum gibi “Garaz-ı nefsani” ve “Tek dişi kalmış canavar” olarak anlaşıldığını, halk şuurunda düşman bir Avrupa, sefahat ve fuhşiyattan şeklinde çağrışım yaptığını ifade eder. Bununla kalmaz; “Yeni tanıdıkları bir dünyanın şaşasıyla gözleri kamaşan hayalperest müstağribler için medeniyet bir teslimiyet ve temessüldür (başka bir şeye benzeme)” sözleriyle Batıcı aydınları zavallı taklitçiler olarak görür. Meriç’e göre, biz büyük bir medeniyetin çocuklarıyız. Utanılacak mâzisi olmayan, insanlığa büyük hizmetleri olmuş, çağlar kapatıp çağlar açmış bir medeniyetin çocuklarıyız. Fakat medeniyetimiz İslâmî duruşumuzdaki fetretten dolayı hâkimiyetini kaybetmiş ve Batı medeniyetinin tesiri altına girmiştir. Bu tesir kimilerini kendi medeniyetinden utanan ve reddeden bir mağlubiyet kimliğine sokmuştur. Suçu aydınlara yükler ve İslâm medeniyetinden yana olduğunu beyan eder: “Ama ne biz medeniyetimizi inkâr ettik, ne de Batılılar bizi asırlardır bildiklerinden farklı bildiler. Batıcılarımız, yâni müstağriblerimiz ne kadar medeniyet hüviyetimizi inkâr etse de Batılıların gözünde biz düşman bir medeniyetiz. Oysa bu medeniyet, tek başına ortaçağ karanlığını aydınlattı. Tarihte hiç bir insan topluluğu, İslâm inkılâbı, yâni medeniyeti kadar uzun bir hamle yapmadı. Bu medeniyet bir asırda okyanusları birbirine birleştirdi, çeşitli ırktan insanları birbirine kaynaştırdı, târihleri birbirleriyle hamur yaptı.” 
“İSLÂM KUVVETTEN DOĞMUŞ BİR MEDENİYET DEĞİL, MEDENİYETTEN DOĞMUŞ BİR KUVVETTİR” Ona göre, İslâm kuvvetten doğmuş bir medeniyet değil, medeniyetten doğmuş bir kuvvettir. O muhteşem medeniyetin gücü kaba kuvvet değildi. İrfandı, teşkilâttı, nizamdı. İslâm medeniyetinde ruh ile dimağ, fazilet ile terakki, mânevî kudretle maddî umran yan yan yanadır. İslâm’ın Semerkand’da, Buhara’da, Şam’da, Bağdat’ta, Konya’da, İstanbul’da, Kahire’de, hele Endülüs’te, Kurtuba’da meydana getirdiği medeniyetler ortaçağ karanlığı içindeki insanlığın ümidiydi. Bütün medeniyetler İslâm medeniyetine borçludur. Fatih’in Semaniye, Kanunî’nin Süleymaniye medreseleri medeniyetin şahitleriydi. Süleymaniye’nin kubbesi, Mohaç’tan daha muazzam bir zaferdi. Loncaları, kervansarayları, şifahâneleri ve sebilleriyle milleti yaşatan vakıf müessesesi başlı başına bir medeniyet harikasıydı ona göre. Medeniyet meselesinde safını belirlediği içindir ki İslâm medeniyetinin ulaştığı her yerde zulmü ortadan kaldırıp beldeleri, memleketleri umran ve adâletle şenlendirdiğini, Batı’nın seküler ve sömürgeci medeniyetinin Tanrı’yı öldürdükten sonra insanı da öldürdüğünü söyler. Vecdle tasvir ettiği medeniyet bağlılığını “Türk İslâm medeniyeti ahlâka, feragate dayanan bir medeniyet. Gerçekleştirdiği değerler edebiyattan da, felsefeden de, ilimden de muazzez. Ben bu mazlum medeniyetin sesi olmak istiyorum” sözleriyle tescil eder. 


İBN-İ HALDUN’UN UMRAN KAVRAMI İki güzel kelime olan medeniyet mi umran mı tercihinde zorlanmamızda muharrik olan İbn-i Haldun’u dinleyelim şimdi. Her dinin şehirde doğduğunu, sonra köye ulaştığını, fakat o asırlarda inhitata (çökmeye) doğru gittiğini söyler. Ona göre Peygamberimizin hicretten sonra Yesrib’ i Medine yapması bütün müesseseleriyle İslâm şehir modelini oluşturmuş, gelişme devrinde İslâm devleti şehirler inşa ederek “temeddün” (medenîleşme) kabiliyetini isbat etmiş ve Müslümanlar tarafından hayata geçirilen bu şehirlerde İslâmî hayat, yâni umran ortaya çıkmıştır. “Mukaddime” adlı kitabında İnsanî toplanma, dünyanın bayındırlığı mânasına gelen umran kavramını devlet ve milletin bekâsının en temel düsturu olarak görür ve iki bölümde ele alır: Bedevî umran, hadarî umran. Bedevîlik, badiye hayatıdır. Bedevilerin yaşadığı çöl hayatı ve göçebeliği köylülüğü ifade eder. Hadarî umran ise şehir hayatı, yâni yerleşik hayat mânasına gelir. İnsanların toplu halde yaşama isteğini “medeniyet” kavramından çok umranü’l-âlem”, “umranü’l-beşer” tabirleriyle ifade eder. Ona göre beşerî umran hem bedevî hem barbar toplulukları hem de medenî toplumları ifade eder. İrfanın bulunduğu yer Doğu’ nun umranıdır. Umran kelimesi kültürü ve medeniyeti de kucaklayan daha ihata edici bir kelimedir. İslâm kadar köklü olup, tarihi ve insanı içinde barındırır. Kültürün ve medeniyetin gelişmesi için gerekli olan ilimler ancak büyük bir umranın ve yüksek bir hararetin bulunduğu yerde gelişir. Cemil Meriç’in ifadesiyle “Haldun’un umran kavramı, târihten tesadüfü kovan bir ihtilâldir. Çünkü Haldun, umran ilmini tesis etmiş, târihin karanlıklarını aydınlatmaya, mâziyi örten hurafe ve efsane bulutlarını dağıtmaya çalışmıştır.” 
UMRAN VEYA HADARİLİK İSLÂM MEDENİYET TASAVVURUNU KARŞILAR MI? Bedevî umrandan sıkça bahsetse de “İnsanın daima çalışarak yöneldiği hedef, mütemeddin (medenî) bir hayatın ve kültürün meydana getirilmesidir” diyerek umranın olgunlaşmasının şehirde tamamlanacağını, Bedevilerin saflıklarını daha çok koruduklarını, şehirlilerin zamanla yozlaşabildiklerini, medeniyetin zirveye ulaşmasıyla birlikte zevâle uğrayacağını söyler. Medeniyet kavramını İslâm’ın inşa ettiği şehir mânasında kullanır ve medeniyetin bedevîlerle değil, hadarîlerle yükseldiğini, İslâm’ın cihanşumül bir şehir medeniyeti olduğunu, ondan önce gelmiş olan medeniyetlerden üstünlüğünü anlatır. Hadarilik, umran seviyesinin, yâni yerleşik hayatın, iktisadî ve hukuki bir hiyerarşi düzeni içinde ilimlerin, sanatların, mülkün ve iş bölümünün gelişmiş olduğu şehirleşmeyi ifade eder. Bazen yerleşik, medenî mânasına gelen umran hazarî ifadesini kullanır. Doğrudan İslâm şeriatından bahsetmese de umranı “Nur ilmi” , “Umran ilmi” gibi tariflerle fıkıhla ve hikmetle bağ kurar. 
İBN HALDUN: MEDENİYET ŞEHİRLİLERİN MESULİYETİYLE YAŞAR Haldun’a göre her mede¬niyet doğup gelişir, kendini yenilemediği zaman ortadan kalkar. Şehirlilerin mesuliyeti daha büyüktür. Çünkü medeniyetin çöküşü onların vazifelerini hakkıyla yapmaması, şehirde yaşamalarına rağmen şehirli değerlerini yavaş yavaş kaybetmeleri ile hızlanır. Anlayabildiğim kadarıyla Haldun dünya mânasına gelen“ Mülk” kavramının ardından umran ve hadari kavramını sıkça kullanır. Çünkü “Mülk” umranın en temel safhalarından biridir ki mülkün umran sayesinde insanlara faydalı hâle geleceğini söyler. 
UMRAN SADECE BAYINDIRLIK MÂNASINA MI GELİR? Mülkün umranlaşması sadece maddî ve teknik imkânlar olarak değil, Allah’ın dinine bağlı ölçülerle kemalatını bulan bir dünya düzeni mânasında anlaşılmalıdır. “Medenî” kelimesini “ictimaî hayat yaşamak” mânasında kullanır. İçtimai hayat yaşayan insanların zaruretler ve ihtiyaçlar gereğince yaptığı faaliyetlerin umumi adını umranla ifade ediyor. Umranı, iktisadî düzen, şehirlerin yapısı, yâni sadece bayındırlık gibi yorumlayanlar ve Batı düşüncesinde yer alan determinizme yakın anlayış olarak târif edenler var. Lütfi Bergen “Az Gelişmişlik Üstünlüktür” kitabında, “Medeniyet umran değildir. Hadaret de değildir. Müslümanlar umranı arasaydılar, Mekke’de İslam mücadelesi devam edecek, Medine’ye hicret etmeyeceklerdi. Mekke’de bireysel Müslümanlıklar ve umran; Medine’de toplumsal Müslümanlık ve adalet yani medeniyet vardı. Medeniyet yeryüzünü imar eden bir toplumun işi değil, yeryüzüne fıkıhla çıkmış bir toplumu ifade etmektedir” diyor. 
“UMRANIN TEMEL KAYNAĞI ASR-I SAADETTİR” DİYENLER Fakat, Mustafa Armağan’ a göre Haldun’un umran fikrinde tarihî bir bağ ve sıralama olduğunu, ancak pozitivistlerin anladığı bir determinist (sebepçilik) ve ilerlemeci anlayışa bağlı değildir. Aksine hadiseler arasında Batı’nın anladığı şekilde “sosyolojik” tekamül değil, dînî anlayışın tekamülünün bulunduğunu söyler. Umranda esas olan maddî ve toplum bilgisinin ilâhî olana doğru gelişmesidir. Çünkü Haldun, umranın merkezine “Mükemmel insan” olarak Hz. Peygamberimiz s.a.v.’i koyar. Umranın temel kaynağı Asr-ı Saadet’tir. Müslüman hangi zamanda olursa olsun fıtrat yönünden “vasıfları ve “kabiliyetleri”, “yükseliş ve düşüşü” Allah’ın iradesi içinde fıtrata olan yakınlık ve uzaklığına göre değişir. Hülâsa-ı kelâm; umran kavramı bugün Müslümanların medeniyet kavramıyla yeniden inşa etmek istedikleri düzene ve tasavvurlarına yardımcı olur mu olmaz mı? Bu, ehlinin tahliline muhtaçtır. Meramımız İslâm medeniyet tasavvurunda fikir tâlimidir ki bu yola ait her türlü vasıtaları, kavram ve ilmî malzemeleri tanımak, ezberciliğe çakılmadan bu yolda zihnî bir cehde hazır olmaktır."
Ahmet Doğan İLBEY
27/06/2015
http://www.habervaktim.com/yazar/71896/medeniyet-mi-umran-mi.html
| | | | Devamı... 0 yorum

2015 LYS Matematik-Geometri Çözümleri (%20)

2015 LYS matematik ve geometri sınavında çıkan soruların tamamı, sınavdan sonra ÖSYM tarafından yayınlanmamıştır. Bu sınavda ÖSYM basına örnek kitapçık olarak bazı soruları seçerek onların yayınlanmasına izin vermiştir. Sınava giren adaylar ÖSYM kullanıcı adı ve şifreleri ile giriş yaprak erişim sayfasından soruların cevaplarına ulaşabilmektedir. 


AÇIKLAMA METNİ: 20 Haziran 2015 tarihinde yapılan Fen Bilimleri Sınavının (2015-LYS-2) Kimya Testinin Temel Soru Kitapçığında yer alan 8 ve 14. sorular ile 14 Haziran 2015 tarihinde yapılan Yabancı Dil  Sınavının (2015-LYS-5) İngilizce Testinin Temel Soru Kitapçığında yer alan 49. soru, ÖSYM Yönetim Kurulu kararı ile iptal edilmiştir. 2015 Öğrenci Seçme ve Yerleştirme (ÖSYS) Kılavuzunun 4.6.1. LYS Puanları Nasıl Hesaplanacaktır? maddesinde yer alan “Sınavdan sonra yapılan analizlerde bir testteki sorulardan herhangi biri, biçimsel veya bilimsel bir nedenle ÖSYM tarafından geçersiz sayıldığı takdirde, ilgili testte yer alan sorulardan herhangi birini işaretleyen tüm adayların bu soruyu doğru cevapladığı kabul edilecektir.” hükmü gereği; Kimya Testi ile İngilizce Testinde en az bir cevabı bulunan tüm adayların bu soruları doğru cevapladıkları kabul edilerek değerlendirme işlemi yapılmıştır.

LYS MATEMATİK (LYS 2015) Adet
Temel Kavramlar 2
Faktöriyel 1
Bölme ve Bölünebilme 1
OBEB-OKEK 1
Rasyonel Sayılar 1
Basit Eşitsizlikler 1
Mutlak Değer 0
Üslü İfadeler 1
Köklü İfadeler 1
Oran-Orantı 1
Fonksiyonlar 0
Kümeler 3
Perm-Komb-Binom-Olasılık 2
Polinomlar 2
Çarpanlara Ayırma 1
2.Dereceden Denklemler 1
Eşitsizlikler 0
Parabol 0
Mantık ve İspat Yöntemleri 0
Modüler Aritmetik 0
İşlem 1
Trigonometri 2
Karmaşık Sayılar 3
Logaritma 2
Toplam Çarpım Sembolü 2
Diziler-Seriler 2
Özel Tanımlı Fonksiyonlar 1
Limit ve Süreklilik 1
Türev ve Uygulamaları 7
İntegral 7
Konikler (Elips,Hiperbol,Parabol) 0
Determinant-Matris 3
Matematik Toplamı 50
Geometri Toplamı  30
TOPLAM 80

ÖSYM'nin yayınlanmasına izin verdiği %20 lik kitapçıkta yer alan soruların çözümlerine aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz. 

Soru dağılımı matematik müfredatı içerisinde yer alan bütün konuları kapsayacak biçimde geniş bir dağılım göstermektedir. Öğrencilerimizin sınavlara hazırlanırken YGS basamağında 9.ve 10.sınıf konularını içerecek biçimde hazırlanmaları LYS basamağı için de tüm matematik konularına hakim olarak hazırlanmaları iyi bir bölüm arzu edenler için kesinlikle gerekli olacaktır. Yukarıdaki soru ve ünite tablosu da incelenerek hangi konulardan daha yoğun soru geldiği analiz edilerek o konulara/ünitelere daha çok ağırlık verilmelidir. Planlı ve programlı bir şekilde zamanı verimli kullanarak çalışma yapılırsa başarıya ulaşmak kolay olacaktır. Bütün öğrencilerimize sınavlarında başarı dileriz...

Taş Fırın Yapımı

Kara fırın, taş fırın veya odun fırını ekmek, pide, pizza ve benzer ürünlerin pişirildiği geleneksel fırının adıdır. Genellikle ekmek fırını olarak kullanılan bu fırınların özelliği, yakacak için ayrı bir ısıtma haznesine sahip bulunmamaları, fırında yakılan odunun, pişmekte olan ürünlerle aynı iç mekânı paylaşmasıyla birlikte odun ateşinde daha kaliteli ve lezzetli bir pişirmenin yapılmasıdır. İşte bu geleneksel değerimizin nasıl yapıldığını facebooktan tanışıklık kazandığım Mehmet Yazgünoğlu Bey'in 05/01/2014 tarihinde evinin bahçesinde yaptığı ve yapım aşamalarını tek tek fotoğrafladığı albüm eşliğinde sizinle paylaşmak istiyorum.

Aşamaları dikkatle takip ettiğinizde sadece malzeme parası ödeyerek emeğinizle güzel bir fırın sahibi olacaksınız. İyi bir hobi olarak bile denemeye değer diye düşünüyorum. Çok rahat bir fırın ustasına bunu bir bedel karşılığında çok daha verimli ve güzel bir şekilde yaptırmak da sizin elinizde. Biz burada kendi eliyle bir şeyler üretmeye meraklı kişilere rehber olmak amacıyla bu yazıyı hazırladık. Umarım faydalı olur. (Bu fırının yapımında ve hazırlanmasında emeği geçen bu yazının oluşması için bize sözlü ve yazılı katkıda bulunan ve fırının yapım aşamalarını içeren fotoğrafları bizimle paylaşan M.Yazgünoğlu ve ekibindeki herkese tekrar teşekkür ederiz.) Evet bu girişten sonra adımları tek tek ayrıntılı olarak anlatmaya geçelim.


Dıştan dışa 160 x 180 ölçülerinde dört sıra briket örerek bir nevi havuz yapınız. (Burada seçilen ölçü en uygun pişirme kapasiteli küçük ev fırınları için ideal ölçüdür.) İstediğiniz büyüklüğü ve ölçüleri belirleyebilirsiniz lakin buna göre kullanılan malzeme ve yapım işindeki zorluklar da artacaktır. Bu verdiğimiz ölçüdeki fırın normal bir aileye yeterlidir. Buradaki kısmı briketle örmek zorunda değilsiniz. Taş bulabilirseniz daha sağlam bir iş yaparsınız.


Yükseklik, fırın da rahat çalışabileceğiniz ölçüde olmalıdır. Ben 90 cm olarak dört sıra briket yüksekliğine göre anlatımı yapacağım. En azından belinizi geçecek bir yüksekliğiniz olursa eğilmek ya da uzanmak zorunda kalmazsınız.  Havuzun içini kaya parçaları ve çakıl taşları ile doldurun. Mutlaka bu alan çakıl ve taşlarla doldurulmalıdır. Aksi halde odun koymak için filan boşluk koyarsanız taban ısıtmasında sorun oluşabilir. Üzerine hazırlanmış karışım beton dökülüp terazi ile düzlenmiş güzel bir zemin hazırlayın.


Yeterli miktarda su, ince kum, çimento ve şamot ile bir harç hazırlayın. Harç hazırlarken bir anda çok fazla yapmak yerine az az hazırlamak daha mantıklı. Özellikle kil karışımını hazırlarken cıvık olması yapışkanlık için önemli. Şamot harcı olarak da satılmaktadır. Tek başına çimento harcı kullanmanız, ateşle direkt olarak temas eden yüzeyler için dayanıklılık açısından iyi olmayacaktır. En azından biz böyle tercih ettik. Bu fırın işinde bir yardımcı ile beraber çalışmanız daha iyi olur. (Harç işi: Bircan Erkek)


Cam kırma işi ısı yalıtımı sağlanması için önemli. Cam kum türevi olduğundan iyi ısıtıldığında enerji kaybını önler. Camları kırarken fotoğraftaki gibi yapmamaya çalışın. Bütün şişeleri sert bir çuvala doldurup dışarıdan çekiç ya da silindirle ezerek kırabilirsiniz. Cam kırma işi, fırın yapımının en tehlikeli işidir. Gözlük kullanarak kırım işini yapabilirsiniz. (Cam kırma işi: Zaim Düzkesen)


İçerisini kaya, taş ve beton ile doldurduğunuz havuzun üzerine 10 cm yüksekliğinde cam kırığı ile koyun. Biz havuzumuzun içerisinde 800 civarında atık cam şişe kırdık. Her türlü şişe ve cam kırıkları bu iş için uyar.


Cam kırıklarının üzerini kaya tuzu ile kapatınız. Biz fırınımızda 40 Kg kaya tuzu kullandık. Taş Fırının olmazsa olmazı kaya tuzu kaplamasıdır. Isı kaybını önlemek için oldukça önemli bir aşamadır. Tuz döküldükten sonra üzerini ateş tuğlaları ile örmek için zemini iyice sıkıştırıp düz olarak hazırlayın.


Havuz içinde kullanılan kaya tuzu, çakıl ve beton, ısıyı üzerinde toplayarak fırını da soğumayı geciktirecektir. Cam kırıkları izolasyonu sağlayarak ısının kaçmasını engelleyecek, tuz ise tek bir noktada yanan ateşin ısısını, fırının her noktasına eşit dağılmasını sağlayacaktır. Sırada fırının zemininin kaplanması var. Öncelikle fırın toprağı veya kumunu (25 kg paketlerde şamot harcı olarak satılmaktadır) suya karıştırarak cıvık hamur haline getirmemiz gerekmektedir. Tuz zeminin üzerine hazırladığımız çamuru kullanarak ateş tuğlalarını düzgün bir şekilde döşememiz ve aralarını yine çamur yardımıyla boşluk kalmayacak şekilde doldurmalıyız. Burada beton kullanılırsa ateşe dayanmada sorun oluşur. Ateş tuğlaları piyasada değişik ebat ve kalınlıkta bulunur. Size uygun olanı seçin. Buradakiler 12.5×25×6cm ebatlıdır. Bunların delikli olmayıp düz olanları ısı kaybını daha çok önleyebilir. Artık fırın zeminindeki çamurun kuruması ve sertleşmesi için, zamanımız uygunsa en az bir gün çalışmaya ara verebiliriz.


Kil toprak ile hazırlanan harç yardımıyla "Taban Ateş Tuğlası" fırının alt yüzeyine itina ile döşenir. Ateş tuğlasının altında beton harç kullanabilirsiniz. Tuğla arasında kalan boşluklara mutlaka kil kullanmak gerekir. Beton harç, ateş tuğlası arasında durmaz. Ateşle etkileşime girdiğinde belli süre sonunda beton ufalanarak dökülür. Ayrıca ne kadar katkılı beton kullanılsa bile pişirme aşamasında ekmek ve diğer hamurlu malzemeyi fırına attığınızda altına yapışır.


"Ateş Tuğlası" veya daha farklı ısı yaltımlı tuğla malzemesi fırının alt yüzeyine itina ile döşenir. Döşeme işleminde hiçbir boşluk kalmamasına dikkat edilir. Zeminin düz olması da önemlidir. Burada sonradan öğrendiğim bir bilgiyi de paylaşayım. Taban kaplamasında profesyonel bir çözüm olarak sille taşı denen bir malzeme de kullanılabilir. Sille taşı; ısıya çok dayanıklı olması sebebi ile özel fırınlarda daha çok kullanılmaktadır. Bu taşla yapılan bir fırının, diğer taşlar ile yapılan fırınlar ile başlıca fark, ısınma ve soğumada sille taşının 3 kat iyi olmasıdır. 1400-2000 dereceye kadar dayandığı söylenmektedir. Ayrıca bu taşla yapılan taş fırın tabanının uzun ömürlü olması da sağlanmaktadır. (Altta sille taşı fotoğrafını koydum.)


Kubbe şeklinde örülecek olan fırının taban kısmına 100 cm çapında strafor keserek kalıp yapınız. Karton kullanılarak da kalıp çıkarılabilir. Bu kalıbın etrafı nizami bir şekilde tuğlalarla kaplanacaktır. Tuğlalar dizilirken malzeme az ise dikine yeterli sayıda ise yatay olarak dizilebilir. Yatay dizim işinde istediğiniz yüksekliğe ulaşmak için daha çok uğraşmanız gerekecektir.


Sağ, sol ve arkadan 20 cm boşluk bırakarak straforu zemine düzgünce yerleştiriniz. Strafor çevresine, yan yüzleri içe ve dışa bakacak şekilde dikey olarak ateş tuğlası ile örünüz. Tuğla dizme işini mutlaka düzgün yapın. İleride eskiyen çatlayan tuğla olursa değiştirmek zorunda kalabilirsiniz.


Fırın ağzının geleceği ön kısım 50 cm kadar boş kalacak. Tünel şeklinde örülecek. Fırın kubbesi ise, dikey tuğlaların üzerine yatay olarak hafif açı verilerek örülecek. Her seferinde açı arttırılarak kubbe tamamlanacak. Tuğla araları güzelce kil harcıyla örülecek. Tuğlalar plastik çekiçle iyice sıkıştırılıp yapışması sağlanacak.


Fırın kapısı yerine yerleştirilecek. Kapının düzgün oturmasına ve kenarlardan boşluk kalmamasına dikkat ediniz. Fırın kapısı 50cm genişlik ve 40cm yüksekliğindedir. Fırın kapısını kubbeyi örmeden önce yerleştiriniz. Demir kapının ölçüsünü örme işine göre kendinize göre alıp ona göre yaptırınız.


İsteğe bağlı olarak fırın içerisine askı aparatı konulabilir. Koymak isteyenlerin kullanması gereken materyali krom seçmesi tavsiye olunur. (Bu bazı askı ile pişirme işlemlerinde kullanmak için gereklidir. Böyle bir usulle pişirme yapmayacaksanız bu aşamaya gerek yok kullanmayınız.)


Kubbe kısmının üst tamamlanabilmesi için fırın içi (acemi işi) kum ile doldurulur. Burası tam hassaslık için oldukça basit ama zahmetli bir yöntem. Kum doldurup boşaltma işi kolay iş değil. Kalıp çıkarmak için özel yapımlardan da yararlanılır. Mukavva karton, strafor veya tahta yoluyla da kalıp çıkarılıp kubbe yapılabilir. Veya iyi el yatkınlığı ve ustalık varsa bunların hiçbirine gerek yok. Kolaylık olmasında acemiler için kubbe iç eğim mesafesi kum ile verilir. Kubbenin diğer tuğlaları, bu kum üzerine dizilerek kubbe tamamlanır. Bu aşama kalıba göre tuğlaların daha güzel yapışıp kuruması için basit ve etkili bir çözüm sunar. En son konulacak olan KİLİT TAŞI, kubbenin tamamlandığını müjdeler. Dikkat etmemiz gereken dairesel kubbenin iç yüksekliği; fırın yarıçapına eşit olmalıdır. Yani 100 cm’lik çaplı fırınımızın iç yüksekliği yaklaşık 50 cm olmalıdır. %10 hata payımız vardır.


Yeterli gün bekletilip tam kuruma sağlandıktan sonra tuğla araları da iyice kontrol edilip harçlara bakılır. Aşınan dökülen varsa bu kısımlar tekrar doldurulup kurumaya bırakılır. Fırın kapağı açılarak içerisindeki tüm kum çıkartılır. Fırın içi güzelce fırçayla temizlenir. Strafor kalıp yapılarak, kapı önü tüneli örülür. Fırın kubbesinin dışı sıvanır.


Tünel örülürken, baca yeri unutulmamalıdır. Baca örülürken 40-50cm öne doğru çıkıntı yapılır. Tuğlalar dikkatli bir şekilde dizilerek baca örümü tamamlanır. Burada baca tuğlaları da örüm işleri için kullanılabilir.


Bacanın bulunduğu fırın çıkış noktası yüksek, tünel çıkışı (ön) ise düşük örülmelidir ki fırın kapağı açıldığında duman bacadan kolaylıkla dışarı çıksın. Baca deliğinin yeterince büyük olması dumanın kolaylıkla çekilmesi için önemlidir.


Fırına ilk ateş atılır. Fırın yakıldıktan sonra etrafı kontrol edilerek hava alan yerleri tekrar sıvanarak kapatılır. Bacanın tütüp tütmediği kontrol edilir. Ateş sayesinde sıvanın da iyice kuruyup sertleşmesi sağlanır. Eğer bacadan kolaylıkla duman tütüyorsa işin en zor kısmını halletmiş olursunuz. Aksi halde örme işinde bir sıkıntı vardır. 


Bacamız tüter. Fırını yakmakta ki amacımız, kurumayı hızlandırmak ve oluşacak çatlakların yerini tespit ederek yeniden sıva yapmaktır. Son yapılan sıvadan sonra çatlak kalmadığı gözlemlenir. Buraya kadar her şey tamamsa bundan sonrası artık biraz da lüks olarak yapılacaklardan oluşacaktır. Isı yalıtımı için yapılacaklar bundan sonra sırasıyla anlatılmıştır.


İzolasyon için kubbe üzerine çift kat cam yünü örtülür. Cam yünleri yanmaz bir malzeme olduğu için iyi yalıtım sağlar. Bunun yerine strafordan oluşan sert yalıtım malzemeleri de kullanılabilir. Bunları inşaat teliyle sabitlemek işimizi kolaylaştırır. Cam yününden sonra kalan boşlukları isterseniz çakıl taşlarıyla doldurabilirsiniz. Bu şekilde düzlediğiniz kısmı artık örerek kapatabilirsiniz.

Fırınımızın dört bir yanı, kubbe üst seviyesinin 15-20 cm üzerine gelecek şekilde örülür. İçerisinde oluşan boşluğa yeniden kaya ve çakıl taşı doldurularak üzerine cıvık hazırlanmış beton dökülür. Beton kurumaya bırakılıp iyice yapının dinlenmesi sağlanır. Bundan sonrası süs ve zarafet işi artık. 


Fırınımızın dışı (isteğe bağlı) fayans ile kaplanır. İsterseniz fayans yerine taş kullanabilirsiniz. Elinizde nasıl bir kaplama malzemesi varsa onları değerlendirmek adına kullanabilirsiniz. Fırın üstüne çatı da ayrıca yapabilirsiniz. Yanına ilave masa tarzı odunluk ve ilaveler de koyabilirsiniz. Bunlar artık sizin tercih ve zevkinize kalmıştır.


TAŞ FIRIN artık kullanıma hazırdır. Güle güle kullanın. Bir ustaya da bu anlatılan kısımları çok rahatlıkla yaptırabilirsiniz ama emeğinizle bir eser ortaya çıkarmak bu alanda uğraşmak size daha çok zevk verecektir. Şu fani dünyada sizden sonraki nesillere elinizin bir eseri kalsın. Elimden geldiğince tane tane anlatmaya çalıştım. Usta değiliz, acemi olarak başlayıp acemi olarak bitirdik. Sürç-ü lisan ettik ise affola. Fırını güle güle sağlıklı günlerde kullanmanızı temenni ederim. Soru ve görüşlerinizi bizimle yorum kısmından paylaşabilirsiniz. Bu güzel işin yapımına vesile olarak bize de hayır dua ederseniz müteşekkir oluruz. Selam ve dua ile.

Kadir PANCAR
13/02/2014


>Bu yazı ile ilgili tahmin ettiğim gibi çok yoğun sorular geldi. Milletin içinde olan özleme dokunduk zannedersem. Öncelikle şunu belirtmek isterim. Usta değilim. Bir hobi olarak bu taş fırına merak saldım ve benim gibi meraklı kişiler için bu yazıyı paylaştım. Deneme yanılma sonucunda bu şekilde bir fırını yapmaya muvaffak olduk. Çoğu ayrıntıyı detaylı olarak fotoğraflar ile birlikte yazdım. Özellikle ısıtma ve yalıtım konusunda bazı şeyleri deneyerek çözebilirsiniz. Hata yapmadan tecrübe elde edilmez. Ya da en iyisi usta birinden yardım alabilirsiniz. Özellikle etli ekmek ve taş fırın ekmeği yapan yerlere sorup ilk ağızdan bilgi edinebilirsiniz. 

>>Ateş tuğlaları ve harç yerine daha farklı malzemeler de kullanılmaktadır. Bunlar hakkında daha güncel bilgileri de araştırmalar sonucunda elde edebilirsiniz. Yazıda sözünü ettiğim, taban tuğlası olarak kullanabileceğiniz iyi bir ısı yalıtımı olan Konya Sille taşı hakkında bilgi vermesi açısından aşağıya iki fotoğraf ekliyorum. Umarım işinize yarar. Normal ateş tuğlaya göre daha pahalı olduğunu unutmayın. Bir de kenarlarını örerken bizim kullandığımız delikli tuğla yerine harman tuğlasını kullanmanız daha iyi olacaktır. Delikli tuğlaya göre içi dolu ve daha sıkı olduğundan ısı kaybını önlemekte daha başarılı olacaktır. (Aşağıda harman tuğlası fotoğraflarını da ekledim.)

>>>Taş fırın yapımında elinizde olan ve kısa yoldan bulabileceğiniz malzemelerle yola çıkmak, en iyisi olacaktır. Fırın kapağı da ölçüye göre sanayiden kesilip hazırlanması gerekir ki bunu sanayide yapan işin ehli çok kişi vardır. "Fırın kapağı alacağım" dediğinizde size uygun bir biçimde hazır olarak istediğiniz ölçüde ayarlanır. Ya da elinizde bu ölçülere göre kesilmiş bir malzeme varsa onu da kullanabilirsiniz. Fırın ağız kısmını, mevcut kapağa göre tuğla ile örerek düzenleyebilirsiniz. Keyifli ve zahmetli bir hobi gibi duruyor. Deneyerek ve hata yaparak en sonunda güzel bir iş çıkaracaksınız. İnşallah, bu yazıdan bir fikir elde etmişsinizdir. Kolay gelsin. Şimdiden hayırlı olsun. (Haziran/2015)


Konya Tarihi Sille Taşı


Konya Sille Taşı


Konya Dökme Sille Taşı



Ateş Kili Tuğlası


Ateş Kili Tuğlası


Harman Tuğlası
| | | Devamı... 88 yorum

Matematik Konuları ve Çalışma Planı

Burada yer alan plan Matematik Müfredatı (2015) konuları baz alınarak hazırlanmıştır. Konular zamanla müfredata göre değişiklik gösterebilir. Eklenen veya çıkarılan konuları MEB müfredatından güncelleyip ona göre bir çalışma planı hazırlayınız. Verilen bu program bir şablon niteliği taşımakla birlikte hedefi olan öğrencilere planlı çalışma aşamasında bir yol gösterici olacaktır.  Özellikle sınava girmeden önce 11.sınıf yaz döneminde plan dahilinde çalışarak matematik YGS ve LYS konuları kapsamlı şekilde çalışılarak bitirilebilir. Bunlardan sonra okul döneminde de yine plan dahilinde sırayla, konu ve soru çözüm çalışması yapılarak sınava hazırlanılır. Geometri konuları da plana eklendiğinden her hafta hem matematik 1 (YGS) hem de matematik 2 (LYS) konuları çalışılıp haftanın belli günlerinde de ilgili haftanın geometri konusu çalışılarak sınava hazırlanılmış olur.


Matematik yaz tatili için örnek çalışma planını indirmek için tıklayınız. (YGS-LYS ve Geometri ortak dağıtım Haftalık olarak düzenlenmiş)

YGS Konularını ihtiva eden örnek çalışma planını indirmek için tıklayınız. (Tüm Derslerin konularını içeren haftalık bazda düzenlenmiş Eşit Ağırlıklı Sınıf düzeyine uygun örnek çalışma planı)

Gençlere Mektup

Gençlerimizin başarısı üzerine yazılmış, çok güzel bir yazıyı size sunuyorum. "Eğitimlerim esnasında gençlere soruyorum. 10 yıl sonra nerede olmak istiyorsunuz? 10 yıl sonra nerede yaşamak istiyorsunuz? 10 yıl sonra yaşam kalitenizin nasıl olmasını istiyorsunuz? Genellikle açık ve doyurucu cevap veremiyorlar. Bu soruların cevabını, herkesten daha çok siz biliyorsunuz. Nasıl mı? Hepinizin elinde bir kalem var. Bu kalemle geleceğinizin resmini çiziyorsunuz. Bu resmin güzel ya da çirkin olması sizin elinizde… İyi arkadaşlar edinerek, zamanınızı etkin kullanarak, öğrenmekten ve çalışmaktan mutlu olarak, sizi engelleyenleri hayatınızdan çıkararak ve en önemlisi de, “hayır” demeyi öğrenerek…
Başarıyı elde etmenin en iyi yollarından birisi, ben kimim? Sorusuna doğru cevap vermektir. Bu soruyu sorarak; güçlü yönlerinizi, zayıf yönlerinizi, fırsatlarınızı ve engellerinizi fark edebilirsiniz. Bu aşamadan sonra yapmanız gereken en sağlıklı yaklaşım, güçlü yönleri daha güçlü hale getirmek, zayıf yönlerin, engelleyici unsurlarını ortadan kaldırmaktır. Daha sonra fırsatlardan etkili yararlanmak ve olası engelleri aşmak için, doğru stratejiler belirlemek gerekir. 1982 yılında Endüstri Meslek Lisesi öğrencisi iken, üniversite sınavının benim için aşılması zor bir engel olduğunu anladım. Sınavda hangi alanlarda başarılı olabileceğimi inceledim. Sözel alanda Türkiye ortalamasına yakındım. Ancak, bu yakınlık bana üniversiteyi kazandıramazdı. Herkesin soru kaybettiği alanlar, benim başarısız olduğum alanlardı. Bu alanlara odaklaşarak, eksiklerimi kapattım ve başarıya ulaştım.
“Eğer yeni bir şey öğrenmeye başladığınızda, kolayca öğrenemiyorsanız, ne mutlu size. Siz normal bir insansınız.” Bu veciz sözü nerede ve kimden duyduğumu hatırlamıyorum ama, öğrencilik yıllarımda hep bana kılavuz oldu. İlk öğrenmeye başladığım her şeyde, sorun yaşadım.  Başarılı olmak için, öğrenilmiş çaresizliğe kapılmadan mücadele etmem gerektiğini düşündüm. Tembellik ve boş vermişlik çözüm değil,  hazin sonun başlangıcıydı. Ne zaman başarısız olsam, hep El_Cabir’i hatırladım. Matematiği öğrenemeyince medreseden kaçıp gider. Uzun süre yürüdüğü için yorulur. Bir kuyunun yanında dinlenmeye başlar. Kuyudan su içmek ister ama kova kuyunun dibine düşmüştür. Kovanın neden kuyuya düştüğünü anlamak için araştırma yaptığında, ilginç birşeyle karşılaşır. Urgan, kova kuyuya inip çıkarken, taşa sürtünür ve taş urganı keser. Bu yüzden kova kuyuya düşmüştür. El_Cabir der ki: Vay be! Taş, taş olduğu halde, urganı kesiyor da, benim aklım matematiği kesmiyor. Medreseye geri döner ve öğrenciliğe yeniden başlar. Daha sonra Cebir’in kurucusu olur.

Başarıda özgüven ve kendine inanmak önemli bir yere sahip. Ben başarabilirim… Bu söz, eğer inanılarak söylenmişse, başarının yarısı gerçekleşmiş demektir. Mutlaka başaracağım sözü ile desteklenmesi ve altının doldurulması gerekir. Başarının en büyük engellerinden birisi, saman alevi gibi olan tutum ve davranışlardır. Ani bir parlamayla başlanan daha sonra yelkenleri suya indirmekle sonlanan davranışlar, sizi sadece meşgul eder. Somut bir çıktısı ve elle tutulur bir başarısı olmaz.
Akademik başarının gizli sırlarından birisi, ders çalışmayı oyun haline getirmektir. Eğer ders çalışmayı görev haline dönüştürürseniz, mesaisi bitince işyerini terkeden memur gibi olursunuz. Yaşlı bir adam, emekli olunca küçük bir kasabada ev alır. Amacı sessiz ve sakin ortamda kitap yazmaktır. Sabah olduğunda büyük bir gürültüyle uyanır. Evin önündeki boş arazi, kasabadaki çocukların futbol sahasıdır. Gençlerin yanına gider ve antrenör olmak istediğini ve her oyuncuya günde 5 dolar ödeme yapacağını söyler. Çocuklar kabul ederler. Sıkı bir kondisyon ve antremandan sonra 5 doları öder. Daha sonra ekonomik sorunlarını bahane ederek, 1 dolara kadar günlük yaptığı ödemeleri düşürür. Bu olaya tepki veren kaptan, yaşlı amcaya şöyle söyler: Amca kusura bakma. 1 dolara burada top oynanmaz. Arkadaşlarını alıp orada ayrılır. Yaşlı adam, çocuklar için oyun olan futbolu göreve dönüştürmüştür ve futbolun tüm büyüsü ortadan kalkmıştır.
Gençlik yıllarında savaşçı olmak, başarıyı yakalamada önemli bir durumdur. Abraham Lincoln’ün hayatını incelerseniz, 52 yaşına kadar geçen sürede onlarca başarısızlık yaşadığını görürsünüz. Lincoln yaşadığı başarısızlıklara rağmen, asla vazgeçmeden mücadele etmiş ve 52 yaşında ABD’ye başkan seçilmiştir. Aynı durumu Edison’da, Pasteur’da da görebilirsiniz. Einstein’in okuldan başarısızlık nedeniyle ilişiğinin kesildiğini biliyor muydunuz? Einstein: Bana okuyamaz dediler. Ben de, atomu parçalayıp ellerine verdim sözü, mücadelenin ve yılmazlığın önemli örneklerindendir.
Başarısızlığa sebep aramayınız. Eğer sebep ararsanız, onlarca, yüzlere hatta binlerce neden bulabilirsiniz. Unutmayınız ki, bulduğunuz sebepler, sizin başarısızlık sorununuzu çözmez. Sadece geçici bir rahatlama yaratır. Eğer sebepleri buluyor ve başa çıkma stratejileri uyguluyorsanız, yönteminizi değiştirip farklı kaynaklara ulaşıyorsanız, muhtemelen başarıyı yakalayacaksınız demektir.

Ödül bekleyerek derse çalışmayınız. Ödül beklemek, kendi hayatınızla ilgili karar verecek olgunluğa ulaşmadığınızı gösterir. Çünkü başarı ve başarısızlık sizin ve geleceğinizle ilgilidir. Ödül bekleyerek yaptığınız her eğitimsel faaliyet, eğreti ve içselleştirilmemiş bilgi demektir. Öğrenmeyi ve öğrenmekten mutlu olmayı öğrenmeniz gerekir.Kendinize bir hedef belirleyiniz. Bu hedef, sizin yeteneklerinize, ilgilerinize ve gerçeklerinize uygun olsun. En önemlisi de ulaşılabilir olsun. Örneğin; Ben ilköğretim matematik öğretmeni olacağım. Ben avukat olacağım vb. Hedefinizi bir üst noktadan seçiniz ki, daha fazla çabayı ve mücadeleyi gerektirsin. 1968 kuşağının efsane bir sözü vardır. “İmkânsızı isteyin ama gerçekçi olun…”
Aklınızı besleyin. Okumadan, araştırma yapmadan, çaba sarfetmeden bilgi ve beceri sahibi olamazsınız. Çalışmadan bilgi sahibi olmaya çalışmak, bilgilerin vahiy yoluyla geleceğini beklemeye benzer. Hedeflerinize ulaşmak için çalışmanız gerekir. Yatarak büyüyen tek şey karpuzdur.  Önkoşullu öğrenmeleri öğrenmek, ilişkilendirmek ve bilgiyi hayata transfer etmek, başarılı olmanızda etkili yöntemler arasındadır. Her bireyin benliğinde aslan olduğunu farzedin. Aslanlardan birisi uyuz diğeri ise dinamik ve sürekli kükremektedir. Aslanı uyuz olan, uykucu, tembel ve arabesk bir hayatı yaşar. Aslanı kükreyen ise, sürekli dinamik, gözü açık ve zindedir. Başarı merkezlidir ve ilk önce kendisiyle rekabet etmektedir. Başarının parametrelerini kendisi belirler. Bir Kızılderili kabilesinde, yaşlı reisin beslediği iki tane köpek vardır. Köpeklerden birisi beyaz diğeri siyahtır. Beyaz köpek, aydınlığı, iyiliği, erdemi ve yüceliği; siyah köpek ise, kıskançlığı, saldırganlığı ve öfkeyi temsil ettiği varsayılır. İki köpek kavga eder. Çocuklar gidip, yaşlı reise hangi köpeğin kazanacağını sorarlar.  Yaşlı reis şöyle cevap verir: Ben hangisini beslersem… Uyuz aslan ya da kükreyen aslan herkesin benliğinde vardır. Hangisinin kazanacağına siz karar veriyorsunuz.
Tembeller daha çok yorulur. Hem öğrencilik hem de öğretmenlik yaşantımda edindiğim deneyimler, bana tembellerin daha fazla yorulduğunu gösterdi. Zamanını etkin yönetemeyen, ödevlerini zamanında bitiremeyen ve kendini düzenleyemeyen bireyler, işleri yetiştirmek için daha fazla çaba sarfetmek zorunda kalırlar. Birey, sürekli derse çalışarak başarılı olamaz. Eğlenmeye, dinlenmeye ve hayatın güzelliklerini yaşamaya da zaman ayırması gerekir. Ders zamanı eğlenen, dinlenme zamanı derse çalışan kişileri anlamak mümkün değil. ABD’de öğrenciler hafta içi yoğun olarak derse çalışıp araştırma yaparlar. Hafta sonu da, zamanlarının büyük bir kısmını eğlenerek ve dinlenerek geçirirler     
Sınırlarınızı zorlamanız gerekir. Sabit sınırlar içerisinde, kaldığınız sürece vasat bir başarı elde edersiniz. Aşılamayacak hiçbir engel yoktur. En büyük engel, bireyin kendisidir. Bir şişenin içerisine arı koyunuz. Şişenin dibini güneşe çeviriniz. Arı ölene kadar şişenin dibinde dönüp duracaktır. Çünkü, güneşe doğru gittiği zaman yönünü bulacağını sanır. Eğer bir engel sizin için aşılamayacak durumda ise; kendinizi, yönteminizi, bilginizi ve sorun çözme stratejinizi yeniden gözden geçiriniz.

Öğrenirken başkasından yardım almayınız. Yardım aldıkça bağımlılık artar ve yaratıcı zekânıza ipotek koyarsınız. Sizin için en büyük engel, yardım ve eleştiri tuzağıdır. Size yardım etmek isteyenlere teşekkür edip, öğrenmeye çalışınız. Eleştirenlerin tuzağına düşmeden, eleştiri yapılan konuda, savunma mekanizmalarınızı kullanmadan, doğruluğunu araştırıp, davranışlarınızı kontrol etmeye çalışınız.Çok çalıştığınız, çaba sarf ettiğiniz halde başarılı olamıyorsanız, muhtemelen siz onu çok fazla istememişsinizdir. Eğer istemiş olsaydınız, başarısızlığı yaratacak tüm dinamikleri ortadan kaldırmış olurdunuz. Bir Türk atasözü der ki: Taşıma suyuyla değirmen dönmez. Dışsal güdüleme araçlarıyla güdülenerek, başarıya ulaşamazsınız. Kendinizi içsel açıdan güdüleyiniz. Kendisini içten güdüleyen birey, kendi yakıtını üreten araç gibidir. Başkasına bağımlı kalmadan yol alır.
Çalışma ortamızı iyi düzenleyin. Dikkatinizi dağıtan faktörleri yok edin. Yatarak ve müzik dinleyerek derse çalışmayın. Cep telefonunu ve interneti kapatın. Hazırbulunuşluk düzeyinizi artırınız. İyi ders notu tutunuz. Başkasının ders notu ile sınavlara hazırlanmanız, başarı düzeyinizi düşürür. Tekrar edin ve öğrendiğiniz konuları farklı sorunların çözümüne uyarlayınız. İyi uyku, dersi derste öğrenme, derse odaklaşma ve yazarak çalışma başarıda etkili yöntemler arasında yer alır.
Sonuç olarak, kendinize iyi şeyleri layık görün. İyi ve değer sahibi arkadaşlarınız, dostlarınız olsun. İçinizdeki başarı güdüsünü sürekli zinde tutun ve güçlenmesini sağlayın. Farklılıklar yaratmaya çalışın. Özgün yaklaşımlar belirleyin. Taklit etmeyin. Değerlerinizi, diğerlerinden ayırın. Unutmayınız ki, bir daha dünyaya gelmeyeceksiniz. Hayatınızı etkili yaşayınız. Dik durunuz ve onurlu olunuz. Değerleriniz, inançlarınız milli ve evrensel bir duruşunuz olsun. Huzurlu, mutlu ve başarı dolu bir yaşam dileklerimle…"
Prof. Dr. Necati CEMALOĞLU
17 Mayıs 2015
http://www.kamudanhaber.com/genclere-mektup-makale,2837.html 
| Devamı... 0 yorum

Hak yolun Batıl Yolcuları

Bugünkü Müslümanların ve islam dünyasının acı halini en güzel biçimde özetleyen bir yazıyı paylaşmak istiyorum.Diriliş Postası gazetesinden Yaşar Yavuz'un "Hak yolun Batıl ve Batıl yolun sadık yolcuları" isimli yazıyı istifadenize sunuyorum.

"Ulaşılmak istenen bir menzil olsun yeter ki…
Ve sen çıktığın o yoldan önce kendine bak ve sadık ol o yola!
Sen adımını attığın andan itibaren yar ve yardımcın Yaratan olur.
Hele bir de sadık yol arkadaşların varsa her adım bir duadır ki, eksikler tamam olur, karanlığın koyuluğunda gidilecek istikametin üstüne ayın şavkı vurup “buyur” der.
Hepimiz biliyoruz ki, uzun yıllardır Müslümanlar bu topraklarda yeniden var olma mücadelesi veriyorlar.
Bunu farklı zamanlarda farklı mücadele türleriyle denediler-deniyorlar.
Bazen davet çalışmalarıyla bazen adına demokrasi denilen yolla, bazen de şartlar gereği farklı mücadelelerle.
Mesele, çıkmaza giren bu dünya düzenine, İslam medeniyetiyle yeniden çıkış yolu oluşturmak.
Müslümanlar olarak yeniden bir kurtuluş kapısını aralamak…
Ancak bütün bunlarla beraber, hepimizin çok iyi bildiği ve her platformda konuştuğu iki konuda yanlış yaptığımızı düşüyorum.
Birincisi “Nebevi Hareket Metodu” (Rasulullah’ın (SAV) kendisine peygamberliğin gelişinden Rabb’inin huzuruna intikal edişine kadar geçen süre içerisinde izlediği yol).
İkincisi ise “Sünnetullah”. (Allah’ın kâinatı idare ederken koyduğu kurallar)
İsterseniz sizi şöyle bir geçmişe götüreyim.
Bundan yaklaşık 1500 sene evvel, Allah’ın Resulü Hz. Muhammed Aleyhisselam’ın dünyaya hediye ettiği Asr-ı Saadet’i hilafet dönemine kadar bir gözünüzün önüne getirin.
İlk vahiy, yanındakilerin şaşkınlığı, vahyin kabulü, aile içinde ibadet, gizli davet, vahyin açıklanması, açık davet, açık ibadet, batılı gizli inkâr, batılı açıktan inkâr, batılın vahyi yalanlaması, inanların ve inkar edenlerin arasındaki sözlü sataşma, batılın sözlü tehdidi, fiili baskı, işkence, sürgün, Medine, cihat ve fetih…
Bu süreç, “Nebevi Hareket Metodu”nun kendisidir.
Dahası tüm bu yaşanılanlar, Sünnetullah’ın, yani Allah’ın koyduğu kurallara paralel devam etmiş ve sonuç bulmuştur.
İslam’ın aydın âlim ve düşünürleri yukarda bahsetmiş olduğum 1500 sene önce bu metodu bugün pekâlâ farklı yöntemlerle devam ettirebilirler.
Ancak olmazsa olmazı olan tek şey vahiydir.
Yani Kur’an’dır, İslam’dır, haktır, adalettir.
Çünkü vahiy, hem götüreni hem de götürüleni temizler.
Bugün de gerek dünyada gerek Türkiye’de 1900’lı yıllarda, Batılılar tarafından işgal edilen İslam topraklarında “yeniden diriliş” için başlatılan mücadelede buna benzer bir yol takip edilmiştir.
Ancak takip edilen bu yolda bu metot sonuna kadar işlenmemiş ve devam ettirilmemiştir.
Elbette bu devam ettirilmeme tek taraflı değildir.
Batılı güçler bu metodun devamının nereye çıkacağını ve neler getireceğini çok iyi bildikleri için bir yerden sonra müdahale etmişlerdir.
Müslümanlar ise bu metoda yapılan müdahaleye karşı dik duramamış, ısrarcı davranamamış ve tabiri caizse dokuzuncu basamaktan sonra geri dönmüşlerdir.
Yani pes etmişlerdir.
Pes etmek, geri dönmek ve kaybetmek demektir.
Yani sebep-sonuç ilişkileri çerçevesinde yine Sünnetullah işlemiştir.
Bugünden sonra Müslümanların artık kendine gelmeleri ve yoldan çok yolcuyu sorgulamaları gerekmektedir.
Kısacası sorun yolda değil, yolcudadır.
Öyle olmamış olsaydı, bugün dünyada birçok batıl dava, düzen ve devletin hüküm sürmesi mümkün olabilir miydi?

Zira nice batıl davalar, yolcuları sadık olduğundan dünyada başarıya ulaşmışlardır.

Dünyanın var oluşundan kıyamete kadar Sünnetullah işlemeye devam edecektir.

Bu Allah’ın açık bir vaadidir.
Tıpkı hak olan bir davanın yıllardır başarıya ulaşmamasının sebebinin yanlış ve yamuk yolculardan kaynaklanmış oluşu gibi.
O halde etrafımıza bir daha dönüp bakalım!
Yolcuların sinesinde hangi sevda taşınıyor, ona dikkat edelim!
Çünkü imtihana muhatap olanlar yolculardır."
Yaşar YAVUZ-14.06.2015 
http://www.dirilispostasi.com/hak-yolun-batil-ve-batil-yolun-sadik-yolculari/

En Çok Okunan Yazılar

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!