Yeni Yılın Düşündürdükleri

Bir yılı da artık acısıyla tatlısıyla geride bırakıyoruz. Ömrümüzden bir yaprak daha kopup bir lahza daha ölüme yaklaşıyoruz. Her geçen gün ardından ölümün nefesi daha şiddetli bir şekilde bizi kaplıyor. Yeni yıl insanlar için neşe kaynağı mı yoksa kederlerin başlangıcı mı? Bu soruyu kendimize soralım ve bir cevap vermeye çalışalım. Acaba biz neden yeni yıl girdiği zaman kendimizi kaybedercesine kutlamalar yapıyor ve eğlenceler tertipliyoruz. Bir daha eski günlere geri dönmenin mümkün olmadığını bildiğimiz halde, neden çılgın partilerle yılbaşını karşılıyoruz?

Yaşlandığımızı hatırlamak her insana az da olsa hüzün verir. Yaşlanmak ölümün habercisidir. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak demektir. Eskiden olduğu gibi enerjimiz olmayacak, gün geçtikçe durgunlaşacağız demektir. Daha da yaşlandıkça elden ayaktan düşerek çevremizdekilere muhtaç olacağız demektir. Bütün bunları bilmeyenimiz yoktur. Fakat sanki bilmiyormuş gibi saatlerin önüne geçemediğimiz bu zamanlarda, ömrümüzden kaybolup giden her anı kutlamak için sabırsızca yeni yılı bekliyoruz. Kendime defalarca şunu sordum. “Bir insan olarak ölüme doğru uzanan, doğumla birlikte başlayan yaşamımızda, zamanın su gibi akıp gitmesini durdurabilir miyiz”? Ama her zaman cevap kesin ve net oldu. “ Hayır!” Zaman, bizden bağımsız bir şekilde herkes için en adil biçimde akıp gidiyor ve asla da durmaya da niyeti yok. Ne zaman ki durdu, o zaman insanlık yaşamı ve diğer canlılık hayatiliği yok oldu demektir. İşte bu idrak ve şuur, aslında her insanda fıtrat olarak var. İnsan, her geçen saniyenin önlenmez hızını çok iyi biliyor fakat bir teselli arıyor. Zamanın oluşturduğu stresleri unutmak gönlünce eğlenmek ve bir nevi “özgür (!)” olmak, herşeyi anlık da olsa unutmak istiyor. Bu nedenle kutlamalar yapıyor, akla hayale gelmedik eğlencelerle kendini bir anlık da olsa içinde bulunduğu esaretten (!) kurtarıyor. Hâlbuki insan, bu tür eğlenceler ve coşkuların ardından daha fazla yalnızlaşıp, daha çok stres içine giriyor. Bir önceki gün eğlendiği aşırı sevinçlerin olduğu durumdan, bir anda sakin ve monoton bir hayata tekrar dönerek, aciz bedenin kaldıramayacağı psikolojik yıkımlara ve büyük ruhi sıkıntılara maruz kalıyor.


Eğlenmek herkesin hakkıdır fakat bu eğlenme, ölçülü bir şekilde insaniyet sınırlarını aşmadan ve bir mana içerecek şekilde olmalıdır. İnsanı sonradan yalnızlaştıracak, üzüntülere sokacak yılbaşı eğlenceleri, doğum günü partileri..vs gibi sadece zevk ve haz barındıran eylemleri bir hayat tarzı haline getirmek, aslında iç dünyamızdaki yalnızlığın ve bir mana arayışının acı yansımalarıdır. İnsan, düşünerek hareket etmeli ve tarihin en eski devirlerinden beri devam eden toplum ahlakı ve toplum genel yapısı itibariyle uyuşacak hareketler sergilemelidir. Fıtrata uygun olmayan, sadece haz ve zevk ürünü davranışların yayılması, ileride yaşanacak daha büyük yıkımların habercisi olacağı bir an bile unutulmamalıdır. 

Eğlenmek, kişinin kendisine ve topluma bedenen ve ruhen asla zarar vermemelidir. Hiç kimse kendi benliğinin esiri olacak bir bağımlılığa, zevke, hazza müptela olarak 'insan' olma vasfını kaybetmemelidir. Şiddete, baskıya, zulme, eziyete yol açacak her türlü eğlence, kutlama ve merasimler başkasının huzurlu yaşama hakkını gasp etme anlamı taşıyabileceğinden bir özgürlük olarak tanımlanamaz. Eğlenmek, kültürel hayatımız açısından son derece anlamlı olmalıdır. Bizim için bir anlam ihtiva eden, örfümüzde  ve kültürümüzde yer alan bir takım kavramlarla eğlenmek başkalarına benzemekten bizi alıkoyacaktır. Her defasında söylediğim gibi 'biz' ancak örfümüzden aldığımız güçle tam olarak 'biz' olursak bu dünyada emin adımlarla var olmaya devam edebiliriz. 

Globalleşmenin getirdiği küresel kültür (Bkz. Globalleşme) nedeniyle insanlar artık ortak bir yaşantı oluşturmaya başladılar. Böylece kimilerinin inancında örfünde kültüründe olan bir takım bayram ve merasimler hiç sorgulanmadan aynen alınıp kutlanmakta ve tüm simgeleriyle de yaşantı haline getirilmektedir. Bu durum, inanan bir insan için hiç kabul edilebilir mi? Böyle bir anlayış, tüm dünyayı birbirine bağlayacak şekilde serbest tüketim ve eğlence odaklı, ahlaki meziyetlerden uzak bir global kültür oluşturma hezeyanını, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Kim bir kavme (topluluğa) benzemeye çalışırsa O, da onlardandır."(Ebu Davud, libas 4) buyurarak red etmiştir. 

Müslümanlardan bazılarının Hıristiyanların en büyük bayramı olan Paskalya ve Noel günlerinde ateş yakmak, hindi pişirme, çam süsleme, hediyeleşme, mum ayinleri gibi davranışlar suretiyle Hıristiyanların yaptıklarını yapmaya onlara benzemeye çalışmaktadır. Hz. Allah; Rasülüllah'a hitaben "Sana gelen ilimden sonra bilfarz onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'dan sana ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır." (Bakara-120) buyurarak bu tür gayri müslimin davranış ve isteklerinin yapılmasının son derece tehlikeli olduğunu bildirmiştir. 

İslama inanmış bir ferdin, küffara benzememe konusunda hassasiyet göstermesi, kişinin üzerine Allah'ın bir emridir. Küfür, bir kalp hastalığıdır. Dolayısıyla bu hastalığın en küçük zerresinin bile kalpte bulunmaması lazım gelir. En küçük bir saç, sakal kesiminde dahi "Yahudi ve Hıristiyanlara benzemeye özenmeyiniz." (Tirmizi, istizan 7, Edep 41) buyuran bir Peygamberin(s.a.v) ümmeti olarak başka dinlerin dini merasimlerine uymaktan kendimizi hassasiyetle korumamız elzemdir. Her insanın inancındaki simgeleri, törenleri, sözleri, ritüelleri kendilerine göre kutsaldır. Ortak bir kültür oluşturmak amacıyla yapılan bu tür hareketlerle, inancın kutsallığı ortadan kaldırılarak dini inançların basitleşmesine, dinin içinin boşaltılmasına ve inanca karşı zafiyetlerinin oluşmasına neden olacaktır. Bu tür zehirli yaklaşımlar ile dinimize göre yasak olan davranışlar, sanki mübah/serbestlik çizgisine kaydırılmış olacaktır. 

İslam dinince haram olan içki, zina, kumar gibi eylemlerin sırf eğlenme maksadıyla yılbaşı gecesine/veya diğer kutlama merasimlerine münhasır kılınması, dinen vahim sonuçların oluşmasına ve kalbi duyguların zarar görmesine yol açacaktır. Farklı inanç mensuplarının kendi dini yaşantıları sadece o dine bağlı kişileri bağlayacağından, onların bu davranışlarını taklid eden müslüman kesimin yaptığı hataların sonuçları, hem ferdi hem de tüm İslam toplumunu derinden etkileyecektir. Toplumda birlikte yaşanan dini öğelerde en küçük bir pürüzün meydana gelmesi, inanca karşı bir kıvılcım gibi başlayıp büyük yangınlara götürecek kadar itikatta sarsıntılar oluşturacaktır.

Akli melekeye sahip insanlar olarak daha iyi düşünmeli ve anlamlı davranışlarla inancımızı ve öz benliğimizi korumanın yollarına bakmalıyız. Son söz olarak; her geçen yeni yılla birlikte eski hatalarımızın tekrar edilmemesini, daha temiz yaşantıların, güzelliklerin, maddi ve manevi rahatlıkların bizimle beraber olmasını, ömrümüzün her anının İslam inancımıza uygun olarak yaşanmasını ve nihayetinde sahih bir iman ile bu fani aleme veda edebilmeyi Yüce Mevla'dan diliyorum.
21.12.2009
Kadir PANCAR

Muharrem Ayı ve Aşure Günü

"Şehrullahi'l-Muharrem" olarak meşhur olan, yani "Allah'ın ayı Muharrem" olarak bilinen Muharrem ayı, İlahi bereket ve feyzin, Rabbani ihsan ve keremin coştuğu ve bollaştığı bir aydır. Allah'ın bir ayı, günü veya yılı olmaz, bütün aylar ve geceler Allah'a aittir. Ancak bazı gün ve gecelerde önemli hadiseler vuku bulduğu için diğerlerine nazaran Allah'ın rahmetine ermenin önemli bir fırsatı olarak değerlendirilebileceği ve bazı önemli günlerin/gecelerin Peygamberimiz tarafından da hussuiyetle dile getirilmesi üzerine Mübarek gün ve gecelerin varlığı bu şekilde ifade edilmiştir. Âşura Günü de bu mübarek gün ve gecelerden birisi olarak bilinir. Aşura günü; Muharrem'in 10. günüdür. Âşura Gününün İslam dini açısından ayrı bir önemi vardır. Bugünde Cenâb-ı Hak on peygamberine on çeşit ikramda bulunmuş ve günün önemini arttırmıştır. Bu günlerde oruç tutmak çok faziletlidir. Peygamberimiz tarafından özellikle bugünlerde oruç tutulması tavsiye edilmiştir.
Hicrî Senenin ilk ayı olan Muharrem ayının 10. günü Âşura Günüdür. Muharrem ayının diğer aylar arasında ayrı bir yeri olduğu gibi, Âşura Gününün de diğer günler içinde daha mübarek ve bereketli bir konumu bulunmaktadır.
Âşura Gününün Allah katında da çok seçkin bir yerinin olduğunu Fecr Sûresinin ikinci âyeti olan "On geceye yemin olsun" ifâdelerinin tefsirinden öğrenmekteyiz.Bazı tefsirlerimizde bu on gecenin Muharrem'in Âşurasine kadar geçen gece olduğu beyan edilmektedir.(1)

Cenâb-ı Hak bu gecelere yemin ederek onların kudsiyet ve bereketini bildirmektedir. Bugüne "Âşura" denmesinin sebebi, Muharrem ayının onuncu gününe denk geldiği içindir. Hadis kitaplarında geçtiğine göre ise, bu güne bu ismin verilmesinin hikmeti, o günde Cenâb-ı Hak on peygamberine on değişik ikram ve ihsan ettiği içindir. Bu ikramlar şöyle belirtilmektedir:

1. Allah, Hz. Musa'ya (a.s.) Âşura Gününde bir mucize ihsan etmiş, denizi yararak Firavun ile ordusunu sulara gömmüştür.
2. Hz. Nuh (a.s.) gemisini Cûdi Dağının üzerine Âşura Gününde demirlemiştir.
3. Hz. Yunus (a.s.) balığın karnından Âşura Günü kurtulmuştur.
4. Hz. Âdem'in (a.s.) tevbesi Âşura Günü kabul edilmiştir.
5. Hz. Yusuf kardeşlerinin atmış olduğu kuyudan Âşura Günü çıkarılmıştır.
6. Hz. İsa (a-s.) o gün dünyaya gelmiş ve o gün semâya yükseltilmiştir.
7. Hz. Davud'un (a.s.) tevbesi o gün kabul edilmiştir.
8. Hz. İbrahim'in (a.s.) oğlu Hz. İsmail o gün doğmuştur.
9. Hz. Yakub'un (a.s.), oğlu Hz.Yusuf'un hasretinden dolayı kapanan gözleri o gün görmeye başlamıştır.
10. Hz. Eyyûb (a.s.) hastalığından o gün şifaya kavuşmuştur.(2)

Yukarıda bahsedilen bu olaylardan bazılarının rivayeti konusunda zayıflık olduğu da söylenmekle birlikte bu ayın hürmetine binaen; Hz. Âişe'nın belirttiğine göre, Kabe'nin örtüsü daha önceleri Âşura gününde değiştirilirdi.İşte böylesine mânalı ve kudsî hâdiselerin yıldönümü olan bu mübarek gün ve gece, Saadet Asrından beri Müslümanlarca hep kutlana gelmiştir. Bugünlerde ibadet için daha çok zaman ayırmışlar, başka günlere nisbetle daha fazla hayır hasenatta bulunmuşlardır. Çünkü, Cenab-ı Hakkın bugünlerde yapılan ibadetleri, edilen tevbeleri kabul edeceğine dair hadisler mevcuttur.

Aşüre Orucu
Âşura Gününde ilk akla gelen ibadet ise, oruç tutmaktır. Muharrem ayı ve Âşura Günü, Ehl-i Kitap olan Hıristiyan ve Yahudiler tarafından da mukaddes sayılırdı. Nitekim, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Medine'ye hicret buyurduktan sonra orada yaşayan Yahudilerin oruçlu olduklarını öğrendi.
"Bu ne orucudur?" diye sordu.Yahudiler, "Bugün Allah'ın Musa'yı düşmanlarından kurtardığı Firavun'u boğdurduğu gündür. Hz. Musa (a.s.) şükür olarak bugün oruç tutmuştur" dediler.Bunun üzerine Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam da, "Biz, Musa'nın sünnetini ihyaya sizden daha çok yakın ve hak sahibiyiz" buyurdu ve o gün oruç tuttu, tutulmasını da emretti.(3)
Aşûra günü yalnız ehl-i kitap arasında değil, Nuh Aleyhisselâmdan itibaren mukaddes olarak biliniyor, İslam öncesi Cahiliye dönemi Arapları arasında İbrahim Aleyhisselâmdan beri mukaddes bir gün olarak biliniyor ve oruç tutuluyordu.
Bu hususta Hazret-i Âişe validemiz şöyle demektedir:
"Âşûrâ, Kureyş kabilesinin Cahiliye döneminde oruç tuttuğu bir gündü. Resulullah da buna uygun hareket ediyordu. Medine'ye hicret edince bu orucu devam ettirmiş ve başkalarına da emretti. Fakat Ramazan orucu farz kılınınca kendisi Âşûrâ gününde oruç tutmayı bıraktı. Bundan sonra Müslümanlardan isteyen bugünde oruç tuttu, isteyen tutmadı." 'Buhari, Savm: 69.
O zamanlar henüz Ramazan orucu farz kılınmadığı için Peygamberimiz ve Sahabileri vacip olarak o günde oruç tutuyorlardı. Ne zaman ki, Ramazan orucu farz kılındı, bundan sonra Peygamberimiz herkesi serbest bıraktı. "İsteyen tutar, isteyen terk edebilir" buyurdu.(4) Böylece Âşura orucu sünnet bir oruç olarak kalmış oldu.
Âşura orucunun fazileti hakkında da şu mealde hadisler zikredilmektedir.
Bir zat Peygamberimize geldi ve sordu: "Ramazan'dan sonra ne zaman oruç tutmamı tavsiye edersiniz?"
Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam, "Muharrem ayında oruç tut. Çünkü o, Allah'ın ayıdır. Onda öyle bir gün vardır ki, Allah o günde bir kavmin tevbesini kabul etmiş ve o günde başka bir kavmi de affedebilir" buyurdu.(5)
Yine Tirmizi’de de geçen bir hadiste Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Âşura Gününde tutulan orucun Allah katında, o günden önce bir senenin günahlarına keffaret olacağını kuvvetle ümit ediyorum."(6)
"Ramazan ayından sonra en faziletli oruç, Allah'ın ayı olan Muharrem ayında tutulan oruçtur”(7) hadis-i şerifi ise, bu günlerde tutulan orucun faziletini ifade etmektedir.
Bu hadisin açılamasında İmam-ı Gazali, "Muharrem ayı Hicrî senenin başlangıcıdır. Böyle bir yılı oruç gibi hayırlı bir temele dayamak daha güzel olur. Bereketinin devamı da daha fazla ümit edilir" demektedir.
Gerek Yahudilere benzememek, gerekse orucu tam Âşura Gününe denk getirmemek için, Muharrem'in dokuzuncu, onuncu ve on birinci günlerinde oruç tutulması tavsiye edilmiştir.
Bu mânâdaki bir hadisi İbni Abbas rivayet etmektedir. Bunun için, müstehap olan, aşure Gününü ortalayarak, bir gün önce veya bir gün sonra oruç tutmaktır.
Bu günde oruçtan başka hayır, hasenat ve sadaka gibi güzel âdetlerin de yaşatılması isabetli ve yerinde olacaktır. Herkes imkânı nisbetinde ailesine, akraba ve komşularına ikramda bulunur; bugünlerin faziletini bildiren hâdiseleri hatırlayarak ihsanda bulunursa şüphesiz sevabını kat kat alacaktır. Bilhassa, Peygamberimiz, mü'minin aile efradına Âşura Gününde her zamankinden daha çok ikramda bulunmasını tavsiye etmiştir.

Bîr hadiste şöyle buyurular: "Her kim Aşura Gününde ailesine ve ev halkına ikramda bulunursa, Cenab-ı Hak da senenin tamamında onun rızkına bereket ve genişlik ihsan eder."(9) Bu aile mefhumunun içine akrabalar, yetimler, kimsesizler, konu komşular da girmektedir. Fakat, bunun İçin fazla külfete girmeye, aile bütçesini zorlamaya lüzum yoktur. Herkes imkânı ölçüsünde ikram eder.
Âşura gününün manevi ve berraklığı üzerinde Kerbela karanlığının kesafeti de görülmektedir. 61. hicret yılının Muharrem'ine ait 10. gününde Hazret-i İmam Hüseyin (r.a.) 55 yaşında iken Sinan bin Enes isimli bir hain tarafından Kerbelâ'da hunharca şehit edilmiştir. Bu gadr ve zulmün arkasında Emevi Halifesi Yezid, onun Küfe valisi İbni Ziyad vardır. Yarım asır öncesinden Peygamberimizin bizzat haber verildiği bu ciğerleri yakan olay Hazret-i Hüseyin'i Cennet gençlerinin efendisi olma şanına yüceltmiştir.

Şehitler mükâfatını almış en yüce mertebelere ulaşmıştır. Yüce Allah'ın da zalimlere hak ettikleri cezayı en âdil bir şekilde vereceğinden şüphemiz yoktur. Kader hükme boyun eğen her mü'min bu olaya üzülür, ancak itidalini ve soğukkanlılığını kaybetmez. Duyguları yanlışlara ve taşkınlıklara götürmez. Çünkü meydana gelen bütün olaylar ezelî takdirin bir hükmüdür. Bu açıdan bunu bir "yas merasimi" haline dönüştürmek ehli-i sünnetin itikat ve inancına aykırıdır.

1) Hak Dini Kur ân Dili. 8 5793.
2) Sahih-i Müslim Şerhi, 6:140.
3) Ibn Mâce, Siyam: 31.
4) Müslim. Siyam: 117.
5) Tîrmizî. Savm: 40.
6) A.g.e., Savın: 47.
7) İbn Mâce. Siyam: 43.
8) İhyâ, 1:238
9) et-Tergîb ve'l-Terhİb, 2:116.

En Çok Okunan Yazılar

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!