Kadir Gecesi ve Kadir Gecesi Namazı

Bin aydan hayırlı olduğu hadis-i şerif ve Kuran-ı Kerim'de bildirilen Kadir Gecesinde, insanlık alemini huzura kavuşturacak olan Kuran-ı Kerim'in ayetleri nazil olmaya başlamıştır. Kadir (Kadr) kelimesi sözlükte “güç, hüküm, değer, şeref” gibi anlamlara gelir. Özellikle Kur’an’ı Kerim'in bu gecede indirilmesinin geceyi şereflendirdiğini ve kadrini yücelttiğini ifade etmek üzere ona bu isim verilmiştir. Bu sûre inmeden önce gecenin böyle bir ismi yoktu. Duhân sûresinde, “Biz onu mübarek bir gecede indirdik” (Duhan Suresi-3) buyurularak bu gecenin bereketli, hayırlı, önemli ve kutsal bir gece olduğu açıkça ifade edilmiştir. Sûrenin ilk âyetinde Kur’an’ı Kerim'in bu gecede, Bakara sûresinde de (185) ramazan ayında indirildiği belirtilmiştir. Buna göre Kadir gecesinin ramazan ayı içerisinde olduğu açıktır. Kadir Gecesi Ramazan ayı içerisinde gizlenmiştir. Bu hususi geceyi tespit edebilmek için Ramazan'ın her gecesi Kadir gecesi olarak bilinmesi ve buna uygun davranılması gerektiği tavsiye edilmiştir. Kadir gecesinin bir esenlik ve mutluluk gecesi olduğu Kadir Suresinde ifade edilmiştir. Zira melekler gecenin başından itibaren şafak sökünceye kadar gruplar halinde inerek müminlere selâm verirler. Bu durum gecenin karanlığı çekilinceye kadar devam eder. 

Kadir Suresi Okunuşu:
Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm. 1. İnnâ enzelnâhu fî leyletil kadr. 2. Ve mâ edrâke mâ leyletul kadr. 3. Leyletul kadri hayrun min elfi şehr. 4. Tenezzelul melâiketu ver rûhu fîhâ bi izni rabbihim min kulli emrin. 5. Selâmun, hiye hattâ matlaıl fecr. 

Kadir Suresi Manası:  
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. 1. Doğrusu Biz, onu (Kurân'ı) Kadir gecesinde indirdik. 2. Kadr gecesinin ne olduğunu bilir misin sen? 3. Kadr (Kadir) gecesi; bin aydan daha hayırlıdır. 4. O gece Rab'lerinin izniyle Ruh ve melekler, her türlü iş için iner de iner. 5. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir 5. Selâmun, hiye hattâ matlaıl fecr.

Kadir gecesini, namaz kılarak, Kur’an-ı Kerim okuyarak, tövbe, istiğfar ederek ve dua yaparak değerlendirmeliyiz. Üzerinde namaz borcu olanların nafile namazı kılmadan önce, hiç değilse kaza namazlarını kılmaları daha faziletlidir. Hiç kazası yoksa nafile namaz da kılabilir. 

Bu geceyi iyi bir şekilde idrak edebilmek için öncelikle kendimizi istiğfara çekmeli, günahlarımızdan tevbe etmeliyiz. Hayatımıza yeni bir sayfa açmalı ve artık her geceyi kendimize Kadir bilmeliyiz. Dünyada ne kadar kalacağız bilmiyoruz, her anımızın kıymetini bilmeli, boş işlerden uzaklaşarak vakitlerimizi iman ve ihlas içinde dolu dolu geçirmeye gayret etmeliyiz. Varsa namaz borçlarımız, bunların kazasını yapmalı ve Allah'ın huzuruna borçlu olarak çıkmaktan haya etmeliyiz. Zaten eksik kullarız. Hatalarımız çoktur. Kıldığımız namazlar bile tam namaz değil, eksikliklerle doludur. İbadetlerimize güvenmeden tam bir tevekkül ve teslimiyet içinde tevbe ve pişmanlık kapısından girmeliyiz. Dua ve zikirle gecemizi ihya için çabalamalıyız. 

Kendimizi affettirmenin yollarını aramalıyız. Nafile namaz, zikir, Kuran-ı Kerim, dua, tevekkül, istiğfar her ne iyilik aklımıza geliyorsa yeni bir sayfa açıp hayatımızı ona göre tanzim etmeliyiz. Bu gecede yapılan tevbelerin kabul edileceği bildirilmiştir. 

Hz. Aişe (r.ah) söyle anlatıyor: “Ey Allah’ın Resulü! Kadir gecesine rastlarsam nasıl dua edeyim? diye sordum. Resulüllah (s.a.v): “Allahümme inneke afüvvün, kerimün tühibbü’l-afve fa’fu annî (Allah’ım sen çok affedicisin, affı seversin, beni de affet)” diye dua et, buyurdu 
(Tecrîd-i Sarih Tercemesi, VI, 314).


Bu gecenin öyle bir ani vardır ki o anda yapılan ibadet ve dualar mutlaka makbul olur. Bu tevbe kapısını, önemli anı yakalamak için gecenin bütününü tövbe ve istiğfar ile geçirebiliriz. Böyle bir hareket Allah'ın rızasını kazanmamıza vesile olabileceği gibi kişinin imanını da tazeler, nurunu tamamlar. Gecenin bütününü ibadetle geçiremeyenler, en azından teravihten sonra bir miktar oturup dua etmelidirler. Namaz, zikir, tesbih, Kur’an okumak gibi bedeni ibadetlerimiz yanında, ibadet olarak isimlendirdiğimiz tefekkür ile de bu geceyi ihya etmeye çalışalım.

Unutmayalım ki; özellikle bu gecede Tevvab olan Allah tevbelerimizi kabul edecektir. Bizlere bir ikram olarak sunulan bu Kadir gecesinde dua ederken kendimize ve tüm müslümanalara dua edelim. İnsanlığın huzuru, kurtuluşu, selameti için,  sevgi, şefkat ve duyguların artıp çoğalması için, birlik beraberlik ve kardeşliğin sağlanması ve devamı için, kafirler karşısında mutlak zafer ve güç için Allah'a tam bir teslimiyetle dua edelim. Yalnız kendi sevdiğimiz insanların değil, bütün insanların sevgiye layık olduğunu anımsayarak sevgide sağlam ve cömert bir ruha sahip olmak için de Allah'tan hilm ve yumuşaklık isteyelim. 

Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla, hepimize hayırlı geceler diliyorum. Allah gecemizi mübarek kılsın. Dualarımızı kabul etsin. Bize ve geçmişlerimize rahmet etsin. (Amin)

Kadir Gecesi Namazı
Bazı dua ve ibadet kitaplarında kadir gecesi ile ilgili dört rekatlık bir namaz tarifi vardır. Bu namaz, mübarek gecelere mahsus ibadet ve zikir şekilleri kitaplarında bu geceye has olarak zikredildiği için Allah'tan bir af dileme maksadıyla kılınabilir. 

Kadir Gecesi namazı, bazı kitaplarda nakledildiği üzere 4 rekat olarak kılınır. Kılınış şekli her rekatte okunması gerekenler aşağıda belirtildiği üzere 4 rekatli bir öğle namazı sünneti gibidir.

1. Rekatta: Fatiha ile 3 Kadir suresi.
2. Rekatta: Fatiha ile 3 İhlas suresi
3. Rekatta: Fatiha ile 3 Kadir suresi
4. Rekatta: Fatiha ile 3 İhlas suresi

Bu sureler belirtilen rekatlarda okunur ve iki rekatta bir Tahiyata oturularak namaz tamamlanır. Selamdan sonra on bir defa "Allah-u Ekber , Alah-u Ekber, Lailahe illlahu valahu ekber Allah-u Ekber velillahi hamd" denir. Bundan sonra 100 defa İnşirah suresi 100 defa da Kadir suresi okunur. Sonra tesbih duaları okunup dua ve istiğfar edilir.

İnşirah suresi Okunuşu
Bismillahirrahmânirrahîm. 1- Elem neşrah leke sadrek 2- Ve vada'na 'anke vizreke 3- Elleziy enkada zahreke 4- Ve refa'na leke zikreke 5- Feinne me'al'usri yüsren 6- İnne me'al'usri yüsren 7- Feiza ferağte fensab 8- Ve ila rabbike ferğab 

İnşirah suresi Manası
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle. ﴾1﴿ Senin kalbini açıp genişletmedik mi? ﴾2-3﴿ Belini büken yükünü üzerinden kaldırmadık mı? ﴾4﴿ Ve senin şanını yüceltmedik mi? ﴾5﴿ Demek ki zorlukla beraber bir kolaylık vardır. ﴾6﴿ Evet, doğrusu her güçlüğün yanında bir kolaylık var. ﴾7﴿ O halde önemli bir işi bitirince hemen diğerine koyul. ﴾8﴿ Ve yalnız rabbine yönel.

Bu namaz, nafile bir namaz olduğu için ikişer rekat olarak, arada bir selam vererek de kılınabilir. Bu namazın en azı kılınacaksa iki rekattır. İstediğiniz kadar uzun da kılabilirsiniz.

Her rekatta Fatiha, bir Kadir suresi, 3 İhlas suresi okunarak da, ikişer rekat olarak istenilen kadar kılanabileceği de bazı ibadet kitaplarında nakledilmiştir. Önemli olan bu gecenin boş geçirilmeden, ihya edilmeye çalışılmasıdır. Belli namaz biçimleri zikredilmişse de tesbih namazı ve kaza namazları kılmak da bu gecenin hususiyetlerindendir. 

Namazların sonunda Peygamber efendimize (s.a.v) çokça salat-ü selam getirilir. Tevhid zikrleri ve istiğfarlar yapılır. Tesbih duaları (Sübhanallahi velhamdülillahi vela ilahe illahu vallahu ekber vela havle vela kuvvete illa billahil aliyil azim) ve Kelime-i Tevhid (La ilahe İllaAllah Muhammedür Rasülüllah) zikri yapılır. Okunabildiği kadar ihlas suresi okunur ve göz yaşları eşliğinde tam bir teslimiyet ve samimiyetle dua-niyaz edilir.

Allah Teala yapılan bütün ibadetlerimizin kabul etsin mübarek gecenin hürmetine ümmeti Muhammedi affetsin, kendine layık kul, habibine layık ümmet eylesin, bu gece için verilen müjdelere bizleri de nail eylesin. (Amin)

İnanç zayıflığı ve intihâr

Ölüm, dünya hayatının nihayete ermesiyle başlayan sonsuzluk yurdunun anahtarıdır. Bu anahtarla ahiret kapısı açıldıktan sonra artık geriye dönüş imkanı kalmaz. Ölüm, tüm insanlar için beklenen sondur. Herkes bu sonla yakın ya da uzak zamanda karşılaşacaktır. Kur'an-ı Kerim'de bu son şöyle ifade edilir: "Herkes ölümü tadacaktır; yaptıklarınızın karşılığı size eksiksiz olarak ancak kıyamet gününde verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılır da cennete konursa artık kurtulmuştur. Dünya hayatı zaten aldatıcı şeylerden ibarettir." (Ali İmran Suresi/185) Kafirler; ölüm acısını şiddetli hissederken, müslümanlar derecelerine göre ölüm acısını hafif hissedecekler, hatta bazıları hiç hissetmeyeceklerdir. Şehitler ise ölüm acısını hissetmezler.  Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: "Şehîd, ölüm acısı duymaz, kabirde üzülmez, kıyâmetin dehşeti, hesâb, mîzân, sırât onu rahatsız etmez, doğruca Cennete gider." [Beyhakî] Narkozlu hasta, nasıl ameliyat acısını duymazsa, sâlih mümin de kurşun yağmuruna tutulsa dahi, vücudu dilim dilim parçalansa bile ölüm acısını duymaz. Hz.Yûsuf’un güzelliği karşısında kendinden geçip ellerini kesen  kadınlar, bu kesik acısının nasıl farkına varamadılarsa, ölüm meleğinin güzel sûretini gören mümin kişiler de ölüm acısını hissetmez.

Hastalık ve dünya sıkıntılarından kurtulmak için ölümü istemek câiz değildir.  Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (Ölümü istemeyin! Çünkü bir kişi iyi ise, yaşadıkça iyiliği artar. Kötü ise, hatâlarından dönüp doğru yola gelebilir.) [Buhârî] 

İNTİHAR
Kişinin kendi eliyle canına son vermesi çok büyük günahtır. İnsanın canı, ırzı, namusu, şerefi, malı, nesli mukaddestir, her zaman korunması gerekir. İnsan, kendi canıyla birlikte başka canları da daima korumakla mükelleftir. Ne kendi canına ne de başkalarının hayatına asla zarar veremez. Müslüman bir kişi, intihârı hiç bir zaman aklına getirmemeli ve asla düşünmemelidir. Çünkü intihâr, bir çâre, bir kurtuluş değil, aksine tarîfi imkânsız azâblara kendini atmak demektir. İntihar eden bir kişi için ölüm acısı çok şiddetlidir. İntihâr etmek, küfre yakın çok büyük günâh olduğundan, ölürken dayanılmaz acılara mâruz kalınır. Ölüm acısı, sanıldığı gibi bir ân değildir. İntihâr edince âhirette daha büyük acılara girilir. Âhiret sıkıntıları, dünya sıkıntıları gibi değildir. Ahirete iman etmiş bir kişi, kendi elleriyle kendini tehlikeye atmaz. Borçları olan kişi, zaman gelir tüm borcunu öder. Çaresiz hastalıklar içinde olanlar, gün gelir derman bulur. Dermansız dertlerde olan kişi, bu rahatsızlıklarına sabretmekle mükafatlara erişir. İntihar, bir kurtuluş değildir. Bu dünyada başa ne gelirse sabretmek lazımdır. Sabır ve metanet içinde olan kişiler, Allah katında dünyadaki acılarının tamamını unutturacak nimetlere kavuşur. Rasulüllah (s.a.v), Mekke'de peygamberliğini ilan edip tebliğe başladığında, en yakın çevrelerinden bile nice eziyetler görmüştür. Yıllarca müşriklerle savaşmış, onca işkence ve eziyetler içinde kalmış, boykotlara uğramış, ikamet yerinden ayrılmak zorunda bırakılmıştır. Bütün bunlara sabretmiş ve Allah'tan asla ümidini kesmemiştir. En sonunda Allah'ın inayetiyle, yerinden yurdundan çıkarıldığı Mekke'ye, yıllar sonra fetheden bir komutan olarak geri dönmüştür.

Kur’ân-ı kerîmde buyuruldu ki: 
"(Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin; ancak karşılıklı rızânıza dayanan ticaret böyle değildir ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, size karşı çok merhametlidir.) " [Nisâ Suresi/29]
...“Bir cana kıymaya veya yeryüzünde fesat çıkarmaya karşılık olması dışında, kim bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir can kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.”... (Maide Suresi/32)

Hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:
"Yedi helak edici günahtan uzak durunuz. Denildi ki, ya Resulullah, onlar nelerdir? Şöyle buyurdu: Allah'a ortak koşmak, bir cana kıymak, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, iffetli, hiçbir şeyden habersiz mümin kadına zina iftirası yapmak." (Buhârî, Vesâyâ, 23, Hudûd, Tıb, 45; Müslim, İman, 144).

Bir kişi, uyku hapı içerek veya narkozla her tarafı uyuşturularak ölse dahi, çok şiddetli olan ölüm acısını ve azabını hisseder. İntihar edenin kimsenin ahiretteki cezası, dünyadaki intihar şekline uygun olarak verilir. Hadis-i şeriflerde "Kim kendisini bıçak gibi keskin bir şeyle öldürürse, cehennem ateşinde kendisine onunla azap edilir." (Buhâri, Cenâiz, 84). 
"(Dünyada ip ve benzeri) şeyle kendisini boğan kimse, cehennemde de kendisini boğar, dünyada kendisini vuran kişi, cehennemde de kendisini vurur (azabı böyle olur)" (Buhârî, Cenâiz 84)
"Kim kendini bir dağın tepesinden atar da öldürürse, cehennem ateşinde de ebedi olarak böyle azab görür. Kim zehir içerek kendisini öldürürse, cehennemde de zehir kadehi elinde olduğu halde devamlı ceza çeker." (Müslim, İman, 175; Tirmizi, Tıb, 7; Nesâî, Cenâiz, 68, Dârimi, Diyât, 10; Ahmed b. Hanbel, II, 254, 478).

Ahiret sonsuz bir yaşam yurdudur. Bu ahiret yurdunda intihar nedeniyle acı ve ızdırablara katlanmak, dünyadaki sıkıntılara katlanmaktan daha zor olacaktır. Dünya sıkıntılarına dayanamayıp intihâr eden kişi, ölüm acısına ve âhiret sıkıntılarına nasıl dayanabilir? 


Ölüm, dünya hayatının nihayete ermesiyle başlayan sonsuzluk yurdunun anahtarıdır. Bu anahtarla ahiret kapısı açıldıktan sonra artık geriye dönüş imkanı kalmaz. Bu nedenle bu dünyada her ne sıkıntı olursa olsun sabredip, emanet olarak verilen bu hayatın yaşanması gerekir. Bugün zorluk olan yarın kolaylık olur. Dünyada başa gelen hiçbir şey, devamlı surette azap olarak kalmaz. 

Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: 
(Ölüm meleğini görmek, bin kılıç darbesinden daha şiddetlidir.) [Ebû Nuaym]
(Ölüm acısı çok şiddetli ise de, ölümden sonraki acılara göre çok hafiftir.) [İ.Ahmed] 
Yeniden dirilene kadar, kişi ölüm acısını duyar. (İ.Evzâî)

Ülkemizde Tanzimat’tan sonra daha çok intihâr olayları görülmeye başladı.  İntihâr kelimesi, Tanzimat’tan önce yazılan lügatlarda rastlanan birşey değildi. Müslümanların çok olması intihârın yaygınlaşmasını önlemiştir. Dinsizliğin ve inanç zayıflığının intihâr üzerindeki etkisi çok büyüktür. Avrupa’da, hayat standardı çok yüksek olan yerlerde, intihâr oranı daha yüksektir.  Eskiden İstanbul’da yıllarca kalmış olan araştırmacı Fransız Dr. A. Bayer diyor ki: "(Batı ülkelerinde insanların yalnız kalması, hayattan nefret etmeye, hattâ intihâra yol açmaktadır. Hâlbuki Müslüman Türkler arasında hiçbir zaman bu hâle tesâdüf edilmez; medenî sayılan milletlerde çok sık görülen intihârı onlar bilmez. Müslümanlar, Allahın kendilerine bahşettiği varlığa, cana tecâvüzün, Allaha karşı gelmek olduğuna inandıkları için, intihârı düşünmezler. Bunun için, intihâr eden hiçbir islâm âlimi yoktur.)" (Dr. A. Bayer)

"Sonuç olarak, beden bizlere Cenâb-ı Hakkın insanoğluna verdiği en büyük nimettir. Bu nimet bize emanet olarak verilmiştir. Bu emaneti, her ne şart altında olursa olsun, Allah'ın dilediği zaman gelene kadar korumak gerekir. Bunun için de, kişinin rûhî ve fizikî sıkıntılara sonuna kadar sabır göstermesi İslâm'ın amacıdır. Aksi halde intihar etmekle dünyevî sıkıntı ve problemlerini çözeceğini düşünen kişi, hemen intikal edeceği kabir ve daha sonra ahiret hayatında çok daha büyük sıkıntı ve felaketlerle karşılaşır. Hayat, en kötü şartlar altında bile güzeldir. Çünkü, ruh bedende kaldıkça Allah'tan ümit kesilmez. Her geceden sonra gündüz, her zorluktan sonra bir kolaylık vardır. Kulun Allah'a yönelmesi ve O'ndan yardım istemesi, sıkıntı ve problemlerin çözümünün başlangıç noktasını teşkil eder. Yüce yaratıcı umulmayan, beklenmeyen yer ve yönlerden kolaylıklar ihsan eder. Çünkü O'nun her şeye gücü yeter. O'na dayanan da güç kazanır." (Hamdi Dödüren)

İslâm bilginlerinin çoğunluğuna göre, intihar eden kişi, dinden çıkmış olmaz, üzerine cenaze namazı da kılınır. İntihâr etmek çok büyük günâh olmasına rağmen, intihâr eden kişi, kâfir olmadığından cenâze namazı kılınır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (İntihâr etmiş olsa da, tevhîd ehli her ölünün cenâze namazını kıl!) [Deylemî]
| | Devamı... 0 yorum

Değerlerimiz ve Kültürel Yozlaşma

Kültürü kısaca tanımlamak gerekirse, bir milleti oluşturan maddi ve manevi değerlerinin tümü olarak ifade edebiliriz. Roger Garaudy; "Kültür; bir sanat veya edebiyat eserleri müzesi değildir. Tabiatın başka insanların ve bizzat insanın sormuş oldukları sorulara bir insan topluluğunun verdiği cevapların tümüdür." diyerek kültüre güzel bir tanım getirir. Bir milleti oluşturan en önemli unsurdur. Bir milletin olmazsa olmaz şartı var olma mücadelesindeki en önemli dayanağı, geçmişi ile geleceği arasında bir köprü ve bağ oluşturmada en büyük temeli kültürdür. Bir milletin dini, dili, ortak tarihi, geçmişinde yaşadığı acıları, sevinçleri, kazanılan veya kaybedilen savaşları, düğün ve cenaze merasimleri, ağıtları, şiirleri, oyunları, destanları, türküleri, vecizeleri, gelenek ve görenekleri, ibretlik hikâyeleri, masalları, mizah anlayışları, eğlenceleri, festivalleri, kermesleri, panayırları, yaşama biçimleri ve buna benzer pek çok şey kültürün beslendiği kaynaklardır.
Kültürün belki de en önemli kaynağı dindir. Çünkü bir milleti bir arada tutan en önemli unsur din birliğidir. Aynı dine inanmış kişiler arasında etkileşim daha yoğun olarak hissedileceği için kültür en çok dini değerlerden etkilenir. Hatta aynı dili konuşmayan insanlar, eğer aynı dini inançları taşıyorlarsa onlar arasında da bir kardeşlik, bir birlik havası mevcut olur. Fakat bunun tersi her zaman doğru olmak zorunda değildir. Aynı dili kullanan insanlar yeri geldiği zaman dini inançlarının farklılığı yüzünden birbirleri ile şiddet olaylarına girişmişlerdir. Örnek olarak; Martin Luther hareketi ile ortaya çıkan dini inanç farklılığı ile birlikte meydana gelen şiddet olaylarında, Avrupa’da aynı dili kullanan binlerce insan, sırf inançlarının farklı olduğu gerekçesi ile ölüme sürüklenmiştir. Buna benzer örnekleri tarihin sayfalarında bulmamız zor olmayacaktır. Dolayısıyla bir milletin en önemli kültür bağı, dindir dediğimiz zaman bunu doğrulayacak pek çok delili kolaylıkla elde edebiliriz.
Kültür; dinden beslenir. Bir millet inançları gereği; yemesini, içmesini, giyinmesini, yaşama biçimini, ahlaki düşüncesini düzenler. Örneğin Müslüman toplumlarında dini bayramlar ayrı bir coşkuya neden olur. Gencinden yaşlısına herkes bayramı doyasıya yaşamak için ellerinden gelenleri yaparlar. Bir ay oruç tutarak mükâfatını bayram ile alan kul Allah'a sonsuz şükreder. Kurban olarak kendisinin sunulması gerekirken, Allah'ın eşsiz merhameti ile milyonlarca  hayvan kurban olarak Allah'a yükselir. İslam’ın zekât ve sadaka ibadeti ile Müslümanlar, aralarında yardımlaşmanın coşkusuna varırlar. Yine İslam’ın haram kıldığı zina ile toplumun aile yapısı korunur. Hırsızlığın büyük günahlardan sayılması ile mal güvenliği teminat altına alınır. "İçki bütün kötülüklerin anasıdır" sözüyle toplumda fenalıklar ve azgınlıklar önlenmiş olur. Kısacası pek çok kuralımız dini inançlar sayesinde düzenli bir yapıya bürünür. Huzur ve mutluluk bu sayede çevreye yayılır.
Kültür; dilden beslenir. Etkileşim aracı olan dil, kişilerin yaşam biçimlerini değişikliğe uğratır. Konuşulan dil aynı olduğu müddetçe insanlar birbirine daha fazla yakınlık duyarlar, daha fazla anlayış ve yardımlaşma gösterirler. Farklı dil insanlar arasında anlaşmazlıklara bazı zamanlarda kopukluklara büyük anlaşmazlıklara yol açabilir. Aynı dili kullanan insanların paylaşacakları değerler kimi zaman daha çok olur. Bir olay karşısında hep birden aynı tepkiyi vermeleri daha kolay olur. Anlatılan her türlü bilgiyi, düşünceyi, olayı, kişiler kendi dilinde duymanın ve bunu kolaylıkla anlayabilmenin zevkini yaşarlar.  Dil sayesinde pek çok kavram kültürün içinde kendine yer bulur. Bir bedevi Arap için konuşma dilinde; yaşama kültüründe çok önemli yere sahip olan develer için pek çok kelime  vazığ edilmiştir. Kültür, dilin gelişmesine bu şekilde katkı sunmakla beraber dil ile kültürümüz de zenginleşmiştir. Burada çift yönlü Bir etkileşim söz konusudur. Bir milletin birlikteliğinde oluşturduğu kültürünün devamı ve korunmasında, dilden konuşanlardan ziyade gönülden konuşanlar daha elbette daha etkili olur. Bu nedenle dil için kültürü oluşturan temel kaynaklardan birisidir demek en doğru yaklaşım olacaktır.
Kültür tarihten etkilenir. Bir milletin geçmişi o milletin en önemli değerlerindendir. Millet olma bilinci, geçmişinden alınan dersler ve geçmişinde yaşanılan olayların kazandırdıkları/kaybettirdiklri sayesinde bütünleşerek kuvvetlenir. Tarihte işlenilen hatalar tekrar işlenilmez ibret ve ders alınır. İnsanlar, böylece ileriye daha sağlam adımlar atarak, geleceği yönlendirme ve başarılı bir şekilde ilerleme imkânı bulabilir.
Kültür; çevreden beslenir. Bir bedevi Arap için deve ne kadar önemliyse bir Eskimo için de kar ve buz o kadar önemlidir. Hatta bunlar için kullandıkları kelimelerin sayısı da o denli farklı olur. Soğuk iklimin insanı ona göre giyinir. Tabiatı da iklim şartları gibi sert ve haşin olur. Sıcak iklimin insanı da ona göre biraz daha esnek giyinir ve davranışları da diğer tabiata göre daha rahattır. Etrafına daha sempatik ve daha neşeli bir görüntü çizer. Yaşanılan coğrafyadaki yer şekilleri bile, insanın yaşama biçimini kolaylıkla değiştirir. Ormanda yaşayan bir  insan için; ağaç ve vahşi hayvanlar, kayalıklarda yaşayan bir insan için; taş ve kaya,  çöl insanı için; kum ve su, denizdeki bir balıkçı için su,  yaşamlarında diğer insanlara nazaran çok daha büyük öneme sahiptir. Çevre ne kadar farklı ise yaşam biçimi de o denli çeşitli olur.
Burada kısmen anlatabildiğimiz gibi kültür; pek çok şeyden etkilenir ve pek çok şeyi de etkileyerek insanlığın her zaman gelişmesini, bir sonraki kuşakların maddi ve manevi değerleri öğrenebilmesi için bir vasıta gibi hareket eder. Kültürel değerler; o kadar narindir ki en küçük bir hareketten etkilenme gösterebilir. Kısa sürede geniş çevrelere yayılma şansını bulabilirler. Örneğin bir şarkıcının giyimi, konuşması, yaşama biçimi bir anda bütün bir millete örnek olabilir.
Kültürün ne olduğunu meramımıza göre aktardıktan sonra şimdi de kısaca kültürel yozlaşmaya değinerek bahsi kapatalım. Kültürel değerlerin zamanla örf, din, dil, tarih gibi beslendiği bütün köklerden uzaklaşıp farklı bir hale bürünmesine , başka kültürlerin tahakkümü altına girmesine "yozlaşma" denilebilir. Buradaki kültürel yozlaşma kişilerin kendi davranışlarının değişiminden, çevredeki dış etkilerden veya her ikisinin zamanla birbirini etkileyerek değişmesinden meydana gelir. Örneğin günümüzde insanımız; televizyon, radyo, gazete, dergi, internet ve telefon araçlarıyla bambaşka bir yönde kendini değiştirdi ve bir önceki kuşak ile arasında çok büyük farklılıklar ortaya çıkardı. İzlediği bir yabancı film kahramanı, çocuklarda ve gençlerde örnek alınacak bir şahsiyet; defterlere, kitaplara, çantalara çıkartma olarak yapıştırılacak kadar beğeni toplayan bir durum haline geldi. Bir şarkıcının gelenek ve göreneklerle bağdaşmayan giyim tarzı, bir sporcunun örf ve geleneklere uygun olmayan yaşam hali binlerce genç tarafından örnek alınarak taklit edildi. Yine toplumun gözü önünde olan bir şahsiyetin, biçimsiz konuşma yapısı milyonları kendisine bağladı ve insanlar tarafından taklit edilerek, kültürün en önemli yapısı olan dilin gelişimine büyük zararlar verdi. Toplumun büyük bir bölümü tarafından şarkıları dinlenen kişilerin, örf ve ananelere tamamen ters aile yapısı ile toplum ahlaken bozuldu. Gazete ve dergilerde,  dinen ve örfen yasak olan ahlaksızlık toplumun bütün bireylerine ulaşarak davranışlarımızda alışma ve duyarsızlık oluştu. Televizyon filmlerindeki sahnelerde, toplumun genel ahlak yapısı çürütülerek, insanımız böyle yaşantılara özendirildi. Ailesine, hanımına karşı sadakatsizlik ve ihanet etmek; bir zamanlar bir ömür beraber yaşamaya söz vererek evlendiği zevcesini başka kadınlarla aldatmak topluma aksettirilmeye başlandı. Televizyon ve internet o kadar zararlı oldu ki çocuklarımız, kültürel değerlerinden tamamen uzaklaştı. Dedesini anlamayan bir torun ve torunun yaptığını işlemeye meraklı bir dede var oldu. Şarkılarımız, türkülerimiz, ağıtlarımız yok oldu, çok büyük değişikliklere uğradı. Kendi müziğimizin kimse tarafından tercih edilmemesini bırakın bir kenara, müzik kültürümüzden utanır hale geldik. Yabancılar gibi kendi sevgimizi, coşkumuzu, üzüntümüzü ifade etme yolları bulduk. Evlerimizden, iş yerlerimizden dilimize yabancı şarkılar yükseldi. 
İçki ve uyuşturucu gibi bağımlılık maddeleri bazen bir zenginlik belirtisi, bazen bir huzur bulma aracı, bazen mevki ve statü belirtisi halini aldı. Nargile ve sigara kullanmak gibi zararlı alışkanlıklar basite indirgenerek, gençlik yıllarında topluma bir nevi kendini kabul ettirmek ve saygınlık aracı sayıldı. Disko ve barlar ile uyuşturulmuş, kendisini alkol, uyuşturucu ve şehvetin esiri haline getirmiş huzurunu bağımlılıkta arayan bir nesil türedi. Öğretmenlere, hocalara saygı ve sevgi kalmadığı gibi ilme ihtimam göstermek azaldı, teknoloji sayesinde kolay ulaşmakla beraber bilgimiz değersizleşti. Giyinme şeklimizde büyük değişiklikler oldu. Kadınlarımız erkeklere, erkeklerimiz kadınlara benzemeye başladı. Giyimde moda ve marka takibimiz artarak başkalarının gözünden kıyafet seçmeye başladık ve bu şekilde kendi paramızla hür irademizi esirleştirip moda altında başka beyinlerin emrine vererek kendimizi mutlu ettik.
İşyeri tabelalarımız, reklâm panolarımız; sanki kendi dilimizin kelime yetersizliği varmış gibi, yabancı kelimelerle yazılıp çizildi. İnsanımız; öyle bir hale geldi ki bütün bu değişiklikler, gündelik yaşamın normal değerleri gibi kabul edilmeye başlandı. Hepsi alışılagelmiş birer güncel olaymış gibi algılanıp zamanın getirdikleri olarak yorumlandı. Kültürümüzle tamamen alakasız kişilerin ifsat çalışmaları, toplum dinamiklerimize tamamen ters davranış ve olayların, bizi bu kadar etkileyip olumsuz yönde yozlaştırması ne kadar da acınacak bir haldi. Bizler bu kadar uyutulmuş bu kadar kendi geçmişini unutmuş değerlerimize ters dönmüş bir millet miydik? Yoksa birileri bizi kendi öz benliğimizden kopartmak için var gücüyle çalışıyor ve bunun neticesini almak için mi çabalıyordu? Soruların cevabı bizde, içimizden gelen vicdanı seste saklı. Kendimiz bu sorulara kendi penceremizden cevaplar verelim. Gaflete dalmış olarak globalleşen dünya için yaşamaya devam etmek yerine, kültürüyle öne çıkan bir millet olarak artık uyanalım… Kendi kültürümüzü, kendi ellerimizle yozlaştırıp “biz artık biz olmaktan çıkıyoruz”. Her şey çok geç olmadan daha fazla yozlaşmadan aslımıza dönelim ve davranışlarımızı yozlaştıran bütün asalaklardan silkelenip kendimize dönelim. Yeniden ve her zaman “Biz, hep 'Biz' olalım.”
31/08/ 2008
Kadir PANCAR

"Millî benliğini bulamayan milletler başka milletlere yem olurlar." M. Kemal Atatürk

Oruç Kefareti

Geceden niyetli orucunu, kasten bozana kefâret lâzım geldiği din kitaplarının hepsinde yazılıdır. Kütüb-i sitte isimli meşhûr altı hadîs kitâbından Buhârî, Müslim, Ebû Dâvüd, Tirmizî ve Nesâî'de mevcûttur. Hz. Ebû Hüreyre'nin rivâyet ettiği hadîs-i şerîf şöyle:
Bir kimse, Peygamber efendimize gelerek, (Helâk oldum yâ Resûlallah) dedi. Peygamber efendimiz, ne olduğunu sordu. O da Ramazan orucunu kasten bozduğunu söyledi. Peygamber efendimiz, bir köle azâd etmesini bildirdi. Kölesi olmadığını bildirince, aralıksız iki ay oruç tutmasını emretti. Bunu da yapamıyacağını bildirince, fakir doyurmasını bildirdi.

İslâm âlimleri de, geceden niyetli orucunu bozan kimsenin kefâret olarak, varsa bir köle azâd etmesini, yoksa peşpeşe 60 gün oruç tutmasını, tutamazsa, 60 fakiri doyurmasını bildirmişlerdir. (R. Muhtâr)Peygamber efendimizin bildirdiği hükmü kabûl etmiyen, Allahü teâlânın emrini kabûl etmemiş olur. Çünkü Kur'ân-ı kerîmde Resûlullahın emrettiğini yapmak gerektiği bildiriliyor. (Haşr 7)

Oruç kefâreti için ard arda, 60 gün oruç tutar. 60 gün sonra, tutmadığı her gün için, birer gün daha tutar. Birkaç Ramazanda kefâretleri olan veya bir Ramazanda, 2 gün kefâreti olan kimse, birinci kefâreti yapmamış ise, ikisi için yalnız bir kefâret yapar. Birinci kefâreti yapmış ise, ikinci kefâreti de, ayrıca yapar. Kefâret orucu, hastalık, yolculuk gibi bir özür ile veya bayram günlerine rastlamak sebebi ile bozulursa veya Ramazana rastlarsa, yeniden 60 gün tutmak lâzım olur. Bayram günlerinde bozmazsa, yine yeniden başlaması gerekir. Hayz ve nifâs sebebi ile bozunca, yeniden başlamaz. Temizlenince geri kalan günleri tamamlar.

Devamlı hasta veya çok yaşlı olup, 60 gün kefâret orucunu tutamaz ise, 60 fakiri bir gün doyurur. Aç olan 60 fakiri, bir günde iki defa doyurmak lâzımdır. Hepsine aynı gün yedirmek şart değildir. Bir fakiri hergün iki defa doyurmak üzere 60 gün veya hergün bir defa doyurmak üzere 120 gün yedirmek de olur. Yâhut, 60 fakirin herbirine, 1750 gr buğday veya un veya 3.5 kg arpa, kuru üzüm, hurma verir. Bunların kıymeti kadar ekmek, başka mal veya altın vermek veya bunları bir fakire 60 gün devamlı vermek de câiz olur. Kendisini doyurması için fakire kâğıt para da verilir. 60 günlüğü, bir fakire, bir günde toplu verse, bir günlük vermiş olur. 60 fakiri sabah, 60 başka fakiri de akşam doyurursa, sabah doyurduklarını akşam veya akşam doyurduklarını sabah, bir daha doyurmalıdır. Yâhut, bunlardan 60'ının herbirine, sadaka-i fıtr miktârı mal verir. Oruç tutabilenin fakirleri doyurması câiz değildir.

Kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sad. Ali Fikri Yavuz,Ravza Yayınları
| | | Devamı... 0 yorum

Selamlaşmanın Önemi

Dinimizde selamlaşmanın önemi büyüktür. Müslümanların yanına girerken, çıkarken, karşılaşınca, ayrılırken mutlaka selam vermelidir! Müslümanlara yapılacak iyiliklerin en büyüklerinden birisi de selam vermektir. Konuşmadan önce selam vermeli, sonra konuşmalıdır. Çünkü, (Selam, kelamdan öncedir) buyurulmuştur.  Bu husustaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyledir.

(Allahü teâlâya yemin ederim ki, mümin olmadıkça cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de mümin olamazsınız. Size bir amel bildireyim onunla birbirinizi seversiniz: Aranızda selamı yayınız!) (Müslim)

(Mümin kardeşine selam vermek, yanına gelince ona yer göstermek ve hoşlandığı isimle hitap etmek, aradaki sevgiyi pekiştirir.) [Taberânî]

(Darlıkta infak eden, rastladığı müslümana selam veren, kendi aleyhinde de olsa adaletli davranan, iman hasletlerini toplamış olur.) [Ebu Nuaym]

(Yirmi müslümana selam veren bir mümin Cenneti hak eder.) [Deylemî]

(Tatlı dilli olmak, selamlaşmak ve yemek yedirmek, cennete götürür.) [Hakim]

(İnsanların en cimrisi selam vermeyendir.) [Taberânî]

(Tanıdığından başkasına selam vermemek Kıyamet alametidir.) [Taberânî]

(İnsanlara güleryüzle selam vermek sadakadır.) (Camiüs Sağir)

(Güzel abdest al ve abdestli olmaya dikkat et ki, ömrün uzasın.)

Karşılaştığın herkese selam ver ki, hasenatın çoğalsın! Evine girince, ev halkına selam ver ki, evin iyiliği ve bereketi artsın!)

(Mümin kardeşine selam vermek, aradaki sevgiyi pekiştirir.)

(Müslümanın müslüman üzerindeki altı haktan biri de selam vermektir.)

(Bir yere girerken oradakilere selam vermek gibi, çıkarken de selam vermek borçtur.)

(İnsanların en acizi duâ etmeyen, en cimrisi de selam vermiyendir.)

(Selamı yayan, cennete girer.)

Bir kimse selamsız içeri girince, Resul-i ekrem efendimiz, (Geri dön, selam ver, sonra içeri gir.) buyurmuştur.

Bilhassa selama cevap verirken, ve uzatarak mukabelede bulunmak ve berekatühüye kadar söylemek faziletlidir!

(Esselamü aleykum diyene on, ve rahmetullahi ekliyene yirmi, ve berekatühüyü de ekliyene otuz sevab verilir) hadis-i şerifi bunun önemini bildirmektedir. (Taberânî)

Yemek Duası

Yemeğe başlarken besmele çekmek yani (Bismillahirrahmanirrahim) demek (Bkz. Besmele) ve sonunda (Elhamdülillah) demek sünnettir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: Peygamber efendimiz yemekten sonra (El-hamdü-lillahillezi etamena ve sakana ve cealena müslimin) duâsını okurdu (Tirmizî)

"Elhamdülillah Elhamdülillah Elhamdü lillahillezii et`amenaa vesegaanee vecealenee minel müslimiyn. Elhamdülillehi rabbil alemiyn. Vessaleeti vesseleemü alaa seyyidinaa Muhammedin ve alaa alihii ve sahbihii ecmaıyn." 

(Yemekten sonra, "El-hamdülillahillezi etamena hazettaame ve rezekana min gayri havlin minna ve la kuvveh" duâsını okuyanın günahları affolur.) [Ebu Dâvud]

(Bir kimse, yiyip içtikten sonra, "El hamdülillahillezi atameni ve eşbeani ve sakani ve ervani" duâsını okursa, anasından doğduğu günkü gibi günahsız olur.) [İbni Sünni]

Yemeklerden sonra, yukarıdaki duâları da içine alan şu duâyı okunabilir.
"El-hamdü-lillahillezi eşbeana ve ervana min-gayri-havlin minna ve la kuvveh. Allahümme at’imhüm kema at’amüna. Allahümmerzukna kalben takıyyen, mineşşirki beriyyen la kâfiren ve şekıyyen velhamdülülillahi rabbilâlemin"



Tam manasıyla güzel bir yemek duası yapmak için,öncelikle samimi olunmalı ve nimetin şükrünün edası olarak dua yapıldığı bilinmelidir. Bütün nimetlerin Allah'ın bir lütfu olduğu hatırlanarak şükr ve acziyet içersinde dua edilmelidir. Bütün bu duaların yanında yemek sonrasında kısaca Elhamdülillah" demek bile samimiyetin bir göstergesi olduğunda, Allah indinde inşallah kafi gelecektir.

Manası itibariyle yukarıda sayılan bütün hadislerdeki meziyetleri de içine alan şu Arapça duayı okumakta büyük faide vardır. Aşağıda yazılan duayı ezberleyip her yemeğin sonunda samimi bir niyetle okuyabilirsiniz.

ARAPÇA YEMEK DUASI:
ARAPÇA YEMEK DUASI (Türkçe Okunuşu)
Elhamdülillah Elhamdülillah Elhamdü lillahillezii et`amenaa vesegaanee vecealenee minel müslimiyn. Elhamdülillehi rabbil alemiyn. Vessaleeti vesseleemü alaa seyyidinaa Muhammedin ve alaa alihii ve sahbihii ecmaıyn.

Vağfu anne vağfirlenaa verhamnaa ente mevlanaa fensurnaa alel kavmil kafiriyn. (3 kere) 
Allahümme salli alaa seyyidinaa Muhammedin biadedi envaaırrızgı velfütüühaat yaa baasıtullezii yebsüturrizga limen yeşaau bi gayri hisaab. Übsut aleynaa rizgan vasian min külli cihetin min hazeeini gaybike bigayri minneti mahluug bi mahzi fazlı keramike bigayri hisaab. 

Yaa ekramel ekramiyn veya erhamerrahimiyn. İftahilbaabe yaa Allah, İftahilbaabe yaa Allah, İftahilbaabe yaa Allah. Yaa Allahu yaa kafii yaa fettaah yaa müfettih fettih bil hayr. 

Allahümmegfir sahibe hezettaami vel eekiliyn. Allahümmec'al devletena daaimen evleedena aalimen saaliha velaa tüsallit aleyna zalimen. Allahümme zid velaatengus niğmeten kesiyraten bihurmetil Fatiha

KISA ARAPÇA YEMEK DUASI-1
Elhamdülillah Elhamdülillah Elhamdü lillahillezii et`amenaa vesegaanee vecealenee minel müslimiyn. Elhamdülillehi rabbil alemiyn. Vessaleeti vesseleemü alaa seyyidinaa Muhammedin ve alaa alihii ve sahbihii ecmaıyn. Allahümmegfir sahibe hezettaami vel eekiliyn. Allahümmec'al devletena daaimen evleedena aalimen saaliha velaa tüsallit aleyna zalimen. Allahümme zid velaatengus niğmeten kesiyraten bihurmetil Fatiha

KISA ARAPÇA YEMEK DUASI-2 
Bismillehirrahmenirrahim Külüü veşrabüü vela tüsrifüü innehü la yuhıbbül müsrifin El-hamdü-lillahillezi eşbeana ve ervana min-gayri-havlin minna ve la kuvveh. Allahümme at’imhüm kema at’amüna. Allahümmerzukna kalben takıyyen, mineşşirki beriyyen la kâfiren ve şekıyyen velhamdülülillahi rabbilâlemin El Fatiha 

TÜRKÇE YEMEK DUASI-1
Elhamdülillahi Rabbil Alemin. Bismillahir-rahmanirrahim Külüü veşrabüü vela tüsrifüü innehü la yuhıbbül müsrifin 
Nimeti Celilullah, Bereketi Halilullah, Şefaat Ya Rasülullah, Devamı devlet, Nasibi cennet, Sofralara bereket, Yiyenlere afiyet, Mevtalara rahmet, kalanlara selamet olsun. Geçmişlerimizin ruhu için, geriye  kalanların sağlık ve selameti için, bilhassa Allah rızası için El Fatiha 

TÜRKÇE YEMEK DUASI-2
Amin…Elhamdülillah.. elhamdülillah.. elhamdülillah..! 
Elhamdulillahillezi et amena ve segana vecealena minel müslimin. 
Nimeti Celilullah, bereketi Halilullah, Şefaat senden ya Rasülüllah Devamı devlet nasibi cennet sofralara bereket yiyenlere afiyet Mevtalara rahmet, kalanlara selamet.. Soframız nur, hanemiz mamur kaza bela bizden geri dur. 
Çalışıp kazananlara , ikram edip yedirip içireenlere, yiyip Allahım sana şükür diyenlere, fakire miskine infak edip verenlere, dinini vatanını sevenlere, hastalık, yoksulluk, keder gösterme Ya Rabbi! 
Kalan ömrümüzü geçen ömrümüzden hayırlı kıl... Allahım ömrümüze bereket ver.
Sen af edicisin af etmeyi seversin, cümle ümmeti Muhammed-i bağışla.. 
Amin… amin…amin bi hürmeti Taha ve Yasin velhamdulillahi rabbil alemin El Fatiha. 

TÜRKÇE YEMEK DUASI-3 
Elhamdülillahi Rabbil Alemin...Ya Rabbi! Bize verdiğin bütün nimetlerden dolayı sana şükrediyoruz. Bizi Şükredenlerden eyle! Nankörlerden eyleme! Ya Rabbi! rızık ve nimet veren sensin! Sen kapına yönelenleri boş çevirmezsin. Biz aciz kullarız, Senin sonsuz ikram ve ihsanına muhtacız. Bizlere dünya ve ahirette güzel nimetler ihsan eyle! 
Ey güzel Rabbimiz! Bu sofrada tattırdığın nimetlerin daha güzellerini, ebedî mutluluk yurdu olan cennetinde de tatmayı bizlere nasip eyle! Ya Rabbi! bu helâl gıdaların şükrünü eda edebilmeyi ve Sana kullukta bulunabilmeyi bizlere nasip eyle! 
Ya Rabbi! Fayda vermeyen ilimden, korkmayan kalpten, doymayan gözden, kabul olunmayan duadan sana sığınırız, Senden sıhhat afiyet ve ahlakın en güzelini dileriz, işlerimize kolaylık, kalplerimize genişlik, sofralarımıza bereket ver. 
Ya Rabbi! Mülkün sahibi sensin, dilediğine mülkü verir, dilediğinden alırsın. Dilediğini aziz, dilediğini zelil edersin. Bizleri; aziz kıldığın ve nimet verdiğin kullarından eyle! 
Ya Rabbi! Bizleri nimetlerinden mahrum eyleme. Sağlık, huzur ve mutluluğumuzu daim eyle. 
Amin Amin Amin ve-selamun alel-mürseliyn vel hamdülillahi rabbil alemiyn lillahi tealal Fatiha.
| | | | | Devamı... 0 yorum

Duânın Kabulü

Duanın kabul edilmesi için şartlardan bir kısmı şöyledir:

1- Haram lokmadan sakınmalıdır!

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Haramdan sakının! Midesine haram lokma girenin kırk gün duası kabul olmaz.) [Taberânî]

2- İtikadı düzgün olmalıdır.

Sapıkların, mezhepsizlerin, duaları kabul olmaz. Hadis-i şerifte, (Bidat ehlinin duası ve ibadetleri kabul olmaz.) buyuruldu. Ayet-i kerimenin, duanın tesir edebilmesi için, okuyan ve okunan kimsenin buna inanması ve okuyanın itikadının düzgün olması, Allah rızası için okuması, kul hakkından sakınması, haram yememesi ve karşılığında ücret istememesi şarttır. (İ. Mace)

3- Uyanık kalple ve kabul edileceğine inanarak dua etmelidir.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü Teâlâ’ya, kabul edileceğine tam inanarak dua ediniz! Biliniz ki, Allahü Teâlâ gafil bir kalp ile yapılan duayı kabul etmez.) [Şira]

4- Dualarım niçin kabul olmuyor dememelidir.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü Teâlâ, duanızı kabul eder. Dua ettim, hâlâ duam kabul olmadı diye acele etmeyiniz! Allahtan çok isteyiniz! Çünkü kerem sahibinden istiyorsunuz.) [Buhari]

5- Belâ gelmeden önce çok dua etmelidir.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Sıkıntılı iken duasının kabul edilmesini isteyen, refah zamanında çok dua etsin!) [Tirmizî]




6- Duaya hamd ve salavatla başlamalıdır.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ey namaz kılan, acele ettin. Namaz kıldıktan sonra dua ederken önce Allahü Teâlâ’ya layık olduğu şekilde hamd et, sonra bana salavat getir, sonra dua et!) [Tirmizî]

7- Yalvararak dua etmelidir.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Gafil olan kalp ile yapılan dua makbul değildir.) [Tirmizî]

Hz. Davud zamanında kuraklık oldu. Halk dua etmek için aralarından üç âlimi seçtiler. Âlimlerden biri şöyle dua etti: (Ya Rabbi, Kitabında kendimize zulmedenleri affetmemizi bildirdin. İşte biz, nefislerimize zulmettik. Senden af diliyoruz. Bizi affet!) İkinci âlimin duası da şöyle: (Ya Rabbi, Kitabında köleleri, azat etmemizi bildirdin. İşte biz kul olarak huzurundayız. Bizleri azat eyle!) Üçüncü âlim de şöyle dua etti: (Ya Rabbi, Kitabında, kapımıza gelen dilenciyi/saili kovmamamızı, yüz çevirmememizi bildirdin. İşte biz de bir dilenci/sail olarak huzurundayız. Senden rahmet istiyoruz. Bizi boş çevirme!) Dualarının kabulü olarak rahmet yağdı.

8- Sebeplere yapışmadan istemek kuru bir temennidir.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Çalışmadan dua eden, silahsız harbe giden gibidir.) [Deylemî]

9- Günah işlemeyen dil ile dua etmelidir.

Peygamber efendimiz, (Allahü Teâlâ’ya günah işlemeyen dil ile dua edin) buyurdu. Böyle bir dilin nasıl bulunacağı sual edilince, (Birbirinize dua edin! Çünkü ne sen onun, ne de o senin dilinle günah işlemiştir) buyurdu. [Tergibüs-Salât]

10- İsm-i azam ve Esma-i Hüsna ile Allah'a dua etmelidir.

| | | | Devamı... 0 yorum

Anne-Baba olma içgüdüsü

İnsanların fıtratında var alan ebeveyn olma içgüdüsü, tarifi imkânsız bir duygudur. Her insan, içindeki bu duyguyu yaşatmak için, elinden ne geliyorsa yapmak ve bu emeline ulaşmak için doğal olarak çaba gösterir. Kimileri doğal yollardan çocuk sahibi olarak, kimileri de evlatlık alarak veya daha başka yollarla bir bebek sahibi olma ihtiyacı hissederler. Kalbinde en küçük bir sevgi parıltısı olan her insan, bebekleri görünce neşelenir ve onlara fıtri olarak sevgisini gösterir. Bebeklerin gülüşünde, yaptıkları pek çok davranışta, bir komiklik ve insana huzur veren anlam veremediğimiz bir yaratılış vardır. Bebekler, kimilerine göre anlamsız gelen pekçok hareketleriyle, aslında bizlere mesaj verir. Dertlerini, sıkıntılarını, ihtiyaçlarını, bir-iki kelime ile anlatmak için çabalarlar ve bizler de onların dilini anlayamayınca da kızgınlıklarını türlü türlü yaramazlıklarla başımızı ağrıtarak ifade ederler. 
Bebek sahibi olmak, aile olmanın olmazsa olmaz temel koşulu gibidir. Evlendikten sonra insanlar, yaratılışlarında olan ebeveyn olma içgüdüsü sebebiyle bebeklerinin olup olmayacağını merak ederler, arayış içinde olurlar, doktorlara giderler, sağlıklı bireyler gibi bebek sahibi olmak için, gerekirse tedavilere başvururlar, eninde sonunda bu büyük beklentilerine kavuşmak için, ellerinden gelen her şeyi yaparlar. Bazıları da Allah tarafından çok aradıkları bu bebeklerle imtihan edilirler. Kimileri bebek sahibi olamazken kimileri de dünyaya gelen bebeklerin çeşitli sıkıntılarıyla baş etmek durumunda kalırlar. Her iki durum da fani dünya hayatı için bir ibret vesikasıdır. Son zamanlarda sıklıkla artan kısırlıklar, yemek alışkanlıkları, radyasyon ve diğer teknolojik hastalıklar gibi değişen dünya şartları sebebiyle çocuk sahibi olamayan insanların durumları, esasında insan için büyük bir sabır vesilesidir. Çocuk sahibi olmakla olmamak arasında hangi durumun insan için daha hayırlı olacağı asla bilinemez. Yıllarca çocuk sahibi olmak için uğraşan insanların o çocuklarla imtihan olmaları, onlar sebebiyle türlü eza ve cefalara maruz kalmalarına çokça şahit olmuşuzdur. Kur'an-ı Kerim'de evlat ve eşlerin bile insana düşmanlık edebileceği ifade edilmiştir. "Ey iman edenler! Eşlerinizden ve evlatlarınızdan size düşman olanlar çıkabilir; onlara karşı dikkatli olun! Bununla beraber eğer affeder, hoş görür ve kusurlarını örterseniz bu sizin için bir fazilettir. Hiç şüphesiz Allah da, çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir. Mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan vesilesidir. Allah’ın sevgi ve taatini mal ve evlat sevgisine tercih edenleri Allah katında büyük bir mükâfat beklemektedir." (Teğabün Suresi-14,15) Bu nedenle her zaman Allah'tan hayırlı olanı istemek bizim için en doğru olan seçimdir. Bu durum Enfal suresinde açıkça beyan edilmiştir. "İyi bilin ki, mallarınız ve evlatlarınız sizin için ancak birer imtihan sebebidir. Büyük mükâfatın ise yalnız Allah’ın yanında olduğunu unutmayın." (Enfal Suresi-28) Dünya, aklımıza gelen gelmeyen her durumla insanın imtihan edilip, sabırla davrananların kurtuluşa ereceği büyük mükafatlar elde edeceği bir imtihan yurdudur. Bu nedenle önemli olan, fani alemde kurtuluş beraatimizi alabilmenin yolları için sabır göstermektir. Çocuk nimeti de her haliyle bu sabırların başında gelmektedir. Bu sabrın en güzel hali de dünyaya yeni gözlerini açmış masum bebeklerdir. 
Peki her insana mutluluk veren, tarifi imkânsız bir coşkuya neden olan masum bir bebek, insan için acaba ne ifade eder? Bebekler, bir ebeveyn için o kadar çok şey ifade eder ki, bunu kelimelere dökmek de bir o kadar zordur. Bir bebek en başta aile için mutluluktur. Aileyi birbirine bağlayan kuvvetli bir bağ, sıkıntılı zamanlarda neşe kaynağı olacak ulvi bir huzur kaynağı, günün bütün stresini üzerinden attıracak kadar muhteşem doğal bir terapi, insanın kendi soyunu devam ettireceğinin resmi, kişinin dünyadan yok olup gideceği kaygısının ardından bırakacağı eser, ailelerin kendi elleriyle şekillendireceği bir nimet, kendi özünden bir şeyler katarak bırakacağı bir miras, küçük bir kopyalarını meydana getireceği güzide işlenmemiş bir hammadde ve hepsinden önemlisi de her insanın büyük bir itina ile işleyerek kendisinden sonraya bırakılmak üzere attığı imzadır. Anne ve babalık, içgüdüsel bir davranış olduğu için, her insan evlenip çocuk sahibi olmak veya evlat edinerek kendi elleriyle yetiştireceği bir yavrusunun olmasını ister. Ebeveyn olmak bazen insanın kendi ellerinde değildir. Yaratıcı, annelik ve babalığı kimi zaman herkese nasip etmeyebilir. İnsanın sabır derecesini ölçmek ve yüksek mertebelere insanı ulaştırmak maksadıyla, çoğu zaman bebek sahibi olamamak da bir imtihan vesilesi olur. İnsan, bu zorlu ilahi sınavı çoğu zaman içinden gelen anne ve babalık içgüdüsünün verdiği şevkle maalesef hakkıyla eda edemez. Hatta bazı anlarda insan, kendini Yaratıcısına karşı isyana bile yeltenebilir. İsyan gibi büyük hareketler, imtihana muhatab insanlardaki tasvip edilmeyecek hareketlerdir. Bu hallerde sabır etmekten başka çaremiz yoktur. Hz. Zekerriya (a.s) Kuran-ı Kerim'de anlatıldığı üzere çok ileri yaşlarında çocuk sahibi olmuştur. Bu durum ayetlerde şu şekilde aktarılmaktadır. 
"Kâf Hâ Yâ Ayn Sâd. Bu sana okuyacağımız âyetler, Rabbinin kulu Zekeriyya'ya olan rahmetini bir anıştır. Bir zamanlar Zekeriyya, Rabbine gizlice (içinden) yalvarmıştı. Şöyle demişti: "Ey Rabbim! Şüphesiz (artık öyle bir durumdayım ki) benim kemiğim zayıflayıp gevşedi ve başımın saçı bembeyaz alev gibi tutuştu. Sana dua etmekle de ey Rabbim, hiçbir zaman bedbaht olmadım. Doğrusu, benden sonra yerime geçecek yakınlarımın iyi hareket etmeyeceklerinden korkuyorum. Karım da kısırdır. Katından bana bir oğul bağışla ki, bana ve Yakub oğullarına mirasçı olsun. Rabbim! Onun, rızanı kazanmasını da sağla. (Allah, şöyle dedi:) “Ey Zekeriyya! Haberin olsun ki biz sana Yahya adlı bir oğul müjdeliyoruz. Daha önce onun adını kimseye vermedik.” Zekeriyya, “Rabbim!” “Hanımım kısır ve ben de ihtiyarlığın son noktasına ulaşmış iken, benim nasıl çocuğum olur?” dedi. (Allah yahut Cebrail ona şöyle) dedi: "Dediğin gibidir, (fakat) Rabbin buyurdu ki, bu işi yapmak bana kolaydır. Nitekim bundan önce seni yarattım. Halbuki sen hiçbir şey değildin." Zekeriyya, “Rabbim, öyleyse bana (çocuğumun olacağına) bir işaret ver”, dedi. Allah da, “Senin işaretin, sapasağlam olduğun hâlde insanlarla (üç gün) üç gece konuşamamandır” dedi. Derken Zekeriyya ibadet yerinden halkının karşısına çıktı. (Konuşmak istedi, konuşamadı) ve onlara “Sabah akşam Allah’ı tespih edin” diye işaret etti. (Yahya, dünyaya gelip büyüyünce onu peygamber yaptık ve kendisine) “Ey Yahya, kitaba sımsıkı sarıl” dedik. Biz, ona daha çocuk iken hikmet ve katımızdan kalp yumuşaklığı ve ruh temizliği vermiştik. O, Allah’tan sakınan, anne babasına iyi davranan bir kimse idi. İsyancı bir zorba değildi. Doğduğu gün, öleceği gün ve dirileceği gün ona selam olsun. (Meryem Suresi, 1-15) 
Çocuk sahibi olma hususunda sabırlı olmalı ve Zekeriyya (a.s) durumunda olduğu gibi, hakkımızda hep hayırlısını istemeli ve Allah'a daima dua içinde olmalıyız. Çevrenin verdiği telkinler, bazı anlarda başımızı hakikaten ağrıtabilir. “Evleneli ne kadar zaman oldu, hala bir bebeğiniz yok”, “Ne zaman bebeğiniz olacak”, “Her halde bir probleminiz var”, “Şu doktora gidin belki çareniz olur” gibi sözler, aileyi yıkacak kadar ileri gidecek seviyede şiddetle beyinlerde tekrarlanır. Evlendikten hemen bir sene sonra aileye, defalarca “ne zaman bebeğiniz olacak” diye, sorular yöneltmeler, kişileri büyük üzüntülere sürükler. Unutmayalım ki, bebeği veren de, canını alacak olan da Yüce Yaratıcıdır. Bu durumlarda, bireyler birbirlerine karşı saygılı olmalı, bütün bunların takdir-i ilahi olduğunu akıldan çıkarmamalıdır. 
Her şeyin hayırlısını daima Yaratıcıdan istemeli ve eğer içimizde çocuk sahibi olamamak gibi üzüntülermiz varsa bunun bir imtihan olduğunu bilmeli ve çocuksuzluğu bir sorun olarak görmeden, bu durumun sebebi olarak kadın veya erkek suçlanmadan, bu konudaki tüm takdirin sadece Cenab-ı Mevla’da olduğunu aklımızdan çıkarmamız gerekir. Bu vesile ile Allah çocuklarımızı en güzel şekilde yetiştirebilmeyi, onları ilim ve irfanla donatabilmeyi, hepimize nasip etsin. Evlat sahibi olamayanlara da, bu güzel duyguyu hayırlısı ile nasip etsin.
08/09/2008 
Kadir PANCAR


Ana babaya itaat farzdır. Günah işlemekte veya farzlardan birisini terketmekte; anne ve babaya itaat olunmaz. İtaat ancak mübah olan emirlerde geçerlidir. Bir kimse üzerine; fakir oldukları müddetçe gayr-i müslim bile olsalar, anne ve babasına nafaka vermesi, onlara bakması vacip olur.


1) Anne ve babaya "öf" bile denmez. Buradaki "öf" kelimesinden maksad; kızgınlık ve hoşlanmamayı açığa vurmaktır. Mırın-kırın edip, homurdanmak da aynı mahiyettedir.
2) Onlar azarlanmaz. "Sen bilmiyorsun, sus, konuşma gibi kalblerini kıracak cümleler kullanılmaz.
3) Onlara güzel ve tatlı söz söylenir. Ta'zim ve hürmet ifade eden "anneciğim, babacığım, ne emredersiniz gibi" güzel sözler söylenmelidir.
4) Onlara merhametle muamele edilir. Darb ve şiddet uygulanmaz.
5) Anne ve babaya her zaman hayır dua edilir.

“Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine «of!» bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.” (İsra suresi, 23. ayet)

“Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır.” (Lokman suresi, 14. ayet)

“Biz insana, ana-babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Taşınması ile sütten kesilmesi, otuz ay sürer. Nihayet insan, güçlü çağına erip kırk yaşına varınca der ki: Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve razı olacağın yararlı iş yapmamı temin et. Benim için de zürriyetim için de iyiliği devam ettir. Ben sana döndüm. Ve elbette ki ben müslümanlardanım.” (Ahkaf suresi, 15. ayet)

“Biz, insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak banadır. O zaman size yapmış olduklarınızı haber vereceğim.” (Ankebut suresi, 8. ayet)

“De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin…” (Enam suresi, 151. ayet)

“Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.” (Nisa suresi, 36. ayet)

Şurası muhakkaktır ki; anne babanın hakkını ödemek göründüğü kadar kolay değildir. Özellikle annenin hakkı, hiçbir zaman ödenemez. Bir kimse anne ve babasının Şer'an günah olan, örfte ayıp ve ar (utanma sebebi) olan bir fiili işlediklerini gördüğünde onlara bu fena fiili bırakmalarını emreder, kabul etmeleri için ısrarcı olur. Güzellikle iyilikle tebliğ görevine devam eder. Bu tebliğ vazifesinde  kötü davranışlardan, şiddetten uzak durur. Bu kadar çabaya rağmen halen vazgeçmezlerse, emri hoş görmezlerse sükût eder ve onlar için daima dua ve istiğfar eder.

“Anne ve baba cennete orta kapıdan girmeye vesile olur veya insanı cennete ulaştıracak en iyi şey ana babaya iyilik etmektir.” (Hadis-i Şerif, Tirmizi)

Oruç ve orucu bozan seyler

Oruç, fecir (imsak) vaktinden güneşin batımına kadar geçen süre içinde yeme, içme ve cinsel arzulardan uzak durmaktır. Akıllı ve buluğ çağına ermiş bütün Müslümanlara Ramazan ayı içinde oruç tutmak farzdır. Hastalar, yolcular ve aybaşı halindeki kadınlar sağlığa kavuştuktan veya seferi durumdan eve geri döndükten sonra tutamadıkları oruçlarını kaza ederler. Oruç tutmak için en azından kalp ile niyet edilmesi gerekir. (Ayrıca dil ile niyeti söylemek de sünnettir.) Bir insanın Ramazan orucu için sahur yemeğine kalkması da bir nevi niyet anlamı taşıdığı rivayet edilmiştir.

Kaza, kefaret ve adak oruçları için ise mutlaka hem niyet etmeli, hem de hangi tür oruç tutulmak istendiği niyet içerisinde belirtilmelidir. Oruç tutmaya gücü yetmeyen yaşlılar (eğer bir daha tutamayacakları kesin hale gelmişse) tutamadıkları her gün için fakirlere (fitre miktarınca) fidye verirler. Bu fidye vermeye de maddi gücü yetmeyen fakir yaşlılar ise tövbe edip, Allah'tan affedilmelerini dilerler. 

Oruç borcu ile ölenlerin yakınları, eğer ölünün vasiyeti varsa, kalan maldan onun adına fidye vermek zorundadır. Eğer ölünün böyle bir vasiyeti yoksa, ölünün yakınları fidye verip vermemekte serbesttir. Ölünün günahlarının affı için oruç fidyelerinin verilmesi efdal olandır. Ölü adına kaza orucu tutmak doğru değildir.

Kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sad. Ali Fikri Yavuz,Ravza Yayınları

Orucu bozan seyler
Orucu bozan seyler kısaca ikiye ayrılır.
A) Hem kaza, hem de kefareti gerektiren seyler:

1- Gıda sayılabilecek seyleri yemek, içmek, 

2- Sigara, afyon gibi keyif veren maddeleri kullanmak, 

3- Ağza giren yağmuru kasten yutmak, kar ve dolu gibi maddeleri bilerek yemek.

4- Cinsi münasebette bulunmak


Bunları oruçlu olduğunu bilerek, kasten yapan kişinin hem 1 gün kaza, hem de ara vermeksizin 60 gün ardarda kefaret orucu tutmasi gerekir.


B) Sadece kaza etmeyi gerektiren seyler:

1- Çiğ pirinç, hamur, un ve bir defada çok miktarda tuz yemek

2- Pamuk, kâğıt yemek, çakıl, taş, toprak gibi maddeleri yutmak,

3- Makata veya mesaneye ilaç vermek, genize gidecek şekilde buruna ilaç damlatmak, kulağa yağ damlatmak,

4- Ağıza alınan suyu veya ağıza giren yağmur, kar gibi maddeleri hata ile yutmak,

5- Unutarak bir şey yedikten sonra, orucunun bozulduğunu zannederek yiyip içmek,

6- İmsak vaktinin gelmediğini veya iftar zamanının geldiğini zannederek, yanılıp bir şey yemek,

7- Esine dokunma, öpme suretiyle inzal olmak (boşalmak),

8- Kendi arzusu ile dışarıdaki sigara dumanını içine çekmek,

9- Kendi arzusu ile ağız dolusu kusmak,

10- Dişler arasında kalan nohut büyüklüğündeki kırıntıyı yutmak (daha küçük olan kırıntı orucu bozmaz),

11- Deri altına, kasa veya damara yapılan her türlü ilaç ve aşılar,

12- Sakız çiğneyip suyunu yutmak,

13- Ramazan orucu dışında kalan diğer oruçları kasten bozmak.
Bu şekilde bozulan oruçlarda, sadece bir gün kaza orucu tutmak gerekir. 


| | Devamı... 0 yorum

Ramazan Orucunun Ehemmiyeti

Biz, herhangi bir menfaat düşüncesi ile değil yalnız Allah'ın emri olduğu için ve onun rızasını kazanmak maksadıyla oruç tutarız.   Hz. Ali oruç hakkında şunları söylemiştir: “Karşılığında bir menfaat umarak yapılan ibadet, ticaretçinin ibadetidir. Korku sebebiyle yapılan ibadet kölenin ibadetidir. Allah'ın nimetlerine şükretmek maksadıyla yapılan ibadet, hür olan kimsenin ibadetidir.”  

Makbul olan ibadet, Hz. Ali'nin de belirttiği gibi Allah'ın nimetlerine karşı şükran borcunu yerine getirerek, onun rızasını kazanmak maksadıyla yapılan ibadettir. Allah, ancak böyle samimi bir düşünce ile yapılan ibadetleri kabul eder. Allah'ın her emrinde olduğu gibi oruçta da birçok hikmetler ve bizim için pek çok faydalar olduğu bilinen bir gerçektir. Kur'an-ı Kerimde orucun farz kılındığını bildiren ayetin sonundaki "umulur ki korunasınız" ifadesi orucun hikmetine dikkatimizi çekmektedir.

Allah Tealâ, her derde bir deva, her hastalığa bir ilaç verdiği gibi kötülüklere karşı da korunma vasıtaları vermiştir. İşte orucun bir özelliği de bizi kötülüklerden koruyan bir ibadet oluşudur. 
Oruç, belirli bir süre basit bir aç kalma olayı değildir. Oruç, köklü bir irade terbiyesi, insanı kötü alışkanlıklardan temizleyen, çirkin davranışlardan uzaklaştıran ve iyi huylar kazandıran bir ahlâk eğitimidir.

Ramazan ayında oruç tutmak hakkındaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyledir.
(Ramazan ayı mübarek bir aydır. Allahü teâlâ, size Ramazan orucunu farz kıldı. O ayda rahmet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar bağlanır. O ayda bir gece vardır ki, bin aydan daha kıymetlidir. O gecenin [Kadir gecesinin] hayrından mahrum kalan, her hayırdan mahrum kalmış sayılır.) [Nesai]

(Ramazan ayında oruç tutmayı farz bilip, sevabını da Allahü teâlâdan bekleyerek oruç tutanın günahları affolur.) [Buhari] (Ramazan orucunu tutup ölen kimse, Cennete girer.) [Deylemi]

(Ramazan ayı gelince, “Ey hayır ehli, hayra koş! Şer ehli, sen de kötülüklerden el çek” denir.) [Nesai] (Ramazan bereket ayıdır. Allahü teâlâ bu ayda, günahları bağışlar, duaları kabul eder. Bu ayın hakkını gözetin! Ancak Cehenneme gidecek olan, bu ayda rahmetten mahrum kalır.) [Taberani]

(Ramazan-ı şerif ayı geldiği zaman, Allahü teâlâ meleklere, müminlere istiğfar etmelerini emreder.) [Deylemi] 

(Farz namaz, sonraki namaza kadar; Cuma, sonraki Cumaya kadar; Ramazan ayı, sonraki Ramazana kadar olan günahlara kefaret olur.) [Taberani]

(Peş peşe üç gün oruç tutabilenin, Ramazan orucunu tutması gerekir.) [Ebu Nuaym]

(Ramazan orucu farz, teravih sünnettir. Bu ayda oruç tutup, gecelerini de ibadetle geçirenin günahları affolur.) [Nesai]

(Bu aya Ramazan denmesinin sebebi, günahları yakıp erittiği içindir.) [İ.Mansur]

(Ramazan ayında ailenizin nafakasını geniş tutunuz! Bu ayda yapılan harcama, Allah yolunda yapılan harcama gibi sevaptır.Ramazanın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise, Cehennemden kurtuluştur.) [İbni Ebiddünya]

(İslam, kelime-i şehadet getirmek, namaz kılmak, zekat vermek, Ramazan orucunu tutmak ve haccetmektir.) [Müslim]


(Cennetteki güzel köşkler, sözü hoş, selamı çok, yemek yediren, oruca devam eden ve gece namazı kılan kimselere verilir.) [İbni Nasr]

(Oruç tutan müminin susması tesbih, uykusu ibadet, duası müstecap ve amelinin sevabı da çoktur.) [Deylemi] 

(Bilhassa oruçlu iken çirkin, kötü söz söylemeyin! Birisi size sataşırsa, ona “Ben oruçluyum” deyin!) [Buhari]

(Gerçek oruç, sadece yiyip içmeyi değil, boş ve hayasızca sözleri de terk ederek tutulan oruçtur.) [Hakim] 

(Allahü teâlânın, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hayaline bile gelmeyen nimet dolu sofrasına, ancak oruçlular oturur.) [Taberani]

(Allah yolunda bir gün oruç tutanın yüzünü, Allahü teâlâ yetmiş yıl ateşten uzaklaştırır.) [Müslim]

(Temizlik imanın yarısı, oruç da sabrın yarısıdır.) [Müslim]

(Oruçlu iken ölene, kıyamete kadar oruç tutmuş gibi sevap yazılır.) [Deylemi]

(Oruçlu iken ölen Cennete girer.) [Bezzar]

(Oruç tutan, namaz kılan kimse, mükafatını kıyamette aklı kadar alır.) [Hatib]

(Oruç şehveti keser.) [İ. Ahmed]

Mübarek vakitlerde, günahlardan titizlikle uzak durmalı, taatları, ibadetleri ve her çeşit hayratı artırmalıdır. Zira Allahü teâlâ, tarafından sevilen kimse, faziletli vakitlerde faziletli amellerle meşgul olur. Buğzettiği kul ise; faziletli vakitlerde kötü işlerle meşgul olur. Kötü işlerle meşgul olanın bu hareketi azabının daha şiddetli olmasına ve Allahü teâlânın, ona daha çok buğzetmesine sebep olur. Çünkü o, böyle yapmakla vaktin bereketinden mahrum kalmış ve onun hürmet ve şerefini çiğnemiş olur.
| | | | Devamı... 0 yorum

En Çok Okunan Yazılar

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!