"Allahım, bizi kendini senin kulluğuna adamış, emirlerine ve yasaklarına titizlikle uyan kullarından eyle. Amin. Ve övgü, âlemleri terbiye eden Allah'a mahsustur.
Net Fikir » Mart 2010 Arşivi
İtikafı Bozan Durumlar
İtikâfı Bozan ve Bozmayan Şeyler
271-İtikâf halinde olan bir kimsenin dinî ve tabiî ihtiyaçları için zaruri olarak mescidden dışarı çıkması, itikâfı bozmaz.Örnek: İtikâfda bulunanın (mutekifin) cuma namazını kılmak için mescidden çıkması, din bakımından bir özür olduğundan itikâfına engel değildir. Zaten cuma namazının süresi bilinmiş olduğundan, adağın dışında kalmış olur.Yine, abdest ihtiyaçlarını gidermek ve gusletmek için çıkması da tabiî bir özür olduğundan itikâfa zarar vermez. Yine, bulunduğu mescidin yıkılmaya yüz tutması veya oradan zorla çıkarılması da zarurî bir özür olduğundan itikâfa zarar vermez.
(Şafiî'lere göre, cuma namazı için başka bir camiye çıkılıp gidilmesi itikâfı bozar. İtikâf bir hafta devam edecekse, cuma namazı kılınan bir mescidde itikâfa girmelidir.)
272- Cuma namazını kılmak veya ihtiyacı gidermek için en yakın olan yere gidilir, arkasından mescide dönülür. Bir özürden dolayı mescidden çıkılınca, başka bir mescidde o itikâf tamamlanır.
273-Bir özür olmaksızın mescidden çıkmak itikâfı bozar. Onun için itikâf yapan bir kimse, geceleyin veya gündüzün özür bulunmaksızın bir müddet kasden veya sehven mescidden çıkarsa itikâfı bozulur. Bu müddet, iki İmama göre, bir günün yarısından ziyade bir zamandır. Bir görüşe göre de, günün belirsiz bir saatinden ibarettir. Kadın da itikâf ettiği odadan özürsüz evinin içine çıksa, itikâfı bozulur.
274- Şu işleri yapmak için mescidden dışarıya çıkmak da itikâfa engel olur: Hasta ziyaretinde bulunmak, cenaze hizmetinde bulunmak, cenaze namazı kılmak, şahidlik etmek, bir hastalık sebebiyle bir saat kadar dışarı çıkmak da itikâfı bozar. Ancak itikâf adağı yapılırken, hastaları ziyaret ve cenaze namazında bulunmak şart kılınmışsa, bunlar için çıkılması itikâfı bozmaz.
275- Pek az rastlanan bir özürden dolayı da dışarı çıkmak itikâfı bozar. Boğulmakta olan veya yangına düşmüşü kurtarmak için dışarı çıkmak itikâfı bozduğu gibi, cemaatın dağılmasıyla dışarıya çıkmak da bozar.
276- İtikâfda bulunan bir kimseye, bu ibadeti esnasında birkaç gün baygınlık veya cinnet gelse, itikâfı bozulur. İyileşip kendine gelince yeniden itikâfa başlar. Öyle ki, bu durum devam ederek birkaç sene sonra üzerinden kalksa, yine itikâfı kaza etmesi gerekir.
277- Yukarıda anlatılan meseleler, vacib olan itikaflar içindir. Nafile olan itikaflarda, bir özür bulunsun veya bulunmasın, dışarı çıkmakla veya hastayı ziyaret etmekle itikâf bozulmaz.
278- Vacib olan bir itikâf bozulunca, onun kazası gerekir. Meselâ: Belli bir ay için yapılan itikâf esnasında bir gün oruç bozulsa veya dışarıya çıkılsa, yalnız bir günlük itikâf için kaza gerekir. Fakat belirsiz olarak fasılasız bir ay için nezredilmiş bir itikâf esnasında, böyle bir gün oruç bozulacak veya dışarıya çıkılacak olsa, yeniden bir aylık itikâfa başlamak gerekir. İtikâf yapan kimse ister kendi iradesi ile oruç yesin ve dışarı çıksın, ister iradesi dışında olarak cinnet ve bayılma durumuna düşsün, eşittir.
279- Başladıktan sonra bırakılan nafile bir itikâfın, tercih edilen görüşe göre, kazası gerekmez.
280- İtikâf eden kimse için, zevcesi ile cinsel ilişki kurmak veya buna sebeb olacak öpme ve okşama gibi herhangi bir hareket, gerek gündüz ve gerek geceleyin olsun, haramdır. Cinsel ilişki ister kasden, ister unutarak olsun, itikâfı bozar. İnzal olması şart değildir. Diğer hareketler ise, inzal olmadıkça itikâfı bozmaz. Bakmak ve düşünmek sonunda meydana gelecek inzal ve ihtilâm da itikâfı bozmaz.
281- İtikâf halinde olan kimse, muhtaç olduğu şeyleri mescidde bulundurmaksızın mescidde satın alabilir. Mescide zarar vermeyecek şeyleri mescide getirebilir. Mescid içinde yer-içer. Mescid içinde hazırlanmış uygun bir yer varsa orada abdest alıp gusledebilir. Böyle bir yer yoksa, dışarıya çıkar ve en yakın yerde abdestini alır ve yıkanır, beklemeksizin hemen mescidine döner.
282- İtikâfda olan kimse, ezan okumak için minareye çıkabilir. Minarenin kapısı mescidin dışında olsa bile zarar vermez.
İtikâfa Dair Bazı Meseleler
265- Belli bir mescidde, Mescid-i Haram'da itikâfa niyet
eden kimse, başka bir mescidde itikâfa girebilir.
266- Bir ay itikâf
adansa ve bundan yalnız gecelere veya gündüzlere niyet edilse, bu niyet sahih
olmaz. Çünkü ay, belli mikdardaki geceler ile gündüzlerden ibarettir. Onun için
geceli ve gündüzlü bir ay itikâf gerekir.
267- Yalnız gündüzleri itikâfda
bulunmaya niyet edilmesi sahihdir. Bu durumda her gün fecrin doğuşundan önce
mescide girip güneşin batışından sonra çıkılır. Fasılasız itikâfa niyet
edilmemişse, istenilen günlerde itikâf yapılabilir. Bir gün için itikâfa niyet
edildiği zaman da, buna gece dahil olmaz. Fakat fasılasız şu kadar gün itikâfa
denilerek nezredilse, geceler de bu nezre girer. Aksi de böyledir. Bu durumda
itikâf için güneşin batışından önce mescide gidilir. Belli olan geceler ve
gündüzler mescidde kalınır. Son günün güneş batışından sonra mescidden çıkılır.
Böylece itikâf sona erer.
268- Muayyen bir ramazan ayını itikâfla
geçirmeğe nezredilse, o ramazan orucu bu itikâf orucu içinde yeterli olur. Böyle
bir nezir yapıldığı halde, ramazan orucu tutulup da itikâf yapılmasa, başka bir
zamanda oruçlu olarak fasılasız bir ay itikâf edilmesi gerekir. Eğer itikâf
yapılmaksızın diğer bir ramazan girecek olsa, artık bunda yapılacak itikâf
yeterli olmaz. Çünkü bu takdirde kazaya kalan itikâfın orucu, insan üzerine
düşen bir borç olmuştur. Bu, ikinci ramazan orucu ile ödenmiş olamaz.
269- Belirtilmeksizin bir ay itikâf yapmayı nezreden kimse, ramazanda bir ay
itikâfda bulunmakla bu nezrini yerine getiremez. Çünkü bu itikâf için, bir ay
oruç tutmayı da bu nezirle üzerine yüklenmiş bulunur. Ramazan orucu ise,
kendisine ayrıca farz olan bir ibadettir.
270- Bir kimse nezrettiği bir
itikâfı yapmadan ölecek olsa, her gün için bir fidye ödenmesini vasiyet etmiş
olması gerekir. Çünkü vacib olan bir itikâf, orucun bir parçasıdır. Onun için
oruçtaki fidye, bunda da gerekli olur. Ancak fakir ise, o zaman Yüce Allah'dan
af ve mağfiret dilemelidir.
Kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sad. Ali Fikri Yavuz,Ravza Yayınları
İtikâfın Mahiyeti ve Çeşitleri
İtikâfın Mahiyeti, Nevileri
ve Teşriî Hikmeti
257- İtikâf lûgat
deyiminde bir şeye devam etmek manasındadır. Bir şeye devam eden kimseye de
mutekif (itikâf yapan) denir. Şeriatta ise itikâf: Bir mescidde veya o hükümdeki
bir yerde itikâf niyeti ile durmaktan ibarettir.
258- İtikâflar: Vacib,
müekked sünnet ve müstahab nevilerine ayrılır. Şöyle ki: Dil ile nezredilen bir
itikâf vacibdir. Ramazan ayının son on gününde itikâf, kifaye yolu ile bir
müekked sünnettir. Başka bir zamanda ibadet niyeti ile bir mescidde bir müddet
yapılan itikâf da müstahabdır.
259- Bir itikâfın en az müddeti, İmam Ebu
Yusuf'a göre bir gündür. İmam Muhammed'e göre bir saattir. Bir saat, fıkıh
alimlerine göre, zamanın belirsiz olan az veya çok bir parçası demektir. Yoksa
bir günün yirmi dört saatte biri demek değildir. (İtikâfın en az müddeti,
Malikî'lerce tercih edilen görüşe göre bir gündüz kadar, bir gecedir. Şafiîlere
göre de, "Sübhanellah" denilmesinden bir an kadar fazla olan pek az bir
zamandır.)
260- İtikâfın meşru olmasındaki hikmet ve yarara gelince, bu
pek önemlidir. Resulü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz Medine-i
Münevvere'ye hicretinden sonra ahirete göçüşlerine kadar her Ramazanın son on
gününü itikâf ile geçirirlerdi. İhlâs ile olan bir itikâf, amellerin pek
şereflisi sayılmaktadır. Bu sayede kalbler bir müddet olsun, dünya işlerinden
uzak kalır ve Hakka yönelir, birer Beytullah olan mescidlerden birine şu şekilde
devam eden bir mü'min çok kuvvetli bir kaleye sığınmış, kerim olan mabudunun
feyiz ve yardım kapısına sığınmış olur.
İslâm büyüklerinden ünlü Ata demiştir ki: "İtikâf yapan, ihtiyacından dolayı büyük bir zatın kapısında oturup dilediğini elde etmedikçe buradan ayrılıp gitmem, diye yalvaran bir kimseye benzer ki, Allah'ın bir mabedine sokulmuş, beni bağışlamadıkça buradan ayrılıp gitmem demektir."
Bir mü'minin her gün azalmakta olan hayat günlerinden
faydalanarak böyle kutsal bir yerde bir zaman ebedi ve ezelî yaratıcısına olanca
varlığı ile yönelip saf bir kalb ve temiz bir dil ile ibadette bulunması, manevî
bir zevke dalması ne büyük bir nimettir.
İtikâf yapan bir kimse, bütün
vakitlerini ibadete, namaza ayırmış demektir. Çünkü fiilî olarak namaz kılmadığı
vakitlerde de mescid içinde namaza hazır bir haldedir. Bu bekleyiş ise, namaz
hükmendedir.
Sonuç: İtikâf sayesinde insanın maneviyatı yükselir, kalbi
nurlanır, simasında kulluk nişanları parlar, ilâhi feyizlere kavuşur. Ne
mübarek, ne güzel bir hayat anı!..
İtikâfın Şartları
261- Bir itikâfın sıhhati şu şartların bulunmasına bağlıdır:
1) İtikâf yapan, müslüman, akıllı ve temiz bulunmalıdır. Onun için müslüman olmayanın, delinin, cünubun, hayız ile nifastan temiz bulunmayanın itikâfı olmaz. Gayr-i müslim ibadete, mecnun da niyete ehil değildir. Temiz olmayanların da mescidlere girmesi yasaktır.
2) İtikâfa niyet edilmiş olmalıdır. Buna göre niyetsiz olarak yapılan bir İtikâf geçerli değildir. Çünkü bunun bir ibadet olabilmesi niyete bağlıdır.
3) İtikâf, mescidde veya o hükümdeki bir yerde yapılmalıdır. Şöyle ki: İçinde cemaatla namaz kılınan herhangi bir mescidde İtikâf yapılabilir. Büyük camilerde yapılması daha faziletlidir. Kadınlar da kendi evlerinde mescid edinilen veya mescid olarak ayıracakları bir odada itikâfda bulunurlar. Buraları onların hakkında birer mescid sayılır. Kadınların dışardaki mescidlerde itikâf etmeleri caiz ise de, kerahetten kurtulamaz. Kadınların kendi evlerinde namaz kılmaları, mescidlerde namaz kılmalarında daha faziletli olduğu gibi evlerinde itikafları da her türlü fitne ve fesad düşüncesinden beri olacağı cihetle mescidlerde itikâfda bulunmalarından daha faziletlidir. (İmam Şafiî'ye göre , itikâf tazime lâyık bir yerde yapılabilir ki, o da mescidlerdir. Evlerde mescid edinilen yerler, bu tazime lâyık değildir.)
4) Vacib olan bir itikâfda, itikâf yapan oruçlu bulunmalıdır. Bu halde orucun yanılarak bozulması itikâfa zarar vermez. Diğer itikâflar için oruç şart değildir. Çünkü onlar için bir müddet yoktur. Öyle ki camiden bir iki saat içinde çıkıncaya kadar itikâfa niyet edilmesi de sahihdir.(Şafiî'lere göre, vacib bir itikâfda da oruç şart değildir.)
262-İtikâf için büluğ, erkeklik, hürriyet şart değildir. Buna göre akıllı olan çocuğun, kadının, kölenin itikâfları sahihdir. Şu kadar var ki, kadının itikâfı kocasının ve kölenin itikâfı da efendisinin iznine bağlıdır. İsterse bunlar itikâfı nezretmiş olsunlar, hüküm aynıdır. İzin bulunmayınca kadın, nezretmiş olduğu itikâfı kocasından ayrıldıktan sonra, köle de azad edildikten sonra kaza eder.
263- Bir kimse, itikâf için zevcesine izin verse bundan dönemez, artık engellenmesi doğru olmaz. Efendi ise, kölesine verdiği izinden dönebilir. Mükâteb (sözleşmeli) bir köle ise, efendisinin izni olmasa da, itikâfda bulunabilir. Çünkü kısmen hürriyetine sahibdir.
Kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sad. Ali Fikri Yavuz,Ravza Yayınları
261- Bir itikâfın sıhhati şu şartların bulunmasına bağlıdır:
1) İtikâf yapan, müslüman, akıllı ve temiz bulunmalıdır. Onun için müslüman olmayanın, delinin, cünubun, hayız ile nifastan temiz bulunmayanın itikâfı olmaz. Gayr-i müslim ibadete, mecnun da niyete ehil değildir. Temiz olmayanların da mescidlere girmesi yasaktır.
2) İtikâfa niyet edilmiş olmalıdır. Buna göre niyetsiz olarak yapılan bir İtikâf geçerli değildir. Çünkü bunun bir ibadet olabilmesi niyete bağlıdır.
3) İtikâf, mescidde veya o hükümdeki bir yerde yapılmalıdır. Şöyle ki: İçinde cemaatla namaz kılınan herhangi bir mescidde İtikâf yapılabilir. Büyük camilerde yapılması daha faziletlidir. Kadınlar da kendi evlerinde mescid edinilen veya mescid olarak ayıracakları bir odada itikâfda bulunurlar. Buraları onların hakkında birer mescid sayılır. Kadınların dışardaki mescidlerde itikâf etmeleri caiz ise de, kerahetten kurtulamaz. Kadınların kendi evlerinde namaz kılmaları, mescidlerde namaz kılmalarında daha faziletli olduğu gibi evlerinde itikafları da her türlü fitne ve fesad düşüncesinden beri olacağı cihetle mescidlerde itikâfda bulunmalarından daha faziletlidir. (İmam Şafiî'ye göre , itikâf tazime lâyık bir yerde yapılabilir ki, o da mescidlerdir. Evlerde mescid edinilen yerler, bu tazime lâyık değildir.)
4) Vacib olan bir itikâfda, itikâf yapan oruçlu bulunmalıdır. Bu halde orucun yanılarak bozulması itikâfa zarar vermez. Diğer itikâflar için oruç şart değildir. Çünkü onlar için bir müddet yoktur. Öyle ki camiden bir iki saat içinde çıkıncaya kadar itikâfa niyet edilmesi de sahihdir.(Şafiî'lere göre, vacib bir itikâfda da oruç şart değildir.)
262-İtikâf için büluğ, erkeklik, hürriyet şart değildir. Buna göre akıllı olan çocuğun, kadının, kölenin itikâfları sahihdir. Şu kadar var ki, kadının itikâfı kocasının ve kölenin itikâfı da efendisinin iznine bağlıdır. İsterse bunlar itikâfı nezretmiş olsunlar, hüküm aynıdır. İzin bulunmayınca kadın, nezretmiş olduğu itikâfı kocasından ayrıldıktan sonra, köle de azad edildikten sonra kaza eder.
263- Bir kimse, itikâf için zevcesine izin verse bundan dönemez, artık engellenmesi doğru olmaz. Efendi ise, kölesine verdiği izinden dönebilir. Mükâteb (sözleşmeli) bir köle ise, efendisinin izni olmasa da, itikâfda bulunabilir. Çünkü kısmen hürriyetine sahibdir.
Kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sad. Ali Fikri Yavuz,Ravza Yayınları
Oruç Tutmamayı Mubah Kılan Özürler
160-
Aşağıdaki on sebebden ötürü oruç tutmamak veya tutulmuş bir orucu bozmak
mubahtır:
1) Yolculuk: Ramazanda en az üç günlük (on sekiz
saatlik) bir yere gidecek olan kimse, geceden oruca niyet etmeyebilir. Bundan
dolayı o gün yola çıkınca oruçlu bulunmamış olur. Fakat bir kimse oruç tuttuktan
sonra, gündüzün yolculuğa çıksa, bu yolculuk o ilk gün için bir özür sayılmaz,
orucuna devam etmesi gerekir. Ancak o gün yola çıkar da, ondan sonra orucunu
açarsa, kendisine keffaret gerekmez, yine sadece kaza gerekir.
2) Hastalık: Bir hasta canının helak olacağından veya aklının gitmesinden
veya hastalığının artmasından veya uzamasından korkacak olursa, oruç
tutmayabilir ve tutmuş olduğu orucu bozabilir. Sonradan iyileşince tutamadığı
günleri kaza eder. İlerlemesinden korkulan göz ağrısı da böyledir; çünkü bu da
bir hastalıktır.
Bununla beraber yalnızca bir kuruntuya bağlı korku
yeterli değildir. Ya hastanın tecrübesinden veya görülen belirtilerden dolayı
kendisince kuvvetli bir zan bulunmalıdır. Yahut uzman olan müslüman bir doktor
tarafından haber verilmelidir.
Oruç tuttuğu takdirde, böyle hasta
olacağı delilden doğan kuvvetli bir zanna veya yetkili müslüman bir doktorun
haberine dayanan sağlam bir kimse de hasta hükmündedir.
Yine, ağır sıtma
nöbetine tutulan kimse, henüz sıtma belirmeden orucunu bozacak olsa, bunda bir
sakınca yoktur. Fakat gün aşırı sıtmaya tutulan kimse, belli günde sıtmanın geri
dönmesi sebebiyle kendisini zayıf düşüreceğini düşünerek orucunu bozduğu halde,
sıtma meydana çıkmamış olsa, kendisine keffaret gerekmez.
3)
Düşmanla Cihad: Ramazanda düşmanla savaşacak bir İslâm mücahidi, düşman
karşısında zayıf düşeceğinden korkarsa, oruç tutmayabilir. Sonra savaş yapılmasa
da yine kendisine kazadan başka bir şey gerekmez.
4) Zorlama
(ikrah) Hali: Hayata tesir edecek veya bir uzvun (organın) telef olmasına
sebebiyet verecek şekilde bir zorlamadan dolayı oruç açılabilir, bu caizdir.
Bununla beraber yolcu veya hasta bulunmayan bir kimse, böyle bir zorlamaya
rağmen ramazan orucunu bozmaz da zulmen öldürülürse günahkar olmaz, daha büyük
bir sevab kazanır ve dindeki sağlamlığını göstermiş olur. Fakat yolcu veya hasta
olan kimse, bu zorlamaya rağmen orucunu açmaz da öldürülecek olursa, günaha
girmiş olur. Çünkü bunlar için aslında oruçlarını açma izni dinde vardır. Bu
ruhsattan zorlanma halinde yararlanmamak doğru olmaz.
5)
Şiddetli açlık ve susuzluk: Oruçlu bir kimse açlıktan veya susuzluktan
dolayı helak olmasından veya aklına bir noksanlık gelmesinden bir tecrübeye ve
belirtiye veya müslüman bir doktorun haberine dayanarak korkarsa, orucunu sonra
kaza etmek şartı ile bozabilir.
6) Gebelik, süt annelik: Şöyle ki,
Ramazanda gebe bulunan, ya kendisinin veya başkasının çocuğuna süt veren bir
kadın, kendisine veya çocuğa bir zarar gelmesinden korkarsa, orucunu bozabilir.
Sonra onu kaza eder. Ancak süt analığı gerçekleşmiş olmalıdır, çocuğa süt
verecek kendisinden başka bir kimse bulunmamalıdır. Yahut bulunduğu halde çocuk
memesini emmemelidir.
7) Hayz ve Nifas Hali: Bir kadın
Ramazanda gündüzün adet görmeğe başlarsa veya çocuk doğurursa, orucu bozulmuş
olur. Artık adet günlerinde ve lohusalık müddetinde oruç tutamaz, caiz
değildir. Fakat bir kadın adet günü sanarak orucunu bozduğu halde, o gün
adet görmemiş olursa, kendisine keffaret de gerekir. Tercih edilen görüş
budur. Ramazanda adet gören bir kadın geceleyin adet kesilip
temizlenecek olsa bakılır: Eğer adet günleri tam on gün ise, ertesi gün ramazan
orucuna başlar. Fakat on günden az ise, adeti kesildikten sonra imsak vaktine
kadar yıkanmasına yetecek kadar fazla bir zaman kalmışsa, yine oruca başlar. Bu
kadar bir vakit bulunmaz ise, yıkanması arkasından hemen imsak zamanı olursa, o
gün oruca başlamaz; çünkü böyle on günden noksan adet görenler hakkında yıkanma
müddeti de adet vaktinden sayılır.
8) Ziyafet: Ziyafet
vermek veya bir ziyafete çağrılmak, nafile oruçları bozmak hususunda bir özür
sayılabilir. Bunun için, sonradan kaza edebileceğine güvenen kimse, vereceği
veya çağrıldığı bir ziyafetten dolayı, nafile olarak tutmuş olduğu orucunu
bozabilir. Çünkü orucuna devam ettiği takdirde, bir müslüman kardeşini
gücendirmiş olabilir. Bir görüşe göre, nafile oruç ziyafet için zevalden
önce açılabilirse de, zevalden sonra artık açılamaz. Eğer ana ve babanın
haklarına riayetsizliği gerektiren bir hal olursa, o zaman bu oruç bozulabilir.
Ziyafet, farz ve vacib oruçlar için bir özür değildir.
9)
Talaka (boşamaya) Yemin: Nafile veya kaza orucuna başlamış olan bir
kimseye orucunu bozması için bir şahıs kendi hanımının boş olmasına yemin etse,
orucunu bozmazsa karısının boş olacağını söylese, bu oruçlunun o yemin eden
adamı zarardan ve eziyetten kurtarması için orucunu açması mendub olur. Bazı
alimlere göre, daha istiva zamanı olmamış ise, bu mendubdur (iyidir), değilse
mendub olmaz. Fakat yemin eden kimse oruçlunun babası ise mendub olur.
10) Yaş büyüklüğü: Kendisine şeyh-i fani denilen çok yaşlı ve güçsüz
bir kimse oruç tutmayabilir. Şeyh-i fani, o ihtiyar kimsedir ki, ölünceye
kadar vücuduna zafiyet gelir ve tekrar kuvvet bulmadan ölür. Böyle bir kimse
için her ramazan gününün orucuna karşılık bir fidye vermek gerekir. Bu fidye
ramazanın başında verilebileceği gibi, sonra da verilebilir. Birçok fakire
verilebileceği gibi, bir fakire de verilebilir. Bunun için otuz günün fidyesi,
ibahe (yemek yedirmek) sureti ile de ödenebilir. Şöyle ki, her günün orucuna
bedel fakire sabah-akşam doyacak kadar yemek yedirilmesi yeterli olur.
161- Sağlığında üzerine borç kalan fidyeleri ödemeyen kimsenin, malı varsa,
bunların ödenmesini vasiyet etmesi gerekir. Eğer geriye bıraktığı mal, fidye
borçlarını karşılamayacak derecede ise veya ölü hakkında bağış yapmak isteyenin
koyduğu para yetmiyorsa "devir" yapılır. Buna "İskat-ı Savm" denilir.
162- Kendisini şeyh-i fani sanıp fidye vermiş
olan kimse, sonradan oruç tutmaya güç kazansa, fidyenin hükmü kalmaz. Oruç
tutması ve geçmiş günleri kaza etmesi gerekir.
163- Yolcu, hasta hayz ve
lohusa halinde bulunanların kendilerini oruçlu gibi göstermeleri gerekmez. Yolcu
ile hasta aşikare yiyebilirler. Ancak kendilerini yolcu veya hasta tanımayan
insanlara karşı açıkta yemeleri uygun değildir. Suçlanmadan kurtulmak ve din
kardeşlerine saygı göstermek için meydanda yememelidir. Haiz ve lohusa için de,
gizli yiyip içmek edebe daha uygundur.
164- Oruç tutması gerekmeyen bir
kimse, ramazan günleri içinde oruç tutmasını gerektiren bir hal ile
karşılaşırsa, günün geri kalanını oruç tutması (yeyip içmemesi) uygundur. Örnek:
İmsak vaktinden sonra temizlenen haiz veya lohusa bir kadın, o günün akşamına
kadar imsak etmelidir.
Yine, bir yolcu oruçlu olarak sabahlayıp da ondan
sonra beldesine dönse veya başka bir beldeye girip ikamet etse veya oruçlu
olmadığı halde imsak vaktinden sonra ikametgahına dönse, artık o günün akşamına
kadar imsak etmelidir. İftar etmesi çirkindir.
Yine, imsak vaktinden
sonra sağlığa kavuşan bir hasta, aklını kaybettikten sonra kendine gelen bir
mecnun, buluğa eren çocuk, İslamı kabul etmekle ihtida eden kimse ve herhangi
bir sebeble orucu bozulan için gerekli olan, günün geri kalan kısmını oruçlu
gibi geçirmektir. Din terbiyesi bunu gösterir. Hatta böyle davranmak, sahih olan
görüşe göre vacibdir. Diğer bir görüşe göre müstahabdır.
Büluğa eren
çocuk ile ihtida eden (İslamı kabul eden) şahsa, o günün orucunu ayrıca kaza
etmek gerekmez. Çünkü bunlar imsak vaktinde mükellef bulunmamışlardır.
Diğerlerine ise, kaza etmek gerekir.
165- Bir yolcu için güçlük yoksa,
ramazan orucunu tutması daha faziletlidir. Fakat güçlük çekilecekse veya
arkadaşları oruçsuz olup yiyecekleri aralarında müşterek ise, iftar etmesi daha
faziletlidir.
166- Nafakasını (geçimini) kazanmaya muhtaç olan bir işçi
veya sanatkar, bu işle uğraştığı takdirde, orucunu bozmasını mubah kılacak bir
hastalığa uğrayacağını bilecek olsa, daha hasta olmadan iftar etmesi helal
olmaz.
Kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sad. Ali Fikri Yavuz,Ravza Yayınları
Keffareti Gerektirmeyen Oruçlar
137- Ramazan orucundan başka hiç bir orucun
bozulmasından dolayı bir ceza ve geçmişteki kusuru düzeltme olarak iki ay oruç
tutmak gerekmez. Çünkü Kur'an'ın açık beyanı, yalnız tutulan Ramazan orucunun
bozulması üzerine keffareti gerekli kılmaktadır.
138- Ramazan orucunun
bozulmasından dolayı keffaret gerekmesi için, hem şekil ve hem de mana
bakımından iftar (orucu bozan bir şey) gerçekleşmelidir. Bu da, adet olarak
gıdalanmak, tedavi olmak veya lezzetlenmek kasdi ile yenip içilen şeylerden
birini kendi isteğiyle ve kasden yutmakla veya bir canlı kişiye kendi isteğiyle
kasden iki yoldan biriyle cinsel ilişki kurmakla meydana gelir. Bunda inzal
olması şart değildir. Bunun için gıda sayılmayan, beden için elverişli
olmayan, aslen murdar olup kendisinden tiksinilen bir şeyin rıza ile ve kasden
yenip içilmesinden veya bir ilacın ağızdan başka bir yerden içeriye
akıtılmasından dolayı keffaret gerekmez. Yine, diri bir insana başka bir
taraftan veya ölü insana normal yoldan, ölü veya diri bir hayvana herhangi bir
taraftan isteyerek yapılan ve inzal bulunan temaslar da bu hükümdedir. Yalnız
kazayı gerektirir. Dinde yasak ve haram olan işleri yapmak da ayrıca azaba sebeb
olur.
(Şafîîlere göre, ölü veya hayvan hakkındaki cinsel ilişki
keffareti gerektirir. Çünkü bu halde, oruca engel olan bir temas bulur.)
139- Keffaret, oruç tutmamanın değil, orucu bozmanın bir cezasıdır. Bunun için
bir kimse, Ramazanda oruca asla niyet etmediği gibi, asla iftar da etmeyip imsak
etmiş bulunsa (oruç tutsa), üzerine yalnız kaza lazım gelir.
Fakat İmam
Züfer'e göre, oruç için mutlak surette imsak yeterlidir. Bunun için, niyet
bulunmasa da, yalnız imsak yapılsa oruç tutulmuş olur. Artık ne kaza, ne de
keffaret lazım gelir. Bu durumda kasden yapılacak bir iftar hem kazayı, hem de
keffareti gerektirir. Yine; Oruca asla niyet etmediği halde, gündüzün
kasden iftar edilse, yalnız kaza gerekir. Böyle bir yersiz davranıştan dolayı,
ayrıca sorumluluk doğar. Tevbe edip mağfiret dilemek gerekir. Fakat keffaret
gerekmez. Yine, geceleyin niyet edilmeyip sabahleyin zevalden önce
(nehar-i şer'înin yarısından önce) oruca niyet edilip de, ondan sonra kasden
iftar edilecek olsa, yine yalnız kaza gerekir, keffaret gerekmez. Bu İmamı
Azam'a göredir, iki İmama göre (İmam Muhammed - İmam Ebû Yusuf), niyet
bulunmaksızın imsak edilse (oruç tutulsa) veya zevaldan sonra iftar edilse, kaza
lazım gelir, keffaret gerekmez. Fakat zevalden önce iftar edilse, hem kaza, hem
de keffaret gerekir, çünkü zevalden önce oruca niyet edilmesi mümkündür.
(İmam Malik'e göre, bir özrü bulunmadığı halde iftar eden her mükellef üzerine
keffaret gerekir. İmam Şafiî'ye göre, yalnız cinsel ilişkiden dolayı keffaret
gerekir ve bu iş tekrarlandıkça, keffaret de tekrarlanır. Çünkü keffaretlerde
ibadet manası daha yüksektir, ibadetlerde tedahül (birkaç keffaretin bir
sayılması) mümkün değildir.
140- Ramazanda oruca niyet etmiş bir kimse
için bilerek ve isteyerek yenilmesi ve içilmesi keffareti gerektiren şeylerden
bir kısmı şunlardır: Ekmek, yemek, yağ, peynir, buğday, kavrulmuş arpa,
yağ ile yoğrulmuş darı otu, pişmiş veya çiğ et, su, kar, dolu, sebze suları,
karpuz, kavun, yaş ve kuru meyveler, yaş olup temiz bulunan karpuz kabuğu, üzüm
tanesi, taze küçük üzüm yaprağı, yenen diğer yapraklar, bitkiler, safran, misk,
kafur, herhangi bir ilaç, yenmesi adet halinde olan çamur, kilermeni, gebenin
canı isteyip yiyeceği çamur, bütün içkiler, tütün, nargile, enfiye, emilen bir
şekerin boğaza giden tadı. Bunlarda, yenip içilmek bakımından şeklen
iftar bulunduğu gibi, bedenin yararına elverişli bulunmaları veya bunlarla
lezzetlenilmesi bakımından da mana yönünden iftar vardır.
141- Kasden
yutulacak bir taş, bir demir, bir kurşun, bir çekirdek, kuru kabuklu bir fındık
veya badem, orucu bozar. Kazayı gerektirirse de, keffaret icab etmez. Çünkü
bunlarda şeklen iftar varsa da, yenilmeleri adet edinilmediğinden mana
bakımından iftar yoktur. Yine, yutulan bir kağıt parçası, bir pamuk, adi
çamur, bir toprak, kuru bir ot, bir saman parçası, yetişmemiş ayva, tanesi kuru
veya yaş kabuklu ceviz tanesi, kabuklu yumurta kazayı gerektirirse de, keffareti
gerektirmez. Çünkü adet bakımından bunlarla gıdalanılmaz ve bunlarda tedavi
kasdedilmez. Kuru fıstık ise, içi olduğu halde çiğnenirse, keffareti gerektirir.
Çiğnenmeden yutulursa, keffareti gerektirmez. Fıstığın başı yarılmış olsa da,
hüküm yine aynıdır.
142- Kuru pirinç, kuru darı, mercimek, fiğ de
keffareti gerektirmez. Çünkü bunlarla gıdalanmak adet değildir. Buruna
kaçan su veya akıtılan ilaç da böyledir. Çünkü bunlarda, rıza ile yutup iftar
yapmak yoktur. Sadece bir yararlanma ise, yalnız kazayı gerektirir.
143-
Başkasının tükrüğünü, başkasının ağzından çıkmış olan lokmayı, kendi ağzından
çıkıp da biraz dışarda kalmış olan lokmayı alıp yutmak da yalnız kaza
gerektirir, keffaret gerekmez. Çünkü insan yaratılışı bakımından bunlardan
tiksinir. Geçerli sayılan rivayete göre, kan da böyledir. Fakat dostun tükrüğünü
alıp yutmak, Ramazan orucu için keffareti gerektirir. Çünkü bununla lezzetlenir.
Afyon gibi sarhoşluk veren kuru otlar da böyledir.
Sonuç: Keffaret, insanları bazı işlerden engellemek içindir. Bu engelleme, yenip içilmesi adet olan ve yaratılış gereği kendilerine meyil duyulan şeylere karşı uygulanır, insanlar yaratılışı gereği tiksineceği şeylerden zaten kaçınacakları için bunlardan dolayı zorlamaya gerek yoktur.
144- Yenilmesi adet halinde olan
bir şeyi Ramazanda oruçlu iken unutarak ağzına alan kimse, oruçlu olduğunu
hatırlayınca hemen onu ağzından çıkarıp atması gerekir. Fakat ağzındakini
çıkarmayıp yutarsa, üzerine keffaret gerekir. Ancak ağzından çıkarır da onu
soğuduktan sonra yutacak olursa, yalnız ona kaza gerekir. Çünkü böyle bir şeyi
yutmak tiksinti veren bir şeydir.
145- Bir kimse, fecir doğduğu halde,
henüz doğmamıştır zannı ile sahur yemeğini yese veya güneş batmamış olduğu
halde, battı sanarak iftar etse, üzerine kaza gerekir, keffaret lazım gelmez.
Çünkü kasden iftar etmiş değildir.
146- Bir kimse, Ramazanda zevcesine:
"Bak, fecir doğmuş mu, doğmamış mı?" dedikten sonra, kadın bakıp henüz
doğmadığını haber vermesi üzerine, o kimse oruca aykırı bir harekette bulunsa;
fakat daha sonra fecrin doğmuş olduğu anlaşılsa, kendisine yalnız kaza gerekir,
keffaret gerekmez. Fakat kadın fecrin doğmuş olduğunu bilerek böyle bir
harekette bulunmuş ise, ona keffaret de lazım gelir.
147- İki kimse
güneşin battığına, iki kimse de güneşin henüz batmamış olduğuna şahidlik ettiği
halde iftar edilecek olsa ve sonradan güneşin batmamış olduğu anlaşılsa, bundan
dolayı ittifakla yalnız kaza gerekir. Keffaret gerekmez.
148- İnsanların
hukukunda iki kimsenin şahidliği isbata yeterli olduğu gibi, oruç hakkında da
böyle şahidlik ettikleri halde, bir kimse yemek yeyip sonradan fecrin doğmuş
olduğu anlaşılsa üzerine hem kaza, hem de keffaret gerekir. Bunda ittifak
vardır. Bu konuda bir şeyin yokluğuna şehadet (fecrin doğmadığını söylemek)
isbat hususundaki şehadete (fecrin doğmuş olmasına) karşı çıkamaz.Fakat
bu hadisede böyle şehadet edenler birer kimse olsa, yalnız kaza gerekir. Çünkü
fecrin doğuşu hakkında bir kişinin şahidliği tam bir delil değildir.
149-
Unutarak bir şey yiyen veya fecir doğmuşken, henüz doğmamıştır sanarak veya uyku
halinde oruca aykırı bir harekette bulunan kimse, artık orucunun bozulduğunu
zannederek tekrar kasıdlı olarak yese, üzerine keffaret gerekmez. Bu unutma ile
orucunun bozulmayacağını bildiği halde iftar etse, İmamı Azam'a göre yine
keffaret gerekmez. Sahih olan da budur. Çünkü bunda orucun bozulma şüphesi
vardır.
150- Kendisine içten kusuntu gelen veya ağzına su verirken hata
eseri boğazına su kaçan veya bir kadının güzelliğine bakan kimse, bununla orucun
bozulduğunu sanarak Ramazanda kasden iftar edecek olsa, üzerine keffaret
gerekmez. Fakat bununla orucun bozulmayacağını bildiği halde iftar etse,
keffaret de gerekir. Çünkü burada şüpheye yer yoktur.
151- Bir kimse
Ramazanda gündüzün misvak kullansa veya gıybet etse de bu yüzden orucun
bozulduğunu sanarak iftar etmekle üzerine keffaret gerekmez. Fakat bununla
orucun bozulmayacağını öğrenmiş ise, keffaret gerekir.
152- Ramazan günü
ihtilam olan kimse, orucunu bozsa bakılır: Eğer bu ihtilamla orucunun bozulmuş
olduğunu zannetmiş ise, üzerine keffaret gerekmez. Fakat bununla orucun
bozulmayacağını biliyordu ise, keffaret gerekir.
153- Ramazan ayında
oruçlu olduğunu unutarak cinsel ilişkide bulunan kimse, oruçlu olduğunu hatırlar
hatırlamaz, kendini geri çekse, orucu bozulmuş olmaz. Sonradan inzal zarar
vermez. Bu, bir ihtilam gibi olmuş olur. Fakat hiç hareket etmeksizin inzal
oluncaya kadar duracak olsa, kendisine yalnız kaza gerekir. Fakat kendisini
tahrik ettiği takdirde, keffaret gerekir. Çünkü bu durumda cinayet tamamlanmış
olur. Kendini geri alıp tekrar münasebette bulunmak da, böyle keffareti
gerektirir. Böyle bir ilişkinin ikinci fecir zamanına raslaması halinde de hüküm
aynen geçerlidir.
154- Bir kadın oruca niyet ettikten sonra uyuduğu veya
geçici olarak cinnet getirdiği halde, kocası onunla ilişki kursa, orucu bozulur,
üzerine yalnız kaza gerekir, keffaret icab etmez.
157- Bir yolcu zevaldan önce memleketine (ikamet vatanına)
dönmekle bir şey yememiş olduğu halde oruca niyet edip ondan sonra kasden
orucunu bozacak olsa, üzerine keffaret gerekmez. Zevalden önce iyileşip
kendine gelen bir mecnun niyet etmişken, sonra orucunu bozarsa, ona da keffaret
gerekmez.
158- Orucunu bozan kimseye, o gün oruç tutmamasını mubah
kılacak bir hal gelirse, ondan keffaret düşer.
Misal: Sağlıklı bir kimse,
Ramazanda oruca niyet etmişken, gündüzün orucunu bozsa da aynı günde bayılsa
veya bir kadın adet görmeğe başlasa yahut oruç tutamayacak bir halde hastalansa,
üzerine yalnız kaza gerekir, keffaret gerekmez. Doğru olan görüş budur. Bunlar
birer semavi özürdür. Fakat böyle bir kimse, kendini yaralayıp da oruç
tutamaz hale gelse, sahih olan görüşe göre, üzerinden keffaret düşmez. Çünkü bu
duruma düşmeye kendisi sebeb olmuştur.Yine, orucu açtıktan sonra
isteyerek veya zorlanarak yolculuğa çıksa, yine keffaret düşmez. Çünkü yolculuk
semavî bir özür değildir. Sefere (yolculuğa) çıktıktan sonra orucu
bozmak ise, yalnız kazayı gerektirir. Çünkü o gün aslen oruç tutmakla mükellef
değildi.
159- Ramazanda oruçlu olarak yolculuğa başlamış bir kimse,
unutmuş olduğu bir şeyi almak için evine dönüp de bir şey yedikten sonra tekrar
yola çıksa, üzerine keffaret gerekir. Çünkü evine dönmekle yolculuktan çıkmış
olduğundan yemek yediği sırada mukim sayılmıştır. Fakat beldenin evlerini
geçtikten sonra bir şey yeyip de, ondan sonra evine dönüp yine bir şey yiyecek
olsa, üzerine keffaret gerekmez. Böyle yedikten sonra yolculuktan tamamen
vazgeçmiş olsa da yine keffaret gerekmez. Çünkü bu yemesi bir ruhsat (izin)
haline rasgelmiştir.
Kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sad. Ali Fikri Yavuz,Ravza Yayınları
Kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sad. Ali Fikri Yavuz,Ravza Yayınları
Kaza Edilmesi Gereken ve Gerekmeyen Oruçlar
127- Yolculuk veya hastalık özrü ile
Ramazan orucunu tutmamış olan kimse, bunları kaza etmeye elverişli bir vakit
bulamadan önce ölse, üzerine kaza gerekmediği gibi, fidye vermesi de lazım
gelmez. Ancak oruçları için fidye verilmesini vasiyet etmiş olursa, malının üçte
birinden bu vasiyetin yerine gelirilmesi gerekir. Fidye, fakir bir
kimseyi sabah ve akşam doyuracak olan bir günlük yiyecektir. Bu, bir fitre
sadakasına eşittir.
128- Yolculuk veya hastalık sebebi ile Ramazan
orucunu tutamamış olan kimse, bunun tamamını veya bir kısmını kaza edebilecek
bir zaman bulmuş olduğu halde, bunları kaza etmeden ölürse, malı olduğu
takdirde, kazaya kalan her gün için malının üçte birinden ödenmek üzere bir
fidye ödenmesini vasiyet etmesi gerekir. Bu fidye fakirlere verilir. Bir özrü
olmaksızın kasden Ramazan orucunu tutmayan kimse üzerine de, öldüğü zaman
malının üçte birinden fidye verilmesini vasiyet etmelidir ki, bu vacibdir. Kaza
edecek zaman bulamasa da hüküm aynıdır. Çünkü yapılması mümkün olan bir ibadeti
terk etmiştir. Vasiyet etmediği takdirde, varislerin bu fidyeyi vermeleri
üzerine vacib olmaz, isterlerse kendi mallarından bir bağış olarak verebilirler.
Varisler ve varis olmayanlar, ölü adına orucu tutmak suretiyle kaza edemezler.
Böyle beden ile yapılan ibadetlerde, başkasına vekalet edilemez. Ancak kendileri
için tuttukları oruçların sevabını ölüye bağışlayabilirler.
(İmam Şafiîye
göre, ölü vasiyet etsin veya etmesin, onun geriye bıraktığı malın tümünden
kazaya kalmış oruçlarının fidyesi verilir. Böyle bir ölü adına da velisi oruç
tutabilir.)
129- Tutulamayan oruçlardan dolayı fidye verilmesi, Ramazan
orucu ile Ramazan ayından kazaya kalan oruçlara ve nezir oruçlarına mahsustur.
Yemin ve adam öldürme keffaretleri için gereken oruçları tutmaktan aciz kalan
kimsenin, daha hayatta iken fidye vermesi caiz değildir. Fakat bu oruçlar için
vasiyet etmesi caizdir.
130- Bozulan herhangi bir nafile orucun kazası
gerekir, ister bu orucu bozma, oruçlunun kendi isteği ile olsun, ister olmasın
aynıdır. Bunun için nafile oruç tutmaya başlayan bir kadın, adet görecek olsa,
sahih olan görüşe göre, bu orucu kaza etmesi gerekir. Çünkü başlanmış bir
ibadeti yarıda bırakmamak ve yüklenilen bir din görevini yok etmemek vacibdir,
gereklidir.
(Şafiîlere göre böyle bir oruçlu serbesttir, dilerse bu orucu
kaza eder, dilerse etmez. Çünkü üzerine vacib olmayan bir ibadete başlamıştır.
Yerine getirmediği fazladan bir ibadet için kendisine kaza gerekmez.)
131- Bir kimse, fecrin doğuşundan sonra kaza orucuna niyet etse, bu oruç kaza
yerine geçmez, nafile bir oruç olur. Çünkü geceden niyet edilmesi gerekirdi. Bu
orucu bozacak olsa, ayrıca kazası gerekir.
132- Ramazanın başından sonuna
kadar baygın bir halde olan kimse, sonradan kendine gelince, üzerine kaza
gerekmez. Bunda ittifak vardır. Çünkü bayılma hali bir hastalıktır. Fakat böyle
bir halin bu kadar uzaması da çok az olur. Nadir olan şeylerdeki güçlük de izne
sebeb olamaz.
133- Delirmiş olan bir adam, Ramazan içinde kendine gelip
iyileşse, geçmiş günleri kaza eder. Fakat bir kimsenin delirmesi Ramazanın
başından sonuna kadar veya son günün zevalinden sonraya kadar devam etse,
sonradan iyileşmekle kendisine kaza gerekmez. Çünkü bunda güçlük vardır: Sahih
olan da, budur. Yine böyle delirmiş olan kimse, Ramazan gecelerinden birinde
iyileşip de, sonra fecirden itibaren yine delirse, üzerine kaza
gerekmez. Delirmiş olan kimsenin iyileşmesi, kendisindeki delirmenin
tamamen ortadan kalkması ile olur. Malikîlere göre, delirme de bayılma
gibidir. Onun için kazası gerekir.)
134- Orucu kazaya kalan kimse, bunu
kaza etmeden ilerki Ramazana yetişince, gelen Ramazan orucunu, kaza orucundan
önce tutar. Çünkü kaza için zaman geniştir ve elverişlidir. (Şafîîlere
göre, bir ramazana ait kaza orucunu, diğer Ramazan gelmeden önce tutmak gerekir.
Önceki Ramazan orucu tutulmadan ikinci bir Ramazan gelince, hem kaza ve hem de
her gün için bir fidye vermek gerekir. Çünkü kaza vaktinden çıkarılmıştır.
Kazayı vaktinden sonraya bırakmak ise, yerine getirilmesi gereken bir ibadeti
sonraya bırakmak gibidir. Hanefi mezhebinde, kaza için belli bir vakit
gösterilmemiştir. Buna dair ayet-i kerime kazayı herhangi bir vakitle
sınırlandırmış değildir.
135- Bir gayrimüslim Ramazan ayı içinde müslüman
olduğu halde, geri kalan günleri oruç tutmayacak olsa, bakılır: Eğer küfür
diyarında İslam'a girmişse ve Ramazan ayı çıkıncaya kadar orucun farz olduğunu
öğrenmemişse, özürlü sayılır. İslama girdikten sonra geçirdiği günler için kaza
etmesi gerekmez. Fakat İslam yurdunda ihtida (islam dinini kabul) etmişse, her
halde kaza etmesi lazımdır. Çünkü İslam ilinde bu gibi cehalet özür
sayılmaz.
136- Çocuklar için oruç tutmak, namaz gibidir. Bunun için on
yaşında bulunan bir çocuğa oruç tutması emredilir. Tutmasa hafifçe dövülebilir.
Bununla beraber tutmazsa, kaza etmesi gerekmez. Bir de çocuğun oruca gücü
yetmelidir. Oruçtan zarar görecek olan çocuğa: "Oruç tut" diye
emredilmez.
Kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sad. Ali Fikri Yavuz,Ravza Yayınları
Farz Orucun Şartları ve Vakti
Orucun Şartları
39- Orucun farz oluşuna ve yerine getirilmesinin
(edasının) farz oluşu ile sıhhatına dair şartlar vardır. Şöyle ki:
1)
Oruçla mükellef olmak için İslâm, akıl ve büluğ şarttır. Onun için bu vasıfları
toplamayan bir kimseye oruç farz değildir. Ancak akıl sahibi bulunan mümeyyiz
bir İslâm çocuğunun tuttuğu oruç nafile olarak sahih olur.
2) Orucun
yerine getirilmesi (edası)nın farz olması için sıhhat ve ikamet şarttır. Onun
için hasta olana ve yolculuk halinde bulunanlara, bu hallerinde oruç tutmak farz
değildir. Bunlar oruçlarını tutamayınca, sonra o tutamadıkları oruçları kaza
ederler.
Bir orucun edası (yerine getirilmesi)nin sahih olması için niyet
etmek, hayız ve nifas hallerinden temizlenmiş olmak şarttır. Bunun için niyet
edilmeksizin tutulan bir oruç, müctehidlerin tümüne göre din yönünden geçerli
değildir. Hayız ve nifaz halinde oruç tutan bir kadının da orucu sahih değildir.
Bunların, ramazan orucunu sonradan kaza etmeleri gerekir. Bu konu ileride
açıklanacaktır.
Orucun Vakti
40- Orucun
vakti ikinci fecirden başlayarak güneşin batışına kadar devam eden müddettir.
Bununla beraber, ikinci fecrin ilk doğuşu anına mı, yoksa aydınlığının ufukta
uzanıp dağılmaya başladığı zamana mı itibar olunacaktır meselesinde ihtilâf
yardır. Bazı alimlere göre, ikinci fecrin ilk doğuşu anı esastır. İhtiyata en
yakın olan görüş de budur. Diğer bazı alimlere göre, aydınlığın biraz uzayıp
dağılmaya başladığı zamana itibar edilmelidir. Oruç tutacaklar hakkında daha
elverişli olan da budur.
Bunun için birinci görüşe göre ikinci (gerçek)
fecrin ilk doğuşundan itibaren, ikinci görüşe göre de bu fecrin doğuşundan sonra
aydınlığının dağılmaya başlaması anından itibaren oruca başlamak gerekir.
41- Fecrin doğuşunda şüpheye düşen kimse için faziletli olan, yeyip içmeyi
bırakmaktır. Bununla beraber yeyip içse, orucu yine tamamdır. Ancak fecirden
sonra yeyip içtiği anlaşılırsa, o zaman kaza etmesi gerekir. Fecirden sonra
sahur yapıldığında zan kuvvetli olsa ve başka bir delil de bulunmasa, sağlam
olan rivayete göre, buna itibar olunmaz. Fakat bu halde tutulan orucun kaza
edilmesi ihtiyata uygundur.
42- Oruçlu kimse, güneşin batışından şübhe
etse, iftar etmesi helâl olmaz. İftar edip de gerçek durum anlaşılmazsa, üzerine
kaza gerekir. Keffaretin gereği hakkında ise iki rivayet vardır. Fakat batıştan
önce iftar etmiş olduğu anlaşılırsa, üzerine kazadan başka keffaret de lâzım
gelir.
Güneşin batmış olduğu hakkında kuvvetli bir zanna sahib olduğu
halde iftar eden kimse hakkında hüküm böyledir. Güneşin batışından önce iftar
etmiş olduğu anlaşılsın veya anlaşılmasın hüküm değişmez.
43- Araştırma
yaparak hem sahur, hem iftar yapmak caizdir. Şöyle ki: Oruç tutacak kimse, başka
bir vasıta bulamayınca, galip zannına göre sahur yemeği yer ve fecrin doğduğuna
kanaat getirince oruca başlar. Güneşin batışını da araştırarak yine galip
zannına göre orucunu açabilir. Bununla beraber fecrin doğuşunu iyice
kestiremeyen için, bir an önce oruca başlamak ve güneşin battığını kestirmeyen
için de, hemen orucu bozmamak ihtiyat gereğidir.
44- Davul, top sesi veya
kandil yakılması ile oruca başlamak veya iftar edebilmek için de, bunlann
güvenilebilecek şekilde muntazam olmasına ve her taraftan görülüp işitilir bir
halde bulunmasına dikkat etmek gerekir. Saatlerin muntazam bir şekilde işlemekte
olduğu da tecrübe ile bilinmekte olmalıdır.
Kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sad. Ali Fikri Yavuz,Ravza Yayınları
Orucun Mahiyeti ve Çeşitleri
1- Oruç, ikinci fecirden başlayarak güneşin batışına kadar yemekten, içmekten ve cinsel ilişkiden nefsi kesmek, demektir.
Oruç kelimesinin Arabçası, siyam ve savm'dır ki, nefsi tutmak ve engellemek manasındadır. "Siyam" sözü, Savm'ın çoğulu olarak da kullanılır. Din deyiminde "Müftırat" (oruç bozucu) denilen şeylerden nefsi gerçekten veya hükmen yasaklamak bir imsak (oruç tutmak)'tır. Yanılarak ve unutarak bir şey yeyip içildiği takdirde hükmen imsak bulunmuş olacağından oruç bozulmuş olmaz.
2- İmsak sözünün karşıtı İftar'dır. Şöyle ki: Hiç oruç tutmamak bir iftar olduğu gibi, güneşin batışından sonra orucu açmak da bir iftardır. Oruçlu iken orucu bozacak bir şeyin yapılması da bir iftardır. İftar eden kimseye "Muftır" denildiği gibi, orucu bozan şeylerden her birine de "Muftir" denilir. Bunun çoğulu "Muftırat"dır.
3- Ramazan-ı Şerif ayına Şehr-i Sıyam (oruç ayı) denir. Ramazan bayramına da, imsaka son verileceği için İd'-i Fıtır (İftar bayramı) denilir. Bayram anlamına gelen İd'ın çoğulu, A'yad'dır.
4- Ramazan orucu, Peygamberin hicretinden bir buçuk sene sonra Şaban ayının onuncu günü farz kılınmıştır. Bunun farziyeti kitab, sünnet ve icma ile sabittir. "Oruç size farz kılındı." (Bakara sûresi, âyet: 183) âyet-i kerîmesi bunu emretmektedir.
Bu çok mübarek ve pek feyizli ibadete gereği üzere devam edenlere müjdeler olsun!..
Orucun Nevileri
5- Oruçlar: Farz, vacib,
nafile ve mekruh nevilerine ayrılır. Farz ve vacib oruçlar da belirli ve
belirsiz kısımlara ayrılır. Şöyle ki: Ramazan ayı orucu belirli bir farzdır.
Kazaya kalan ramazan ayına ait oruçlarla keffaret olarak tutulacak oruçlar da
belirsiz birer farzdır. Bunlar, istenilen mubah günlerde tutulabilir.Belli bir günde tutulması adanan bir oruç, belirli bir vacibdir. Herhangi bir
gün, herhangi bir ay veya herhangi bir hafta gibi, belirlenmeyip tutulması
adanan bir oruç da belirsiz bir vacibdir. Adanan itikaf oruçları da
birer belirli vacib demektir ki, itikaf zamanlarına mahsustur.
6- Allah Teala'nın rızası için tutulacak nafile oruçlar
da başlı başına bir nevi teşkil eder. Bunlar sünnet, müstahab, mendub diye
isimlenirler. Aşura günü ile beraber ondan bir gün önce veya bir gün sonra
tutulan oruçlar ve Eyyam-ı Biyz denilen her ayın on üçüncü, on dördüncü ve on
beşinci günleri tutulan oruçlar gibi. Bunlar müstahabdır."Haram Aylar"
denilen Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb aylarının perşembe, cuma ve
cumartesi günlerinde ve Zilhiccenin başından dokuz günde tutulacak oruçlar da
müstahabdır.
7- Ramazan bayramının birinci gününde, Kurban bayramının
dört gününde tutulacak oruçlar tahrimen mekruhtur. Çünkü bu günler, Yüce
Allah'ın kullarına olan birer ziyafet günüdür. Bu ziyafetten kaçınmak uygun
olmaz. Bununla beraber bu, günlerde tutulan oruçlar yine oruçtur. Şu kadar var
ki, bozulursa kazası gerekmez. Çünkü caiz görülmeyen şey benimsenmiştir. Diğer
bir görüşe göre, kazası gerekir.
8- Nevruz denilen ilkbahar gününde ve
"Mehrican" denilen son bahar gününde kasden tutulan oruçlar tenzihen mekruhtur.
Çünkü bu günlere hürmet edilmiş gibi olur. Oysa ki bunlara hürmet haramdır. Eğer
adet üzere tutulan bir oruç bu günlere rastlarsa, bunun keraheti olmaz.
9- Yalnız cuma veya yalnız cumartesi günü ve özellikle Muharremin "Aşure günü"
denilen yalnız onuncu günü oruç tutmak da tenzihen mekruhtur.
10-
Geceleyin orucu bozmayıp iki gün birbirine bitişik olarak oruç tutulması da
mekruhtur. Buna "Savm-i Visal" denilir. Nafile oruçlarda iyi olan oruç tutma
şekli, birgün oruç tutmak ve birgün de tutmamakdır. Bu şekilde tutulan oruca
"Savm-i Davudi" denir. .
11- Hacılar için, güçsüzlük verecek olduğu
takdirde, "terviye" ve "arefe" günlerinde oruç tutmak mekruhtur. Çünkü daha
sonra yapacakları hac işlerini yerine getirmekten aciz kalabilirler.
12-
Şek günü denilen günde Ramazan ayına veya bir vacibe niyet edilerek tutulan oruç
da mekruhtur. Şek günü, Şaban ayının otuzuncu günüdür. İsterse havada
bir engel bulunmasın. Çünkü o gün, başka bir beldede hilalin görünmüş olması
mümkündür. Bu, hilalin doğuşunun değişik yerlerde olabileceğine itibar
edilmemesine göredir. Hilalin doğuşunun değişik yerlerde olabileceğini kabul
edenlere göre, bir günün şek günü sayılabilmesi için hava bulutlu olmalıdır.
Yahut gecenin otuzuncu gece olduğuna dair bir alamet bulunmalıdır. Misal:
Hilalin görüldüğüne dair olan şehadet reddedilmiş olmalıdır.
13- Şek
günü, ramazan ayına veya bir vacib oruca niyet edilerek oruç tutulsa, bakılır:
Eğer ramazan olduğu anlaşılırsa, bu oruç ramazan orucundan sayılır. Ramazan
olmadığı anlaşılırsa, ramazan orucuna niyet edilmiş olduğu takdirde nafile bir
oruç olur, iftar edilirse, kazası gerekir. Fakat bir vacibe niyet edilmiş olduğu
takdirde, o vacib oruç sahih olur. Eğer o günün Şaban'dan mı, yoksa
Ramazan'dan mı olduğu anlaşılmazsa, bir vacib için niyet edilmiş olan oruç, o
vacib için sahih olmaz. Çünkü o günün Ramazan'dan olması ihtimali vardır.
14- Şek gününde nafile oruca niyet edilse, sahih olan görüşe göre, bunda bir
sakınca yoktur. Ramazan olduğu anlaşılırsa, Ramazan orucu tutulmuş olur. Şaban
olduğu bilinirse, bu oruç bir nafile olur. Bu durumda iftar edilse kazası
gerekir, çünkü bunun tutulması benimsenmiştir.
15- Şek gününde: "Ramazan
ise oruç tutmaya, değilse iftar etmeye" şeklinde niyet etmiş olan bir kimse,
oruç tutmuş olmaz. Çünkü oruca niyet edilince kesinlik gerekir. Böyle tereddütle
oruca niyet olamaz.
16- Şek günü, insanlara yaymamak suretiyle oruç
tutmak, ilim sahibi kimseler için daha faziletlidir. Halk için tedbirli olmak
daha faziletlidir. Onlar ihtiyatlı davranarak zeval vaktine kadar, orucu bozan
şeylerden sakınırlar. Ramazan olmadığı anlaşılınca iftar ederler. Böylece
ramazandan olmayan bir günü ramazandan saymış olmazlar. Bu hususta bilgi
sahibi sayılanlar, şek gününde oruca nasıl niyet edileceğini bilenler ve aynı
zamanda o günün ramazan olduğuna dair kesin kanaat sahibi olmayanlardır. Bu
şekilde niyet edilmesini bilmeyenlerde halk sınıfıdır. Bunlara,"havas" karşıtı
olarak "avam" denilir.
17- Şaban ayında tamamen oruç tutan veya son üç
gününde oruçlu bulunan kimse için de, şek günü oruç tutması daha
faziletlidir.
18- Oruç tutup bununla beraber bir ibadet inancı ile hiç
bir şey konuşmamak suretiyle "Sükut Orucu" tutmak mekruhtur. Fakat düşünmek için
veya faydasız sözlerden kaçınmak için susmakta kerahet yoktur.
19- Bir
kadın için, kocasının izni olmaksızın nafile oruç tutmak mekruhtur. Kocası bu
orucu bozdurabilir. Kadın da sonradan kocası izin verince veya kadın yalnız
kalınca, o bozmuş olduğu orucu kaza eder. Bununla beraber bir erkek
hasta olursa veya oruçlu bulunursa veya hac ve umre için ihramda ise, zevcesini
nafile oruçtan men edemez. Çünkü bu durumlarda zevcesine yakınlık
gösteremez.
20- Bir ücret karşılığında hizmet gören kimse, hizmet ve
çalışmasına noksanlık verecekse, işverenin rızası olmadıkça nafile oruç tutamaz.
Fakat böyle bir zarara sebebiyet vermeyince, işverenin izin vermesine
bakmaksızın nafile oruç tutabilir.
21- Üzerinde Ramazan ayından kazaya
kalmış oruç bulunan kimsenin, nafile oruç tutması mekruh değildir.
22-
Oruç tutulması yasaklanan bayram günlerinde iftar edilmeksizin tam bir sene
devamlı oruç tutulması mekruhtur. Buna, "Savm-i Dehr" denir. Bayram günleri
iftar edildiği takdirde, böyle bir oruçta sakınca yoktur. Ancak bu oruç, oruç
sahibini takatsiz düşürmemeli ve onu bir adet haline getirmemelidir. İbadet,
adet dışında sadece Allah'ın rızası için yapılır.
23- Şevval ayında ayrı
ayrı günlerde, haftada iki gün olmak üzere altı gün oruç müstahabdır. Bununla
beraber arka arkaya altı gün oruç tutulmasında da, tercih edilen görüşe göre,
bir sakınca yoktur. Bazı alimlere göre böyle arka arkaya tutulmasında kerahet
vardır.
24- Şek gününde ihtiyaten oruç tutan kimse, unutarak bir şey
yedikten sonra, o günün Ramazan olduğu anlaşılmakla oruca niyet etse, bu yeterli
olmaz, o günü kaza etmesi gerekir. Ancak, o gün akşama kadar bir şey yeyip
içmemesi lazım gelir. Diğer bir görüşe göre, bu halde niyet ederek tutacağı
oruç, sahih olur. Çünkü niyetten önce olan unutma, niyetten sonraki unutma
gibidir.
Kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sad. Ali Fikri Yavuz,Ravza Yayınları
Orucu Bozan ve Bozmayan Şeyler
99-
Kasden yeyip içmek ve oruca aykırı olan işleri yapmak orucu bozar. Bu işlerin
bir kısmı yalnız kazayı ve bir kısmı da hem kaza, hem de keffareti gerektirir.
100- Unutarak bir şey yemek ve içmek veya cinsel
ilişkide bulunmak orucu bozmaz. Bu hususta farz, vacib ve nafile oruçlar
arasında bir fark yoktur. Çünkü unutma ve yanılma ile yapılan işler
bağışlanmıştır. (Malikîlere göre, bunların her biri ile farz olan oruç
bozulur, kazası gerekir. Çünkü orucun rüknü olan imsak kaybolmuştur.)
101- Yanılarak yemek yiyen bir oruçluya rastlanınca, bakılır: Eğer oruç tutmaya
güçlü görülüyorsa, ona oruçlu olduğunu hatırlatmamak, tercih edilen görüşe göre,
harama yakın mekruhtur. Fakat çok yaşlı ve zayıf kimse olunca, diğer ibadetleri
sağlam yapabilmesi için, ona hatırlatılmaz. Uykuya dalmış bir kimseyi, vakti
geçmeden namaz kılmak için uyandırmak da bir görevdir. Uyuyan özürlü sayılır;
fakat uyandırmayan özürlü sayılmayacağı için günah işlemiş olur.
102-
Uyku halinde bir şey yeyip içmek orucu bozar. Bu yanılma işi gibi
sayılmaz.
103- Oruçlu olduğu halde yemek yiyen kimseye: "Sen oruçlusun"
denildiği halde, hiç aldırış etmeyerek yemesine devam etse, sahih olan görüşe
göre, orucu bozulur ve ona kaza gerekir.
104- Hata yolu ile yeyip içmek
de orucu bozar. Bunun için, oruçlu olduğunu bildiği halde bir kimse, kasıd
olmaksızın hata ile bir şey yeyip içse, abdest alırken boğazından aşağı su kaçsa
veya ağzına yağmur ve kar daneleri düşüp midesine doğru gitse orucu bozulur ve
üzerine kaza gerekir. Fakat oruçlu olduğu hatırında yoksa, bunlardan dolayı
orucu bozulmaz.
105- Ağza su verip çalkaladıktan sonra ağızda kalan
yaşlığın tükrükle beraber yutulması orucu bozmaz. Yine insanın baş
kısmından burnuna inen akıntıyı kasden içeri çekip yutması da orucu
bozmaz.
106- Dişlerin arasından çıkan kan boğaza gidecek olsa, bakılır:
Eğer az olur da içeriye geçmezse, orucu bozmaz. Çünkü adet gereği bundan
korunmak mümkün değildir. Çok olmakla beraber çoğunluğu tükürük teşkil ediyorsa,
hüküm yine böyledir. Fakat çoğunluğu kan olur ve tadı duyurulur bir halde veya
kanla tükürük eşit bulunursa, yutulunca oruç bozulur. Çıkarılan diş için de bu
haller geçerlidir.
107- Ağızdan dışarı çeneye doğru iplik halinde sarkan
ve ağızdan kopup ayrılmayan ağız salyasını içeriye çekip yutmak da orucu bozmaz.
Çünkü bu halde henüz ağızdan çıkmamış sayılır. Bunun gibi, herhangi bir
sebeble ağızdan çıkıp yine ağıza girerek boğaza giden bir su ile de oruç
bozulmaz.
108- Kişinin konuşmakdan veya başka bir sebebden dolayı
tükrükle ıslanmış dudaklarını emmesi, orucunu bozmaz. Çünkü bunda bir zaruret
vardır.
109- Göz yaşı veya yüz teri ağıza girecek olsa, bakılır: Eğer bir
ve iki damla gibi az bir şey ise, orucu bozmaz. Çünkü bundan kaçınmak mümkün
değildir. Fakat tuzluluğu bütün ağız içinde duyulacak derecede fazla olup da
oruç hatırda iken yutulacak olsa, orucu bozar.
110- Yenilmesi
kasdedilmeyen ve kendisinden kaçınılması mümkün olmayan bir şeyin içeriye
gitmesi orucu bozmaz. Onun için, ilaç olarak ağrıyan dişe konulan karanfilin
tadı tükrükle boğaza kaçarsa, havada dağılan bir duman ve toz-topraktan,
öğütülen veya tokmakla döğülen şeylerden kalkan toz, orucu bozmaz. Uçan bir
sineğin boğaza kaçması da böyledir. Fakat dişe ilaç olarak konulan bir nesnenin
mesela karanfilin yutulması orucu bozar. Yine, oruçlu bulunduğunu
hatırladığı halde, kokladığı bir "Buhurun = Kokunun" dumanı içine gitse veya bir
sineği tutup yutsa, orucu bozulur. Böyle bozulan bir orucu kaza etmek
gerekir.
111- Renk veren bir iplik parçasını defalarca ağıza alıp
çıkarmak orucu bozmaz. Fakat oruçlu olduğunu hatırlayan kimse, ağzına aldığı
herhangi bir renkteki ipliğin tükrüğünü yutacak olsa, orucu bozulur.
112-
Dişlerin arasında kalmış olan bir yemek kırıntısı yutulsa, bakılır: Eğer az bir
şey ise, orucu bozmaz: fakat çok olursa bozar. Nohut tanesinden küçük olan şey
azdır, nohut danesi kadar olan şey de çoktur. Bu bir ölçüdür.
113-
Dişlerin arasında kalan susam veya buğday danesi gibi pek az bir şeyi yutmak
orucu bozmaz. Fakat böyle bir şey dışardan alınıp yutulsa, orucu bozar. Bu
halde, tercih edilen görüşe göre, keffaret de gerekir. Ancak böyle pek az bir
şey ağıza alınıp çiğnense oruca zarar vermez. Çünkü bu ağız içinde dağılır bir
zerre haline gelir. Ancak bunun tadı boğaza giderse oruç bozulur. Nohut
büyüklüğünden az olup dişler arasında kalan bir şey, ağızdan çıkarılıp sonra
yenirse orucu bozar. Ancak sahih olan görüşe göre keffaret gerekmez. Çünkü böyle
bir şeyi yemek, olağan dışı bir iştir.
114- Bir kusuntu, kendiliğinden gelince bakılır: Eğer ağız dolusu olmayıp içeriye dönerse, ittifakla orucu bozmaz. Fakat içeriye döndürülürse, İmam Muhammed'e göre orucu bozar. Çünkü imsak kaybolmuştur, İmam Ebû Yusuf a göre bozmaz; çünkü bu az olduğu için abdesti bozmadığı gibi, orucu da bozmaz. Fakat bu kusuntu ağız dolusu olup kendi başına içeriye dönecek olsa, İmam Ebû Yusuf'a göre orucu bozar. Çünkü bu, taharete engeldir, İmam Muhammed'e göre bozmaz; çünkü imsak kasden terkedilmiş değildir. Ancak böyle bir kusuntu kısmen veya tamamen sahibi tarafından geriye çevrilirse, ittifakla orucu bozar.115- Bir kusuntu, sahibi tarafından kasden getirilince bakılır: Eğer ağız dolusu ise, ittifakla orucu bozar. Çünkü bu hal, hem taharete, hem de imsake engeldir. Bu halde, içeriye az çok bir şey dönüp gider. Bunun için orucun kazası gerekir. Fakat ağız dolusundan az olup da kendi başına geri dönerse, İmam Muhammed'e göre, orucu bozar. Çünkü bu imsake engeldir, İmam Ebû Yusuf'a göre bozmaz; çünkü az olduğundan taharete engel değildir. Bu kusuntu, içeriye çevrildiği takdirde, hem İmam Muhammed, hem de İmam Ebû Yusuf'dan bir rivayete göre, orucu bozar, İmam Ebû Yusuf dan diğer bir rivayete göre ise, bozmaz.
116-
Yalnız yapışmak, öpmek ve oynamakla oruç bozulmayacağı gibi, yalnız bakmak ve
düşünmek sonucu olarak inzal olmakla da bozulmaz.
120- Oruçlu olan kimse, büyük abdest temizliği
yaparken, içeriye su geçmemesi için nefes alıp vermemelidir. Bu temizlik
üzerinde aşırı gidilir de, su hukne yerine kadar ulaşırsa, orucu bozar. Hukne
(lâvman için kullanılan) bir ilaçtır. Bunu kullanmaya "İhtikan" denir. Hukne
için kullanılan özel alete de "Mıhkane = Şırınga" denir. Bu şırınganın ucu,
aşağıdan (makaddan) nereye kadar yetişirse, oraya varacak kadar yapılacak bir
istinca orucu bozar. Böyle bir istinca da pek az yapılabilir. Zaten bunun
yapılması sağlığa zararlıdır.
121- İhtikan (şırınga yapmak), buruna ilaç akıtmak, kulağa yağ damlatmak orucu bozar ve kazayı gerektirir. Fakat kulağa giren su, orucu bozmadığı gibi, kulağa dökülen su da, tercih edilen görüşe göre orucu bozmaz. Bunun gibi, üzerinde kulak kiri bulunan bir karıştırıcının kulağa birkaç defa sokulup çıkarılması ile de oruç bozulmaz. (İmam Şafiîye göre bozar.)
122- Erkeğin tenasül aletine damlatılan su veya yağ, mesaneye
kadar gitse bile, İmamı Azam ile İmam Muhammed'e göre orucu bozmaz. Fakat
mesaneye kadar gitmeyip de tenasül organı içinde kalırsa, ittifakla
bozmaz.
123- Su veya yağ ile ıslanmış bir parmağın ön veya arka tarafa
sokulması, oruç hatırlanması halinde olursa orucu bozar. Unutma halinde ise,
bozmaz. Kuru bir parmağın sokulması, her iki halde de orucu bozmaz.
124-
İnsanın derisinden içeriye sızan şeyler orucu bozmaz. Bunun için vücuda sürülen
bir yağ veya yıkanılıp içeriye soğukluğu geçen bir su, orucu bozmaz. Yine, göze dökülen bir ilaç orucu bozmaz, boğazda duyulsa bile... Göze sürülen
bir sürme de böyledir, izi ve rengi tükürükte görülse de... Çünkü bunların öyle
içeriye geçmesi derideki emişlerledir.
125- Oruçlunun kendi işi olarak ağzından başka, vücudunun herhangi bir kısmından içine tamamen sokulup kaybolan veya başkası tarafından sokulup vücuda yarar sağlayan herhangi bir şey orucu bozar. Bu hususta içeriye giden şeye bakılır, gittiği yola bakılmaz. Bundan dolayı bir kimsenin başkası tarafından herhangi bir uzvuna saplanıp vücutta kaybolan odun ve demir benzeri bir şey orucu bozar. Fakat böyle bir şeyin bir ucu dışarda kalmış olursa, orucu bozmaz. Bir parçası içeriye sokulmuş olan bir süngü veya bir odun parçası gibi... Yine, iç boşluğa veya dimağa kadar uzayan derin bir yaraya konulan yaş bir ilaç, içeriye veya dimağa kadar geçince orucu bozar, kazayı gerektirir.Bu mesele, İmam Serahsinin "Mebsut" adlı kitabındaki açıklamasına bakılırsa, İmamı Azam'a göredir. Bu esas üzerine denilir ki, Ramazanda gündüz vakti vücuda yapılan iğne de orucu bozar ve kazayı gerektirir. Çünkü bu, hem oruçlunun rızası ie yapılmakta, hem de vücudun yararına yapılmış bulunmakladır. İğne aracılığı ile vücudda bir yol açılıyor ve böylece ilaç tam vücudun içine akıtılmış oluyor. Artık bu şekilde ilacın içeriye girmesi, suyun deriden emilerek içeriye geçmesi gibi değildir. Bundan dolayı açık bir ihtiyaç veya zaruret bulunmayınca, iğneler iftardan sonra yapılmalıdır. İhtiyata uygun olan budur. Hatta bir görüşe göre, başkası tarafından sokulup vücudun içinde kaybolan demir parçası gibi bir şey, vücudun yararına olmadığı halde, yine orucu bozar. İki imama gelince, bunlara göre bir şey, tabiî yoldan içeriye gitmedikçe oruç bozulmaz. Çünkü oruç; "Yaratılışta bir yol ve kanal olan bir uzuvdan (organdan) bir şeyi içeriye sokmaktan kendini tutmaktır." Biz böyle bir imsak ile emrolunmuşuz. Bu hususta geçici olan yol ve kanallara itibar edilmez. Bunun için dışardan bir yaraya konulan ilaç, boşluğa kadar gitse de, orucu bozmaz. Vücudun derisini yırtarak içeriye gidip kaybolan bir demir, bir kurşun parçası hakkında da hüküm böyledir. Buna göre iğne ile de orucun bozulmaması gerekir. Evvelce, fetvahane tarafından da bu yolda fetva verilmişti. Fakat daima ihtiyat yolunun gözetilmesi iyidir.
126- Baştaki veya karındaki bir yaraya konulup yaranın ıslaklığı ile dimağa veya
boşluğa gitmeyen bir ilaçtan ittifakla oruç bozulmaz. Fakat böyle bir yaraya
konulup dimağa veya ileriye gidip gilmediğinden şübhe edilen sıvı bir ilaç,
İmamı Azam'a göre orucu bozar. Çünkü böyle bir ilaç adet bakımından içeriye
geçer, iki imama göre, bununla oruç bozulmuş olmaz. Çünkü böyle şübhe ile oruç
bozulamayacağı gibi, tabiî olmayan bir yoldan içeri giren bir ilaç ile de oruç
bozulmaz.
Kaynak: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sad. Ali Fikri Yavuz,Ravza Yayınları
Emali Beyitleri ve Akaid
Ehl-i Sünnet itikâdını, nazım (şiir) olarak anlatan ünlü ve önemli eserlerden biri; kuşkusuz Emâlî kasidesidir. "Bed'ül Emali" kasidesini, Sirâceddin Ali bin Osman el-Ûşî (ö.1180) hazretleri kaleme almıştır. Tam künyesi; "Ebû Muhammed (Ebü’l-Hasen) Sirâcüddîn Alî b. Osmân b. Muhammed b. Süleymân et-Teymî eş-Şehîdî el-Fergānî el-Ûşî olup, günümüzde Kırgızistan sınırlarındaki, "Oş" şehrinde doğmuştur. Osman el- Uşi, bir müddet Fergana şehrinin kadılık görevini de yapmıştır.
Kaside içinde; ilahiyat konuları, Allah'ın sıfatları ve fiileri, Allah'ın görülmesi meselesi, Kuran-ı Kerim, ahiret hayatı, peygamberlik (nübüvvet) konuları, Melekler, Mirac Hadisesi, Mucize, Keramet bahsi, Hilafet, İman ve küfür meseleleri, Tekvin sıfatı, Rızık meselesi, Deccal ve Nüzulü İsa (a.s), Büyük günah meselesi, İman-amel ilişkisi, Cennet, Cehennem, Mizan, Sırat, Şefaat ve Ecel konuları beyitler halinde ele alınmıştır.
Bed'ül Emali'de; imana-îtikâda dair meseleler; Ehl-i Sünnet mezhebine göre, beyitler halinde sıralanıp, okuyucuyu yormayacak şekilde inci gibi dizilmiştir. Bu kasidenin çeşitli dillerde şerhleri vardır. Aliyyü’l-Kaarî’nin "Şerhu’l-Emâli" ve Muhammed b. Süleyman el-Halebî er-Rihavî'nin "Nuhbetü'l-Leâlî Şerh Bed’u’l-Emâlî" isimli şerhleri, Arapça olanlar arasında en meşhurlardandır.
Bed'ül Emâli, eskiden
medreselerde okunur, her din âlimi ve medrese talebesi bu kasideyi ezbere bilirdi. Yaklaşık dokuz
asırdan beri, her devirde Müslümanlar tarafından okunup ezberlenmiş, şerh edilerek üzerine açıklamalar yazılmış, akaid ve kelamda yararlanılmış olan bu
eser, geniş kesimlerce itibar görmekte ve halen belli çevrelerce okunup, ezberlenmektedir.
1.Beyit
يَقُولُ الْعَبْدُ
فِي بَدْءِ اْلأماَلِي * لِتَوْحِيدٍ بِنَظْمٍ كَالَّلألِي
Allah'ın kulu, (Emali Kasidesinin Müellifi) Tevhid için yazmış olduğu, inciler gibi
dizilmiş manzum kitabı olan Emali'nin başında der ki:
İzah: Osman el-Uşi, bu kasideyi inanç esaslarını ve özellikle tevhidi açıklamak amacıyla şiir tarzında yazdığını, ve emali beyitlerinin bir inci gibi ahenkle sıralandığını ifade eder.
2.Beyit
له الخلق مولانا قديم * وموصوف بأوصاف الكمال
Mahlukatın ilâhı, kadim olan Mevlamızdır. (Mevlamız ezelidir) ve Kâmil
Sıfatlarla vasıflanmıştır.
İzah: "O her şeyden öncedir; kendisinden sonraya hiçbir şeyin kalmayacağı
son'dur; varlığı aşikardır; gerçek mahiyeti, insan için gizlidir. "O her şeyi
bilir."(Hadid/3) "Yaratmaya başlayan, sonra onu tekrarlayan O'dur, ki bu,
O'nun için pek kolaydır. Göklerde ve yerde (tecelli eden) en yüce sıfat
O'nundur. O, mutlak güç ve hikmet sahibidir."(Rum/27)
3.Beyit
هو الحي المدبر كل امر * هو الحق المقدر ذوا لجلال
O Hayy'dır; her bir emri tedbir edicidir. Hakk'tır; her bir emri takdir edicidir
ve Celal sıfatının sahibidir.
İzah: "Gökten yere kadar, olan bütün işleri Allah düzenler, sonra işler sizin hesabınıza göre bin yıl kadar tutan bir gün içinde O'na yükselir."(Secde/5)
İzah: "Gökten yere kadar, olan bütün işleri Allah düzenler, sonra işler sizin hesabınıza göre bin yıl kadar tutan bir gün içinde O'na yükselir."(Secde/5)
4.Beyit
مريد الخير والشر القبيح * و لكن ليس يرضى بالمحال
Hz Allah, hayrı ve kabih(çirkin) olan şerri murat edicidir . Lakin Hz Allah, muhale (kötü fiillere) razı değildir (kötülüğe rızası yoktur).
İzah: Mu'tezile'ye göre "اصلح
على الله"
vardır, yani Allah'a iyiyi yaratmak vacibtir. Kötüyü yaratmaz. Ehli sünnete
göre ise iyiyi de kötüyü de her şeyi Allah (cc) yaratır. Ancak kulların
iradesi mucibince yaratır. Kul birşeyi yapmak ister, Allah da o fiili onun için yaratır. Ama yine de kullarının iradelerini kötü tarafta
tasarruf etmelerinden razı olmaz. Bu nedenle kullar yaptıkları fiilerin sorumluluğuna sahiptir. "Bu
Allah’tan" derler; başlarına bir kötülük gelince de "Bu senin yüzünden"
derler. “Küllün min indillah [Hepsi Allah’tandır] de, bunlara ne oluyor ki
bir türlü laf anlamıyorlar.) (Nisa/78)
5.Beyit
صفات الله ليست عين ذات * و لا غيرا سواه ذاانفصال
Allah'ın sıfatları, zatının aynı değildir ve zatından ayrı da değildir.
İzah: Sıfatlar, mevsufun aynı değildir. Mu'tezile'ye göre ise aynıdır, onlara
göre Allah demekle; "Kadir, Alim, Celil" gibi sıfatları demek aynı manadır. Ehli sünnete
göre sıfatullah mahlukatta olduğu gibi mevsuflarından ayrılabilen değildir.
Ezelden ebede kadar sıfatlar, Allah'ın zatıyla bakidirler. Nasıl ki güneşden gelen bir
ışığa "güneşin aynıdır" demek yanlış olursa, Hz. Allah'ın sıfatları da
böyledir. "Hiç gökleri ve yeri yaratan Allah'ın birliğinde şüphe edilir
mi?"(İbrahim/10)
6.Beyit
صفات الذات والافعال طُرّا * قديمات مصونات الزوال
O'nun zatının, efalinin ve sıfatlarının hepsi kadimdir, yok olmaktan korunmuştur (zail olmaya ihtimali yoktur).
İzah:Zatının sıfatları: "حىٌّ" gibi
ihdas (yaratıcılık) manasını müştemil olmayan sıfatlardır. Ef'alinin
sıfatları: "محى" (Hayat
veren) gibi, "رزّاقٌ" gibi
ihdas manasını müştemil olan sıfatlardır. Hasen-il Eş'ari hazretlerine göre
ef'alinin sıfatları kadim değildir, hadistir, sonradan olan sıfatlardır. "O
her şeyden öncedir; kendisinden sonraya hiçbir şeyin kalmayacağı son'dur;
varlığı aşikardır; gerçek mahiyeti insan için gizlidir.O her şeyi bilir."(Hadid/3) "Yeryüzünde bulunan her şey fânîdir, gelip geçici, yok olucudur. Ancak Yüce
ve Cömert olan Rabb’ımızın varlığı bâkîdir, ebedidir, son bulmaz."
(Rahmân/26,27)
7.Beyit
سمّى الله شيئا لا كالاشياء * و ذاتاً عن جهات الستّ خالٍ
Allah'a var olan manasında 'şey' diye tesmiye ederiz (isimlendiririz) ama "başka şeyler" gibi değil. Ve ciheti
sitten (altı yön) münezzeh olan "zat" diye tesmiye ederiz.
İzah: Ayet-i kerime ile de sabittir ki Allah'a 'şey' kelimesini başka birşeye benzemez olarak isimlendiririz. Çünkü şey mevcud olana denir ve Allah-ü teala vacibül
vücudtur. Hz. Allah'ın 'zat' olarak isimlendirilmesi de hadis ile sabittir.
Hz. Allah'ın mekandan bağımsız olarak altı yönden hali olması, (bu yönlerin hepsinden münezzeh ve uzak olması), "Allah her yerdedir" diyen Mu'tezile
ve Kaderiyye mezhebi ile "Allah arş-u aladadır." diyen Müşebbihe ve
Keramiyye mezheplerine bir reddiye olarak söylenir. Halbuki Allah-u teala
mekandan münezzehtir. "En güzel isimler Allah'ındır. O halde O'na o güzel
isimlerle dua edin." (Araf/ 180) ayetinden hareketle, Allah'ın güzel
isimlerle zikredilmesi en doğru olandır.
8.Beyit
وليس الإسم غيراً للمسمّى * لدى اهل البصيرة خير آل
Ümmetin hayırlısı olan Ehl-i sünnete göre; isim, müsemmasının gayrı değildir.
İzah:Mesela Cenabı hakkın ismini zikreden müsemmasını yani zatını zikretmiş
olur. Bu konuda çok farklı görüşler ortaya atılmıştır. Ehli sünnet
ulemasının görüşü budur."O
halde beni anın, ben de sizi anayım. Bana şükredin de nankörlük
etmeyin."(Bakara/152)
9.Beyit
وما إن جوهرٌ ربّى و جسم * و لا كلٌّ و بعض ذو اشتمال
Rabbimiz, ne cevherdir ne de cisimdir. Ne küldür, ne de bir bütünün bir parçasıdır.
İzah: Hz. Allah, cevher değildir. Cevher, artık bölünemeyecek son cüzdür. Bazı
mezhepler bunun sonsuzluk anlamına geldiğini ve Allah'ın aslında bölünemeyen
son cüz olduğunu iddia ederler. Allah cisim de değildir. Çünkü cisim en az
iki veya daha fazla şeyden mürekkep olandır. Haşa Hz. Allah her hangi bir
şeyden (birleşmiş) mürekkeptir diyemeyiz. Hz. Allah "kül'de değildir. Kül ise cüzlerin
toplamıdır. Aynı sebepten Cenabı Hak, "iştimal sahibi bağz" da değildir.
Yani bir küll'ün şamil olduğu, kapsadığı bir cüz değildir veya her hangi bir
mekana, zamana şamil olan herhangi bir şey de değildir. Akla gelebilecek her türlü tahayyülden uzaktır. Akıl, bu hususta yorum yapmaktan acizdir.
10.Beyit
وفيِ الاَذهاَنِ حَق كَوْنُ جُزءٍ بِلاَ وصْفِ التََّجزِّ ي ياابن خاَلي
Ey dayı oğlu! Parçalanma vasfı olmayan "cüz-üllezi lâyetecezza'nın" varlığı
zihinlerde sabittir, haktır.
İzah: Eskiden Arapça'da atom ve daha alt isimler olmadığı için parçalanmayan en küçük
parça, birim için; "cüz-üllezi lâyetecezza" olarak söylenmiştir. En küçük parçalanmayan bir parçanın varlığı, zihnen ispatlıdır.
11.Beyit
وما القرأن مخلوقا تعالى * كلام الرب عن جنس المقال
Kur'an-ı Kerim, mahluk değildir (sonradan yaratılmış olmadı) Harf ve esvattan arınmış, ses, kelime ve harflere ihtiyaç duymayan Rabbin bir kelamıdır.
İzah: Cenab-ı hakkın zatı ile kaim, kelamı nefsi olan Kur'an, mahluk değildir. Bizim okuduğumuz, seslerle ifade ettiğimiz mushaflara yazılı olanlar da Kur'an'dır ki bunlarla kastedilen, mahluk olan elle tutulan mushaf ve kitaptır. Hz. Allah'ın kelamı zatı gibi kadimdir, sonradan yaratılmış değildir ve yaratılan hiç bir şeye benzemez, mahluk değildir. Seslerle, harflerle ifade edilemez. Mesela; Musa (a.s) Hz. Allah'ın sesini müşahede etmiştir ama nasıl bir ses olduğunu tarif edememiştir. Çünkü o mahluk değildir. Yaratılmış hiç bir şeyle onu ifade etmek mümkün değildir.
12.Beyit
و رب العرش فوق العرش لكن * بلا وصف التمكن واتصال
Arşın Rabbi, arşın fevkindedir, lakin mekandan ve zamandan münezzehtir.
İzah: Hz. Allah'ın bir mekanla mütemekkin olması (mekana sahip olması), "Muhalefün lil-Havadis" (sonradan yaratılmışlara benzememe) sıfatına uygun değildir. Selef alimleri, ayette tevil yapmayı uygun görmeyerek "istiva malum, keyfiyyeti meçhul" demişlerdir. Ayette geçen "İstiva" keyfiyyetinden sual etmek caiz değildir. Halef ulemasına göre ise "istiva'dan maksat "kastetmek, yönelmek,ve hakimiyeti altına almak gibi manalara tevil edilmiştir. "Sonra (Allah), buhar halinde olan göğü yaratmaya yöneldi de ona ve arza: "ikiniz de isteyerek veya istemeyerek gelin!' dedi. (Fussilet/11)
13.Beyit
وما التشبيه للرحمن وجهاً * فصن عن ذاك اصناف الأهال
Rahman olan Allah'ı, herhangi bir şeye benzetmek hoş değildir. Ehl-i İslam'ı (müslüman halkı), Hz. Allah'a teşbih yapmaktan koru.
İzah: Hz. Allah'ın zati sıfatlarından bir tanesi de "Muhalefün lil-Havadis"tir. Hz. Allah, yaratılan hiç bir şeye benzemez ve yaratılan her hangi bir şeyle tasavvur dahi edilemez. Eğer istemeden de olsa, aklımıza Hz. Allah'ın şekline dair düşünceler gelirse, biliriz ki Hz. Allah, bu düşündüğümüzden farklıdır. Zira her ne düşünürseniz düşünün, insan aklının havsalasını alan her şey, Allah'ın yaratmış olduğu bir nesnedir/şeydir. Müşebbihe gibi bazı sapık mezhepler, Kur'an'ı Kerim'de sıkça geçen ve Hz. Allah için kullanılan "ayn, vech, yed" gibi kelimeleri delil göstererek Allah'ı tarif etmeye kalkarlar. Bu tarif etme hali, Ehli sünnette asla caiz değildir. "O, gökleri ve yeri yoktan yaratandır. "Size kendinizden eşler, hayvanlardan da (kendilerine) eşler yaratmıştır. Bu suretle çoğalmanızı sağlamıştır. O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir."(Şura/11)
Rahman olan Allah'ı, herhangi bir şeye benzetmek hoş değildir. Ehl-i İslam'ı (müslüman halkı), Hz. Allah'a teşbih yapmaktan koru.
İzah: Hz. Allah'ın zati sıfatlarından bir tanesi de "Muhalefün lil-Havadis"tir. Hz. Allah, yaratılan hiç bir şeye benzemez ve yaratılan her hangi bir şeyle tasavvur dahi edilemez. Eğer istemeden de olsa, aklımıza Hz. Allah'ın şekline dair düşünceler gelirse, biliriz ki Hz. Allah, bu düşündüğümüzden farklıdır. Zira her ne düşünürseniz düşünün, insan aklının havsalasını alan her şey, Allah'ın yaratmış olduğu bir nesnedir/şeydir. Müşebbihe gibi bazı sapık mezhepler, Kur'an'ı Kerim'de sıkça geçen ve Hz. Allah için kullanılan "ayn, vech, yed" gibi kelimeleri delil göstererek Allah'ı tarif etmeye kalkarlar. Bu tarif etme hali, Ehli sünnette asla caiz değildir. "O, gökleri ve yeri yoktan yaratandır. "Size kendinizden eşler, hayvanlardan da (kendilerine) eşler yaratmıştır. Bu suretle çoğalmanızı sağlamıştır. O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir."(Şura/11)
14.Beyit
ولا يمضى على الديّان وقت * وازمان و احوال بحال
Deyyan olan (Bütün insanları hesaba çekecek olan Allah) Hz. Allah üzerinden; muayyen bir vakit, muhtelif zamanlar, ve herhangi bir değişiklik (tebeddülat) geçmez.
İzah: İbarede “vakit”le murad olunan “muayyen bir zaman dilimidir. “Ezman” ile kastedilen de farklı zaman dilimleridir. ‘Ahval’den maksad değişiklik ve farklılaşmadır. Ehli sünnet akidesine göre “zaman” yaratılmış bir şeydir. Zamanın bir evveli ve ezeli durumu vardır. Her şey yoktan var olur değişir. Ama Hz. Allah kadimdir, ezeli ve ebedidir. Zamanın üzerinde etkisini gösterdiği hiç bir şey, Hz. Allah için söz konusu değildir.
15.Beyit
ومستغن الهى عن نساء * واولاد اناث او رجال
Hz Allah, zevceden kız ve erkek çocuk sahibi olmaktan müstağnidir.
İzah: Bu beyt; Hz. Meryem'in, (haşa) "Allah’ın zevcesi" ve Hz. İsa (a.s.) 'ın (haşa) "O'nun oğlu" olduğuna inanan, Hristiyanlara ve meleklerin de (haşa) "Allah’ın kızları" olduğunu iddia eden Mekke müşriklerine/kafirlerine bir reddiyedir. "Deki: Allah bir tektir, O hiçbir yere muhtaç değildir. Doğurmamış ve doğmamıştır. Hiçbir şey Ona denk değildir." (İhlâs/1-4)
16.Beyit
كذا عن كل ذى عون ونصر * تفرّد ذوالجلال و ذوالمعال
Yine böyle azamet ve yücelikler sahibi benim ilahım, her avn (karşılıklısız yardım) ve nassar (ara sıra ve karşılıklı yardım) sıfatlarından müstağnidir. Celal ve Mea'l sıfatının sahibi olan Hz. Allah, tek oldu.
İzah: Allahü Teala varlığında, hiçbir şeye muhtaç değildir. Hiçbir yardım veya ihtiyaç O'na gerekmez. Bütün herşey O'na muhtaçtır. O, bütün acizliklerden noksanlıklardan münezzehtir. "Deki: Allah bir tektir, O hiçbir yere muhtaç değildir. Doğurmamış ve doğmamıştır. Hiçbir şey Ona denk değildir." (İhlâs/1-4)
17.Beyit
يميت الخلق قهرا ثم يحيى * فيجزيهم على وفق الخصال
Hz. Allah, kahır ve galebe cihetinden (eşi benzeri olmayan bir kudretle) mahlukatı öldürür, sonra Hz. Allah, zamanı gelince mahlukatı tekrar ihya eder (diriltir). Akabinde Hz Allah, onları amellerine muvaffak olmak üzere cazalandırır (amellerinin karşılığını cezasını veya mükafatını verir).
İzah: Ölü idiniz sizleri diriltti, sonra öldürecek sonra tekrar diriltecek ve sonunda O'na döneceksiniz; öyleyken Allah'ı nasıl inkar edersiniz?" (Bakara/28)
18.Beyit
لاهل الخير جنات و نُعْمى * و للكفار أدراك النكال
Hayır ehli için, ahirette cennetler ve nimetler vardır, küfür ehli için cehennemden derekeler vardır.
İzah: "İyilik edenlere, en güzel mükâfat ve daha fazlası vardır. Yüzlerinde keder ve zilletten bir eser yoktur. İşte bunlar Cennette devamlı kalacaklardır." (Yunus/26) ,"Cennetin neresine bakarsanız bakın, bol nimet ve büyük saltanat görürsünüz."(İnsan/20) "Mümin olarak salih amel işleyeni, sıkıntısız güzel bir hayat içinde yaşatacağız. Bunları, yaptıklarının en güzeli ile mükâfatlandıracağız." (Nahl/97) "İyi amellerinin mükâfatı olarak, insanları memnun edecek neler hazırlandığını hiç kimse bilemez."(Secde 17), Cehhennem Azabı; "Kâfirleri, en şiddetli azapla cezalandıracağım." [Al-i
İmran 56],"Onların azapları hiç hafifletilmez." [Bakara
86],"Âyetlerimizi inkâr edenleri ateşe sokarız; onların derileri
yandıkça, daha fazla acı duymaları için derilerini değiştiririz. Allah
güçlü ve hakîmdir!" [Nisa 56]
19.Beyit
ولا يفنى الجحيم و لا الجنان * وما اهلوهما اهل انتقال
Cennet ve cehennem, fani değildir. (insanlar) Cennet ve Cehenneme intikal ehli olurlar ve bunların halkı için de ölüm yoktur.
İzah: Cehmiyye taifesi, Cennet ve Cehennem ehlinin gittikleri yerde, fani oldukları görüşüne sahiptirler. Halbuki herkes yaptığı ameline göre Cennet ve Cehennemde ebedi kalacaktır. "İman edip salih amel işleyenler, Firdevs Cennetlerinde sonsuz kalır, oradan hiç ayrılmazlar."(Kehf/107-108),"Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti, kâfir olarak ölenlerin üzerinedir. Lânette temelli kalırlar, azapları da hafifletilmez ve geciktirilmez.", [Bakara 161, 162], "Orada devamlı kalırlar, azapları hafifletilmez, kurtuluş ümitleri de yoktur." [Zuhruf 75]
20.Beyit
يَرَاهُ المُؤْمِنُونَ بِغَيْرِ كَيْفٍ وَاِدْرَاكٍ وَضَرْبٍ مِنْ مِثَالٍ
Mü’minler, cennette Allahü Teala'yı keyfiyet ve idraktan bir halde, heyet ve suretten bir neva, mukarin olmayarak, ru’yet ederler (görürler).
İzah: Ehli-Cennet için "Ru’yet" (Allahü Teala'nın görülmesi), mekan cihet ve suretten münezzeh olduğu halde, mahiyetini idrak edemediğimiz bir şekilde müminlere cennette ikram olunacak ve inkişaf edilecektir. Ru’yetüllah, ehli-cennet için haktır. Ayette geçen "يَرَاهُ" (yerahü) fiilindeki zamir, Allahü Teala'ya racidir. Kur’an-ı Kerimde; وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَّاضِرَةٌ "O yüzler Rablerine bakacaklardır." (Kıyame/23) Hadisi Şerifte; إِنَّكُمْ سَتَرَوْنَ رَبَّكُمْ، كَمَا تَرَوْنَ الْقَمَرَ لَّيْلَةَ الْبَدْرِ yani "Ey ehli iman! Siz rabbinizi leyle-i bedirde kameri gördüğünüz gibi bilâ şek velâ şübhe (asla şek ve şüphe olmadan) görürsünüz" buyurulmuştur.
Mü’minler, cennette Allahü Teala'yı keyfiyet ve idraktan bir halde, heyet ve suretten bir neva, mukarin olmayarak, ru’yet ederler (görürler).
İzah: Ehli-Cennet için "Ru’yet" (Allahü Teala'nın görülmesi), mekan cihet ve suretten münezzeh olduğu halde, mahiyetini idrak edemediğimiz bir şekilde müminlere cennette ikram olunacak ve inkişaf edilecektir. Ru’yetüllah, ehli-cennet için haktır. Ayette geçen "يَرَاهُ" (yerahü) fiilindeki zamir, Allahü Teala'ya racidir. Kur’an-ı Kerimde; وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَّاضِرَةٌ "O yüzler Rablerine bakacaklardır." (Kıyame/23) Hadisi Şerifte; إِنَّكُمْ سَتَرَوْنَ رَبَّكُمْ، كَمَا تَرَوْنَ الْقَمَرَ لَّيْلَةَ الْبَدْرِ yani "Ey ehli iman! Siz rabbinizi leyle-i bedirde kameri gördüğünüz gibi bilâ şek velâ şübhe (asla şek ve şüphe olmadan) görürsünüz" buyurulmuştur.
21.Beyit
فَينْسَوْنَ النَعِيمِ اِذَا رَاَوْهُ فَيَا خُسْرَانَ اَهْلِ الْاِعْتِزَالِ
Cennette müminler, Allahü Teala'yı gördükleri zaman, cennetin nimetlerini unuturlar. Vah o Mu’tezilenin hüsranına ve mahrumiyetine. (Ey Ehli sünnet! bu meselede hüsranı Mu’tezile'den hazer ediniz (sakınınız)).
فَينْسَوْنَ النَعِيمِ اِذَا رَاَوْهُ فَيَا خُسْرَانَ اَهْلِ الْاِعْتِزَالِ
Cennette müminler, Allahü Teala'yı gördükleri zaman, cennetin nimetlerini unuturlar. Vah o Mu’tezilenin hüsranına ve mahrumiyetine. (Ey Ehli sünnet! bu meselede hüsranı Mu’tezile'den hazer ediniz (sakınınız)).
İzah: Beyit, Mu’tezilenin cennette ru’yetüllah ni’metinden mahrum olacaklarını işaret etmiştir, çünkü onlar rahmeti ilahi ile cennete dahil olsalar bile, ru’yetullah hususunu inkar ettikleri için ru’yetullah ni’metinden mahrumdurlar. "İhsanda bulunanlar için, güzellik ve bir ziyâdelik vardır ve onların yüzlerini ne karalık ve ne de bir alçaklık kaplamaz. İşte onlar cennet ehlidirler. Onlar orada ebedîyyen kalıcılardır." (Yunus/26)
22.Beyit
وَماَ اِنْ فِعْلٌ اَصْلَحْ ذُو افْتِرَضِ عَلَي الْهَدِي الْمُقَدَّسِ ذِي التَّعَالِِي
Kulun menfeatine olan hiçbir fiil, Azamet ve Rıfat sahibi, Mukaddes, Hadi (hidayet veren) Cenabı Hak üzerine farz değildir (gerekli değildir.).
İzah:Allahü Teala üzerine, kul için menfaat olacak her türlü nimet (zenginlik, güzellik, müslüman olması) vb. hiçbir nimeti vermesi/fiili yapması gerekli değildir, bu nimetleri vermek zorunda da değildir. Allah, dilediğini yapar, O hiçbir şeye zorlanamaz Zira Ayeti Kerime' de; يُضِلُّ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدِي مَنْ يَشَاءُ "Fakat o dilediğini dalâlette bırakır ve dilediğini hidâyete erdirir"(Nahl/93) وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَجَمَعَهُمْ عَلَى الْهُدَى "Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplardı."(Enam/35) وَلَوْ شِئْنَا لَآتَيْنَا كُلَّ نَفْسٍ هُدَاهَا "Eğer biz dilemiş olsaydık, her nefse hidâyetini verirdik."(Secde/13) buyrulurak, Allahü Teala'nın dilediğini yaptığı ifade edilmiştir.
23.Beyit
وَفَرْضٌ لاَزِمٌ تَصْدِيقٌ رُسْلٌ وَاِمْلاَكٍ كِرَامٍ باِالنَّوَالِي
Rasulü Azam Hazeratı (bütün peygamberleri) ve envai neval “ihsan” ile ikram olunmuş melaikeyi (melekleri) kiramı tasdik farzı lazımdır. Yani fazı ayndır.
İzah: Nazım Hazretleri (Osman El Uşi), beytin başında "farz" ifadesini, "lazım" ile te’kit etmesi
Rasulleri ve Melekleri tasdikin "farzı ayn" olup, "farzı kifaye" olmadığını
işaret içindir. Bunları inkar eden, bunlara inanmayan münkir de ehli imandan değildir. "İyilik, yüzlerinizi doğu
ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki,
Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır.
(Allah'ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda
kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar,
zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı,
hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları
taşıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır!" (Bakara/177)
24.Beyit
وَ خَتَمُ الرَّسُلَ باِلصَّدْرِ الْمُعَلَّى * نَبِيّ هَاشِميّ ذِى جَمَالٍ
Rasüllerin sonuncusu Haşimî'dir. Cemil sıfatının sahibi olan Nebi, Sadr-ı Muallâ'dır.
İzah: Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) son peygamberdir. Ondan sonra peygamber gelmeyecektir. O, Nebi ve aynı zamanda rütbe, nur ve ruh itibariyle bütün peygamberlerden evveldir ve efdaldir. Hadis-i şerifte “اَوَّلُ مَا خَلَقَ اللهُ نُورِي اَوْ رُوحِي وَ كُنْتَ نَبِيًّا وَ آدَمَ بَيْنَ الْمَاءِ وَالطِّينِ “Allah, önce benim nurumu ve ruhumu yarattı. Adem (a.s), su ile çamur arasında iken, ben peygamberdim." buyrulmaktadır. "Muhammed, sizin adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Ama Allah'ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkiyle bilendir.." [Ahzab/40]
وَ خَتَمُ الرَّسُلَ باِلصَّدْرِ الْمُعَلَّى * نَبِيّ هَاشِميّ ذِى جَمَالٍ
Rasüllerin sonuncusu Haşimî'dir. Cemil sıfatının sahibi olan Nebi, Sadr-ı Muallâ'dır.
İzah: Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) son peygamberdir. Ondan sonra peygamber gelmeyecektir. O, Nebi ve aynı zamanda rütbe, nur ve ruh itibariyle bütün peygamberlerden evveldir ve efdaldir. Hadis-i şerifte “اَوَّلُ مَا خَلَقَ اللهُ نُورِي اَوْ رُوحِي وَ كُنْتَ نَبِيًّا وَ آدَمَ بَيْنَ الْمَاءِ وَالطِّينِ “Allah, önce benim nurumu ve ruhumu yarattı. Adem (a.s), su ile çamur arasında iken, ben peygamberdim." buyrulmaktadır. "Muhammed, sizin adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Ama Allah'ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkiyle bilendir.." [Ahzab/40]
25.Beyit
اِمَامُ الْأنْبِيَاءِ بِلاَ اخْتِلَافٍ وَ تَاجُ الأصِْفيَاءِ بِلَا اخْتِلَالِ
Fahri Alem Efendimiz (s.a.v), ihtilafsız (bila ihtilaf) Enbiya Izamın İmamı (bütün peygamberlerin önderi), şüphesiz (bila ihtilal) seçkin kulların (esfiyanın) da tacıdır.
İzah: Rasulullah efendimiz, mirac saadetlerinde bütün peygamberlere imam olmuş ve ulema ve şüheda gibi esfiyaya da önder olmuştur. "Resullerden kimisini kimisine üstün kıldık." [Bakara 253],"Biz seni bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik." [Sebe 28],"Sen içlerinde bulunduğun sürece, Allah onlara azap etmez."(Enfal/33) ve "Elbette sen, en büyük ahlak üzeresin." [Kalem/4] buyrularak peygamber efendimizin yüceliği ve örnek karakteri övülmüştür.
26.Beyit
وَ بَاقٍ شَرْعُهُ فِى كُلِّ وَقْتٍ إلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَ ارْتِحَالِ
Hatemül Enbiya olan Nebiyyi Zişan efendimizin (s.a.v) şeriati, kıyamete kadar (tüm insanlar dünyadan ahirete irtihal ettiği güne kadar herbir vakitte) bakidir.
İzah: Beyitte geçen “فى
كل وقت her
vakitte” ile kastedilen Cehmiyye fırkasının "şeriatin, Nüzul-ü İsa (a.s) ile sona erecek" iddiasına bir reddiyedir. Cehmiyye’ye göre, İsa (a.s) nüzulu ile birlikte kendi şeriatını
uygulayacaktır. Ehl-i sünnet Cehmiyye'nin bu görüşünü reddeder. "Bütün
dinlerden üstün kılmak üzere, Resulünü hidayet ve hak dinle gönderen Odur."
(Fetih/28), "Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi
tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim" ( Maide/3), "Her kim
İslam’dan başka din ararsa, asla kabul edilmeyecektir. O kimse ahirette
hüsrana uğrayanlardan olacaktır." (Ali imran 85), Hadis-i şerifte de islam
şeriatinin kıyamete kadar devam edeceği şu şekilde ifade edilmiştir. “Bu din
ayakta durmaya mutlaka devam edecektir. Onun namına, tâ kıyamet kopuncaya
kadar müslümanlardan bir cemaat çarpışacaktır.” (Müslim: 1922)
27.Beyit
وَ حَقٍّ اَمْرُ مِعْرَاجٍ وَ صِدْقٌ فَفِيهِ نَصُّ اَخْبَارٍ عَوَالٍ
Mirac emri (hadisesi), sadık ve haktır. Bu konuda (mirac hadisesinde), Âli (yüksek) ve aleni (açık) mertebede haberler vardır.
İzah: Peygamber efendimizin (s.a.v) Mirac hadisinin vuku haktır,sadıktır. Mirac hadisesi, Kuran-ı Kerim Nassı kat-i ile sabittir. سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ "Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) s.a.v kulunu Mescid-i Harâm'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir." (İsra/1) Bu kısım haberi mütevatir ile sabittir. Münkiri kafirdir. Mirac hadisesinin, Mescidi Aksa'dan semavata kadar olan bölümü haberi meşhur ile sabittir. İnkar eden mudıl “dalalet ehli, sapık” olur.
28.Beyit
وَ إنَّ الأَنْبِياءَ لَفِى أَمَانٍ * عنِ الْعِصْيَانِ عَمْداً وَ انْعِزاَلِ
Muhakkak Peygamberler kasten isyandan, “günah işlemekten”, Peygamberlik makamından azl edilmekten korunmuşlardır, Onlar, emniyet içindedir.
İzah: Bütün Peygamberler bilerek, bilmeyerek veya sehven(unutarak) emre
muhalefet etmekten masumdurlar. Allah'ın emirlerini çiğnemezler. Günah işlemezler.Noksanlık ve zaaf göstermezler.İnsani yönleri itibariyle oluşabilecek her türlü zelleleri sebebiyle, Onlar masumdur.
29.Beyit
وَ مَا كَانَتْ نَبِيّا قََطْ أُنْثَى * وَ لاَ عَبْدٌ وَ شَخْصٌ ذُو افْتِعَالِ
Nebi, hiçbir zaman nisa (kadın), köle veya kötü fiil sahibi bir kimseden olmamıştır.
İzah: Kadın taifesinden Nebi olmaz. Zira nübüvvet davet ve mucize izhar gibi
ahvale muhtaçtır. Bu konuda Eşari mezhebi Hz. Meryem ve Hz. Asiye gibi
kadınları istisna tutmuşlardır. Kölelerden peygamber olmaz. Kötülük işleyenden, kötü fiilerde bulunanlardan, peygamber olmaz. Peygamberler her türlü günahtan uzaktır.
30.Beyit
وَ ذُو الْقَرْنَْينِ لَمْ يُعْرَفْ نَبِيّاً كَذَا لُقْماَنُ فَاحْذرْ عَنْ جِدَال
Zülkarneyn (a.s)'ın nübübüvveti, maruf olmadığı (bilinmedi) gibi Lokman (a.s)'ın nübüvveti de maruf değildir. Bu hususda sen mücedeleden (tartışmaktan) sakın.
İzah: Zülkarneyn (a.s) ve Lokman (a.s) ın nübüvvetleri sabit değildir. Nübüvvetlerin adedi hususunda tartışma ve mücadeleden geri kalarak, bu ilmi "Allah bilir" demek en doğrusudur. "Gerçekten biz O Zülkarneyn'i yeryüzünde iktidar sahibi yaptık ve ona ulaşmak istediği her şeyi elde etmesinin bir yolunu verdik." (Kehf/84), "Andolsun ki biz, Lokman'a "Allah'a şükret!" diye hikmet verdik. Kim şükrederse kendi iyiliğine eder. Kim de nankörlük ederse, şüphesiz ki Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, daima övülmeye layıktır." (Lokman/12)
31.Beyit
وَ عِيسَى سَوْفَ يَأْتىِ ثُمَّ يُتْوِى * لِدَجَّالِ شَقيِّ ذِى خَبَالٍ
Yakında İsa (a.s.) gelecektir, kafir ve fasid deccali helak edecektir.
İzah: Ehli Sünnet itikadına göre, kıyamete yakın olarak gerçekleşmesi hak olacak bazı alametler vardır. İsa (a.s)ın nüzûlü ve Deccal’in gelmeleri de haktır. Hz. İsa (a.s) Deccal’i mağlup ederek onu öldürecek ve İslam'ı yeryüzünde yeniden canlandıracaktır. "Hani Allah, İsa'ya demişti ki: 'Ey İsa, doğrusu seni Ben vefat ettireceğim ve seni Kendime yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca Banadır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedeceğim." (Al-i İmran/55), "Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük." demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler. Hayır; Allah onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir." (Nisa/157,158) (Bkz. Deccal fitnesi ve Kehf Suresi)
32.Beyit
كََرَامَاتُ الْوَلِيِّ بِدَارِ دُنْيا لَهَا كَوْنٌ فَهُمْ اَهْلُ النَّوَالِ
Darı dünyada (Dünya aleminde) velilerin kerametlerinin olması, hak ve sabittir. Zira o Evliyaullah, ilahi lütuflara mazhar olmuş, ihsan sahibidir.
İzah: Dünyada evliyanın ellerinden zuhur eden harikulâde hallere "keramet" denir ve bunlar haktır. Keramet: امرٌ خارقٌ الْعادةِ مقرونٌ بالمعرفةِ والطاعةِ خالٍ عنْ النبوَّةِ به Nübüvet davasından hali olarak, ma’rifet ve ta’atı ilahiyeye makrun harikulâde işlerdir. Evliyaullahtan zuhur eder. Davayı Nübüvvete mukarın (olağanüstü işler peygamberlerden sadır olmuş) ise bunlar mucize olarak isimlendirilir. Mucize ancak Peygamberi Izamdan zuhur eder. Ekseri mu’tezile mensupları, "mucize ve kerameti" inkar etmiştir. "Zekeriyya ne zaman kızın (Meryem'in) bulunduğu mihraba girdiyse, O’nun yanında bir yiyecek buldu: “Meryem! bu sana nereden geliyor?” dedi. O da: “bu Allah tarafından, şüphe yoktur ki, Allah kimi dilerse ona sayısız rızık verir” derdi.”(Âli İmran/37)"
33.Beyit
وَلَمْ يَفْضِلْ وَلِيٌّ قَطْ دَهْرًا * نَبِيًّا اَوْ رَسُولاً فيِ انْتِحَالٍ
Veli, hiçbir zaman nebiden veya rasülden üstün olmadı, onlardan daha faziletli veya onlara müsavi de olmadı.
وَلَمْ يَفْضِلْ وَلِيٌّ قَطْ دَهْرًا * نَبِيًّا اَوْ رَسُولاً فيِ انْتِحَالٍ
Veli, hiçbir zaman nebiden veya rasülden üstün olmadı, onlardan daha faziletli veya onlara müsavi de olmadı.
İzah: Ehli Sünnet itikadına göre veliler, ümmeti oldukları paygamberlere tabidirler. Tabi olan tabi olunandan üstün veya ona eşit olamaz. Hz. Ömer (r.a), Peygamber Efendimizin (s.a.v)'in konuyla ilgili şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Allah'ın kulları içinde bir takım insanlar vardır ki; nebi, şehid değildir. Fakat kıyamet günü, Allah Teala'nın kendilerine bahşettiği lütuf ve makamlardan dolayı peygamberler de şehidler de kendilerine gıpta ederler" Sahabe: "Ya Resulullah, onların kimler olduğunu bize haber verir misin?" deyince Allah Resulü: "Onlar, aralarında herhangi bir mal alışverişi ve akrabalık bulunmadan Allah'ın muhabbeti için birbirlerini sevenlerdir. Allah'a yemin olsun ki, onların yüzleri nur gibi parlamakta ve kendileri de nurdan minberler üzerinde bulunmaktadırlar. İnsanlar korktukları zaman onlar korkmazlar. Yine, insanlar üzüldükleri zaman onlar asla mahzun olmazlar" (Ebu Davud/799) buyurdu.
34.Beyit
وَلِلصِِّدّيقِ رُجْحَانٌ جَلِيٌّ * عَلىَ اْلاَصْحَابِ مِنْ غَيْرِ احْتِمَالِ
Hz. Ebu Bekir (r.a) için sair ashab üzerine açık olan, (hilafette) tercih edilmesinde, şek ve şüphe olmayan bir üstünlüğe sahiptir.
İzah. Hazreti Ebu Bekr'in (r.a) asıl adı Abdullah'tır. Künyesi Ebû Bekir’dir. Cahiliye dönemindeki Abdu’l-Kâbe olan ismi, iman ettikten sonra Peygamberimiz tarafından “Abdullah” olarak değiştirilmiştir. Efendimizin (s.a.v) ilk değiştirdiği isim, O'nun ismidir. Babası Ebû Kuhâfe Annesi Ümmü’l-Hayr Selma binti Sahr'dır. Allah Rasülü (s.a.v), Hz. Ebu Bekr'in (r.a.) fazileti hakkında "İnsanlardan dost tutmuş olsaydım, muhakkak ki Ebu Bekir'i dost tutardım." (Tirmizi 14) buyurmuştur. Ayet-i Celile'de Sevr mağarasındaki olay anlatılırken şu şekilde bir hitap vardır. "Eğer siz ona (Peygamber'e) yardım etmezseniz, Allah ona yardım eder. Hani o kâfirler, onu Mekke'den çıkardıkları vakit sadece iki kişiden biri iken, ikisi de mağarada bulundukları sırada arkadaşına «Üzülme, çünkü Allah bizimledir.» diyordu. Allah onun kalbine sükûnet ve kuvvet indirmişti ve onu görmediğiniz bir orduyla desteklemişti. Kâfirlerin sözünü alçaltmıştı. Yüce olan Allah'ın kelimesidir. Ve Allah güçlüdür, hikmet sahibidir." (Tevbe/40)
Hz. Ebu Bekir (r.a) için sair ashab üzerine açık olan, (hilafette) tercih edilmesinde, şek ve şüphe olmayan bir üstünlüğe sahiptir.
İzah. Hazreti Ebu Bekr'in (r.a) asıl adı Abdullah'tır. Künyesi Ebû Bekir’dir. Cahiliye dönemindeki Abdu’l-Kâbe olan ismi, iman ettikten sonra Peygamberimiz tarafından “Abdullah” olarak değiştirilmiştir. Efendimizin (s.a.v) ilk değiştirdiği isim, O'nun ismidir. Babası Ebû Kuhâfe Annesi Ümmü’l-Hayr Selma binti Sahr'dır. Allah Rasülü (s.a.v), Hz. Ebu Bekr'in (r.a.) fazileti hakkında "İnsanlardan dost tutmuş olsaydım, muhakkak ki Ebu Bekir'i dost tutardım." (Tirmizi 14) buyurmuştur. Ayet-i Celile'de Sevr mağarasındaki olay anlatılırken şu şekilde bir hitap vardır. "Eğer siz ona (Peygamber'e) yardım etmezseniz, Allah ona yardım eder. Hani o kâfirler, onu Mekke'den çıkardıkları vakit sadece iki kişiden biri iken, ikisi de mağarada bulundukları sırada arkadaşına «Üzülme, çünkü Allah bizimledir.» diyordu. Allah onun kalbine sükûnet ve kuvvet indirmişti ve onu görmediğiniz bir orduyla desteklemişti. Kâfirlerin sözünü alçaltmıştı. Yüce olan Allah'ın kelimesidir. Ve Allah güçlüdür, hikmet sahibidir." (Tevbe/40)
35.Beyit.
وللفارق رجحان وفضل على عثمان ذى النورين عال
Ömer-ul Faruk (r.a) icin, yüce (ali) ve zinnureyn (iki nur sahibi) Hz. Osman (r.a)'a kıyasla rüchan ve fazilet vardır.
İzah: Hz. Ömer (r.a), Künyesi Ebu Hafs ve Lakabı: Faruk'tur. İslamiyette iman ile küfür arasını hüküm ve husumette hak ile batıl arasını tefrik ettiği (ayırdığı) için bu lakap ile adlandırılmıştır. Babasının ismi: Hattap bin Nüfeyl Annesinin adı: Hatebe binti Hişam'dır. Müğira ibn Şubenin kölesi olan Ebu Lü'lü (firus) tarafından şehit edildi. Hz. Ömer, Şia'nın iddia ettiği gibi hilafette haksızlık etmemiştir ve hilafete Hz. Osman'dan daha faziletli ve ehil bir zat olmuştur.. Hz. Osman, peygamberimizin kızı Rukiye ile evlenmiş, sonra hanımı vefat edince peygamberimizin diğer kızı, Ümmü Gülsüm ile evlenmiştir. Bu nedenle peygamberimizin kızlarıyla sırasıyla evlendiği için, peygamberimiz tarafından "Zinnureyn" olarak isimlendirilmiştir.
36.Beyit.
وذوالنورين حقا كان خيرا من الكرار في صف القتال
İki nur sahibi olan Hz. Osman (r.a), savaşlarda cesaretli, harp saflarına atılmakta korkusuz olan Hz. Ali (r.a)'den daha hayırlı olmuştur.
وذوالنورين حقا كان خيرا من الكرار في صف القتال
İki nur sahibi olan Hz. Osman (r.a), savaşlarda cesaretli, harp saflarına atılmakta korkusuz olan Hz. Ali (r.a)'den daha hayırlı olmuştur.
İzah: Halifelerin üçüncüsü Hz. Osman (r.a) Ümeyyeoğulları ailesine mensup olup, nesebi beşinci ceddi olan Abdi Menaf'ta Resulullah (s.a.v) ile birleşmektedir. Fil olayından altı sene sonra Mekke'de doğmuştur. Annesi, Erva binti Küreyz b.Rebia b. Habib b. Abdi Şems'tir. Büyükannesi ise Resulullah (s.a.v)'ın halası Abdülmuttalib'in kızı Beyda'dır. Künyesi, "Ebû Abdullah'tır. Ona, "Ebu Amr" ve "Ebu Leyla" da denilirdi. Hz. Osman (r.a), iman ettiği zaman bunu duyan amcası Hakem b. Ebil-Âs onu sıkıca bağlayarak hapsetmiş ve eski dinine dönmezse asla serbest bırakmayacağını söylemişti. Hz. Osman (r.a) ebediyyen dininden dönmeyeceğini söyleyince, kararlılığını gören amcası onu serbest bırakmıştır. Hz. Osman, hanımı Hz. Rukiyye ağır hasta olduğu için, Resulullah (s.a.v)'in izniyle Bedir savaşından geri kalmıştı. Hz. Rukiyye, ordu Bedir'de bulunduğu esnada vefat etmiş, müslümanların zaferinin müjdesi Medine'ye ulaştığı gün toprağa verilmişti. Fiili olarak Bedir'de bulunmamış olmakla birlikte Resulullah (s.a.s) O'nu Bedir'e katılanlardan saymış ve ganimetten ona da pay ayırmıştır. Rukiyye'nin vefat edişinden sonra Resulullah (s.a.s), Hz. Osman'ı diğer kızı Ümmü Gülsüm ile evlendirdi. Hicretin dokuzuncu yılında Ümmü Gülsüm vefat ettiğinde Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştu: "Eğer kırk tane kızım olsaydı birbiri peşinden hiçbir tane kalmayana kadar, onları Osman'la evlendirirdim" ve yine Hz. Osman'a
"Üçüncü bir kızım olsaydı muhakkak ki seninle evlendirirdim" demiştir.
37.Beyit:
وللكرار فضل بعد هذا علي الاغيار طرا لاتبا
Savaş meydanlarında, -aslanlar gibi- çarpışan Hz. Ali, (kerremellahü veche) için (Hz.Ebu Bekr, Hz. Ömer, Hz. Osman'dan sonra geriye kalan) diğer bütün sahabiler üzerine şeksiz ve şüphesiz üstünlük vardır. Sen artık bundan başka iddiaları önemseme.
İzah: Hz. Ali (r.a), Resulullah'ın amcasının oğlu, damadı, dördüncü halifedir. Babası Ebû Talib, annesi Kureyş'ten Fâtıma binti Esed, dedesi Abdulmuttalib'tir. Künyesi Ebu'ı Hasan ve Ebû Tûrab (toprağın babası), lâkabı Haydar; ünvanı Emîru'l-Mü'minin'dir. Ayrıca 'Allah'ın Arslanı' ünvanıyla da anılır. Hz. Ali (r.a), küçük yaşından beri Resulullah'ın yanında büyüdü. On yaşında İslâm'ı kabul ettiği bilinmektedir. Hz. Hatice'den sonra müslümanlığı ilk kabul eden O'dur. Peygamber efendimiz (s.a.v) ile Hz. Hatice'yi bir gün ibadet ederken gören Hz. Ali'ye, Peygamberimiz; şirkin kötülüğünü ve tevhidin manasını anlattığında, Hz. Ali (r.a), hemen müslüman olmuştur. Mekke döneminde her zaman Resulullah'ın yanındaydı. Kâbe'deki putları kırmasını şöyle anlatır: "Bir gün Resul-u Ekrem ile Kâbe'ye gittik. Resul-u Ekrem omzuma çıkmak istedi. Kalkmak istediği zaman, kalkamayacağımı anladı, omzumdan indi, beni omuzuna çıkardı ve ayağa kalktı. O esnada istesem ufukları tutacak sanıyordum. Kâbe'nin üzerinde bir put vardı, onu sağdan soldan ittim. Put düştü, parça parça oldu. Resulullah'ın (s.a.v) omuzlarından indim. İkimiz geri döndük." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 384).
38.Beyit
وَلِلصِّدِّيقةِ الُّرجْحَانُ فَاعْلَمْ عَلَى الَّزَهْرَاء فِى بَعْضِ الْخِلَالِ
Sen bil ki Hz. Aişe-i Sıddıka, (RadiyAllahüanha) için bazı hallerde, Hz Fatıma-tüz Zehra (RadiyAllahüanha) üzerine rüchan (fazilet) vardır.
وَلِلصِّدِّيقةِ الُّرجْحَانُ فَاعْلَمْ عَلَى الَّزَهْرَاء فِى بَعْضِ الْخِلَالِ
Sen bil ki Hz. Aişe-i Sıddıka, (RadiyAllahüanha) için bazı hallerde, Hz Fatıma-tüz Zehra (RadiyAllahüanha) üzerine rüchan (fazilet) vardır.
İzah: Hz Aişe-i sıddıka (r.a), Sıddıkı Azam (r.a) Hz.Ebu Bekr'in kerimleri ve Efendimiz (s.a.v.) in zevce-i mütahherreleridir. Bu beyit, Hz. Aişe'ye iftira atan Şia zümresine bir reddiye niteliğindedir. Fatıma-tüz Zehra (r.a) validemiz, Fahri Kainat Efendimiz (s.a.v )in kerimleri olup, Ali (r.a) hazretlerinin zevce-i tahireleridir. Bu rüchan bahsini de bir çok ahval var ise de musannıf hazretleri, ahirette Hz. Aişe (r.a) validemizin, Rasulullah (s.a.v.) efendimiz ile derace-i ulyada, Hazreti Fatma (r.a) validemizin de Hz. Ali (r.a) ile birlikte bulunacakları cihete işaret eder. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Hz. Aişe (r.a) ve Hz. Fatıma (r.a) validemizin de üstünlükleri hakkında bir çok Hadisi Şerif irad etmiştir. Ayet-i Celilede Hz. Allah (c.c), Hz. Aişe (r.a) validemiz hakkında şu şekilde hitap etmiştir.
"(Peygamber'in eşi hakkında) o yalanı
uyduranlar içinizden bir güruhtur. Bunu kendiniz için kötü sanmayın, o sizin
için hayırlı olmuştur. O kimselerden her birine kazandığı günah karşılığı
ceza vardır; içlerinden elebaşılık yapana ise büyük azap vardır. Onu
işittiğiniz zaman, erkek kadın müminlerin, kendiliklerinden hüsnü zanda
bulunup da: 'Bu apaçık bir iftiradır' demeleri gerekmez miydi?" (Nur/11,12)
39.Beyit
وَ لَمْ يَلْعَنْ يَزِيدًا بَعْدَ مَوْتٍ سِوَى الْمِكْثَارِ فِى الْاِغْرَاءِ غَالِ
Seleften hiç bir kimse, ölümünden sonra Yezid'e lanet eylemedi. Ancak haddi aşmakta (tecavüz etmekte) mübalağa edenler müstesna (aşırı gidenler lanet ettiler).
İzah: Selefden hiç kimse Yezid bin Muaviye hakkında la’net eylemedi ancak
haddi aşan Rafizi ve Harici gibi bazı şahıslar la’net eylemiştir. Hadisi
Şerif:اُذْ
كُرُوا مَوْتَاكُمْ بالخَيْرِ "Ölülerinizi
hayırla, iyi ve güzel halleri ile yâdediniz" buyurulmuştur. Bu mevzularda, susmak en doğrusudur.
40.Beyit
و ايمان المقلد ذو اعتبار بانواع الدلائل كالنّصال
Keskin kılıç gibi (okun ucundaki demir parçası gibi etkili) kat-i deliller ile mukallidin imanı; muteberdir, bu iman geçerlidir.
İzah: Mukallit: قَوْلُ قوْلِ المُجْتَهدِ بِلاَ دليل Başkasının sözünü delilsiz kabul eden kişidir. Mukallit olan mü’minlerin imanı, muteberdir. Mesela: Bir kişi, "Annem ve babam iman etti, ben de onlar gibi bu dine inandım ve bu dinden başka hak din yok" derse bu iman mu’teberdir ve bu ikrar kabüldür. Üç Türlü iman mertebesi vardır. 1-İmanı taklit: Anne babadan görerek imandır. 2-İmanı İstidlali: Kişi; Farz, vacib, sünnet, haram gibi dinin emirlerini yasaklarının ne olduğunu bilir ve bu bilgisine göre amel eder ve bunları çevresine öğretir. 3-İmanı hakiki: Enbiyanın imanı gibi, iman sahibi olmaktır. Asla kalbine şek ve şüphe gelmeyen imandır.
41.Beyit
وما عذر لذى عقل بجهل بخلاق الاسافل و الاعال
En yüce ve en sefil şeyleri (Eâliyi-Esâfili veya yer gök alemlerini) yaratanı bilmemesi, akıl sahipleri için özür değildir.
İzah: Akıl baliğ olan bir kimse, bilgisizliği (cehli) sebebi ile marifeti ilahiden mahrum olsa huzuru Rabbül aleminde, özrü kabul olmaz. Özür kelimesinin, üç manası vardır; 1) "ben işlemedim" der. 2) "şu sebeble işledim" der. 3)"işlemedim fakat bundan sonra işlerim" der. Bu beyitte murat olunan mana, üçüncüsüdür. "Ben cahil idim bilmiyordum" demek, kişiyi mes’uliyetten kurtarmaz. Zira arz ve semanın ve sair mahlukun yaratılmasında, kudreti ilahi açıkca görülür. Buna aklen inanmak lazım gelir.
42.Beyit
و ما ايمان شخص حال يأس بمقبول لفقد الامتثال
Sekeratı mevt zamanında, şeriatin emirlerine tam imtisal olmadığı için bu şahsın imanı kabul olmadı.
و ما ايمان شخص حال يأس بمقبول لفقد الامتثال
Sekeratı mevt zamanında, şeriatin emirlerine tam imtisal olmadığı için bu şahsın imanı kabul olmadı.
İzah: "İmanı be’s" imanı, "ye’s imanı da denilir. Bir kimse, sekeratı mevt (ölüm anında) halinde iman etmiş olsa, Firavun imanı gibi son anda gayb alemi açıldıktan sonra iman etmiş olsa o kişinin imanı, makbul
değildir. Nazım hazretleri (Osman El Uşi); bu beyiti, zikrolunan şu ayeti celileden iktibas etmiştir: فَلَمْ
يَكُ يَنفَعُهُمْ إِيمَانُهُمْ لَمَّا رَأَوْا بَأْسَ
"Fakat azabımızı gördükleri zaman, imanları kendilerine bir fayda
vermeyecektir."(Mümin/85) "İsrâiloğullarını
denizden geçirdi; Firavun ve askerleri de zulmetmek ve saldırmak için
onların arkalarına düştü. Nihayet boğulma kendisini yakalayınca (Firavun:)
'Gerçekten İsrâiloğullarının inandığından başka ilâh olmadığına iman ettim,
ben de müslümanlardanım!' dedi. Şimdi mi? Oysa daha önce isyan etmiş;
bozgunculardanolmuştun (denildi)." (Yûnus, 90-91).
43.Beyit
وما افعال خير في حساب من الايمان مفروض الوصال
Yerine getirilmesi farz olan (visali mefruza) âmeli saliha, imandan mahsup (imanın hesabından) sayılmadı.
İzah: Ameli hasene: namaz oruç, zekat ... gibi ibadetler, imanın içine dahil
değildir. İmanın aslı ise tasdiki kalbtir. Hakiki iman budur. İman kalp ile tasdik edip, dil ile bu tasdik edilenleri söylemektir. İmanın Alameti ise, İslamiyetin hükümlerini yerine getirmektir. إِنَّ
الَّذِينَ ءَامَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ "İnanan
ve güzel amel işleyenler de insanların en hayırlılarıdır." (Beyyine/7) Kavli Kerim'inde iman ve ibadet “arasında” bir fark olduğu buyrulmuştur. İman ve amelin ikisi aynı şey değildir. İbadet etmeyen bir kişi, iman esaslarına tam olarak inanmışsa, tekfir edilemez.
44.Beyit
ولا يُقضى بكفرٍ و ارتداد بعهر او بقتل و اختزال
Bir kimse; gayrimeşru kötü fiil, zina, nefsi katil (adam öldürmek) ile küfür ve mürted hüküm olunmaz.
İzah: Mahzuratı şer-ıyyeden (büyük günahlardan) olan zina, katil, sihir, faiz, hırsızlık, yalan yere şahitlik, namuslu kadına iftira, gasbı mal, yetim malı yemek,..vs gibi fiillerin işlenmesi ile küfr ve irtidad ile hüküm olunmaz. Bunları işleyen kişi kafir olmaz ve dinden çıkmaz. "Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Fakat bunun dışında kalan günahları dilediği kimse için bağışlar."(en-Nisa, 4/48)
45.Beyit
وَ مَنْ يَنْوِ اِرْتِدَاداً بَعْدَ دَهْرٍ * يَصِر عَنْ دِينِ حَقٍّ ذِا انْسِلاَل
Bir kimse, bir zamanda mürtedliğe (dinden çıkmaya) niyet ederse, O kimse (o anda) hak olan dinden sıyrılıp çıkmış olur.
İzah: Mesela bir kimse, "bir sene sonra kafir olacağım" diye niyet etse o kişi hemen o anda kafir olur. Zira küfür kastının da küfür olduğu icma ile sabittir. Dehr: Umumi zaman manasınadır. İster bir sene veya bir gün olsun müsavidir.
46.Beyit
ولفظ الكفر من غير اعتقاد بطوع ردّ دين باغتفال
Kendi isteği (tav ve ihtiyarı) ile dile getirdiği manaya inanmaksızın küfür lafzını söylemek, "gaflet ve cehalet" ile dini red etmektir.
İzah: Bir kimse bilgisizliği sebebi ile küfür olduğunu bilmeyerek, kendi ihtiyarı
ile küfür kelimesi söylerse, İslam dairesinden çıkarak küfre dahil
olur. “Şayet kendilerine niçin alay ettiklerini sorsan, ‘Biz sadece lafa
dalmıştık ve aramızda eğleniyorduk”, derler. İtizarda bulunmayınız, muhakkak
ki, siz imânınızdan sonra kâfir oldunuz. Eğer sizden bir zümreyi (tevbe
edeceklerinden dolayı) affedersek, bir gürûhu onlar mücrim kimseler
oldukları için azaba uğratacağızdır.” (Tevbe/65-66)
47.Beyit
ولا يحكم بكفر حال سكر بما يهذى و يلغو بارتجال
Sarhoşluk halinde (sekr) iken irticalen (hazırlıksız olarak) boş sözü ve hezeyanı sebebi ile küfreden kişi, küfrü ile hüküm olunmaz.
İzah : Bir kişi; gerek hamr, “şarab” veya sarhoşluk veren herhangi bir şey ile sarhoş halinde, söylediği küfür kelimesi sebebi ile küfür ile hüküm olunmaz. Allah-u Teâlâ “Ey iman edenler, sarhoşken ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın” (Nisa, 43) buyurarak sarhoşluğun bir nevi akıl zayıflığı olduğunu ifade etmiştir.
ولا يحكم بكفر حال سكر بما يهذى و يلغو بارتجال
Sarhoşluk halinde (sekr) iken irticalen (hazırlıksız olarak) boş sözü ve hezeyanı sebebi ile küfreden kişi, küfrü ile hüküm olunmaz.
İzah : Bir kişi; gerek hamr, “şarab” veya sarhoşluk veren herhangi bir şey ile sarhoş halinde, söylediği küfür kelimesi sebebi ile küfür ile hüküm olunmaz. Allah-u Teâlâ “Ey iman edenler, sarhoşken ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın” (Nisa, 43) buyurarak sarhoşluğun bir nevi akıl zayıflığı olduğunu ifade etmiştir.
48.Beyit
وماالمعدوم مرئيّا و شيئاً لفقه لاح في يمن الهلا ل
Mübarek olan hilalin bereketinde anlaşıldığı için, madum görülmez ve mevcut (şey) değildir.
وماالمعدوم مرئيّا و شيئاً لفقه لاح في يمن الهلا ل
Mübarek olan hilalin bereketinde anlaşıldığı için, madum görülmez ve mevcut (şey) değildir.
İzah: Ma'dum,yok olan demektir. Varlığı muhal olan madum hiçbir zaman "şey" konumuna gelmez. Ehli sünnete göre, madum görülmez, mevcut değildir ve "şey" denilmez. Mu’tezileye göre "madum" görülür, mevcut olmayan, Mutezile tarafından "şey" olarak isimlendirilir. Varlıklar üç kısma ayrılır. 1)Vacübül vücud: varlığı vacib olan, varlığı kendi zatında olan. Hz Allah'tır. 2) Mümkinül vücud, Ca-izül vücud da denir; olsa da olur olmasa da olur. Kainat ve alem gibi 3)Mümteni-ül vücud: Varlığı hiç bir şekilde olmayan. Cenab-ı Hakk ın ortağı yoktur, bir ortağının olması da imkansızdır.
49.Beyit
و غيران المكون لا كشيئٍ مع التكوين خذه لاكتحال
Tekvin ile beraber mükevvenat ayrıdır. Aynı "şey"değildir. Sen bunu kühl (gözüne sürme) için al.
İzah: Mu’tezileye göre tekvin ve mükevvin şey-i vahidtir, yani tek bir şeydir. Mutezile'ye göre yaratılmış ve yaratma kavramları birdir. Onlara göre Cenabı Hakk'ın tekvin sıfatı olmayıp, mükevvin (kainat) Cenab-ı Hakk'ın kudreti ile halk olmuştur. Ehli sünnet'e göre, tekvin ile mükevvin aynı şey değildir. Tekvin sıfatı, Cenab-ı Hakk'ın bir sıfatı olup, yoktan var etmek demektir. Buradaki "kühül" de "göze sürülen sürme" manasında gözü aydınlatmak anlamında kullanılmıştır.
50.Beyit
و ان السحت رزق مثل حل و ان يكره مقالى كل قال
Her
ne kadar buğz ediciler, bu sözümü kerih görse (beğenmese) de; Haram dahi, Helal gibi bir rızıktır.
İzah: Rızık: Rezzakı Alemin hayat sahiplerine yaşamaları için bahşeylediği, onların da faydalandığı şeydir. Ehli Sünnete göre; helal veya haram olsun insana sevk edilen, insanın nimetlendiği her şey birer rızıktır. Ancak kul, cüz-i iradesini ne yöne harcarsa, ona göre hesabı vardır. Haram olan rızık için hem hesaba çekilmek hem de dünyada ve ahirette azaba müstehak olmak vardır. Mutezile'ye göre "herkes kendi rızkını yaratmıştır." Mutezile, haramı rızık olarak kabul etmez.
İzah: Rızık: Rezzakı Alemin hayat sahiplerine yaşamaları için bahşeylediği, onların da faydalandığı şeydir. Ehli Sünnete göre; helal veya haram olsun insana sevk edilen, insanın nimetlendiği her şey birer rızıktır. Ancak kul, cüz-i iradesini ne yöne harcarsa, ona göre hesabı vardır. Haram olan rızık için hem hesaba çekilmek hem de dünyada ve ahirette azaba müstehak olmak vardır. Mutezile'ye göre "herkes kendi rızkını yaratmıştır." Mutezile, haramı rızık olarak kabul etmez.
51.Beyit
سيبلى كل شخص بالسؤال و فى الاجداث عن توحيد ربّي
Kabirlerde, her bir şahıs, Rabbimin tevhidinden sual ile imtihan olur.
İzah: Cümle-i insan ölecek, kabre defin olunduktan sonra Tevhid-i ilahiden sual olunacaktır. Vuku-una (kabir sualinin olacağına) i'tikat etmek farzdır. Mutezile'ye göre kabir suali yoktur. Hadis-i Şerifte: "Ölüye kabirde; "Senin Rabbin kim?" diye sorulur. O da; "Rabbim Allah'tır, Peygamberim Muhammed (s.a.v.)'dir" diye cevap verir. İşte mü'minin böyle cevabı; "Allah iman edenleri sâbit bir söz ile dünya hayatında ve ahirette metanetli kılar ve zalimleri de saptırır. Allah dilediğini yapandır." (İbrahim Suresi/27) meâlindeki âyetin ifadesidir. (İbn Mace, Zühd, 32; Buhari, Tefsîr, Sûre, 14).
52.Beyit
وللكفار و الفسساق يقضي عذاب القبر من سو ء الفعال
Kafirler ve fasıklar, kötü amellerinden dolayı kabir azabı ile hüküm olunur.
İzah: Birinci sura üflenene kadar, ehli küffar kabirlerinde azab olunur. Tevbe etmeden ölen bazı asi mü’minler de kabirde azab olunur. Ameli saliha sahibi müminler ise cennet nimetleri gibi kabirde lezzetlenmiş bir halde, cennet bahçeleri içinde olacaktır. Kur'an-ı Kerim'de kabir azabı hakkında şu şekilde bir hitap geçmektedir. "Onlar sabah akşam ateşe sunulurlar. Kıyamet çattığı gün; Firavun'un adamlarını azabın en ağırına sokun, denir." (Mü'min, 40/46) Hadisi Şerif: اَلْقُبْر روْضَة مِنْ رِيَاضِ الْجنّةْ من حُفَرِ النِّراَن "Kabir, Cennet bahçelerinden bir bahçe, yâhut Cehennem çukurlarından bir çukurdur." buyrulmuştur."
53.Beyit
دخول الناس في الجنات فضل * من الرحمان يا اهل الامال
Ey Ehli Emali! insanların cennete girmesi, Rahmeti İlahiyeden fazıl ve kerem ile olacaktır.
İzah: Ey Ehli Emali, demek bu kasideyi okuyup dinleyen kişiler demektir. Mü’minlerin cennete girmeleri, mücerret ameli salihleri ) ile olmayıp (dünyada kişilerin işledikleri amellerinin bizatihi karşılığı olmayıp, mahza Cenab-ı Hakk'ın fazlı keremi Rahmeti ilahisi ile olacaktır. Zira Rasülullah efendimiz (s.a.v), يَدْخُلَ اَحَدُكُمْ الجَنّةَ بِعَمَلِيلَنْ “Hiç biriniz ameli salih ile cennete dahil olmazsınız” buyurmuştur. Ashabı Kiram:ياَ رَسُولَ اللهوَلاَاَنْتَ “Siz de mi ya RasülAllah” diye sorduklarında وَلاَ اَناَ اِلاّ يَتَغَمَّدَنِيَ اللهُ بِرحْمتهِ “Ben dahi ameli saliha ile cennete dahil olamam, ancak Allahü Teâlanın rahmeti ilahisi ile dahil olurum” buyurmuşlardır. Bu beyit, Mutezile'nin "herkes, amelleri nisbetinde cennete girecektir, bu bir haktır ve Allah üzerine vaciptir" şeklindeki görüşlerine bir reddiye niteliğindedir.
دخول الناس في الجنات فضل * من الرحمان يا اهل الامال
Ey Ehli Emali! insanların cennete girmesi, Rahmeti İlahiyeden fazıl ve kerem ile olacaktır.
İzah: Ey Ehli Emali, demek bu kasideyi okuyup dinleyen kişiler demektir. Mü’minlerin cennete girmeleri, mücerret ameli salihleri ) ile olmayıp (dünyada kişilerin işledikleri amellerinin bizatihi karşılığı olmayıp, mahza Cenab-ı Hakk'ın fazlı keremi Rahmeti ilahisi ile olacaktır. Zira Rasülullah efendimiz (s.a.v), يَدْخُلَ اَحَدُكُمْ الجَنّةَ بِعَمَلِيلَنْ “Hiç biriniz ameli salih ile cennete dahil olmazsınız” buyurmuştur. Ashabı Kiram:ياَ رَسُولَ اللهوَلاَاَنْتَ “Siz de mi ya RasülAllah” diye sorduklarında وَلاَ اَناَ اِلاّ يَتَغَمَّدَنِيَ اللهُ بِرحْمتهِ “Ben dahi ameli saliha ile cennete dahil olamam, ancak Allahü Teâlanın rahmeti ilahisi ile dahil olurum” buyurmuşlardır. Bu beyit, Mutezile'nin "herkes, amelleri nisbetinde cennete girecektir, bu bir haktır ve Allah üzerine vaciptir" şeklindeki görüşlerine bir reddiye niteliğindedir.
54.Beyit
حساب الناس بعد البعث حق فكونوا بالتحرز عن وبال
Kıyamet günü insanlar baa’s olunduktan (tekrar dirildikten) sonra, hesaba çekilmeleri haktır. Böyle olunca vebalden, her türlü günahtan kaçının.
İzah: Ehli Sünnet bu i’tikat üzerinedir. İnsanların öldükten sonra dirilmeleri ve dünyada yaptıkları her türlü fiilerden hesaba çekilmeleri, Kur'an-ı Kerim delili kat-ı ile sabittir.ثُمَّ إِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ تُبْعَثُونَ "Sonra da siz, şüphesiz, kıyamet gününde tekrar diriltileceksiniz."(Mü’minûn /16)
55.Beyit
و يعطى الكتب بعضا نحو يمنى و بعضا نحو ظهر و الشمال
Amel derfterleri, bazısına sağ tarafından (cenabından), bazısına arka ve sol tarafından (cenabından) verilir.
İzah: İnsanlar baa’s olunduktan sonra (yeniden dirilişten sonra) herkes, hayır ve şer’i ihtiva eden, hayatında geçen hata ve ameli salihalarının zabt olunduğu, her türlü iş ve eylemlerin zerresine varıncaya kadar yazılı olduğu, amel defterleri olan kitapları; mü’minlere sağ taraflarından, kafirlere ise arka ve sol taraflarından verileceği haktır. Bu hadise, Kur'an-ı Kerim ayeti delili kat-ı ile sabittir. فَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ فَسَوْفَ يُحَاسَبُ حِسَابًا يَسِيرًا "O vakit kitabı sağ eline verilen. Kolay bir hesapla hesaba çekilecek" (İnşikak/7,8)
56.Beyit
و حق وزن اعمال و جرئ علي متن الصراط بلا اهتبال
Şübhesiz amellerin vezni (tartılması) ve sırat üzerinden geçmek (mürur) haktır. Bu gerçekliğin herhangi bir hakikat dışılığı, ihtilafı yoktur.
İzah: Kıyamette herkes haşr olunduktan sonra hayır ve şer amelleri vezin olunacağı ve bütün kulların cehennem üzerindeki sırattan geçmeleri haktır.
وَنَضَعُ الْمَوَازِينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيَامَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْئًا وَإِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ أَتَيْنَا بِهَا وَكَفَى بِنَا حَاسِبِينَ
"Biz kıyamet günü için doğru teraziler kurarız; hiç kimse bir haksızlığa uğratılmaz. Yapılan amel, bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirir (tartıya koyarız). Hesap görenler olarak da biz kâfiyiz."( Enbiyâ/47) وَإِنْ مِنْكُمْ إِلَّا وَارِدُهَا كَانَ عَلَى رَبِّكَ حَتْمًا مَقْضِيًّ "İçinizden hiçbiri istisna edilmemek üzere, mutlaka herkes cehenneme uğrayacaktır. Bu, Rabbinin katında kesinleşmiş bir hükümdür." (Meryem/71)
57.Beyit
و مررجوّ شفاعة اهل خير لاصحاب الكبائر كالجبال
Dağlar gibi günahı olan kebâir ehline (büyük günah işlemiş kimseye), ehli hayrın şefaati ümit olunur.
İzah: Enbiya, evliya, ulema, şüheda ve suleha gibi Allah tarafından izin verilen kimseler, kıyamet günü hesap zamanında dağlar gibi günahı olanlara, Allah'ın izniyle şefaat edip müstehak oldukları azab ve ıkabdan kurtulmalarına vesile olacaklardır. Bu durum Ehli Sünnet'e göre haktır. يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلًا "O gün şefaat faide vermez, ancak Rahmânın izin verdiği ve sözüne razı olduğu kimseler müstesnâ" (Sad/109)
58.Beyit
وللدعوات تأثير بليغ * و قد ينفيه اصحاب الضلال
Dualar için, açık bir tesir vardır. Ehli dalalet (sapıklık içinde olanlar) ise duada tesiri nefi eder, (kabul etmezler).
İzah: Duanın tesiri hakkında, Ehli sünnet ile Mutezile arasında ihtilaf vaki olmuştur. Ehli sünnet akidesinde müminin ölü ve diri hakkındaki duaları müessirdir. Duanın, kendisine dua edilen kimselere faydası vardır. Çünkü Ayeti kerimede: وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجِيبُوا لِي وَلْيُؤْمِنُوا بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ "Şayet kullarım, sana benden sordularsa, gerçekten ben çok yakınımdır. Bana dua edince, duacının duasını kabul ederim. O halde onlar da benim davetime koşsunlar ve bana hakkıyla iman etsinler ki, doğru yola gidebilsinler."(Bakara 186) Mutezile'den bazıları: "Gerek ölü gerekse diri için duanın bir tesiri yoktur." demiştir ki bu söz ayete muhalif bir sözdür.
Dualar için, açık bir tesir vardır. Ehli dalalet (sapıklık içinde olanlar) ise duada tesiri nefi eder, (kabul etmezler).
İzah: Duanın tesiri hakkında, Ehli sünnet ile Mutezile arasında ihtilaf vaki olmuştur. Ehli sünnet akidesinde müminin ölü ve diri hakkındaki duaları müessirdir. Duanın, kendisine dua edilen kimselere faydası vardır. Çünkü Ayeti kerimede: وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجِيبُوا لِي وَلْيُؤْمِنُوا بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ "Şayet kullarım, sana benden sordularsa, gerçekten ben çok yakınımdır. Bana dua edince, duacının duasını kabul ederim. O halde onlar da benim davetime koşsunlar ve bana hakkıyla iman etsinler ki, doğru yola gidebilsinler."(Bakara 186) Mutezile'den bazıları: "Gerek ölü gerekse diri için duanın bir tesiri yoktur." demiştir ki bu söz ayete muhalif bir sözdür.
59.Beyit
ودنيانا حديث و الهيولى * عديم الكون فاسمع بإجتزال
Dünya, zahiri veya batıni bütün ecsami ile (içinde görünen ve görünmeyen herşeyi ile bütün cisimleriyle) hadistir, yani sonradan vücuda gelmiştir (yaratılmıştır). Heyyula (öz madde) yokluktan sonra var olmuştur. Sen bunu sevinçle dinle!.
İzah: "Heyyula": (Felsefecilerin eşyanın aslı dedikleri şey), madum ve mevcud değidir. Dünya ve içinde olan herşey, bütün kainat sonradan olmadır ve yaratılmıştır. Ezeli ve ebedi olan ancak Allah'tır. Allah, bütün kainatı yoktan var eden, yaratan yegane varlıktır. Eşi ve benzeri yoktur. Sen bu kelamı ferah kulağı, sururu kalb ile dinle. Kadim sıfatıyla muttasıf olan Hak sübhanehü ve Teala hazretleri varlığı ile beraber hiç bir şey mevcut değildi, bütün bunlar daha sonra yaratıldı. Kainatın küllisi kudreti ilahi ile mahluktur. اللَّهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ "De ki: "Allah, her şeyi yaratandır. O, birdir. Her şeye üstün ve kahredicidir."(Ra’d/16). Bu beyit, Materyalist felsefeye ilk madde fikrine bir reddiye niteliğindedir.
60.Beyit
وللجنات و النيران كون عليها عليها مرّ احوال خوال
Cennet ve cehennem (vücud) vardır. (varlığı şimdiden vardır, hayal ürünü değildir.) Onların üzerinde bir takım hallerin değişmesi ve zamanın geçmesi (ahvali sininin ve mazinin süruru) sabittir.
İzah: Cennet için tabakat ve dereceler, Cehennem için derekeler
vardır. Cennet ve Cehennem, şu anda mevcut ve hazırdır. Cennet içinde, şimdi ve zamanı mazide mevcudiyyeti nas ile sabittir.
وَسَارِعُوا إِلَى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَوَاتُ
وَالْأَرْضُ
أُعِدَّتْ لِلْمُتَّقِينَ
"Ve
koşuşun Rabbinizden bir mağfirete ve bir Cennete ki eni Semavat-ü Arz
genişliğindedir, müttekîler için hazırlanmıştır" ( Âl-i İmrân/133) وَاتَّقُوا
النَّارَ الَّتِي أُعِدَّتْ
لِلْكَافِرِين "Ve
o ateşten korkunuz ki, kâfirler için hazırlanmıştır." (Âl-i İmrân/131) ayetleri mazi sigası ile ("hazırlandı" أُعِدَّتْ şeklinde geçmiş zaman kipinde belirtildiği için, akılla bilinemeyecek şekilde cennet ve cehennem şimdi vardır ve hazırdır.) şeklinde ifade ve izah olmuştur.
61.Beyit
و ذو الايمان لا يبقي مقيما * بسو ء الذنب في دار اشتعال
İman sahibi kimse, büyük günahları sebebiyle (günahı kebairi sebebi ile) cehennem darında ebedi kalıcı değildir.
İzah: Büyük günah sahibi olan mümin kimse, tevbe etmeksizin ölse ve isyanı sebebi
ile cehenneme dahil olsa da kafirler gibi cehennemde ebedi kalmayıp, cezasını
çektikten sonra cennete dahil olacaktır. Bu meselede Ehli sünnet ve Mutezile arasında ıhtilaf vardır. Mutezile'ye göre ehli kebair mümin de olsa ebedi olarak cehennemdedir. Halbuki mümin Allah'a "şerik" koşmasa (ortaklık ittihaz etmediği müddetçe), büyük günah (seyyiat) işlese de mümindir. İnsanların imanları, büyük günah işlemekle yok olmaz. Bu büyük günah işlemiş mümin kişiler, cezalarını çektikten sonra Allah'ın izni ile cennete dahil olacaklardır. İnsanlar üç kısım üzerinedir. Bazısı kafir olduğu
halde ölür, bunlar ebedi olarak cehennem azabındadır. Bazısı günahsız veya tevbe ile iman sahibi olarak ölür, bu kişiler ebedi olarak cennettedir. Bazısı da tevbe etmeden günahı ile ölen mümin kişidir, bunlar da günahı nisbetince cehennem azabından sonra cennete dahil olur. فَمَنْ
يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا "Her
kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir."(Zilzal/7) Hadisi Şerif: "La
ilahe illallah, Muhammedün Resulullah diyene Cehennem ateşi haramdır."(Müslim)
Matematik Konularından Seçmeler
matematik
(209)
geometri
(124)
üçgen
(49)
ÖSYM Sınavları
(46)
trigonometri
(38)
çember
(30)
fonksiyon
(28)
sayılar
(26)
alan formülleri
(25)
türev
(22)
analitik geometri
(19)
denklem
(18)
dörtgenler
(17)
limit
(16)
belirli integral
(13)
katı cisimler
(11)
koordinat sistemi
(11)
fraktal geometri
(7)
materyal geliştirme
(7)
asal sayılar
(4)
elips
(3)
tümevarım
(3)
binom açılımı
(2)
hiperbol
(2)
En Çok Okunan Yazılar
-
Bu yazıda Esma-ül Hüsna hakkında kısaca bilgi verildikten sonra Ebced hesabı ile arasındaki ilişkiyi açıklayıp bütün 99 ismin ebced değerle...
-
ÖSYM'nin 15/06/2019 Tarihinde gerçekleştirdiği TYT matematik sınavı, farklı tarzda ayırt edici sorular içermekle birlikte, 2018 yılı TY...
-
x, bir gerçek (reel) sayı olmak üzere, x'ten büyük olmayan en büyük tamsayıya x'in tam değeri denir. Bunu ifade eden fonksiyona tam ...
-
Ehl-i Sünnet itikâdını, nazım (şiir) olarak anlatan ünlü ve önemli eserlerden biri; kuşkusuz Emâlî kasidesidir. "Bed'ül Emali&quo...
-
Köşe koordinatları bilinen üçgenin alanını bulmak için, vektör bileşenlerin determinant kuralından yararlanılır. Determinantta SARRUS Kuralı...
-
Trigonometrik değerleri bilinen iki açının toplamının veya farkının trigonometrik değerlerini hesaplamak için kullanılan formüllerdir. Bu f...
-
Koordinat düzleminde çizilen birim çember için çember üzerinde alınan rastgele bir L noktasından x ve y eksenlerini kesecek biçimde bir doğ...
Lütfen ilgili yazıların altında, yorumlarınızı bizimle paylaşınız. Kırık bağlantıları ve hatalı içerikleri mutlaka bildiriniz. Bizlere güzel dualar ederek destek olunuz...
KADİR PANCAR...