Sesin Mahiyeti ve "Sayha"

Tarihte pek çok kavim, azgınlıklarının ve isyanlarının bir sonucu olarak helak olmuşlardır. Bu kavimler, kendilerine gelen peygamberlerin, tebliğ davetinden yüz çevirip yalanlamaları ve Allah’ın emir ve yasaklarına isyan etmiş olmaları sebebiyle, şiddetli bir şekilde cezalandırılmışlardır. Hakkı öğretmek ve tebliğ etmek amacıyla kendilerine gönderilen peygamberleri öldürme teşebbüsünde dahi bulunan, peygamberlere ve onlara inananlara çeşitli zulümler yapan kavimlerin, günah ve küfürde ne kadar azgınlaştıklarını, Kur'an-ı Kerim ayetlerinde birer ibret vesikası olarak görüyoruz. Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayette taşkınlıkta aşırıya gitmiş kavimlerin, farklı azaplarla cezalandırıldığı veya yok edildiği nakledilmiştir. Bu azaplardan biri de “sayha” ile helak edilme azabıdır. 


“Ey kavmim! İşte size mucize olarak Allah’ın gönderdiği deve. Onu bırakın Allah’ın mülkünde otlasın. Ona kötülük etmeyin; sonra sizi, yaklaşan bir azap yakalar." Fakat Semud kavmi, o deveyi hunharca öldürdü. Salih de, "Yurdunuzda üç gün daha yaşayın!" dedi. Bu, asla yalan olamayacak bir tehdit idi. Emrimiz gelince Salih’i ve onunla beraber iman edenleri, bizden bir rahmet olarak, helâk olmaktan ve o günün zilletinden kurtardık. Şüphesiz rabbin kuvvetlidir, üstündür. Zulmedenleri de o korkunç ses "sayha" yakaladı, yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar. Sanki orada hiç oturmamışlardı. İşte böyle, Semud kavmi rablerini inkâr etti. Vay Semud’un haline! (Hud Suresi/64-68) [*]
Kibir, inkar ve zalimlikleri neticesinde helak edilen Semud ve benzeri halkların durumları, Kur'an-ı Kerim'de çeşitli ayetlerde defaatle zikredilmiştir. Bu kavimlerin uğradıkları felaketin kaynağı olarak ayetlerde geçen sayha" hakkında, çeşitli tefsir kaynaklarında farklı rivayetler vardır. Bu tefsir rivayetlerini, geniş çapta derleyerek önceki yazımızda aktardık. ("ZALİMLERİ ÇARPAN MÜTHİŞ SAYHA")  Bknz: https://muallims.blogspot.com/2021/02/zalimleri-carpan-muthis-sayha.html 
Bu yazımızda; Kur’an-ı Kerim’de söz konusu edilen bu sesin (sayha) mahiyetini daha iyi anlayabilmek için, ses özellikleri ve sesin ihtiva ettiği ölümcül etkileri üzerine, ilim dünyasında keşfedilen bazı bulguları ve araştırma sonuçlarını, günümüz imkanları ile elde edilen ilmi gerçekler etrafında irdelemeye devam edelim. Konuya geçmeden şu açıklamayı yapmak yararlı olacaktır. Konu ile ilgili olarak paylaşacağımız ilmi özelliklerin doğruluğu, günümüz ilmi çalışmalarının bulguları kadardır. Zaman ve teknolojinin keşfi ve gelişimi ile bu bilgilerin doğrulukları farklılaşabilir. Şartları değişebilir. Bu nedenle zikredilecek olan ses teknolojileri hakkındaki yorumlar, varsayımlar da bu bilgiler ışığında ele alınarak değerlendirilmeli ve mutlak doğru gibi kabul edilmemelidir. Burada yer alan bilgiler, bizlere fikir vermesi açısından incelenip, titizlikle değerlendirilmelidir.

Ses, canlıların işitme organları tarafından algılanabilen periyodik basınç değişimleridir. Ses, esasında bir çeşit enerji türü olup, dalgalar halinde yayılır. Ses kaynağından çıkan herhangi bir ses, boşluk olmayan maddesel bir ortamda, maddenin içerisindeki taneciklerini titreştirir. Ses titreşimlerle oluşur, ortamlarda var olan titreşimi enerjiye dönüştürür. Tanecik yapısı sıkı olan yüzeylerde ses yayılımı daha hızlı olur.[4] Ses dalgaları ortamlarda sıkışma ve genleşme şeklinde boyuna ilerleyen dalga biçimindedir. Ses, ortamda ilerleyen bu dalgaların bir nevi basıncı olduğundan çarptıkları yüzeylerde bir darbe oluşturur. Yağmur, rüzgâr, çığ, akarsular, gök gürültüsü, yıldırım, insan, hayvan ve bitki sesleri, deprem uğultusu, şelale akıntısı, yanardağ süzmesi, gibi kendiliğinden ses çıkaran kaynaklara doğal ses kaynakları denir. Bunun haricinde kalan, insan eliyle, makineler yardımıyla veya teknolojik imkanlarla üretilen seslere de yapay ses kaynakları denir. Ortamda/akciğerlerde bulunan havanın, ses organlarında gırtlakta ses telleri ile biçimlendirilmesiyle oluşan, kulakla veya hassas teknik aletlerle algılanabilen titreşimi de insan sesi olarak tanımlayabiliriz. İnsan sesi, parmak izi ve retina gibi eşsiz ve kişiye özeldir.


Sesin şiddeti desibel (dB) cinsinden ölçülür. "0″ desibel insan kulağının işitebileceği en düşük ses olarak kabul edilir. Ses frekansı, ortalama özelliklere sahip herhangi bir insanın duyabileceği frekanslardaki periyodik titreşimler için kullanılan terimdir. Hertz birimi ile ölçülen ve sesin perdesini belirleyen, sesin bir niteliğidir. Ses frekansının genel olarak kabul görmüş aralığı 20hz ila 20.000hz arasıdır ancak bireylerin duyduğu ses frekansı aralığı, çevresel faktörlerin de etkisiyle kişiden kişiye değişiklik gösterir. 20 hz'in altındaki frekanslar, eğer titreşimin genliği yeteri kadar büyük değilse işitilmez ama hissedilebilir. 20.000 hz'in üstündeki frekanslar da bazen, çocuklar ve gençler tarafından hissedilebilir.[5] Yaşlandıkça duyma eşiğinin düşmesi hepimizce malumdur. Frekans arttıkça ses tizleşir. Çocukların, bebeklerin kulakları tırmalayıcı sesleri bu açıdan dikkate değerdir. Frekansı oluşturan saniyedeki periyot sayısı, ne kadar fazla olursa ses o kadar tiz; ne kadar az olursa, o kadar bas niteliğe bürünür.


Ses hızı, frekansa bağlı olarak genellikle değişmez. Havanın sıcaklık ve yoğunluk durumuna göre sesin yayılma hızında değişme meydana gelebilir. Soğuk havada ses yayılım hızı azalır, ama sesin etkisi bulunan alana bağlı olarak değişiklik gösterir. Fırtınalar, süpersonik uçakların hızları, depremler dağlık alanlarda oluşturdukları titreşimlerle bu bölgelerde çığa neden olabilir. Yoğun kar birikmesi olan dağlarda bazen insan sesi bile, bir çığ felaketini tetikleyebilir. Ses sıcak havadan soğuk havaya geçerken yayılma doğrultusunu değiştirir. Ses ile rüzgar arasında da bir ilişki mevcuttur. Herhangi bir alanda, rüzgar arkadan eserse ses, zemine doğru yönlenir. Rüzgar önden eserse, ses zeminden yukarı doğru hareketlenir. Gündüzleri, zemin ısındığı için ses dalgaları, ısı etkisiyle yukarı doğru yönelirken gece vakti, zemin soğuduğu için ses dalgaları aşağıya doğru yönelir ve gündüze göre sesin etkisi daha uzak mesafelere gider.


Bir ses kaynağının hızı, sesin yayılma hızını geçerse artık bu ses, bir patlama sesi olarak duyulur. Bu durumda ses dalga gibi konik bir alana yayılır ve şok dalgaları olarak isimlendirilir. Şok dalgaları akciğer, ağız, burun, kulak gibi organları yoğun etkiler. Akciğer hasarı, akut solunum sıkıntısı sendromu, bağırsak ve kulak zarı yırtılması gibi etkiler sesin şok etkisi sonucudur. Şok dalgası, sesin yüksek yoğunluğu ve hızı ile organlarda parçalayıcı etki yapar. Şok dalgasından en çok etkilenen organlar hava içeren organlardır. Bunlar akciğer, orta kulak ve karında bulunan lümenli organlardır. Yapılan çalışmalarda, hava dolu organların şok dalgası nedeniyle milisaniyeler içinde, önce ezildiği ve sonra hemen genişleyip eski haline döndüğü görülmüştür. [6] Bir patlama sonrası oluşan şok dalgası ile çevrede meydana gelen tahribat pek çok defa kameralarla da kaydedilmiştir. [7]


Bilindiği üzere, canlıların işitme özellikleri birbirinden oldukça farklıdır. Özelde hayvanlar ile insanların duyma eşikleri, birbirine kıyasla çok farklıdır. İnsanın işitmesini sağlayan belli bir ses frekans değeri vardır. Hayvanlar, insanların duyamadığı ses frekanslarını algılayabilirler. Örneğin Köpekler 20.000 Hertzden daha yüksek frekanslı sesleri duyabilirler. Francis Galton, köpeklerin bu işitme özelliğinden yararlanarak, frekans aralığı 16000 ile 22000 Hertz arasında olan Galton Köpek Düdüğünü tasarlamıştır. Sadece köpeklerin duyabileceği frekanslardaki sesleri veren bu düdük ile köpeklerin saldırısından insanların korunması amaçlanmıştır. Sonik ses patlamalarına veya 200 metre altında alçaktan uçuş yapan uçak seslerine karşı hayvanların davranışları genellikle minimum davranış olarak kabul edilen irkilme tepkisi olarak ortaya çıkarken daha yüksek seslerde durumun daha ciddi hale geldiği tespit edilmiştir. (Nixon,1 968; Bond,1974; Espmark-1974) Koyun, sığır gibi çiftlik hayvanları, aniden 105 dB şiddetli yüksek düzeydeki bir gürültüye maruz bırakıldığında, yem tüketimi yanı sıra süt verimi ve süt salımının da düştüğü araştırma sonuçlarıyla bildirilmiştir. (Casady ve Lehmann, 1967; Bond,1974) Ses tabiatı gereği, örneklerde görüldüğü üzere canlılarda çok farklı şekillerde kullanılabilmekte ve canlı üzerinde çeşitli olumsuz etkilere sebep olabilmektedir.


Ses hakkında bir başka konu da sesin belli bir doğrultuda yönlendirilebilmesi meselesidir. Bu konuda da araştırmalar sonuç vermiş ve hipersonik ses teknolojisi bilim dünyasında ortaya çıkmıştır. Hipersonik ses; ses dalgalarını belli bir noktaya odaklamayı sağlayan bir ses teknolojisi olup, Woody Norris tarafından keşfedilmiştir. Herhangi bir kaynaktan gelen sesin, yalnızca odaklanılan noktalarda bulunan kişilerce duyulmasını sağlar. Odak dışında kalan kişiler, ses kaynağından çıkan bu sesi duyamaz.[8] Hipersonik ses teknolojisi sayesinde, ultrasonik ses dalgaları kullanarak, lazer ışık kaynaklarından çıkan ışığın bir yere düz bir doğrultuda odaklanması gibi, sesin de bir doğrultuda belli bir kişiye ya da yüzeye doğru odaklanması sağlanabilmektedir. Bu ses teknolojisi kişiye özel formatta ses üretebildiği için çeşitli alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Tedirgin edici bir gelişme olduğunu belirtmekle beraber, konu ile ilgili geçmiş yıllarda çıkan bir gazete haberinde yer alan ifadeyi burada aktarmak yerinde olacaktır. Hipersonik ses dalgasının nerelerde kullanılabileceği ifade edilirken, haberde şu şekilde bir tanımlama yapılıyor. “Örneğin, markette raflar arasında gezen kişiler, o anda önünde bulundukları tezgahtaki ürünler hakkında sesli olarak bilgi alabilecek. Böylece her müşteriye aynı anda, tüm ürünler hakkında, ayrı ayrı tanıtım ve reklam yapılabilecek. Ya da bir müzeyi ziyaret edenlerin her biri, sadece o anda önünde bulundukları eser hakkında bilgilendirilebilecekler. Araçla seyahat etmekte olan bir ailede ön koltukta oturanlarla arka koltukta oturanlar farklı müzikleri dinleyebilecekler.”[9] (Hürriyet Gazetesi 30/05/2003) Haberin üzerinden uzun yıllar geçmesiyle birlikte bu alandaki çalışmalar da oldukça ilerlemiş durumdadır. Kişiye ve alana özel ses üretimi sayesinde, hastalık tedavisi, reklam piyasası, müzik sistemleri gibi pek çok alanda ilerleme katedilmiştir. Ayrıca bu ses teknolojisi, silahlı saldırı biçimi olarak da kullanılmaya başlanmıştır.[10] İlerleyen zamanlarda bu alanda çok daha farklı gelişmelerin olacağını şimdiden söyleyebiliriz.


Ses kavramı içinde ayrı bir başlık olarak radyo frekansını ve İyonosfer tabakasını da inceleyelim. Ses, görüntü ve data gibi bilgiler daha yüksek frekanslı bir elektromanyetik dalga yardımıyla, yayıncılık alanında yayınlanırlar. Yüksek frekanslı dalgaya, radyo frekansı adı verilir. Bu dalga RF kısaltmasıyla gösterilir. Radyo frekansları bir vericide oluşturulur ve bu şekilde yansıtılır. Radyo frekans alanının sınırlı oluşu ve ses bandı genişledikçe bu bölgenin de genişleme zorunluluğunun oluşu, yayınlanan seslerin bandında bazı sınırlamalara yol açmıştır. Anten yardımıyla sayısal yayıncılık bu sınırlamaları büyük ölçüde azaltmıştır. Radyo dalgaları ilk olarak 1867'de İskoç James Clerk Maxwell tarafından keşfedildi. 1887'de Alman fizikçi Heinrich Hertz, Maxwell'in elektromanyetik dalgalarının gerçekliğini, laboratuvar ortamında deney yaparak gösterdi. İtalyan Guglielmo Marconi ilk radyo vericileri ve alıcılarını 1894 yılları arasında icat etti. Daha sonra bu alandaki gelişmelerle birlikte radyo ve radyo yayıncılığı askeri alanlarda da kullanılmaya başlandı.


İyonosfer ise radyo dalgalarının iletişimi açısından önemli bir yere sahiptir. İyonosfer, dünya katmanları arasında yer alan, atmosferin elektromanyetik dalgaları yansıtacak miktarda iyonların ve serbest elektronların bulunduğu yüksekliği zamana ve mevsime göre değişiklik göstermekle birlikte sınırının genel olarak 25-50 mil arasında olduğu var sayılan bir tabakadır. Radyo dalgaları, iyonosferde iletilebilir. Bir radyo dalgası, İyonosfere ulaştığında, elektromanyetik dalganın elektrik alan birleşeni, İyonosferdeki elektronları radyo frekansı ile aynı frekansta titreşime zorlar. Titreşim enerjisi, elektronların yeniden düzenlenmesini ya da elektronların orijinal radyo frekansını yeniden oluşturmasını sağlar. İyonosferin çarpışma frekansı radyo frekansından düşük ve elektron yoğunluğu yeterli ise tam olarak yansıma gerçekleşir. Eğer gönderilen radyo dalgasının frekansı İyonosferin plazma frekansından büyük ise elektronlar yeterince hızlı dönüt veremez ve sinyal geri yansımaz. Radyo dalgalarındaki gelişmeleri telsiz, uydu, TV, kablo yayıncılığı, navigasyon, radar gibi alanlarda da çok farklı değişimlere ve ilerlemelere yol açmıştır.


İnsan vücudunun da bir sesi vardır. Özellikle beynin sinirlere uyarı şeklinde emirleri iletmesi ibretlik bir durumdur. Vücut sistemini yöneten ve bu sistemler arasında iş birliğini sağlayan beyin, tüm zihinsel faaliyetlere, duygu ve hareketlere karşılık kendince bilinen özellikte birtakım sinyaller üretmektedir. Beyin bir nevi bilgisayar işlemcisi gibi düşünüldüğünde “iletim merkezi” olarak çeşitli organlara/programlara emirler gelmekte ve onlardan da anında dönüt alınıp beyne iletilmektedir. Bir elektrik devresinde nasıl elektrik kaynağından çıkan akım, bütün devreyi dolaşabiliyorsa, beyinden gelen iletim de muhatap organ ve sistemlere rahatlıkla ulaşabilmekte ve cevap alabilmektedir. Beyinde gerçekleşen bu elektriksel sinyallerin/seslerin frekanslarının 3hz ile 30hz arasında kişisel özelliklere bağlı olarak değiştiği gözlemlenmiştir. Bu frekans değerleri kaydedilerek veya çeşitli teknolojik imkanlarla yorumlanarak, insan ve hayvan beyin sinyalleri okunur hale dönüştürülmüş ve iletilen mesajları algılanabilir olmuştur. Bu sinyaller yardımıyla beyni etkileyecek biçimde üzerine veri yüklemesi veya beynin dışarıdan yönlendirilebilir hale gelmesi de mümkün olmuştur. Laboratuvar ortamında hayvan deneyleri üzerinde birtakım ilerlemeler kaydedilmiştir. Michael R. Bruchas, James Gnadt ve John A. Rogers gibi Amerikalı bilim insanları, ışığı ve mikroskobik miktardaki ilaçları göndererek, laboratuvar ortamında fareler üzerinde gerçekleştirdikleri deneyde fare hareketlerini uzaktan kumanda ile kontrol edebilmiştir.[11] 


Psikolojide, hipnoz ve telkinler gibi sakinleştirici sesler ve kullanılan ilaçlar yardımıyla, zihinsel kontrolü sağlamak için, insan beyni ile bilinçli bir iletişim kurulabilmiştir. Zihin kontrolü, düşük frekanslı seslerle beynin belli kısımlarına özel titreşim ve sinyaller göndererek insanların bir takım davranış değişikliklerini sağlamayı amaçlar. “Eğer uzaktan gönderilen sesler insan kulağının duyum eşiklerine çok yakın frekanslarda ise kişi konuşulanları şuurlu bir şekilde duymasa bile beyin tarafından verilen mesaj alınır.”[12] (Yörükoğlu, 2012) Bu çalışmaların temelinde insanların davranışlarına her türlü teknolojik imkan kullanılarak yön verebilmek vardır.


Toplumların zihin kontrolünü sağlayıp, bireylerin düşüncelerine yön verebilmek için; yazılı materyaller ile görsel/işitsel iletişim araçları gibi pek çok imkan seferber edilir. Yapılan araştırma sonuçlarında ortaya çıkan rapor şaşırtıcı derecededir. “Suni korku oluşturulması ve zihin kontrol teknolojisinin son aşaması, seçilmiş herhangi bir kurban veya bir gerçek grubun beyin dalgalarının kopyalanmasıdır. Kuvvetli bilgisayarların kullanımıyla, öfke, acı, kaygı, küçümseme, umutsuzluk, şiddet, sıkıntı, kıskançlık, hayal kırıklığı, üzüntü, suçluluk, nefret, pişmanlık, dargınlık, utanç, aldırış etmeme hali, kızgınlık, acıma, hiddet, özlem, kin, ve şiddet gibi insan duyguları belirlenip EEG sinyalleri içinde “duygu ifade grupları” olarak ayrılmışlardır. İlgili frekans ve genişlikleri ölçülmüş, uygun ve ayrı bir şekilde etiketlendikten sonra, frekans/genişlik grupları birleştirilip başka bir bilgisayarda saklanmıştır. Sonuç olarak, bu duygu kalıpları alçak ses taşıyıcı frekansların içine yerleştirilip, başka bir insanın zihninde aynı duyguların oluşturulması için kullanılabilecek aşamaya gelmiştir.”[13] (Victorian, 2007,212-214) Burada söz edilen kavram ve araştırma sonuçları değerlendirildiğinde, kimilerine göre bir ütopya ya da komplo teorisi olarak gözükebilir. Lakin teknolojik ilerlemelerin ışığında, keşiflerin insanoğlu üzerindeki olumsuz etkileri görüldüğünde, geriye dönüşün artık imkansız hale geleceğini şimdiden tahmin edebiliriz.


Sonuç olarak; bütün bu yazılanları toparlarsak, burada zikredilen ses tanımlamaları ile ilgili olarak şunları söyleyebilirim. İnsanlar kazandıkları ile hayır ve şerri arzular ve bunların neticelerine peşinen razı olurlar. İnsanın hırs, heva, bencillik, kibir ve hükümranlık kurma isteği iman ve inanç ile baskılanmadığı durumlarda onu helake götürür. Bu helak, bazen dini anlamda inkar ve zulümleri sebebiyle Allah tarafından, geçmiş kavimlerin helakinde de olduğu gibi, insanoğluna bir ceza olarak gelir. Bazen de kişi kendi eliyle maddi olarak kendi yıkımını sağlar. Buradaki her iki sonuç da Allah’ın ilmi, iradesi ve kudretiyle mümkün hale gelir. Bazen Cebrail (a.s)’ın müthiş bir sesiyle yurtların altı üstüne gelirken, bazen de hiç fark etmediğimiz sessiz bir çığlık ile yok ediliriz. Bazen de Allah-ü Teala, insanların helakini bir vasıtaya bağlı kılar.


İnsanın kendi kazandıkları, yapıp ettikleri, keşifleri gibi maddi sebeplere bağlı olarak da bir helak ve yıkım söz konusu olabilir. Şeytanın aveneleri, atom bombalarında olduğu gibi, nasıl insanlığa tehdit olabildiyse, ses teknolojisini de kendi hükümranlıkları ve felaketleri için kullanabilirler. Örneğin; insanın duyma frekansının çok üstünde veya çok altında olan bir ses frekansı, insanda korkunç bir etkiye sebep olabilir. İnsanın kulak zarını patlatacak, ruhunu psikolojik olarak yıpratacak; bedenini de biyolojik olarak yıkıma götürecek bir ses frekansı oluşturulabilir. Radyo dalgaları, internet ağları, uydu sinyalleri gibi uzaktan yayılım gösteren buna benzer şu an bilemediğimiz teknolojiler sayesinde, görülmeyen ama güçlü biçimde hissedilen insan takatini aşacak sinyallerle kişiye has olarak ses üretilip, yönlendirilebilir. Teknolojik alet ve imkanlarla oluşturulan birtakım sesler, belli düzeyde şiddetlendirilerek, dünya hava katmanları -belki İyonosfer tabakası- kullanılarak istenilen alanlara yayılabilir. Belki büyük bir ses ile deprem hareketi tetiklenerek şehirlerde büyük yıkımlar oluşturulabilir. Bir ses ile yıllardır suskun/sönmüş diye nitelendirdiğimiz yanardağlar bile harekete geçirilerek, medeniyetler küller altında bırakılabilir. Bir ses ile ortamda şok dalgaları oluşturularak, canlılar oldukları yerde ruhen ve bedenen parça parça olabilir. Nasıl bir dinamit patlamasıyla balıklar, nehir yüzeylerinde sersem halde kalıyorsa, insanlar da benzer şekilde, mahiyetini henüz bilemediğimiz bir ses ile baygınlaşmış halde kalabilir. Dünyada kibirle övünen insanların hareketleri, tıpkı oyuncaklar gibi uzaktan bir ses ile yönlendirilip kumanda edilebilir. İnsan beyni, çeşitli elektromanyetik ses ve sinyallerle adeta bilgisayara komut yüklemesi gibi doldurulup, hiç istemediği hareketleri yapar hale getirilebilir. Evlerdeki her türlü teknolojik alet, bir ses ile bir anda uzaktan kontrol edilebilir. Hiç farkında bile olmadan, elimizdeki cep telefonlarından sadece beynimize hitap eden ses frekansları verilerek insan zihni kontrol altına alınabilir. Daha kötüsü, bir ses kaynağı ile insan bedeni, bir anda olduğu yerde kaskatı hale dönüştürülebilir. Bütün bunlar akla gelebilecek ihtimallerdir… Her şeyi birleştirdiğimin farkındayım. Belki bir ütopya kuruyorum, bazılarına göre bütün bunlar komplo teorisi olabilir ama Kur’an-ı Kerim’de sıkça geçen “sayha” ile “helak” ilişkisine değinmekte ve incelemekte fayda olduğunu düşünüyorum. Hakikatte olur mu, olmaz mı orasını ancak Allah bilir.


Şeytan sinsidir ve insanoğlunun en büyük düşmanıdır. Şeytanın yardımcıları konumundaki bazı bilim insanları, şeytanın arzuladığı düzeni oluşturabilmek için her türlü ayrıntıyı ciddiyetle incelemekte ve tüm işaretleri değerlendirmektedir. Düşmanını hiç tanımadan, yapabileceklerini tahmin etmeden, hilesi çok olan bir düşmanla mücadeleye girişmek ise oldukça güçtür. Bu bakımdan insanlar, özgürlüklerini tehdit eden, kendilerini helake götürecek şeytani sistemleri iyi tanımalıdır. İslam dininin gereklerini iyi bilmeli ve hayatında bunları uygulamalıdır. İnanç ve iman ilkelerinden asla taviz vermemelidir. Hak olana yönelmeli ve batıl olandan uzaklaşmalıdır. Mümin, Allah’ın koruması altındadır. Peygamberimizin (s.a.v) Abdullah b. Abbas’a dediği gibi, “Şunu bil ki bütün insanlar sana fayda vermek için toplansa Allah’ın takdiri dışında sana fayda veremezler. Bütün insanlar sana zarar vermek için toplansa Allah’ın takdiri dışında sana hiçbir zarar veremezler.”( Tirmizî, Sıfatü'l-kıyâme, 59; İbn Hanbel, I, 293)
Yüce dinimiz İslam, tüm insanlığa imanın hakikatlerini, dünya ve ahiret saadetinin yollarını gösterir. Sadece Allah’a kulluk etmeyi, O’na güvenmeyi, O’nun rahmetine sığınmayı ve yalnız O’ndan yardım dilemeyi emreder. Var olan tüm batıl düzenleri ve hurafeleri yok sayar. Dünya ve ahirette saadeti ve muvaffak olmayı Rabbimizden isteyelim. Her zaman acziyet içinde, kibrimizi ayaklar altına alıp, dua edelim. “De ki: Yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfürüp büyü yapan üfürükçülerin şerrinden ve kıskandığı vakit kıskanç kişinin şerrinden sabahın Rabbine sığınırım!(Felak Suresi/1-5);“De ki: "Cinlerden, insanlardan olsun, insanların kalplerine vesvese sokan sinsi şeytanın şerrinden insanların rabbine, insanların mâlik ve hâkimine, insanların mâbuduna sığınırım!”(Nas Suresi/1-6)
Var olan gerçekler ve ihtimaller üzerinden kayda değer bir çalışma olması açısından uzunca değerlendirdiğim bu yazıda, “sayha” (ses) hakkında ulaşabildiğim verileri, tefsirler eşliğinde titizlikle sunmaya çalıştım. Hata ve noksanlıklar elbet vardır, bunlardan dolayı Allah’tan affımı niyaz ederim. Çalışma bizden, hidayet ve Tevfik ise Allah’tandır.
11/02/2021 
Kadir PANCAR

“Eğer evrenin sırlarını öğrenmek istiyorsanız; enerji, frekans ve titreşim kavramlarıyla düşünün.”  (Nikola Tesla)

Kaynakça:


[*] Celal Kırca, "Semud Maddesi", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/semud

[4] Ses dalgaları katılarda yaklaşık olarak 6000 m/s hızla yayılır. Suda 1453 m/s hızla yol alır. Havada 340 m/s yol alır.

[5] Michael Pilhofer (2007). Music Theory for Dummies. For Dummies. s. 97

[6] Patlama yaralanmalarının gizli yüzü: Şok dalgaları, Ulus Travma Acil Cerrahi Dergisi, 2010

[7] Yeni Şafak, 15 Şubat 2017, https://www.yenisafak.com/video-galeri/dunya/patlama-sonrasi-sok-dalgasi-boyle-goruntulendi-2127989

[8] Ahmet Küçük, 18 Ocak 2012, Hipersonik Ses Teknolojisi

[9] Hürriyet gazetesi, https://www.hurriyet.com.tr/gundem/kisiye-ozel-ses-lazeri-150117, 30.05.2003

[10] Hipersonik ses  teknolojisi, Amerikan ordusunda stratejik silahlar olarak kullanılıyor. Örneğin düşman askerleri çok daha güçlü ses dalgaları gönderilerek şoka sokulabiliyor ya da uzaktaki bir dağa hedef alınarak çalıştırılıyor ve dağa çarpan sinyaller sese dönüştüğü zaman düşman askerleri cihazı kullanan birliği konumunu tespit etmekte zorlanıyor. Bu da bu teknolojiye sahip askerlere büyük avantaj sağlıyor. Ahmet Küçük, 18 Ocak 2012

[11] Hürriyet Gazetesi, 01/08/2015, https://www.hurriyet.com.tr/dunya/bilim-adamlari-uzaktan-kumandayla-beyni-kontrol-etti-29699975

[12] Tahir Yörükoğlu, (2012). İstihbarat Servislerinde Beyin Yıkama Operasyonları, İstanbul: Kumsaati Yayınları

[13] Armen Vıctorian, (2007). İstihbaratta Beyin Yıkama Beyin Kontrolü, Çev.Mustafa Mencütekin, İstanbul, Timaş Y.

Zalimleri çarpan müthiş "Sayha"

Tarihte pek çok kavim, azgınlıklarının ve isyanlarının bir sonucu olarak helak olmuşlardır. Bu kavimler, kendilerine gelen peygamberlerin, tebliğ davetinden yüz çevirip yalanlamaları ve Allah’ın emir ve yasaklarına isyan etmiş olmaları sebebiyle, şiddetli bir şekilde cezalandırılmışlardır. Hakkı öğretmek ve tebliğ etmek amacıyla kendilerine gönderilen peygamberleri öldürme teşebbüsünde dahi bulunan, peygamberlere ve onlara inananlara çeşitli zulümler yapan kavimlerin, günah ve küfürde ne kadar azgınlaştıklarını, Kur'an-ı Kerim ayetlerinde birer ibret vesikası olarak görüyoruz. Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayette taşkınlıkta aşırıya gitmiş kavimlerin, farklı azaplarla cezalandırıldığı veya yok edildiği nakledilmiştir. Bu azaplardan biri de “sayha” ile helak edilme azabıdır.

Bu yazı, uzun içerikli bir yazıdır; isterseniz yazının PDF halini görüntülemek için bağlantıya tıklayabilirsiniz. "Zalimleri Çarpan Müthiş Sayha" - Kadir PANCAR" 

Sayha kelimesi hakkında daha detaylı bir fikir sahibi olabilmek için, Semud ve Medyen halklarının helakinden söz eden ilgili ayetleri, çeşitli tefsirlerden incelemeye çalışalım. Öncelikle Semud kavmi hakkında biraz bilgi verelim. 

Semud kavmi, Arabistan’ın Ad kavminden sonra gelen ve Hz. Salih’in peygamber olarak gönderildiği eski bir Arap toplumunun adıdır. Nuh’un oğlu Sam’ın soyundan gelen ve dedeleri Semud’un adıyla anılan kavim, Suriye ile Hicaz arasında, Hicaz demiryolunun da geçtiği sarp kayalıklara sahip vadinin olduğu, Medine ve Tebük şehirleri aralığında bulunan muhkem dağlarla çevrili, Hicr bölgesinde yaşamışlardır. Kur’an-ı Kerim’de ‘Ashabü’l-Hicr’ şeklinde geçen tanımlamanın, Semud kavmini işaret ettiği tefsir alimleri tarafından rivayet edilmiştir.[1] Ashab-ı Hicr halkının, Semud kavmiyle Hicr suresinde 80-83. ayetlerinde zikredilen yaşayış benzerliği de rivayetin sahihliğini göstermesi açısından önemlidir. “Kuşkusuz Hicr halkı da peygamberleri yalancılıkla suçladılar. Oysa onlara ayetlerimizi de gönderdik, fakat bunlara sırt çevirdiler. Onlar, güvende olmak üzere dağları oyarak barınaklar yaparlardı.” (Hicr suresi/80-83) Peygamber efendimizin Tebük Seferi’ni anlatan hadislerde de Hicr bölgesinin Semud toprakları diye tanımlanması (Buhari, “Enbiya”, 17; Müslim, “Zühd”, 40), ve Hicr’den geçerken, eskiden burada yaşayan insanların cezalandırılmış olmaları sebebiyle burada bulunan harabelere girilmemesini ve kuyularından su alınmamasını istediği rivayet edilmesi, (Buhari, “Meġāzî”, 81; Müslim, “Zühd”, 39, 40) o dönemde bu bölgenin Semud kavminin yaşadığı yer olarak bilindiğine de bir işaret niteliğindedir. 

Semud kavminin yaşadığı bu mevkiye, Salih (a.s) peygamberle ilgisi dolayısıyla ‘Medâinü-Sâlih’ (Salih’in Şehri) de denilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de yirmi bir surede, Semud kavminden ve kendilerine gönderilen Salih peygamberin tevhid mücadelesinden detaylı olarak bahsedilmiştir. Semud halkı, kendilerini her türlü felaketten koruyacağını düşündükleri için, dağlık ve sarp kayalıkları seçerek buralara oydukları sağlam evlerde yaşamayı tercih etmişlerdir. Semud halkının, bağ ve bahçelerin, pınarların bulunduğu, ekinlerin, meyveleri uç vermiş hurma ağaçlarının arasında güven içinde olduklarını düşündükleri bir yerleşime sahip olduğu ve kayaları yontarak evler ile düzlüklere kurdukları saraylarla ön plana çıktıkları, Kur’an-ı Kerim ayetlerinden (Şuara-147,148.149, A’raf-74; Hicr-82;Fecr-9) anlaşılmaktadır.Yaşadıkları zamanlarda dahi nüfusu kalabalık olan Semud kavminin, aynı bölgede yaşayan diğer kavimlere nazaran, daha gelişmiş bir konumda olduğu söylenebilir. Evleri, dağ oyuklarında olduğu için başlarına gelebilecek doğal afetlerden ve farklı saldırılardan korunmuşlardır. Semud halkına, Salih (a.s.) peygamber olarak gönderilmiş ve ilahi hitabı kendilerine tebliğ etmiştir. İlahi hitabı yalanlayan Semud halkı, ayrıca kendilerine vaad edilen azabı da Salih Peygamber’den isteme cüretinin göstermiştir. Salih peygamberin (a.s), kendilerine bir mucize olarak gösterdiği dişi deveyle imtihan olan bu kavim, peygamberin kendilerine karşı koyabilecek bir dünyevi gücü olmadığını bildiklerinden dolayı, O’na isyan etmişlerdir. Salih Peygamberin emir ve yasaklarını dinlemeyen, O’nun tevhid çağrısına uymayıp inkarda direnen ve kendileri için bir mucize olan dişi deveyi vahşice kesen kavim, aynı zamanda bu öldürme hadisesine birlikte sahip çıkarak, kendilerine gelecek azaba da razı olmuşlardır. Olay, Kur’an-ı Kerim ayetlerinde şu şekilde geçmektedir: “Semud’a da kardeşleri Salih’i (gönderdik). Onlara, "Ey kavmim" dedi, "Allah’a kulluk edin; sizin O’ndan başka tanrınız yoktur. Size rabbinizden açık bir delil gelmiştir. O da, size bir işaret olarak Allah’ın şu devesidir. O’nu bırakın, Allah’ın toprağında otlasın. Ona kötülük etmeyin; sonra sizi elem verici bir azap yakalar." (A’raf Suresi/73) Kavim, Salih (a.s)’a gelerek, taştan bir deve çıkarırsa O’na iman edeceklerine dair yemin etmişler, fakat mucize deveye rağmen iman etmedikleri gibi, daha sonra Hz. Salih’in (a.s) bütün uyarılarına rağmen, kendilerine verilen bu deveyi, ayaklarını keserek vahşice öldürmüşlerdir. Bunun üzerine Salih (a.s) onlara elim bir azabın geleceğini söylemiş ve onların sağlam zeminlere yaptıkları dayanıklı binalarına rağmen, ansızın gelen bir azapla, yurtlarında diz üstü çöküp cansız biçimde kalmışlardır.


Allah Teala, hiç beklemedikleri bir anda Semud halkının işlerini bitirmiş ve onları yeryüzünde hiç yaşamamış gibi bir halde bırakıvermiştir. Rabbimiz Semud’un helâkini Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatır: Derken o korkunç ses onları yakalayıverdi. Biz de hepsini selin önündeki çer çöp haline getirdik.  Zalimlerin canı cehenneme.”(Mü’minûn Suresi-41), “Onlara tek bir ses gönderdik de ağıla yığılmış çalı çırpıya döndüler.”(Kamer suresi-31), “O zalimleri ise korkunç ses yakaladı. Kendi yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar. Sanki orada hiç refah içinde yaşamamışlar gibi. İşte böyle, Semud kavmi rablerini inkâr etti. Vay Semud’un haline!” (Hûd Suresi-67-68), “Bunun üzerine onları korkunç bir sarsıntı yakalayıverdi ve onlar yurtlarında yüzüstü serilip kaldılar.( A’raf suresi-78), “Onca varlıkları ve evleri kendilerine bir fayda vermedi.”(Hicr suresi-84), “Artık sen, onların kurdukları hileli-düzenin uğradığı sona bir bak; Biz, onları ve kavimlerini topluca yerle bir ettik. İşte, zulmetmeleri dolayısıyla enkaza dönüşmüş ıpıssız evleri..” (Neml Suresi/51-52) “Rableri de günahları yüzünden başlarına azap indirip onları yerle bir etti.”(Şems suresi-14)

Deve mucizesinde dikkat edilecek bir husus vardır. Hz. Salih'in (a.s.) mucizesi dişi deveyi yalnızca bir kişi öldürdüğü halde (Nisa Suresi/27-29, Şems Suresi/12-14) bütün kabile, bu öldürme suçunun ortağı sayılmıştır. Çünkü bütün kabile, öldüren kişiye arka çıkmış, bu olayı desteklemiştir. Bir kişi tarafından işlenmiş olsa bile, "emri bil maruf ve nehyi anil münker" ilkesinden hareketle, bir toplum tarafından tasvip edilen veya bir toplumun iradesini yansıtan her suç, cemiyetin suçu olarak görülmüş olup, halk bir bütün olarak cezalandırılmıştır.

Salih peygamberin (a.s) tebliğ ile vazifeli olduğu halkın, deve ile olan imtihanını kaybetmesi karşısında halkın maruz kalacağı azabı, Kur’an-ı Kerim aktarırken farklı bir detay daha verir. Burada kavmin azap karşısında nasıl bir durumda kalacağı, azabın hemen bir anda gelmeyeceği, onlara üç gün gibi bir mühlet verildiği ifade edilerek, kavmin inkarı ve peygambere zulümleri karşılığında katlanacakları netice ifade edilir.

“Ey kavmim! İşte size mucize olarak Allah’ın gönderdiği deve. Onu bırakın Allah’ın mülkünde otlasın. Ona kötülük etmeyin; sonra sizi, yaklaşan bir azap yakalar." Fakat Semud kavmi, o deveyi hunharca öldürdü. Salih de, "Yurdunuzda üç gün daha yaşayın!" dedi. Bu, asla yalan olamayacak bir tehdit idi. Emrimiz gelince Salih’i ve onunla beraber iman edenleri, bizden bir rahmet olarak, helâk olmaktan ve o günün zilletinden kurtardık. Şüphesiz rabbin kuvvetlidir, üstündür. Zulmedenleri de o korkunç ses yakaladı, yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar. Sanki orada hiç oturmamışlardı. İşte böyle, Semud kavmi rablerini inkâr etti. Vay Semud’un haline! (Hud Suresi/64-68)

Semud kavminin helâkin üç günlük bir süre ile ertelenmesiyle ilgili olarak, insanların vücutları üzerinde, birtakım değişikliklerin olduğu ve bu değişikliklerin günlere göre; birinci gün inkârcıların yüzlerinin sarardığı, ikinci gün kızardığı, üçüncü gün karardığı ve bu şekilde içeriden bir bozulmanın ortaya çıktığı, üç gün tamamlandığında âsi kavmin tamamen yok olduğu ibn Arabi tarafından belirtilmiştir. (İbn Arabî, s. 125).

İbn Kesir, mühlet süresi ve felaket ile biraz daha ayrıntıdan bahseder: “Onlar kararlaştırıp sözleşerek, Allah'ın peygamberi Salih'i öldürmek üzere geceleyin geldiklerinde; Allah Teala onların üzerine bir taş gönderdi ve Onlar Salih peygamberi öldüremeden önce bu taş, onların başlarını ezdi. Bekleme günlerinden ilki olan perşembe günü; Semud’un yüzleri, Salih (a.s.) in kendilerine vadettiği gibi sapsarı oldu. İkinci gün olan Cuma günü; yüzleri kıpkırmızı oldu. Faydalanma günleri olan üçüncü gün cumartesi idi, yüzleri karardı. Pazar gününe çıktıklarında, hepsi hareketsiz kaldılar ve Allah'ın intikamım ve azabını bekleyerek oturdular. Kendilerine ne yapılacağını, azabın nasıl geleceğini bilmiyorlardı. Güneş doğdu ve gökten üzerlerine bir sayha, altlarından da şiddetli bir sarsıntı geldi. Canları çıktı ve bir saat içinde hepsi helak oldu. (İbn Kesir Tefsiri, Hud/A’raf Suresi)

Salih peygamberi yalanlayan kavim, başlarına gelecek azabı anladıklarında artık çok geçti. Bu nedenle, Semud halkından bazıları Salih peygamberi verilen süre dolmadan acilen öldürerek azaptan kurtulacakları varsayımına kapıldılar İnkarcıların planları ve karşılaştıkları bu son, Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde nakledilir: "O şehirde eşraftan dokuz kişi vardı ki, bunlar yeryüzünde fesat çıkarıyorlar, iyilik etmiyorlardı. Onlar "Allah'ın adıyla" yeminleşerek dediler ki: "Salih'i ve ailesini bir gece baskını ile öldürürüz. Sonra da yakınlarına: "Biz onlar öldürülürken orada değildik; emin olun doğru söylüyoruz, deyiveririz.” (Neml Suresi-49) "Onlar bize bir tuzak kurdu. Biz de onların haberleri olmadan hilelerini alt üst ettik. İşte bak, onların tuzaklarının sonu ne oldu? Onları da kavimlerini de, hepsini birden helak ettik.” (Neml Suresi/50-51) Salih (as) ve inanan müminlerin, azap gelmeden önce bu bölgeden Allah'ın rahmetiyle kurtularak, Musa Dağı diye bilinen bir bölgeye geldikleri ve burada yaşamaya devam ettikleri rivayet edilir.

Semud kavminin helâk ediliş biçimleriyle ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de; sarsıntı (الرَّجْفَةُ ) “recfe” (A’raf suresi-78), (الصَّيْحَةُ) sayha (Hûd suresi-67; Hicr suresi-83; Kamer suresi-31) ve (صَاعِقَةُ) saika (Fussılet suresi-17; Zâriyât suresi-44) kelimeleri kullanılmış ve bu şekilde cezalandırıldıkları ve üç günün sonunda (Hûd suresi-65) toptan helâk oldukları belirtilmektedir.

Kur’an-ı Kerim’de “sayha (الصَّيْحَةُ ) kelimesi farklı ayetlerde marife ve nekre olarak geçmektedir. Hûd/67, Hûd/94, Hicr/73, Hicr/83, Mü’minûn/41, Ankebut/40, Yâsîn/29, Yâsîn/49, Yâsîn/53, Sâd/15, Kâf/42, Kamer/31 surelerinde “sayha” kelimesi helak ile irtibatlı olarak zikredilmiştir. Meal ve tefsirlerde genellikle yüksek ses, azap, eziyet, nara, gürültü, kükreme, feryat, korkunç ses, bağırma, çığlık, haykırış, gibi anlamlarda çevrilen sayha kelimesi, genellikle kavimlerin helaki ve kıyamet ile ilişkilendirilmiştir. Özellikle Hud Kıssası, Semud Kıssası, Medyen ve Eyke Halkı kıssalarında, kavimlerin helak edilmesinde “sayha” kelimesi zikredilmiştir. ‘Sayha’ kelimesi, klasik tefsir alimleri tarafından genellikle deprem, gök gürültüsü ve Cebrail (a.s) sesi olarak açıklanmıştır

Semud kavmi ile ilgili ayetlerde geçen “sayha (الصَّيْحَةُ) kelimesi için mana: “Semud kavmi şiddetli bir gürültüyle yok olup gitti.” şeklinde çevrilmekle birlikte, A’raf suresinde kullanılan ve “deprem ve zelzele” anlamına gelen “recfe” (الرَّجْفَةُ) kelimesinden dolayı mananın: “Semud halkı ‘çok gürültülü bir deprem’ ile yok edildi” şeklinde de olabileceği  de ifade edilmiştir. (Kur'an Yolu Tefsiri, Hud Suresi-66) Helak sebebinin şiddetli bir deprem olması ya da bulundukları bölgenin volkanik dağlara elverişli olması sebebiyle yanardağ patlaması da olabileceği, çeşitli tefsir kitaplarında nakledilmiştir. Depremle beraber deprem öncesinde büyük uğultulu bir sesin çıkmış olması da muhtemeldir. Bütün bunlardan anlaşılan ansızın gelen bir ses azabının, bir patlama sesinin karşılığında, korkunç bir sarsıntıyla, yerlerin/yurtlarının un ufak olup yıkılması, kalplerinin parçalanıp oldukları yere yığılıp kalmaları ile devam eden bir azap biçimi bizlere bildirilmiştir. Ayetlerde geçen “recfe” ve “sayha” kelimelerinin aynı olay karşısında, farklı kelimeler olarak zikredilmesini, Fahreddin Razi: “Çünkü sayha, "recfe" nin bir sebebi olmuştur. Buradaki sayha, yer sarsıntısının sebebi olmuştur; çünkü, Cebrail (a.s)'in bir nara atıp, onun narasından da yerlerin sallandığı söylenmiştir; ya da başka bir izahla bu ses, kalplerin yerinden oynamasının bir sebebi olmuştur.” şeklinde yorumlamıştır. (Fahreddin Razi, Hud Suresi)

İsmail Hakkı Bursevi, ilgili ayetlerdeki aynı olayı helak sebebini de anlatarak, şu şekilde nakletmiştir: “Rivayete göre, deveyi öldürdüklerinde yavrusu dağa kaçtı. Salih (a.s.) onlara dedi ki: "Allah'ın azabını ve cezasını bekleyin." Kavim; "Bunun alâmeti nedir?" dediklerinde: "Perşembe günü sabahı yüzleriniz sararmış; cuma günü kızarmış, sonra cumartesi kararmış olarak sabahlayacaksınız. Sonra da pazar gününün erken saatlerinde size azap gelecektir." şeklinde cevap verildi. Azap durumu, onlara peygamberlerinin açıkladığı gibi aynen olmuştur. Derken onlara semadan, içinde her yıldırımın ve sese sahip olan her şeyin sesinin bulunduğu bir çığlık, yerden de bir sarsıntı geldi ve göğüslerindeki kalpleri parçalandı; onlardan büyük-küçük hiçbir şey kalmayarak helak oldu. (Ruhul Beyan, İsmail Hakkı Bursevi, Hud Suresi) Buradaki tanımlamada,  ‘Sayha’ kelimesi için sadece çığlık demekle yetinilmeyerek, ‘içinde ses sahibi olan her şeyin sesinin mevcut olduğu bir ses’ olarak nitelendirilmiş olması, ilgi çekici farklı bir yorumdur.

Ömer Nasuhi Bilmen tefsirinde helak edici sesin Cebrail’in (a.s) sesi olduğunu ifade ederek, ayette geçen ‘casimin’(جَاثِم۪ينَۙ) kelimesine de dikkat çekerek şöyle izah yapmıştır: “Ya Cibril (a.s)'ın yaptığı bir ses ile o inkarcı kavim hep birden helak oldular veya onlara sema tarafından müthiş bir ses gelmekle kalpleri parçalanarak hepsi de birden ölüp gittiler. (Artık yurtlarında dizleri üstüne çöküp bitmiş kimseler oldukları halde sabahladılar) hareketten, hayattan mahrum kaldılar, bu suretle dünyevî cezalarına kavuştular. “Cüsûm” lügatte sükûnet, hareketsizlik uyurken göğsü yere koymak manasınadır. “Câsimin” de: Yüzleri üzerine düşmüş, kimseler demektir. Sonra bu kelime ölürken hiçbir harekette bulunmamak yerinde kullanılır olmuştur. O halde "Câsimin" demek sanki hiç hayat sahibi değillermiş gibi ölürken bir harekette bulunamaz olan ve yüzleri, dizleri üzerine düşüp yıkılan kimseler demektir. (Ömer Nasuhi Bilmen Tefsiri/ Hud Suresi-67)

Fahreddin Razi Tefsiri Kebir’de, Hud Suresindeki ilgili ayetleri tefsir ederken, “zalimleri çarpan müthiş sayha” başlığı altında, çok geniş biçimde, farklı nakilleri birleştirerek şu açıklamaları yapar:  “Alimler, burada bahsedilen sayhanın ne olduğu hususunda şu iki izahı yapmışlardır: 1) İbn Abbas (r.a): "Bununla yıldırım kastedilmektedir" demiştir. 2) Sayha, onların işitip de, böylece hepsinin kendisi sebebiyle öldüğü ve evlerinde, meskenlerinde yüzüstü yıkılmış ölüler haline geldikleri büyük bir sestir, çığlıktır. Ayette bahsedilen “câsimîn” tabirinin manası, onların diz üstü ve yüz üstü düşmeleri anlamındadır. Rivayet olunduğuna göre Allah Teala Cebrail'e (a.s), onların ölümüne sebep olacak bir nara atmasını emretmiştir. Bu sayhayı bilfiil Allah'ın yaratmış olması da caizdir. “Sıyah (صيه)” kelimesi ise ancak, ağızda ve boğaz içinde meydana gelen sese denilir. Eğer bu bizzat Allah'ın yaratmasıyla ise, Cenâb-ı Hak bunu, bir canlının boğazında yaratmış demektir. Yok, eğer bunu Cebrail (a.s) yapmış ise, bu onun, ağzında ve boğazında meydana gelmiş demektir. Bunun böyle olduğunun delili; gök gürültüsünün her türlü naradan daha kuvvetli ve tonlu olup, ne "sayha" ne de "surâh" diye adlandırılmasıdır. Şimdi şayet, "O sayhanın ölüme sebebiyet vermesinin sebebi nedir'?" denilirse biz deriz ki, bu hususta şu izahlar yapılabilir:   

1)Büyük bir nara ancak, havanın dalgalanmasını gerektirecek büyük bir şey bulunduğu zaman meydana gelir. Bu şiddetli dalga çoğu kez, insanın kulağını delerek geçer ve beyin zarını paramparça ederek ölüme yol açar. 2)Bu, çok korkunç bir şeydir; meydana geldiğinde, çok büyük bir dehşet hasıl olur. Ruhî hastalıklar şiddetlendiği zaman, ölüme sebebiyet verir.  3)Bu büyük sayha, buluttan neşet ettiğinde mutlaka onunla birlikte, yakıcı olan çok şiddetli bir şimşek de bulunur. İşte İbn Abbas (r.a)'ın "saika" dediği de budur. Daha sonra Cenâb-ı Hak "yurtlarına diz üstü çökenler oluverdiler..." buyurmuştur. Cüsûm kelimesi, dinmek, sükûnete ermek temektir. Nitekim kuş, yuvasına gecelediğinde denilir. Daha sonra Araplar bu kelimeyi, ölümden dolayı hareket edememe manasında kullanmışlardır. Böylece Allah Teala, helak olan kimseleri, helak oldukları andaki o hareketsizlikleri ile vasfetmiştir ki, buna göre sanki onlar hiç diri değillermiş manası kastedilmiştir. Cenâb-ı Hak "Sanki orada hiç olmamışlardı..." buyurmuştur. Yani, "Sanki onlar, orada hiç bulunmamışlardır" demektir. Bu fiilden iştikak etmiş olan kelime, canlının kendisinde ikamet ettiği yer demektir.” (Fahreddin Razi Mefatihul Gayb-Hud Suresi)

Büyük Kur’an Tefsiri Hülasatül Beyanda, Mehmed Vehbi Efendi, aynı ayetin tefsirinde: “Peygamberlerine iman etmedikleri sebebiyle nefislerine zulmeden kimseleri, dehşetli sayha tuttu. Binaenaleyh; onlar sabah vakti evlerinde ölü olarak bulundular…Velhasıl Semud kavminin sayhayla helakleri nass-ı Kur'an'la sabit olup lâkin helakin keyfiyeti ihtilaflıdır. Bu ayet-i celile Semud kavminin, kemâl-i süratle helak olduklarını beyan eder. Zira; bir gece içinde o beldede hiç ikamet etmemiş gibi ölüvermek şiddetle ve tez vakitte helak olduklarına açıktan delâlet eder.” (Hülasatül Beyan, Mehmed Vehbi Efendi, Hud Suresi/66-68) izahını yaparken,  ortaya çıkan sesin mahiyeti konusunda tam bir birlikteliğin olmadığını vurgulamıştır.

Ayette geçen (صَاعِقَةُ) “saika” kelimesine de kısaca değinmek yararlı olacaktır. “saika” kelimesi sözlüklerde; “yıldırım”, “semadan gelen şiddetli ses”, “helak edici bir azap”, “ölüm”, “nüzul ateşi”, “bulutları sevke vazifeli bir melek”, “sevk eden”, “sürükleyip bir yere götüren hal ve sebep” gibi değişik manalarda yer almaktadır. Kur'an-ı Kerim’de (صَاعِقَةُ) “saika” kelimesi; Hz. Musa kavminin inançsızlıklarının ve zulümlerinin karşılığı olarak “…Bize Allah'ı apaçık göster” demişlerdi. Zulümleri sebebiyle hemen onları yıldırım çarptı.” (Nisa Suresi-153, ayrıca Bakara suresi-55) ve Semud halkının kibir ve isyanlarının bir neticesi olarak “Onlar Rablerinin emrine karşı büyüklük tasladılar. Bunun üzerine kendilerini, bakıp dururlarken yıldırım yakalayıp, çarptı.” (Zariyat Suresi-44) şeklinde elim azabı belirtmek için kullanılmıştır.

Ses ile helak edilme akıbetine uğrayan kavimlerden biri de Medyen halkıdır. Medyen şehri; Midyânîler denilen halkın Kuzey Arabistan-Suriye çölü civarlarında yaşadığı bölgenin adıdır. Medyen isminin, Mısır’daki bir yer veya kabilenin adından türetildiği de rivayet edilmiştir. Kur’an-ı Kerîm, Medyen’in işlek bir yol üzerinde (Hicr suresi-79) olduğunu bildirmiştir. Medyen halkı, ticaret, hayvancılık ve madencilik gibi alanlarda dünyalık işlerini yürütmüşlerdir.  Medyen ve Eyke halkına peygamber olarak gönderilen güzel ve tatlı dili ile ön plana çıkan Hatibül Enbiya Şuayb (a.s), kavmini tevhid inancına, Allah’a inanmaya davet etmiştir. Şuayb (a.s), ayrıca halkını, ölçü-tartıda adaletli olmak, alışverişte haksızlık yapmamak, ülkede bozgunculuk çıkarmamak, tehditle insanları Allah yolundan alıkoymamak gibi (A’raf suresi-85-86; Hûd suresi-84-87) tutum ve davranışlar konusunda da uyarmıştır. Şuayb peygamber, bütün bu emir ve yasakları umursamayan halkını da şiddetli bir azabın, yakın zamanda geleceği konusunda ikaz etmiştir. Uyarıları dinlemeyen Medyen kavmi, “şiddetli bir deprem” (A’raf suresi-91; Ankebut suresi-37) ve “şiddetli bir ses” (Hûd suresi-94), Eyke halkı ise “gölge günü azabı” (Şuara suresi-189)” ile yok edilmiştir.


Ebü’l-Leys es-Semerkandî, Sa‘lebî, Kisâî, Alusi gibi alimler; Medyen ve Eyke halklarının aynı halk olabileceğini ifade etmişlerdir. Bazı alimler de, Medyen ve Eyke halklarının iki ayrı halk olduğunu ifade edip; Medyen’i dağlık, Eyke’yi ise, ormanlık olan iki yerleşim yerinin adı olarak tanımlamışlardır. Eyke, yumuşak ağaç bitiren bataklık manasındadır. İmam Mâtürîdî de, Medyen’in Eyke olup olmadığının tam olarak bilinemediğini, bu durumda Hz. Şuayb’ın ya onların hepsine birden gönderildiğini veya iki topluluğun aynı topluluk olabileceğini ifade eder. (Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, X, 332-333)

Medyen halkı da birçok eski kavim gibi kendilerine tebliğ edileni inkar ettiler. “Eğer onlar (inkarcılar) seni yalanlıyorlarsa, onlardan önce Nuh'un kavmi, Ad, Semud, İbrahim'in kavmi, Lut'un kavmi ve Medyen halkı da (peygamberlerini) yalanladılar. Musa da yalanlanmıştı. İşte ben o kafirlere süre tanıdım, sonra onları yakaladım. Nasıl oldu benim onları reddim (cezalandırmam)! (Hac Suresi/42-44) ayeti ile azgın kavimlerin akıbetleri ifade edilirken, Allah-ü Teala’nın bu kavimlere zulmetmediği, bilakis bu halkların inkarları sebebiyle kendilerine zulmettikleri, “Onlara kendilerinden evvelkilerin, Nuh, Ad ve Semud kavimlerinin, İbrahim kavminin, Medyen halkının ve altüst olan şehirlerin haberi ulaşmadı mı? Peygamberi onlara apaçık mucizeler getirmişti. Demek ki, Allah onlara zulmedecek değildi, fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekte idiler.”(Tevbe Suresi/70) ifade edilmiştir.

Medyen halkı, Hud Suresi 94.ayette geçen, “sayha” kelimesi ile helak  olmuştur. Medyen halkı, Şuayb (a.s) ile alay ettiklerinde; bir sayha gelmiş ve onları tamamen susturmuştur. Medyen kavminin helak edilişi, Kur’an-ı Kerim’de şöyle nakledilir. “Vakta ki emrimiz geldi. Hem Şuayb, hem onun beraberinde iman etmiş olanları bizden bir rahmet olarak kurtardık. Zulmedenleri ise korkunç bir ses yakaladı ve onlar yurtlarında diz üstü çökekaldılar.  Sanki onlar orada hiç oturmamışlardı. Haberiniz olsun ki Semud rahmet-i ilâhiyyeden nasıl uzaklaştıysa, Medyen'e de öylece bir uzaklık verildi" (Hud suresi-94-95)

Hz. Abbas’tan ayetin tefsiri ile ilgili rivayet edilen yorumları incelediğimizde de şu açıklamaları görürüz:  “Zulmedenleri ise korkunç bir ses/gürültü yakaladı" (Hûd Suresi/94) denilmiştir. Burada onları yakalayan şey Cebrail'in (a.s) sesidir ve belki de o, şiddetli bir depremin başlangıcıdır. Helâk olmaları, bazen yakın bir sebebe, bazen da uzak bir sebebe isnad edilmiştir. Yer onları sarstı ve onlara şiddetli bir sıcaklık isabet etti. Böylece üzerlerinde bir bulut yükseldi, ona doğru gidip ondan rahmet istediler. Altına geldiklerinde Cebrail'in (a.s) narasıyla birlikte onların üzerine azap akıttı." (Ruhul Beyan, İsmail Hakkı Bursevi, Hud Suresi)

Elmalılı Hamdi Yazır ilgili ayetin tefsirinde “sayha” kelimesini büyük bir depremle ilişkilendirip, “Demek ki, müthiş bir çığlık ile zelzeleye yakalandılar. Veya zelzeleye yakalandıkları için çığlıklar kopardılar. Diyarlarında, oldukları yerde bir çöküntü gibi yığılıp kaldılar. Sanki o diyarda hiç yaşamamış gibi oldular. Evet, o Medyen halkı defolup gitti, Semud'un defolup gittiği gibi, zira Semud kavmi de böyle bir çığlık ve zelzele ile helak edilmişti. Ancak deniliyor ki, Semud'un çığlığı üstlerinden, Medyen'in çığlığı altlarından gelmişti.” şeklinde tefsir etmiştir.

Hicr Suresinde Hicr halkı için de zikredilen: “Ama sonunda sabaha girerlerken korkunç ses onları da yakaladı! Aldıkları tedbirin kendilerine hiçbir faydası olmadı.” (Hicr Suresi/83-84) ayetinde geçen ‘sayha’ kelimesini, Elmalılı Hamdi Yazır; aynı şekilde depremle irtibatlandırmış ve şöyle izah etmiştir: “Derken bir sabah kendilerini o çığlık hemen yakaladı, azabın vaad olunduğu dördüncü günün sabahı tepelerinde patlayan yok etme çığlığı ki, onu bir deprem takip etmişti.” şeklinde ‘sayha’ kelimesini ‘depremden önce gelen farklı bir ses’ olarak tefsir etmiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Hud Suresi)

Ayetteki ‘Vaktaki emrimiz geldi’ (Hud suresi-94) cümlesinden anlaşılan mana ile ilgili olarak Fahreddin Razi, daha detaylı bir açıklama yapar: "Meleklerden birine bu müthiş sesi çıkarma emrini yereceğimiz zaman gelince" Keza "emir", burada "ceza" manasına da gelebilir. Her iki manaya göre de, Cenâb-ı Hak, Hz. Şuayb'ı ve onun beraberindeki inananları katından bir rahmet ile kurtardığını haber vermektedir. Bu hususta şu iki izah yapılabilir: 1)Allah Teala, Hz. Şuayb'ı ve inananları; kullara gelen her nimetin Allah'ın fazlı ve rahmeti ile olduğuna dikkat çekmek için, o azaptan sırf rahmeti ile kurtardığını belirtmiştir. 2)Ayetteki "rahmet" ile, Cenâb-ı Hakk'a iman, taat ve diğer sâlih ameller kastedilmiştir ki, bunlar da ancak Allah'ın muvaffak kılmasıyla tahakkuk eden şeylerdir. "Zulmedenleri ise korkunç bir ses yakaladı" buyurarak anlatmıştır. Cenâb-ı Hak, "Sayha" (ses) kelimesini, daha önce bahsedilmiş malum bir sese işaret olmak üzere elif-lamlı olarak, marife biçimde zikretmiştir. O belli sayha da, Cebrail (a.s.)'in sayhasıdır. (Fahreddin Razi Mefatihul Gayb-Hud Suresi)

İlahi azabın bir neticesi olarak azaba uğrayan kavimlerin helaki için Kur’an-ı Kerim’de “casimin” (جَاثِم۪ينَۙ) kelimesi kullanılmıştır. “casimin” kelimesi, diz üstü çökme, olduğu yerde hareketsiz halde kalma, ölü olarak yığılma (A’raf Suresi/78-91; Hud Suresi/67-94; Ankebut Suresi/37) gibi anlamlarda ve aynı kökten gelen bir kelime olarak (جِثِيًّا) şeklinde inkarcı zalim ve kafirleri cehennemdeki hallerini ifade etmek için “Sonra biz, Allah'tan sakınanları kurtarırız; zalimleri de diz üstü çökmüş olarak cehennemde bırakırız.” (Meryem Suresi/68-72) şeklinde ayetlerde geçmektedir. Fahreddin Razi tefsirinde Semud ve Medyen halklarını birbiriyle ilişkilendirerek bu “casimin” (جَاثِم۪ينَۙ) kelimesini şöyle açıklamıştır. "Onlar yurtlarında diz üstü çökekaldılar!' cümlesinde geçen "câsim" (جَاثِم۪ينَۙ) "yerine, ayrılmayacak şekilde yapışıp kalan" demektir. Yani Cebrail (a.s.), onlara o narayı attığında, her birinin canı oldukları yerde çıkıverdi "Sanki onlar orada hiç oturmamışlardı" yani "sanki onlar, o yurtlarında, alıp-satan, gidip-gelen diriler değillerdi. Cenab-ı Allah daha sonra; Semud, rahmet-i ilâhiyyeden nasıl uzaklaştıysa, Medyen'e de öylece bir uzaklık verildi. (Hud Suresi-95)" buyurmuştur. Şuayb'ın kavmine de; tıpkı Semud'unki gibi bir azapla helak ettiği için, onların durumunu Semud’un haline kıyas etmiştir. (Fahreddin Razi Mefatihul Gayb-Hud Suresi)

Salih (a.s) ve Şuayb  (a.s) kavimlerinin helak edilmelerini, Kur'an-ı Kerim sayha kelimesi ile zikrederken, buradaki azap biçimlerinin birbirinden farklı olacağını, Kelbî; Tefsiru’l Kur’an eserinde belirtmiş ve İbn Abbas (r.a)’dan nakille şu şekilde rivayet etmiştir: "Allah-ü Teala Şuayb (a.s) ile Salih (a.s)'in kavmi hariç, hiçbir zaman iki ümmete aynı azabı vermemiştir. Salih (a.s)'in kavmini yerin altından; Şuayb (a.s)'ın kavmini ise üstten gelen bir korkunç ses yakalayıvermiştir. (Kelbi, Tefsirul Kuran; Fahreddin Razi Mefatihul Gayb-Hud Suresi)

Eyke halkı da kendilerine tebliğle vazifeli peygamberi yalanlamalarından dolayı, büyük bir azaba çarptırılmıştır. Eyke halkı, Hicr Suresi'nin 78-84. Ayetlerinde kısaca Kur'an-ı Kerim’de zikredilmiş ve “Eyke halkı da gerçekten bir zalimler topluluğu idi. Biz onların da cezasını verdik. (Hicr Suresi/78-79)” buyrularak zalim bir topluluk olduğu nakledilmiştir. "el-Eyke" sedir ve buna benzer ufak ağaçların yetiştiği sık ağaçlık yer demektir. (el-Halil, ibn Abbâs, Kurtubi Tefsiri, Şuara Suresi) Medyen yakınlarında bir bölgede yer aldığı müfessirler tarafından ifade edilmiştir.

Medyenliler'le Eykeliler'in iki farklı kabile mi, yoksa aynı kavim mi olduğu konusunda, müfessirler arasında tam bir görüş birliği yoktur. Bir grup müfessir, A’raf Suresi'nde Hz. Şuayb'a (a.s) "Medyenliler'in kardeşi" (A’raf Suresi/85) dendiği halde, Şuara Suresinde Eyke halkıyla ilgili olarak böyle bir şey denmediğinden hareketle, bunların ayrı kavimler olduğunu savunurken diğer grup müfessir de, Medyenliler hakkında A'raf ve Hud Surelerinde sözü edilen ahlâkî hastalıklar ve özelliklerle, Eykeliler hakkında verilen bilgilerin aynı olduğundan hareketle, bunların aynı kavim olduğu görüşündedir.” (Tefhimul Kur’an, Mevdudi, Şuara Suresi-176)

Nesefi, Medârikü’t-Tenzîl tefsirinde bu konuyu incelemiş ve şu şekilde bir açıklama yapmıştır. “Ashabu'l-Eyke; sıcaklık kendilerine vurduğunda ormana sığınan Medyen halkıdır.” Doğru olanı ise, onların, ağaçlarının çoğu “ak günlük” bitkisi olan, çöldeki ormana inen Medyen halkından başkaları olmasıdır. Bunun delili de “kardeşleri Şuayb'ı” defnetmiş olmalarıdır. Çünkü Şuayb (a.s), onların soyundan değildi. Medyen halkının soyundandı. Hadis-i Şerifte: Şuayb (a.s)’ın, Medyen halkından olduğu ve onlara ve Ashabu'l-Eyke'ye peygamber olarak gönderildiği bildirilmiştir.” (Nesefi, Tefsirul Medarik, Şuara Suresi) Şuayb (a.s), Ashab-ı Medyen ve Ashab-ı Eyke denen iki ümmete birlikte peygamber olarak gönderilmiştir. Medyen ve Eyke halklarının aynı olup olmadığı, nerede yaşadıkları konusu önemli değildir. Burada dikkat edilmesi gereken husus; Medyen ve Eyke halklarının tıpkı Ad ve Semud kavimleri gibi inatçılıkları, inkarları ve büyüklenmeleri sebebiyle yok edilmiş olmalarıdır. Eyke halkı azabı hakkında, Semud ve Medyen halkının azabından daha farklı bir betimleme söz konusudur. Allah Teala; burada onlara, gölgelikli günün azabının isabet ettiğini haber vermektedir.

Allahü Teala; Şuara suresinde de Eyke halkından haber verirken: "Eyke ashabı da, elçilerini yalanladı. O zaman onlara Şuayb dedi ki: 'Sakınmıyor musunuz?’ Muhakkak ben, size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin!”(Şuara suresi/176-179) ve Şayet doğru sözlü isen, Gök'ten üstümüze bir kütle düşür.(Şuayb) dedi ki: 'Rabbim, yaptıklarınızı daha iyi bilir.’ Arkasından onu yalanladılar. Böylece, 'gölge gününün azabı' onları yakaladı. Muhakkak o, büyük bir günün azabıydı." (Şuara suresi/187-189)

Gölgeli günün azabı (عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِۜ) konusunda, müfessirler arasında tam birliktelik yoktur. Kelimenin manası hakkında, yıldızlardan, göktaşlarından ve güneş tutulmasından kaynaklı şiddetli bir sıcaklık azabı olabileceği fikri gibi değişik görüşler de ifade edilmiştir. Hatta bu konuda müneccimlerin (ehl-i nücumun), Eyke halkının azabının yıldızlar arası alakalar ve yakınlaşmalar sebebiyle olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Fahreddin Razi, müneccimlerin bu olayın sebebi olarak; yıldızları, burçları veya bunların etkilerini göstermelerini delille red ettikten sonra, itirazlara cevap olarak şunları söylemiştir: “Bu delâlet, yıldızların zatları ve karakterleri gereği müessir olmadıklarını gösterir. Ancak ne var ki, bu o yıldızların üzerinde bulundukları adete göre müessir olmadıklarını göstermez. Binâenaleyh Cenâb-ı Hak yıldızların birbirlerine bitişmesi, yaklaşması ve dönüşlerinin peşinden hususi birtakım tesirlerin meydana gelmesine dair ilahi yasasını icra ettiğinde, bu tesirlerin meydana gelmesinden "Allah-ü Teala onları kâfirleri alıkoymak, men etmek için yaratmıştır" denilmesi gerekmez. Tam aksine Cenâb-ı Hak onları, o adetleri tekrar etmek için yaratmıştır. Allah en iyi bilendir.” (Fahreddin Razi Mefatihul Gayb-Şuara Suresi-191)

Gölge günü azabı ile ilgili olarak, müfessirlerden bazıları farklı açıklamalarda bulunmuştur. Bu konuda kesin bir yargıya varmanın ihtimal dışı olmasına rağmen örneğin; “Kur’an Yolu” tefsirinde, terkibin manası için mecazi bir anlatım kullanıldığını belirten şu şekilde bir açıklama ile karşılaşırız:Ayette belirtilen gölge gününden maksat; bir deprem sebebiyle gökte oluşan toz ve duman tabakasının güneş ışınlarını engellediği gündür. “Gölge gününün azabı” tamlamasının mecazi anlamda “geç kalınmış bir pişmanlıkla birlikte baş gösteren ruhsal bir karanlığa ve kasvete işaret” olarak da yorumlanabileceği şeklinde çok farklı bir anlatım dikkat çekmektedir. (Kur'an Yolu Tefsiri C:4/171, Esed, II, 757; İbn Âşûr, VIII, 239)

Eyke halkının helaki ile ilgili olarak ibn Kesir, tefsirinde şu izahı yapar. “Önce onlara gölgelikli günün azabı isabet etmiştir. Bu, onları gölgeleyen bir bulut olup içinde ateşten şerareler, yalazlar ve yakıcı alevler vardı. Sonra onlara gökten bir sayha, altlarından da yerden şiddetli bir sarsıntı gelmiştir. Canları çıkmış, nefesleri uçmuş ve cesetleri sönmüş biçimde “Yurtlarında dizüstü çökenler” olmuşlardır. Sonra Allah Teala: “Zaten yurtlarında hiç oturmamış gibi oldular.” buyuruyor ki; sanki onlar, azap kendilerine isabet ettiğinde peygamberleri (Hz. Şuayb'ı) ve  peygambere inanan arkadaşlarını yurtlarından çıkarmak istedikleri ülkelerinde sanki hiç oturmamış gibi oldular.” (İbn Kesir Tefsiri, Hud Suresi)

Eyke halkının diz üstü helâk olmalarıyla ilgili olarak İbn Abbas: "Allah, onlara karşı cehennemden bir kapı açtı ve buradan üzerlerine şiddetli bir sıcaklık gönderip nefeslerini kesti. Evlerin içine girdiler, ancak onlara ne su, ne de gölge fayda verdi. Sıcaklık onları pişirdi. Bunun üzerine Allahü Teala, içinde temiz bir hava bulunan bir bulut gönderdi. Havanın serinliğini ve temizliğini, bulutun gölgesini hissettiler. Bu sebeple "ona gidiniz" diye bağrışarak buluta doğru gittiler. Erkekler, kadınlar ve çocuklar onun altına toplandıklarında, Allahü Teala, onların üzerine bir ateş tutuşturdu, yerden onları sarstı da, kızarmış çekirgenin yandığı gibi yandılar, kül oldular. Bu azap, gölgesine sığındıkları bulutun üzerlerine çöküp helâk etmesidir." (Ruhul Beyan, İsmail Hakkı Bursevi, Hud Suresi)

Eyke halkının felaketi, kendilerinin gökten bir parça istemeleri sebebiyle, gökten gelen bir azap ile helak edildikleri çeşitli kitaplarda açıklanmıştır. Buradaki açıklamaların kesin bir doğruluğu yoktur. Başlarına gelen azabın mahiyeti konusunda tam net bir bilgi de söyleyemeyiz. Bazı müfessirler, "gölge gününün azabı" konusunda yukarıda da bahsettiğimiz şekillerde açıklamalarda bulunmuşlarsa da, bu bilgilerinin doğruluğu konusunda tam olarak net bir yorumda bulunamayız. En doğrusunu Allah bilir.  Bu konuda ibn Cerir, Hz. Abdullah İbn Abbas'tan (r.a) şöyle bir rivayette bulunur: “Alimlerden size Gölge Günü'nün azabıyla ilgili açıklamada bulunacak biri olursa, bunu doğru olarak saymayın.” (Tefhimül Kur'an, Mevdudi) Doğru olan Peygamberi yalanlama konusunda büyük bir zalimlik sergileyen Eyke halkı, kavurucu bir sıcaklıkla imtihan olmuş ve mahiyeti belirsiz bir şekilde gölgelendirilerek helak edilmiştir. Ayetlerden bu mevzuda çıkarabileceğimiz husus şudur ki: Eyke halkı da Semud ve Medyen halkları gibi, azgınlıklarının, zulümlerinin ve inkarlarının cezasını, yer yüzünden silinerek, korkunç bir şekilde görmüşlerdir. Onların başlarına gelen bu felaket, bizler için bir ibret vesikasıdır. Bu konuda maddi ve manevi olarak kendimize çeki düzen vermeli ve özellikle inkar ve küfürden sakınma konusunda azami gayret göstermeliyiz.

Mesele, Eykelilerin yaşadığı yerin ne olduğu, ne şekilde yok edildikleri meselesi değildir. Allah bu kavimleri bizlere Kitab-ı Kerim’de zikrederek, onların azgınlık ve inkarlarının nasıl sonuçlandığını bizlere bildirir ki bizler de kendi çapımızda ders ve ibret alalım aynı hatalara düşmeyelim. Kibir ve büyüklenme duygusuna kapılan, geçici dünya hayatına aldanan, inat ve küfür bataklığına saplanıp kalan, kendimizi ve toplumumuzu heder edip ebedi helake götüren her türlü davranış ve hareketten uzak kalalım.

Sayha kelimesinin geçtiği bir başka sure olan Hicr suresinde, daha önceleri eşi benzeri görülmemiş bir hareket sergileyen[2] azgın Lut kavminin helaki anlatılmış ve o lanetli kavmin pis eylemlerinin karşılığı olarak, insanların hiç beklemedikleri bir saatte, daha ortalık yeni aydınlanırken dehşetli bir sesin onları yakalayıverdiği ve ardından yaşadıkları yerlerin üzerlerine pişmiş çamurdan taşlar yağdırılarak bir anda harap edildiği  zikredilmiştir. “Nihayet ortalık aydınlanırken korkunç ses onları yakalayıverdi! Ardından yurtlarının altını üstüne getirdik, üzerlerine taşlaşmış çamur yağdırdık! (Hicr Suresi/73-74) “Elçilerimiz kendisine geldiğinde Lut, onlardan dolayı huzursuz oldu ve ne yapacağını şaşırdı. Ama onlar "korkma, tasalanma!" dediler; "Biz seni ve karın dışında bütün aileni kurtaracağız; karın ise geride kalanlar arasında yer alacak. Biz, yoldan çıkmalarının cezası olarak bu memleket halkının üzerine gökten alçaltıcı bir belâ indireceğiz! İşte o memleketten geriye, aklını kullananların yararlanabileceği açık bir ibret vesikası bıraktık. (Ankebut Suresi/33-35) Ayette felaketin başlangıcı ile birlikte zikredilen sesi, müfessirlerin çoğunluğu Cebrail (a.s) olarak çevirmiş olmalarına karşılık, ilgili ayetin tefsirinde Fahruddin Razi; sesin kaynağının Cebrail (a.s) olabileceği iddiası hakkında şu dikkat çekici açıklamayı yapar: “Dil alimleri şöyle demişlerdir: "Ayette o sayhanın, Cebrail'e ait olduğunu gösteren açık bir şey yoktur. Eğer bu, kuvvetli bir delil ile sabit olursa, kabul edilir. Aksi halde, ayette, onların başına büyük ve helak edici bir sayhanın gelmiş olmasından başka bir mana yoktur.” (Fahreddin Razi Mefatihul Gayb-Hicr Suresi) Açıklamadan da anlaşılacağı üzere sayha konusunda, Cebrail (a.s) sesinden farklı bir nitelemenin de olabileceği akla gelmektedir. Doğrusunu Allah Bilir. Hakikat şudur ki: Allah-ü Teala Lut kavmini, inkarları ve iğrenç fillerinin bir karşılığı olarak şiddetli bir şekilde cezalandırmıştır. Büyük felaketin ardından Lut kavminin yaşadığı mamur şehir bir anda yerin dibine çökmüş ve yaşadıkları dönemde bir övünç kaynağı olan mal-mülk ve kendilerine ait ne varsa, onların ardından birer harabe olarak bırakılmıştır.

Lut (a.s) kavminin yaşadığı ve helâk oldukları topraklar, benzer toplumların uğradığı akıbetlerde kastedilerek Kur’an-ı Kerim’de “El-mü’tefikât” (الْمُؤْتَفِكَاتُ) kelimesi ile “Altı üstüne getirilmiş şehirleri de O helâk etti. Onları üzerlerine yağan felâketlere gömdü!” (Necm Suresi/53-54) şeklinde nazil olmuştur. “El-mü’tefikât” (الْمُؤْتَفِكَاتُ) yalan/batıl, günah, iftira anlamlarındaki “efk” (أفك) kökünden türetilmiş çoğul isim olup, alt-üst olan memleket anlamında kullanılmıştır. Müfessirler, bu kelimenin delâletine ilişkin farklı görüşler zikretmiştir. Birinci görüşe göre; mü’tefikât, Lut kavmiyle birlikte helâk edilen Sodom, Sa‘be, Omre, Dûma ve Sa‘ve şehirlerine delâlet etmektedir. (Taberî, Târîḫ, I, 183; İbnü’l-Esîr, I, 122; Âlûsî, XXVII, 71)

İkinci görüşe göre; mü’tefikât ile geçmişte yaşamış tüm inkarcı ve sapkın kavimler kastedilerek, ilâhî azapla yok edilen tüm yurtlara işaret edilmiştir. (Zemahşerî, II, 162; Fahreddin er-Râzî, XXIX, 24) Mü’tefikât kelimesiyle işaret edilen şehirlerin bugün İsrail’de bulunan Lut gölünün çevresinde kaldığı tahmin edilmektedir. Lut kavminin yaşadığı yer olarak kabul edilen bu bölge, alt-üst olduktan sonra yer altından kaynar sular fışkırarak acı, tuzlu  ve iğrenç kokulu bir göl hâline gelmiştir. Yahudi kaynaklarında ise bu yerleşim yeri "Sodom" ismiyle geçmektedir.


Lut Gölü, yapılan çalışmalar neticesinde dünyanın en alçak gölü olarak kabul edilmiş deniz seviyesinden yaklaşık 422 metre aşağıda yer aldığı tespit edilmiştir. Lut Gölü, ciddi tuz yoğunluğundan dolayı İbranice "tuz denizi” (yam ha-melah) olarak isimlendirilen ve Arapça’da ise "“Ölü Deniz” (al-bahr el-meyyit) olarak kabul edilen bir göldür. Olayın geçtiği yeri inceleyen araştırmacılardan Alman Werner Keller, Lut kavminin helak olduğu bu bölge hakkında şöyle diyor: "Bu bölgede ortaya çıkan çok büyük bir çökmede; patlamalar, yıldırımlar, yangınlar ve doğal gazlarla birlikte korkunç bir deprem olmuş ve Siddim Vadisi ile birlikte Sodom-Gomora, yerin derinliklerine gömülmüştür. Bu deprem sırasında, yerkabuğunun çatlayıp çöküşü, kabuğun altında uyuyan volkanları da harekete geçirmiştir."[3] Allah-ü Teala’nın gazabı, Lut kavmini bir ibret vesikası olarak yerin dibine gömmüştür. Bu noktada dikkat çekici bir uyarıyı da hatırlamış olalım. Lut kavminin helakine sebep olan ahlaksızlıkları işleyen kimselerin başına bu tür felâketlerin her zaman gelebileceğine Kur'an-ı Kerim işaret etmektedir. “Emrimiz gelince oranın altını üstüne getirdik ve üzerlerine sağanak halinde, rabbin katında işaretlenmiş taşlar yağdırdık. Böyle cezalar zalimlerin başından hiç eksik olmaz.”(Hud Suresi/82-83)

Kur’an’ı Kerim “sayha” kelimesi ile helak edilmeyi tanımlarken, bu kelime ile birlikte bazı sıfatları da zikretmiştir. Müfessirlerin çoğunun görüşüne göre, Ad kavmi ve Hûd (a.s.)'a ait bir kıssa olarak (Zemahşerî, III, 47; Râzî, XXIII, 97) nakledilen, bazı eski tefsir alimlerine göre de, Semud kavmi ve onlara gönderilen Sâlih peygamber için zikredildiği rivayet edilen Mü’minun Suresi 31-41. ayetlerinde “sayha” kelimesi şu şekilde geçmektedir: “Nitekim kaçınılmaz bir akıbet olarak onları o  müthiş "sayha" yakalayıverdi; böylece sel süprüntüsüne ‘ğuseen’(غُثَٓاءً)) çevirdik onları! Zalimlerin canı cehenneme!” (Mü’minun Suresi-41) Kur’an-ı Kerîm’e göre; belirtilen bu kavim saraylara, mallara, sürülere, eşsiz bağ ve bahçelere (Şuara suresi/128-134) sahipti. Mal varlıkları yüzünden gurur ve kibre kapılmış olan kavim putlara tapmaya başlamış, insanlara zulmederek azgınlık ve taşkınlıkta bulunarak peygamberleri yalanlamıştır. (Hûd suresi/59; Şuara suresi/130)

Fahreddin Razi, Mü’minun Suresi 31-41. ayetlerinde yer alan "sayhanın ne olduğu hususunda da şu izahları yapmıştır: 1) Cebrail (a.s.) onlara bağırdı. Bu bağırma çok şiddetli olduğu için, işte onlar o zaman, hemen anında öldüler. 2)  İbn Abbas: Sayha, "recfe" (sallantı, sarsıntı) anlamında demektir" der. 3) "Sayha" azabın ve ölümün bizzat kendisidir. 4) Bu sayha, insanların kökünü kazıyan bir azaptır. Nitekim şair "Zaman, Bermek oğullarına öyle bir çığlık attı, o çığlığın şiddetinden dolayı onlar çeneleri üzere, yüzükoyun düşüverdiler" demiştir. Bunlardan birinci madde, daha uygundur. Zira kelimeye hakiki mana verilmiştir. (Fahreddin Razi-Müminun Suresi)

“Sayha” ile neticesinde gerçekleşen ‘ğuseen’(غُثَٓاءً) birbiriyle irtibatlı olarak tefsirlerde açıklanmıştır. ‘ğuseen’(غُثَٓاءً) kelimesi lügatte, sel köpüğü, sularının getirdiği ve ırmak kenarlarında kalıp çürüyen süprüntü, çöp, pislik, yığın, kusmuk, gibi anlamlara gelmektedir. Bu kelimeyi, Ebu Ubeyde; “Selin üzerinde sürüklenen ve yararlanılmayan şey”, İbn Kuteybe; “dağılıp giden köpük, kırpık”, Zeccâc; “selin köpükle sürükleyip götürdüğü ağaç yaprakları”, Mücâhid; “sel suyuyla taşınıp gelen kül yığını”, İbn Cerîr; “ağaçlardan düşen ve işe yaramayan yaprak” olarak tanımlamışlardır. Fahreddin Razi de, “ğuseen (غُثَٓاءً)” kelimesini Yeşil bitkileri çıkartan, sonra onları kapkara bitki kalıntısı haline getiren’ (A'la Suresi/4-5) ayetinin delil göstererek “selin getirmiş olduğu çürümüş ve siyahlaşmış yaprak ve kütükleri” şeklinde tanımlar. (Fahreddin Razi, Mefatihul Gayb-Müminun Suresi) Kadı Beydavi tefsirinde “sayha” ile birlikte manayı şu şekilde izah eder: “sayhanın karşı koyulamaz olması, Allah-ü Teala tarafından adil bir ceza olması, hak ve doğru bir vaat olması sebebiyle ‘hak bir sesle” o zalimleri “kıskıvrak  kalpleriyle parçalayan dehşetli bir sayha’ ile Hz. Cebrail (a.s) yakalayıp, onların selin geride bıraktığı süprüntü/çerçöp yığını haline getirmiştir.” (Kadı Beydavi Tefsiri, Müminun Suresi)

Konyalı Mehmet Vehbi Efendi; “Taberi ve Hâzin'in beyanları üzerine; “ğuseen (غُثَٓاءً)” kelimesi için, “sel suyunun üzerinde giden yaprak ve ot kurularının kırıntılarından hâsıl olan hafif ve menfaatten ari değersiz şey” tanımlaması yaptıktan sonra ayete şu manayı vermiştir: “Yani ‘onları bihakkın sayha ahzedince biz onları helak ettik ve asla menfaat olmayan ufacık toz ve toprak gibi kıldık’ demektir.” (Hülasatül Beyan, Mehmed Vehbi Efendi, Müminun Suresi)  Elmalılı Hamdi Yazır; “Sonra da onları kapkara bir sel köpüğüne çevirdi, gübre ve kömür haline getirdi ki bunların en belirgin kabiliyetleri yanıp tutuşarak ateşe hizmet etmektir. İşte hakka karşı tuzak kurma peşinde koşan kâfirlerin ve insanlığın bedensel zevklerinden öte kıymet ve değerini tanımayan bedbahtların sonu da bundan daha kötü olarak, aşağıda geleceği gibi sonsuz büyük ateşe odun ve çıra olmaktan ibarettir.” şeklinde farklı bir mana vererek “ğuseen (غُثَٓاءً)” kelimesini değersiz çer çöp yığınından sonra arta kalan gübre ve kömüre dönüşmüş başka bir madde olarak açıklamıştır.

Kur’an-ı Kerim’de kavimlerin helak edilişi ile ilgili başka bir ayette de ‘sayha’ sonunda ortaya çıkan netice; kuru ot (هَشٖيمِ الْمُحْتَظِرِ) tabiri ile ifade edilmiştir. Kur'an-ı Kerim’de “Şüphesiz biz, onların üzerine tek bir korkunç ses gönderdik de hayvan ağılına konan kuru ot gibi oluverdiler.” (Kamer Suresi-31) buyrulmuştur. "Heşim" (هَشٖيمِ) kelimesi lügatte; kırılmış, ufalanmış çer-çöpe dönmüş ot, kuru çalı çırpı, gazel, çürümüş ahır kazıkları, çöp kırıntısı anlamlarında kullanılmıştır. Celaleyn tefsirinde bu terkip şu şekilde açıklanır: “Ayette geçen "muhtezir", davarlarını kurt ve yırtıcı hayvanlardan korumak maksadıyla, kuru ağaç ve dikenlerden ağıl yapan kişidir. Bu ağaç ve dikenlerden yere dökülüp ayakların altında ezilip ufalanan şeylere de ‘heşim’ denir.” (Celaleyn Tefsiri/Kamer Suresi-31) Ayetteki ‘Heşîm" (هَشٖيمِ) kelimesinin “hayvan ağılındaki kuru ot ve çalılar gibi” diye çevrilmiş olması, (“arkasından rüzgârın savurduğu çer-çöp haline gelmiştir.” Kehf Suresi-45) ayeti de dikkate alınarak, bu tamlamayı oluşturan kelimelerin değişik anlamlarından dolayı, çeşitli müfessirler tarafından bu kelime terkibi “çöp kırıntıları, ağılı çeviren çubukların döküntüleri, yanmış kemikler, köhnemiş duvardan dökülen topraklar” gibi çeşitli manalarla açıklanmıştır (Taberî, XXVII, 103-104).

Fahreddin Razi ayette geçen  Heşîm" (هَشٖيمِ) kelimesinin ne demek olduğunu açıklarken, inkarcıların cehenneme odun olduğunu ifade edecek şekilde güzel bir benzetme olduğundan söz etmiştir. Cenâb-ı Hak bu teşbihle, onların, bir zamanlar ölüp gidenler arasındaki kuru otlar gibi, kupkuru oluşlar ile ilgili bir teşbih olduğunu ifade etmiştir. Buna göre Hak Teala sanki, "Onlar o narayı duydular ve günlerce evvelden ölüp gitmiş kimseler gibi oluverdiler. Bu teşbihin şundan ötürü olması da muhtemeldir. Korku esnasında eş ve dostların birbirlerine girip, âdeta bir yığın teşkil etmeleri gibi, bunlarda birbirlerine kenetlenip, öylece öldüler. Onların bu hali, böylece bir oduncunun müşteri tarafından görülsün diye, odunlarını üst üste yığması gibi oldu. Çünkü çok odunu bulunan kişi, onları âdeta bir ağıl gibi, dizer. Bu teşbih, onların cehennemdeki hallerini anlatmak için de olabilir. Buna göre mana, "Onlar, yakıt için olan kuru odunlar gibi oldular" şeklinde olur ve bu mecazi değil de hakiki mana olur. Çünkü Hak Teala, Kur'an-ı Kerim’de "Siz ve Allah'ı bırakıp taptıklarınız, cehennemin kütüğüdürler" (Enbiya, 98), "Böylece cehenneme odun oldular" (Cin, 15) ve "Boğuldular ve cehenneme sokuldular" (Nuh, 25) buyurmuştur. İşte onlar da aynen böylece öldüler ve sırf yakıt olarak kullanılan odunlar gibi oldular. Mana böyledir. Çünkü heşim denen odunlar, bina yapımında kullanılmaya değil, yakılmaya elverişlidirler. (Fahreddin Razi Mefatihul Gayb-Kamer Suresi)

Sayha kelimesi, Yasin Suresinde üç farklı ayette nekre olarak geçmektedir. “(Onları helâk eden) korkunç sesten başka bir şey değildi. Birdenbire sönüverdiler.” (Yasin Suresi/29) “Onlar, birbirleriyle çekişip dururken kendilerini ansızın yakalayacak korkunç bir sesi bekliyorlar.” (Yasin Suresi/49) “Sadece korkunç bir ses olur. Bir de bakarsın, hepsi birden toplanıp huzurumuza çıkarılmışlardır.” (Yasin Suresi/53)  Ashab-ı Karye kıssası olarak bilinen ve Yasin Suresinde 13-32. ayetlerinde anlatılan belde halkı, kendilerine üç peygamber gönderilmesine rağmen inkârcılıkta direnmiş ve peygamberlere iman eden kişiyi öldürmüşlerdir. Bu azgın kavmin helaki için de 29.ayette “sayha” kelimesi geçmektedir. İnanmış bir kulun- Habib-i Neccar olduğu rivayet edilir- peygamberin tebliğine uyması ve bu davete kavmini çağırması üzerine bu kişinin kavmi tarafından öldürülmesi anlatılmaktadır. “Ondan sonra onun kavmi üzerine gökten bir ordu indirmedik, indirmeyiz de.(Cezaları) korkunç bir sesten ibaretti; sönüp gidiverdiler. (Yasin Suresi/28-29) ayeti nazil olmuş ve bu ayeti kerimede ‘üzerine ordu gönderilmeden bir anda yok olup gitme’ manasında “sayha” kelimesi kullanılmıştır.

Ashab-ı karye kıssasında, şehrin bir köşesinden koşarak gelen ve kavmini peygamberlerin hak olan sözüne davet eden mümin kişinin, o zalim halk tarafından taşlanarak öldürülmesinden sonra, gökten herhangi bir ordu indirilmeden Allah tarafından helak edildiği zikredilmiştir. Zalimlerin küçümsedikleri o mümin kulun Allah nezdinde ne kadar değerli olduğu bildirilmiştir. O zalim kavim, mümin kulu nasıl küçümseyerek bir anda işkencelerle öldürdülerse, Allah-ü Teala da o zalim kavmi hor ve hakir kılarak, gökten bir ordu indirmeden sadece bir çığlıkla yok edivermiştir. Şeyhülislam Ebussuud olayı teşbihle açıklar: “Hz. Cebrail tarafından gerçekleştirilen o sesi, duydukları anda cansız düşmüşlerdi. Onların ölümü, sönen ateşe benzetilmiştir. Ancak canlı insan, hareket ve alevlenmede yanan ateş gibidir. Ölü insan ise, ateşin külü gibidir. Nitekim şair Lebîd de şöyle demektedir: "İnsan, ancak ateş alevi ve ışığı gibidir; bir süre patladıktan sonra küle dönmektedir.” (İrşad, Ebussuud Tefsiri, Yasin Suresi-29)

Fahreddin Razi hadiseyi açıklarken şu şekilde bir izah yapar: “Cenâb-ı Hakk'ın "Artık hemen sönüverdiler" ifadesinde, bu helakin çok hızlı olduğuna dair bir işaret vardır. Çünkü onların sönüp mahvolmaları, o sayha ile anında ve derhal meydana gelmiştir. Onların halinin "sönme" olarak anlatılması, anlatım biçimi açısından çok güzeldir. Çünkü canlı olanda, çokça hararet vardır. Ne zaman bu harareti fazla olursa, gazap ve şehvet de o nispette artar ve ileri olur. Onlar da böyle ateşli idiler, öfkeli oluşları, kendilerine nasihat eden mümin bir kimseyi öldürmelerinden de anlaşılmaktadır. Şehvetli oluşları da, o andaki bazı dünya lezzetlerini elden kaçırmama gayretiyle, devamlı olan (ahiret) azabını hesaba katmamalarından anlaşılmaktadır. Binâenaleyh onlar, cayır cayır yanan ateş gibi, hararetli İdiler. Bir de, onlar tıpkı ateş ve ateşten yaratılan varlıklar gibi, zorba ve kibir taslayan kimselerdi. Bundan dolayı Cenâb-ı Hak, "Onlar hemen sönüverdiler" buyurmuştur. Burada, şöyle bir başka izah da yapılabilir: Dört ana unsurun bazısı, varlığın, Cenâb-ı Hakk'ın yarattığı şekildeki tabiatından kaynaklanır, bazıları ise, Allah'ın iradesiyle oluşur. Binâenaleyh taşlar, su olabilir, sular taş olabilir. Aynen bunun gibi, kaynadığında su, hava olur, hava da soğuduğunda su olur. Fakat bu, bir müddet için adeten böyle olur. Ama hava, ateş; ateş de kısa zamanda yanıp-sönme ile hava hâlini alır. İşte bu sebeple, Allah-ü Teala, "onlar o sayha sebebiyle söndüler" demiştir. Binâenaleyh hız bakımından büyük bir ateşin sönmesi, bir kandilin ve alevin sönmesi gibi olur. (Fahreddin Razi Mefatihul Gayb-Yasin Suresi)

Kavmin helak edilmesinde sadece bir sesin yeterli olduğunu bir orduya gerek olmadığı hususunda el-Hasen ve ibn Mesud benzer biçimde şu açıklamayı yapmıştır: "Ordudan kasıt peygamberlere vahiy indiren meleklerdir. Ordunun askerler olduğu da söylenmiştir. Yani ‘Ben onları helâk etmek için ne ordu, ne de asker göndermeye ihtiyaç duydum. Aksine onları tek bir çığlık ile de helâk ederim.’ anlamında bir söz kastedilmiştir. (Kurtubi Tefsiri, Yasin Suresi-28)Bedir gününde, Allah-ü Teala’nın savaşın başlangıcında bir müddet yağmur yağdırması ile müminlerin hem su ihtiyacını karşılamış hem de savaşta kafirlere karşı her anlamda avantajlı duruma geçmelerine yardım etmiştir. Yağmurun ardından Allah-ü Teala: “O zaman inananlara şöyle diyordun: "Rabbinizin, indirilen üç bin melekle size yardım etmesi sizin için yeterli değil mi? Evet, eğer siz sabır gösterip disiplinli davranırsanız, onlar şu anda süratle üzerinize gelseler bile rabbiniz size nişanlı beş bin melekle yardım edecektir.” (Al-i İmrân suresi/124-125) buyurarak peygamber efendimizi ordularla desteklemiştir. Bu hadisenin burada helak olan kavim için tekrar hatırlatılması, kavmin ordu gönderilmeye değecek bir şey olmadığını ifade etmek içindir.  

Sayha kelimesi, Kur’an-ı Kerim’de bazı ayetlerde de kabir ve kıyamet anını ifade etmek için kullanılmıştır. Bu kullanıma örnek olarak: “(İşte o zaman:) Eyvah, eyvah! Bizi kabrimizden kim kaldırdı? Bu, Rahman’ın vadettiğidir. Peygamberler gerçekten doğru söylemişler! derler. Olan müthiş bir sayhadan ibarettir. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurumuzda hazır bulunurlar.” (Yasin suresi/52-53) Kurtubi, ilgili ayetin tefsirinde: “kıyametin kopuşu yalnız bir göz kırpması gibidir.” (Nahl Suresi/77) ayetini hatırlatarak; “Bu sayha, bütün canlıları öldüren ölüm üfürüğüdür.” şeklinde bir tanımlama yapar ve “kâfirler, cehennemdeki türlü azapları görecekleri vakit, kabirlerindeki azapları, cehennemdeki azaplarına kıyasla bir uyku gibi gelecektir.” ifadesini de izahlarına ilave eder. (Kurtubi Tefsiri, Yasin Suresi-52)

İbn Kesir’e göre Yasin suresi/53 ayetinde geçen sayhadan maksat; Taberi'nin de tercihi olan korku üfürüğüdür. Zemahşerî ise ayetin tefsiri için: “o sayha, sadece bir üfürüştür. O, ne ikilenir, ne de tekrarlanır. Katâde de aynı kelime için; “O, her türlü gürültüden daha şiddetli olan bir sayhadır.” şeklinde mahiyetini anlayamayacağımız belirsizlikte bir ses tanımlaması yapmıştır. Kur’an-ı Kerim, insanların yeniden diriltileceği, hızlı bir şekilde mahşer yerinde toplatılacağı ve kafirlerin derin bir pişmanlık içinde, peygamberlerin dünyada iken bildirdiklerinin hak olarak çıktığını itiraf edecekleri günü, tasvir ederken açıklamalardan da görüldüğü üzere “sayha” kelimesi kullanmıştır. Kıyamet günü sura üfürüldüğü zaman, tek bir sesle ölmüşlerin hemen hepsi mahşer yerinde, Allah-ü Teala’nın huzuruna hesap vermek için kabirlerinden kalkarak toplanırlar. Bütün bunlar yeniden dirilmenin ve mahşerde toplanmanın bir anda oluverecek bir hadise olduğuna işaret eder. O günde hiç kimseye haksızlık edilmez. Hiç kimse hesaba çekilmekten kurtulamaz. Kıyamet günü, herkes dünyada işlediği ne varsa, zerre kadar ameli zayi olmadan kazandıklarının karşılığını alır, kimseye en küçük miktarda bile olsa zulüm ve haksızlık yapılmaz. Dünyada salih amel işleyenler mükâfatını, kötü amel işleyenler de Allah’ın iradesiyle cezasını görürler.

Kıyametin kopması, Sûr’a üflenmesiyle başlayacaktır. Buradaki “Sûr”(الصور) ile tam olarak ne kastedildiği de meçhul bir kavramdır. Sözlükte “İsrafil (a.s) üfüreceği boru, seslenmek, ses çıkarmak, kıyamet borusu, kale duvarı, hisar, düğün, ziyafet, eğmek, boynuzdan yapılan düdük” gibi anlamlara gelmektedir. Terim olarak da kıyametin kopuşunu belirtmek ve kıyamet koptuktan sonra bütün insanların hesap vermek üzere mahşerde toplanmalarını gerçekleştirmek için İsrafil (a.s) tarafından üfürülen boynuz şeklinde tabir edilmiş mahiyeti bilinmeyen boruya denir. Hadis-i şerifte: “Sûr, boynuz suretinde bir borudur. (Kıyamet gününde) ona üfürülür.” (Ebu Davud, Sünnet; Tirmizi, Kıyamet) şeklinde bir tasvir vardır. Erzurumlu İbrahim Hakkı kıyamet ahvaline dair geniş bir takım malumat verdikten sonra, Sûr hakkında şöyle bir tanımlama yapar: “Allah-ü Teala, son üfürüş öncesi İsrafil (a.s) tekrar yaratır ve bu üfürüşle birlikte, Sûr içinde sakin olan bütün ruhlar yayılarak kendi nefsini bulur ve mahşer yerinde toplanır” (Marifetname-1, Erzurumlu İbrahim Hakkı) Açıklamadan da anlaşılacağı üzere İbrahim Hakkı Sûr’u "ölen bütün canlıların ruhlarının kabzedildiği boru biçimli mahiyeti kavranamayan bir şeye" benzetmiştir. Allah-ü Teala’nın emriyle İsrafil tarafından Sûr üfürüldüğünde ruhlar hemen kendi bedenlerini bulur ve bir anda mahşer yerinde hesap vermek için Allah’ın huzuruna toplanırlar. Dağlarda ölmüş olan, denizlerde boğulmuş vahşî hayvanların ve kuşların yemiş olduğu insanların ruhları bile kendi cesetlerini bulur. Kur'an-ı Kerim ayetlerinde kıyamet ve Sûr hakkında çokça bilgiye rastlamak mümkündür. “Sûr’a üflenince, Allah’ın diledikleri müstesna olmak üzere, göklerde ve yerde ne varsa hepsi ölecektir. Sonra ona bir daha üflenince, bir de ne göresin, onlar ayağa kalkmış bakıyorlar!” (Zümer suresi/68) “Birinci üflemenin (kâinatı) sarstığı, onu ikinci üflemenin takip ettiği gün, işte o gün yürekler şiddetli kaygı sebebiyle yerinden oynar, gözlerini korku bürür.” (Nâziât suresi/6-9) Müminlerin ruhlarının kıyamette eziyet ve cefa görmeden mahşerde toplanacağı hadis-i şerifte: “Mü'minin ruhu, cennet ağacında beslenen bir kuş olur. Yeniden dirilme gününde Allah onu cesedine döndürünceye kadar orada beslenir.” (Muvatta, Cenaiz; Nesai, Cenaiz; İbn Mace, Zühd) olarak ifade edilmiştir.

Sûrun üflenme zamanı ve kıyametin ne zaman kopacağı konusunda, net bir zaman dilimi zikredilmez, bunlar tamamen gaybi meselelerdendir. Allah-ü Teala’dan başka hiç kimse bu vakti bilemez. Peygamber efendimiz (s.a.v) kıyamet vakti ile ilgili olarak sadece birtakım alamet ve emarelerden söz etmiştir. Mevzu ile ilgili olarak Rasülüllah (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Kıyamet öyle bir zamanda gelir ki iki kimse bir elbiseyi alım satım yapmak üzere yere sererler. Alım satım yapmadan, içmek üzere devenin sütünü sağarlar, içmeden, bir kimse havuzunu sıvar, içine su koymadan, yemek için lokmayı eline alır, ağzına koymadan elbette kıyamet kaim olur, kimsenin haberi dahi olmaz» buyurduğu (Buhârî, Rikāk, 40; Ahmed, II, 369. Bkz. Müslim, Fiten 140, Îman 248)

“Binaenaleyh; insanlar için kıyametin vaktini ta'yin etmek mümkün değildir. Zira; kıyametin zamanının ilmi Allah-ü Teala’ya mahsus olan beş şeyden birisidir. Şu halde kıyametin zamanını ta'yin etmekten âlem-i beşeriyet âcizdir, ancak enbiya-yı kiram hazaratı bazı alâmetlerini beyan etmişlerdir ki o alâmetler kıyametin yakın olduğuna emaredir. Hulâsa; kâfirlerin istihza yoluyla kıyamet ne zamandır? dedikleri ve onlara cevap olarak “Kıyamet ansızın zuhur edecek bir sayhadan ibarettir. O sayhayı gözetin” manasında bir hitabın denildiği, o sayhanın geleceği zamandan hiç kimsenin haberi olmayıp ancak herkes birbiriyle muhaseme ederken ve her biri bir işle meşgul oldukları zamanda gelivereceği bu ayetten müstefad cümlesindendir.” (Hülasatül Beyan, Mehmed Vehbi Efendi, Yasin Suresi) şeklindeki açıklamalardan da görüleceği üzere bir anda ansızın yakalayıveren bir ses anlamında kullanılan dehşet veren bir “sayha” mahiyeti meçhul bir kavram olarak, kıyamet zamanını ifade eden “Sûr” ile irtibatlı olarak, Kur’an-ı Kerim’de ayrıca zikredilmektedir.

Sayha kelimesinin Kur’an-ı Kerim’de kıyamet anını ifade etmek için kullanımına bir başka örnek şöyle verilebilir: Peygamber efendimizin davetine yüz çeviren kimseler  kastedilerek: “Bunlar da (müşrikler de) ancak (vakti gelince) asla geri kalmayacak korkunç bir ses bekliyorlar.” (Sad Suresi/15) buyrulmuştur. Şeyhül İslam EbusSuud; bu ayeti: “Hakka karşı birlik oluşturan, hakir ve yakın zamanda hezimete mahkûm oldukları bildirilen kâfir gurupların azabı beyan edildikten sonra şimdi de Mekke kâfirlerinin azabı beyan edilmektedir. Zira Mekke kâfirleri, eski kâfir gurupların suçları gibi ağır suçlar işlemişler ve işledikleri bu suçları, en ağır cezaları gerektirmektedir ki bu suçların kötü sonuçlarıyla henüz karşılaşmamışlardır. Yani küfür ve hakkı tekzipte o geçmişte helâk edilen taifeler gibi olan şu Mekke kâfirleri, ancak Sûr'a üfürmeyi beklemektedirler.” şeklinde izah etmiştir. (İrşad, Ebussuud Tefsiri, Sad Suresi) Bu ayetin hemen öncesindeki, “Bunlardan önce Nuh kavmi, Âd kavmi, kazıklı Firavun, Semud kavmi, Lut kavmi ve Eyke halkı, bütün bu topluluklar ısrarla gerçeği yalanlamışlardı. Hepsi de elçileri yalancılıkla suçladılar, bu yüzden de kendilerini cezalandırmam hak oldu.” (Sad Suresi/12-14) ayetteki “sayha” ile mana olarak ne kastedildiği konusunda ihtilaf vardır. Burada, inkar ve azgınlıkları sebebiyle helak edilen eski kavimlerin kastedilmiş olabileceği şeklinde bir anlayış olmakla birlikte, peygamber efendimizin (s.a.v)’in muhatabı olan Mekkeli müşriklerden söz edildiği yönünde başka bir yorum da mevcuttur. İlk yoruma göre “geri dönüşe imkân bırakmayacak olan korkunç ses”, kıyametin kopması sırasındaki Sûrun üflenmesi üzerine çıkacak olan sestir. İkinci yoruma göre de “geri dönüşe imkân bırakmayacak olan korkunç ses” ile putperest Araplar’ın Müslümanlar karşısındaki nihaî yenilgileri için kullanılan mecazi bir ifade kastedilmiştir. (İbn Âşûr, XXIII, 223-224) Kadı Beydavi, ayeti tefsir ederken; “Senin kavmin yahut o hizipler beklemiyorlar; çünkü onlar zihinde hazır oldukları için huzurda gibidirler, yahut Allah'ın ilminde hazırdırlar, “ancak iki sağım aralığı kadar sürecek” -iki sağım arasında sütün birikeceği ya da dönüp geleceği kadar bir zaman içinde- bir tek haykırış -Sûra ilk üfürme-bekliyorlar” şeklinde her iki yorumu da içine alan bir açıklama yapmıştır. (Kadı Beydavi, Sad Suresi)

"Devenin iki sağımlığı kadar dahi gecikmesi olmayan” (Sad Suresi-15) anlamında kısa bir süreyi ifade eden “fevg”(فَوَاقٍ) kelimesini, İbn Abbâs; "tekrarlanma" anlamında açıklamıştır. Mücahid; “dönüşü olmayan”, Katade; “ikinci defa meydana gelmesi söz konusu olmayan”, Ferrâ; “bir rahat ve ayılma olmaması”, İbn Kuteybe; “istiare yolu ile eğleşme ve bekleme”, el-Hasen; “dünyaya dönüşün olmaması”, Cevheri; “iki sağımlık arasındaki süre”, İbn Cerir; “gevşeme ve kesilmenin olmaması” şeklinde izah etmişlerdir. “fevg” (فَوَاقٍ) kelimesi, Hadîs-i şerifte de, kısa bir zaman manasında “Hasta ziyareti dişi devenin iki sağımlığı arası süre kadardır.”(Bezzar, Müsned, II, 255, el-Kudai, Müsnedu'ş-Şihab, II, 218) şeklinde ifade edilmiştir. Kurtubi; ayette anlatılmak isteneni, “bu sürenin arada kesinti olmaksızın devam edip gittiği” şeklinde özetlemiş ve bir hadis-i şerifi görüşüne delil olarak göstermiştir: “Ebu Hüreyre rivayetle dedi ki: Rasülüllah (s.a.v) bizlere -bir grup ashabı ile birlikte iken- anlattı. "Yüce Allah İsrafil'e birinci defa Sûra üfürmesini emreder. O’na: “Korku ve dehşet üfürüşünü” üfür, der. Göklerdekiler ve yerdekiler -Allah'ın diledikleri müstesna- dehşete kapılırlar. Sonra O’na, emir verir, O da bunu uzatıp sürdürür ve devam ettirir. Yüce Allah da: "Bunlar devenin iki sağımlığı kadar dahi gecikmesi olmayan bir çığlıktan başkasını beklemiyorlar" diyerek hitap eder. (et-Tezkire, Kurtubi, Ali b. Mabed)

Bir kişi nerede ölürse ölsün veya dünyanın neresinde ölüm ona yetişirse yetişsin, ister cesedi olsun, ister cesedi paramparça olup kaybolsun o kimseye Allah'ın münadisinin sesi ulaşacaktır. Bu sesle bulunduğu yerden, yeryüzünün köşe bucaklarından, denizin diplerinden dirilip kalkan insanlar mahşer yerinde hesap vermek için toplanacaklardır. Bu ses öyle bir ses ki insanlar tarafından sanki çok yakından gelen bir ses gibi duyulacaktır. Herkes aynı anda bu ilahi emre uyarak aynı anda huzurda toplanacaktır. “Seslenenin yakın bir yerden sesleneceği güne kulak ver. O gün insanlar bu sesi gerçekten işiteceklerdir. İşte bu, çıkış günüdür.” (Kaf Suresi/41-42) Kabirlerden, bulundukları mekanlardan çıkıp hesaplarının görüleceği ve buna göre cennete veya cehenneme gideceklerini bildiren ve hakka çağıran o sayha, müminler için bir bayram günü, kafirler için ise bir azap günü olacaktır. Kıyametin kopmasıyla birlikte yeryüzü yarılır yarılmaz insanların, kabirlerinden süratle çıkarak mahşere koşacaklarını beyan etmektedir. Allah-ü Teala; insanları öldükten sonra tekrar dirilteceğini, diriltme işinin kendisi için zor bir şey olmadığını, nasıl ilk defa yaratırken sadece ‘ol’ demesi kafi geldiyse öldükten sonra yeniden diriltmenin de bir o kadar kolay olacağını Kur'an-ı Kerim’de, bizlere bildirmiştir. Şüphesiz biz diriltir ve öldürürüz. Dönüş de ancak bizedir. O gün yer yarılır, onların üzerinden süratle yarılıp açılır. Bu, bize göre kolay olan bir haşirdir.” (Kaf Suresi/43-44)

Çeşitli tefsir alimlerinin görüşleri doğrultusunda; “ses” ve “sayha” ile ilgili ayetleri inceledikten sonra, kavimlerin felaketlerini, ayette geçtiği gibi şu şekilde tasnif edebiliriz. “İşte biz, her birini günahı sebebiyle yakaladık. Kiminin tepesine bir kasırga gönderdik, kimini korkunç bir sayha yakaladı, kimini yere batırdık, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyordu. Fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı." (Ankebut, 40). Allah-ü Teala, bu ayette dört çeşit azaptan bahsetmiştir: 1)  Kasırga ile azap. Bunun, kızdırılmış taşlar olup, üzerine düştüğü herkesin tepesinden girip aşağıdan çıktığı da söylenmiştir. Ki burada, ateşle azaba işaret vardır. 2)  Sayha ile azap. Sayha, dalga halindeki havadır. Çünkü sesin sebebinin, havanın dalgalanıp, kulağın içindeki perdeye ulaşarak, oraya çarpması, böylece de kişinin onu hissetmesi olduğu ileri sürülmüştür. 3) Yere batırma ile azap. Bu da insanların toprakla boğulması demektir. 4) Boğma ile yapılan azap ki bu da su ile olur. Böylece o azabın, "Anâsır-ı erbaa" ile vaki bulduğu ortaya çıkmış olur ki, insan da zaten bundan mürekkeptir. insanın kıvamı, bekası ve devamı da bununladır. Binâenaleyh bu demektir ki Cenâb-ı Hak, insanı helâk etmek istediğinde, varlığının sebebi olan şeyi, yokluğunun; bekasının sebebi olan şeyi de, son bulmasının sebebi kılmıştır.” (Fahreddin Razi Mefatihul Gayb-Ankebut Suresi/40)

Allah-ü Teala azgınlık ve inkarda aşırıya gitmiş toplumları dünyada çeşitli felaketlerle cezalandırmıştır. Bu azaplar, taşkınlık ve azgınlıkta ileri giden günümüz toplumları için de vaki olabilir. Nitekim; bugünkü ahvalimizi helak olan Medyen kavmi ile kıyaslayarak dikkat çekici bir yorumda bulunan Seyyid Kutub, ilgili surenin tefsirinde şöyle demektedir: “Eski cahiliyenin pençesinde kıvranan Medyenliler'den kendimizi fazla üstün görmeyelim. Biz bugün onlarınkinden daha koyu bir cahiliyenin pençesinde kıvranıyoruz. Fakat bizim modern cahiliye çömezlerimiz bilgili, deneyimli ve uygar oldukları iddiasındadırlar. Sosyal hayatta ve çarşılardaki alışverişlerde Allah inancı ile kişisel davranışlar arasında bağ kuranları gericilikle, bağnazlıkla ve çağdışılıkla suçlamaktadırlar. Kalplerdeki Allah'ın birliğine yönelik inanç ile kişisel davranışlara ve insanlar arası ilişkilere ilişkin ilahi yasaları bir yana bırakarak bu alanlarda yeryüzü kanunlarına bağlanmak, birbiri ile bağdaşmaz. Allah'ın birliğine inanmak ile müşriklik, putperestlik aynı kalpte bir arada barınamaz. Müşrikliğin, putperestliğin türlü türlü renkleri vardır. Bir rengi de şimdi içinde yüzdüğümüz müşrikliktir. Bu, müşrikliğin aslı ve özüdür; bütün zamanların ve bütün ülkelerin müşriklerinin buluştukları, ortak zemindir.”  (Fizilalil Kur’an, Seyyid Kutub, Hud Suresi)

Dünyadaki bütün işler, Alim ve Hakîm olan Allah'ın kudretine ve ilmine tabidir. Toplumlar, aşağılık davranış ve hareketlerinden dolayı hem bu dünyada hem de uhrevi alemde Yüce Yaratıcı tarafından cezalandırılır. Her şeyin bir sebebi vardır ve bu sebepler de Allah-ü Teala’nın sevk ve idaresindedir. Bu gerçeğin farkında olmayanlar, inkarlarını perdelemek için deprem, yıldırım, sel, yanardağ…vs. gibi doğal afetleri sebep göstererek kavimlerin helaki ile ilgili ayetleri te'vil etmeleri kabul edilemez. Esasında tüm olayların birer hikmet vesikası olduğunu anlamak ve halkların helak edilme sebepleri üzerinde düşünüp ibret almak gerekir. Yaratıcının bu kavimleri neden yok ettiğini anlamak için geride kalan tüm emareleri inceleyerek, Allah’ın rahmetinden uzaklaştıracak her türlü eylem ve davranıştan sakınmaya çalışmak en doğru olandır. Allah-ü Teala kendisine tam bir teslimiyetle, iman etmemizi ve emirlerine uymamızı beklemektedir.

Ayetlerde bunca halkın inkarları sebebiyle helak edilmesinden, kibirli yaşayış tarzlarından bahsedilmesi, dünya hayatının geçici olduğuna defaatle vurgu yapılması boşuna değildir. Emirler ve yasaklar bellidir. İnsanın acziyeti ortadadır. Kibir ve büyüklenme duygusuna kapılmadan, sırat-ı müstakimde sabit kalarak, şeytanın yollarından uzaklaşmamız lazımdır. Allah’ın emir ve yasaklarından yüz çevirip, peygamberlerin getirdiklerini yalanladığımız zaman, önceki kavimleri bulan felaketler, bize de uğrayabilir ve en önemlisi ahirette ebedi azap ile büyük bir hüsran içinde kalabiliriz.

Yüce dinimiz İslam, tüm insanlığa imanın hakikatlerini, dünya ve ahiret saadetinin yollarını gösterir. Sadece Allah’a kulluk etmeyi, O’na güvenmeyi, O’nun rahmetine sığınmayı ve yalnız O’ndan yardım dilemeyi emreder. Var olan tüm batıl düzenleri ve hurafeleri yok sayar. Dünya ve ahirette saadeti ve muvaffak olmayı Rabbimizden isteyelim. Her zaman acziyet içinde, kibrimizi ayaklar altına alıp, dua edelim. “De ki: Yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfürüp büyü yapan üfürükçülerin şerrinden ve kıskandığı vakit kıskanç kişinin şerrinden sabahın Rabbine sığınırım!”(Felak Suresi/1-5);De ki: "Cinlerden, insanlardan olsun, insanların kalplerine vesvese sokan sinsi şeytanın şerrinden insanların rabbine, insanların mâlik ve hâkimine, insanların mâbuduna sığınırım!”(Nas Suresi/1-6)

Var olan gerçekler ve ihtimaller üzerinden kayda değer bir çalışma olması açısından uzunca değerlendirdiğim bu yazıda, “sayha” (ses) hakkında ulaşabildiğim verileri, tefsirler eşliğinde titizlikle sunmaya çalıştım. Hata ve noksanlıklar elbet vardır, bunlardan dolayı Allah’tan affımı niyaz ederim. Çalışma bizden, hidayet ve Tevfik ise Allah’tandır. [11/02/2021 Kadir PANCAR]

"Sayha" hakkında bu yazımızda, tefsir kaynakları eşliğinde uzunca bir izahat yaptık. Daha farklı bir malumat elde etmek açısından, "ses özellikleri, ses çeşitleri ve ses teknolojileri" kavramlarını, bilimsel gelişmeler eşliğinde yorumlayan; ilgili yazının devamını da okuyabilirsiniz. "SESİN MAHİYETİ VE SAYHA" yazımıza aşağıdaki bağlantıyı kullanarak ulaşabilirsiniz.

Kaynakça:


[1] Celal Kırca, "Semud Maddesi", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/semud

[2] “Sizden önce alemlerden hiçbirinin yapmadığı hayasızlığı (livâta) mı yapıyorsunuz” (Araf Suresi/80)

[3] Werner Keller, Und die Bibel hat doch recht (The Bible as History; a Confirmation of the Book), New York 1956.

11/02/2021 
Kadir PANCAR

En Çok Okunan Yazılar

Aşağıdaki Yazılar İlginizi Çekebilir!!!