Net Fikir » hat sanatı
El Yapımı Dolma Kalem
Yazının Estetiği Dolma Kalem Üreticileri
Dolmakalemlerde uç kalınlığı nedir?Dolmakalem uçlar, kullanıcıların tercihine göre genel olarak beş farklı kalınlık modeli bulunmaktadır:EF (extra fine:çok ince), F (fine:ince), M (medium:orta), B (broad:kalın) ve BB (Kaligraf:kesik uç).Türkiye'de en çok F ve M tipi uçlar satılmaktadır. M genel olarak ince (F) yazmanın zor olduğu durumlar için herkese hitap eden bir uç modelidir.
Hafız Osman Vav'ı
Hafız Osman fırtınalı bir günde dolmuş kayıkla Beşiktaş'a
geçecektir. Bir kayığa biner. Yol bitmek üzereyken kayıkçı ücretleri
ister. Fakat Hafız Osman o gün aceleyle çıktığı için yanına para almayı
unutmuştur.
Kayıkçıya; 'efendi, yanımda param yok, ben sana bir 'vav'
yazayım, bunu sahaflara götür,karşılığını alırsın' der. Kayıkçı yüzünü
ekşitip söylenerek yazıyı alır. Canı fena halde sıkılmıştır ama artık yapacak birşeyi olmadığından zoraki kabul eder bu durumu.
Bir zaman geçtikten sonra kayıkçının yolu
sahaflara düşer. Bakar ki yazılar, levhalar iyi fiyatlarla
alınıp satılıyor. Cebindeki yazıyı hatırlar ve götürür satıcıya. Satıcı
yazıyı alır almaz 'Hafız Osman vav'ı' diyerek açık artırmayla iyi bir fiyata 'vav' satılır. Kayıkçı bu duruma çok sevinir çünkü bir haftalık
kazancından daha fazlasını bu 'vav' ile kazanmıştır.
Bir gün Hafız Osman
yine karşıya geçecektir ve yine aynı kayıkçıyla karşılaşmıştır. Yol
bitmek üzereyken yine ücretler toplanır. Hafız Osman da yol ücretini
uzatır kayıkçıya. Kayıkçı 'efendi para istemez, sen bir 'vav' yaz
yeter' der.
Hafız Osman gülümseyerek ; 'efendi o 'vav' her zaman
yazılmaz.Sen dua et para kesemi yine evde unutayım' der...
Halk içinde muteber bir nesne yok
Kanuni Sultan Süleyman'ın Muhibbi mahlası ile yazdığı şiirin ilk iki beyitinin talik yazı stili ile Necmeddin Efendi tarafından hat edilmiş halidir. Şiirin tamamı şu şekildedir.
Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi.
Halkın gözünde devlet (iktidâr) gibi değerli bir şey yok. Halbuki şu dünyada bir nefes sıhhat gibi devlet (güç) olamaz.
Saltanat didükleri ancak cihân gavgasıdur Olmaya baht ü saâdet dünyede vahdet gibi.
Saltanat dedikleri sadece bir dünya kavgasıdır. Dünyada Allaha yakınlık gibi büyük saâdet ve baht açıklığı olamaz.
Ko bu ayş ü işreti çünkim fenâdur âkıbet Yâr-ı bâkî ister isen olmaya tâat gibi.
Bu eğlenceyi yeme içmeyi bırak, sonu kötüdür. Eğer ebedî bir sevgili istiyorsan ibâdet gibisi yoktur.
Olsa kumlar sağışınca ömrüne hadd ü aded Gelmeye bu şîşe-i çerh içre bir saât gibi.
Ömrün, kumlar sayısınca sınırsız ve hesapsız olsa bile, Bu feleğin fanusunda ( çıtasında) bir saât gibi bile gelmez.
Ger huzûr etmek dilersen ey Muhibbî fâriğ ol Olmaya vahdet cihânda kûşe-i uzlet gibi.
Ey Muhibbî, eğer huzur içinde olmak istersen, ferâgat sâhibi ol (vazgeç) Dünyada yalnızlık köşesine çekilmek gibi Allaha yakınlaşma olamaz. Kanuni Sultan Süleyman "Muhibbi" ( 1494 - 1566 )
Mani rızk olanın, rızkını Allah keser
Zâlimin rişte-i ikbâlini bir âh keser, Mâni’-i rızk olanın rızkını Allâh keser.
Zalim kişinin isteklerinin bağını bir ah keser. Rızka engel olanın rızkını Allah keser.
İnsana sadakat yakışır görse de ikrah
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir
Nâşad gönül bir gün olur şâd olacaktır.
Bârân yerine dürr ü güher yağsa semâdan
Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde
Bin türlü teseyyüp bulunur hânelerinde
Zer-dûz palan vursan eşek yine eşektir
Âsâf’ın mikdârını bilmez Süleyman olmayan
Bilmez insan kadrini âlemde insan olmayan
(Âsâf’ın değerini Süleyman olmayan bilmez, (Âsâf, Süleyman peygamberin veziridir.) Dünyada insan olmayan insanın değerini bilmez.)
Bilmez idik evvel bu dirayet yeni çıktı
Nâmus tamam oldu hamiyyet yeni çıktı
Dildardan ağyâra şikâyet yeni çıktı
Hırsızlara ikram ü inayet yeni çıktı
Hainlere amma ki riayet yeni çıktı
Efkâr-ı Frenge tebaiyyet yeni çıktı
Bedbaht ona derler ki elinde cühelanın
"Sözün güzelliğine bakar mısınız? Bedbaht ona derler ki elinde cühelanın Kahrolmak için kesb-i kemal ü hüner eyler… Bugünkü dile çevirirsek, Kötü talihli ona derler ki, cahillerin elinde kahrolmak/perişan olmak için hünerlerini ortaya koyar… Söz kısaca bu… Bilgi toplumunun sunduğu fırsatlar sayesinde hergün daha çok bilgileniyoruz . Bilgilendikçe de cahillerimizin oranında hızlı bir artış gözlemliyoruz. Yine Derbeder Sakallı Celal olarak bilinen bir İstanbullu’nun güzel bir sözüyle derdimizi dökelim: Bu kadar cehalet ancak tahsil ile elde edilebilir. Dolayısıyla her türlü eğitim sürecinden geçen, en yüksek diplomaları alan, en yüksek makamlarda oturanların çoğunu bu sınıflandırmaya dahil etmek mi lazım diye düşünmeden edemiyor insan…*** Sözün burasında şunu da söyleyelim de, yine bu kategoriden biri çıkıp da, “Amma da yukarıdan bakıyor, kendisini bu kadar insanın üstünde görüyor” falan demesin… Kendimi, “öğrendikçe, bilmediklerinin ne kadar çok olduğunu bilenler” kategorisinde gördüğümü söyleyeyim… Cehaletin zirvesini, bütün bilginler, filozoflar ve hikmet sahipleri şöyle tarif ediyorlar: Bilmez! Fakat bilmediğini de bilmez… “Bilmediğini bilmeyenden kaçabildiğiniz kadar kaçın!” da derler yüzyıllardır. Bu tür insanlar yaşamları boyunca “tevazu” diye bir kavrama rast gelememişlerdir. O zaman rahatlıkla şunu söyleyebiliriz: Bilmediğimizin farkında olmamız, her halde en erdemli tarafımızdır…Ne yazık ki, en kötü talih en etkili ve yetkili makamlarda olanların her şeyi bildikleri, her nesneden anladıkları ve bir çeşit Firavunluk ve Nemrutluk psikozuna girmeleridir. Öğrenme ve öğretmenin kutsallığından habersiz birtakım insancıklar, duyduğu, gördüğü, öğrendiği ve iliştiği her bilgi, olay, konu, kişi ve olgu ile ilgili ahkâm kesmeyi büyük bir pişkinlik ve utanmazlıkla ve yine büyük bir marifetle sürdürebilmektedirler… Bunlar, kendi aralarında güçlü bir “menfaat birlikteliği” ya da Menfaat Anonim Şirketi oluşturarak, her türlü erdemsizliği, liyakatsizliği, eksikliği, yetmezliği, ihaneti ve hemcinsine sadakatsizliği birer ticari meta haline getirerek yollarına devam ederler… Dolayısıyla bu piyasada, satışa konu olmayacak hiçbir değer yoktur…*** Oysa bilgi, modern dünyada en önemli güç kaynağıdır. Hem toplumlar, hem de bireyler için… Hem maddi bilgi, hem de manevi bilgi elbette… Hem dünyayı, maddeyi, olguları ve olayları açıklama çabasında olan bilgi… Hem de, eşyanın, olayların ve yaşamın ötesini gösteren bilgi… Bir anlamda, insanı yücelten, değer katan, yeryüzü yolculuğunun sırlarını öğreten bilgi… İnsanı, toplumu, kenti, ülkeyi ve milletin değerlerini bir “ticari meta” olarak göstermeyen bilgi… Her gördüğünden “menfaat” sağlama hastalığından uzak tutan bilgi…" M.Akif ÇUKURÇAYIR -07/02/2011http://www.yenimeram.com.tr/bedbaht-33737.htm
Ehibba şive‑i yağmada mebhut eyler
Açılır bahtımız bir gün-İbrahim Hakkı
KPSS sınavlarına girdiğim ve öğretmenlik atamalarına müracaat ettiğim şu zamanlarda defalarca okuduğum şiir, Erzurumlu İbrahim Hakkı tarafından kaleme alınmış. Hayatımda bu şiirin yeri başka. Sınav süreci günlerinde psikolojimi bu şiirle tam manasıyla sağlam tutuyorum diyebilirim. İkamet ettiğimiz evin girişine, şiirin Osmanlı Türkçesi ile metnini (aşağıdaki tablo fotoğrafı) yazıp astım. Eve girerken çıkarken şiiri her gördüğümde okuyorum. Allah, rızıksız kul yaratmaz, İnsanoğlu yaratıldığı an rızkı da hazırlanmış ve Allah tarafından ezelde takdir edilmiştir. “Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allâh’a ait olmasın.” (Hûd, Suresi-6) Endişemiz asla rızık için değildir, bahtımızın güzel olması, emeklerimizin karşılığı için sadece bir münacaattır bizim bu durum. "Yeryüzünü size boyun eğdiren O’dur. Öyleyse yerin her tarafını dolaşın ve Allâh’ın verdiği rızıktan yiyin." (Mülk Suresi-15) Bunca yılın yorgunluğunu görmek, maalesef içimizi acıtıyor. Varlıklı bir zümrede doğmamış, bir yerlere gelebilmek için kimseye minnet etmeden, kul hakkına girmeden çabalayan, Anadolunun garip ama yiğit ferdlerine selam olsun. Duamız hayır, akibetimiz de iyi olsun inşallah. Allah, bizleri çok istediğimiz şeylerle de imtihan edip acziyete düşenlerden eylemesin. Yolumuzu açık, bahtımız güzel olsun. (Amin) Sizlerin de istifadesi için İbrahim Hakkı Hazretlerinin hayat hikayesini ve muazzam şiirini burada paylaşmak istiyorum. (K.P)
2. Mârifetnâme. 1170’te (1757) tamamlanan eser İbrâhim Hakkı’nın ismini ölümsüzleştiren en önemli çalışmasıdır. Dinî ve din dışı ilimlere dair ansiklopedik bir eser olan Mârifetnâme müellifin ilmî ve fikrî kişiliğini, yetişmişliğini, din ve ilim anlayışını yansıtması bakımından da özel bir değer taşımaktadır.
3. Mecmûatü’l-irfâniyye. Tam adı Mecmûatü’l-vahdâniyye fî ma‘rifeti’n-nefsi’r-rabbâniyye olan eseri müellifin kısaca İrfâniyye diye andığı da görülmektedir. Kitapta hadis olduğu rivayet edilen, “Kendini bilen Allah’ı da bilir” sözünün tasavvufî açıklaması yapılmış, bu arada âyet ve hadislerle müslüman düşünür ve âlimlerin konuyla ilgili fikirlerine de yer verilmiştir .(Çelebioğlu, Erzurumlu İbrahim Hakkı, s. 42).sy. 23 [1996], s. 89-92).
4. İnsâniyye. Tam adı Mecmûatü’l-insâniyye fî ma‘rifeti’l-vahdâniyye olan bu geniş hacimli eseri müellif yüz kırk kitaptan üç lisan üzerine topladığını söyler (İbrahimhakkıoğlu, s. 72; Arapça, Farsça ve Türkçe kaynakları hakkında bk. Çelebioğlu, Erzurumlu İbrahim Hakkı, s. 33-35). Bu kaynaklardan seçilen parçaların daha çok tasavvuf ve eğitim ağırlıklı olduğu görülmektedir.
5. Mecmûatü’l-meânî (Mecmûatü’l-Hakkī). Müellif bu eserini 1178’de (1765) üç lisan üzerine nazmettiğini belirtmektedir (İbrahimhakkıoğlu, s. 72). Kitapta dinî ve tasavvufî şiirler yanında astronomiyle ilgili cep tahtasının kullanımı hakkında Türkçe bir bölüm, Kur’an tecvidine dair yine Türkçe bilgiler, Arapça, Farsça ve Türkçe küçük bir sözlükle “Kavâid-i Fürsiyye” başlıklı diğer bir bölüm bulunmaktadır (Arkeoloji Müzesi Ktp., Said Paşa, nr. 576).
6. Meşâriku’l-yûh. Müellifin 1185 (1771) yılında, kendisine ait olanlarla birlikte bazı eserlerden derlediği tasavvuf başta olmak üzere çeşitli konulara dair Farsça, Türkçe ve az sayıda Arapça manzumeden oluşan bir antolojidir (Süleymaniye, Hacı Mahmud Efendi, 3381).
7. Sefînetü’r-rûh min vâridâti’l-fütûh. 1187’de (1773) müellifin diğer bazı eserlerindeki Türkçe, Farsça ve Arapça şiirlerin kırk bölüm (vâridât) halinde derlenmesiyle meydana gelmiştir (Süleymaniye, Hacı Mahmud Efendi, 3413, 3812).
8. Kenzü’l-fütûh. 1188’de (1774) düzenlenen eser tasavvufî ve didaktik mahiyetteki 1021 beyitten oluşmaktadır (Süleymaniye, Hacı Mahmud Efendi, 3316). Bazı şiirler Arapça’dan Farsça’ya ve Türkçe’ye çevrilmiştir. Müellif, eserin sonunda dua mahiyetindeki iki manzumede eser hakkında bilgi vermektedir.
10. Rûhu’ş-şürûh. 1189’da (1775) hazırlanmış olup müellifin divanında yer alan “İlâhînâme”den seçilmiş manzumelerden oluşmaktadır (Süleymaniye, Hacı Mahmud Efendi, 3381/3).
11. Urvetü’l-İslâm. İbrâhim Hakkı, Mârifetnâme’den istifade ile 1191’de (1777) hazırladığını bildirdiği, ağırlıklı olarak Türkçe yazılmış eserini oğlu Muhammed Şâkir için kaleme aldığını ifade etmektedir. Kitap Kur’an’ın büyüklüğü, tecvid kuralları, sünnete uyma, esmâ-i hüsnâ, Hz. Peygamber’in isimleri ve hilyesi, itikad, İslâm’ın şartları, namazın şartları gibi konuların işlendiği on beş bölümden oluşmaktadır (Süleymaniye, Hacı Mahmud Efendi,1462).
12. Hey’etü’l-İslâm. Urvetü’l-İslâm ile aynı tarihte yazılan eserin önsözünde müellif, filozofların astronomiyle ilgili eserlerini okumanın inancı bozacağını söyleyerek bunları terkettiğini belirtmektedir.
13. Tuhfetü’l-kirâm. İbrâhim Hakkı’nın Tillo’ya gittikten sonra kaleme aldığını belirttiği “evlât eserler” serisinin ilkidir (bk. İnsâniyye, vr. 341b). Müellifin Mecmûatü’l-meânî’den Arapça ve Farsça olarak aldığını ifade ettiği eser hakkında 1180’de (1766) yazıldığı dışında bilgi yoktur.















